Uluslararası İktisat I

advertisement
 Uluslararası
İktisat I
İKT329
Prof. Dr. Özgür TONUS E-­‐posta: otonus@anadolu.edu.tr Dahili tel: 3229 Ofis: İİBF 126 http://otonus.home.anadolu.edu.tr Araş. Gör. Ali BENLİ E-­‐posta: alibenli@anadolu.edu.tr Dahili tel: 3338 Ofis: İİBF 441 İçindekiler Tablosu
Klasik Dış Ticaret Teorisi ...................................................................................... 1
Dünya Dış Ticaretinin Genel Görünümü .................................................................... 2
Dış Ticareti Açıklamaya Yönelik Teorilerin Tarihsel Gelişimi.................................. 4
Merkantilizm .......................................................................................................................... 4
Fizyokrasi ................................................................................................................................ 6
Klasik İktisat Düşüncenin Doğuşu .............................................................................. 6
Klasik Dış Ticaret Teorisinin Temel Varsayımları ........................................................ 7
Adam Smith ve Mutlak Üstünlükler Teorisi .................................................................. 8
David Ricardo ve Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi .............................................. 10
Klasik Dış Ticaret Teorisine Yönelik Eleştiriler ....................................................... 12
Neo Klasik Dış Ticaret Teorisi ............................................................................ 14
Fırsat Maliyeti ve Üretim İmkânları Eğrisi .............................................................. 15
Ricardo’nun Sabit Maliyetler Koşulu ve Üretim İmkânları Sınırı ......................... 17
Değişen Maliyetler ve Üretim İmkânları Eğrisi ....................................................... 18
Artan Maliyetler ve Üretim İmkânları Eğrisi .............................................................. 18
Azalan Maliyetler ve Üretim İmkânları ........................................................................ 19
Karşılıklı Talep Kanunu: Teklif Eğrileri ..................................................................... 20
Denge Ticaret Haddi ......................................................................................................... 21
Teklif Eğrilerinde Kaymalar ve Ticaret Hadleri .......................................................... 23
Toplumsal Farksızlık Eğrileri ..................................................................................... 25
Dış Ticaret ve Denge ........................................................................................... 26
Dış Ticarete Kapalı Bir Ekonomide Genel Denge .................................................... 26
Dış Ticarete Açık Bir Ekonomide Genel Denge ve Dış Ticaret Kazancı ................ 29
İki Ülkeli Modelde Dış Ticaret ve Genel Denge ....................................................... 31
Kısmi denge analizi ..................................................................................................... 32
Tüketici Artığı ...................................................................................................................... 32
Üretici Artığı......................................................................................................................... 33
Dış Ticaretin Olmadığı Durumda Kısmi Denge .......................................................... 34
Dünya Fiyatları ve Karşılaştırmalı Üstünlükler....................................................... 35
© Özgür Tonus
01
İKT329
Klasik Dış Ticaret Teorisi
İktisat biliminin en eski dallarından birisi dış ticaret teorisidir. İnsanoğlu şehir-devletlerin kurulmasından
itibaren sınır ötesi ile mal ve hizmet alış-verişi yapmaya başlamıştır. Takas yöntemiyle şehir pazarlarında başlayan
ticaret giderek yaygınlaşmış ve uzun mesafeli ticarete dönüşmüştür. Ülkeler arası ticaretten ancak dünya üzerinde
ulus-devletlerin kurulmaya başlamasıyla birlikte bahsedebiliriz. Ortaçağ’da İpek Yolu, Baharat Yolu gibi önemli
ticaret güzergâhları oluşsa da, dünya ticaretinde en önemli dönüm noktası sanayi devrimi olmuştur. Büyük
Britanya’da başlayan sanayi devrimi ile sanayileşme önce Avrupa’ya, ardından Amerika’ya ve Asya’ya yayılmış, bu
yayılmaya ise dış ticaret aracılık etmiştir. Özellikle ulaştırma ve iletişim alanlarında yaşanan teknolojik devrimler –
buharlı gemilerden demiryollarına, telgraftan otomobile, havayolu taşımacılığından internete- dünya üzerinde
malların, kişilerin, sermayenin ve teknolojinin hareket etmesini kolaylaştırmış ve malların ülkeler arasında
taşımacılık maliyetleri hızla düşmüştür.
Dünya ekonomisinde üretilen mal-hizmet miktarının artması, yatırımların, teknolojinin ve bilginin yayılması,
ekonomik büyüme oranlarının ve nüfus artış hızlarının yükselmesi gibi birçok gelişme son 200 yılda dış ticaretin
gelişmesi ile mümkün olmuştur. 1800’lü yılların ortalarından 2000’li yıllara gelindiğinde dünya nüfusunun 6 kat,
dünya üretiminin 60 kat artmasına karşılık ticaret hacminin 140 kat artması dikkat çekicidir.
Günlük hayatımızda kullandığımız birçok ürüne biraz dikkatlice baktığımızda yurt dışında üretildiğini
görebiliriz. Sabah uyanmak için alarmını kurduğumuz cep telefonundan, yüzümüzü yıkamak için açtığımız
bataryaya; ayakkabımızdan kullandığımız otomobile birçok ürün yurt dışında üretilmekte ve ülkemizde
tüketilmektedir. Dış ticaret yoluyla ülkede üretilen mallar dış pazarlarda da arz edilmekte, diğer taraftan ithalat
yoluyla da kendisinde üretilmeyen- olmayan veya farklı fiyatlarda olan, farklı ürünler elde edilmektedir. Başka bir
ülkede üretilen malın, tüketiciler tarafından satın alınması amacıyla ülkeye getirilmesi faaliyetine ithalat (dış alım)
adı verilmektedir. Üretilen bir malı, başka bir ülkedeki tüketicinin satın alması amacıyla yurt dışı pazarlara arz
ediliyorsa bu faaliyete de ihracat (dış satım) adı verilmektedir. Dolayısıyla bir İngiliz için evinde kullanmak için satın
aldığı Türkiye’de üretilmiş elektrikli mutfak eşyaları veya hazır giyim ürünleri ithal ürünler olacaktır. Ülkelerin, diğer
ülkelerle gerçekleştirdiği ithalat ve ihracat şeklindeki mal akımları miktar (ton, varil, vb.) ve değer (genellikle ABD
doları ile ifade edilir) üzerinden kayıt altına alırlar. Bu sayede belirli bir dönem için (aylık, üç aylık veya yıllık) dış
ticaret istatistikleri elde edilir. Bu istatistikler ekonomi politikasının oluşturulmasında yol göstereceği gibi izlenen
politikaların sonuçlarının değerlendirilmesine de katkı sağlamaktadır.
Konunun başında dış ticaretle ilgili bazı temel kavramların ne anlama geldiğini hatırlamakta yarar vardır: Bir
ülke için belirli bir dönemdeki ihracat miktarından ithalatın çıkartılmasıyla dış ticaret dengesi hesaplanır. İhracatla
ithalat arasındaki farkın negatif olması (ithalatın ihracattan büyük olması) dış ticaret açığı, pozitif olması ise dış
ticaret fazlası olarak adlandırılır. Dış ticaret açığının genişlemesi veya daralması (azalması) ekonomik büyüme
üzerinde etkilidir. İthalat ve ihracat değerlerinin toplamı ise o döneme ait dış ticaret hacmini göstermektedir.
İhracatın ithalatı karşılama oranı ise ihracat değerinin ithalat değerine oranlanmasıyla bulunur. Bu oran, yaptığımız
ihracatın ithalatın yüzde kaçını karşıladığını göstermektedir.
Günümüzde ülkeler arasındaki ekonomik ilişkiler sadece ithalat-ihracat kavramlarıyla açıklanamayacak
kadar geniştir. Bir örnek vermek gerekirse sahip olduğumuz, dünyaca tanınan bir markadaki otomobilimizin
üzerinde Türkiye’de üretildiği yazsa da aslında motor üniteleri Japonya’da, camları İspanya’da, lastikleri İtalya’da,
elektronik yazılımı Güney Kore’de, karoseri ve iç döşemesinin üretimi ile tüm bu aksamın montajı Türkiye’de
gerçekleştirmiş olabilir. Ya da merkezi Amsterdam’da bulunan ancak sunucuları İrlanda’da olan bir elektronik alış
veriş sitesi aracılığıyla Londra’da basılmış bir kitaba 2-3 gün içerisinde ulaşmanız mümkündür. Bahsettiklerimiz
dış ticaret yoluyla malların ve hizmetlerin ülkeler arasında hareket etmesidir. Ancak şunu da biliyoruz ki dünya
üzerinde faaliyet gösteren birçok şirket üretim faaliyetini bizzat o ülkeye yatırım yaparak, orada
gerçekleştirmektedir. Bu şekilde faaliyet gösteren çokuluslu şirketlerin yıllık satış hasılatlarının dünya üzerindeki
birçok ülkenin milli gelirlerinden fazla olduğu bilinmektedir.
Dış ticaret teorisi, ülkeler arasında ticaretin nereden kaynaklandığını, bu faaliyetlerin ne gibi ekonomik
etkiler yaratacağını açıklamaya çalışır. Teorinin bize ne anlattığını açıklamadan önce dünya üzerinde dış ticaret
hacminin boyutlarına ve genel görünümüne göz atmakta yarar vardır.
© Özgür Tonus
02
İKT329
Dünya Dış Ticaretinin Genel Görünümü
Milyar ABD Doları
2016 yılı itibariyle dünya üzerinde Birleşmiş Milletler üyesi 193 ülke bulunmaktadır. Bu ülkelerin tamamı bir
şekilde, diğer ülke veya ülkelerle çeşitli ekonomik ilişkiler kurmaktadır. Bu ekonomik ilişkiler içinde ülkeler arasında
gerçekleşen mal ve hizmet akımları oldukça önemli yer tutmaktadır. Şekil 1’de 1948 yılından 2015 yılına dünya
üzerinde kayıt altına alınan mal ve hizmet ihracatının gelişimi sunulmuştur. 2015 yılında Dünya Ticaret Örgütü’nün
(World Trade Organization: WTO) hesaplamalarına göre 16.5 trilyon dolar tutarında mal ihracatı, 4.8 trilyon dolar
tutarında ise hizmet ihracatı gerçekleşmiştir.
20,000
18,000
16,000
14,000
12,000
10,000
8,000
6,000
4,000
0
1948
1949
1950
1951
1952
1953
1954
1955
1956
1957
1958
1959
1960
1961
1962
1963
1964
1965
1966
1967
1968
1969
1970
1971
1972
1973
1974
1975
1976
1977
1978
1979
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
2014
2015
2,000
Mal İhracatı
Hizmet ihracatı
Şekil 1: Dünya mal ve hizmetler ihracatının gelişimi Gerçekleşen bu ticaretten en çok pay alan ülkeler ise Çin, ABD, Almanya, Japonya gibi dünyanın en büyük
ekonomileri olmuştur (Tablo 1). Ülkelerin sahip oldukları ulusal gelir (GSYH) üretebilecekleri mal ve hizmet
miktarını dolayısıyla diğer ülkelere ihraç edebilecekleri mal-hizmet miktarını belirlerken diğer taraftan o ülkede
yaratılan gelir diğer ülkelerin ürettiği mal ve hizmetlerine olan talebi belirleyecektir.
Sıra 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 31 Tablo 1: 2015 yılında Dünya mal ticaretinden en çok pay alan ülkeler İhracat Miktarı İthalat Miktarı Ülke Pay (%) Ülke (Milyar ABD Doları) (Milyar ABD Doları) Çin 2.275 13,8 ABD 2.308 ABD 1.505 9,1 Çin 1.682 Almanya 1.329 8,1 Almanya 1.050 Japonya 625 3,8 Japonya 648 Hollanda 567 3,4 İngiltere 626 G. Kore 527 3,2 Fransa 573 Hong Kong 511 3,1 Hong Kong 559 Fransa 506 3,1 Hollanda 506 İngiltere 460 2,8 G. Kore 436 İtalya 459 2,8 Kanada 436 Türkiye 144 0,9 Türkiye 207 Toplam 16.482 Toplam 16.725 Pay (%) 13,8 10,1 6,3 3,9 3,7 3,4 3,3 3,0 2,6 2,6 1,2 2015 yılında dünya ticaretinden en çok pay alan 10 ülke, toplam ticaretin de %52’sini gerçekleştirmiştir.
Gelişmekte olan ülkelerin payı ise %42’dir. Dış ticaret ülkelerin üretim güçlerinin artmasına, dolayısıyla ekonomik
© Özgür Tonus
03
İKT329
Milyar ABD Doları
büyümeyi gerçekleştirmelerine uygun bir ortam sağlayabilir. Şekil 2’den görüleceği üzere son 35 yılda gerçekleşen
mal ihracatının büyük bir kısmını imalat sanayi ürünlerinin ihracatı oluşturmaktadır. Buna karşılık parasal değer
olarak tarım ürünleri ihracatının artışı çok sınırlı kalmıştır. Bu veriler ışığında, ihracatı büyük ölçüde tarım
ürünlerinden oluşan gelişmekte olan ülkelerin, dünya üzerindeki ticaret hacmindeki hızlı gelişmeden yeteri ölçüde
yararlanamadığı görülmektedir. Bu nedenle gelişmekte olan ülkeler için sanayileşme yoluyla, sanayi ürünleri
ihracatını artırmaları, ayrıca artan hizmetler ticaretinden de daha fazla pay alabilmeleri günümüzün önemli
ekonomik sorunları arasındadır.
20,000
18,000
16,000
14,000
12,000
10,000
8,000
İmalat sanayi ürünleri
6,000
2,000
0
Yakıtlar ve madencilik
Tarım ürünleri
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
2014
2015
4,000
Şekil 2: Dünya ihracatının ürün gruplarına göre gelişimi (1980-­‐2015) Dünya ekonomisinde ülkeler arasında mal ve hizmet akımları ve buna bağlı olarak gelişen parasal akımların
önemli ölçüde artmasını etkileyen birçok faktör sıralanabilir. Toplam mal ihracatının dünya toplam hasılasına oranı
1975 yılında %15 seviyesinde iken 2015 yılında %22 seviyesine yükselmiştir. Hizmetler ticareti de hızla
gelişmektedir. 1975 yılında toplam 210 milyar dolarlık hizmetler ihracatı dünya hasılasına oranla %6 seviyesinde
iken, 2015 yılında bu oran %13 seviyesine ulaşmıştır. İlerleyen konularda göreceğimiz üzere, dış ticaret
teorisindeki gelişmeler de esasında dünya ticaretindeki gelişmeyi etkileyen faktörleri açıklamaya yöneliktir. Peki,
hızla artan mal ve hizmet ticaretini önümüzdeki dönemde hangi faktörler etkileyebilir?
Ülkelerde ve dünya nüfusunda yaşanan demografik değişim, hem ülkelerin hangi mal ve hizmetleri
üretebileceğini hem de hangi ürünleri talep edeceğini belirlemesi açısından oldukça önemli bir faktördür. Dünya
toplam nüfusunun artması, bazı ülkelerde nüfusun yaşlanması, uluslararası göç, eğitim niteliklerinin ve kadının
işgücüne katılım oranının ülkeler arasında farklılık göstermesi dış ticaretin yapısını ve miktarını etkileyecektir.
Ülkeler arasında doğrudan yabancı sermaye yatırımları aracılığıyla sermayenin ve onunla birlikte teknoloji ve
bilginin de hareket etmesi hangi ülkelerin hangi malları üretebileceğini etkileyecek bir diğer önemli faktördür.
Ekonomik gelişmeyle enerji tüketimi yakından ilişkilidir. Sahip olunan enerji kaynakları ve bunları tüketme biçimleri
ülkeler arasında farklılık yaratacak bir diğer faktör olacaktır. İklim değişikliği, kuraklık gibi yaklaşan riskler özellikle
tarım ürünleri üretimini ve buna bağlı olarak ticaretini etkileyecektir. Ülkeler arasında ticaret hacmini etkileyecek
bir başka faktör de önümüzdeki yıllarda taşımacılık sektöründe maliyetlerin düşmesini sağlayacak teknolojik
gelişmelerin ne yönde olacağıdır. Nihayet ülkelerin serbest ticaretin sağlayacağı kazancı artırmaya yönelik işbirliği
ve ekonomik bütünleşme girişimleri toplam ticaret hacmi üzerinde büyük etki yaratacaktır. Şimdi iktisat biliminin
aşağıdaki sorulara teorik olarak verdiği yanıtları açıklamaya çalışalım:
• Ülkeler arasında hangi malların ticareti yapılmalıdır? Kim hangi malı ihraç etmeli, hangilerinin ithalatını
yapmalıdır?
• Ticareti yapılan malların fiyatları nasıl belirlenecektir?
• Ülkeler serbest dıș ticaret yapmaktan ne ölçüde kazançlı çıkacaktır? Ticaretten elde edilen kazançlar nasıl
dağıtılacaktır?
© Özgür Tonus
04
İKT329
Dış Ticareti Açıklamaya Yönelik Teorilerin Tarihsel Gelişimi
İktisat biliminin cevabını aradığı ilk sorulardan birisinin “ülkelerin neden ticaret yaptıkları?” sorusu olduğunu
daha önce ifade etmiştik. Teorinin bu soruya verdiği yanıtın tarihsel süreç içinde nasıl değiştiğini açıklamadan önce
soruyu biz yanıtlamaya çalışalım: Neden bir ülke diğeriyle dış ticaret yapar? Her şeyden önce bir başka ülkeden
satın almak istediği mal kendisinde yoksa veya üretemiyorsa ve ihtiyaç duyuyorsa ithal eder. Petrol rezervlerine
sahip olmayan ve üretemeyen bir ülkenin petrol ithal etmesi örnek olarak gösterilebilir. İkinci neden ise bu malı
ithalat yoluyla, ülkesinde ürettiğinden daha ucuza elde edebiliyor olmasıdır. Eğer yurt dışında bir mal daha ucuzsa
ve ithalat yapmak bu ülkede serbest ise ticaretle uğraşan girişimciler bu malı yurt dışından ucuza getirip ülke
içinde daha pahalıya satarak bir kazanç elde edeceklerdir. Farklı piyasalarda var olan fiyat farklılıklarından
yararlanarak aslında bir ara kazanç (arbitraj) geliri elde edilecektir. Bu nedenle ülkeler arasındaki fiyat farklılıkları,
ticaret yapmak için ön koşuldur. Ülkeler arasındaki fiyat farklılıkları bir ülkede daha düşük maliyetle üretim
yapılmasından kaynaklanabileceği gibi döviz kurları, enflasyon gibi ekonomik değişkenler etkisiyle de oluşabilir.
Bir ülkedeki tüketicilerin, başka bir ülkede üretilen malları tüketmeyi istemeleri de dış ticarete yol açabilir.
Örneğin tüketicilerin Almanya’da üretilen otomobillerin daha sağlam, güvenli veya gösterişli olduğunu düşünmesi
tüketim tercihleri üzerinde etkili olacak, bu nedenle Almanya’dan otomobil ithal edilecektir. Bütün bunların
gerçekleşmesi için ülkeler arasında dış ticaret yapmanın kolay olması ve hükümetler tarafından konulan kurallarla
engellenmemesi gerekir. Ayrıca ithal edilen veya ihracatı yapılan malların kolaylıkla ve çok yüksek maliyetlere
katlanmadan ülkeler arasında taşınabilmesi gerekir. Diğer taraftan gerçekleşen bu mal hareketlerinin bedelleri
rahatlıkla ülkeler arasında transfer edilebilmelidir. Kuşkusuz bu söylediklerimiz teknolojik gelişmelerle yakından
ilgilidir. Örneğin günümüzde ihracat yapan bir firma için bankacılık sistemi aracılığıyla ihracat bedeli döviz olarak
birkaç dakika içerisinde ülkedeki hesabına aktarılabilmektedir. Ülkeler arasında ticareti etkileyen bir diğer önemli
faktör de ülkelerin izlemiş oldukları ekonomi politikalarıdır. Ekonomi politikası dış ticareti engellememeli, gümrük
tarifesi, kotası gibi dış ticaretin gelişimini kısıtlayan uygulamalara başvurulmamalıdır.
Üzerinde düşünüldükçe dış ticarete neden olan başka faktörleri de sıralamak mümkündür. Dış ticaret
teorisinin bu sorulara verdiği yanıtlar 16. yüzyıldan itibaren şekillenmeye başlamış, sanayi devriminin gerçekleştiği
19. yüzyılda ise teorik bir bakışa dönüşmüştür. Erken dönem ticaret teorileri olarak kategorize edebileceğimiz bu
görüşler 16. yüzyılda Merkantilizm yaklaşımı ile başlamakta, 18. yüzyılda kabul gören Fizyokrasi ve ardından
sanayi devrimi sürecinde doğan klasik iktisat düşüncesi ile birlikte kapsamlı bir teori olarak şekillenmiştir.
Merkantilizm
Merkantilizm, 16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar, feodalizmin çöküş döneminde Avrupa’nın büyük güçlerinin
izledikleri ekonomi politikalarının bütününü ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Ticari kapitalizm olarak da
adlandırılan Merkantilist dönemde, Avrupa kıtasında sermaye birikimi sağlanmış, sanayi devriminin alt yapısı
oluşmuştur. Kuşkusuz bu ekonomik temellerin oluşmasında da en büyük etken, denizaşırı seyahatler ve keşifler
yoluyla ulaşılan coğrafyalardaki zenginliğin “ticaret” yoluyla Avrupa kıtasına aktarılması olmuştur. Diğer taraftan
bu dönemde sağlanan tarımsal üretim artışları, tarım ürünlerinin ticaretine de olanak sağlamıştır. Merkantilist
dönemde temel ekonomik faaliyet ticarettir. Bu dönemin hâkim sınıfı tüccarlar olduğu için toplumun ortak çıkarı
olarak da tüccarların kârı kabul edilmiştir. Toplumlar ise tüccar sınıfın çıkarlarını koruyan mutlak monarşilerkrallıklar eliyle yönetilmiştir.
Merkantilist dönemde ticaretin yanında önemli olan bir diğer kavram da sömürgeciliktir. Birbirini besleyen
bu iki süreç Avrupa’da zenginliğin artmasına yol açmıştır. Merkantilist politikaları uygulayan ülkeler refah ve
zenginliğinin ölçüsü olarak sahip olunan altın ve değerli maden stokunu görmüşlerdir. Bu dönemde malların
ticaretinde kullanılan madeni paralar altın, gümüş gibi değerli madenlerden üretilmekte ve içerdiği değerli
metallerin değeri üzerinden işlem görmekteydi. Altın, gümüş rezervleri sınırlı olduğu için, kıtlık bu metallere
doğrudan doğruya bir değer veriyordu. Bu düşünce dış ticaret açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Daha çok
değerli metale sahip olma isteği, Avrupa’daki Monarşilerin dış ticarete ve oradan giderek bütün ekonomik hayata
müdahaleciliği sonucunu doğurmuştur. Çünkü ithalat yapıldığında ülkeden altın çıkışı, ihracatta ise altın girişi
olacağı düşünülmekteydi. Bu nedenle dışarıdan mal ithalatının kısıtlanmasının yanında çeşitli teşviklerle ihracatın
artırılması ve dolayısıyla dış ticaret fazlası elde edilmesi amaçlanmaktaydı. Ticaret fazlaları da ülkenin sahip
olduğu ödeme aracı olan altın-gümüş stoklarının artmasına yardımcı olacaktı.
