KLASİK İKTİSADİ DÜŞÜNCE . Klasik iktisadın genellikle Adam Smith’in ünlü çalışması Ulusların Zenginliği’ni yayınladığı yıl olan 1776’da başladığı kabul edilir. . Fransa dışında fazla ilgi görmemesine ve ileri sürdüğü çözüm önerileri kısa zamanda amansız bir eleştirinin merkezi haline gelmesine rağmen fizyokratik düşünce, bilim adamları, felsefeciler ve pratikteki bazı oluşumlar klasik iktisadi düşüncenin oluşmasında ayrı ayrı katkıya sahiptir. Ancak her ne kadar farklı bir ekol gibi düşünülse de fizyokrasiyi de klasik felsefe içinde ve onun öncüsü olarak değerlendirmek gerekmektedir. . En kabul görmüş klasik iktisatçılar Adam Smith, David Ricardo, Jean Babtiste Say, Thomas Robert, Malthus ve John Stuart Mill’dir. . Bu iktisatçılar, çok küçük çatışma noktaları olsa da birbirleri ile uyumlu bir bütünlük içinde ortaya koydukları teorileri ile bugün mikro iktisat ismi verilen bilim dalındaki pek çok konunun teorik temellerini atmışlardır. Liberal Düşüncenin Doğuşu ve Aydınlanma Felsefesi . 18. yüzyılın ilk yarısı klasik iktisadın oluşabilmesi için bir kuluçka dönemi hazırlamıştır. Feodal ilişkiler, gelişmelerin yönünü tayin edemeyen bazı aristokratlar tarafından hala sürdürülmek istense de artık çürüme başlamış ve bu ilişkiler hızla tasfiye olmaktaydı. Üretim biçimi artık yavaş yavaş kapitalist ekonomiye doğru evrim geçiriyordu. . Siyasal alanda feodal lordluklar yerini merkezi devletlere bırakmakta, yönetim bir yandan krallara geçerken kralların yanında ve kimi zaman onlara karşı olmak üzere kurullar, meclisler veya konseyler oluşmaktaydı. Özgürlük, demokrasi, sosyal sözleşme ve insan hakları söylemleri gündeme gelmekteydi. Avrupa insanı artık kârın tadını almıştı ve üzerindeki bütün baskılardan ve özgürlüğünü kısıtlayan her türlü engelden kurtulmak istiyordu. . 18. yüzyıl boyunca ortaya çıkan fiyat artışları burjuva sınıfının kar ve tasarruf imkanlarını artırmakta, iç ve dış talebin artışı, üretimde insan emeği yerine makinelerin ikame dilmesi gerekliliğini dayatmaktaydı. Böylece sanayi devriminin ayak sesleri duyuluyordu. . Ekonomik yapıda ortaya konulan bu dönüşümler, taşımacılıkta, yeni enerji kaynaklarının kullanımında, kimya ve fizik gibi bilimlerin bulgularının üretime uygulanmasında, sermaye ortaklıkları ve finans alanlarında ortaya çıkan gelişmeler ile de beraber gitmekteydi. Teknolojinin yalnızca keşfedilmesi değil aynı zamanda üretim alanına adapte edilerek çıktı da önemli bir artış sağlayacak şekilde kullanılması söz konusu oluyordu. . Bu döneme göre akıl, dışsal bir yardıma ihtiyaç duymayan ve bütün insanlarda aynı şekilde işleyen bir varlıktır. Bu nedenle akıldaki bozulma içsel bir sapma değil, kültür, din, çevre ve gelenek gibi unsurların dışsal etkisi ile ortaya çıkan bir bozulma olabilirdi. Bu nedenle de doğanın ve toplumun anlaşılabilmesinde akıl ve rasyonel bir bakış açısı öne çıkarılmalıydı. . Akıl ve duyguların önünün açılması bir yandan özgürlüğü ve bireyciliği tetiklerken, bir diğer yandan da bireyin ekonomik, siyasal ve entelektüel alanda özgür olmasını dikte ediyordu. Dolayısıyla devletin ekonomiye şu veya bu şekilde müdahalesi ve bunu adalet ve eşitlik gibi, kilisenin de ileri sürdüğü mutlak doğrular üzerinden gerçekleştirmesi doğru değildi. . Evren kendiliğinden işleyen bir makine idi ve evrende yer alan doğal düzen sosyal düzene de uygulanabilirdi. Ekonomi