Kardiyopulmoner Bypass ve Optimal Koşulları

advertisement
BÖLÜM
Kardiyopulmoner Bypass
ve Optimal Koşulları
8
Dr. Koray AK
Kardiyopulmoner bypass (KPB) yaklaşık olarak 70 yıldır kullanılan ve birçok kalp operasyonlarının güvenle yapılabilmesine olarak sağlayan özel bir perfüzyon sistemidir. Son 20 yılda ortaya çıkan teknolojik
gelişmeler, KPB’nin güvenilir bir şekilde uygulanabilirliğini arttırmıştır. Temel olarak KPB sırasında endotelize olmayan yüzeylerle sürekli olarak temas eden
kan, sistemik enflamatuvar bir reaksiyonunun oluşmasına sebep olmaktadır. Enflamatuvar yanıt bir taraftan güçlü bir trombotik uyarı meydana getirirken
diğer taraftan da bir takım vazoaktif ve sitotoksik
maddelerin üretilmesine ve kan içerisine salıverilmesine sebep olmaktadır. KPB’ye bağlı enflamasyon
ve enflamasyona bağlı gelişen organ yetersizliği,
kalp cerrahisi yapılan hastalarda görülen peroperatif
morbidite ve mortalitenin en
önemli sebepleridir.
Şekil 1: Kardiyopulmoner bypass sisteminin basitçe şematize edilmesi
Temel olarak KPB sırasında
kullanılan perfüzyon sistemi
ile tam ya da kısmi dolaşımsal ve respitaruvar destek
sağlanabilmektedir. Standart
bir KPB düzeneği Şekil 1’de
görülmektedir. KPB sistemi
temel olarak kanüller ve hatlar (tubing), rezervuar, oksijenatör, ısı değiştirici, pompa,
filtreler ve bubble tuzakları,
ara bağlantılar, kardiyopleji
setleri ve sistemi ile hemofiltrasyon cihazından oluş-
122 Kardiyopulmoner Bypass ve Optimal Koşulları
maktadır. Günümüzde, KPB’ye bağlı morbidite ve
mortalitenin azaltılması amacıyla KPB sisteminde
bir takım değişiklikler yapılmış (mini ve kaplamalı
devreler) ve bu değişikliklerin bir çoğu klinik kullanıma girmiştir. Bu bölümde hem pediyatrik yaş grubu
hem de yetişkin hastalara KPB uygulamaları anlatılmış ve optimal koşulları tartışılmıştır.
gen olmayan homojen polietilen veya teflon membranlar kullanılmıştır. 1960’lı yıllarda silikon lastik ve
1970’li yıllarda hollow fiber membranlar piyasaya
çıkmıştır. Daha sonraki yıllarda, düşük kitle dirençli
mikroporlu hollow fiber membranların geliştirilmesi
oksijenatör tasarımlarının kökten değişmesine neden olmuştur4.
Tarihçe
KPB Ekipmanları5,6
Kalp cerrahisi tarihçesinde hatırlanması gereken
en önemli olay, 1916 yılında Tıp Fakültesi öğrencisi Jay Mclean tarafından antikoagülan bir madde
olan heparin molekülünün bulunmasıdır. Heparinin
keşfi, ekstrakorporeal dolaşımın kullanılmasına olanak sağlamış ve modern kalp cerrahisinin kapılarını
açmıştır. John Gibbon 1930 yılında henüz genç bir
doktorken masif pulmoner emboli nedeniyle kaybedilen bir hastadan esinlenerek ekstrakorporeal dolaşım konusuna ilgi duymuş ve uzun yıllar bu konu ile
ilgili çalışmalarına devam etmiştir. II. Dünya savaşının araya girmesi ile bu çalışmalarına zorunlu olarak
ara vermesine rağmen 6 Mayıs 1953’de IBM® ile beraber tasarladıkları kalp akciğer makinesi yardımıyla
genç bir bayan hastada atrial septal defekt onarımını başarılı bir şekilde gerçekleştirmiştir1. Aynı tarihlerde C.Walton Lillehei “kontrollü çapraz dolaşım”
adıyla yeni bir teknik geliştirmiş ve aynı kan grubuna
sahip bir aile bireyi ile hastanın arteriyel ve venöz
sistemleri birbirlerine bağlayarak hastaya gerekli
dolaşım desteğini sağlamış ve ameliyatı gerçekleştirmiştir. Lillehei, 1954-1955 yılları arasında bu teknikle total koreksiyon yapılan VSD ve Fallot Tetralojili
45 hastalık bir seri yayınlamıştır2,3.
Aynı tarihlerde, Amerika Birleşik Devletleri Mayo
klinikte John W. Kirklin ve arkadaşları, Gibbon-IBM®
kalp akciğer makinesini modifiye ederek açık kalp
operasyonlarına başlamıştır. Kirklin ve ark dünyada ilk defa kalp akciğer makinesi kullanarak VSD ve
Fallot tetralojisinde total korreksiyon ameliyatlarını
başarı ile gerçekleştirmiş ve açık kalp ameliyatlarının tüm dünyada yaygın olarak kullanımının önünü
açmıştır4. İlk membran yapay akciğer Willem Kolff
tarafından 1955 yılında geliştirilmiş ve kısmen geçir-
Kanüller
Venöz kanüller ve drenaj
Venöz kanül hastanın venöz kanının ekstrakorporeal
sistemde yer alan venöz rezervuara uygun bir şekilde taşınması için gereklidir. Venöz direnajda temel
prensip kanın, yerçekimi etkisini kullanarak, hasta
seviyesinden 40 ile 70 cm daha aşağıya yerleştirilen
rezervuara direne edilmesidir. Venöz kanülasyon
için kullanılan kanüllerin boyutu hastanın vücut yüzey alanına göre hesaplanır ve bu hesaplama sırasında KPB sırasında hedeflenen akım esas olarak kabul
edilmelidir. Venöz kanülasyon, santral ve periferik
olmak üzere iki farklı şekilde yapılabilir. Santral venöz kanülasyon, sağ atrium veya vena kavalardan yapılabilir. Kanülasyon için iki aşamalı tek venöz kanül
kullanılarak (atriyokaval kanülasyon) ya da selektif
olarak tek aşamalı venöz kanüller kullanılarak superior ve inferior vena kavalardan (bikaval kanülasyon)
yapılabilmektedir. Atriyokaval kanülasyon genellikle
koroner arter bypass cerrahisi ve aort kapak replasmanı gibi operasyonlarda tercih edilirken pediyatrik
kalp cerrahisinde, kapak cerrahisinde ve diğer intrakardiyak girişimlerde genellikle selektif venöz kanülasyon tercih edilmektedir. Periferik venöz kanülasyon ise genellikle minimal invazif uygulamalarda ve
reoperasyonlarda tercih edilmekte ve en sık femoral
ve internal jugüler venler kullanılmaktadır. Periferik
kanülasyon yapılan hastalarda, venöz drenajı kolaylaştırmak için rezervuar sistemine 40 cmH2O negatif
basınç uygulanmaktadır7.
Arteriyel kanüller
Arteriyel kanülasyon santral olarak çıkan-arkus aortadan ya da femoral, aksiller veya karotis arter gibi
Kalp ve Anestezi 123
periferik arterlerden yapılabilmektedir. Kullanılacak
aort kanülünün çapı, hastanın vücut yüzey alanına
ve KPB sırasında hedeflenen akıma göre belirlenmelidir. Aort kanülünün en dar olan bölümü uç kısmı
olup bu bölgede oluşan yüksek hızdaki jet akımlar
ateroemboli, diseksiyon, kavitasyon ve hemolize
sebep olabilir. Aort kanülasyonu sırasında görülebilecek en önemli komplikasyonlardan birisi de aort
diseksiyonudur. Bu komplikasyon nadir görülmekle
birlikte (%0.001 ile %0.009 sıklıkta) özellikle aort
kökünde ve çıkan aortada ateroskleroza bağlı dejenerasyon veya dilatasyon olan hastalar risk altındadır. Aort kanülasyonundan hemen sonra kanülasyon
yerine yakın yerlerde subadventisyal renk değişikliği, arter hattı basıncında artış, venöz dönüşte ani
azalma ile kendini gösterir. Transözofageal ekokardiyografi önemli bir tanı aracıdır. Aort kanülasyonuna
bağlı diseksiyonlarda aort kanülü periferik bir artere
alınmalı, hasta 18-20°C kadar soğutulmalı ve kan
basıncı farmakolojik olarak kontrol edilmelidir. Diseke olan aort segmentinin replasmanı temel tedavi
yöntemidir. Aort kanülasyonuna bağlı aort diseksiyonunda erken mortalite yaklaşık olarak %50 civarındadır8.