© Özgür Tonus
05
İKT329
Merkantilizmin özünde bir ulusun refahını artırmanın en iyi yolunun dış ticaret fazlası vermek olduğu
düşüncesi yatar. Merkantilizmin iktisadi analizlerinde “dış ticaret bilançosu” önemli bir kavramdır. Ülkenin dış
ticaret bilançosu fazla vermeli, bir başka ifadeyle ihracat ithalattan fazla olmalıdır. Merkantilistlere göre dış
ticaretten ticaret bilançosu fazla veren ülkeler kazançlı çıkacaklar, açık verenler ise kaybedeceklerdir.
Merkantilistlere göre dünya genelinde dış ticaret sıfır toplamlı bir faaliyettir. Ticaret fazlası veren ülkelere değerli
metal girişi sağlanacağı için zenginlikleri artacaktır. İthalat ise ülkeden altın-döviz çıkışına neden olacağı için
zenginliğin azalması anlamına gelmekteydi. Ancak sanılanın aksine Merkantilistler ithalata tamamen karşı
olmamışlar, diğer ülkelerden-sömürgelerden- hammaddenin ana ülkeye ithal edilmesi ve işlenerek ihracatının
yapılmasını kazançlı bir ticari faaliyet olarak görmüşlerdir. Sahip olunan hammaddenin ve değerli madenlerin ihraç
edilmesini de engellemişlerdir.
Merkantilizmde sömürge ülkelerden hammadde ve kaynakların ana ülkeye aktarılmasını sağlayan denizyolu
taşımacılığı büyük öneme sahiptir. 15. yüzyılın sonlarında başlayan deniz yolculukları ve keşiflerle başlayan
sömürgecilik sürecinde başta Portekiz ve İspanya Krallıkları, Orta ve Güney Afrika ile Amerika’ya ulaşıp buralarda
yaşayan yerli halkların ellerinde bulunan zengin altın ve gümüş kaynaklarını Avrupa’ya taşımışlardır. “Afrika’ya
hücum” olarak adlandırılan dönemde, köleleştirilen insanların ticareti yapılarak sömürge bölgelerinde bulunan
madenlerde ve çiftliklerde çalıştırılacak emek ihtiyacı karşılanmıştır. Sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanması
1960’lı yılların sonuna doğru ancak mümkün olabilmiştir.
Merkantilistlerin para-değerli maden ve ticaret fazlasının yanında önem verdikleri diğer konu ise nüfus artışı
olmuştur. Merkantilistlere göre artan nüfus, ücret artışını engelleyecek dolayısıyla üretim maliyetlerinin düşmesini
sağlayacak, düşük maliyet ise rekabet avantajı sağlayacağından ihracatı teşvik ederek ülkeye daha fazla altın
girişine neden olacaktır. Talep açısından bakıldığında ise nüfus artışı, yurtiçi talebin artmasına dolayısıyla ticaretin
gelişmesine olanak sağlayacaktır. Diğer taraftan nüfusun artması askeri gücün gelişebilmesi için de gereklidir.
Sömürgelerden hammadde ve kaynakların taşınması ve üretilen sanayi ürünlerinin tekrar sömürgelere ihraç
edilebilmesi için güçlü bir deniz ticaret filosunun olmasını gerektirmiştir. Ticaret rotalarının hâkimiyetini sağlamak
için ise yine güçlü ordu ve donanmaya sahip olmak gerekmiştir.
Resim 1: Harita 17. Merkantilizmin temelinde yer alan üçgen ticaret © Özgür Tonus
06
İKT329
Merkantilist dönemde sömürgeci krallıklar, ticaret işlemlerini özel ayrıcalıklar tanıdıkları tekelci şirketler
üzerinden yürütmüştür. Ticaret şirketleri sömürgelerden kaynak transferi ve ihracat gerçekleştirdikçe zenginlik
artmakta, bu zenginlik artışından krallıklar da payını almaktadır. Özel konuma sahip bu şirketler içinde en çok
bilineni, hisse sahiplerini İngiliz tüccar ve soylularının oluşturduğu Doğu Hindistan Şirketi’dir. Kendisine ait bir
ordusu bile olan bu şirket, bir dönem Hindistan’ın büyük bir kısmını kontrol altına alıp yönetmiştir.
Merkantilizmin temelinde yer alan ticaretin yapısı üçgen ticaret olarak tanımlanır. Üçgenin kenarları Avrupa
ülkelerinin başta tekstil olmak üzere imalat sanayi ürünlerinin Afrika ve Amerika’ya ihracatı, Amerika’dan
hammaddenin Avrupa’ya ihracatı ve Afrika’dan Amerika’ya köle aktarılması şeklinde oluşmuştur. Merkantilist
dönemde üçgen ticarete bir örnek vermek gerekirse; Büyük Britanya’nın Londra merkezli ticaret şirketlerine ait
gemiler Batı Afrika’ya İngiltere’de üretilen imalat sanayi ürünlerini taşımakta, buradan aldıkları köleleri Kuzey
Amerika’daki kolonilerine nakletmekte, bu bölgelerde köleler kullanılarak başta şeker kamışı, tütün olmak üzere
üretilen tarım ürünleri ve değerli madenler ise aynı gemilerle İngiltere’ye getirilmekteydi. Bu sistem sayesinde
Merkantilist dönemde Avrupa’da sağlanan sermaye birikimi, sanayi devriminin alt yapısını hazırlamış, kimi
yazarlara göre dünya üzerinde refah artışının belirli ülkelerle sınırlı kalmasını açıklamak için kulanılan bir kavram
olan Büyük Ayrışma (Great Divergence)’nın da kaynağını oluşturmuştur.
18. yüzyılda Merkantilist uygulamaların politik ve ekonomik temellerine bir çok yönden eleştiri
yöneltilmiştir. Ayrıcalıklı tüccar sınıfın karşısında sanayi kapitalizminin temsilcileri imalat sanayi üretiminin
artmasıyla birlikte güç kazanmaya başlamıştır. Sonuçta Merkantilist düşünce yerini kısa bir süreliğine
“Fizyokratlara” daha sonra da günümüze kadar küçük bazı değişikliklerle uzayan liberal ideoloji ve uygulamalara
bırakmıştır. Ekonomik yapıdaki dönüşüm gereği ticari kapitalizm serbest piyasa ve serbest ticaret düşüncelerine
ağırlık veren liberal kapitalist sistem hakimiyet kazanmıştır.
Fizyokrasi
Merkantilistlerin ticaret ve sanayiye verdiği öneme karşılık Fizyokratlar tarım sektörünü ön plana
çıkarmışlardır. Toplum konusunda genel bir kuram ileri süren ve görüşlerini "doğal düzen" kavramına dayandıran
fizyokratlar, Rönesans hümanizmini temsil etmişlerdir. Büyük toprak sahipleri, Kilise ve soyluların egemenliğine
karşı çıkışı temsil eden Fizyokrasi, Fransız İhtilali’nin gerçekleşmesinde önemli rol oynamıştır. 17. yüzyıldan
itibaren sanayi üretiminin gelişmesiyle bireysel haklar konusunda yeni fikirler gelişmiş, devlet güçlerine
sınırlamanın getirilmesi düşüncesi yaygınlaşmış ve Fizyokratların bu anlayışları laissez faire, laissez passer
(Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.) deyişiyle özdeşleşmiştir. Fizyokratlara göre ekonomik faaliyetler de doğal
düzen içinde işlediği için müdahale etmek bir sonuç vermeyecektir. Fizyokratların bu düşünceleri liberalizmin
doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Fizyokratlara göre ticaret ve sanayi sektörleri gerekli olmasına rağmen verimsizdir. Toplumsal yapıdaki
zenginliğin asıl kaynağı tarımsal üretimdir. Ancak Fizyokratlar üretimi gerçekleştirenlerin toprak sahibi
olmadıklarını, toprak sahiplerinin önemli ölçüde rant geliri elde ettiklerini vurgulamışlardır. Karşı çıktıkları bu
ayrıcalıklı kesimin elde ettiği rantın vergilendirilmesi gerektiğini, tarım ürünlerinin serbest ticaretinin de bu rantın
azalmasına katkı sağlayacağını savunmuşlardır.
Merkantilistlerin aksine Fizyokratlar, sermaye birikiminin ticaret fazlası vermek yoluyla değil de üretimden
(tarımsal üretim) sağlanacağını savunmuşlardır. Bu nedenle dış ticaret fazlasının ülkenin refahının artmasına
sürekli olarak yardımcı olamayacağını ispatlamaya çalışmışlardır. Fizyokratlara göre ticaret fazlası veren bir
ekonomide altın-gümüş miktarı artacak, bu da fiyatların artmasına yol açacaktır. Ülkede malların pahalılaşması
ihracatı zorlaştırırken, diğer ülkelerin mallarının daha ucuz olması ithalatı artıracaktır. Böylelikle Fizyokratlar,
ülkelerin adeta otomatik olarak dış ticaret dengesine ulaşacaklarını öngörmüştür.
Fizyokratların genel olarak ülkeler arası ticarete yönelik yaklaşımı 18. yüzyıl kuralı olarak bilinir. Bu yaklaşıma
göre ülkeler ancak kendisinin üretemediği veya diğer ülkelere göre çok daha pahalıya üretebildiği malların
ticaretini yaptığında avantajlı olacaktır. Bu düşünceler sonraları Adam Smith ve David Ricardo’nun dış ticareti
açıklamaya yönelik ortaya attıkları teorilerin de öncülü sayılmaktadır.
Klasik İktisat Düşüncenin Doğuşu
Fizyokratlar toplumsal refahın en üst seviyeye çıkarılması için “doğal düzen kanunu”nu yeterli görmüşlerdir.
Doğal düzeni sağlamak için de devletler özel mülkiyeti koruyan, girişim özgürlüğünü garanti altına alan ve ticareti
© Özgür Tonus
07
İKT329
engelleyen uygulamaları ortadan kaldıran bir hukuk düzeni yaratmalı ve ekonomiye başka müdahalelerde
bulunmamalıdır. Bu düşünce sistematiği üzerine Adam Smith 19. yüzyılın hakim sınıfının ideolojisi olan “girişim
özgürlüğü” fikirlerini inşa etmiştir. Smith’e göre her birey kendi çıkarlarını savunur (homo economicus) ve bunu
yaparken de aynı zamanda “görünmez el” yardımıyla toplum çıkarlarının maksimum olması için çalışır. Bireyler
kendi ihtiyaçlarını karşılamanın yanında, ticaret-değişim için de üretim yaparlar. Çıkarını korumayı, kârını
maksimize etmeyi amaçlayan bireyin gerçekleştirdiği üretimde işbölümü ve uzmanlaşma aracılığıyla verimliliğini
yükseltmesi, değişimi gerçekleştirdiği diğer bireyin de -dolayısıyla toplumun da- faydasını artırması anlamına
gelecektir. Doğal düzen gibi işleyen bu sürece müdahale edilmemesi gerekir. Smith’in bu düşünceleri
Fizyokratların “bırakınız yapsınlar (laissez faire)” düşüncesinin ekonominin tüm alanlarına yayılması anlamına
gelmektedir. Bu çerçevede Merkantilist dönemde yaratılan ayrıcalıklar ve tekellerin ortadan kaldırılması, rekabete
ve özgür girişimciliğe dayanan bir düzenin kurulması fikirleri savunulmuştur. Dikkat edilirse bu söylemler özellikle
İngiltere’de güçlenen sanayici kesimin, girişimcilerin beklentileriyle örtüşmektedir.
Adam Smith’in 1776 yılında yayınladığı Ulusların Zenginliği isimli kitabı büyük ölçüde Merkantilistlerin dış
ticaretin kısıtlanması ve ekonomiye müdahale fikirlerinin eleştirisini içermektedir. Bu eser, aynı zamanda bir çok
düşünüre göre iktisatın bir bilim dalı olarak başlangıcı kabul edilir. Klasik iktisat düşüncesi 1776’dan 1800’lü
yılların sonuna kadar egemenliğini sürdürmüş ve başta Karl Marx’ın fikirleri olmak üzere teoriye yöneltilen
eleştirileri ve eksiklikleri dikkate alarak yerini Neoklasik iktisadi düşünceye bırakmıştır.
Klasik iktisatçılar, dönemin koşullarını da göz önünde bulundurulduğunda “ülkeler neden ticaret yaparlar?”
sorusuna verecekleri yanıt için bir çok basitleştirici varsayımlardan hareket etmişlerdir. Bu varsayımları
anlamadan, teorinin bize ne söylediğini kavramak oldukça güçtür. Aşağıda öncelikle Klasik dış ticaret teorisinin
varsayımları açıklanacaktır. İlerleyen bölümlerde, bu soyutlaştırıcı varsayımların teorideki gelişmelere paralel
olarak birer birer terkedilmeye başlandığını, giderek günümüz dünyasındaki dış ticareti açıklamaya yönelik yeni
teorilere ulaşıldığını göreceksiniz.
Klasik Dış Ticaret Teorisinin Temel Varsayımları
Klasik iktisatçılara göre, bir ekonomiye hiçbir müdahale olmadığında piyasalar kendiliğinden dengeye
gelecektir. Klasiklere göre ekonomide tam rekabet şartları geçerlidir ve fiyatlar tam esnektir. Klasikler değeri, kullanma
değeri ve değişim (mübadele) değeri olarak iki kategoriye ayırmışlar ve daha çok piyasada oluşan değişim değeri
(fiyat) üzerinde durmuşlardır. Fiyatı da kısa dönemde piyasa fiyatı (nominal fiyat), uzun dönemde de doğal fiyat
(reel fiyat) olarak tanımlamışlardır. Rekabet şartları altında piyasa fiyatı arz ve talep koşullarına göre belirlenir.
Burada görünmez el, fiyat mekanizması aracılığıyla piyasayı düzenlemektedir. Örneğin bir mala yönelik talep
artarsa o malın fiyatı yükselecektir. Bu durumda kârını artırmak isteyen firmalar ve yeni girişimler üretimin
artmasını, bir başka ifadeyle arzın artmasını sağlayacaktır. Talep artışı, arzın artışıyla karşılanacak ve fiyattaki
değişim piyasanın kendiliğinden dengeye gelmesine yol açacaktır. Uzun dönemde ise malların fiyatını belirleyen
faktör üretim maliyetleridir. Bu nedenle piyasaya hiçbir müdahalenin olmaması, rekabetçi bir yapıda olması
gerekir. İlerleyen ünitelerde yer alacak modern dış ticaret teorileri kapsamında monopol, oligopol, monopolcü
rekabet gibi tam rekabetin olmadığı piyasalarının varlığı durumunda dış ticaretin nasıl gerçekleşeceği analiz
edilecektir.
Klasiklere göre malların değişim değeri o malın üretiminde kullanılan emek girdisi tarafından belirlenir. Değerin
emek tarafından belirlendiği bu yaklaşıma emek-değer teorisi adı verilir. David Ricardo’nun ortaya koyduğu bu
teoriye göre malların değeri, üretimleri için harcanan emek-zaman miktarına bağlı olarak ölçülür. Eğer X malını
üretmek için Y malına göre iki kat fazla emek kullanılıyorsa, X malı Y’ye göre iki kat pahalı olacaktır. Bu malların
piyasada değişimi 1X=2Y değeri üzerinden olacaktır.
Emek-değer teorisine göre üretim sürecinde tek bir üretim faktörü-emek kullanılmaktadır. Toprak, doğal
kaynaklar, sermaye, girişimci gibi diğer üretim faktörlerinin dikkate alınmadığı bu varsayım günümüz
ekonomilerini açıklamaktan oldukça uzaktır. Ancak fiyatı açıklayabilmek için bu soyutlamaya ihtiyaç duyulmuştur.
Ülkeler arasında fiyat farklılığının nedeni de emek verimliliğinin farklı olmasıdır.
Klasikler emeğin verimliliğinin ülke içinde aynı fakat ülkeler arasında farklı olduğunu varsaymışlardır. Bu varsayım
da günümüz koşullarında gerçeklikten oldukça uzaktır. Bildiğiniz gibi bir ülke içinde dahi emek için nitelikli –
niteliksiz, beyaz yaka-mavi yaka gibi ayrımlarından hareketle verimlilik farklılıklarının olması kaçınılmazdır.
Ticaret takas yöntemiyle yapılmaktadır ve ekonomide nispi fiyatlar geçerlidir. Klasik teoride, bir malın fiyatı
değişimi yapılan mal cinsinden ifade edilmektedir. Buna nispi (oransal) fiyat adı verilmektedir. Parayla ifade edilen
© Özgür Tonus
08
İKT329
fiyat yerine nispi fiyat kullanılmaktadır. Yukarıda örneğini verdiğimiz 1X, 2Y ile takas edilmektedir veya 2Y
karşılığında 1X değişimi gerçekleşecektir gibi. Bu sayede hangi malın daha ucuza üretildiği (daha az emek girdisiyle
üretildiği) açıkça ifade edilebilmektir.
Klasikler parayı da bir mal olarak kabul etmişler dolayısıyla yapıldığı değerli madenden ayrı bir değeri
olmadığını varsaymışlardır. Paranın ekonomik faaliyetleri etkilemediğini, nötr olduğunu zenginliğin asıl kaynağının
emek olduğunu savunmuşlardır. Dolayısıyla ekonomideki para miktarı reel ekonomideki değişimlere uyum
sağlamaktadır. Klasiklerin analizlerde parasal fiyat yerine nispi fiyatları kullanması bu varsayımla da uyumludur.
Ekonomideki üretim faktörleri miktarı sabittir. Klasiklere göre üretiminde daha çok emek girdisi kullanılan
mallar nispi olarak pahalı olacaktır. Pahalılığın kaynağı daha çok emek kullanımı sonucunda daha çok ücret
ödenmesi değildir. Çünkü ücretler, Smith tarafından geçimlik ücret, Ricardo’ya göre ise doğal ücret olarak
tanımlanan denge seviyede kalacak, değişmeyecektir. Ücret artışlarının, üretimde kullanılan emek miktarında veya
çalışma saatlerinde bir değişime yol açmayacağını varsaymışlardır. Diğer üretim faktörleri için de benzer şekilde
rantın yükselmesi yeni toprakların işlenmesine, faiz sermaye miktarına etki etmemektedir.
Ülkeler arasında üretim faktörü hareketliliği (mobilitesi) gerçekleşmez. Bu varsayım gereği, örneğin emek daha
yüksek ücret geliri elde etmek için Fransa’dan İngiltere’ye göç etmeyecektir. Aksi takdirde bu durum ülkenin sahip
olduğu üretim faktörü miktarının değişmesine yol açacaktır.
Klasik teori, ekonominin arz yönüyle ilgilenmiştir. Her ne kadar piyasa mekanizmasının (görünmez el) işleyişini
arz-talep kanunlarına dayandırıyor olsalar da ülkeler arasında ticaretin yapılmasının temel nedeni olarak
üretimdeki verimlilik farklılıklarını göstermişlerdir. Bu nedenle talebin de ekonomide etkili olduğunu bir kenara
bırakıp farklı ülkelerdeki tüketici tercihlerinin, beğenilerinin aynı olduğunu varsaymışlardır. Yine statik analiz yöntemiyle
talepteki değişmeleri dikkate almadıkları için bir ekonomideki gelir dağılımının da değişmeyeceğini varsaymışlardır.
Ülkelerin ticaretten kazançlı çıkmaları (gelir dağılımını etkilemeyerek), ülkelerin toplam refahını arttıracaktır.
Üretimde sabit maliyetler koşulu geçerlidir. Bir malı üretmenin maliyeti üretim miktarına bağlı olarak
değişmemekte, sabit kalmaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi maliyet, emeğin aldığı ücretle ölçülmediği için bu
varsayımı yapmaktadırlar. Örneğin bir maldan bir birim üretmek için 8 saatlik emek gerekiyorsa, 2 birim üretmek
için 16 saatlik emek gerekecektir. Ancak daha sonra ele alacağımız üzere G. Haberler isimli iktisatçı ülkeler
arasındaki emek verimliliği farklılıklarını fırsat maliyeti kavramıyla açıklayarak klasik iktisatçıların bu kısıtlayıcı
varsayımını değişmesine yol açmıştır.
Klasik dış ticaret teorisi statik analiz yöntemini kullanır. Sadece analizin yapıldığı anda mevcut emek, sermaye
ve toprak miktarıyla koşullar açıklanmaktadır. Oysa örneğin, nüfus artışı yoluyla bir ekonomideki çalışabilir yaştaki
nüfus artmaktadır. Diğer varsayımları da şu şekilde sıralayabiliriz:
• Dünya üzerinde iki ülke vardır.
• Bu ülkelerde iki mal üretilmektedir.
• Ekonomiler tam istihdam durumundadır, bütün kaynaklar etkin olarak kullanılmaktadır.
• Ülkeler serbest ticareti engelleyecek hiçbir önleme bașvurmamaktadır.
• Malların ticaretinde, fiyatı etkileyebilecek tașımacılık maliyetleri, sigorta gibi giderler sıfır kabul edilmiștir.
Bu varsayımlardan hareketle aşağıda Adam Smith’in ortaya koyduğu mutlak üstünlükler teorisi ve David
Ricardo’nun geliştirdiği karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımı açıklanmıştır.
Adam Smith ve Mutlak Üstünlükler Teorisi
Adam Smith’e göre nasıl iktisadi birey (homo economicus) çıkarlarına en uygun seçimleri yapıyorsa, dış
ticaretin serbest olmasıyla ülkeler de çıkarlarına en uygun seçimleri yapacaktır. A. Smith, Merkantilistlerin aksine
serbest ticaret yapan iki ülkenin de bu faaliyetten kazançlı çıkacağını öne sürmektedir. Aynı bireylerin davrandığı
gibi bir ülke de ticaretten kazançlı çıkmayacaksa veya zarar edecekse bu faaliyeti gerçekleştirmeyecektir. Bireysel
işbölümünde olduğu gibi, ülkelerin de işbölümü yaparak diğer ülkeye göre verimli olduğu malların üretiminde
uzmanlaşması gerekmektedir. Smith uzmanlaşmanın önemini şu örnekle açıklamaktadır: “Her aile reisi satın
almaktan daha pahalıya gelecek hiçbir şeyi asla evde yapmaya kalkışmaz. Ailenin yönetiminde akılcı olan bu
davranış ülkeler için de geçerlidir.”
A. Smith’e göre karşılıklı kazanç sağlayacak dış ticaret mutlak üstünlüklere göre gerçekleşir. Eğer bir ülke bir
malı diğer ülkeye göre daha ucuza üretiyorsa (emek verimliliği daha yüksekse) o malın üretiminde mutlak
üstünlüğe sahiptir. Smith, ülkelerin mutlak üstünlüğe sahip oldukları malların üretiminde uzmanlaşarak diğer
© Özgür Tonus
09
İKT329
ülkeye ihraç etmesini, buna karşılık mutlak üstünlüğe sahip olmadığı malların üretimini ve ihracatını da diğer
ülkeye bırakmasını önermektedir. Ülkeler mutlak üstünlüğe sahip olduğu malları üretip serbest ticaret yoluyla
diğer ülkelerle değişimini yaparak, karşılığında diğer ülkenin mutlak üstünlüğe sahip olduğu malları almalıdır.
