şiddet ve hekimlik ŞİDDETE MESLEKİ TANIKLIKLARIN YARATTIĞI TRAVMA Bu yazı, 10. Adli Bilimler kongresinde “Travmanın Adaletsizliğinin Adli Psikiyatrik Yönü” başlıklı panelde yapılan konuşmanın içeriğinden hazırlanmıştır. Konuşma hazırlanırken, şiddetle ilgili mesleki tanıklıklar gözden geçirilmiştir. Bu esnada, şiddete tanıklığın yarattığı travma ve mesleki yaşantıların yaşam üzerine olumsuzluklarına farkındalık daha da artmıştır. “Travmanın adaletsizliği” başlığı üzerinde düşünürken, travmanın ya da şiddetin adaleti olur mu? Sorusu aklıma geldi. Belki kendini savunma ya da daha büyük zararı önleme adına yapılanlar hariç tutularak şiddetin adaletinin olamayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu çerçevede “Adaletsizliğin travması, acımasızlığın travması” başlıkları da düşünülebilir. Kongre düzenleme kurulu bu paneli hazırlarken ya da paneli dinlemeye gelecekler, ne düşündüler, hangi beklenti içindeler birebir bilme şansı yok, muhtemelen beklentilerle örtüşmeyecek olmakla birlikte; bir adli tıp uzmanının şiddete mesleki tanıklıklarının kendinde yarattığı travmadan bahsetmeyi uygun buldum. İki soruyla başlamak istiyorum: Adli Tıp uğraşı alanı içinde travma nerede? Adli Tıp Uzmanları bu travmanın neresinde? Uğraşı alanımız gözden geçirildiğinde, şiddet-travma ile ilgili bazı başlıklar; • İstismar-ihmal “cinsel şiddet”, • İşkence-kötü muamele, • Fiziksel şiddet mağdurları, • Ölümler; Ölenler, Ölüm şekli, Ölüm yaşı, Ölümün meydana geliş süreci, Tanıdıklarınız, • Olgu yakınları-acıları, • Çifte sorumluluk “mağdur ve suçlanana eşit mesafede olmaya çalışmak”, • Gelişen obsesyonlarımız, • Raporların düzenlenme süreci, • Raporlarınız ile ilgili yazılanlar-konuşulanlar. Bu sayılan başlıklardan hangisi ile karşılaşmak sarsıcıdır ya da en kötüsü hangisidir. Aslında olay kadar belki de daha fazla sarsan, olayın meydana geliş şeklidir. Bir olgu: 2 genç birbirini sever, aileler istemez, kaçar- 4 artı 50 Dr. Necmi ÇEKİN lar. Adana’nın kenar mahallerinde, bir gecekonduda kalırlar. Oğlan iş bulursa çalışır. Bütün hayalleri bir radyo teypleri olsun ve beraber müzik dinlesinlerdir. Birgün bitpazarının oradan geçerken bir dükkanda 2.el bir teyp görür ve çalar. Kaçamaz, yakalanır. Birazda hırpalanır ve muayeneye getirilir. Aklıma gelen ilk soru: kız ne olacaktır? Geçmiş yıllarda, elektrik işkencesi gördüğüne inandığım pek çok olguyu muayene ettim. Ve hep düşünmüşümdür: nasıl dayanır insan elektrik acısına. Bir çocuk: aslında iki çocuk, 5-6 yaşlarında. Köyde oyun oynarken, uzaklaşıp kayboluyorlar. Aranıyorlar, bulunamıyorlar. Hava soğuk, yağmur yağıyor. 2. Gün çocuklardan biri bulunuyor, perişan, diğeri yok. Ertesi gün bulunuyor, ölmüş. Ne düşünmüştür, nasıl üşümüştür; karanlık-aç-soğuk ve yağmur. Bir başka çocuk: kayıp, aranıyor, 2 gün sonra bulunuyor. Dizlerinin üzerinden mısır koçanlarına bağlı, cinsel istismar ve kafa travması sonrası ölüm. Gözümün önünden gitmeyen; dizlerinin üzerindeki ip izleri . Olgular travmatize ediyor, ama, en çokda çocuklar. Bu şiddetin neresindeyiz sorusuna önce tam ortasındayız diye cevap vermiştim. Ancak, daha sonra tam altında kaldığımızı ve ezildiğimizi düşündüm. Bir hamal, taşıyacağı kadar yükün altına girer, fazlasında dizlerinin bağı çözülür ve çöker. Oysa biz, ne kadar yükün altında olduğumuzu bilmediğimiz gibi bu yükü taşıyabildiğimizi ve altından kalkabildiğimizi sanıyoruz. Mesleğe ilk başladığım hafta girdiğim otopsiler; 17 yaşında düğün öncesi kuaförde oynayan 17 yaşındaki kızın ani ölümü, otobüs durağında bekleyenlere çarpan araç, birbirine ateş ederken evinde vurulan adam. Ölüm ne kadar yakınmış ve her an herkes ölebilirmiş. Kendiniz çok önemli değil; sevdikleriniz-yakınlarınız. Bir müddet sonra, ölüm ne kadar sıradanlaşıyor. Öyle ya, üzülmeniz gerekiyor, yakınınız ölmüş. Üzülmek bir yana ne kadar kolay kabulleniyorsunuz, ölmüş işte, yapacak bir şey yok. Ölümün sıradanlaşması-kolay kabullenme-tepki vermeme daha çok üzüyor. Irzına geçilenler, kandırılanlar, hayalleri-geleceği yı-