Venöz Rezervuar
Kardiyopulmoner bypass sistemine yerleştirilen venöz rezervuarın temel amacı bu sistemde volümün
Gaz Girişi
Fiber
Membran
Kan
Girişi
toplanacağı bir odacık bulundurmasıdır. Arteriyel
pompanın hemen öncesinde yer alır. En önemli
fonksiyonları; venöz direnajın kolaylaştırılması, venöz hatlardaki havaların tahliyesi, sisteme kolay sıvı
ve ilaç eklemelerinin yapılabilmesidir. Ayrıca venöz
direnajın aniden bozulduğu durumlarda burada bulunan volüm belli bir süre arteriyel akımın devamını sağlayabilir. Rezervuarlar, açık veya kapalı sistem
olabilmektedir.
Oksijenatör
Çalışma prensiplerine göre bubble ve membran oksijenatör olmak üzere iki gruba ayrılır. Bubble oksijenatörler gaz embolisi, gaz-kan temas alanının yüksek
olması ve buna bağlı gelişen enflamatuvar yanıttan
dolayı günümüzde KPB uygulamalarının dışında
kalmıştır. Membran oksijenatörlerde kan ile gaz
arasında ince silikon veya mikroporlu (0.3-0.8- μm)
poliprolen membranların yerleştirilmesi ile oksijenasyon sağlanmaktadır (Şekil 2). Plazmanın porlu
yapı üzerini kaplaması O2 ve CO2 değişimini kolaylaştırmaktadır. Oksijenin difüzyon kapasitesi karbondioksite kıyasla düşük olduğundan yeterli düzeyde oksijenasyonun sağlanabilmesi amacıyla, gaz değişimi
için oksijenatörde uygun yüzey alanı sağlanmalı ve
oksijen parsiyel basıncı yüksek tutulmalıdır.
KPB sistemindeki oksijen parsiyel basıncını, gaz-kan
karıştırıcısındaki fraksiyone O2 miktarı (FiO2) belirlerken, CO2 miktarı gaz akım hızı ile kontrol
edilmektedir. Son yıllarda venöz rezervuar,
oksijenatör ve ısı değiştirici birleştirilerek
entegre sistemler kullanılmaya başlanmıştır.
Ayrıca, anestezik ajan uygulamak amacıyla
oksijenatöre vaporizatör eklenebilmektedir9.
Isı değiştirici
Kan
Çıkışı
Gaz Çıkışı
Şekil 2: Membran oksijenatörlerin yapısı
KPB sistemi içerisinde dolaşan kanın ısıtılması veya soğutulması amacı ile kullanılır.
Kalp akciğer pompası ile yapılan internal soğutma kalp cerrahisinde oksijen tüketimini
ve son organ hasarını azaltmak amacı ile sıklıkla kullanılmaktadır. Isınma sırasında kanın
124 Kardiyopulmoner Bypass ve Optimal Koşulları
A
B
Kan girişi
Bypass
devresi
Çıkış
Şekil 3: A; Roller ve B; sentrifugal pompalar
hatlarda katlanma ve tıkanıklık gibi) pompa
akımının sıfırlanmasına sebep olur. KPB sistemlerinde arter hattından hastaya göndeRoller pompalar
Sentrifugal pompalar
rilen akım mutlaka monitörize edilmelidir.
Oklüzif pompa
Oklüzif olmayan pompa
Afterload bağımsız akım
Afterload bağımlı akım
Senrifugal pompalar kalp ameliyatlarında
Düşük prime hacmi gereksinimi Akım hastanın pozisyonundan
KPB için kullanılabildikleri gibi daha çok bir
Ekonomik
bağımsız
mekanik dolaşım desteği olan ekstrakorpoArteriyel akımda geri kaçak riski Güvenli aralıkta pozitif ve negatif
yok
basınç
Avantaj
real membran oksijenasyon (ECMO) sistemi
Masif hava emboli riski az
Uzun süreli kardiyak destek için
ile torakoabdominal anevrizma ve kompleks
ideal
koarktasyon operasyonlarında ise parsiyel
Sistem içerisinde aşırı pozitif ve Yüksek prime hacmi gereksinimi
dolaşım desteği amacı ile kullanılmaktadır.
negatif basınç oluşma riski
Yüksek maliyet
Yakın
takip
gerektirmesi
Arteriyel
akımda
geri
kaçak
riski
Konvansiyonel KPB sisteminde kullanılan
Dezavantaj
Kavitasyon
roller pompalarda ise devre içindeki kan birKan hücrelerinde mekanik hasa
ve hemoliz
birinden 180 derece açı ile yerleştirilmiş iki
silindirik başlığın sürekli rotasyonu ile itilir.
sıcaklığı genelde 37°C’ye kadar ısıtılmakta ve 40°C
Sentrifugal pompaların aksine bu pompalar belli bir
geçilmemektedir. Hasta ile pompa sıcaklığı arasındamiktardaki kanı basınçla sürekli ileri doğru iter (Şekil
ki farkın 5-10°C arasında tutulması gaz embolisinin
3). Sentrifugal ve roller pompaların karşılaştırılması
engellenmesi için önemlidir.
Tablo 1’de verilmiştir10,11.
Tablo 1: Roller ve sentrifugal pompaların karşılaştırılması
Pompalar
KPB için iki tip pompa kullanılır. Roller pompalar
sentrifugal pompalara oranla daha fazla tercih edilmektedir. Sentrifugal pompalarda, yeldeğirmeni
şeklinde kanatları olan bir pervane yapısı vardır. Bu
yapının rotasyonu ile merkez kaç kuvveti oluşturulur
ve bu güç kanı iterek pompa fonksiyonu gerçekleştirilir. Bu pompanın sağlamış olduğu arteriyel akım
miktarı pompaya gelen venöz akım ile yakından ilişkilidir. Arteriyel akımı engelleyen unsurlar (arteriyel
Filtreler ve bubble tuzakları
KPB sırasında gaz ya da partiküllere bağlı mikroemboli sıklıkla görülmekte ve operasyon sonrası morbidite ve mortaliteye sebep olabilmektedir. Gaz emboli kaynakları intravenöz yollarda kullanılan üç-yollu
musluk, mayi hatları içerisindeki hava, kanülasyon
amacıyla kullanılan torba ağzı (purse) dikişinin gevşek geçilmesi, pompada soğuk kanın hızlı ısıtılması,
pompa sisteminde oluşan kavitasyon, venöz rezer-
Kalp ve Anestezi 125
vuar seviyesinin düşük olması ve oksijenatör olarak sıralanabilir. Partikül embolisinin sebepleri ise
KPB’de trombüs oluşumu, vasküler yatağı tutan aterotrombotik yapılar, hemoliz, denature proteinler ve
yağ partikülleridir. Ayrıca, operasyon sırasında kullanılan yapıştırıcı materyaller, dikişler, kardiyak ve vasküler yapıların manipülasyonu da diğer mikroemboli
oluşturabilecek etkenlerdir.
Mikroemboliye en duyarlı olan organlardan biri beyindir. KPB sırasında mikroemboliyi azaltmak amacıyla kullanılan yöntemler membran oksijenatör ve
santrifugal pompaların kullanılması, yeterli antikoagülasyon yapılması, kan CO2 basıncının azaltılması,
kan-perfüzat sıcaklık farkının 8-10oC geçmemesi,
cerrahi alandan aspire edilen kanın yıkandıktan sonra KPB sistemine verilmesi, hipotermi, aterosklerotik ana vasküler yapıların aşırı manipülasyonundan
kaçınılması ve bypass devresinde filtrelerin ve bubble tuzakları olarak sıralanabilir.