Adam Smith’in ortaya koyduğu mutlak üstünlükler teorisi “Doğal Yeteneklere Göre İşbölümü Kanunu” olarak
da adlandırılır. Adam Smith ile başlayan Klasik iktisadi düşünce içinde David Ricardo ve J. Stuart Mill gibi birçok
iktisatçı teoriye katkı sağlamıştır.
Mutlak üstünlükler teorisini bir örnek yardımıyla açıklamaya çalışalım: Dünya üzerinde iki ülke olduğunu (A
ve B), iki mal üretildiğini (X ve Y) ve üretimde tek bir üretim faktörü kullanıldığını -emek (L)- varsayılmaktadır.
Emek değer teorisine göre malların nispi fiyatlarını bu malların üretiminde kullanılan emek miktarı belirlemekte ve
üretimde sabit maliyetler koşulu geçerlidir. Hangi ülkenin daha verimli üretim yaptığını anlayabilmek için iki
yöntem kullanabiliriz.
• Belirli bir üretim döneminde (saat, gün, hafta, ay veya yıl gibi) üretime katılan her bir faktör (emek) bașına
üretim miktarına bakmamız gerekecektir. Belirli bir dönemde 1 birim emeğin (1 ișgücü) ürettiği X veya Y malı
miktarı ne kadar yüksekse verimliliğin o derece yüksek olduğu,
• 1 birim (kg. ton, metre, vb.) X veya Y malı üretmek için ne kadar az emek girdisi gerekiyorsa maliyetler o
derece düșük anlamına gelecektir.
Tablo 2’de A ve B ülkelerinde 1 birim X ve Y üretmek için gereken emek miktarları (işgücü-saat) verilmiştir.
Buna göre karşılaştırma yaparken, daha az emek gereksinimi ile üretilen mallarda verimlilik yüksek veya
maliyetler düşük olacaktır.
Tablo 2: Birim X veya Y malı üretmek için gereken emek miktarı (Emek-­‐saat) Ülke
A
B
X
2
4
Y
8
5
Yurtiçi nispi fiyat
1Y: 4X
1Y:1,25X
Emek-değer teorisine göre üretiminde daha çok emek kullanılan ürün nispi olarak pahalı olacaktır. A
ülkesinde 1 birim X üretmek için 2 emek-saat gerekirken, B ülkesinde 4 emek-saat gerekmektedir. Buna bağlı
olarak A ülkesinin B ülkesine göre X malını daha verimli ürettiğini dolayısıyla mutlak üstünlüğe sahip olduğunu
söyleyebiliriz. 1 birim Y malı üretmek için A ülkesinde 8 emek-saat gerekiyorken B ülkesinde bu üretim 5 emeksaat kullanılarak yapılabilmektedir. O halde B ülkesi de A ülkesine göre Y malını daha verimli ürettiği için mutlak
üstünlüğe sahiptir.
2 ülkeli ve 2 malın bulunduğu modelde verimlilik farklarına göre mutlak üstünlükleri bu şekilde belirledikten
sonra bu iki ülkenin serbest ticaretten nasıl kazançlı çıkacaklarını açıklamaya çalışalım: Klasiklere göre malların
değerini üretimde kullanılan emek belirlediğine göre, üretiminde daha az emek kullanılan mallar nispi olarak ucuz
olacaktır. Buna göre, A ülkesinde 1 birim X üretmek için 2 emek-saat gerekirken, 1 birim Y malı üretmek için 8
emek-saat gereklidir. Değişim değerini emek miktarı belirlediğine göre Y malı X’e göre daha pahalı olacaktır. Bu
malların değişim değerini gösteren nispi fiyatlar, X’in fiyatı (PX) Y malı cinsinden veya Y’nin fiyatı (PY) X malı
cinsinden ifade edilir. Dolayısıyla nispi fiyatlar 1X karşılığında kaç Y veya 1Y karşılığında kaç X değişimi yapılacağını
gösterir. A ülkesinde PY yurtiçi nispi fiyatı 1 birim Y malının 4 birim X malı ile değişimini göstermektedir. Yurtiçi
nispi fiyatı X malı cinsinden ifade ettiğimizde ise (PX) ise 1 birim X malının ¼Y= 0,25 Y ile değişimini göstermektedir.
B ülkesinde ise 1 birim X üretmek için 4 emek-saat gerekirken, 1 birim Y malı üretmek için 5 emek-saat
gereklidir. Y malı üretmenin daha çok emek gerektirmesi, X’e göre pahalı olmasına yol açacaktır. Bu ekonomide 1
birim Y malını 1,25 birim X ile değişimi yapılacaktır. Nispi fiyatları X malı cinsinden ifade edersek 1X için 4/5Y=0,8Y
olacaktır. İki ülkedeki nispi fiyatları Y malı cinsinden karşılaştıralım:
Tablo 3: Ülkelerde göre nispi fiyatlar Nispi fiyatlar /Ülkeler
A B PX 0,25Y 0,8Y PY 4X 1,25X A ülkesinde X’in, B ülkesinde de Y’nin nispi olarak daha ucuz olduğunu görülecektir. Tablo 2’deki verilere
göre A ülkesi daha az emek kullanarak ürettiği X malında, B ülkesine göre mutlak üstünlüğe sahiptir. B ülkesi de Y
malı üretiminde mutlak üstünlüğe sahiptir. Her ülke işbölümü yaparak mutlak üstünlüğe sahip olduğu malların
üretiminde uzmanlaşıp diğer ülkeye ihraç etmeli, mutlak üstünlüğe sahip olmadığı malı ise serbest ticaret yoluyla satın
© Özgür Tonus
10
İKT329
almalıdır. A. Smith, mutlak üstünlüklere dayanarak oluşacak serbest dış ticaretten iki ülkenin de kazançlı çıkacağını
öne sürmektedir. Ekonominin dış ticarete kapalı olduğu bu aşama otarşi olarak tanımlanır ve bu ülkede ancak
üretilebilen mallar kadar tüketim gerçekleşecektir. Buna karşılık ekonomi dış ticarete açıldığında tüketiciler
ekonomide üretilen mallardan daha fazlasını tüketebilme imkânına kavuşacaklardır. Bu da refah artışı anlamına
gelmektedir.
Ülkelerin dış ticaretten nasıl kazançlı çıkacaklarını anlayabilmek için mutlak üstünlükler teorisinin öngördüğü
gibi her ülkenin mutlak üstünlüğe sahip olduğu malın üretiminde uzmanlaştığını, üstünlüğe sahip olmadığı malı ise
diğer ülkeden ticaret yoluyla edindiğini ve ticaretin önünde hiçbir engelin olmadığını varsayalım. A ülkesi X malı
üretiminde uzmanlaşacak, Y malını ise B ülkesinin yurtiçi fiyatından ithal edecektir. A ülkesinde Y malının fiyatı (PY)
4X’tir. Bunun yerine 1,25 X fiyatıyla B ülkesinden ithal etmesi Y malını yurtiçi fiyatından 2,75X daha ucuza alması
anlamına gelecektir. A ülkesinde 1 Y üretebilmek için 8 emek-saate ihtiyaç vardır. Uzmanlaşma sonucunda bu 8
emek-saati X malı üretiminde kullandığında 1X üretmek için 2 emek-saate ihtiyaç olduğuna göre ilave 4X
üretilebilecektir. Bu 4X’in 1,25X’i ile B ülkesinden 1Y değişimi yapmak mümkün olduğuna göre 4-1,25=2,75X
kazanç sağlayacaktır. Bu kazancı 2,75X’i üretmek için gereken emek-saat cinsinden ifade edersek 2,75/2 yaklaşık
1,4 emek-saat tasarruf etmiş olacaktır.
Aynı analizi B ülkesi için de yapalım: B ülkesi Y malı üretiminde uzmanlaşacak, X malını ise A ülkesinin yurtiçi
fiyatından ithal edecektir. B ülkesinde X malının fiyatı (PX) 0,8Y’dir. 1 birim X malını 0,25Y fiyatıyla A ülkesinden
ithal etmesi 0,55Y daha ucuza alması anlamına gelecektir. B ülkesinde 1X üretebilmek için 4 emek-saate ihtiyaç
vardır. Uzmanlaşma sonucunda bu 4 emek-saati Y malı üretiminde kullandığında, 1Y üretmek için 5 emek-saate
ihtiyaç olduğuna göre ilave 0,8Y üretilebilecektir. Bu 0,8Y’den 0,25Y’si ile A ülkesinden 1X değişimi yapmak
mümkün olduğuna göre 0,80-0,25=0,55Y kazanç sağlayacaktır. B ülkesi 0,55Y üretmek için gereken emek-saat
kadar (yaklaşık 0,11) tasarruf etmiş olacaktır.
Son olarak Smith’in ifadesiyle “serbest ticaret ve uzmanlaşma toplam dünya hasılasını artıracaktır”
görüşünü açıklamaya çalışalım. Ülkeler ticaret yapmadıklarında, mevcut emek verimliliklerine bağlı olarak belirli bir
dönemde birer birim X ve Y malı üretmektedir. İki ülkede birer birim X, birer birim de Y malı üretildiğine göre dünya
toplam üretimi 2X+2Y olacaktır. Ticarete açıldıktan sonra A ülkesi Y malı üretiminden vazgeçip, X’te
uzmanlaştığında ilave 4X üretecek, B ülkesinde de X malı üretimi 0 olurken ilave 0,8Y üretilecektir. O halde iki
ülkede üretilen toplam X malı miktarı 1+4=5 olacak, Y malı ise 1+0,8=1,8 olacaktır. Görüleceği üzere dünyada
üretilen X ve Y mallarının toplamı kapalı ekonomi durumunda 2X+2Y iken, serbest ticaret toplam üretimin
5X+1,8Y seviyesine yükselmesine yol açmıştır.
A. Smith’e göre, Merkantilistlerin dış ticaretin sıfır toplamlı bir faaliyet olduğu düşüncesi geçersizdir. Mutlak
üstünlüklere dayalı uzmanlaşma ve serbest ticaret iki ülkenin de yararınadır. Bir başka ifadeyle dış ticaret pozitif
toplamlı bir faaliyettir. Ülkelerin dış ticaretten elde edeceği kazançlar dış ticaret fiyatının ne olacağı ile yakından
ilgilidir. A. Smith dış ticaret fiyatının nasıl oluştuğu konusunu açıklamamış, ancak her ülkenin yurtiçi fiyatından
daha düşük bir fiyata diğer ülkenin ürettiği malı almaya razı olacağını belirtmiştir.
David Ricardo ve Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi
David Ricardo’nun “Ekonomi Politiğin ve Vergilendirmenin İlkeleri” isimli kitabını yayınladığı 1817 yılında
İngiltere’de sanayileşme hız kazanmış, kırsal nüfus kentlere göç etmeye başlamıştır. Göçü hızlandıran en önemli
faktör ise toprak sahiplerinin egemen sınıf olarak köylüyü mülksüzleştirmesi olmuştur. Yine bu egemen sınıf “Tahıl
Yasaları” adı verilen düzenlemelerin Parlamento’dan geçmesini sağlayarak tahıl ithalatının kısıtlanmasına, böylece
bu ürünlerin fiyatının aşırı yükselmesine yol açmıştır. Beslenmek için gerekli olan tarım ürünlerinin fiyatlarının
artması Ricardo’nun “doğal ücret düzeyi” adını verdiği ücretlerin yükselmesine neden olmuştur. Güçlenen sanayi
kapitalizmi açısından bakıldığında yaşanan ücret artışı kârlarının azalmasına yol açmıştır. Adam Smith’in Ulusların
Zenginliği kitabında öne sürdüğü fikirlerden etkilenen David Ricardo, tahıl ticaretinin önündeki engellerin
kaldırılmasıyla, ithalat yoluyla sağlanacak tarım ürünlerinin fiyatlarda düşüşe katkı sağlayacağı böylece sanayide
kâr oranlarının azalmasına çare olacağını tasarlamıştır.
Ricardo’nun A. Smith’in mutlak üstünlükler teorisine en önemli katkısı mutlak üstünlüğe sahip olmayan
ülkelerin bile serbest ticaret yapabileceğini göstermiş olmasıdır. Smith’in mutlak üstünlükler teorisine göre bir ülke
iki malın üretiminde de mutlak üstünlüğe sahipse diğer ülkeyle ticaret oluşmayacaktır. Ya da bir ülke iki malın
üretiminde de diğer ülkeye göre verimsizse, maliyetleri yüksekse bir malın üretiminde uzmanlaşması ve ticaretini
yapması mümkün olmayacaktır. Dönemin İngiltere’si hem imalat sanayi mallarında hem de tarım ürünlerinde
© Özgür Tonus
11
İKT329
diğer ülkelere göre mutlak üstünlüğe sahiptir. Bu nedenle Ricardo, İngiltere’ye tahıl ithalatının serbest
bırakılmasını savunmuş ve geliştirdiği karşılaştırmalı üstünlükler teorisi ile bir ülkenin bir ülke iki malın üretiminde de
mutlak olarak dezavantaja sahip olması durumunda bile ticaretin yapılabileceğini ve serbest ticaretten iki ülkenin
de kazançlı çıkabileceğini ortaya koymuştur. Karşılaştırmalı üstünlükler teorisine göre her iki malın üretiminde de
mutlak olarak dezavantajı olan bir ülke, daha az dezavantaja sahip olduğu malın üretiminde uzmanlaşıp ihraç ederse bu
malın üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olur.
Tablo 4’te sunulan birer birim X ve Y mallarının üretimi için gerekli emek miktarına baktığımızda A ülkesinin
her iki malın üretiminde de B ülkesine göre daha az emek girdisi kullandığı görülmektedir. Böyle bir durumda
Smith’in teorisine göre A ülkesi iki malda da mutlak üstünlüğe sahiptir. Mutlak üstünlükler teorisine göre daha
ucuza diğer ülkeden mal alamayıcağına göre karşılıklı kazanç sağlayacak bir ticaret oluşmayacaktır. Ricardo, bir
ülkenin iki malın üretiminde de nispi olarak dezavantaja sahip olması durumunda bile serbest ticaretin
karşılaştırmalı üstünlüklere göre yapılabileceğini ve her iki ülkenin de kazançlı çıkabileceğini savunmuştur. İlk
yapılması gereken ülkelerin maliyet yapılarını karşılaştırmak olacaktır.
Ülke
A
B
Tablo 4: Birim X ve Y üretmek için gereken emek miktarı-­‐saat X
Y
Yurtiçi nispi fiyat
1
2
1Y; 2X
6
3
1Y; 0,5X
Y Malı
A ülkesi iki malda da mutlak üstünlüğe sahip olduğuna göre B ülkesinin durumuna bakalım: X malı
üretiminde A ülkesine göre 6 kat fazla emek gereksinimi olmasına karşılık bu oran Y malı üretiminde 1,5 kata
düşmektedir. Ricardo, B ülkesinin Y malı üretiminde daha az dezavantaja sahip olması durumunu B ülkesinin Y malı
üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmasıyla açıklar. Karşılaştırmalı üstünlükler teorisine göre A ülkesi X
malının, B ülkesi de Y malının üretiminde uzmanlaşarak karşılıklı serbest ticaret yaparlarsa iki ülke de kazançlı
çıkacaktır.
Ricardo modelinde iki ülkenin hangi fiyattan dış ticaret yapacağını açıklamamış, sadece karşılaştırmalı
üstünlüklere göre ticaretin iki ülke açısından da kazançlı olacağını vurgulamıştır. Dış ticaret fiyatının nasıl
belirlendiği sorusuna yanıt vermek J. Stuart Mill’in 1848 yılında ortaya koyduğu “karşılıklı talep kanunu” ile olanaklı
hale gelmiştir. Teorik yaklaşıma talep unsurunun da katılmasıyla dış ticaret fiyatı belirlenecektir. Ülkelerin serbest
ticaretten ne ölçüde kazançlı çıkacaklarını açıklayabilmek için, iki ülkenin de razı olacağı 1X’in 1Y ile değişiminin
yapıldığı bir dış ticaret fiyatı (PU) belirleyelim.
20
19
18
17
16
15
14
13
12
11
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
PB (1X;2Y)
B ülkesi için ticaretin
kârlı olmadığı alan
İki ülke için de ticaretin
kârlı olduğu fiyat bölgesi
PU (1X;1Y)
PA (1X; ½Y)
A ülkesi için ticaretin kârlı
olmadığı alan
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20
X Malı
Şekil 3: A ve B ülkelerinde yurtiçi nispi fiyatlar Şekil 3’te A ve B ülkelerindeki nispi fiyatlar grafiksel olarak gösterilmiştir. A ülkesinde 1X; ½Y (veya 1Y; 2X)
değişimi yapılırken B ülkesinde bu oran 1X; 2Y (1Y; ½ X) şeklindedir. Ricardo’nun ortaya koyduğu teoriye göre
ülkeler arasında nispi fiyatların farklı olması ticaretin oluşması için yeterli koşuldur. Grafikten de görüleceği üzere
A ülkesinde yurtiçi nispi fiyatlar (PA) X malının nispi olarak ucuz, B ülkesinde de Y’nin nispi olarak ucuz olduğunu
© Özgür Tonus
12
İKT329
göstermektedir. A ülkesi yurtiçi fiyatlarından daha yüksek bir fiyattan ticaret yapmayacaktır. Aynı şekilde B ülkesi
de X malını yurtiçi fiyatından daha yüksek bir fiyata (Grafikte PB fiyat doğrusunun solunda kalan alan) A ülkesinden
ithal etmeyi istemeyecektir.
A ülkesi X malı üretiminde uzmanlaşacak ve ihracatını gerçekleştirerek, karşılığında ise B ülkesinden Y malı
ithal edecektir. A ülkesinin 1 birim Y malı üretmesi için 2 emek/saate ihtiyacı vardır. Bu emeği (varsayımlarımız
arasında emeğin verimliliğinin aynı olduğunu belirtmiştik) uzmanlaşacağı X üretimine yönlerdiğinde 2 birim ilave X
malı üretimi gerçekleştirecektir. İlave ürettiği 2X’in 1X’ini PU fiyatından B ülkesine vererek karşılığında 1Y ithal
edecektir. Öyle ise A ülkesinin serbest ticaretten 1X veya bu üretimi yapabilmesi için gereken 1 emek/saatten
tasarruf ederek kazançlı çıkmıştır. B ülkesi ise karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu Y malı üretiminde
uzmanlaşacak, 1X üretmek için gereken 6 emek/saati Y malı üretiminde kullandığında ilave 2Y üretebilecektir.
Bunun 1Y’si ile PU fiyatında A ülkesinden 1X değişimi yapabilecektir. Böyelece B ülkesi de 1Y veya veya bu üretimi
yapabilmesi için gereken 3 emek/saat tasarruf ederek kazançlı çıkmış olacaktır.
Adam Smith ve David Ricardo’nun ortaya koydukları teorilerde en önemli nokta, serbest dış ticaretin
ülkelerin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu malların üretiminde uzmanlaşmalarına yol açmasıdır. Örneğimizde
A ülkesi X malı üretiminde uzmanlaştığında, Y malı üretimi için kullandığı emeği bu üretim dalına kaydırmaktadır.
Klasiklerin varsayımları gereği emek başka bir üretim dalında istihdam edilmesine rağmen verimliliğinde bir
değişiklik olmayacaktır. Bir örnek vermek gerekirse tarlalarda çalışan tarım işçileri, tekstil üretimini artırmak için
fabrikalarda istihdam edilmeye başlanacaktır. Buna rağmen önceden tarım işçisi olan bu işgücünün verimliliği
ortalama bir tekstil işçisi kadar olacaktır. Bu varsayımın gerçekten uzak bir varsayım olduğunu söylemek gerekir.
Ancak bu varsayım gereği A ülkesinde ihracat için X malı üretimi ne kadar artırılırsa artırılsın üretim maliyetleri
değişmeyeceğine göre ülke sahip olduğu tüm üretim faktörlerini (emeği) X malı üretimine yönlendirebilir. Bu
nedenle de Ricardo modeline göre serbest ticaret ülkelerin işgücü verimliliğinin diğer ülkeye göre nispi olarak
yüksek olduğu ürünlerde tam uzmanlaşmasına yol açar.
Tablo 5: Otarşi ve serbest dış ticaret durumlarında toplam üretim Ülke
A
B
Dünya
Otarşi
X
Y
1
1
1
1
2
2
Serbest dış ticaret
X
Y
1+2
0
0
1+2
3
3
Smith ve Ricardo, uzmanlaşmanın dünya hasılasını da artıracağını vurgulamaktadır. İki ülkenin yer aldığı
modelde uzmanlaşmanın toplam üretimi ne ölçüde değiştirdiğini anlamak için örneğimizdeki A ve B ülkelerinde
kapalı ekonomi durumunda ve serbest ticaretin yapıldığı durumda ürettikleri mal miktarlarını karşılaştırmak
gerekir. Otarşi durumunda her iki ülke de mevcut üretim koşullarına bağlı olarak birer birim X ve Y malı
üretebilmektedir. Tablo 3’te serbest dış ticaret yoluyla A ülkesinin X malında B ülkesinin de Y malında
uzmanlaşması sonucu üretim miktarlarının nasıl değiştiği gösterilmiştir.
A ülkesi 1 birim Y üretmek için gereken 2 emek/saati X üretimine kaydırdığında ilave 2 birim X malı üretimi
gerçekleştirir. Aynı şekilde B ülkesi de X üretmek için gereken 6 emek/saati Y üretiminde kaydırdığında ilave 2Y
üretebilecektir. Otarşi durumunda iki ülkede toplam 2X ve 2Y üretilebiliyorken, serbest ticaret ortamında dünya
üretimi 3X ve 3Y seviyesine yükselmiştir.
Klasik Dış Ticaret Teorisine Yönelik Eleştiriler
A. Smith ve D. Ricardo’nun klasik dış ticaret teorisinin temellerini attıkları dönemde İngiltere’nin ardından
Batı Avrupa ülkeleri ve ABD’de de serbest piyasa düzeni güçlenmiştir. Bu dönemde ülkelerin dış ticaret açıklarının
büyümesi, işsizlik, rekabet gücündeki farklılıklar ve dış ticaretin gelişmekte olan ülkelerin aleyhine işlemesi gibi
sonuçlar teorinin gerçekle olan bağının sorgulanmasına neden olmuştur. Birçok iktisatçı Klasik teorinin soyutlayıcı
varsayımlarına yönelik eleştirileri esas alarak teorinin gelişmesine katkı sağlamıştır.
Klasik dış ticaret teorisinin dayandığı emek-değer teorisinin günümüzde geçerli olduğunu, bir başka ifadeyle
bir malın değerinin o malın üretiminde kullanılan emek ile ölçülebileceğini savunmak mümkün değildir. Malların
üretiminde doğal kaynak, sermaye, teknoloji ve girişimci gibi diğer üretim faktörlerinin de yer aldığı bilinmektedir.
Emek verimliliğinin ülke içinde aynı olduğunu varsaymak, bir başka ifadeyle homojen olduğunu kabul etmek de
© Özgür Tonus
13
İKT329
günümüz koşullarında mümkün değildir. Ricardo’nun analizlerine göre tarlalarda çalışan emeği, tekstil
fabrikalarına yerleştirdiğinizde de verimlilikleri değişmemektedir. Bildiğiniz üzere günümüzde bazı üretim
dallarında, örneğin otomobil üretimi sürecinde robotlar kullanılmakta, teknoloji emeğin yerine ikame edilmektedir.
