İşçi Bülteni Özel Sayı: 1062* Fiyatı: 25 Kr * Kasım 2013 Taşeronlaştırmaya Kıdem hakkının gaspına Kadın istihdam yasasına Kiralık işçi bürolarına karşı BİRLEŞELİM! MK MK 2 Kıdem tazminatı hakkının gaspına, esnek çalışmaya ve taşeronlaştırmaya karşı Birleş, örgütlen, mücadele et! Yönetenler yönetemez hale geldikçe sömürü, baskı ve zulümde de sınır tanınmaz hale geliyor. Sermaye devletinin on iki yıllık temsilcisi AKP iktidarı da kapitalizmin yapısal krizlerine çareler bulmak için saldırılarının dozunu fazlasıyla arttırmış durumda. Emekçilerin yaşam alanlarına bile göz diken ve her alanı rant kapısı olarak değerlendirmeye çalışan AKP iktidarı, Marks’ın da dediği gibi “gölgesinden yararlanamamadığı ağacı keser” hale gelmiştir. Yeni yıkım saldırıları kapıda Burjuvazinin temsilcisi AKP iktidarı, bir süreliğine rafa kaldırdığı kıdem tazminatı hakkının gaspını tekrar gündeme taşıdı. Sözde demokratikleşme paketlerinden ve açılımlardan çıkanlar ise bir kez daha açlık, yoksulluk ve işsizlik olarak bize geri dönüyor. Elimizde son kalan kıdem tazminatı hakkımız sermaye sahiplerine peşkeş çekiliyor, bunun için yasal düzenlemeler yapılıyor. Yeni yeni “fonlar” ile kıdem tazminatı hakkımız hiç edilmeye çalışılıyor. Gelinen yerde esnek üretim ve taşeron çalıştırmada kölelik sınırları aşılarak bizlere tam kölelik dayatılıyor. Sömürü çarklarının kuralsızca işlediği Çiğli AOSB gibi bir yerde yeni yasal düzenlemelerle birlikte hayatımız tam bir cehenneme çevrilmek isteniyor. Haziran Direnişi yolundan ilerleyelemim, yıkım programını geri püskürtelim Fakat Haziran Direnişi ortaya koymuştur ki, emekçiler böylesi bir düzende yaşamaktan hoşnut değildir. Tam da bu nedenle Taksim Gezi Parkı’nda çakılan kıvılcım hızla bütün bir ülke sathına yayılmış, yüzbinler meydanlara, sokaklara akmıştır. Haziran Direnişi’ni yaratan sorunlar yerli yerinde duruyor. Dahası, yeni sosyal yıkım programlarıyla beraber biz işçi ve emekçilere tam bir kölelik dayatılıyor. O halde tutmamız gereken yol bellidir; tıpkı Haziran Direnişi’inde olduğu gibi yüzbinler olup bu yeni saldır dalgasına barikat olmak! Burjuvazi işçi sınıfını kavgaya davet ediyor! Fakat bu sefer örgütlü bir sınıf olarak direnişi örmeliyiz. Bunun için yapmamız gereken şey, her sanayi havzasında, işçi mahallesinde örgütlenmek, kendi öz örgütlülüklerimizi, birliklerimizi, komitelerimizi kurmak olmalıdır. Bizler örgütlüysek her şeyiz, örgütsüzsek hiçbir şey. Şimdi sıra bu bilinçle Haziran Direnişi’nde yakılan kıvılcımı fabrika fabrika, havza havza büyütme zamanıdır. Ezenlerin korkularını gerçeğe dönüştürecek güç ellerimizde. Bizler de fabrikalarımızda, semtlerimizde birlik ve komiteler oluşturalım, kıdem hakkımızı gaspettirmeyelim! Örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılsın! Kıdem haktır, gaspedilemez! Yaşasın işçilerin birliği! MK 3 Sefalet ücretlerine savaş açıyoruz! Merhaba arkadaşlar. İşyerlerimizde aşağılanan, horlanan ve kısacası insan yerine bile konulmayanlar olarak ya ne istediğimizi bilmiyoruz ya da istemekten korkuyoruz. İşten atılma korkusu. Evet işverenlerin en büyük kozu olarak kullandıkları kalkan “seni işten atarım”. Elbette atar, çünkü sen tek başına kafa tutmaya kalkarsan atmakla yetinmez seni rezil etmeye, küfretmeye kadar ileri gider. İşte bu noktada birlikten bahsedeceğim. Fabrikalar olsun, diğer iş kolları olsun hepimizin ortak bir derdi var. Ben size “asgari ücret” dediğimiz düşmandan bahsetmekle başlamak istiyorum. Egemen Bağış denilen “ucube”nin ağzından çıkan “asgari ücretle geçinilir” kelimesini unutmadık. Unutulacak gibi de değil. Bir çok politik konuda birbirini yiyen, yumruk sallayan milletvekilleri, kendileri için yapılacak zamda birdenbire hem fikir oluveriyorlar. Kendilerinin %20 zammı (Mayıs 2013 itibari ile bir milletvekili maaşı: 12. 