Konnektörler ve devre (tubing) sistemi
KPB devrelerinde kullanılan devreler toksik olmayan, kan ile uyumlu, esnek, transparan, sterilize
edilebilen, katlanma ve ezilmeye karşı dirençli olan
materyallerden yapılmalıdır. Bu amaçla, KPB devrelerinde en yaygın olarak kullanılan madde polivinilklorid iken konnektörlerde polikarbonat tercih edilir.
Kullanılan prime solüsyonunun miktarının azaltmak
için devrelerin uzunluğu mümkün olduğunca kısa olmalı ve kanın akış yolunda daralma ve genişlemeler
olmamalıdır.
Devrelerin heparin ile kaplanması son yıllarda sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Bu uygulamanın klinik
olarak sistemik heparin dozunun azaltılması, kanama veya trombotik komplikasyonların azaltılması
gibi bazı avantajları çeşitli çalışmalarda gösterilse de
henüz bir fikir birliği oluşturulamamıştır12. Heparin
kaplı devreler, KPB’de artan ve trombotik-enflamatuvar komplikasyonların önemli nedeni olan kompleman faktörlerinin (C3a ve C5b) konsantrasyonunu
azaltırken, KPB’nin sebep olduğu enflamatuvar yanıt
üzerinde herhangi bir koruyucu etkisi gösterileme-
miştir13,14. Devre sisteminin kaplanmasında kullanılan diğer maddeler ise fosforilkolin, trillium, albumin ve diğer sentetik proteinler olarak sıralanabilir.
Kardiyotomi rezervuarı
ve cerrahi alan aspirasyonu
Cerrahi alandan aspire edilen kan, köpükten arındırılmak (defoaming), filtre edilmek ve depolanabilmek amacıyla kardiyotomi rezervuarında toplanır.
Direnajı hızlandırmak amacıyla rezervuara negatif
basınç uygulanabilir. Kardiyotomi rezervuarı ve cerrahi saha aspirasyonun kullanılması, KPB sırasında
ortaya çıkan hemoliz, partikül, yağ ve gaz embolisi,
hücresel agregatların oluşumu, trombosit hasarı,
trombin üretimi ve fibrinoliz gibi komplikasyonların
en önemli sebebidir. Cerrahi saha aspirasyonu sırasında aspire edilen hava, kanın aktive olmasına ve
hasar görmesine sebep olur. Son yıllarda, kardiyotomi rezervuarı ve cerrahi saha aspirasyonunun sebep
olduğu yukarıda belirtilen problemlerin azaltılması
amacıyla cerrahi alandan aspire edilen kanı yıkayan
ve sonrasında eritrositleri ayrıştıran hücre koruyucu
aspirasyon sistemleri kullanılmaktadır. Kardiyotomi
rezervuarı ve cerrahi saha aspirasyonunun sebep
olduğu komplikasyonları ortadan kaldırmanın bir
diğer yolu ise cerrahi alandan aspire edilen kanın
kullanılmamasıdır. Ancak bu yöntem allojenik kan
transfüzyon miktarlarında arttırdığından pek tercih
edilmemektedir.
Sol kalp odacıklarının
boşaltılması (venting)
Cerrahi sırasında kalp kasılmasının olmadığı dönemlerde ya da ventrikül fibrilasyonu sırasında en önemli
problem, özellikle sol ventrikül distansiyonuna bağlı
olarak gelişebilen subendokardiyal miyokard iskemisidir. Bu nedenle, cerrahi sırasında kalp boşlukları
(özellikle sol ventrikülün) boşaltılmalıdır. Bypass sırasında sağ atriumdan, koroner sinüs ve tebaşiyan
venlerden pulmoner arteriyel sisteme antegrad
akım devam eder. Bunlara ek olarak bronşiyal arter
ve venlerden gelen kan akımı, sol persistan vena
kava, patent duktus arteriozus ve patent foramen
126 Kardiyopulmoner Bypass ve Optimal Koşulları
ovale gibi yapıların varlığı da sol ventrikül distansiyonunun nedenlerindendir. Konjenital kalp cerrahisinde ise pulmoner sisteme açılan aortapulmoner
kollateraller sol ventrükülün distansiyonuna sebep
olabilecek temel unsurlardır. Cerrahi sırasında sol
kalbin boşaltılması amacıyla aort kökü, ventriküler
apeks ve sağ superior pulmoner ven en sık kullanılan yerlerdir. İntrakardiyak cerrahi yapılan hastalarda sıklıkla fossa ovalisten yapılan küçük bir insizyon
ya da mevcut bir patent foremen ovaleden sol kalp
boşaltma işlemi yapılır. Bunların dışında, alternatif
olarak sol ventrikül apeksine dışardan yerleştirilen
bir kateter ile sol kalp boşaltılabilir.
minden uzaklaştırılması amacıyla kullanılmaktadır.
Hemokonsantratör, arteriyel ya da venöz hatlara
veya bu sistemdeki bir rezervuara bağlanabilmektedir. Arteriyel hat dışındaki yerlere bağlandığında
yeterli basıncı sağlamak için roller bir pompanın kullanılması gerekebilir. Kardiyopulmoner dolaşımda
hemokonsantratör kullanılması plazma proteinlerinin korunması, serum potasyum konsantrasyonunun kontrolü ve KPB’ye bağlı enflamatuvar mediyatörlerin azaltılması amacıyla rutin uygulamalarda
sıkça kullanılmaktadır. Yetişkin hastalarda hemofiltrasyon ya tüm KPB süresince ya da ısınma döneminde (28°C’in üzerinde) yapılmaktadır.
Kardiyopleji
KPB ile kardiyak cerrahi yapılan yenidoğan hastalarda hemodilüsyon, masif kapiller kaçak sendromuna
sebep olmakta ve fatal olarak seyreden postoperatif
organ yetmezliklerine yol açabilmektedir. Elliot ve
arkadaşları tarafından geliştirilen modifiye ultrafiltrasyon tekniği KPB sonlandırıldıktan sonra aort kanülü ile venoz kanül arasına yerleştirilen bir köprü
hat ve bu hat üzerindeki hemokonsantratör membran ile yapılmaktadır16. Genellikle aort kanülünden
alınan kan roller pompa yardımı ile 100-150 ml/
dakika hızda hemokonsantratör içerisine gönderilmekte ve buradan da 10-15 dakika boyunca ultrafiltrasyon yapılarak sağ atriuma verilmektedir. Modifiye hemofiltrasyona istenilen hematokrit değerine
ulaşana kadar devam edilmelidir. Modifiye ultrafiltrasyonun postoperatif kan kaybında ve transfüzyon
ihtiyacında azalma, ventilasyon ve hastanede kalım
süresinde kısalmaya sebep olduğu gösterilmiştir. Ayrıca modifiye ultrafiltrasyon sonrası erken dönemde
kardiyak indekste %40 artış ve pulmoner vasküler
rezistansta %40 azalma görülürken, sistemik vasküler rezistans üzerinde herhangi bir etkisi tespit edilememiştir17.
Yüksek potasyum içerikli kardiyopleji solüsyonları
diyastolik arest sağlamak amacıyla kulanılmaktadır.
Kullanılan potasyum konsantrasyonu klinik protokollere göre farklılık göstermekle beraber genellikle
8-20 mEq/L arasında değişmektedir. Aort kros klemp
sonrasında kardiyopleji solüsyonunun aort kökünden verilmesi ile diastolik arest sağlanır. Bu yolla kardiyopleji verilmesi antegrad kardiyopleji uygulaması
olarak isimlendirilirken koroner sinus yoluyla kardiyopleji verilmesi retrograd uygulama olarak tanımlanır. Antegrad uygulama nonselektif olarak aort kökünden ya da selektif olarak koroner ostiumlardan
yapılabilmektedir. Kardiyoplejik solüsyonlar kan ve
kristalloid olmak üzere iki gruba ayrılır. Ayrıca kardiyopleji soğuk (4°C), izotermik (hasta sıcaklığı ile aynı
sıcaklıkta) ve normotermik (35-37°C) olabilir. Soğuk
kardiyoplejik solüsyonlar genellikle aralıklı olarak
verilirken normotermik solüsyonlar sürekli infüzyon
şeklinde verilebilmektedir15. Kalp cerrahisi sırasında
optimal miyokard koruması amacıyla standart bir
yöntemin tüm hastalarda kullanılmasından daha
çok hasta bazlı kardiyoplejik yöntemin seçilmesine
ve mevcut yöntemlerin kombinasyon politikası benimsenmelidir. Kardiyopleji uygulamaları başka bir
bölümde detaylı olarak anlatılmaktadır.