dünyasındaki bu doğal düzen anlayışı, siyasal dünyada da toplumların bir sosyal sözleşme içinde birbirleri ile uyumlu bir biçimde yaşadığı düşüncesi ile destekleniyordu. . Akıl, özgürlük, birey, doğal düzen, rasyonellik gibi temel ilkelerin kabulü, bireyin ve onun özgürlüğünün merkeze alındığı bir ekonomik ve toplumsal düzene işaret ediyordu. . Ekonominin doğal durumu tıpkı evrende olduğu gibi denge durumuydu. Bu nedenle bütün klasik iktisatçılar ekonominin tam istihdamda, kendiliğinden bir denge süreci içinde olduğuna sarsılmaz biçimde inandılar. Bireyin dengesinden piyasa talebine, ya da kar maksimizasyonundan piyasa arzına ulaşan süreç böylece başlayacak ve toplumsal dünya da her şey kendiliğinden bir denge mekanizması içinde işleyecekti. . İktisat bilimi böylece yavaş yavaş oluşturulmaya başlanmıştı. Liberal İktisadi Düşüncenin Oluşması: Öncüler . Söz konusu iktisatçılardan en önemlileri John Locke, Sir Josiah Child, David Hume, Richard Cantillon, Thomas Hobbes ve Jeremy Bentham ‘dır. . OKUMA!!!! Klasik Düşüncenin Felsefesi . 1750-1850 döneminde klasik iktisatçıların düşünceleri, tartışmasız bir biçimde diğerleri yanında üstün bir konumdadır ve dönemin egemen iktisat düşüncesini oluşturur. Bu düşünürler aynı zamanda iktisat politikaları önerileri de oluşturmaktadırlar. Bu sayede iktisadi düşünce yalnızca bağımsızlaşmamakta aynı zamanda da politikleşmektedir. . Bu düşünce yükselen bir kapitalist sistemin varlığına işaret etmekteydi. İktisat bilimi hızla ilkelerini oluşturmakta ve uzun yıllar ahlak felsefesi içinde incelenmesine rağmen artık bağımsızlığını ilan etme sürecine girmiş bulunuyordu. . Klasik iktisat, inceleme yöntemi, felsefesi, varsayımları ve ortaya koyduğu sonuçlar açısından çok ciddi eleştirilere tabi tutulacaktı.20. yüzyılın ilk yarısına gelindiği zaman klasik iktisadi düşünce her ne kadar ciddi anlamda örselenmiş olsa da, bu onun iktisat bilimine yaptığı katkılar ve açtığı tartışma alanlarının genişliğine gölge düşürecek nitelikte değildi. . Bireycilik, özgürlük, kişisel çıkarın kollanması, demokrasi, devletin minimize edilmesi gibi düşünceler artık kabul görmekteydi. Sanayi devrimi ile ortaya çıkan fabrikasyon üretim ve bu üretimi organize edenler de klasik düşünceye, kendi zenginliklerinin ve özgürlüklerinin önünü açtığı gerekçesiyle dört elle sarılıyorlardı. . Aydınlanma döneminde insan aklının kutsanması, klasikleri, insan aklının birey faaliyetlerini yönetmedeki etkisinin de abartılması sonucuna götürdü. Yani bireyler faydacı bir rasyonellik içindeydiler ve iki şey arasında seçim yaparken tatminlerini maksimum kılacak bir tercihte bulunacaklardı. Burada bütün amaç, Tanrı’nın insan doğasına yerleştirmiş olduğu ve ilahi iradenin isteğini yansıtan hırs, cimrilik, çıkar kollama, ihtiras vb. duygulardan, nasıl olupta toplumsal bir düzenin ortaya çıktığını ve bu uyum sürecinin işleyiş sistemini ortaya koyabilmekti. Bu başarıldığı takdirde, klasik ekonomi kendini ispatlamış bir bilim olabileceği gibi ekonomi dünyasında arzulanan özgürlük ve devlet müdahalesinin minimize edilmesi de bilimsel düzeyde meşrulaştırılmış olacaktı. . O halde Adam Smith’in görünmez el inancına göre herkes kendi çıkarı peşinden koşarken sanki bir görünmez el de toplumun çıkarını yükseltiyordu. Bütün klasikler bu varsayım üzerine düşünce sistemlerini kurdular ve tam