070 TL) hakkettiğini söyleyenler, söz konusu işçi olduğu zaman işçileri görmemezlikten gelip, % 3 (Ocak 2013 itibari ile 739 TL olan asgari ücret35 TL arttırıldı ve 774 TL oldu) zam veriyorlar. Arkadaşlar! Yaşam koşullarımızı belirleyen sefalet ücretlerine karşı mücadele etmek ve yan yana gelmekten başka bir çaremiz yok. Bırakalım artık sen “osun busun”, “sen şu partiyi tutuyorsun ben bunu tutuyorum”, “sen Kürtsün ben Türküm”, “sen Alevisin ben Sünniyim”. Önemli olan insanca yaşayabilmek, insan olmak değil midir? Asgari ücret değil mi ailenle bir yerlerde güzel bir yaşamı engelleyen? Asgari ücretle çocuklarımıza istediği herşeyi alabiliyor muyuz? Çocuklarını boynu bükük bırakmamak için senin de bu savaşa katılmaktan başka bir şansın yok. Fabrikanda birlik ol! Bizim var olduğumuzu patrona göster, biz işçileriz. Savaş, egemenlerin işçileri sömürerek aldıkları asgari ücrete bile göz koymasıdır. Savaş patronların işine gelmiyorsa işçiye,“kapı orada demek”tir. İşte patronlar sana bir savaş açmış olmuyor mu? Senin de bakmakta olduğun bir ailen, çocuğun, çocukların yok mu? Onurun yok mu? Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek istiyoruz ve bir kere ölüyoruz, peki siz, patronlar, onursuzluğunla her gün öleceksiniz. İşçi arkadaş sen yoksan bir eksiğiz. Sefalet ücretlerine savaş açıyoruz, bu savaşı biz başlatmadık, ama biz bitireceğiz. Çiğli OSB’den bir işçi MK 4 Kadın İstihdam Paketi ile kölelik dayatılıyor Haklarımız ve geleceğimiz için mücadeleye! Sermaye devleti ve onun temsilcisi AKP iktidarı neoliberal politikaları hayata geçirmek için 2000’lerin başından beri adımlar atmakta, işçi ve emekçiler üzerindeki saldırılarını hızlandırmaktadır. Son yıllarda ise sık sık Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) adı altında işçi ve emekçilere, özellikle kadın işçilere esnek üretim ve güvencesiz çalışma dayatmaktadır. Ekim ayında meclis gündemine getirilen esnek çalışma paketinde, kıdem tazminatının fona devredilmesi, taşeron işçilik yasası, özel istihdam büroları ve sözde kadın istihdamını artıracak kadın istihdam projesi gündeme getirildi. Paketin bütününe baktığımızdai işgücünün tamamıyla esnekleştirilmek istendiği açıkça görülmektedir. Patronlar için en ucuz iş gücü ise her zaman kadın işçilerin işgücü olmuştur. Burjuva basında kadın istihdam paketi üzerinden öne çıkarılan başlıklar ise doğum izninin uzatılması ve çocuk sayılarının artırılması için teşvikler verilmesi olmuştur. Şimdi paketi başlık başlık inceleyelim: * Yeni yasada kadınlar için kreşler yaptırılacağı söyleniyor. Tabi, 3 çocuğu teşvik eden bir başbakanın bu üç çocuğa nasıl bakılacağını da düşünmesi gerekiyor. Ve bunun için de diline sakız edip döne döne vereceği kreş hakkından bahsediyor! Oysa kreş hakkı 4857 sayılı iş kanununda en az 150 kadın işçi çalıştıran tüm işyerlerinde uygulanması gereken bir haktır. Yasaya göre kreş açma yükümlülüğünü yerine getirmeyen işverenlere idari para cezası uygulanır. (2011yılı için belirlenen idari para cezası 1232 TL idi.) yasal zorunluluklara ve para cezasına karşın en büyük sanayi merkezilerinde, işçi havzalarında dahi kreş yükümlülüğünü yerine getiren işyeri yoktur. Patronlar, kreş açmaktansa kadın işçi sayısını düşük tutmakta ya da işçileri birkaç şirkete bölerek kadın işçi sayısını düşük göstermektedir. Bakıyoruz. Kaç fabrikada, kaç işyerinde bu hakkı kullanabiliyoruz? Kaç işyerinin kendine ait kreşi, emzirme odası