Hemofiltrasyon / Ultrafiltrasyon
Yarı geçirgen membranlardan oluşan hemokonsantratör sistemleri suyun ve elektrolitlerin KPB siste-
KPB sırasında kullanılan güvenlik kitleri
KPB sırasında en sık kullanılan güvenlik aparatları
venöz rezervuar seviye sensörü, arter basınç hattı
manometresi, makrobubble dedektör, arteriyel hat
filtresi ve arter ve venöz hatlardan saturasyon tayini
yapabilen sensörler olarak sınıflandırılabilir.
Kalp ve Anestezi 127
KPB Sisteminin Hazırlanması
KPB sisteminin kalp cerrahisi için hazır hale getirilmesinden perfüzyonist ekibi sorumludur. Bu sistemde kullanılan tubing seti, oksijenatör ve diğer
ekipmanlar steril, tek kullanımlık paketler halinde
bulundurulur. Genellikle KPB sistemimin kurulması
10-15 dakikalık bir zaman alır ve kapalı sistem prime yapılmazsa yaklaşık 7 gün muhafaza edilebilir.
Sistemin tamamının sıvı ile doldurulması ve hava
partikülllerinden tamamen temizlenmesi işlemlerine sırasıyla “priming” ve “deairing” denir ve yaklaşık
olarak 15 dakikada yapılabilir.
Sistem prime edildikten sonra 8 saat içerinde mutlaka kullanılmalıdır. Yetişkin hastalarda prime için
yaklaşık olarak 1.5-2 litre dengeli elektrolit solüsyonuna ihtiyaç vardır (laktatlı ringer ya da plasmalyte). Prime solüsyonu hastanın total kan volümünün
yaklaşık olarak 1/3’ü kadardır. Kullanılan prime solüsyonu nedeniyle KPB sonrası hastanın hematokrit
değeri bypass öncesine göre 1/3 oranında azalır. Dolayısıyla, preoperatif hematokrit değeri düşük olan
hastalarda prime solüsyonuna kan eklenmesi KPB
sırasında yaşanabilecek ciddi hematokrit düşüklüğünün engellenmesinde önemlidir. Yetişkin hastalarda hemodilüsyonunun kan volümü üzerindeki
etkisi %30 iken pediyatrik hastalarda bu etki %20
0-300 düzeylerindedir. KPB sırasında hedeflenen
hematokrit değerine göre aşağıda belirtilen formül
ile prime solüsyonundaki kristalloid solüsyon ve kan
miktarı belirlenmelidir.
S = (VA x KV) x (Hastanın Hematokriti / İstenen Hematokrit) - (VA x KV)
(S: Prime solüsyonunda kullanılacak dengeli elektrolit miktarı, VA: Vücut ağırlığı (kg), KV: Total vücut kan
volümü (ml))
Pediyatrik hastalarda vücut ağırlığı ile total kan volümü arasındaki ilişki Tablo 2’de gösterilmiştir. Genellikle sisteme verilen her bir ünite eritrosit süspansiyonu için 1500-2000 ünite heparin eklenerek
KPB sistemi içerisindeki kana bağlı gelişebiledek
trombotik komplikasyonlar engellenmeye çalışı-
lır. KPB sırasında ideal hematokrit konusunda ortak bir konsensus oluşturulamamış olup genellikle
%18-25 olarak belirtilmektedir ve %18 gibi düşük
değerler ancak orta ya da derin hipotermi durumlarında kabul edilebilmektedir. Hemodilüsyonla kan
viskositesinin azalması mikrosirkülasyondaki akımın
düzelmesini sağlar. KPB sırasındaki hemodilüsyonal
anemi derinliğinin klinik sonuçları çeşitli çalışmalarda sorgulanmış ve çoğunda yetişkin hastalarda aneminin derinliği ile peroperatif istenmeyen sonuçlar
arasında pozitif bir ilişki tespit edilmiştir18. DeFoe
ve ark19, KPB sırasındaki hematokrit seviyeleri ile
intraaortik balon pompası ihtiyacı ve hastane mortalitesinin ilişkili olduğunu göstermiştir. Yine, Habib
ve ark20, KPB sırasında hematokrit seviyesi azaldıkça
operasyona bağlı erken ve geç mortalite ile beraber
kaynak kullanımının arttığını göstermiştir. Her iki çalışmada da KPB sırasında hematokrit değerinin özellikle %22’nin altına düşmesinin artmış peroperatif
mortalite ve morbidite açısından önemli olduğu vurgulanmıştır. Mathew ve ark21, KPB sırasında hematokrit değeri %15-18’e düşen yaşlı hastalarda daha
sık postoperatif nörokognitif değişiklikler bildirmiştir. Benzer çalışmalarda da KPB sırasında düşük hematokrit ile postoperatif inme, renal disfonksiyon
ve artmış transfüzyon ihtiyacı arasında bağlantı gösterilmiştir22-24. Hemodilüsyonun bahsedilen zararlı
etkilerini engellemek amacıyla kan ve kan ürünlerinin transfüzyonu transfüzyona bağlı bilinen risklerin
dışında peroperatif enflamasyon şiddetinin artması,
artmış postoperatif pnömoni ve hastane kalış süresine sebep olmaktadır. Ayrıca allojenik kan transfüzyonu kalp cerrahisi sonrası erken ve geç mortaliteyi
de arttırmaktadır25-27.
Tablo 2: Pediyatrik hastalarda vücut ağırlığı ile
total kan hacmi arasındaki ilişki
Ağırlık (kg)
Total kan hacmi (ml/kg)
<10
85
11-20
80
21-30
75
31-40
70
>41
65
128 Kardiyopulmoner Bypass ve Optimal Koşulları
Prime solüsyonu, hemodilüsyonal anemiye sebep
olarak kanın oksijen taşıma kapasitesini azaltır. Bu
nedenle, KPB sırasında periferik dokularda oksijen
sunumunu optimize etmek için hasta hematokrit
değeri yakından izlenmelidir. Priming için alternatif
olarak allojenik banka kanı ya da otolog kan kullanılabilir. Allojenik kan kullanımı genellikle transfüzyona bağlı bilinen risklerden dolayı pek tercih edilmemektedir. Otolog kan kullanımı, KPB sisteminin
hastanın kendi kanı ile prime edilmesi ile yapılır.
Bu işlem, KPB için arteriyel ve venöz kanülasyon
yapıldıktan ve uygun antikoagülasyon sağlandıktan
hemen sonra ya venöz kanülden (retrograd otolog
prime) ya da arteriyal kanülden (antegrad otolog
prime) yapılabilmektedir. Ancak bu işlem esnasında
yeterli oranda kanın hastadan alınabilmesi ve hipotansiyondan kaçınılması için operasyon masasına
uygun pozisyonun verilmesi ve vazokonstriktör ajanların kullanılması gerekebilir. Otolog prime uygulamasının peroperatif kan ve kan ürünleri kullanımını azaltmakla beraber klinik sonuçları etkilemediği
gösterilmiştir28.
Prime solüsyonunda albumin ve hetastarch gibi kolloidlerin kullanılması konusunda ortak bir fikir birliği
oluşturulamamıştır. Teorik olarak, kolloidler plazma
onkotik basıncın hemodilüsyona bağlı azalmasını
engellemekte ve böylece KPB’ye bağlı gelişen kapiller kaçak sendromunu engellemektedir. Özellikle
yenidoğan ve süt çocuğu döneminde prime solüsyonuna eklenen albumin ve nişasta gibi kolloidlerin
KPB’ye bağlı enflamatuvar yanıt, renal ve miyokard
hasarını azalttığı bildirilmiştir29. Ayrıca kullanılan kolloid solüsyonlarına bağlı ortaya çıkabilecek kanama
komplikasyonu da göz ardı edilmemelidir. Rutin bir
uygulama olmamakla beraber KPB sistemine değişik
oranlarda (25-50 gr) mannitol eklenerek operasyon
sırasında yeterli diürez sağlanması hedeflenir. Prime
solüsyonu içerisinde glukoz mevcudiyeti ve bununla
ilişkili olarak KPB sırasında gelişebilecek hipergliseminin, yetişkin ve pediyatrik hastalarda postoperatif
nörolojik hasara sebep olduğu ve mortaliteyi arttırdığı çeşitli çalışmalarda gösterilse de bu konu tam
olarak netlik kazanmamıştır30,31.