rekabet piyasasının oluşacağına ve toplum refahının maksimum düzeye çıkacağına inandılar. . Varsayımın kabulünün arkasında yatan en önemli neden tıpkı fiziki dünyada olduğu gibi, sosyal alemde de, varolduğuna inanılan düzenlilikleri tespit etmek ve onlar üzerinden yorumlar yapmaktı. Fakat tam da bu noktada kişisel çıkar ve toplumsal fayda uyumu ya da uyumsuzluğu gündeme geliyordu. Yani, kendiliğinden işleyecek olan sosyal düzende çıkarların uyumu hangi mekanizma ile sağlanacaktı? . Bireysel çıkar ile toplumsal yarar arasındaki ilk düşünce, Epikuros tarafından geliştirilmiştir. Epikuros’a göre bireyler hazcı bir bakış açısı ile hareket ettiklerinden, her insan kendi hazzını artıracak şekilde bireyci ve çıkarcı bir düşünce yapısına sahip olurdu. Bir insanın çıkarı, başka insanların çıkarlarıyla çatıştığı ve birbirini engellediği için insan ilişkilerini yönlendiren temel ilke savaştı. Böylece Epikuros savaşı ve çatışmayı toplumsal ve bireysel ilişkilerin temeline oturtuyordu. . Bazıları kişisel çıkar ve toplumsal yarar arasında bir uyum, bazıları ise bir çatışma olduğunu savundular. Ama diğer bazıları ise bir uyumun varlığına inanırken kişisel çıkar arayışına yasal yönden bir sınırlama getirilmesi gerektiğini iddia ettiler. Adam Smith bu ikisi arasında sarsılmaz bir uyum olduğunu savunuyordu. Fakat sistem içinde kişisel çıkarın izlenmesi sürecinde bunun başkalarına nasıl olup ta zarar vermeyeceğinin açıklanmasını da bulmak gerektiğini biliyordu. . Smith, görünmez el düşüncesini ahlaki ve psikolojik ilkeler ile uyumlaştırma yoluna giderek kişisel çıkarı aramanın başkalarına zarar vermeyeceğinin ispatının yolunu tuttu. Smith’e göre iki temel nedenden dolayı kişisel çıkar peşinde koşmak başkalarına zarar vermeyecekti. Bunlar kişinin kendi vicdanının içsel olarak gerçekleştirdiği eleştiri ve kişinin toplumun onayını alma isteğiydi. Bireylerin tecrübeleri ve bireysel ahlakları onları, bir toplumun üyesi olarak duyguların paylaşımına götürecekti. . Toplumda ortaya çıkan duygu ve vicdan birlikteliği ise ahlaki alanlarda olduğu gibi ekonomik alanda da kişilerin istenmeyen faaliyetler yapmalarının tek engelleyicisi oluyordu. Böylece bireyler bir yandan Tanrı’nın kendilerine vermiş olduğu vicdani bireysel yargı; bir diğer yandan da toplum içinde diğer bireylerle birlikte yaşayabilmek için ihtiyaç duydukları onay ve sempatiyi kazanmak için başkalarına zarar vermeyeceklerdi. . Kişisel çıkar arayışına kanunla bir sınırlama getirme önerilerine karşılık Smith, bu sınırlamayı doğal düzenin içselleştirildiği bir kurala bağlamış görünüyordu. Şu durumda ahlaki duygular dünyasında sempati ve onay ile başkalarının duygularını paylaşmak; ekonomi dünyasında ise bireysel çıkar temel yöneticiler oluyordu. Bu, doğanın insanların mutluluğu ile biçimlendirilmiş şekliydi ve bireylerin değil aslında Smith’e göre Tanrı’nın aklıydı. . Klasik iktisada göre insan tabiatında var olan tabilik toplumun kanunlarının da tabi ve evrensel olmasına kadar uzanıyordu. Ancak tam da bu noktada, klasik iktisatçılar kapitalizmin düşünsel temellerini atıyorlardı. Artık toplumun temel ilkeleri belirlenebilirdi. Özel mülkiyet, özgürlük ve serbest rekabet toplumun ekonomi dünyasının kendiliğinden ve müdahale olmaksızın işleyiş mekanizmalarıydı ve sonuç açık bir biçimde «bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler» sloganı