Bu durum emek verimliliğini doğrudan etkilemektedir. Klasik dış ticaret teorisinde serbest ticaretin ülkeler
arasında verimlilik farklılıklarından kaynaklandığı vurgulansa bile neden ülkeler arasında verimlilik farklılıkları
olduğu sorusu yanıtsız bırakılmıştır.
Karşılaştırmalı üstünlükler teorisine göre üretimde sabit maliyetler koşulu geçerlidir. Oysaki günümüzde
özellikle imalat sanayinde üretim artışına karşılık maliyetlerin arttığı, bazı durumlarda ise azaldığı gerçeği
bilinmektedir.
Üretim faktörlerinin ülkeler arasında hareket etmediği varsayımı günümüzde geçerli değildir. Özellikle
sermaye hareketleri dünya ekonomisinde oldukça önem kazanmıştır. Klasiklerin analizlerinde talebi dikkate
almamaları bir diğer önemli eksiklik olmuştur. Bu durum Klasiklerin örneğin bir ülkedeki tüketicilerin sadece marka
tercihleri yüzünden bir malın ithal edilebileceğini açıklayamamalarına neden olmaktadır.
Karşılaştırmalı üstünlükler teorisinin yapısı itibariyle statik olması eleştiri konusu olmuştur. Teoriye göre
ülkeler karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu malların üretiminde uzmanlaşacak ve hep aynı malda (ya da
sektörde) uzmanlaşmış olarak kalacaktır. Bu da günümüzde mamul mal üretip satan sanayileşmiş ülkelerin hep
sanayi malı ihracatçısı, diğer ülkelerin de hammadde (tarım ve maden) ihracatçısı olarak kalmaları anlamına gelir.
Tayvan, Çin, Güney Kore veya Hindistan gibi ülkelerin ekonomik gelişmelerine baktığımızda özellikle eğitime
yönelik yatırımları sonucunda nitelikli emeğe sahip olmuşlardır. Böylece bu ülkeler daha önce ihracatlarında yer
almayan ileri teknoloji gerektiren mallarla, nitelikli işgücü gerektiren ürünleri de ihraç edebilir duruma gelmiştir.
Miktar (Milyar Dolar) 2015 Tablo 6: Ülkelerin tarım ve imalat sanayi ürünleri ticaretindeki payları Dünya tarım ürünleri Miktar Dünya imalat sanayi ürünleri ihracat/ithalatındaki payı (Milyar Dolar) ihracat/ithalatındaki payı (%) (%) 1980 1990 2000 AB (28) ABD Brezilya Çin Kanada Endonezya Tayland Avustralya Hindistan Arjantin 585 163 80 73 63 39 36 36 35 35 -­‐ 17,0 3,4 1,5 5,0 1,6 1,2 3,3 1,0 1,9 -­‐ 14,3 2,4 2,4 5,4 1,0 1,9 2,9 0,8 1,8 41,9 13,0 2,8 3,0 6,3 1,4 2,2 3,0 1,1 2,2 AB (28) Çin ABD Japonya Kanada G. Kore Hindistan Meksika Rusya F. Hong Kong 590 160 149 74 38 33 28 28 28 27 -­‐ 2,1 8,7 9,6 1,8 1,5 0,5 1,2 -­‐ -­‐ -­‐ 1,8 9,0 11,5 2,0 2,2 0,4 1,2 -­‐ -­‐ 42,7 3,3 11,6 10,4 2,6 2,2 0,7 1,8 1,3 -­‐ 2015 İhracat 37,1 AB 10,4 Çin 5,1 ABD 4,6 Japonya 4,0 G. Kore 2,5 Hong Kong 2,3 Meksika 2,3 Singapur 2,2 Tayvan 2,2 Kanada İthalat 35,0 AB (28) 9,5 ABD 8,8 Çin 4,4 Hong Kong 2,3 Japonya 2,0 Kanada 1,6 Meksika 1,6 G. Kore 1,6 Singapur -­‐ Hindistan 2015 1980 1990 2000 2015 4.239 2.153 1.126 545 470 437 312 266 240 208 -­‐ 0,8 13,0 11,2 1,4 -­‐ 0,4 0,8 1,6 2,7 -­‐ 1,9 12,1 11,5 2,5 -­‐ 1,1 1,6 2,6 3,1 43,0 4,7 13,8 9,6 3,3 -­‐ 3,0 2,5 3,0 3,7 36,6 18,6 8,7 4,7 4,1 -­‐ 2,7 2,3 2,1 1,8 3.812 1.808 1.084 465 372 323 320 269 206 187 -­‐ 11,2 1,1 -­‐ 2,3 3,7 1,5 0,9 1,2 0,5 -­‐ 15,4 1,7 -­‐ 4,1 3,8 1,3 1,8 1,8 0,5 43,0 4,7 13,8 -­‐ 4,1 0,5 3,6 3,0 2,5 3,0 32,9 15,6 9,4 -­‐ 3,2 2,8 2,8 2,3 1,8 1,6 Kaynak: World Trade Organization, World Trade Statistical Review 2016. Tablo 6’da son 35 yılda dünyada gerçekleşen tarım ve imalat sanayi ürünleri ticaretinde ilk 10 sırada yer
alan ülkelerin payları sunulmaktadır. Bu tabloda klasik teoriyle çelişkili olan iki sonuç göze çarpmaktadır: a) En
önemli tarım ürünü ihracatçısı ülkeler aynı zamanda imalat sanayi ürünleri ihracatında da en yüksek paya sahiptir.
b) Tarım ürünü ihracatı yapan ülkeler aynı zamanda tarım ürünü ithalatı da yapmaktadır.
© Özgür Tonus
14
İKT329
Örneğin ABD, 2015 yılında dünyada gerçekleşen tarım ürünü ihracatının %10,4’ünü gerçekleştirmiştir. 163
milyar dolarlık ihracatına karşılık, diğer ülkelerde üretilen 149 milyar dolarlık tarım ürününü ise ithal etmiştir ki bu
değer de toplam tarım ürünü ithalatının %8,8’idir. Buna rağmen ABD’nin 1 trilyon doları aşan imalat sanayi ürünü
ihracatı vardır. 1.8 trilyon dolar sanayi ürünü ithalatı ile dünya toplam ithalatının %15,6’sını gerçekleştirmiştir.
Ricardocu, karşılaştırmalı üstünlüklere dayanan yaklaşım günümüz liberal ekonomileri için hala çok önemli
olsa da yukarıdaki örneğimizde olduğu gibi dünya ticaretinin büyük bir kısmını açıklayabilmek için dış ticaret
teorisinde yeni gelişmeleri anlamamız gerekmektedir. Bir sonraki ünitemizde bir malın fiyatının oluşabilmesi için
arz ve talep unsurları analize katılarak genel denge analizi yardımıyla dış ticaretin yapılacağı fiyatın ve ticaret
miktarlarının belirlenmesine ulaşacağız.
Neo Klasik Dış Ticaret Teorisi Birinci bölümde, klasik dış ticaret teorisi kapsamında ülkeler arasında serbest ticaret yapılmasının yararları
üzerine geliştirilen ilk kapsamlı teorik açıklamaları görmüş bulunuyoruz. Hatırlayacağınız üzere verdiğimiz
örneklerde, ülkelerin hangi malların üretiminde mutlak veya karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu belirlenirken
malların üretim maliyetlerine bakıyorduk. Üretim maliyetini de emek-değer teorisine göre üretimde kullanılan
emek belirlemekteydi. Üstelik üretim maliyetleri, üretim miktarı değişse bile sabit kalmaktaydı.
Klasik iktisatçıların kurdukları teorik yaklaşıma sonraları birçok iktisatçı katkıda bulunmuştur. Bu katkılar,
klasiklerin koydukları soyut varsayımları değiştirerek daha gerçekçi hale getirebilmeyi amaçlamıştır. Klasik
iktisatçıların malların değerini belirlemek için kullandıkları yaklaşıma yönelik yoğun eleştiriler gelmiştir. Klasiklerin
savunduğu ekonomiye devlet müdahalesinin gereksiz olduğu, piyasaların “görünmez el” yardımıyla dengeye
geleceği, rekabetin ve serbest ticaretin engellenmemesi gerektiği düşünceleri gerçek hayatta pek de karşılık
bulamamıştır. Artan sanayi üretimi, kentlerde nüfusun birikmesine yol açmış, diğer taraftan makina kullanımı
işgücü gereksinimini düşürmeye başlamış, bu yolla ücretlerde hızlı düşüşler yaşanmıştır. Vahşi kapitalizm olarak
da adlandırılan bu dönemde işçi sınıfı oldukça kötü koşullarda ve hiçbir güvenceye sahip olmadan çalışmıştır.
Serbest ticaretin ülkelerin refahını artıracağı söylemlerine rağmen işçi sınıfının bu refah artışından pay alamaması,
gelir eşitsizliklerinin artması önemli bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.
Sanayileşmenin hız kazandığı ülkelerde işçi sınıfı sendikalar aracılığıyla örgütlenmiş ve “doğal” olarak
adlandırılan bu düzene başkaldırmaya başlamıştır. Sosyalizm düşüncesi Avrupa kıtasında ve Amerika’da giderek
daha çok destek bulmuştur. Diğer taraftan Klasiklerin varsaydığı tam rekabet koşulları gerçek hayatta karşılık
bulmamış, rekabetçi firmalar yerine piyasalarda tekeller oluşmuştur. Serbest ticaretin ülkelerin refahını artırdığı
inancı ise Marksist iktisatçılar tarafından emperyalizmin güçlendiği ve sömürünün arttığı argümanlarıyla
sarsılmıştır. Bu ortamda, 1880-1890 yılları arasında aslında Klasik düşüncenin eksikliklerini gidermeyi amaçlayan
Neoklasik düşünce gelişmiştir. Bu akımı temsilen ilk akla gelen iktisatçılar Leon Walras ve Alfred Marshall’dır.
Neoklasiklerin en önemli özelliği teorik analizlerde matematiği etkin bir şekilde kullanmaları olmuştur. İktisada
giriş ve mikroekonomi gibi derslerde gördüğünüz birçok kavram Neoklasikler tarafından tanımlanmıştır.
Neoklasikler, Klasiklerin emek-değer teorisinin yoğun eleştiriyle karşılaşması üzerine “değer”i yeniden
tanımlamak üzere teorik yaklaşımlarını geliştirmişlerdir. Değeri belirlerken emeğin dışında başka faktörleri de
kullanma arayışı özünde emek-değer teorisinin sonucunda ortaya çıkan emek-sermaye çatışmasının kapitalizmin
sonunu getireceği iddiasını boşa çıkarmak için olmuştur. Emeğin dışında sermaye ve toprağın da (doğal kaynaklar)
üretim sürecinde dikkate alınması, ücretin yanında faiz, kâr, rant gibi faktör gelirlerinin de üretim maliyetini
etkilediğine yönelik düşüncelerin gelişmesine neden olmuştur.
Neoklasiklere göre tüketiciler açısından bir malın tüketiminden elde edilecek fayda düzeyi, malların değişim
değerini belirlemektedir. Malların kıt ve ihtiyaçların da sınırsız olduğu varsayımı altında, bir malın tüketim miktarı
arttıkça tüketici tatmin olmakta, dolayısıyla ihtiyacın şiddeti azalmaktadır. Neoklasiklerin “fayda-değer teorisi”
insanların bir malın tükettikleri her ilave biriminden (marjinal) daha az fayda sağlayacakları fikrine dayanmaktadır.
Bir malın artan tüketiminden sağlanacak faydanın giderek azalıyor olması azalan marjinal fayda kanunu olarak
tanımlanır. Bu nedenle marjinal faydası düşük olan malın nispi fiyatı da düşük olacaktır. Emek-değer teorisi yerine
değişim değerinin marjinal fayda tarafından belirlendiği görüşü bir çok iktisatçı tarafından kabul görmüş ve bu
düşünce akımını benimseyenler Marjinalistler olarak adlandırılmıştır.
© Özgür Tonus
15
İKT329
Neoklasiklerin bu yaklaşımında değerin (fiyat) sadece talep tarafından belirlendiği görülmektedir. Marjinal
faydanın talebi açıklayabildiğini ancak fiyatın oluşabilmesi için üretim maliyetlerinin de analize dahil edilmesi
gerektiğini ortaya koyan iktisatçı Alfred Marshall olmuştur. A. Marshall, azalan marjinal fayda kanunundan hareket
ederek talep eğrisini türetmiştir. Bir mala ilişkin talep eğrisi talep edilen miktarla fiyat arasında ters yönlü ilişkiyi
gösterir. Bir başka ifadeyle bir malın fiyatı arttığında, diğer koşullar değişmiyor iken (ceteris paribus) o mala yönelik
talebin azalacağını göstermektedir. Bu nedenle de talep eğrisi negatif eğimlidir. Ekonomideki tüm bireysel talep
eğrilerinin toplanması ile bir mala ilişkin piyasa talep eğrisine ulaşılmıştır.
Nasıl tüketici elde edeceği fayda düzeyini en üst seviyeye çıkarmayı amaçlıyorlarsa, üreticilerin de kâr
maksimizasyonunu sağlamayı amaçladıkları öngörülmektedir. Firmalar üretim kararlarını verirken, üretim
maliyetlerini minimum seviyeye indirecek üretim faktörleri bileşimini kullanacaktır. Üretim faktörlerinden
diğerlerinin üretim sürecinde kullanılan miktarları sabit tutularak, sadece birinin örneğin emeğin kullanımını
artırmanın sonucunda elde edilecek üretim miktarının giderek azalacağını öngörmüşlerdir. Bu durum azalan
verimler kanunu olarak adlandırılır. Bu nedenle üretim faktörleri birbirleri yerine kullanılarak marjinal katkılarının en
çok olduğu miktarlarda girdi kullanımına karar verilecektir. Bir başka ifadeyle firmalar en uygun emek, sermaye
gibi üretim faktörleri bileşimini kullanarak üretim maliyetlerini düşürecek, böylece kârını artıracaktır. Üretim
maliyetleri ve fiyat arasındaki ilişki yardımıyla o mala ilişkin firma arz eğrisi türetilmiş, buradan da o malın piyasa
arz eğrisine ulaşılmıştır. Arz eğrisi de pozitif eğimlidir. Arzı etkileyebilecek diğer faktörler değişmiyorken (ceteris
paribus), arz eğrisi fiyat arttığında arz edilen miktarın arttığını gösterir.
Neoklasiklere göre tüketiciler (talep) ve üreticiler (arz) tam rekabet koşulu altında piyasada buluşmaktadır
ve fiyat oluşmaktadır. Neoklasikler teorik yaklaşımlarında Klasiklerden devraldıkları serbest ticaretin ülkelerin
refahını artırdığı önerisini savunmaya devam etmişlerdir. Ülkeler arasındaki arz ve talep koşullarını dikkate alan
Neoklasik dış ticaret teorisi dış ticaretin nasıl oluşacağı, dış ticaret fiyatının nasıl belirleneceği ve ticaret
kazançlarının ülkeler arasında nasıl dağılacağını açıklamıştır.
Neoklasik dış ticaret teorisinde de Klasiklerde olduğu gibi güçlü soyutlayıcı varsayımlar yapılmıştır. Bu
varsayımları şu şekilde sıralayabiliriz:
• Dünya üzerinde iki ülke vardır ve bu ülkelerde iki mal üretilmektedir.
• Üretim maliyetleri sadece emeğe bağlı olarak belirlenmez, üretimde kullanılan diğer faktörler de dikkate
alınır. Klasiklerde sadece emek üretim faktörü olarak değerlendirilirken, Neoklasiklerde sermaye de
analizlere katılmıștır.
• Üretimde sabit maliyetler yerine artan maliyet koșulları geçerlidir.
• Ticaret takas yöntemiyle yapılmakta bu nedenle malların nispi fiyatları kullanılmaktadır.
• Ekonomide tam rekabet koșulları geçerlidir.
• Ülkeler arasında üretim faktörü hareketliliği bulunmamaktadır.
Fırsat Maliyeti ve Üretim İmkânları Eğrisi
Değişim değerini emek-değer teorisinin öngördüğü şekilden daha farklı olarak tanımlama çabaları fırsat
maliyeti kavramını doğurmuştur. İlk önce Friedrich von Wieser (1851-1926) isimli iktisatçı “alternatif maliyet”
kavramıyla bir malın değerinin hem sağladığı fayda hem de üretim maliyetleri tarafından belirlendiğini kabul
etmiştir. Gottfried von Haberler ise alternatif maliyet kavramını biraz daha geliştirerek değeri “fırsat maliyeti”
aracılığı ile tanımlamıştır. Fırsat maliyeti (alternatif maliyet, vazgeçme maliyeti), herhangi bir malın üretimini bir
birim artırmak için başka bir maldan vazgeçilmesi gereken mal ve/veya kazanç miktarı olarak tanımlanır. Başka bir
deyişle iktisadi bir seçim yapılırken vazgeçilmek zorunda kalınan ikinci en iyi alternatiftir.
İktisada giriş dersinde de gördüğünüz bir kavram olan fırsat maliyeti, sadece bireysel kararlarla ilgili değildir.
Bir ekonominin tamamı için belirli bir zaman diliminde, kıt kaynaklarla gerçekleştirilecek üretim miktarının da bir
sınır olduğunu gösterir. Bu nedenle de mevcut kaynaklar, farklı üretim türleri arasında dağıtılarak bir tercih (tradeoff) yapılır. Bu nedenle de bir malın üretim miktarının artırılması ancak diğer malın potansiyel üretiminin
azaltılması ile mümkün olacaktır. Sadece X ve Y mallarının üretildiği bir ekonomide daha fazla X malı üretebilmek
için Y malı üretiminde kullanılan üretim faktörlerini (doğal kaynaklar-toprak, emek, sermaye) X malı üretimine
kaydırmak gerekecektir. Bu durumda ilave (marjinal) X malı üretmenin karşılığında Y malı üretiminden vazgeçmek
durumunda kalınacaktır. Fırsat maliyeti, vazgeçilen Y malı üretimine eşit olacaktır. O halde fırsat maliyeti yüksek
olan malın değeri de yüksek olacaktır.
© Özgür Tonus
16
İKT329
Fırsat maliyeti, ülkeler arasında karşılaştırmalı üstünlükler belirlenirken emek-değer teorisinin öngördüğü
gibi malların üretiminde kullanılan emeği esas almaktan uzaklaşılmasına yol açmıştır. Artık üretim maliyeti,
üretimde kullanılan girdilerin mutlak miktarlarıyla değil de vazgeçilen alternatifle ifade edilmektedir. Üstelik bu
yaklaşım emeğin yanında diğer üretim faktörlerinin de maliyet unsuru sayılmasına, teorinin daha gerçekçi
olmasına da olanak sağlamıştır.
Peki karşılaştırmalı üstünlükleri belirlerken fırsat maliyetini nasıl kullanacağız? Eğer bir ülkenin ilave X malını
üretmek için Y malı cinsinden fırsat maliyeti diğer ülkeye göre daha düşükse, bu ülkenin X malında karşılaştırmalı
üstünlüğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Fırsat maliyeti teorisine göre, iki ülkedeki fırsat maliyetlerinin farklı
olduğu durumda karşılaştırmalı üstünlükler teorisi, emek-değer teorisine dayanan şekilde olduğu gibi aynı
sonuçları verecektir. Bir ülke diğer ülkelerden daha düşük fırsat maliyeti ile yurtiçinde ürettiği malları ihraç edecek,
buna karşılık daha yüksek fırsat maliyeti ile yurtiçinde üretebileceği malları ise ithal edecektir.
2 mal ve 2 üretim faktörünün (emek ve sermaye) varsayıldığı bir modelde kıt olan kaynaklarla yapılacak
üretim tercihlerinin fırsat maliyetlerini imkânları sınırı yardımıyla gösterebiliriz. Üretim, çeşitli girdilerin (emek,
sermaye, hammadde, teknoloji, vb.) üretim tekniği kullanarak işlenmesi sonucunda nihai ürün (çıktı) elde edilmesi
faaliyetidir. Bir ekonomide sadece iki malın üretildiği kolaylaştırıcı varsayımımızı kullanarak devam edersek, üretim
imkânları sınırı, belirli bir zaman diliminde, bir ülkenin sahip olduğu üretim faktörlerine bağlı olarak
gerçekleştirebileceği maksimum üretim miktarlarını gösterir. Bir başka ifadeyle üretim imkânları sınırı üretim
teknolojisi ve kaynaklar veri iken, bütün mevcut kaynaklar etkin bir şekilde üretime yönlendirildiğinde (tam
istihdam) üretilebilen iki malın olası çeşitli bileşimlerini gösteren üretim sınırını ifade etmektedir. Üretim imkânları
sınırı dört temel varsayıma dayanır:
• Ekonomide kaynaklar kıttır. Bu nedenle ekonomik faaliyetlerde bir tercih yapmak zorunludur.
• Emek, sermaye, girișimcilik ve doğal kaynaklar gibi üretim faktörlerinin miktarı sabittir. Bu kaynaklar, farklı
malların üretiminde kullanılır.
• Üretim faktörlerinin verimlilikleri sabittir. Üretimde kullanılan teknoloji değișmemektedir.
• Ekonomideki tüm kaynaklar etkin olarak kullanılmaktadır. Tam rekabet koșullarının geçerli olduğu piyasada
atıl durumda bulunan kaynak veya tüketilmeyen mal bulunmamaktadır.
Bir ekonomide sahip olunan kaynaklar kıt olduğu için üretim miktarlarına karar verirken bir tercih yapılması
gerekir. Bu nedenle de bir malın üretimini artırmak için diğer malın üretiminden mutlaka vazgeçilmesi
gerekecektir. Üretim imkânları sınırı üzerinde bir noktada mallardan birinin üretimini bir birim artırdığımızda diğer
malın üretiminden vazgeçilen miktar fırsat maliyetini göstermektedir. Vazgeçilen üretim, diğer malın üretimini
artırmanın fırsat maliyetidir. Bu sınırı gösteren çizgi üretim imkânları eğrisi olarak adlandırılır. Üretim imkânları
eğrisinin şeklini malların üretim fonksiyonları belirler. Üretim imkânları sınırı, üretim faktörlerinin miktarı ve
teknoloji sabitken, bir toplumun üretebileceği ve üretemeyeceği mal bileşimlerini ayıran sınırı göstermektedir.
O halde, üretim imkânları eğrisi üzerinde bir malın üretimini artırdığımızda fırsat maliyeti sabit kalabilir veya
artış veya azalış yönünde değişebilir. Hatırlayacağınız üzere D. Ricardo’nun karşılaştırmalı üstünlükler teorisinde
üretim artışı olmasına rağmen maliyetlerin sabit kaldığı varsayılmaktadır. Aşağıda önce sabit fırsat maliyetleri
koşulu ardından da azalan ve artan maliyetler koşulları üretim imkânları eğrisi aracılığıyla açıklanacaktır.