var? Kadın istihdam paketi ile bunun kendisi yeni bir kazanımmış gibi gösterilmek isteniyor. Oysa, kağıtlarda yazılı kalan hakların biz kadınlar için bir değeri yoktur. Yeni yasalar çıkarılacağına mevcut hakkımız gaspedilmesin. Derhal kadınların çalıştığı işyeri ve fabrikalarda ücretsiz ve nitelikli kreş ve gündüz bakımevleri açılsın! * İşsiz olan 100 kişiden 91’nin kadın olduğu açıklandı. Kadın işsizliği büyüyor. Şimdi 91 kadına size şöyle bir iş bulduk deseler, ne derdiniz acaba? Tüm gün çalışmayacaksın, hatta işyerine gelmene bile gerek yok; sen evinde üretim yapacaksın ya da evde masa başında bir ürünün satışını gerçekleştireceksin. Günde 5 saat böyle çalış; ama iş sürekli değil, ihtiyacımız olduğu anda çalışacağın günleri biz sana söyleyeceğiz. Böylesi bir iş için sigorta, yemek, servis, yıllık izin, mesai ücreti, bayram tatili, doğum izni, emzirme izni var mı diye sormaya gerek var mı sizce? Hemen yanıtlayalım; yarı zamanlı çalışma, yarı zamanlı sosyal güvence, yarı zaman üzerinden maaş, hayal olan emeklilik, olmayan izin günü, bilemediğin çalışma günleri, planlayamadığın bir hayat demek. Hatta yetmeyecek maaş ile iki, bilemedin üç işte MK 5 birden yarım yarım çalışıp bir maaşı toparlayamamak demek. Bu koşullarda kadın işçi çalıştıran işverenler için ise tüm maliyetlerin ortadan kalması demek. İşte hükümetin “sosyal güvence şemsiyesi” altında uygulayacağını söylediği esnek çalışma sistemi bu oluyor. * “Çalışan kadına doğurduğu çocuk sayısına göre kademeli olarak erken emeklilik geliyor” vaadini bugünlerde çok sık duyuyoruz. Emeklilik için yaş sınırının 65 ve prim gün sayısının 7200 olduğu, yani emekli olabilmenin çok zor olduğu ülkemizde; çocuk yaparak emekliliğin yaklaşması birçok kadını “tavlayacak” bir vaat. Ama işin gerçeği müjdelendiği gibi değil. Aslında tam zamanlı ve sigortalı bir işe sahip kadınlar; doğum nedeniyle işten ayrılmaları halinde, çocuk bakımı için işten ayrı kaldıkları 2 yıl boyunca sigorta primlerini kendileri ödeyerek, emekliliklerine saydırabilecekler. Yani çocuk yaptım, bir kaç yıl önce emekli olacağım gibi bir durum yok. Kısaca erken emeklilik değil; “doğum borçlanması” olacak. Zaten bugün, 2 çocuk için toplam 4 yıla kadar doğum borçlanması uygulanıyor. Müjde gibi sunulan şey ise en fazla iki çocuk için olabilen doğum borçlanmasının üç çocuğa çıkartılması. Özellikle kadınlar açısından düzenli ve sigortalı iş bulmanın giderek ayrıcalıklı hale geldiği düşünüldüğünde kaç kadının geriye dönük sigorta primini karşılayabileceği ise muamma. Devlet bugüne kadar işçi ve emekçilerin yararına hiç bir yasa çıkarmamıştır. İşçi ve emekçiler mücadele ederek bedeller ödeyerek kazandıkları haklar daha sonra yasalaşmıştır. Bundan sonra da devletin bizleri aldatmak için devreye soktuğu oyunlarına kanmamalıyız. Özellikle yaşamın yarısını oluşturan biz emekçi kadınların, “kavganın yarısında da varız” diyerek en önde, hakları ve gelecekleri için mücadele etmekten başka şansı yoktur. Sömürün olmadığı, baskının, kadın cinayetlerinin ve tacizlerin olmadığı başka bir dünya mümkün. Gündüzlerinde sömürülmediğimiz gecelerinde aç yatmadığımız bir dünya için haydi emekçi kadınlar bir adım öne çıkalım. Haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkalım. Çiğli den bir emekçi kadın Viva Las Mariposana* 25 Kasım: Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Mirabel Kardeşlerin katledilmesinin 53. yıl dönümümde şiddet üreten kapitalist sistemden hesap sormak için 24 Kasım’da Karşıyaka’da buluşuyoruz. Tarih: 24 Kasım Pazar Yer: Karşıyaka İzban Çıkışı Saat: 16.00 (*Yaşasın Kelebekler) Emekçi Kadın Komisyonları MK 6 ­Gezi­Direnişi­hakkında­Çiğl “Çözüm insanların örgütlenmesinde” -Gezi Direnişi'ne nasıl katıldınız? Gezi Direnişi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? -Hükümetin yapmış olduğu yanlış uygulamalardan dolayı, örneğin zamlar, aylığımızın yetersiz oluşu, geçim zorluğu, kadınların haklarının kısıtlanması, din üzerinden ayrımcılık yapılması, komşuları birbirine düşman etmesi, kendi ülkesindeki olayları çözümlemeden başka ülkelere müdahale etmesi... Bu sebeplerden dolayı Gezi eylemlerini destekliyorum ve katılıyorum. Süreci geç kalınmış olarak düşünüyorum. Daha önce olmalıydı. Yine de geç kalmış değiliz. Süreç bence çok başarılı oldu. Kırmadan dökmeden öldürmeden sadece pankart ve flamalar ve sloganlarla yapılan bir eylemdi. Ses getirdiğimizi düşünüyorum. Bazı kanunlarda geri adım attırdık hükümete. Bazı konularda ise hükümet geri adım atmadı. Ölen insanların ailelerine başsağlığı bile dilemedi. Cenazelerine bile müdahale ettirdi, ölenlerin katilleri belli olduğu halde gözardı edildi. Kendi insanlarına tümüyle biber gazıyla, plastik mermilerle, gerçek mermilerle müdahale etti. Kendi avukatlarına, doktorlarına kelepçe taktı, yerlerde sürükledi ve bu emirleri bizzat Tayyip Erdoğan verdi. Gül ise sessiz kaldı. Gül, bütün bunlar olurken sanki Türkiye'nin cumhurbaşkanı değil de başka bir yerin cumhurbaşkanıydı. Ben bütün bunlar yaşanırken sanki kendi ülkemde değil de başka bir ülkenin olaylarını yaşıyoruz gibi dehşet içinde kaldım. Bizi yönetenleri kınıyorum. -Gezi Direnişi'nin kazanımları nelerdir? -Daha önce biraraya gelmeyen insanlarla biraraya geldik. Tanımadığımız insanlarla tanıştık ve kardeşten öte arkadaş olduk. Hep beraber tartışıp kararlar alıyoruz ve uyguluyoruz. -Direnişin arkasından oluşan forumlar hakkında neler düşünüyorsunuz? -Forumları başarılı buluyorum ve katılıyorum, onur duyuyorum. Benim de bu süreçte bir parça katkım oluyorsa ne mutlu bana. Forumlarda kendi adıma şu kararların çıkmasını talep ediyorum. Direnişte halkı için canlarını hiçe sayan ve bu uğurda şehit olan kardeşlerimin isimlerinin verilmesini istiyorum. Ve tutuklu kardeşlerimize sahip çıkmalı ve ailelerine destek vermeliyiz, onları yalnız bırakmamalıyız. Onlar halk için tutsak oldular ve biz de halk olarak onların yanlarında olmalıyız. -Direniş tam bir çözüm yarattı mı? -İnsanlar belirli talepler üzerinden sokağa çıktı. Hükümetin gitmesi çözüm müdür? Bence çözüm değildir, çünkü bu hükümet giderse gelen hükümetin ne yapacağını bilmiyoruz. Onun için çözüm insanların örgütlenmesi, örgütlenmeye sahip çıkmasıdır. Güzeltepe forumundan ev emekçisi kadın MK 7 lili emekçilerle­konuştuk... “Bu düzen yıkılana dek mücadele edeceğiz” -Gezi direnişi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? -AKP hükümetinin yapmış olduğu yanlış politikalar, insanların kaç çocuk doğurup doğurmayacağına bizim adımıza karar vermeleri, Atatürke ayyaş demesi, kürtaja sınırlama getirmesi, 4+4+4'ün okullarda dayatılması, bizzat Tayyip Erdoğan'ın herşeye karışması, bütün hayatımızı kısıtlaması gibi nedenlerden dolayı hepimizde bir öfke vardı. Gezi olayıları iki ağaç sorunu gibi başladı ama tabi ki mesele iki ağaç değildi. İnsanların yıllardır içlerindeki öfkeyi dışarıya atması gerekiyordu. Bu bir kıvılcım oldu. Bu kıvılcım tutuştu, alev aldı ve Gezi Direnişi başlamış oldu. Bence iyi oldu. Sus sus nereye kadar? Sen sustukça tepene biniyorlar, eziyorlar! Yeter artık! Bundan böyle her hükümet her istediğini yapamayacak, çünkü karşısında halk var! Halk artık uyandı! -Gezi Direnişi'nin kazanımları nelerdir? -Önce bizim de insan olduğumuzu, kardeşliği, paylaşmayı