olarak klasik iktisatçılar tarafından netleştirilmiş oluyordu. . Burada devletin rolü, rekabetin ve Tanrı iradesinin işleyebileceği bir sistem kurarak ortalıktan çekilmek olarak belirlendi. Rekabet gelişmenin dinamiği olacaktı. . Adam Smith artık modelinin üç temel unsurunu oluşturmuştu. Özgürlük, kişisel çıkar ve rekabet. Ortaya konulan düşünceler ne ile ilgili ve ne kadar karmaşık olursa olsun tamamı bu ilkelere uyumlu ve bunların üzerine inşa edilmeliydi. Bir müdahale bozulmanın en temel nedeniydi ve bu nedenle devlet ulusal savunma, eğitim, altyapı hizmetleri dışında hiçbir şekilde ekonomiye müdahale etmemeliydi. . Klasik iktisadın kuramları özellikle burjuva sınıfı tarafından heyecanla karşılanıp, desteklendiler. Ne de olsa bu düşünceler işsizlik, fakirlik, ekonomik krizler ve diğer olumsuzluklar bağlamında kimseyi suçlamıyordu. Düşük ücretler, mülkiyet dağılımındaki dengesizlikler, gelir dağılımı adaletsizlikleri ve sermayenin belirli ellerde yığışması hep kendiliğinden işleyen düzenin sonuçlarıydı ve biraz sabır gösterilirse sistem kendi kendine dengeye gelecekti. Bu düşüncelerin matematiksel olarak temellendirilmesi, neo-klasik iktisat tarafından yapılacaktı. Klasik İktisatta Yöntem: Ricardo Egemenliği . Klasik iktisat, kurduğu temel felsefesi ile artık iktisadi olayları analiz edecek aparatları oluşturabilir ve bununla bir yandan toplumun ekonomi dünyasını tanımlarken, diğer yandan da geleceğe yönelik politik önerilerde bulunabilirdi. Fakat tam bu noktada yeni bir tercih sorunuyla daha yüz yüze geldi. İktisadi olayları yorumlarken elde edecekleri bilgileri, teorik bir sonuca ulaştırmak için nasıl ve hangi yöntemlerle elde etmeliydiler? Klasik iktisatçılar özellikle Ricardo bu konuda tümdengelime yöneldiler. . Klasik iktisatçılar bu yöntemin sınırlarını, akılcılığı ve soyutlamayı da ekleyerek genişletmişlerdi. Ricardo’nun rotasının özü, dış dünya ve insan davranışları hakkındaki öncüllerden yalnızca mantık yoluyla sonuçlar çıkarmaya dayanıyordu. Ancak bu öncüller gerçek dünyadan soyutlanmışlardı. Paradoks da zaten burada yatıyordu. Bir yanda gerçek dünyadan soyutlanmış öncüller vardı ancak elde edilen sonuçlar bu öncüllerin geçerli olmadığı bir gerçek dünyaya uyarlanıyordu ve Ricardo bu öncülleri hiç bir zaman net olarak ortaya koymuyordu. . Ricardo bir tür kısmi denge analizi gibi diğer faktörleri sabit varsayarak analizini sürdürüyordu. İnceleme tekniği, bütün bağımsız değişkenleri analize dahil etmesini önlüyordu. Bazı durumlarda ise önceden değişken olarak kabul ettiği bir faktörü sabit tutup bir başkasını değişken faktör kabul ediyordu. . Ricardo, az sayıdaki değişkenle kurmuş olduğu basit bir model ile gerçek dünyadaki karmaşıklığı açıklamayı ilk kez denemiş ve bunda da kısmen başarılı olmuştu. Bu başarıya rağmen iktisadın günlük olaylarla ve diğer sosyal bilimlerle ilişkisi kesilmiş ve sonuçları iktisatçılar tarafından eleştirilmişti. . Ricardo modeli her ne kadar klasik iktisatçıların hepsi tarafından koşulsuz olarak kabul edilmemiş olsa da inceleme yöntemi üzerindeki egemenliği kuşku götürmez. Değer Teorisi . Bir malın değerinin kaynağı neydi? Ve bir mal neden öteki mallarla belirli bir miktar veya oranda değişime konu oluyordu? . Smith ve Ricardo, değerin fiyatta kişilik bulduğunu, fiyatın ise hem mal ve hizmetler piyasasında hem de faktör