Antikoagülasyon32,33
Kalp cerrahisi yapılan hastalarda sistemik antikoagülasyon kanülasyondan önce yapılmalıdır. Sistemik
heparinizasyon genellikle santral venöz kateterden
uygulanmakla birlikte alternatif olarak cerrah tarafından sağ atriyuma direkt olarak da uygulanabilir.
KPB öncesi standart heparin dozu 300-400 U/kg’dır.
Heparin uygulamasından 3 dakika sonra ACT (activated clotting time) kontrolü yapılmalı ve ACT değeri
400-450 saniye civarında ise KPB başlatılmalıdır. İdeal ACT değeri konusunda fikir birliği olmamakla beraber ACT değeri en az 480 saniye olduğunda KPB’ye
geçilmesi önerilmektedir. Sistemik heparin uygulaması sonrasında ACT’nin yükselmemesi durumunda
doz tekrarlanmalı, toplam heparin dozu 500 U/kg
olduğunda hale ACT ideal değerlere ulaşmıyorsa antitrombin III eksikliğine bağlı heparin direnci düşünülmelidir. Heparin direnci için taze donmuş plazma
veya rekombine antitrombin III konsantresi verilmelidir. KPB sırasında ACT değeri her 15-30 dakikada
bir kontrol edilmeli, uygun ACT düzeyini korumak
için saatte bir heparin dozunun 1/3’ü tekrarlanmalıdır. Heparin uygulanan hastalarda antükoagülasyonu takip amacıyla kan heparin konsantrasyonu titrasyonu (Hepcon testi) yapılmakla birlikte pratik ve
ekonomik olmaması nedeniyle kullanılmamaktadır.
Operasyon sonrasında antikoagülasyonun nötralizasyonu protamin ile yapılır. Yapılan her 100 ünite
heparin için 1 mg protamin yapılmalıdır. Toplam protamin dozu genelde 3 mg/kg’ı geçmemelidir. Protamin dozu tamamlandıktan 3-4 dakika sonra kontrol
ACT bakılmalı ve hedeflenen ACT değerleri elde edilemediyse ya da cerrahi alanda kanama devam ediyorsa 25-50 mg protamin ek doz yapılmalıdır. Protamin uygulamasına bağlı gelişebilecek yan etkiler
akılda tutulmalıdır. Dolaşımdaki heparin-protamin
kompleksleri kompleman sisteminin aktivasyonuna
sebep olarak ani hipotansiyon yapabilir. Bu yüzden
protamin yavaş uygulanmalıdır. Protamin uygulamasına bağlı hipotansiyunun engellenmesinde protamin ile beraber ya da hemen sonra intravenöz
kalsiyum uygulaması pratik olarak birçok merkezde
Kalp ve Anestezi 129
sık kullanılan bir yöntem olmasına karşın eşlik eden
hipokalsemi olmadan kalsiyum uygulamasını destekleyen çalışma bulunmamaktadır. Protamin uygulaması sonrasında nadir görülen bir komplikasyon
da anafilaktik reaksiyon gelişmesidir.
Uygulanan protaminin dolaşımdan temizlendikten
sonra dokulardaki heparinin tekrar dolaşıma katılması ve antikoagülasyona sebep olmasına “heparin
rebound”u denir. Heparin rebound’u klinik olarak
hastada kanamaya sebep olduğunda ek doz protamin uygulanması gerekebilir.
Heparine karşı gelişen reaksiyonlar
Heparine maruz kalan hastalarda gelişen en selim
reaksiyon heparinle ilişkili trombositopenidir (Heparine associated trombocytopenia, HAT). Heparin
uygulamasından birkaç saat sonra veya 3 gün içinde
başlayan, trombosit sayısında %10-15’lik bir azalmaya sebep olan ancak trombositopeni sebebinin
heparine bağlı immünolojik reaksiyon olmadığı bir
tablodur. Tedavi genellikle semptomatiktir.
Heparine karşı gelişen ve klinik olarak daha önemli
olarak kabul edilen durumlar ise heparinin indüklediği trombositopeni (HIT) ve heparinin indüklediği
trombositopeni ve tromboz (HITT) gibi immünolojik
reaksiyonlardır. Heparin, trombositlere bağlanarak
trombositlerden PF-4 molekülünün salıverilmesine sebep olur. Dolaşımda heparin ile birleşen PF-4,
heparin-PF-4 kompleksinin oluşumuna sebep olur.
Bazı insanlarda bu kompleksler antijenik olup bu
komplekse karşı IgG antikorları oluşur. Bu antikorların oluşumu için en az 5 günlük bir süreye ihtiyaç
vardır. Dolaşımda yaklaşık olarak 3 ile 6 ay kaldıktan sonra hasta heparine tekrar maruz kalmaz ise
bu antikorlar kaybolur. Bu süre içerisinde hastanın
heparin ile tekrar karşılaşması HIT’e sebep olur.
IgG-heparin-PF-4 kompleksleri trombositlere bağlanır ve trombositlerin degranüle olmasına sebep
olur. Böylece trombositopeni meydana gelirken bazı
hastalarda trombositlerden salıverilen prokoagülan
maddelere bağlı klinik olarak bulgu veren tromboz
da görülebilir. HIT’in görülme sıklığı %0.5 iken HITT
sıklığı %0.25’dir. KPB sonrası görülen trombositopenilerde mutlaka HIT ayırıcı tanısı akılda tutulmalıdır.
Özellikle, hastanın son 3-6 ay içinde heparin kullanma öyküsünün olması, ikinci kez heparin ile karşılaştıktan 5 gün ve daha sonra trombositopeni gelişmesi HIT tanısını desteklemektedir. HIT ve HITT tanıları
klinik tanılardır. Serumda Anti-heparin PF-4 IgG antikorların gösterilmesi tanıyı desteklemektedir. Tedavide genellikle heparinin kesilmesi yeterlidir. Antikoagülasyon heparin alternatifleri ile yapılmalıdır.
Heparin alternatifleri
HIT gelişen hastalarda ve dolaşımda bulunan heparin-PF4 kompleksine karşı IgG antikor varlığında KPB
için düşük molekül ağırlıklı heparinler, danaparoid,
rekombinan hirudin, bivalirudin ve argatroban alternatif olarak kullanılabilir. Düşük molekül ağırlıklı heparinler faktör Xa’yı inhibe ederek antikoagülan etki
gösteren ve uzun yarı ömürlü ajanlardır. Standart
heparine göre daha az antijenik olmalarına rağmen
heparin-PF4 kompleklerine karşı IgG oluşumunu tetikleyebilir ve HIT’ye sebep olabilirler. Danaparoid,
antitrombin III’ü katalize ederek trombin ve faktör
Xa’ inhibe eder. Yarı ömrü düşük moleküler heparinler gibi uzundur ve antidotları yoktur. Rekombine hirudin direkt trombin inhibitörüdür. Yarılanma ömrü
yaklaşık 40 dakika olup antidotu yoktur. Antikoagülan aktivitesi parsiyel tromboplastin zamanı ile takip
edilebilir. Sentetik direkt trombin inhibitörü olan bivalirudinin yarılanma ömrü hirudinden daha kısadır.
Argatroban hızlı etkili ve kısa yarı ömürlü (yaklaşık
40 dakika) bir direkt trombin inhibitörüdür. Antidotu
yoktur ve antikoagülan aktivite ACT ile takip edilebilir. KPB sırasında heparin alternatiflerinin güvenli
olarak kullanılması konusunda bilgi oldukça sırırlı
olup mevcut literatür vaka sunumları ile sınırlıdır.
KPB’nin Başlatılması
KPB’nin başlatılması anesteziyolog, cerrah ve perfüzyonistin ortak kararı ve fikir birliği ile olur. Bypass
başladıktan hemen sonra venöz direnaj ve arteriyel
basıncın yeterliliği kontrol edilmeli, uygun oksijen
saturasyonu sağlanmalıdır. Bu parametreler uy-
130 Kardiyopulmoner Bypass ve Optimal Koşulları
gunsa KPB başladıktan 2-3 dakika sonra akciğerler
ventilatörden ayrılmalı ve sistemik soğutma işlemi
başlatılmalıdır.