öğrendik. Kendimize olan güvenimizi kazandık. Birlik olursak neler yapabileceğimizi gördük. Yeni dostlar edindik. Biz istersek her şeyi başarabiliriz. -Direnişin arkasından oluşan forumlar hakkında neler düşünüyorsunuz? -Bence olması gerekiyor ve çok faydası var. Mesela Gezi Direnişi'nde eylem yapmak istiyoruz, katılmak isteyen arkadaşlar komşular var. Nerede yürüyüş var, saat kaçta buluşucaz gibi sorunlar yaşıyorduk. Bu forumlarda önemli kararlar alınıyor ve uygulanıyor. Bu forumlardan beklentim insanların daha duyarlı olması, katılımcı olması. Bu halkı nasıl kazanabiliriz? Bunun mücadelesini nasıl yaparız? Gençlerimizi uyuşturucudan nasıl kurtarabiliriz? -Direniş tam bir çözüm yarattı mı? -Tam bir çözüm olmadı. Ama hükümete bazı kararlarında geri adım attırdık. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını hükümete anlattık ve hükümet halkın bu direnişinden çok korktu. Peki hükümet giderse her şey düzelir mi? Tabiki düzelmez. Ali gider, Veli gelir farketmez. Biz halk olarak bundan böyle sessiz kalmayacağız, hakkımızı arayacağız, mücadeleye devam edeceğiz, taki bu düzen yıkılana dek, ancak o zaman mutlu oluruz. Güzeltepe forumundan emekli bir işçi MK 8 “Umudun bitmediği an” Merhaba, ben tekstilde çalışan emekçi bir kadınım. Herşeyin bittiğini düşündüğüm, inandığım bir döneme girmiştim. Benim için her şey bitmişti. Artık köleleşmeye boyun eğmeyi, susmayı, bütün baskılara susarak çalışmayı kabullenmiş biçimde hayatımı devam ettiriyordum. Ve bir gün herşeyin bittiği, umudumun söndüğü bir anda, 31 Mayıs’ta umut ışığım yeniden kıvılcım aldı. Gezi Direnişi kıvılcımları sönen bütün umutlara ışık oldu. İstanbul’da başlayan ve dalga dalga tüm yurda yayılan bir ateş, bir meşale, işte tam o anda alevlendi. Bir çok şeye şahit oldum ve yaşadım. İnsanlığın can çekiştiğini düşünüyorken, kardeşliğin dostluğun yok olduğuna inanıyorken bambaşka olaylar yaşandı. Aslında teşekkür etmemiz gereken insanlar var. Bize dostluğun, kardeşliğin, yoldaşlığın bitmediğini, ayakta olduğunu gösterdiler. Normal bir günde değil dayanışma içerisine girmek, selam bile vermez bir hale gelmiştik. Teşekkür etmemiz gerekenler, bizlerin tek yürek olarak sokaklara, alanlara çıkmamıza vesile oldu. Hiç görülmemiş bir dayanışma ruhuyla! Ellerimizde süt, limon, su, yapılan saldırılardan, gazdan etkilenenlere her kesimden yardım eli uzanıyordu. Her ulustan ve farklı siyasal görüşlerden emekçiler öyle bir dayanışma içinde hareket etmişlerdi ki buna duyarsız kalamazdım ve ben de çalışmalarıma başladım. İlk satırlarımda da bahsettiğim gibi, tekstilde makinacıyım ve ilk çalışmam orada oldu. İzmir Gündoğdu’da çadırlarımız kurulmuştu. Onların belli ihtiyaçları olacağını bildiğim için tekstilde çalışan işçi arkadaşlarımdan para toplayıp destek olmaya çabalıyordum. Sabah 08.30 da mesaim başlıyor akşam 18.00 da bitiyordu. İş çıkışı usanmadan yorulmadan koşar adımlarla Gündoğdu’ya gidiyor, işçi arkadaşlarımın verdikleri paralar ile çadırların ihtiyaç duyduğu yiyecek ve içecekleri götürüyordum. Bunun sadece işyeri ile sınırlı kalmamasını düşünüp oturduğum semtte çalışma başlattım. Ev ev, kapı kapı dolaşıp halktan çay, şeker, plastik bardak, tabak toplamaya başladım. Bu arada bir de esnaflarımızı unutmamak gerekir. Onlardan da yardımda bulunmalarını istemiştim. Duyarsız kalmadılar, esnaflarımız da dükkanlarında olan her şeyi sunmuşlardı. Ne istersen, ne kadar istersen alabilirsin demişlerdi. Bu anlar çok duygusal geçti... Dükkanlarında olan yiyecekleri kendi elleri ile çantama, poşetlerime doldurup selam iletmemi, umutlarının bizlerde olduğunu söylememi iştemişlerdi. O