piyasalarında bir tür sinyal ve gelir dağılıma uzanan sürecin önemli bir parçası olduğunun bilinci içindeydiler. . Smith ve Ricardo, değer söz konusu olduğu zaman işe kullanım değeri ve mübadele değeri ayrımı ile başlarlar. Kullanım değeri bir malın kullanıcısı ile mal arasındaki ilişkiden doğduğu için her iki düşünür de bunun üzerinde fazla durmamışlardır. . Ricardo da önemi mübadele değerine yöneltmesine karşın Smith’in hatasını (Elmas-su paradoksu) kısmen toparlamış ve kullanım değeri ile mübadele değeri arasında bir ilişki olduğunu vurgulamıştır. Çünkü bir malın mübadele değerinin olabilmesi için onun mutlaka kullanım değerinin olması gereklidir. Kullanım değeri olmayan bir malın bir başka malla mübadele edilebilmesi mümkün olmaz. . Smith’de üretim maliyeti-değer ve emek-değer teorileri aynı anda yer alırken Ricardo’da bu yaklaşım emeğin değeri belirleyen tek unsur olduğu şekline dönüşmüştür. Malthus ise emek-kumanda teorisine inanmıştır. Ona göre bir malın değeri, o malın piyasada kumanda edebileceği emek miktarına eşit bir değerdir. Aslında Malthus’un bakışında da yine emek-değer teorisinin izlerini görmek mümkündür. Siz elinizdeki malın kumanda ettiği emek, yani elinizdeki mala harcanan miktarının harcandığı bütün diğer mallardır. . İşte Marx’da tam bu noktada tarihi sorusunu soracaktır. Smith her ne kadar değerin kaynağının ve değişimi belirleyen unsurun emek olduğunu söylese de tek belirleyici unsur olarak görmez. Fakat Marx’ın sorusu nettir. Mademki değerin kaynağı emektir, o halde üretim araçları sahipleri hangi hakla ve hangi gerekçe ile üretimden pay almaktadırlar? . Ricardo değer yorumunu biraz daha ileri taşır ve değerin emekle birlikte malın kıtlığı ve bolluğu tarafından belirlendiğini ifade eder. Bunun için de malları çoğaltılabilen mallar ve çoğaltılamayan mallar şeklinde ikiye ayırır. Ancak o da bir malın değişim değerini belirleyen unsurun o mala harcanan emek faktörünün saat bakımından yoğunluğuna bağlar. Fakat üretim esnasında kullanılan kapitalin ne tür bir gelir alacağı Ricardo’yu düşündürmektedir. . O halde Ricardo’ya göre emek de ikiye ayrılmaktadır. Birisi bugünkü emektir ki; üretime direkt olarak katılır. Diğeri ise dolaylı emek (eski emek) olup mevcut üretim araçlarını üretmek için eskiden kullanılan emeği içermektedir. Ricardo’nun eski emekten kastettiği üretime emek dışında katılan ve üretime yardımcı olan aletlerin, eskiden üretilmesi için harcanan emektir. Değişimin değeri Ricardo’ya göre bir malın üretiminde girdi olarak kullanılan eski emek ve yeni emek oranının değişmesi ile değişecektir. . Smith ve Ricardo’nun değer analizlerinde açık bir biçimde sermayenin üretimdeki rolünü saptamak ve onun gelirden alacağı payı bir yerlere konuşlandırmak çabası yer alır. Bu çaba, onların zihinlerinde sürekli olarak sermayenin gelirden bir pay alması gerektiğinin yer aldığının da göstergesidir. . Say ise değer teorisinde Smith ve Ricardo’dan daha gelişmiş bir düşünceye sahiptir. Ona göre yalnızca emekdeğer teorisine bağlı kalmak doğru değildir. Bir üretim her şeyden önce bir mal değil bir fayda üretimidir. Bu nedenle üretim sürecine giren emek, sermaye ve toprak üçlüsü, toplu bir biçimde bir malın değerinin belirlenmesinde role sahiptirler. Ancak Say bununla birlikte bir malın tüketiciye sağladığı faydanın da değeri belirlediğini ifade etmiştir. Üretim