Emek-değer teorisi yerine fırsat maliyeti kavramını kullanmak, üretim maliyeti belirlenirken, değeri o malın
üretiminde kullanılan emeğin belirlediği varsayımından vazgeçilmesine olanak sağlar. Ancak bir ülkede
gerçekleşecek üretim miktarını ve piyasada oluşacak fiyatı belirleyebilmek için A. Marshall’ın daha önce ifade
ettiğimiz “arz ve talebin birlikte fiyatı belirlediği” önermesini hatırlamamız gerekiyor. Bu nedenle arz yönünden
üretim maliyetlerinin nasıl belirlendiği, ardından da “fayda” yaklaşımına dayanarak tüketicilerin değişim değerini
nasıl belirlediklerini açıklanacaktır. Bu sayede arz ve talebi bir araya getirerek bir ekonomide genel dengenin ve
sadece bir mal veya üretim dalında kısmi dengenin nasıl sağlandığı açıklanabilir. Denge durumunda oluşan nispi
fiyatlar sayesinde de karşılaştırmalı üstünlüklere dayanan ticaretin nasıl oluşacağı ve ülkelerin ticaret
kazançlarının nasıl belirlendiği de izleyen ünitenin konusu olacaktır.
© Özgür Tonus
17
İKT329
Ricardo’nun Sabit Maliyetler Koşulu ve Üretim İmkânları Sınırı
Üretim ölçeği aynı miktarda artırıldığında (azaltıldığında), fırsat maliyetlerinin de aynı oranda artması
(azalması) durumuna sabit maliyet koşulu adı verilmektedir. Böyle bir durumda üretim faktörlerinin (emek ve
sermaye) bir malın üretiminden, alternatif malın üretimine kaydırılması üretime yapılan katkı miktarında bir
değişim yaratmayacaktır.
Şekil 4: Üretim imkânları doğrusu Şekil 4’te üretim imkânları sınırı X’Y’ doğrusu ile gösterilmiştir. Bu doğru bize, belirli bir zaman diliminde
ülkenin sahip olduğu tüm kaynaklar ile üretebileceği alternatif mal bileşimlerinin miktarlarını göstermektedir. Eğer
ülkede tüm kaynaklar Y malı üretimine yönlendirilirse X malı üretimi olmayacak, Y malı üretim miktarı ise Y’ kadar
olacaktır. Tersi durumda kaynaklar X malı üretimine yönlendirildiğinde ise A ülkesinin üretebileceği maksimim X
malı miktarı X’ iken Y malı üretimi sıfır olacaktır. Ekonomi tüm kaynakların etkin şekilde kullanıldığı varsayıldığı için
X ve Y mallarının alternatif üretim miktarları mutlaka X’Y’ doğrusu üzerinde olmalıdır. Örneğin h gibi bir noktadaki
üretim bileşimi mümkün olmasına rağmen ülkenin sahip olduğu kaynaklarla daha fazla X veya Y malı veya
üretimini gerçekleştirme imkânı bulunmaktadır. h noktasında ise eksik kapasiteyle üretim yapılmakta, bir başka
ifadeyle kaynaklar etkin kullanılmamaktadır. Şekil 4’teki i noktası da X’Y’ üretim imkânları sınırlarının dışında
kalmaktadır. Bu noktanın temsil ettiği üretim miktarını ülkenin mevcut kaynaklarıyla gerçekleştirmesi imkânı
yoktur. Bir başka ifadeyle X’Y’ üretim imkânları sınırlarının dışında kalan alan kıtlığı göstermektedir.
Şekil 4 üzerinde c noktası üzerinde iken X malın üretimini sabit miktarlarda artırdığımızı varsayalım. d, e, f, g
gibi noktalara hareket edildikçe X malı üretimi her defasında aynı miktarlarda olmak üzere ∆X kadar
artırılmaktadır. Daha fazla X üretebilmek, ancak Y malı üretiminde kullanılan üretim faktörlerinin (emek (L) ve
sermaye (K)) X malı üretimine kullanılmasıyla mümkün olacaktır. Bu durumda Y malının üretiminin mutlaka
azalması gerekecektir. Sabit miktarlarda bir malın üretimi artırıldığında diğer malın üretiminden de aynı
miktarlarda vazgeçiliyorsa sabit maliyetler koşulu geçerlidir. Şekil 4’te X malı üretimindeki değişim miktarlarına (∆X)
karşılık Y malı üretim miktarındaki değişim (∆Y) daima aynı seviyede kalmaktadır. Eğim sabit kaldığı için de üretim
imkânları eğrisi bir doğru şeklinde çizilmiştir. Benzer şekilde Y malı üretimi artırılmaya karar verilirse de her
defasında vazgeçilen X malı üretimi (∆X) aynı kalacaktır.
Bir malın üretimini bir birim artırıldığında, diğer malın üretiminden ne ölçüde vazgeçildiği marjinal dönüşüm
oranı (MDO) kavramıyla ifade edilir. Marjinal dönüşüm oranı üretim imkânları eğrisi üzerinde bir noktadaki eğimi ve
aslında o üretim noktasındaki fırsat maliyetini göstermektedir. X üretimini artırmanın Y malı cinsinden fırsat
∆𝑌
maliyeti, MDOYX = formülüyle hesaplanır. İlave X üretimini gerçekleştirebilmek için mutlaka Y malı
∆𝑋
üretiminden vazgeçileceği için MDO hesaplanırken başına eksi (-) işareti konulur.
© Özgür Tonus
18
İKT329
Ricardo, karşılaştırmalı üstünlükler teorisinde sabit maliyet koşullarını esas aldığı için ülkede karşılaştırmalı
üstünlük hangi malın üretiminde ise, sahip olduğu tüm kaynakları o malın üretimine yönlendireceğini varsaymıştır.
Dolayısıyla Ricardo modelinde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olunan malın üretiminde tam uzmanlaşma
gerçekleşmektedir.
Şekil 4’te A ülkesinin, ticarete açık olmadığı otarşi durumunda d noktasında üretimi gerçekleştirdiğini
varsayalım. Eğer ülke X malı üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip ise, ticarete açıldıktan sonra tüm
kaynaklarını X malı üretimine yönlendirecek, üretim X’ noktasında gerçekleşecektir. Üretimde sabit maliyetler
koşulu geçerli olduğu için, X malı üretimi ölçeği artışına karşılık üretim maliyetleri sabit kalacaktır. Bu nedenle A
ülkesinde X malı üretiminde tam uzmanlaşma (ihtisaslaşma) gerçekleşecek, üretim X’ noktasına kayacaktır.
Değişen Maliyetler ve Üretim İmkânları Eğrisi
Neoklasiklerin dış ticaret teorisine yaptıkları önemli bir katkı da üretimde sabit maliyetler koşulunun
kaldırılması olmuştur. Neoklasiklere göre bir malın üretimi artırıldığında üretim maliyetleri değişebilir. Fırsat
maliyetlerinin değiştiği bu durumda, üretim imkânlarının şekli de değişecektir. Eğer üretim ölçeği değiştikçe,
maliyetler de değişiyorsa üretim imkânları sınırı bir eğri halini alacaktır. Eğri üzerinde her noktada eğim, bir başka
ifadeyle marjinal dönüşüm oranı farklı olacağı için de üretimi artırma tercihi karşılığında katlanılacak maliyet de
değişecektir.
Artan Maliyetler ve Üretim İmkânları Eğrisi
Üretim ölçeği artırıldığında maliyetler yükseliyorsa artan maliyet veya azalan getiri koşulları söz konusudur.
Bu durumu örneklendirmek için Tablo 7’de A ülkesi için mevcut kaynak kısıtı altında alternatif X ve Y malı üretim
bileşimleri verilmiştir. Gerçekleşebilecek maksimum üretim düzeylerini esas alarak çizilen X’Y’ üretim imkânları
eğrisi de Şekil 5’te sunulmuştur.
Tablo 7: Artan fırsat maliyetlerinde üretim miktarı bileşimleri Üretim noktaları
X Malı
Y Malı
Y'
c
d
e
f
g
X'
0
20
40
60
80
100
120
245
240
230
200
150
80
0
X malı üretiminde
değişim (∆X)
20
20
20
20
20
20
Y malı üretiminde
değişim (∆Y)
-5
-10
-30
-50
-70
-80
Şekil 5: Artan maliyet koşullarında üretim imkânları eğrisi © Özgür Tonus
19
İKT329
A ülkesinde tüm üretim faktörlerini X malı üretimine yönlendirildiğinde üretilebilecek X malı miktarı 120
birim (X’ noktası), Y malına yönlendirdiğinde ise 245 birimdir (Y’ noktası). Y’ noktasında X malı üretimi
gerçekleşmezken, X malı üretimi sabit miktarlarda (∆X=20) artırıldığında, Y malı üretim miktarları sırasıyla c
noktasında 240 birim, d noktasında 230 birim, e noktasında 200 birime gerileyecek, X’ noktasında ise Y malı
üretimi gerçekleşmeyecektir.
Üretim imkânları eğrisi üzerinde Y’ noktasından X’ noktasına doğru ilerlendiğinde her seferinde daha fazla
miktarda Y malı üretiminden vazgeçilmektedir. İşte burada her 20 birimlik X malı üretim artışına karşılık artan
miktarlarda Y malı üretiminden vazgeçilmesi fırsat maliyetinin arttığını göstermektedir. Bu durum Şekil 5’ten de
görüleceği üzere üretim imkânları eğrisinin orijine göre içbükey (konkav) olmasına neden olacaktır. Eğri üzerinde her
noktada eğim (marjinal dönüşüm oranı) farklıdır. Üretim imkânları eğrisinin içbükey olması ilave X malı
üretebilmek için daha fazla Y malı üretiminden vazgeçilmesi gerektiğini gösterir. Ya da ilave Y malı üretebilmek için
daha fazla X malı üretiminden vazgeçilecektir.
Üretim analizinde marjinal dönüşüm oranı fırsat maliyetlerini göstermek için kullanıldığı için, üretim
imkânları eğrisi üzerinde, örneğin e gibi bir noktadaki marjinal dönüşüm oranı e noktasına teğet olarak çizilen
doğrunun eğimidir. Üretim bileşimi değiştirildiğinde örneğin d noktasından e noktasına geçildiğinde katlanılan
fırsat maliyeti Y malı üretimindeki azalışın (∆Y=200-220), X malı üretimindeki artışa (∆X=60-40) oranlanmasıyla
bulunur:
MDO!" = -
∆𝑌 (200-220)
=
=
∆𝑋
(60−40)
- -20
=1
20
Bir ülkede artan maliyet koşullarında üretim yapılıyorsa, dış ticarete açıldıktan sonra karşılaştırmalı
üstünlüğe sahip olunan malın veya sektörün üretim miktarındaki artış üretim maliyetlerinde de artış yaşanması
nedeniyle sınırlı olacaktır. Maliyet artışı, bir malın üretiminden tamamen vazgeçilerek alternatif malın üretiminde
tam uzmanlaşmanın sağlanmasını engelleyecektir. Bu durum kısmi uzmanlaşma ya da eksik uzmanlaşma olarak
adlandırılır. Klasik dış ticaret teorisinde sabit maliyet koşulunda karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olunan malın
üretiminde tam uzmanlaşma gerçekleşirken, Neoklasiklerin ortaya koyduğu artan maliyet koşulu kısmi
uzmanlaşmaya neden olmaktadır.
Azalan Maliyetler ve Üretim İmkânları
Bir malın üretiminde veya bir sektörde üretim ölçeğinin büyümesiyle maliyetlerin azalması durumu da
gerçek hayatta gözlemlenen bir gelişmedir. Teknolojik gelişmeler, firmaların ölçek ekonomilerinden yararlanmaları
gibi faktörler uzun dönemde maliyetlerini düşürmelerine katkı sağlayabilir. Böyle bir durumda maliyet avantajı
sağlayan firmalar piyasada güçlenerek tekelci konuma erişebilirler. Bu ise tam rekabet koşullarının bozulması
anlamına gelecektir ki bu durum Neoklasiklerin temel varsayımlarıyla çelişir. Üretim maliyetlerinin azalması ve
piyasaların tam rekabetten uzaklaşması durumunda dış ticaretin nasıl gerçekleşeceği ilerleyen ünitelerde modern
dış ticaret teorileri kapsamında açıklanacaktır.
Tablo 8’de azalan maliyetler durumunu açıklayabilmek için X ve Y mallarına ilişkin çeşitli üretim bileşimleri
verilmiştir. Bu verilere göre A ülkesi tüm üretim faktörlerini Y malı üretimine yönlendirdiğinde üretebileceği
maksimum Y malı miktarı 280 birim (Y’ noktası), X malına yönlendirdiğinde ise 120 birim (X’ noktası) olacaktır. A
noktasından itibaren X malı üretimi sabit miktarlarda (∆X=20 birim) artırıldığında, Y malı üretim miktarlarından
vazgeçilen miktarlar (∆Y), bir başka ifadeyle fırsat maliyetleri c noktasında 80 birim, d noktasında 60 birim, e
noktasında 50, f noktasında 40 ve g noktasında 30 birim Y malı üretiminden vazgeçmektir. Maliyetin azaldığı bu
koşullarda üretim imkânları eğrisi Şekil 6’da olduğu gibi orijine göre dışbükey (konveks) olacaktır.
Tablo 8: Azalan maliyet koşullarında üretim miktarı bileşimleri Üretim
noktaları
Y'
c
d
e
f
g
X'
X Malı
Y Malı
0
20
40
60
80
100
120
280
200
140
90
50
20
0
X malı üretimi
değişim (∆X)
20
20
20
20
20
20
Y malı üretimi
değişim (∆Y)
-80
-60
-50
-40
-30
-20
© Özgür Tonus
20
İKT329
Şekil 6: Azalan maliyet koşullarında üretim imkânları eğrisi X’Y’ üretim imkânları eğrisi üzerinde Y malı üretimi sabit miktarlarda artırıldığında, giderek azalan
miktarlarda X malı üretiminden vazgeçildiği de görülebilir. İki malın üretiminde de üretim ölçeği artışına karşılık
üretim maliyetleri azalıyor ise bu mallardan birinin üretiminde uzmanlaşma gerekecektir. Uzmanlaşmanın hangi
üretim dalında olacağı ülke dış ticarete açıldığında belirlenir veya izlenen politikalarla belirli üretim dallarında
uzmanlaşma teşvik edilir. Bu nedenle azalan maliyet koşullarında varsayım gereği üretim dallarından birinde tam
uzmanlaşma gerçekleşecektir.
Karşılıklı Talep Kanunu: Teklif Eğrileri
Klasiklerin dış ticareti açıklarken ortaya koydukları ülkelerin iç fiyatlarının farklı olması koşulu ülkeler
arasında verimlilik farklılığına dayanan arz yönlü bir analizdir. Talep koşullarının ihmal edildiği bu yaklaşımda, iki
ülke arasında dış ticaretin gerçekleşeceği fiyatın nasıl belirlendiği konusu cevapsız kalmıştır. Dış ticaret teorisinde
talep koşullarını da analize katan ilk iktisatçılar John Stuart Mill ve Alfred Marshall olmuştur. Mill, Ricardo’nun
analizinde karşılaştırmalı üstünlükler esasına göre kurulacak serbest ticaret ortamında değişim değerinin nasıl
belirleneceğini mallara yönelik talebin şiddetini kullanarak açıklamaya çalışmıştır.
Mill, Ricardo’nun kurduğu iki mal ve iki ülkenin olduğu teorik çerçeve içinde bir ülkede diğer ülkenin ürettiği
mala yönelik talebin bilinmesi durumunda dış ticaretin gerçekleşeceği fiyatın ve ticaret miktarlarının
bulunabileceğini söylemiştir. Mill, dış ticaret yapılacak fiyatın -ki bunu dış ticaret haddi olarak tanımlıyoruz- iki
ülkenin yurtiçi nispi fiyatları arasında oluşacağını söylemesi Ricardo’nun teorisine yaptığı önemli bir katkıdır. Mill,
hiçbir ülkenin yurtiçi fiyatından daha yüksek bir nispi fiyatla ithalat yapmayacağını vurgulamıştır. Karşılıklı talep ile
bir ülkenin ithal edeceği mal karşılığında kendi ürettiği ihraç malından ne kadar vermeye razı olduğu
gösterilmektedir. Eğer bir ülkede ithal malına yönelik talep şiddetli ise karşılığında daha fazla ihraç malı vermeye
razı olacaktır. Karşılıklı iki ülkenin ürettikleri mallara yönelik talep analiz edilirken nispi fiyatlar kullanıldığı için bir
ülkenin diğer ülkeden almak istediği bir birim mal karşılığında ürettiği maldan kaç birim vereceği (teklif ettiği)
gösterilir. Mill’in analizinde iki ülke arasında oluşacak ticaret haddi karşılıklı talep aracılığıyla belirlenir.
J.S. Mill’in ortaya koyduğu karşılıklı talep yaklaşımı daha sonra Francis Ysidro Edgeworth ve Alfred Marshall
tarafından teklif eğrileri yardımıyla geometrik olarak açıklanmıştır. Bir ülkenin teklif eğrisi, çeşitli ticaret hadlerinde
(dış ticaret için nispi fiyatlar), ilave bir birim ithal malı karşılığında, ihraç etmeyi teklif edeceği mal miktarını
göstermektedir. Teklif eğrileri, ithal malına yönelik yurtiçi talebi gösterdikleri için talep eğrisi; karşılığında teklif
edilen ihraç malı üretimini temsil ettiği için ise bir arz eğrisi özelliği sergiler. Dolayısıyla bir teklif eğrisi;
• Teklif edilen ihraç malı miktarını,
• Talep edilen ithal malı miktarını,
• Dıș ticaret hadlerini göstermektedir.
© Özgür Tonus
21
İKT329
Şekil 7: A ülkesine ait teklif eğrisi Şekil 7’de A ülkesinin X malı ihracat teklif eğrisi (Y malı talebi) TEA ile gösterilmiştir. Teklif eğrileri ülkenin iç
fiyat doğrusunun üzerinden başlar. Bir ülkenin ticaret yapmaya istekli olması için yurtiçi fiyatlardan daha ucuza
ithal malını elde edebilmesi veya yurtiçi fiyatından daha yüksek bir fiyata ürettiği malı ihraç edebilmesi gerekir. A
ülkesinde yurtiçi nispi fiyatlar 1Y;4X iken, B ülkesiyle 1Y karşılığında 6X vereceği dış ticarete razı olmayacaktır. Bu
nedenle A ülkesinin teklif eğrisi (TEA) yurtiçi fiyatının (PA) altına inemez.
Teklif eğrileri, iç fiyat doğrusundan ayrıldıktan sonra giderek dikleşmeye başlar. Ticaret haddi P1 olduğunda 2X;1Y
değişimi söz konusu olacaktır. Bu fiyat A’nın yurtiçi fiyatına göre (4X;1Y) Y’nin daha ucuz olduğu (ihraç malı olan
X’in daha pahalı olduğu) bir fiyattır. Bu nedenle c noktasında 4Y karşılığında 8X teklifinde bulunmaktadır. P2 ve P3
gibi fiyat doğrularının dikleşmesi, X’in Y cinsinden fiyatının arttığını göstermektedir. Örneğin c noktasından d
noktasına hareket edildiğinde A ülkesi 1Y karşılığında yaklaşık 1,3X değişimini (10X;7,5Y) teklif etmektedir. Ticaret
haddi P3 olduğunda ise A ülkesi, ancak 1X;1Y değişimine razı olacaktır. Teklif eğrisindeki kıvrılma ilave ithal malı
karşılığında ihracat için teklif edilen X malı miktarının giderek azaldığını göstermektedir.
Artan ithalat karşısında ihraç malı teklifinin giderek azalmasının iki temel nedeni bulunmaktadır. Birincisi
ülkenin üretebileceği mal miktarı üretim imkânları eğrisiyle sınırlıdır. İhracat için üretim arttırıldıkça, artan maliyet
koşulları fırsat maliyetlerinin yükselmesine neden olacaktır. Bir başka ifadeyle ihraç malının yurtiçi fiyatı
yükselecektir. İkincisi ise ilave ithal malı tüketimi, tüketiciler açısından marjinal faydanın azalmasına (azalan
marjinal fayda kanunu), tüketicilerin bu malla biçtiği değerin düşmesine, yani ithal malının nispi olarak
ucuzlamasına yol açacaktır. Şekil 7’den görüleceği gibi belirli bir ticaret hacmine ulaşıldıktan sonra artan Y malı
ithalatı karşılığında A ülkesinin X malı teklif ettiği miktar neredeyse değişmeyecektir.
Denge Ticaret Haddi
İki ülkeye ait teklif eğrileri aynı düzlemde gösterilerek karşılıklı talep belirlenir. Her ülkenin dış ticaret için
teklifleri yurtiçi fiyat doğrularının üzerinden başlayacaktır. Bir başka ifadeyle her ülke yurt içi fiyatlarından daha
ucuza bir değişim için diğer ülkeye teklifte bulunacaktır. Bu nedenle, dış ticaretin gerçekleşeceği fiyat olan ticaret
haddi Şekil 8’de yer alan iki ülkenin yurtiçi fiyatlarının (PA ve PB) arasında kalan bölgede oluşacaktır. Oluşacak
ticaret haddi A ülkesi için kendi yurtiçi fiyatından (PA) ne kadar uzak, ticaret yaptığı B ülkesinin yurtiçi fiyatına ne
ölçüde yakın ise ticaret kazancı o denli yüksek olacaktır. Ticaret haddinin yurtiçi nispi fiyatlardan uzaklaşması ithal
edeceği Y malının nispi olarak ucuza, ihraç edeceği X malının ise pahalıya değişimini yapacağı anlamına
gelmektedir. Bu açıklamaların tersi de B ülkesi için geçerli olacaktır.
© Özgür Tonus
22
İKT329
Şekil 8: Denge ticaret haddi Şekil 8’de A ve B ülkeleri için arz ve talep koşullarını gösteren teklif eğrileri (TEA ve TEB) d noktasında
kesişmektedir. İki ülkenin karşılıklı taleplerinin kesiştiği d noktasını orijinle birleştiren doğru denge ticaret haddini
oluşturur. Denge dış ticaret haddi, iki ülkeli ve iki mallı bir uluslararası piyasada, ülkelerin birbirlerinden almak ve
birbirlerine satmak istedikleri mal miktarlarını eşitleyen, piyasayı temizleyen değişim oranını göstermektedir. TEA
teklif eğrisi üzerindeki d noktasında A ülkesinin satmak istediği x0 kadar X malı; TEB eğrisi üzerinde B ülkesinin
almak istediği miktar olan x0’a eşittir. Ayrıca d noktasında A ülkesinin ithal etmek istediği y0 kadar Y malı, B
ülkesinin ihraç etmek istediği miktara (y0) eşittir. P0 doğrusunun temsil ettiği nispi fiyat piyasa dengesini sağlamış,
talep edilen miktarla arz edilen miktarı eşitlemiştir.
Eğer ticaret haddi P1 gibi bir nispi fiyat olsaydı A ülkesi bu fiyattan e noktasının gösterdiği gibi x1 kadar X
malı ihracatı karşılığında y1 kadar Y malı talep etmektedir. Ancak B ülkesi P1 fiyatında f noktasından görüleceği
üzere x2 kadar X malı talep etmekte, karşılığında ise y2 kadar Y malı teklif etmektedir. O halde x1x2 kadar talep
fazlalığı varken, y1y2 kadar Y malı arz fazlalığı oluşacaktır. X malına yönelik aşırı talep X’in nispi fiyatının
yükselmesine, Y malının arz fazlalığı da Y’nin X malı cinsinden ucuzlamasına yol açacaktır. Ticaret haddindeki bu
değişim P0 gibi bir fiyatın piyasayı dengeye getirmesine, arz ve talep fazlalıklarının ortadan kalkmasına kadar
sürecektir.