heyecanla alana yetişmeye çalışıyordum, ya bitmişse yiyecekleri diye düşünüyordum ve daha hızlı adımlarla yürüyordum. Bir an önce verebilmek için koşar adım gidiyordum. Yorulmuyor muydum? Evet yoruluyordum ama yılmadan, bıkmadan çabalamaya devam ediyordum. Akşam 18.00’de Gündoğdu’ya gidiyor gece 01.00’de evde oluyordum. Sadece 4 saatlik uyku ile işe gidiyordum. Bunları yaşarken o sayede muhteşem dostluklar kurdum. Ellerindeki ekmeği etrafında gördükleri herkese ikram etmeleri, bir pet şişe sudan herkes içebilir deyip suyu elden ele vermeleri... Bu bir dayanışma, bir paylaşım. Bitmemişti paylaşım, dostluk, yoldaşlık, yardımlaşma bitmemişti. Hala devam ediyordu. Gezi Direnişi süresince insanlığın ölmediğini, sevginin hep var olduğunu, düşenin elinden yüzlerce elin tutup kaldırdığını gördüm. İnsanlık yaşıyordu. Artık biliyordum insanlık var ve yaşamakta... Geçmişte kaybettiğim her şeyi bugün Gezi Direnişi ile başlayan süreçte yeniden kazandım. Kendime olan öz güvenimi, cesaretimi, korkusuzluğumu, dik duruşumu, doğruluğumu, insanlara olan sevgimi, onlara olan güvenimi... Gezi Direnişi öncesi kendimi düşünüyorum. Nasıl köle olmuştum, bastırılmıştım, sesim alınmıştı, düşüncem karartılmıştı, gözlerim bağlanmış, ücreti köle olarak ses çıkarmadan her dediklerine boyun eğerek çalışıyordum. Ellerinde kukla misali oradan oraya itilip çalıştırılıyordum. Şimdi çok şey değişti. Artık sesime karşılık ses veren halk var, işçi var, emekçi var, öğrenci var. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bunları yaşatan herkese teşekkürler. Gezi Direnişi süreci başlamamış olsaydı hala kölelik yapıyor olacaktım. Her yer Taksim, her yer direniş! Çiğli OSB’den bir tekstil işçisi MK 9 Demokratikleşme­Paketi'nde­işçi ölümlerine­engel­yok! İşçilerin, emekçilerin, demokratik kitle örgütlerinin ve her kesimden çalışanın iktidarın şişirmesinden dolayı büyük bir beklenti içine girdiği demokratikleşme paketi açıklandı. Demokratik kitle örgütlerinin beklentilerinin çok altında kalan bu paket, işçi ve emekçiler içinse yokları içeriyor. Taşeronlaştırma sisteminin kamu kurum ve kuruluşlarına kadar girdiği ve esnek çalışma sisteminin artık her fabrikada taşeronlaştırmayla birlikte yasalaştığı bir dönemdeyiz. Ve yine görüyoruz ki geçmişte olduğu gibi birleşip alanlara çıkmadan bu sorun çözülmeyecek ve daha da üzerimize gelinecektir. Esnek çalışma nedeniyle işçi ölümleri iki katına çıktı. Fakat bu ölümlerle ilgili yargının caydırıcı cezalar vermemesi de bu ölümlerde etkili oluyor. 14 Mart 2013 tarihinde Adana'da yaşı tutmamasına rağmen fabrikalarda çalıştırılan ve pres makinasına kapılıp can veren 13 yaşındaki Ahmet Yıldız'ın davası geçen haftalarda sonuçlandı. Mahkeme katil patronun 24 ay taksitle 30 bin TL tazminat ödenmesine karar verdi. Evet 13 yaşındaki çocuk işçiye biçilen bedel bu ve bu yarın sizin çocuğunuzun, kardeşinizin ya da bir yakınınızın da başına gelebilir.. Ahmet'e biçilen bu adaletsizce bedel size de sunulabilir. Bu düzenin yargısının verdiği gülünç cezalar yüzünden 2012 yılında 37 çocuk işçi hayatını kaybetmiştir. Bu yüzden diyoruz ki, işyerlerimizde işçi arkadaşlarımızla dayanışmayı büyütmeli ve örgütlenmeliyiz. Hem kendimiz hem de gelecek nesillerimiz için işçi kıyımına izin veren yasalara ve yargıya karşı mücadeleyi büyütelim ve alanları boş bırakmayalım. Çiğli Organize'den bir işçi MK 10 Kardeş­halklara dokunma! Sömürüye dayalı dünya düzeni, emperyalist hegemonya ve yeni pazar arayışları ile birlikte, yeni yağma ve talan alanları açmaya çalışıyor. Kapitalist bunalım ve krizlerin sonucu olarak sermayedarlar yeni savaş ve katliamlara