Aortaya kros klemp uygulamasından hemen sonra
kardiyopleji verilerek diyastolik arest sağlanmalıdır. Kardiyopleji solüsyonları içeriklerine göre kan,
kan + kristalloid (3:1 ya da 4:1 oranında karışım) ve
kristalloid olmak üzere üç gruba ayrılır. Rutin uygulamada kalbin durdurulması amacıyla (kardiyopleji
indüksiyonu) 20-30 ml/kg antegrad kardiyopleji verilir6. İndüksiyon solüsyonu içerisindeki potasyum
konsantrasyonu 20-30 mEq/L olarak ayarlanmalıdır.
Antegrad kardiyopleji idamesi 10 ml/kg olarak sürekli ya da aralıklı infüzyon şeklinde yapılır. İdame
kardiyopleji solüsyonu içerisindeki potasyum içeriği
genelde düşük tutulur (10 mEq/L). Antegrad kardiyopleji basıncı genelde 60-100 mmHg arasında olmalıdır. Özelikle ciddi proksimal koroner arter lezyonu olan hastalarda kardiyoplejinin yüksek basınçta
verilmesi önemlidir. Kalp genellikle 30-60 saniye içerisinde durmalıdır. Kalbin geç durması ya da durmaması durumlarında; yetersiz kardiyopleji basıncı,
kardiyopleji içerisinde yetersiz potasyum miktarı,
kros klempin tam tutmamasına bağlı koroner sisteme kan kaçışı, aort kapak yetersizliği ve koroner arterlerin sistemik dolaşımdan kaynaklanan kollateral
dallar ile beslenmesi gibi sebepler akla gelmelidir.
Kardiyopleji uyglaması sırasında miyokardın oksijen
tüketimini azaltmak amacıyla birçok merkezde topikal soğuk uygulanmakla beraber standart olarak
kabül görmüş bir yöntem değildir. Aort kökünden ya
da koroner ostiumlardan sürekli olarak ya da her 20
dakikada bir aralıklı olarak kardiyopleji verilebilir.
Retrograd kardiyopleji uygulaması koroner sinüse
yerleştirilen balonlu bir kateter ile yapılır. Yerleştirilen kateterin pozisyonunu belirlemede transözofageal ekokardiyografi önemli bir tetkiktir. Birçok
merkezde kros kemp uygulamasını takiben kardiyak
arrest antegrad kardiyopleji ile sağlanırken, kardiyak
arestin devamı sürekli ya da aralıklı olarak verilen
retrograd kardiyopleji ile sağlanmaktadır. Retrograd
kardiyopleji verilmesi özellikle hipertrofik kalplerde
önemlidir. Verilme hızı 200-400 mL/dakika olup koroner sinus basıncı 30-50 mmHg arasında tutulmalıdır. Kardiyak arrest retrograd kardiyopleji verilmesi
ile sağlanacaksa kalbin durma süresi antegrad kardiyoplejiye göre daha uzundur (2-4 dakika). Retrograd
kardiyoplejinin en önemli dezavantajı sağ ventrikülün iyi korunamamasıdır.
Sol ventrikül hipertrofisi olan hastalar, miyokardın
iş yükü ve oksijen gereksiniminin artması nedeniyle kros klemp sonrası oluşan miyokard iskemisine
ve kros klemp açıldıktan sonra görülen reperfüzyon
olaylarına LV hipertrofisi olmayan hastalardan daha
duyarlıdır. Bu hastalara kros klemp kaldırılmadan
hemen önce sıcak kan kardiyolejisi verilmesinin (terminal hotshot kardiyopleji) iskemi-reperfüzyon hasarını azalttığı bildirilmektedir5,6,32,34.
KPB Sırasında Akım
KPB sırasında, tüm organlarda optimal perfüzyonun
sağlanması esastır. Genel olarak normotermik şartlarda istenen KPB akımı yenidoğanda 120-200 ml/
kg/dakika, infantta (10 kg’a kadar) 100-150 ml/kg/
dakika, çocuklarda 80-120 ml/kg/dakika ve yetişkin
hastalarda ortalama 2.4 L/m2/dakika olmalıdır. KPB
sırasında başta beyin olmak üzere organ perfüzyonu için yeterli olan akım miktarının belirlenmesinde
dikkate alınması gereken noktalar;
1. Vücut yüzey alanı
2. Hipotermi derinliği
3. Asit-baz dengesi
3. Tüm vücut oksijen tüketimi
4. Nöromusküler blokajın derecesi
5. Kandaki oksijen miktarı
6. Anestezi derinliği
7. Organların iskemiye karşı toleransı olarak sıralanabilir.
KPB sırasındaki organ perfüzyonunun optimal olduğunu gösteren en önemli parametrelerden biri oksijen sunumudur (DO2). DO2 aşağıda verilen formül ile
hesaplanır.
Kalp ve Anestezi 131
DO2 = pompa akımı X (hemoglobin konsantrasyonu
X hemoglobin saturasyonu X 1.36) X (0.003 X arteriyel oksijen basıncı)
Formülden de anlaşıldığı gibi dokulara oksijen sunumunu etkileyen en önemli faktörler pompa akımı, hematokrit düzeyi ve oksijen satürasyonudur. DO2’nin
normal değeri 350-450 mL/dak/m2’dir. KPB’ye bağlı
gelişen hemodilüsyon kan viskositesini azaltmakta
ve kanın oksijen miktarı yaklaşık olarak 20 ml/dL’den
12 ml/dL’ye düşmektedir. Dolayısıyla KPB sırasında
DO2 değerleri 200-300 mL/dak/m2‘ye düşmektedir.
Bu nedenle, uygun doku oksijen sunumunu dengeleyebilmek için ya oksijen tüketimi (VO2) azaltılmalı
ya da oksijen ekstraksiyonu arttırılmalıdır. KPB sırasında minimal güvenli DO2 değeri “kritik DO2” olarak
ifade edilir. KPB sırasında kritik DO2 değeri tam olarak bilinmemektedir. KPB sırasında DO2’de azalması
(akımın (Q) azalması) oksijen ekstraksiyonunda artış
ile kompanse edilir ve bu azalma VO2’yi etkilemez
(Şekil 4‘de görülen plato fazı). Bu aşamaya kadar
olan dönem “akımdan bağımsız oksijen tüketimi”
olarak isimlendirilir. Maksimum oksijen ekstraksiyonuna ulaşıldıktan sonra akımda meydana gelen azalma VO2’nin azalmasına sebep olur ve laktik asidoz
başlar. Bu dönem ise “akıma bağımlı oksijen tüketimi” olarak isimlendirilir35. KPB sırasında kritik DO2
değeri ile ilgili çalışmaların sonuçları yeterince kabul
görmemiştir. KPB sırasında DO2 değerini optimize etmek için inspire edilen oksijen düzeyinin (FiO2) %100
yapılması ve allojenik eritrosit süspansiyonu verilmesi rakamsal olarak DO2 değerini arttırsa da doku
seviyesindeki etkisi gösterilememiştir35,36. Boston ve
ark37, değişen pompa akımının organlardaki DO2 değerlerine etkisini araştırdıkları çalışmada, normotermik perfüzyon sırasında akımın 2.3’den 1.4 lt/dak/
m2’ye düşmesinin beyin DO2 değerini etkilemediğini
ancak böbrek, pankreas ve iskelet kası DO2 değerlerinde önemli azalmalara sebep olduğunu göstermiştir. Bu bulgu, DO2 için hiyerarşik sıralamada beyin
dokusunun birinci sırada olduğunu göstermektedir.