Dış ticaret hadleri, dış ticaret sonucunda elde edilecek kazanç ve kayıpları gösterir. Kazanç veya kayıp, ihraç
edilen malların fiyatındaki değişim ile ithalatı yapılan malların fiyatlarındaki değişime bağlıdır. Bir ülke belirli bir
dönemde, örneğin bir yılda daha önceki yıla göre daha ucuza ihraç edip, daha pahalıya ithalat gerçekleştiriyorsa
söz konusu ülke dış ticaretten bir kayba uğrayacaktır. Bu durum dış ticaret hadlerinin ülkenin aleyhine dönmesi
veya dış ticaret hadlerinde bozulma olarak değerlendirilir. Ticaret hadleri lehine gelişen, iyileşen bir ülke açısından
ithalatı yapılan malların ihraç mallarına oranla ucuzlaması söz konusudur. Aynı miktarda ihraç malı karşılığında
daha fazla ithalatın gerçekleştiği bu durumda ülkenin satın alma gücü artacağı için ekonomik büyümesi de olumlu
yönde etkilenecektir. Dış ticaret hadleri yoluyla, hangi ülkelerle yapılan ticaretin daha kazançlı olduğu, dünya
ekonomisi açısından bakıldığında ise gelişmiş ülkelerle az gelişmiş ülkeler arasında ticaretin hangi grubun lehine
geliştiği gibi analizler yapılabilir.
Dış ticaret hadleri en basit olarak ihracatı yapılan malların birim fiyatındaki değişimi gösteren ihracat fiyat
endeksinin (PX), ithalatı yapılan malların birim fiyatındaki değişimi gösteren ithalat fiyat endeksine (PM) oranı
olarak tanımlanmaktadır. Buna net değişim ticaret hadleri adı verilmektedir ve N=Px/Py×100 formülüyle
© Özgür Tonus
23
İKT329
hesaplanır. Dış ticaret haddinin 100'ün üzerinde bulunması, dış ticarete konu malların ihracat fiyatlarının ithalat
fiyatlarına göre daha yüksek olduğunu gösterir. İhraç edilen malların fiyatı sabitken, ithal edilen malların fiyatının
düşmesi durumunda da net değişim ticaret hadleri ülkenin lehine döner. Ya da her iki endekste de artış varken,
ithalatı yapılan malların fiyatları daha hızlı artmış ise ticaret hadleri ülkenin aleyhine dönmüştür.
Teklif Eğrilerinde Kaymalar ve Ticaret Hadleri
Ülkeler arasında oluşan dış ticaret hadleri birçok faktörden etkilenmektedir. Bu faktörlere örnek olarak
ülkelerin gelir düzeyinin değişmesi, ithal mallarına yönelik talepteki değişiklikler, ihracata yönelik üretim
kapasitesi, ihracatı yapılan malların özellikleri, döviz kurları, dünya mal fiyatlarındaki değişim (petrol, çelik, buğday,
vb.), ülkelerin izledikleri ekonomi politikaları, teknoloji, rekabet sıralanabilir. Ülkeler arasındaki arz ve talep
koşullarındaki değişiklikler, teklif eğrilerinin de değişmesine neden olacaktır. Bu durumun sonucunda ülkeler
arasında ticaret hacmi artacak veya azalacak, dış ticaret haddindeki değişim ülkenin lehine veya aleyhine
olabilecektir.
Bir ülkenin teklif eğrisindeki değişim teklif eğrisindeki kayma ile gösterilir. Kaymanın yaratacağı etkileri
açıklayabilmek için karşılaştırmalı statik analiz yöntemi kullanılır. Bu yöntemde B ülkesinin teklif eğrisinde bir
değişiklik olmayacağı varsayılarak A ülkesinin aynı miktarda ithal malı karşılığında daha az ihraç malı teklif ettiği ve
tersine daha fazla ihraç malı teklif ettiği durumlarda ticaret hacmi ile dış ticaret hadleri üzerinde nasıl etki
yaratacağını açıklanır.
Şekil 9’da sunulan denge durumunda, A ülkesinin teklif eğrisinin TEA, B ülkesinin teklif eğrisi TEB ile kesiştiği
d0 noktasını orijinle birleştiren T0 denge ticaret haddinde y0 kadar ithal malı karşılığında x0 kadar ithal malı değişimi
gerçekleşmektedir.
Şekil 9: Teklif eğrisinde kayma ve dış ticaret hadlerinin ülkenin lehine dönmesi Diğer koşullar sabitken (ceteris paribus), A ülkesinin aynı miktarda ithal malı karşılığında daha az ihraç malı
teklif etmesi durumu teklif eğrisinin TEA1 gibi sola doğru kayması ile gösterilir (Şekil 9). Bu yeni durumda TEA1 teklif
eğrisinin TEB ile kesiştiği noktada denge ticaret haddi T1 olmuştur. Aynı miktarda ithal malı (y0) karşılığında artık
daha az ihraç malı (x0 yerine x1 kadar) teklif edilmektedir. A ülkesinin teklif eğrisi daha da sola kayarak TEA2
konumuna geldiğinde ise denge TEB ile kesiştiği d2 noktasında oluşacaktır. Bu noktadan geçen T2 denge ticaret
haddinde y1 kadar ithal malı karşılığında x2 kadar ihraç malı değişimi gerçekleşecektir. Teklif eğrisinin sola
kaymasıyla ortaya çıkan sonuçlar özetlendiğinde:
© Özgür Tonus
24
İKT329
• A ülkesinin teklif eğrisi sola kaydıkça, giderek azalan ithal malı talebi karșılığında daha az miktarlarda ihraç
malı teklif edilmektedir. Bir önceki duruma göre ticaret hacminde azalmayı göstermektedir. Bir bașka
ifadeyle iki ülke arasında ticaret hacmi daralacaktır.
• Teklif eğrisinde sola kayma ile birlikte denge ticaret haddi T1, T2 gibi A ülkesi için ithal malı Y’nin daha ucuza,
ihraç malı X’in ise daha pahalıya değișiminin yapıldığı nispi fiyatlara dönüșecektir. Denge ticaret haddindeki
bu değișim ticaret hadlerinin A ülkesinin lehine, B ülkesinin ise aleyhine değiștiğini gösterir.
A ülkesindeki önceki duruma göre ithal malına yönelik talebin şiddeti azalmışsa, tüketicilerin tercihleri ihraç
malı olan X’e yönelmişse teklif eğrisi sola kayacaktır. İthal edilen malın yurtiçinde üretiminin artması, dolayısıyla
talebin daha büyük kısmının yurtiçi üretimle karşılanması ithalat gereksinimin azalmasına yol açar. Tüketici
tercihlerinin yurtiçinde üretilen mallara yönelmesi ithal ürün karşılığında daha az miktarda ihraç ürün teklifi
anlamına gelecektir. İthal edilen malın, yurtiçinde üretilmeye başlanmasına ithal ikameci üretim adı verilir.
Ülkemizde ulusal firmalar tarafından cep telefonu üretimi yapılmaya başlandığını ve tüketicilerin de bu ürünleri
tercih etmeye başladığını varsayarsak, Türkiye’nin cep telefonu ithalatının azalması bu duruma örnek olarak
verilebilir.
Şekil 10: Teklif eğrisinde kayma ve ticaret hadlerinin ülkenin aleyhine dönmesi A ülkesinin aynı miktarda ithal malı karşılığında daha fazla ihraç malı teklif etmesi Şekil 10’da gösterildiği
gibi teklif eğrisinin TEA1 gibi sağa kayması ile gösterilir. Bu yeni durumda TEA1 teklif eğrisinin TEB ile kesiştiği d1
noktasında denge ticaret haddi T1 olmuştur. A ülkesi için artan ithal malı talebi (y0’dan y1’e) karşılığında ihraç malı
teklifi de x0’den x1’e kadar artmıştır. Sola kayma devam ettirildiğinde ve A ülkesinin teklif eğrisi TEA2 konumuna
geldiğinde TEB ile d2 noktasında kesişecektir. Bu noktada oluşan T2 dış ticaret haddi ise y1 kadar ithal malı
karşılığında önceki duruma göre daha fazla (x2) ihraç malı teklif edildiğini göstermektedir. Teklif eğrilerindeki sağa
kaymalar ticaret hacminin genişlemesine (artmasına) yol açacaktır. Denge ticaret hadlerinin T1, T2 gibi A’nın yurtiçi
fiyat doğrusuna yaklaşması ise ticaret hadlerinin A ülkesinin aleyhine döndüğünü göstermektedir.
A ülkesinin teklif eğrisinin sağa doğru kayması daha fazla ticaret yapmaya istekli olduğu anlamına
gelecektir. Bu durumda mümkün olan her ticaret haddinde A ülkesi daha fazla ihraç malı arz edecek, buna karşılık
daha fazla ithal malı talep edecektir. Bu durum ticaret hacminin artmasına yol açar. A ülkesinde ithal malına (Y
malı) yönelik talep artışı Y malının fiyatının yükselmesine neden olacaktır. Konuya arz yönünden bakarsak, A
ülkesinin ihraç malı X üretimi artışı veya Y malının yurtiçindeki üretiminde (ithal ikameci üretim) bir daralma benzer
etkileri yaratacaktır. Öyle ise bir ülkede ithal malına yönelik yurtiçi talep artarsa veya yurtiçi talebin daha az kısmı
© Özgür Tonus
25
İKT329
yurtiçi üretimle karşılanırsa teklif eğrisi sağa kayar, ticaret hacmi artarken dış ticaret hadleri ülkenin aleyhine
gelişecektir.
Toplumsal Farksızlık Eğrileri
Neoklasiklerin “fayda-değer teorisi” kapsamında malların değeri tüketicilerin elde edeceği fayda aracılığıyla
belirlenmektedir. Azalan marjinal fayda kanununa göre tüketicilerin bir malın ilave tüketiminden elde edecekleri
marjinal fayda azalmaktadır. A. Marshall’ın önemli katkılar yaptığı bu teorik yaklaşımda tüketicilerin elde ettikleri
faydanın ölçülebilir olduğu varsayılmış ve tüketicilerin tüketim bileşimine ve miktarlarına karar verirken elde
edeceği toplam faydayı en yüksek seviyeye çıkarmayı hedeflediği öngörülmüştür. Tüketicinin elde ettiği fayda
düzeyini gösterebilmek için farksızlık (kayıtsızlık) eğrileri kullanılır. Farksızlık eğrileri, tüketiciye aynı toplam fayda
düzeyini sağlayan çeşitli mal tüketim bileşimini göstermektedir. Şekil 11’de i0, i1 ve i2 fayda düzeylerini temsil eden
üç adet farksızlık eğrisi sunulmasına rağmen, iki malın ifade edildiği düzlemin her noktasından bir farksızlık
eğrisinin geçtiği varsayılmaktadır. Sonsuz sayıda farksızlık eğrisi, bu iki malın alternatif tüketim bileşimlerinin
sağlayacağı fayda düzeylerini gösterdiği için tüketicinin zevk ve tercihlerini yansıtmaktadır.
Şekil 11: Farksızlık (kayıtsızlık) eğrileri Farksızlık eğrileri birbirlerini kesmezler. Çünkü her biri farklı bir fayda düzeyini temsil etmektedir. Aynı fayda
düzeyini temsil eden mal tüketimi bileşimleri sadece bir farksızlık eğrisi üzerinde gösterilir. Bu nedenle farksızlık
eğrileri orijinden uzaklaştıkça daha yüksek fayda düzeyini temsil ederler. Şekil 11’deki i2 farksızlık eğrisi i1’e, i1’de
i0’a göre daha yüksek fayda düzeyini temsil eder. i1 farksızlık eğrisi üzerinde c noktasının temsil ettiği x0y0 tüketim
bileşimi ile d noktasının temsil ettiği x1y1 tüketim bileşimi tüketiciye aynı faydayı sağlayacaktır. Tüketici için i1
farksızlık eğrisi üzerinde hangi noktada olunursa olunsun fayda düzeyi değişmeyecek, tüketici kayıtsız kalacaktır.
Tüketici açısından bu farklı mal tüketim bileşimleri aynı fayda düzeyini sağladığı için herhangi bir fark
yaratmayacaktır. Eğrilerin farksızlık özelliği buradan kaynaklanmaktadır. Farksızlık eğrileri bazı kaynaklarda
tüketicilerin kayıtsızlığına vurgu yapılarak “kayıtsızlık eğrileri” olarak da ifade edilmektedir.
i1 farksızlık eğrisi üzerindeki d noktası ile i0 farksızlık eğrisi üzerinde e noktası karşılaştırıldığında, X malı
tüketim miktarları aynı olmasına rağmen e noktasındaki tüketim bileşiminde Y malı tüketimi y2 seviyesine düştüğü
için tüketici açısından elde edilen toplam fayda azalmıştır. Bu nedenle de daha düşük bir fayda düzeyini temsil
eden i0 farksızlık eğrisine geçilmiştir. Fayda maksimizasyonunu amaçlayan tüketiciler en yüksek fayda elde
edebilecekleri mal tüketim bileşimini tercih edecektir. İhtiyaçlarının sonsuz, tüketim arttıkça da elde edilecek
toplam fayda seviyesinin artacağı varsayılmasına rağmen tüketiciler açısından sahip oldukları parasal imkânları
(bütçesi) bir kısıt oluşturacaktır. Bu kısıt altında tüketiciler en yüksek toplam faydayı elde edebileceği mal tüketimi
bileşimine karar verecektir.
© Özgür Tonus
26
İKT329
Farksızlık eğrileri negatif eğimlidir ve orijine göre dışbükeydir (konveks). Negatif eğimli olmaları malların birbirleri
yerine ikame edilebilmesinden kaynaklanır. Örneğin i1 farksızlık eğrisi üzerinde c noktasında iken, X malı tüketimi
artırıldığında aynı fayda düzeyinde kalabilmek için mutlaka Y malı tüketiminin azaltılması gerekecektir. Azalan
marjinal fayda kuralı nedeniyle X malının ilave tüketiminden elde edilecek fayda da azalacaktır. O halde aynı fayda
düzeyinde kalmak için X malı tüketimi arttıkça giderek daha az miktarda Y malı tüketiminden vazgeçilecektir.
Tüketicinin X malı tüketimini ilave bir birim artırmak için vazgeçeceği Y malı tüketimi miktarı marjinal ikame
Δ𝑦
oranı (MİO) olarak tanımlanır. Y malı cinsinden X için marjinal ikame oranı 𝑀İ𝑂!" = − formülü ile hesaplanır. Bir
Δ𝑥
malın tüketimindeki her artış diğerinin tüketimindeki azalma ile ikame edildiği için oranın başına eksi işareti
konulmaktadır. Farksızlık eğrilerinin dışbükey olması, eğri üzerinde hareket edildikçe marjinal ikame oranının
azalmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum azalan marjinal ikame oranı kuralı olarak adlandırılır.
Neoklasiklerin tüketicinin fayda maksimizasyonu yaklaşımında X ve Y malı tüketim miktarlarına karar
verecek olan tüketicinin, sahip olduğu gelir kısıtı altında bu mallardan elde edeceği marjinal faydaları (MUx ve MUy)
mallara biçeceği değeri belirleyecektir. Malların nispi fiyatlarını Px/Py olarak ifade edersek;
!"!
!!
=
!"!
!!
veya
!"!
!"!
=
!!
!!
olacaktır.
Neoklasiklerin mikroekonomide tüketici dengesi için kullandıkları bu aracı dış ticaret teorisinde de
kullandıklarını görüyoruz. Bireylere ait farksızlık eğrilerinden hareketle bir ülkedeki tüketici zevk ve tercihlerini
yansıtan toplumsal farksızlık eğrilerine ulaşılmıştır.
Toplumsal farksızlık eğrileri, bir ülkede belirli bir anda tüketicilere aynı faydayı seviyesini sağlayan mal
bileşimlerini göstermektedir. Toplumsal farksızlık eğrilerinin şekilleri, gelirin değişmediği varsayımı altında o
ülkedeki tüketicilerin zevk ve tercihlerini yansıtır. Bireysel farksızlık eğrilerinde olduğu gibi, toplumsal farksızlık
eğrileri de orijinden uzaklaştıkça daha yüksek fayda düzeyini temsil etmektedir. Bu nedenle tüketicilerin orijinden
daha uzak bir farksızlık eğrisi üzerinde denge sağlaması ülke açısından refah artışı olarak değerlendirilir.
Dış Ticaret ve Denge İktisatta teorik analizlerde genel denge ve kısmi denge analizleri kullanılmaktadır. Ekonomideki tüm birimler
açısından eş zamanlı arz-talep eşitliği durumu genel denge olarak tanımlanır. Genel denge ekonominin tüm
sektörleri arasındaki ilişkileri dikkate alan, ekonominin tamamını göz önünde bulunduran, resmin tümüne bakan
bir analiz türüdür. Genel denge analizlerinde sıkça karşılaştırmalı statik analiz yöntemi kullanılır. Bu yöntemde,
mevcut denge koşulunda bir değişken, örneğin fiyat değişimi sonucunda ortaya çıkan yeni denge durumu
belirlenir. Daha sonra bu yeni denge durumu öncesiyle karşılaştırılarak fiyat değişiminin yarattığı etkiler analiz
edilir. Neoklasik iktisat teorisi genel denge modeline çok önem vermiştir. Buna göre piyasalar tam rekabet
koşullarında işler ve üretilen mal ve hizmetlerin piyasada değişimi varsayım gereği adeta otomatik bir şekilde
gerçekleşir.
Kısmi denge analizinde ise tek bir ürün piyasasında üreticilerin, tüketicilerin veya izlenecek ekonomi
politikalarının etkileri ortaya konulmaya çalışılır. Genel denge analizinde tüm piyasalarda arz, talep ve fiyat
değişimleri bir bütünlük içinde açıklanmaya çalışılırken, kısmi denge analizinde sadece bir malın veya üretim
faktörünün fiyatının piyasada nasıl belirlendiği incelenir. A. Marshall’ın öncülüğünü yaptığı bu analizde, negatif
eğimli talep eğrisi ile pozitif eğimli arz eğrileri kullanmıştır. A. Marshall piyasa fiyatının oluşumunda fayda ve
maliyetin birlikte rolü olduğunu açıklamış; fertlerin belli gelir düzeyi ve gereksinme yapısında talep eğrisini azalan
fayda ilkesinin belirlediğini; arzın ise, maliyete bağlı olduğunu göstermiştir. Marshall’a göre piyasada oluşacak
fiyat kısa dönemde daha çok talebe, uzun dönemde daha çok maliyetlere bağlıdır.
Dış Ticarete Kapalı Bir Ekonomide Genel Denge
İki ülke ve iki malın bulunduğu modeli kullanarak dış ticaretin yapılmadığı bir ekonomide malların üretim
miktarlarını, tüketimini ve malların nispi fiyatı belirleyebiliriz. Genel denge analizinde ekonominin arz yönünü
üretim imkânları eğrisi, talep ise toplumsal farksızlık eğrileri aracılığıyla gösterilmektedir.
İktisadi analizlerde dış ticaretin yapılmadığı durumu tanımlamak için otarşi kavramı kullanılır. Bir ekonominin
kendi kendine yeterli olması esasına dayanan otarşi durumunun tam karşıtı ekonomik özgürlüklerin ve serbest
ticaretin esas alındığı liberal ekonomidir. Dış ticarete kapalı olan bu ekonomide varsayımsal olarak;
© Özgür Tonus
27
•
•
•
•
•
İKT329
Tüketiciler fayda maksimizasyonunu sağlayacaklar,
Tam istihdam koșulları geçerli olacak,
Üretimi gerçekleșen tüm mallar (X ve Y malı) tüketilecek,
Üretim faktörleri ülke içinde hareketli, fakat ülkeler arasında faktör hareketliliği olmayacak,
Tam rekabet koșulları geçerli olacaktır.
Üretim açısından bakıldığında üretim imkânları eğrisi, maliyetlerin minimuma inmesine olanak tanıyan en
uygun üretim faktörü kullanımı sayesinde gerçekleştirilebilecek etkin üretimin sınırını göstermektedir. Şekil 12’de
gösterilen X’Y’ üretim imkânları eğrisi üzerinde yer alan alternatif üretim bileşimlerinden hangisinin seçileceği
genel dengenin konusudur. Burada X ve Y mallarının hangi üretim bileşimi için kaynakların kullanılacağına karar
verilecektir. Genel dengenin diğer boyutu ise tüketimin de etkin bir şekilde gerçekleşmesidir. Tüketicilerin elde
edebileceği fayda düzeylerini, zevk ve tercihlerini ise Şekil 13’te sunulan toplumsal farksızlık eğrileri aracılığıyla
gösterilmektedir. Genel denge analizi hem üretimde hem de tüketimde dağılımın en etkin şekilde gerçekleşeceği
miktarları ve piyasada oluşacak fiyatı belirlememizi sağlar.
Şekil 12: Üretim imkânları eğrisi Şekil 13: Toplumsal farksızlık eğrileri Dış ticarete kapalı bir ekonomide genel dengeyi belirleyebilmek için, üretim imkânları eğrisi ile toplumsal
farksızlık eğrileri Şekil 14’te bir araya getirilmiştir. Bu sayede arz ve talebin bir arada dengeyi nasıl oluşturduğu
incelenir. Tüketiciler açısından tüketim miktarı arttıkça telde edilen toplam fayda düzeyinin artacağı
varsayılmaktadır. Bir başka ifadeyle tüketiciler daima çoğu aza tercih edeceklerdir. Ancak tüketilebilecek
maksimum mal miktarı bu ekonominin üretebileceği mal miktarıyla sınırlıdır. Bu nedenle üretim imkânları eğrisinin
belirlediği sınır, tüketicilerin erişebileceği mal miktarının sınırını oluşturmaktadır. Sonsuz sayıda toplumsal
farksızlık eğrisi bulunmasına rağmen, sadece bir tanesi bu ekonominin üretebileceği maksimum mal bileşimi
sınırına bir noktada değecektir. Bu koşul orijinden en uzak toplumsal farksızlık eğrisinin üretim imkânları eğrisine
teğet olmasıyla sağlanır. Şekil 14’te i1 toplumsal farksızlık eğrisi d noktasında X’Y’ üretim imkânları eğrisine
teğettir. d noktasında üretilen x1 ve y1 mallarının tamamı tüketilmektedir. d noktası aynı zamanda üretim imkânları
sınırı üzerinde bulunduğundan üretimde etkinlik sağlanmaktadır. Otarşi durumunda üretim miktarı tüketime eşit
olmak zorundadır ve hangi miktarda üretim yapılacağı toplumsal farksızlık eğrilerinin temsil ettiği tüketici zevk ve
tercihleri tarafından belirlenir.