Teorisi . Klasik iktisatçılardan Smith ve Say’in iyimser, Ricardo ve Malthus’un kötümser olduğunu söylemek mümkündür. Bu ayrılık onların düşüncelerindeki derin çatışmalardan değil de, onların ulaştıkları sonuçların niteliğinden kaynaklanmaktadır. . Smith, makineleşme ve işbölümü artışının reel maliyetleri düşüreceği ve ekonominin artan getiri yasalarına tabi olacağını; Say ise ekonomik gelişmenin çok ilerleyerek bir gün malların fiyatsız (serbest mal) olacağı düşünceleri ile iyimserdirler. Ricardo, artan toprak rantının milli gelirin büyük bir bölümünü alarak (rant teorisi) karları azaltacağı düşüncesi ile ve Malthus ise nüfus ve gıda malları arasındaki oransızlığın belirli bir eşikten sonra insanlığın açlık ve sefaletini gündeme getireceği düşüncesi ile kötümserdirler. . Mill ise Say’e benzeyen bir biçimde gelecekte, toplumların refah içinde olacakları bir dengeye ulaşacağından bahsederken aynı zamanda da, rantların ve ücretlerin, sınırlı tarımsal üretim nedeniyle karlar üzerinde baskı yaparak, karların tasarruf ve sermaye birikimi yapamayacak bir düzeye düşeceğini ifade etmiştir. . Klasik iktisatçılar, merkantilist ve fizyokratik düşünceden farklı olarak bir ülkenin zenginliğinin üretim miktarına, yani mevcut emek miktarıyla bir yıl içinde üreteceği mal ve hizmet miktarına bağlı olduğu inancındadırlar. . Bu konuda en büyük katkı Smith’e aittir. Nitekim Smith’e göre ekonominin hem tarım hem de sanayi sektörü artan getiriye tabidir ve zaman içinde işbölümü, makineleşme ve uzmanlaşma sonucunda maliyetler düşüşe geçecektir. Smith’in iyimserliği de burada yatmaktadır. . Smith, işbölümünün ulusun milli gelirini artırıcı rolü üzerinde durmuştur. Verdiği toplu iğne örneği işbölümü sayesinde üretimin nasıl artacağını gösterir. Örnek? . Smith’in dış ticarette serbestliği savunmasının temeli de budur. Dış ticaretin serbest olması piyasayı genişleterek işbölümünü artıracak, artan işbölümü ise ülke içindeki verimliliği ve ülkenin zenginliğini büyütecektir. . Smith’in iyimser tutumu Ricardo’da yoktur. Ricardo’ya göre tarım ve sanayideki üretim fonksiyonları farklı kanunların etkisi altında olup, uzun dönemde tarımdaki üretimin getiri yasası bütün ekonomideki üretim fonksiyonunun niteliğini belirleyecektir. Yani tarımdaki azalan getiri yasası imalat sanayisinde de belirleyici olacak ve bütün ekonomi azalan getiri yasasının etkisi altına girecektir. Tarımdaki azalan getirinin nedeni, toprak arzının sabit ve tarımsal topraklarının verimlerinin farklı olması nedeniyledir. Bu nedenle de ekonomide uzun dönemde karların azalması ve rantların artarak ekonominin bir durgunluğa girmesi söz konusu olacaktır. . J. B. Say üretim fonksiyonu konusunda tamamen iyimser düşüncelere sahiptir. Teknolojik yenilik ona göre, sürekli olarak maliyetleri aşağı çekerek artan getiri sonucunu doğuracaktır. Bu teknolojik yenilik Say’e göre o denli ileri boyutlara ulaşacaktır ki bütün mallar hava ve su gibi serbest olacak ve temel ekonomik problem yani kıtlık ortadan kalkacaktır. Gelir Dağılımı Düşüncesi . Gelir dağılımı düşüncesi klasik teorinin en fazla saldırıya maruz kalmış kısmıdır diyebiliriz. . Smith ve Ricardo toplumdaki üç sınıfın, işçi, toprak sahibi ve imalatçının milli geliri ücret, rant ve kar olarak paylaşacaklarını ifade ederek bu paylaşımın nasıl yapıldığını ve birbirini nasıl etkilediklerini