Hipotermi, KPB sırasında sık kullanılan bir uygulamadır. Genellikle sistemik sıcaklıkta her 10°C’lik azalma
oksijen tüketiminde %50 oranında bir azalmaya sebep olur38. KPB sırasındaki sistemik hipotermi böylece oksijen tüketimini (VO2) azaltmakta ve perfüzyon
güvenliğini arttırmaktadır. Kent ve Peirce’in39 köpeklerde yaptığı çalışmada yüzey ve internal soğutma
yöntemleri ile sağlanan hipoterminin VO2 üzerindeki
etkisi Şekil 5’de görülmektedir. Sistemik sıcaklığın
37°C’den 17°C‘ye düşmesi ile VO2 değeri %80-85
azalmaktadır. Sistemik sıcaklık 30°C iken güvenli
akım 1.8 L/dak/m2 iken 18°C’de 1.0 L/dak/m2 olarak
belirtilmektedir. KPB sırasında hafif (30-35°C), orta
(25-30°C) veya derin hipotermi (12-25°C) uygulana-
•
VO2
Maximum oksijen
ekstraksiyonu
•
Q
Şekil 4: Akım (Q) ve oksijen tüketimi (VO2) arasındaki ilişki35
Şekil 5: Hipotermi ile tüm vücut oksijen tüketimi
(VO2) arasındaki ilişki39
132 Kardiyopulmoner Bypass ve Optimal Koşulları
bilir. Klinik perfüzyon uygulamasında kullanılan KPB
akım, sistemik sıcaklık ve hematokrit değerleri Tablo
3’de verilmiştir.
KPB sırasındaki yetersiz akım en erken beyin dokusunu etkiler. Joshi ve ark34, hipotermik KPB’nin serebral akım-basınç otoregülasyonunu bozduğunu ve
ısınma (rewarming) işleminin bu bozulmayı arttırdığını göstermiştir. Aynı çalışmada, soğuma ve ısınma
sırasında otoregülasyondaki bozulma ile postoperatif nörolojik olay arasında ilişki olduğu belirtilmiştir.
Serebral perfüzyon ortalama arter basıncı (OAB)
55-60 mmHg’nın üzerinde tutulduğu sürece KPB
sırasındaki akım değişikliklerinden etkilenmez. Bununla beraber, serebrovasküler hastalık varlığında,
hipertansif ve yaşlı hastalarda serebral otoregülasyon bozulmakta ve bu grup hastalarda KPB sırasında
optimal beyin perfüzyonu için en az 70 mmHg OAB
sağlanmalıdır40.
KPB sırasında hipotansiyon (OAB < 55-60 mmHg)
gelişmesi istenmeyen bir durumdur. Yenidoğan ve
süt çocuğu için istenilen KPB perfüzyon basıncı 2050 mmHg iken yetişkin hastalarda bu değer 55-80
mmHg arasındadır. KPB sırasında ortalama arteriyel
basıncın tutturulamaması uygunsuz basınç ölçümü,
pompa akımının az olmasına, KPB’ye bağlı gelişebilecek sistemik vazodilatasyona ve aort kanülasyonunun bir komplikasyonu olan aort diseksiyonuna
sekonder gelişebilir.
KPB sırasındaki ideal hematokrit ve sıcaklık konusunda kesin bir görüş bulunmamaktadır. KPB sırasında hematokritin düşük tutulması (%18-22) kan
viskositesinin ve kanın oksijen taşıma kapasitesinin
azalmasına sebep olduğundan düşük hematokritin
olumsuz etkilerini azaltmak için genellikle değişik
derecelerde hipotermi uygulanması gereklidir. KPB
sırasında yüksek hematokrit (%26-28) özellikle sistemik hipotermi uygulanmayan hastalarda ve konjenital kalp cerrahisinde nörolojik hasarı engellemede
önemlidir. KPB sırasında olması gereken ideal sıcaklık hala tartışmalıdır. Sistemik hipotermi beyin başta olmak üzere tüm organların iskemiye toleransını
arttırmakta, bypass sırasındaki düşük akım ve hema-
Tablo 3: KPB sırasında olması gereken akım,
sistemik sıcaklık ve hematokrit (Htc)
Hipotermi (°C)
İstenen Htc (%)
Akım (L/dak/m2)
32-36
30-32
2.4-2.6
28-31
25-28
1.8-2.2
24-27
22-25
1.6-2.0
17-23
20-22
1.4-1.8
tokrit değerlerinin tolere edilmesini sağlamaktadır.
Buna karşın sistemik hipotermi enzimatik fonksiyonları olumsuz etkilemekte, trombosit fonksiyon bozukluğuna ve kanamaya sebep olmakta ve sistemik
vasküler rezistansı arttırmaktadır. Bunlara ek olarak
hipotermiye bağlı gelişen nörokognitif bozukluklar
ve ısınma sırasında gelişebilecek serebral hipertermi
operasyona bağlı morbidite ve mortalitenin artmasına sebep olmaktadır41,42.
Güvenli perfüzyon ve miyokard koruması için pediyatrik ve yetişkin hastalar arasında kardiyak ve sistemik dolaşımla ilgili anatomik ve fizyolojik farklılıkların bilinmesi gereklidir43. Bu farklılıklar:
1. Pediyatrik hastalarda vücut ağırlığı/yüzey alanı
(BSA) oranı daha yüksek olduğundan hemodilüsyonun hematokrit üzerindeki etkisi yetişkin hastalara oranla daha önemlidir.
2. Yenidoğanlarda ve infantlarda serebral vasküler otoregülasyon gelişmemiştir. KPB sırasında
hızlı soğuma veya ısınmaya bağlı serebral hasar
riski daha fazla olduğundan soğuma ve ısınma
sürelerinin hızlı olmaması, en az 20-25 dakikada
yapılması önemlidir.
3. Çocuklarda yetişkin hastalara kıyasla kardiyak
indeks yaklaşık %25 oranında daha yüksektir.
4. Siyanotik konjenital kalp hastalığı olan çocuklarda aortopulmoner ve bronşiyal kolleterallerin
varlığı bu hastalarda hem aortik kros klemp sırasında miyokard korumasını olumsuz yönde etkileyebilir hem de sistemik akımdan çalarak hipoperfüzyon yapabilir.
5. Yapısal olarak yenidoğan kalbinde miyofibriller
düzensiz ve daha az kontraktil eleman içermek-
Kalp ve Anestezi 133
tedir. Organeller ve kontraksiyon için gerekli enzim sistemleri de tam olarak gelişmemiştir. Miyositler yuvarlaktır. Organeller ortada toplanmıştır.
Gelişimle beraber organeller perifere kayar ve
kontraktil elemanlar daha aktif hale gelir.
6. Yenidoğan döneminde her iki ventrikülün boyutları birbirine eşit ve kompliansları düşüktür.
Bir ventrikülün fonksiyonlarının bozulması süratle diğer ventrikülü de etkiler. Atım hacminin
göreceli olarak sabit oluşu ve ventrikül kompliansının düşük olması nedeniyle yeterli kalp debisi
için kalp hızı ve sinüs ritmi önemlidir. Afterload
veya preload değişikliklerinden çabuk etkilenir.
Özelikle yenidoğan ve erken süt çocukluğu döneminde miyokard kontraktilitesi sınırlıdır ve
katekolaminlere yanıtı azalmıştır. Frank starling
cevabı sınırlıdır. T tubülleri iyi gelişmemiştir ve
kontraksiyon için gerekli olan kalsiyum, sınırlı
miktarda depolanabilir.
7. Kalbin otonomi inervasyonu tamamlanmamıştır. Sempatik sistem tam olarak gelişmemişken
parasempatik sistem yetişkindeki gibidir.
8. Doğumdan hemen sonra pulmoner vasküler
rezistans yüksektir. 4-6 hafta içerisinde hızla düşer. Yetişkin değerlere ulaşması 4 yılı bulur. Pulmoner kan akımını arttıran hastalıklar pulmoner
sistemin gelişimini engeller. Sağlıklı çocuklarda
bile doğumdan sonra ilk 1-2 ay pulmoner yatak
çok labildir. Doğumsal kalp hastalıklarında özellikle soldan sağa şant yapan ve pulmoner basıncı
arttıran patolojilerde pulmoner hipertansif kriz
riski yüksektir.
9. Erişkinlerde miyokard metabolizması için esas
enerji kaynağı serbest yağ asitleri ve palmitattır
ve 129 mol adenozin trifosfat (ATP) açığa çıkar.
Yenidoğan kalbinde ise glukoz kullanılır ve 1 mol
ATP açığa çıkar. Yağların kullanılamamasının sebebi mitokondri içerisinde yeteri miktarda asetil
CoA enziminin olmamasıdır.