imza atıyorlar. Dün Irak'ı demokrasi, Afganistan'ı özgürlük vaadleriyle işgal edenler bugün de bin bir türlü gerekçelerle Suriye'ye silahlarını çevirmiş durumdalar. Suriye sınırına dayanan emperyalistler ve Türkiye'deki işbirlikçileri, biz işçi ve emekçileri bu savaşa alet etmeye çalışıyorlar. Bunu genelde iki yolla yapıyorlar. Ya bizleri kardeş halkları katletmek için cepheye göndererek, ya da savaş sanayine yapılan yatırımların bedelini bizlere ödeterek. İkisinde de ezilen, öldürülen, sefalete sürüklenen bizler oluyoruz. Sermaye sahiplerinin tırnağına bile tek bir zarar gelmiyor. Hiçbir patronun çocuğu cepheye gitmiş değil. Hiçbir fabrikatörün banka hesabı azalmış değil. Sonuç; milyonlarca insanın kıyımı, kadınların, çocukların vahşi bir şekilde katli! Sonuç; cepheden dönen tabutlar, cenazeler, sakat gençler! Sonuç; vergilerle kuşa çevrilmiş maaşlar, kemer sıkma politikaları, yoksulluğun artması, her an karşı saldırının gerçekleşmesine bağlı olarak huzursuzluk! Biz işçi ve emekçiler, dünya üzerinde dönen rant ve paylaşım kavgasının sorumlusu olmadığımız gibi, bedelini de ödemek zorunda değiliz! Emperyalist yağma ve talana dur diyelim! Bizlerin kaderi, ezilen ve yoksulluğa itilen, sömürülen dünya halkları ile birdir. Suriye halkı, Irak halkı, Lübnan halkı, Filistin halkı yalnız değildir. Yaşasın halkların kardeşliği! MK 11 Türkiye'de bir katil dolaşıyor! Her yıl yüzlercemiz can veriyoruz iş cinayetlerinde. Aslında her biri bir katliam olan iş cinayetlerinde her yıl yüzlerle ifade edilebilecek sayılarla artıyor tablo. 2012 yılında 700 civarında işçi iş cinayetlerinde katledildi. 2013 yılında ise sadece Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında geçen yılın yarısı kadar işçi kardeşimizi kurban verdik bu cinayetlere. Ve bu sayı hiç de azalacağa benzemiyor böyle giderse. İsmi hep değişti. Marmara Park AVM, madenler, Karadan, Tuzla tersaneler, Aliağa Gemi Söküm, Habaş, kot kumlama atölyeleri, Şanlıurfa tarım bölgeleri, Kırıkkale Silah ve Cephane Fabrikası... Sonuç hiç değişmedi. Olaylar hep farklıydı. Maske yoktu gazdan zehirlendiler, üzerine sac plaka düştü, kopan zincirin altında kaldı, biriken gaz patladı, inşaattan düştü, döküm kazanına düştü, silikozisten öldü, traktör devrildi, cephane fabrikası havaya uçtu. Sonuç hep aynı oldu. İstanbul’du İzmir oldu, Adana’ydı Urfa oldu, Şırnak’tı Muğla oldu. Yerler hep değişti; ama bu katil aynı yerlere defalarca kez yine uğradı. 12'ydi 15 oldu, 17'ydi 18 oldu, 27'ydi 37, 39, 43, 46, 48, 51 oldu yaşları. Yaşları hep değişti. İsimleri de. Ali, Bayram, Yüksel, Mustafa, Özcan, Fikret, Hasan, Mevlüt, Serkan oldu adları. Kimi torna tezgâhında, madende, inşaatta, kimisi tarlada, tersanede, konfeksiyonda, kanalizasyonda. Öldükleri yerler de hep değişti, meslekleri de hep farklıydı tıpkı dillerinin, inançlarının farklı olduğu gibi. Sadece sonları aynı oldu. Ölüm bazen soğukta bazen cehennem ateşinde yakaladı onları, ama onlar için hep ansız ve kapkaranlıktı. Sayılar hep değişti. 1 öldük, 3 öldük, 5 öldük, 7, 15, 20 öldük ve yüzler oldu ölülerimiz ve binler oldu. Ama onlar için ölülerimiz, ölümlerimiz hep sayılarda kaldı. Çünkü 'uğruna' öldüklerimiz için hiçbir şey ifade etmiyorduk. Nasıl olsa her şeyden daha ucuzduk ve daha çok vardı dışarıda hepimizden. Peki, yok muydu ölmemizin bir çaresi. Aslında vardı ama yoktu. Çünkü yokluklar ülkesindeydik. 