incelemeye yöneldiler. Smith’e göre emeğin ürünü karşılığında aldığı ücret onun ürününün tamamına eşit olmayıp bir kısmı rant ve kar adı altında başkalarına gider. Ücretten, yani işçinin yaptığı üretimden tarımda rant adı altında, sanayide ise kar adı altında bir kesinti yapılacaktır. . Fakat Smith’e göre rant haklı bir gelir kaynağı değildir. Ona göre rant, toprağı elinde tutanların aldıkları bir tekel fiyatıdır. Aynı konuda Ricardo da benzer görüşü paylaşır ve rantiyerleri milli gelirden pay alan asalak bir sınıf gibi görür. Smith’e göre kar geliri ise müteşebbisin değil üretime katılan sermayenin payıdır. Sermayenin yüklendiği riskin bedelidir. . Smith’e göre mademki her canlı kendini besleyebilecek olan besin miktarına bağlı olarak çoğalır veya azalır; o halde ücretlerin yüksekliği, nüfusu ve işgücü arzını artıracak düşüklüğü ise azaltacaktır. Ancak burada Malthus’un nüfus teorisinden bahsetmek gerekecektir. . Thomas Robert Malthus, bir nüfus teorisi geliştirmiş ve nüfus miktarı ile gıda malları arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştur. Malthus’a göre dünyadaki nüfus geometrik olarak gıda maddeleri ise aritmetik olarak artmaktadır. Bu nedenle nüfus geçimlik gıda maddelerini aşma eğiliminde olacaktır. Bunun sonucunda belirli bir dönem sonrasında ücretler asgari geçimlik bir düzeye düşecektir. Yani nüfus artışı ücretleri aşağıya çekecektir. . Malthus’a göre şayet nüfus artışı kritik eşiği aşma eğiliminde olursa o zaman insanlığı fakirlik, yokluk ve sefalet bekleyecektir. . Malthus’a göre fakirlere yapılan yardımlar nüfus artışını körükleyecek ve gelecek dönemlerde ücret asgari düzeyinin bile altına inme eğiliminde olacaktır. Ricardo’ya göre ise artan nüfus açık bir biçimde yeni toprakların üretime açılmasını, azalan verimleri, gıda fiyatlarının yükselmesini, nominal ücretlerin yükselmesini, rantların ve ücretlerin artarak karların azalmasını ve sonuçta ekonominin durgunluğa girmesini beraberinde getirecektir. . Malthus’a göre gıda maddeleri ve nüfus artışının bu farklı durumunun nedeni tarımda azalan verimler yasasının geçerli olmasıdır. Nüfusun her artışı, zirai üretime alınan topraklarda çıktının azalarak artmasına neden olacaktır. İstihdam Teorisi . Klasik iktisadi düşüncenin istihdam konusundaki yaklaşımı onun temel felsefesi ile tam bir uygunluk içindedir ve doğal düzen düşüncesine eksiksiz adapte edilmiş durumdadır. . Temel soru, milli gelirin tüketilmesinde bir arz ve talep dengesinin nasıl kurulacağıdır. Klasikler arz kral yaklaşımını benimseyerek ekonomiyi arzın yönlendirdiği ve talebin arza uyum sağladığı düşüncesindedirler. . Adam Smith tasarruf ederek zenginleşiriz derken bunun bir yetersiz talebe yol açacağı düşüncesinde değildi. Klasikler, tasarruf ve onun çözülmesi ile ilgilenmediler. Onlara göre yapılan bütün tasarruf ve birikimler rasyonellik gereği gelir getirmesi için kullanılacak yani faiz elde etmek için piyasaya sunulacak, bir başka deyişle harcama akımına dönüşecekti. Bireyler ellerinde atıl olarak tasarruf tutma eğiliminde değildiler. . Klasikler paranın yalnızca değişim aracı olma özelliğini öne çıkarmışlardır. Yani yapılan bütün tasarruflar faizler aracılığıyla yatırıma (harcamaya) gitmek zorundaydılar. . Ekonominin tam istihdamda dengede olacağı ve fazla üretim ya da yetersiz tüketim sonucu bir krizin oluşmayacağı