© Özgür Tonus
28
İKT329
Şekil 14: Otarşi durumunda denge
Üretim imkânları eğrisi üzerinde bir noktanın eğimi, bir başka ifadeyle marjinal dönüşüm oranı o üretimi
gerçekleştirmenin fırsat maliyetini vermektedir. Eğim, o noktaya teğet çizilen doğru aracılığıyla hesaplanır. Şekil
14’teki PA doğrusu d noktasında hem üretim imkânları eğrisine hem de toplumsal farksızlık eğrisine teğettir. PA
fiyat doğrusunun eğimi aynı zamanda i1 farksızlık eğrisi üzerindeki d noktasının eğimini, bir başka ifadeyle marjinal
ikame oranını (MİO) göstermektedir. Genel denge koşulu marjinal ikame oranının marjinal dönüşüm oranına (MDO)
eşitlenmesidir (MİO = MDO = PX/PY). Böylece ekonomide hem üretim hem de tüketim dağılımında etkinlik
sağlanmaktadır. Dolayısıyla PA fiyatı kapalı bir ekonomide üretilen tüm malların tüketilerek maksimum faydanın
sağlandığı ve kaynakların etkin kullanıldığı üretim düzeyinin gerçekleştiği denge fiyatı olacaktır.
Dış ticarete kapalı bir ekonomide Şekil 15’te gösterildiği gibi dengenin c gibi bir noktada kurulması mümkün
değildir. Çünkü bu ekonomide tüketicilerin i2 toplumsal farksızlık eğrisinin temsil ettiği refah düzeyine eriştirecek
miktardaki X ve Y mallarının tüketimini karşılayacak üretim, fiyat ne olursa olsun gerçekleşmeyecektir. Ancak e
noktası, ülkenin üretebileceği mal bileşimlerini temsil ettiğinden, bu noktalarda denge kurulamaz mı? sorusu
akıllara gelebilir.
Şekil 15’teki e noktası, ülkenin üretim imkânları sınırında yer aldığı için örneğin P1 gibi bir fiyatta üretim
dengesinin kurulabileceğini söyleyebiliriz. Bu noktada gerçekleşen x2 kadar X malı ve y2 kadarlık Y malı üretiminin
bu ekonomide tüketilmesiyle elde edilecek fayda düzeyini ise e noktasından geçen i0 farksızlık eğrisi temsil
etmektedir. i0 toplumsal farksızlık eğrisi i1’e göre tüketiciler için daha düşük bir fayda düzeyini temsil eder.
Tüketiciler açısından fayda maksimizasyonunun esas alındığı genel denge analizinde e noktasında kalıcı ve
istikrarlı bir denge kurulamaz. Çünkü P1 fiyatında tüketicilerin elde edeceği fayda düzeyini temsil eden i2 farksızlık
eğrisine c noktasında teğet olmaktadır. c noktasındaki faydayı elde edebilmek için gereken x1y3 kadarlık mal
üretimi ise bu ekonomi tarafından gerçekleştirilememektedir. Bir başka ifadeyle c noktası ülkenin üretim imkânları
sınırının dışında yer almaktadır. Dikkat edilirse P1 fiyatında tüketicilerin talep ettiğinden x1x2 kadar daha fazla X
malı üretilmekte, ancak tüketiciler de fayda maksimizasyonunu sağlayabilmek için y2y3 kadar daha fazla Y malı
talep etmektedir. Öyle ise mevcut durumda Y malına yönelik aşırı talep söz konusu iken X malında ise arz fazlası
olacaktır. Tüketici talebindeki fazlalık Y malı fiyatının artmasına, X malı arz fazlalığı da X’in Y’ye göre ucuzlamasına
neden olacaktır. X malının ucuzlaması, Y’nin de pahalılaşması, P1 fiyat doğrusunun X eksenine daha yatık hale
gelmesi anlamına gelecektir. Fiyattaki bu değişim üretim ve tüketimin d noktasına doğru kaymasına kadar devam
edecektir.
© Özgür Tonus
29
İKT329
Şekil 15: Kalıcı ve istikrarlı genel denge koşulu Dış Ticarete Açık Bir Ekonomide Genel Denge ve Dış Ticaret Kazancı
Dışa kapalı bir ekonomide tüketicilerin fayda maksimizasyonunu sağlarken en önemli kısıt o ekonomide
üretilebilecek mal ve hizmet miktarıdır. Bir başka ifadeyle kapalı ekonomide gerçekleşebilecek tüketim miktarı o
ekonomide üretilen mal ve hizmet miktarıyla sınırlıdır. Şimdi bu ülkenin serbest ticaret yapabildiğini varsayarak,
tüketicilerin diğer ülkede üretilen malları da talep edip tüketebileceğini düşünelim. Dolayısıyla artık genel denge
analizinde üretimde ve tüketimde dengenin aynı noktada kurulması zorunluluğu ortadan kalkacaktır.
Şekil 16’da X ve Y mallarının üretildiği A ülkesinin üretim imkânları eğrisi X’Y’ olarak verilmiştir. A ülkesinde
üretimin artan maliyet koşullarında gerçekleştirildiği varsayılmıştır. Bu ülkedeki tüketici zevk ve tercihlerini
gösteren toplumsal farksızlık eğrileri ise i0, i1 ve i2 olarak gösterilmektedir. Otarşi durumunda, orijinden en uzak
farksızlık eğrisinin (i0) üretim imkânları eğrisine (Y’X’) teğet olduğu d noktasında kalıcı ve istikrarlı denge
oluşacaktır. Bu noktada ekonomide üretilen tüm mallar tüketilecek ve ekonomi tam istihdamda olacaktır. Kapalı
ekonomi durumunda oluşan yurtiçi nispi fiyatı ise PA doğrusunun eğimi göstermektedir. Özetlersek d noktasında
PA doğrusu üretim imkânları eğrisine teğet olduğu için bu noktada marjinal dönüşüm oranı nispi fiyata eşit
olacaktır. d noktasında aynı zamanda PA doğrusu i0 farksızlık eğrisine de teğettir. O halde i0 toplumsal farksızlık
eğrisi üzerindeki d noktasında marjinal ikame oranı da PA’nın eğimine yani yurtiçi nispi fiyata eşit olacaktır. Bu
söylediklerimiz zaten otarşi durumunda denge koşullarını ifade etmektedir.
A ülkesinin X malı üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğunu varsayalım. Bunun anlamı A
ülkesinde X malı nispi olarak daha ucuz, Y malı ise pahalıdır. A’nın ticaret yapmaya istekli olacağı fiyat Y malını
yurtiçi fiyatından daha ucuza alabileceği, X’i de pahalıya satabileceği bir fiyat olacaktır. Dış ticaretin hangi fiyattan
gerçekleşeceği, iki ülkedeki tüketicilerin karşılıklı talebi aracılığıyla belirlenecektir.
PU gibi bir fiyatın denge ticaret haddi olduğunu varsayarak, ticarete açılmanın A ülkesinde ne gibi etkiler
yaratacağını açıklamaya çalışalım: PU fiyatı ülkenin ticaret yapmadan önceki iç fiyatı olan PA fiyatıyla
karşılaştırıldığında, X malının Y’ye göre daha pahalı olduğu görülecektir. A ülkesi ticarete açılınca, dış ticaret fiyatı
üretimde ve tüketimde yeni dengelerin kurulmasına neden olacaktır. A ülkesindeki tüketicilerin diğer ülkede
üretilen malları da talep edip tüketebileceği, dolayısıyla artık üretici ve tüketici dengesinin aynı noktada kurulması
zorunluluğunun ortadan kalktığı unutulmamalıdır.
© Özgür Tonus
30
İKT329
Şekil 16: Dışa açık ekonomide denge
Yurtiçindeki üretim miktarı değişmese bile PU fiyatı A ülkesinin ticaretten kazanç sağlamasına yol açacaktır.
Bu kazanç daha düşük PU fiyatından tüketicilerin Y malı tüketebilmeleri nedeniyle oluşur. Çünkü artık ithalat
yoluyla diğer ülkede üretilen Y malına PU fiyatından erişebilmektedir. A ülkesinde üretim miktarı değişmediğini
varsaydığımız için X’Y’ üretim imkânları eğrisi üzerinde d noktasında kalınacak; x0 kadar X malı, yo kadar da Y malı
üretilmeye devam edilecektir. PU fiyatında tüketiciler ise X malının Y’ye göre pahalılaşması sonucunda tüketim
bileşimlerini ve fayda düzeylerini değiştireceklerdir. Şekil 16’da PU fiyat doğrusunun i1 farksızlık eğrisine e
noktasında teğet olduğu görülmektedir. Bu noktada marjinal ikame oranı PU’nun eğimine eşittir. Tüketiciler i1
toplumsal farksızlık eğrisinin temsil ettiği fayda düzeyinde x1 kadar X malı ve y1 kadar Y malı tüketerek
ulaşmaktadır.
Tüketilen mal miktarları ile A ülkesinde üretilen mal miktarları arasında bir farklılık olduğu göze çarpacaktır:
X malı üretimi x0 iken tüketilen miktar bundan daha az, x1 kadardır. Buna karşılık Y malı tüketimi y1, yurtiçi
üretimden (yo) fazladır. PU fiyatından ticarete açılan A ülkesinde yurtiçi üretimden y0y1 kadar fazla gerçekleşen Y
malı tüketimi ithalat yoluyla karşılanmış, buna karşılık X malının yurtiçinde tüketilmeyen x1x0 kadarlık kısmı ihraç
edilmiştir. Bir başka ifadeyle A ülkesi üretiminin x1x0 kadarlık kısmını yüksek dış fiyatlardan ihraç etmiş, tüketiminin
y0y1 kadarlık kısmını ise ucuz dış fiyatlardan ithalatla karşılamıştır. Görüleceği üzere artık A ülkesindeki tüketiciler
tüketimlerini sadece kendi ülkelerinde üretilen mallarla sınırlandırmak durumunda değildirler. Otarşi durumuyla
karşılaştırdığımızda, artan tüketim miktarı orjinden daha uzakta bir toplumsal farksızlık eğrisi üzerinde (i1) tüketim
dengesinin kurulmasına neden olmuştur. Bu durum A ülkesinde refah artışı olarak yorumlanır ve serbest dış
ticaretin değişim kazancı veya tüketim kazancı olarak tanımlanır.
Dış ticaret kazançlarının oluşmasında bir diğer kaynak da ülkedeki üretim miktarının değişmesi, ülkenin
ihraç malı üretiminde uzmanlaşmasıdır. A ülkesindeki üreticiler açısından PU fiyatı PA’ya göre X’in daha pahalı
olduğu fiyattır. Bu nedenle A ülkesindeki üreticiler karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olunan X malını daha fazla
üretmeye başlayacaktır. A ülkesinin üretim imkânları eğrisi artan maliyet koşullarına göre çizilmiştir. Ekonomi tam
istihdamda olduğu için bir malın üretimini artırabilmek için diğerinin üretiminden giderek artan miktarlarda
vazgeçilmesini gerektirecektir. Artan maliyet koşulları A ülkesinde X malı üretiminde tam uzmanlaşmanın
gerçekleşmesine izin vermeyecektir. Dış ticaret fiyatını esas alan A ülkesi üreticileri, marjinal dönüşüm oranını
PU’nun eğimine eşitleyene kadar daha kârlı olan X malı üretimini artırmaya devam edeceklerdir. Grafiksel
analizimizde üretim dengesinin nerede sağlanacağını PU’yu paralel şekilde kaydırarak – paralel kaydırmak eğimin
değişmediği anlamına gelir- fiyat doğrusunun X’Y’ üretim imkânları eğrisine teğet olduğu noktayı bularak
belirleyebiliriz. Şekil 16’da PU fiyatı üretim imkânları eğrisine b noktasında teğettir. Bu noktada A ülkesinin X malı
© Özgür Tonus
31
İKT329
üretimi x1’den x2’ye yükselmiş, buna karşılık Y malı üretimi y0’dan y2’ye gerilemiştir. Dış ticarete açılma sonrasında
A ülkesinde X malı üretiminin x0’dan x2’ye yükselmesi üretimde uzmanlaşma etkisi veya uzmanlaşma kazancı
olarak adlandırılır.
PU doğrusu i2 toplumsal farksızlık eğrisine de c noktasında teğettir. Bu noktada A ülkesinde x0 kadar X malı,
y3 kadar da Y malı tüketilecektir. Ülkede tüketilen Y malı miktarı y2 iken üretilen Y malı y3 kadardır. Gerçekleşen
toplam Y malı tüketiminin y2y3 kadarlık kısmı ithalat yoluyla sağlanmaktadır. b noktasında üretilen X malı miktarı
x2 iken tüketilen X malı x0 kadardır. O halde PU fiyatında x0x2 kadarlık X malını da ihraç etmektedir. Şekil 16’da A
ülkesinin gerçekleştirdiği Y malı ithalatı |ac| uzunluğu, ihracatı ise |ab| uzunluğu göstermektedir. abc üçgeni A
ülkesinin dış ticaret üçgeni olarak tanımlanır. Görüleceği üzere uzmanlaşma sonrasında A ülkesinin refahı daha da
artmış, daha yüksek fayda düzeyini temsil eden i2 toplumsal farksızlık eğrisi üzerinde tüketimde denge
sağlanmıştır.
İki Ülkeli Modelde Dış Ticaret ve Genel Denge
Ricardo modeline göre karşılaştırmalı üstünlükler belirlenirken ülkeler arasındaki nispi fiyat farklılıkları esas
alınır. Nispi fiyatlar ise arz ve talep tarafından belirlenmektedir. Dolayısıyla ülkeler arasındaki fiyat farklılıkları
üretim maliyetlerinden, tüketici zevk-tercihlerinden veya her ikisinden birden kaynaklanabilir. Farklı üretim
maliyetlerine ve tüketici tercihlerine sahip iki ülkeli modelde bu durum farklı üretim imkânları sınırı eğrileri ve
toplumsal farksızlık eğrileri yardımıyla gösterilir.
Şekil 17’de sunulduğu gibi A ülkesi kapalı ekonomi durumundayken denge d noktasında, B ülkesinde ise e noktasında oluşacaktır. Ülkelerin yurtiçi fiyatları PA ve PB şeklinde oluşmuştur. Fiyat doğrularının eğiminden açıkça görüleceği üzere A ve B ülkelerinin nispi fiyatları birbirinden farklıdır. Yurtiçi fiyat farklılıkları iki ülke arasında serbest ticaret yapılabilmesi için yeterli şarttır. PA fiyatı A ülkesinde X malının nispi olarak ucuz, PB fiyatı da Y malının B ülkesinde ucuz bir mal olduğunu göstermektedir. Karşılaştırmalı üstünlüklere göre A ülkesi X malı, B ülkesi de Y malı üretiminde uzmanlaşıp serbest ticaretini yapacaktır. Şekil 17: İki ülkeli modelde dış ticaret kazançları
A ve B ülkeleri serbest ticarete açıldıklarında PU gibi bir fiyatta karşılıklı talepleri buluşmuş ve dış ticaret
haddi oluşmuştur. Bu nedenle şeklin iki bölümünde de PU doğrusu aynıdır. A ülkesi için PU fiyatı X malının Y’ye göre
daha pahalı olduğu bir fiyattır. Bu durumda üretim dengesi d’den b noktasına doğru hareket edecektir. X’in
fiyatının artması, daha kârlı olan X malı üretiminin x0’dan x2’ye yükselmesine yol açacaktır.
PU fiyatında tüketimde denge c noktasında sağlanacaktır. c noktasında tüketiciler pahalılaşan X malının
tüketimini azaltmışlar, x0’den x1’ e gerilemiş, buna karşılık ucuzlayan Y malı tüketimini y0’den y1’e artırmışlardır. A
ülkesinde tüketicilerin X malı tüketimlerini azaltmalarına rağmen Y malı tüketimlerini artırmaları, kapalı ekonomi
© Özgür Tonus
32
İKT329
durumuna göre daha yüksek fayda düzeyini temsil eden i1 farksızlık eğrisi üzerinde dengeye ulaşmalarını
sağlamıştır.
B ülkesi için ise PU fiyatı Y malının X’e göre daha pahalı olduğu bir fiyattır. Bu durumda üretim dengesi e’den
g noktasına doğru hareket edecektir. Y’in daha pahalı olduğu bu fiyatta Y malı üretimi y3’ten y4’e yükselecektir. PU
fiyatında tüketiciler f noktasında dengeye gelecektir. Tüketiciler pahalılaşan Y malı tüketimini y3’ten y5’e azaltacak,
buna karşılık ucuzlayan X malı tüketimini x3’ten x5’e yükselteceklerdir. B ülkesinde de tüketimde denge s1 gibi daha
yüksek bir farksızlık eğrisi üzerinde sağlanmıştır.
Bu yeni üretici ve tüketici dengeleri; A ülkesinin ürettiği x1x2 kadar X malını B ülkesine ihraç ettiğini,
karşılığında y1y2 kadar Y malı ithalatı gerçekleştirdiğini göstermektedir. B ülkesi ise PU ticaret haddinden y4y5 kadar
Y malını ihraç edecek, yurtiçi üretimin karşılayamadığı x4x5 kadar X malını ise A ülkesinden ithal edecektir. A
ülkesinin dış ticaret üçgeni abc, B ülkesinin ise ghf şeklinde oluşacaktır. A ülkesinin ithalatını gösteren |ac|
uzunluğu B ülkesinin ihracatına, |gh|’ye eşit olacaktır. Dış ticaret üçgenlerinin hipotenüsü ise iki ülke arasında
değişimin yapıldığı dış ticaret haddini gösterecektir. Her iki ülkede kapalı ekonomi durumunda ve ticarete
açıldıktan sonra üretim, tüketim dengeleri ile ihracat ve ithalat miktarları Tablo 9’da topluca gösterilmiştir.
Tablo 9: Otarşi ve serbest ticaret koşullarında etkiler
A ülkesi
Üretim
Tüketim
İhracat
İthalat
B ülkesi
Üretim
Tüketim
İhracat
İthalat
Toplam
Üretim
Tüketim
Kapalı Ekonomi
X
Y
x0
y0
x0
y0
0
0
0
0
Serbest ticaret
X
Y
x2
y2
x1
y1
x1x2
0
0
y1y2
x3
x3
0
0
y3
y3
0
0
x4
x5
0
x4x5
y4
y5
y4-y5
0
x0 + x3
x0 + x3
y0 + y3
y0 + y3
x2 + x4
x1 + x5
y2 + y4
y1 + y5
Sonuçta, her ülke nispi olarak daha ucuza ürettiği malın üretiminde uzmanlaşmıştır. Serbest ticaret iki
ülkenin tüketicilerinin daha ucuza X veya Y malı tüketim olanağı sağlamıştır. Böylece serbest ticaret aracılığıyla iki
ülkedeki tüketiciler de daha yüksek refah düzeyini temsil eden farksızlık eğrileri üzerinde dengeye gelmişlerdir.
Neoklasikler bu yolla serbest ticaretin, iki ülkeye de yarar sağladığını, refahını artırdığını ispat etmişlerdir.
Kısmi denge analizi
Kısmi denge analizi aracılığıyla belirli bir piyasada, üretim sektöründe dış ticareti etkileyebilecek faktörlerin
neler olduğu açıklanmaktadır. Bu nedenle öncelikle ilgilendiğimiz piyasaya, sektöre yönelik arz-talep eğrilerini
kullanmamız gerekecektir. Kısmi denge analizinin genel dengeden en önemli farkı sadece tek bir mal veya o
üretim dalı incelenmekte, fiyat değişimlerinin ne gibi etkiler yaratacağı açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle
ekonominin diğer alanındaki değişimler ceteris paribus varsayılarak sadece arz ve talepteki değişimin yaratacağı
etkiler inceleme kapsamına alınır. Bir malın talebini falın fiyatı, tüketicinin geliri, o malın yerine tercih edebileceği
malların fiyatı (ikame mallar), tüketicinin zevk ve tercihleri belirlemektedir. Tüketici taleplerinin toplamı ise bir
ekonomide o mala ilişkin toplam talebi oluşturmaktadır.
Tüketici Artığı
Kısmi denge analizinde kullanacağımız negatif eğimli talep doğrusu Şekil 18’de sunulmuştur. A ülkesinde
belirli bir dönemde (örneğin 1 yılda) talep edilen X malının fiyatı 2.000 $ iken 40 bin adet, fiyat 1.000 $’a
düştüğünde ise 65 bin adete yükselmektedir. Talep doğrusu üzerindeki bu hareketin kaynağı fiyat değişimidir.
Fiyatlar yükseldiğinde ise tüketici tercihleri ikame mallara kaymakta, talep edilen miktar azalmaktadır. X malının
piyasada oluşan fiyatını tüketiciler veri olarak kabul etmektedir. Talep eğrisi, X malının fiyatı 2.000 $ iken 40 bin
adet X malı talebi olmasına rağmen, daha yüksek fiyatlarda da bu malı tüketmeye razı olan tüketicilerin varlığını
© Özgür Tonus
33
İKT329
göstermektedir. Çünkü X malının talep eğrisi, tüm tüketicilerin çeşitli fiyatlardan satın almak istedikleri X malı
miktarlarını göstermektedir. Piyasa fiyatının üzerindeki fiyatlarda söz konusu malı satın almaya razı olan
tüketicilerin, bu malı piyasa fiyatından elde etmeleriyle oluşan kazanç tüketici artığı (rantı) olarak tanımlanır. Şekilde
piyasa fiyatı 2.000 $ olduğunda 40 bin adet X malı için 80 milyon dolar ödenmektedir (t+u alanının toplamı). 2.000
$’ın üzerinde fiyata razı olan tüketiciler oluşan piyasa fiyatı üzerinden c alanı kadar tüketici artığı elde etmişlerdir.
Bu alanı hesapladığımızda ½ x ((3.600-2.000) x 40.000)= 32 milyon $’dır.
Tüketici artığı-rantı piyasa fiyatındaki değişmelerin tüketiciyi nasıl etkilediğini analiz etmek için kullanılır.
Örneğin X malının fiyatı 2.000 $’dan 1.000$’a düşerse tüketici artığı c+t+d alanlarının toplamına eşit olacaktır.
Piyasa fiyatı 1.000$ olduğunda toplam tüketici artığı t+d alanı kadar (52.5 milyon $) artarak 84.5 milyon $’a
yükselecektir.
Şekil 18: X malı talep eğrisi
Üretici Artığı
Şekil 19’da ise X malı piyasası arz eğrisi sunulmaktadır. Bu eğri belirli bir zaman diliminde diğer koşullar
sabit iken çeşitli fiyatlarda üretimi yapılıp satılmak istenen X malı miktarlarını göstermektedir. Pozitif eğimli arz
eğrisi, arzı etkileyebilecek diğer faktörler değişmezken, fiyat arttığında arz edilen miktarın arttığını gösterir.
Rekabetçi bir piyasada oluşan fiyatı esas alan firma, ürettiği ilave bir birim malın satışı ile elde ettiği getirinin bu
ilave üretimin maliyetinden yüksek olması durumunda üretimini artırmaya devam edecektir. İlave üretimin
maliyeti, üretimde kullandığı girdilere (emek, sermaye, toprak, hammadde) bağlıdır. Şekil 19’da X malının fiyatı
1.000$’dan 2.000$’a yükseldiğinde üretim miktarının da 15.000’den 40.000’e yükseldiği görülmektedir. Fiyat
değişimlerine karşılık arz miktarının ne ölçüde değiştiğini fiyat esnekliği yardımıyla gösterebiliriz. Bir başka ifadeyle
X malı arz doğrusunun eğimi fiyattaki 1 birimlik değişime karşılık arz edilen miktardaki değişimi gösterecektir.