75 TL’ydi gaz maskesi yoktu, 750 TL’lik havalandırma motoru yoktu. Vardı ama maske bize yoktu. Motor vardı ama içine konulacak 5 TL’lik yakıt yoktu ve 5 TL için ölmüştük. Zincir ve halat yok muydu, vardı aslında yenisi ama biraz daha idare ederdi, ne de olsa altında kimse ölmemişti, olsun biri ölene kadar idare ederdi herhalde. Gaz ölçümünün düzenli yapılması için alet yok muydu, vardı tabi ki ama ne gerek vardı üretimi durdurmaya, yani bizim için yoktu. Rodeo dışında kot kumlama yöntemi yok muydu? Sadece biz işçiler için yoktu. Milyonlarca araç vardı ama bizim için traktör yerine bir servis otobüsü yoktu. Yok muydu kum torbası. Ama ne gerek vardı biz kum torbalarından daha iyi yapardık bu işi tersanelerde. Aslında her şey vardı ama bizim için yoktu, çünkü biz işçiler vardık ne gerek vardı başka şeye. Ya sonra. Arkamızdan timsah gözyaşları döken çok olurdu elbet. Patronlar, ülkeyi onlar adına yönetenler. Ne güzel ölmüştük onlar için, bu ölümler bizim hatamızdı, onlar çok masumdu, bu bizim kaderimizdi, boyun eğmeliydik ve herhâlde Allah rahmet eylemişti. Üstüne bir de ellerini ceplerine atıp 3 kuruş paraya kıydılar mı, her şeyin unutulması ve yeni katliamların gelmesini beklemeliydi geride kalanlar. Kapitalizmin ve kapitalistlerin iğrenç ve aşağılık yüzlerini hergün daha fazla görüyoruz ve bu sistem görmek istemesek de hergün bize tekrar tekrar hatırlatıyor kendini ve dünyanın neresinde yaşadığımızı. Türkiye’de bir katil dolaşıyor. İnsan sıfatlı ama insanlıktan nasibini almamış ve hiçbir zamanda almayacak, alması mümkün olmayan bu katil KAPİTALİZM. Ve her geçen gün yeni cinayetler işlemeye, katliamlar yapmaya devam ediyor ve bundan her geçen gün daha büyük bir zevk alarak. Ve artık kurbanlarının onu durdurması hatta durdurması değil yok etmesi gerekiyor. “Ölmek için yaşadığımız yerde, biraz da yaşamak için ölelim.” Kendimiz için onurumuz için, sınıfımız için. İş cinayetlerinin olmadığı sosyalist bir dünyada ve ülkede yaşamak için. BDSP Gezi Direniş Tutsağı Erol Özdemir Kırıklar F Tipi Hapishanesi 01.10.2013 MK Gezi tutsağı, eski Kastaş işçisi Burcu Koçlu'dan Çiğli Organize işçilerine mektup var! 31 Mayıs'ta başlayan Gezi Direnişi yıllardır yüreklerimize çekilen setleri parçaladı,gözlerimize inen perdeyi kaldırdı. Gezi günlerinde gördük ki sandığımızın aksine yalnız değiliz. Milyonlarca el kenetlendi ve birleşerek güç olduk. Gezi alanlarında çoğaldık ve kardeşleştik. Kürdü, Türkü, Alevisi, Sünnisi demeden taleplerimiz için mücadeleyi yükselttik. Yaralılar, tutsaklar, şehitler verdik ancak yılmadık. ‘Mücadele bitmedi!’ dedik, daha yeni başladık dedik. Ben Çiğli Atatürk Organize Sanayisinde tekstil ve plastik sektörlerinde çalışmış eski bir işçi ve şimdi ise Şakran Kapalı Kadın Cezaevi'nde bir Gezi tutsağı olarak sesleniyorum Çiğli'li işçi emekçilere! Alınterimiz ve canımız üzerinden saltanatlarını sürdürenlere artık yeter demenin zamanı geldi! Baskı ve zorbalıklarla haklarımızı gasp edenlere ‘dur deme’ zamanı geldi. İnsanca bir yaşam, daha iyi çalışma koşulları için alanları doldurmanın zamanıdır. Cinsel, ulusal ve sınıfsal sömürü son bulsun diyorsak, geleceğimize ve özgürlüğümüze sahip çıkıyorsak patronların talan düzenine karşı sosyalizmi haykıracağımız alanlarda buluşmanın vaktidir. Gün mücadelenin, nasırlı ellerimizi kenetlemenin, 31 Mayıs'taki kıvılcımı harlamanın günüdür ! Mücadele alanlarında buluşmak üzere.. Gezi Tutsağı Burcu Koçlu Şakran Kapalı Kadın Hapishanesi İşçi Bülteni Özel Sayı: 1062 * Fiyatı: 25 Kr * Kasım 2013 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel, süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Millet Caddesi Sultan Cami Sk. No:2/9 Fatih/İstanbul Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat. Davutpaşa Cd. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 242 Topkapı / İstanbul Tel: (212) 577 54 92