düşüncesi J. B. Say’ın meşhur Mahreçler Kanunu ile zirveye çıktı. . Say bu kanun ile bütün tasarrufların eninde sonunda bir harcama akımına dönüşeceğini ve aslında para talep eden insanların mal ve hizmet talep etmenin dışında bir şey talep etmediklerine gönderme yapıyordu. O halde kural basitti. Her arz kendi talebini yaratır. Şayet piyasaya bir mal arz ediliyorsa, bu iki nedenden dolayı kendi talebini yaratacaktı. İlk neden? İkinci neden? . Bu teoriye tek aykırı ses Malthus’tan geldi. Mallara talep olursa üreticiler üretimlerini artan talebe uyarlamak için emek taleplerini artıracaklardı. Malthus’un kurgusu kesinlikle tasarrufların nasıl yatırıma dönüşeceği ya da dönüşmeyeceği üzerine kurulmuyordu. Onun teorisi tam aksine, Ricardo’nun rant teorisinin bir uzantısı olarak kurgulanmıştı. . Karların artış eğilimi içinde olduğu bir dönemde yapılan tasarruflar Malthus’a göre üretken emek istihdamına neden olacak ve üretimi artıracaktı. Ancak kısa dönemde hem nüfus sabitti hem de insanların tüketim alışkanlıkları değişmeden duruyordu. İşte bu durum açık bir biçimde efektif talep yetersizliği olup karların ve satış maliyetlerinin düşmesinin de habercisi idi. . Klasik istihdam düşüncesinde hem mal ve hizmet piyasasında hem de üretim faktörleri piyasasında fiyatlar doğal fiyata doğru gitme eğilimi içindeydi. Aynı zamanda piyasa fiyatları ve ücretler hem aşağıya hem de yukarıya doğru tam bir esneklik içinde idi. Krizler geçici ve sektöreldi. Sektörün birinde ortaya çıkan bir problem diğer sektörlerle olan ilişkileri sonucunda kendiliğinden çözüme kavuşacaktı. Bu nedenle mevcut şartlarda kaynaklar büyük oranda kullanılacak, yani ekonomi tam istihdam halinde bir denge içinde bulunacaktı. Klasik İktisatta Para Düşüncesi: Miktar Özdeşliği . Paranın rolü piyasadaki mübadele işlemine aracılıktan başka bir şey değildir. Klasik düşüncenin para konusundaki tutumu klasik düşüncenin diğer ilkeleri ile uyumludur. . Klasikler bir yandan para konusunda değerli maden taraflısı olmazken diğer yandan devletin paraya olan mübadelesini minimize etmek için altın standardını önermişlerdir. Yani para miktarı belirli bir altın ya da gümüş miktarı ile tanımlanınca para miktarı mübadele hacmini değil, mübadele hacmi para miktarını belirleyecekti ve devlet keyfi olarak para miktarına müdahale edemeyecekti. . İnsanların para talepleri yalnızca işlem güdüsü ile gerçekleşmekteydi ve insanlar para talep ederken yalnızca ihtiyaçları giderme ve günlük işlemleri yapabilme amacı taşımaktaydılar. . Para gibi önemli bir olgunun ekonomik rolünün bu denli göz ardı edilmesinin nedeni klasik iktisatçıların tamamının Smith’den başlayan bir gelenekle üretim ve arz üzerinde durmuş olmaları ve paranın bir sermaye olarak kullanımının henüz gelişmiş bir düzeye ulaşmamış olmasıdır. Klasik Dış Ticaret Teorisi . Smith dış ticaretin özgürce yapılmasını savunur ve Mutlak Üstünlükler Teorisi’ni geliştirir. Ricardo ise Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi’ni kaleme alır. . Smith’e göre bir ülke mutlak olarak üstün olduğu bir malda uzmanlaşmaya gitmeli ve o malın üretiminde uzmanlaşmalıydı. Örneğin? . Fakat bu teoriye Ricardo bir soruyla yaklaştı. Bir ülke her iki malın üretiminde de üstünlüğe sahipse ne olacaktı? Böyle bir durumda ülkeler karşılaştırmalı olarak üstün oldukları malın üretimine yönelmelidirler. Örneğin?