Şekil 19: X malı arz eğrisi
© Özgür Tonus
34
İKT329
Şekil 19’da çizilen arz doğrusu piyasa fiyatının 400$’ın üzerinde olması koşuluyla bu ülkedeki üreticilerin X
malı üretmeye başlayacaklarını göstermektedir. Fiyat 1.000$ olduğunda ise üretim miktarı artacak, 15.000’e
yükselecektir. Fiyat 1.000$ olmasına rağmen, daha düşük fiyatlarda da üretim yapmaya razı olan firmaların
bulunması üretici artığının oluşmasına yol açar. Şekil üzerinde 1.000$ fiyatında üretici artığı, bu üretimden elde
edilen hasılatla (e+z alanı), üretimin maliyeti (z) arasındaki fark ile gösterilmiştir. e üçgeninin alanı ile ifade
ettiğimiz üretici artığı: ½ * [(1.000-400)*15.000]=4.5 milyon $ olarak hesaplanır.
Üretici rantı fiyat değişimlerinin üreticiler üzerindeki etkilerini anlamamıza yardımcı olur. Örneğin fiyat
2.000$’a yükselirse, firmalar açısından daha çok kar elde edebilecek olmaları üretimlerini artırmalarına yol
açacaktır. Bu durumda üretici artığı w+v alanı kadar artacaktır.
Dış Ticaretin Olmadığı Durumda Kısmi Denge
Şekil 20’de A ülkesinde X malına yönelik kısmi denge analizi sunulmaktadır. X malı piyasasının tam rekabet
koşullarında çalıştığı, üreticilerin kârlarını tüketicilerin de faydalarını maksimize edecekleri varsayılmaktadır. A
ülkesinde X malı ihracatı veya ithalatı yapılmamakta, dolayısıyla yurtiçi fiyat yurtiçi üreticilerin arzı ile yurtiçi talebi
dengelemektedir. Tüketici teorisinden hatırlayacağınız üzere, tüketicinin X malı tüketimini etkileyen temel
faktörler X’in fiyatı, zevk ve tercihler, X’i ikame edecek ürünlerin fiyatları ve tüketicinin geliridir.
Şekil 20: Kapalı ekonomide X malı piyasasında denge
X malı piyasası dış ticarete açık değilse, denge yurtiçi arz ve talebin kesiştiği piyasa fiyatında oluşacaktır.
2.000$ fiyatında 40.000 adet X malı üretilecek ve tüketilecektir. Bu piyasadaki tüketiciler c alanı kadar tüketici
artığı, h alanı kadar ise üretici artığı elde edeceklerdir. Üretici ve tüketici artıkları birbirlerine eşit olmamakla birlikte
pozitif seviyededir.
Şu ana kadar sunulan analizde ülke serbest ticarete açılmamış, bir başka ifadeyle X malının yurt dışından
ithal edilmesi veya ihracatı söz konusu değildir. Bu nedenle tüketiciler ancak ülkede üretilen X malı kadar tüketim
gerçekleştirebilecektir. Kısmi denge analizi aracılığıyla X malının serbest ticareti gerçekleştiğinde ülkedeki üretici
ve tüketicilerin bu yeni durumdan nasıl etkileneceklerini açıklamak mümkündür.
A ülkesinde X malının dış ticareti serbestleştirildiğinde, A ülkesinin yurtiçi fiyatıyla (PA) (örneğimizde 2.000$) X malının dünya piyasasındaki fiyatını (PU) karşılaştırmak gerekecektir. Eğer A ülkesinin yurtiçi fiyatı X malının dış piyasa fiyatından küçükse (PA<PU) A ülkesi X malını dış piyasalara ihraç edecektir. Yurtiçi üreticiler daha yüksek olan PU fiyatından diğer ülkelerdeki tüketicilere X malını satmak isteyeceklerdir. Tersi durumda PA>PU ise A ülkesi X malı ithalatçısı olacak, A ülkesindeki tüketiciler daha düşük fiyattan diğer ülkelerden X malı almak isteyecektir. © Özgür Tonus
35
İKT329
Dünya Fiyatları ve Karşılaştırmalı Üstünlükler
Yukarıda yaptığımız yurtiçi fiyatla dünya fiyatlarının karşılaştırılması aslında A ülkesinin X malında
karşılaştırmalı üstünlüğünün olup olmadığının belirlenmesidir. Serbest ticaretin yaratacağı etkileri analiz etmeye
başlamadan önce, A ülkesinin dünya X malı piyasasını etkileyemeyecek küçük bir ülke olduğunu varsaymamız
gerekmektedir. A ülkesi dünyada X malının fiyatını belirleyebilecek bir ülke değildir. A ülkesi, dünya X malı
piyasasında oluşan fiyatı kabul edecektir. Küçük ülke ya da önemsiz ülke kavramı ülkenin ekonomik, coğrafi veya
nüfus büyüklüğüyle ilgili değildir. Ülkenin dünya piyasasında belirli malların fiyatının oluşumunda ne derece etkili
olduğu önemlidir. Örneğin Brezilya, Kolombiya gibi ülkeler dünya kahve piyasasında büyük ülkelerdir. Benzer
şekilde Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü ya da kısaca OPEC üyesi ülkeler ham petrol fiyatını etkileyebilecek
büyüklükte ülkelerdir. Talep yönünden bakıldığında ise örneğin Çin’den kaynaklanan talep artışı uluslararası
piyasalarda demir, petrol, kömür gibi birçok malın fiyatı üzerinde etkili olmaktadır.
A ülkesinde X malı için kısmi denge analizinde ilk önce A ülkesinin yurtiçi fiyatının, dünya fiyatlarından
yüksek olduğu durumu (PA>PU) inceleyelim: A ülkesi X malının dış ticaretini serbestleştirirse, daha düşük olan PU
fiyatından bu malı ithal etme olanağına kavuşacaktır. Şekil 21’de X malının dünya piyasasındaki fiyatının PU
=1.000$ olduğu varsayılmıştır. A’nın dışındaki diğer tüm X malı ihracatçısı ülkelerin PU fiyatından sınırsız miktarda
X malı üretebildiğini gösterebilmek için arz doğrusu (SF) tam esnek, yatay bir doğru olarak çizilmiştir.
A ülkesinde X malının dış ticareti serbest olduğuna göre, daha düşük olan dünya fiyatlarını esas alarak
üretici ve tüketici tercihleri gerçekleşecektir. Dış ticaret durumunda fiyatı etkileyecek taşıma maliyetleri gibi
faktörlerin etkisini yok varsayarak, ülkeler arasında fiyat farklılığı ortadan kalkacak, X malının tek bir fiyatı
olacaktır. Bir başka ifadeyle A ülkesinde X malını talep edenler PU fiyatından daha fazla ödemek istemeyecek, X
malını arz edenler de PU’nun altında bir fiyatı kabul etmeyecektir. A ülkesinde yurtiçi fiyatların dünya fiyatlarına
eşitlenmesi (PA=PU) yurtiçi arz ile talep arasında farklılığa neden olacaktır.
Şekil 21: İthalatçı ülke ve dış ticaret
PU fiyatında A ülkesinde X malı arzı 15.000 adete düşecek, buna karşılık fiyat düştüğü için talep edilen
miktar da 65.000 adete yükselecektir. A ülkesindeki X malı arz ve talebi arasındaki farka rağmen, denge
sağlanmaktadır. Çünkü talep fazlalığı, PU fiyatından diğer ülkelerden gerçekleştirilen ithalat yoluyla karşılanmıştır.
Dolayısıyla 65.000-15.000 = 50.000 adet X malı, A ülkesi tarafından ithal edilmiştir.
İthalat yoluyla daha düşük olan PU fiyatından X malını tüketebilmeleri A ülkesindeki tüketicilerin lehine
olacaktır. Şekil 21’den görüleceği üzere fiyat PA iken tüketici artığı c alanı kadar iken, fiyat PU’ya düştüğünde
tüketici artığı a+b+c+d alanı kadar olacaktır. Bu durumda tüketici artığı a+b+d alanı kadar artmıştır.
Buna karşılık A ülkesindeki üreticiler fiyatların PA’dan PU’ya düşmesi sonucunda kayba uğrayacaklardır. X
malının fiyatı PA iken üretici artığı a+e alanı kadar iken, fiyat PU’ya düştüğünde üretici artığı e alanı kadar olacaktır.
Bu durumda üretici artığı a alanı kadar azalmıştır.
© Özgür Tonus
36
İKT329
Bu örneğimizde A ülkesinde X malı ticaretinin serbestleşmesi tüketici artığının a+b+d alanı kadar artmasına,
üretici artığının ise a alanı kadar azalmasına yol açmıştır. Aslında ülke içindeki üretici ve tüketici kesimlerin
refahlarındaki değişimleri birbiriyle karşılaştırmak çok doğru olmamakla birlikte X malının serbest ticaretinin
yaratacağı net etki kazanç-kayıp farkına bakılarak değerlendirilir. A ülkesi için oluşacak net etki üretici ve tüketici
artığındaki net değişimi gösteren b+d alanıdır.
Tablo 10: Dış ticaretten sonra ithalatçı ülke refahında değişim
Tüketici rantı
Üretici rantı
Toplam
Ticaretten önce
c
a+e
a+c+e
Dış ticaret sonrası
a+b+c+d
e
a+b+c+d+e
Net Değişim
+(a+b+d)
-a
+(b+d)
Eğer ticarete açılmadan önce A ülkesinde yurtiçi fiyatlar (PA) dünya fiyatlarından (PU) düşük ise A ülkesi X
malını ihraç edecektir. Şekil 22’de görülebileceği gibi A ülkesinin yurtiçi fiyatı 2.000$ iken, dünya piyasasında X
malının fiyatı 2.400$’dır. A ülkesi ticarete açıldıktan sonra, daha düşük fiyattan ürettiği X malına diğer ülkelerden
de talep gelecektir. Talebin artması A ülkesinde de fiyatların yükselmesine yol açacaktır. Fiyat artışı A ülkesinde X
malının fiyatının dünya fiyatlarına (PU=2.400$) eşitlenmesine kadar devam edecektir. A ülkesinde fiyatların
yükselmesi X malı talebinin 30.000 adete gerilemesine yol açacaktır. Buna karşılık artan fiyattan A ülkesinde X
malı arzı 50.000 adete çıkacaktır. A ülkesindeki üretimin yurtiçi talebi aşan kısmı (50.000-30.000=20.000 adet)
ihraç edilecektir.
Şekil 22: İhracatçı ülke ve dış ticaret
Dış ticarete açıldıktan sonra daha X malının fiyatının PU’ya yükselmesi A ülkesindeki tüketicilerin aleyhine
olacaktır. Şekil 22’den görüleceği üzere fiyat PA iken tüketici artığı a+b+c alanı kadar iken, fiyat PU’ya yükseldiğinde
tüketici artığı c alanı kadar olacaktır. Bu durumda tüketici artığı a+b alanı kadar azalacak, üretici artığı ise fiyatların
PA’dan PU’ya yükselmesi sonucunda artacaktır. X malının fiyatı PA iken üretici artığı e alanı kadar iken, fiyat PU’ya
yükseldiğinde üretici artığı a+b+d+e alanı kadar olacaktır. Bu durumda üretici artığı a+b+d alanı kadar artmıştır. X
malının ihracatını gerçekleştiren A ülkesi refahındaki değişim Tablo 11’de özetlenmiştir.
Tablo 11: Dış ticaretten sonra ihracatçı ülke refahında değişim
Ticaretten önce Dış ticaret sonrası Net Değişim
Tüketici rantı a+b+c
c
- (a+b)
Üretici rantı
e
a+b+d+e
+ (a+b+d)
Toplam
a+b+c+e
a+b+c+d+e
+(d)
© Özgür Tonus
37
İKT329
A ülkesinin X malının ihracatını yaptığı bu yeni durumda tüketici artığı a+b alanı kadar azalırken, üretici artığı
ise a+b+d alanı kadar artmıştır. A ülkesi için oluşacak net etkinin büyüklüğü üretici ve tüketici artığındaki net
değişimi gösteren d alanıdır.
Kısmi denge analizi, bir üretim dalı serbest ticarete açıldıktan sonra fiyattaki değişim karşısında üretici ve
tüketici artığındaki değişimlerin ne yönde ve hangi büyüklükte olacağını gösterir. Bir genelleme yapmak gerekirse
daha düşük fiyattan ithalat yapmak tüketici artığının artmasına, üretici artığının ise azalmasına yol açmaktadır.
Grafikler üzerinde, üretici ve tüketici artığındaki değişimleri gösteren alanların büyüklüğü arz ve talep doğrularının
esnekliği ile bağlantılıdır. Üretici artığındaki azalmanın üreticilerin kârlarının azaldığı anlamına gelmeyeceği akılda
tutulmalıdır.
Kısmi denge analizinde bir malın yurtiçi fiyatıyla, dünya piyasasındaki fiyatı arasındaki fark ticaretin yönünü
ve üretici ile tüketici artığının dağılımını belirler. Bazı durumlarda taşımacılık maliyetleri, döviz kurları veya malın
ithalatında uygulanan gümrük vergisi gibi düzenlemeler bu fiyat farklılığının ortadan kalkmasına yol açar.
Hükümetler, dış ticaret politikası araçlarını kullanarak bazı malların ithalatını zorlaştırabilir veya daha maliyetli hale
gelmesini sağlayabilir. Örneğin bir malın ithalatında uygulanan gümrük vergisini artırmak yoluyla ithal malı daha
pahalı hale getirebilir. Bu sayede ithal malın bir benzerinin yurtiçindeki üreticiler tarafından üretilmesini,
tüketicilerin de bu malı tercih etmesini teşvik edebilir. Yurtiçinde yeni gelişmeye başlamış sektörlerin
güçlenebilmesi için belirli bir süre dış rekabete karşı koruma sağlamak amacıyla da bu tür politikalar izlenebilir.
Elbette ekonomi politikasındaki bu tercih yurtiçi üreticilerin lehine bir sonuç yaratırken, tüketicilerin dünya
fiyatlarından daha pahalıya bu malı tüketmelerine yol açacaktır. Bu nedenle kısmi denge analizi her bir mal ya da
üretim dalı (sektör) için dış ticaret sonucunda oluşacak etkilerin analizine olanak sağlamaktadır.
Günümüzde bir malın dış ticaretinin yapılıyor olması, sadece ülkeler arasındaki fiyat farklılığıyla açıklanamaz.
Tüketici tercihleri, kalite, satış sonrası hizmetler gibi birçok faktör ticaretin oluşmasında etkilidir. Örneğin
ülkemizde beyaz eşya üreten birden fazla firma olmasına rağmen tüketicilerin ithal mallara yönelik talebi
nedeniyle birçok farklı marka beyaz eşyanın ithalatı yapılmaktadır. Üstelik tüketiciler bazı durumlarda daha pahalı
olmasına rağmen ithal ürünü tercih etmektedir. Bu nedenle kısmi denge analizinde bir mal için çizilen sonsuz
esnekliğe sahip arz eğrisi aslında çok da gerçekçi bir varsayım değildir. Kitabınızın ilerleyen bölümlerinde yer alan
dış ticareti açıklamaya yönelik modern yaklaşımlar ülkeler arasında bu tür ticaretin nedenlerini açıklamaya
çalışmaktadır.
Burada sıkça duyduğunuz rekabet kavramı karşımıza çıkmaktadır. Dış ticarete açık bir ülkede, ihracata
yönelik üretim dallarının rekabetçi olmaları gerekir. En az rakip malların kalitesinde ve tanınmış, markalaşmış
ürünler, fiyat açısından da dış pazarlarda tüketiciyi cezbederse ülkenin ihracat potansiyelini artırması mümkün
olacaktır. Yoksa sadece daha ucuza satıyor olmak ihracatın artması için yeterli şart değildir. Bir ülke için rekabet
gücü, serbest piyasa koşullarında, bir ülkenin reel milli gelirini artırmasına paralel olarak diğer ülkelerdeki üreticiler
ile rekabete dayanabilecek mal ve hizmet üretebilme yeteneğidir. Uluslararası rekabet gücü kavramı, iki temel
faktöre dayanmaktadır. Bunlardan ilki, malın fiyatına ve kalitesine dayanan uluslararası piyasalarda rekabet
edebilme gücü, ikincisi ise uzun dönemde daha düşük maliyetlerle üretim yapabilmenin sağladığı rekabet gücüdür.
Özellikle fiyat rekabeti açısından bakıldığında rekabetçiliği etkileyen temel faktörler arasında aşağıdakiler ön plana
çıkmaktadır:
• Enflasyon: Yurtiçi enflasyon ticaret yapılan ülkelerin enflasyonundan daha yüksek seyrederse, ihracatı söz
konusu olan mallar nispi olarak pahalılașacaktır. Diğer taraftan ithal malların nispi olarak ucuzlaması da
ülkenin dıș ticaret dengesi üzerinde olumsuz etki yaratır. Ucuzlayan ithal malları ithalatı cazip hale getirecek,
ithalatın hızlı artıșıyla dıș ticaret dengesi bozulacaktır.
• Döviz kuru: Döviz kurlarındaki artıș yurt içinde üretilen malların dıș pazarlarda nispi olarak ucuzlamasına yol
açar. Tersine ithal malların nispi olarak ucuzlaması da ithalatın cazip hale gelmesini sağlar. Bazı ekonomiler
rekabet güçlerini koruyabilmek için yapay olarak ulusal paralarının değerini, olması gerekenden daha düșük
seviyede tutabilirler. Örneğin günümüzde Çin’in Yuan’ın değerini düșük seviyede tutarak ihracatını daha
rekabetçi hale getirdiği iddia edilmektedir. Basit bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’de ürettiği gömlekleri
birim bașına 5€’ya ihraç eden bir firma döviz kurlarının 1€=3.50¨’den 1€=4.50¨’ye yükselmesiyle ¨ cinsinden
daha çok hasılat elde edecektir.
• Verimlilik: Ülkeler arasındaki verimlilik farklılıkları uluslararası ticarette karșılaștırmalı üstünlüğün en önemli
belirleyicisidir. Nitelikli ișgücü ve teknoloji, verimlilik artıșının temel kaynağıdır. Örneğin Türkiye’nin de üyesi
© Özgür Tonus
38
İKT329
olduğu Ekonomik İșbirliği ve Kalkınma Teșkilatı (OECD), ulusal rekabet gücü göstergesi olarak birim ișgücü
maliyetlerini ve tüketici enflasyonuna bağlı olarak hesaplanan reel döviz kuru değișimlerini kullanmaktadır.
• Vergi oranları: Her ülkenin ulusal mevzuatlarla düzenlediği vergi oranları rekabetçilik üzerinde etkilidir.
Örneğin istihdam üzerinden alınan vergilerin yüksek olması emek birim maliyetlerinin artmasına yol
açacaktır. Benzer șekilde șirketlerin karșılaștığı yüksek oranlı vergiler maliyetlerinin artmasına yol açacaktır.
• İș yapma kolaylığı: Yatırımcıların, girișimcilerin bir ülkede faaliyetlerini gerçekleștirebilmek için uymak
zorunda oldukları düzenlemelerin, mevzuatın çok olması daha yüksek maliyetlere ve daha düșük rekabet
gücüne sahip olmalarına yol açtığı genel kabul görmektedir.
Dünya Bankası her yıl yayınladığı “İş Yapma Kolaylığı Endeksi” aracılığıyla ülke ekonomilerini iş yapmak için
uygun ortama sahip olma ölçütlerine göre sıralamaktadır. İş yapma ortamı için belirleyici yasal düzenlemelerin,
farklı iş adımları için şirketlerin algısına göre kolaylaştırıcı olup olmadığı ölçülmekte, elde edilen veriler
sayısallaştırılarak tüm ülkeler için bir endeks haline getirilmektedir. İş Yapma Kolaylığı 2017 raporunda, iş
ortamının verimliliğine ilişkin küresel ülke sıralamalarında birinci sırada Yeni Zelanda yer alırken, Singapur ikinci
sırada yer almıştır. Bu ülkeleri Danimarka, Hong Kong, Güney Kore, Norveç, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri,
İsveç ve Makedonya takip etmiştir. Türkiye’nin 137 ülke arasında 65. sırada yer aldığı görülmektedir.
Benzer bir endeks de Dünya Ekonomik Forumu (World Economic Forum: WEF) tarafından yayınlanan
“Küresel Rekabet Edebilirlik Endeksi”dir. 140 ülke rekabet gücü açısından bu endeks aracılığıyla sıralanmaktadır.
Örneğin 2016 yılı için yapılan sıralamada ilk sırada İsviçre, ikinci sırada Singapur, üçüncü sırada ise ABD yer
almıştır. Rekabet gücünde ilk 10 sırada sırasıyla Almanya, Hollanda, Japonya, Hong Kong, Finlandiya, İsveç ve
İngiltere yer almaktadır.
• Altyapı imkânları: Özellikle ulaștırma maliyetleri rekabet gücü üzerinde etkili olmaktadır. Maddi altyapı
imkânları olan su, enerji, kanalizasyon, bilișim gibi alt yapı olanakları ișletmelerin üretim maliyetlerini
etkilemektedir. Sosyal altyapı imkânları olarak eğitim, sağlık ve finans sistemleri büyük önem tașımaktadır.
Kurumsal altyapı ise mülkiyeti koruyan, piyasaların etkin ișleyișini sağlayan hukuk düzenini kapsamaktadır.
Günümüz dünya ekonomisinde büyük markalar, çok uluslu şirketler üretim maliyetlerini daha düşük
seviyelere indirebildikleri ülkelerde yatırım yaparak üretimlerini gerçekleştirmektedir. Ücret seviyesinin
düşüklüğünün yanında hammaddeye erişim, enerji, taşımacılık gibi maliyetlere daha az katlanılarak gelişmekte
olan ülkelerde gerçekleştirilen aynı marka altındaki üretim, dünyanın her ülkesine ihraç edilmektedir. Örneğin
merkezi ABD’de bulunan bir spor malzemeleri üreticisi marka, başta Endonezya, Tayvan olmak üzere birçok AsyaPasifik ülkesinde üretim yapmakta; bu sayede hem maliyet avantajından yararlanmakta hem de gelişen büyük
pazara yakın olmanın avantajını kullanmaktadır.
Günümüz dünya ekonomisinde bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde tüketiciler bir
ülkedeki üreticilere bağımlı kalmayıp, dünya piyasası içinden tercih yapma imkânına sahiptir. Benzer şekilde
üreticiler de daha geniş bir pazara üretim yapma olanağına kavuşmuşlardır. Taşımacılık maliyetlerinin azalması,
farklı coğrafi konumlar arasında malların nakliye maliyetlerinin düşmesine yol açarken, teknolojik gelişmeler de
üretim süreçlerini parçalayıp her bir aşamanın farklı ama birbirleri ile iletişim içindeki bölgelerde yürütülmesine
olanak vermektedir. Örneğin bir otomobilin çeşitli parçaları farklı ülkelerde üretilip en son montajı bir ülkede
gerçekleşebilmektedir. Bu nedenle ihracatı sadece bir firmanın tek bir ülkenin sınırları içinde ürettiği malları dış
pazarlara satışı olarak değerlendirmemek gerekir. Günümüzdeki yeni üretim yapısında, mal tüketiciye sunulmadan
önce –nihai ürün haline gelmeden- uluslararası sınırları üretimin farklı aşamalarında birkaç defa geçebilmektedir.
Bu durum dünya ticaret hacminin daha yüksek seviyelere ulaşmasına olanak vermektedir.
© Özgür Tonus
Download