10. Yenidoğanlarda kalp glikojen depoları yüksektir. Yağ metabolizması artıkça glikojen depoları azalır. Dolayısıyla iskemi sırasında süratle aerobik metabolizmadan anaerobik metabolizmaya
geçiş sağlanır. Bu da yenidoğan kalbinin iskemiye
karşı olan direncini artırır.
Pulsatil ve pulsatil olmayan KPB
KPB sırasındaki tartışmalı konulardan biri de pulsatil
perfüzyondur. Çeşitli çalışmalarda, hem erişkin hem
de pediyatrik hastalarda pulsatile perfüzyonunun
beyin başta olmak üzere vital organlara kan akımını
arttırdığı, KPB’ye bağlı gelişen sistemik enflamatuvar
yanıtı ve buna bağlı mortaliteyi azalttığı iddia edilse de rutin klinik uygulamaya girmemiştir. Özellikle,
pediyatrik hastalarda arteriyel kanül boyutlarının
küçülmesi ve pompanın oluşturduğu pulsatil akımın
önemli bir oranının kanül ucunda kaybolup arteriyollere ulaşmaması, enflamatuvar yanıt ve perfüzyon üzerinde iddia edilen olumlu etkilerinin olmaması, bu yöntemin eleştirildiği noktalardır44.
pH Yönetimi
Hipotermik KPB sırasında pH/PCO2 yönetimi için iki
farklı politika vardır: pH-stat ve alfa-stat. Derin hipotermi ve total sirkülatuvar arrestin sık uygulandığı
neonatal ve infant kalp cerrahisi vakalarında pH-stat
yönetimi daha iyi bir nörolojik koruma sağlarken
yetişkin kalp cerrahisinde genellikle alfa-stat tercih
edilmektedir. pH-stat yönetiminde tüm vücut sıcaklıklarında kan pH değeri 7.40 civarında tutulmaya
çalışılır ve bu değeri sağlamak için sisteme sürekli
CO2 eklenir. Parsiyel CO2 basıncının artması serebral
vasküler yapılarda vazodilatasyon yaparak serebral
perfüzyonu arttırır. Alfa-stat yönetiminde sistemik
soğuma ile beraber CO2’in kandaki çözünürlüğü artmaya başlar ve respiratuvar alkaloz gelişir. Hipotermi derecesine göre ortaya çıkan alkaloz normal kabul edilir. pH-stat yönetiminde hasta soğutuldukça
sisteme CO2 eklenmesi ile kan CO2 düzeyi artar ve
artmış CO2 serebral vazodilatayon yaparak serebral
kan akımını arttırır. Alfa-stat yönetiminde ise serebral kan akımı sistemik soğutma sonucunda azalan
serebral metabolizma ile beraber azalma gösterir.
Pediyatrik hastalarda KPB ilişkili minör ve majör
nörolojik olaylarda en önemli etken hipoperfüzyon
olduğundan hipotermik KPB sırasında serebral kan
akımını arttıran pH-stat yönetimi izlenir. Yetişkin
134 Kardiyopulmoner Bypass ve Optimal Koşulları
kalp cerrahisinde ise peroperatif nörolojik sorunlardan daha çok embolik olaylar sorumlu tutulduğundan alfa-stat yönetimi tercih edilir45.
Düşük Akımlı KPB ve Derin
Hipotermik Sirkülatuvar Arrest
Günümüzde derin hipotermi ve sirkülatuvar arrest
(DHSA) uygulamasının yetişkin ve pediyatrik kalp
cerrahisindeki kullanımı giderek azalsa da özellikle
neonatal kompleks konjenital kalp cerrahisi ve arkus
aorta cerrahisi yapılan hastalarda hala kısa süreli total sirkülatuvar arest tercih edilebilmektedir.
DHSA planlanan hastalarda vücut soğumasının homojen olması önemlidir. DHSA için gerekli ideal
vücut sıcaklığı 14-20°C olarak kabul edilmektedir.
Soğutma sırasında DHSA için hedeflenen sıcaklığa
ulaşıldıktan sonra KPB’nin aynı sıcaklıkta 10-15 dakika daha devam ettirilmesi özellikle serebral soğuma
açısından önemlidir. Konjenital kalp cerrahisi yapılan siyanotik ve büyük aortopulmoner kollateralleri
olan hastalarda DHSA sonrası nörolojik hasar gelişme riski yüksektir. Maksimum güvenli DHSA süresi
bilinmemekle beraber nörolojik hasar riski süre ile
doğru orantılıdır6.
Yenidoğan ve süt çocuklarında DHSA uygulamasına alternatif olarak kullanılan bir diğer yöntem de
düşük akım-düşük sıcaklıktır. Yenidoğan döneminde
kalp cerrahisi yapılan ve düşük akım-düşük sıcaklık
uygulanan hastalarda DHSA uygulanan hastalara kıyasla erken dönemde daha az nöbet, uzun dönemde de daha iyi motor beceriler tespit edilmiştir46.
DHSA sırasındaki diğer bir alternatif uygulama da
antegrad serebral perfüzyondur. Yetişkin hastalarda
arkus aorta cerrahisi sırasında serebral perfüzyonun aksiller ya da karotis arterlerden antegrad olarak devam ettirilmesinin etkinliği birçok çalışmada
gösterilmiştir47. Antegrad serebral perfüzyonun en
önemli avantajları, beyin dokusunun DHSA’yı daha
uzun süre tolere edebilmesi ve orta ya da hafif hipotermide operasyonun yapılabilmesine olanak
sağlamasıdır. Pediyatrik kalp cerrahisinde antegrad
serebral perfüzyonun kullanılması son yıllarda art-
makla beraber bu yöntemin diğer yöntemlere karşı etkinliği konusunda az sayıda randomize çalışma
bulunmaktadır6. Kompleks arkus aorta rekonstrüksiyonu yapılan yenidoğanlarda, postoperatif serebral
hasar açısından DHSA ve antegrad serebral perfüzyon arasında fark tespit edilememiştir48,49.
KPB İlişkili Enflamatuvar Yanıt 6,7,49
KPB sırasında kanın yabancı yüzey ile teması, öncelikle kandaki proteinlerin bu yüzey tarafından absorbe edilmesine ve yüzeyin üstünde bir protein katmanının oluşmasına yol açar. Kullanılan biyomateryalin
cinsine göre, oluşan bu protein tabakasının yapısı
da değişir. Bu kavram, özellikle kaplamalı sistemler
olarak tanımladığımız sistemler arasındaki farklılıkların temel noktasını oluşturur. Kanın hastadan oksijenatöre gelmesi ve oksijenatörün negatif yüklü
yüzeyi ile temas etmesiyle ilk olarak kandaki fibrin
parçacıkları, daha sonra da aktive olan trombositler
bu yüzeye yapışır. Bu sırada ortamdaki kininojen etkisi ile prekallikrein kallikreine dönüşür ve faktör XII
aktive olur. Bu süreç koagülasyon yolaklarını tetikler
(Şekil 6). Ortaya çıkan kallikrein ile nötrofillerden,
trombositlerdeki GPIIb-IIIa proteininin aktivasyonuna yol açan protein elastaz salıverilir. Bu aktivasyon, daha çok trombositin aktive olmasına, yabancı
yüzeye yani biyomateryale yapışmasına (Şekil 7) ve
trombositlerin yüzeylerinde deformasyon yaparak
Şekil 6: Kardiyopulmoner bypass sırasında oluşan
temas aktivasyonu ve kaogülasyon yolakların aktive
olması (TFPI: doku faktörü yolak inhibitörü)
Kalp ve Anestezi 135
(eliptik yapıdan sferik yapıya dönüşürler) adezyon
ve agregasyon yeteneklerini kaybetmesine yol açar.
Kallikrein, plazmini aktive eder ve fibrinolizis artar.
KPB
İskemi Reperfüzyon
Kompleman aktivasyon
Endotoksin
Proinflamatuvar sitokinler
Hücresel aktivasyon (lökosit, trombosit, endotel
hücreleri, vs)
NO
Serbest oksijen radikalleri
Endotelin
PAF
Proteazlar
Araşidonik asit
metabolitleri
Doku ve Organ Hasarı
Şekil 8: Kardiyopulmoner bypass sırasında enflamatuvar yanıtın ortaya çıkmasına neden olan sebepler
ve buna bağlı doku-organ hasarının gelişimi
Şekil 7: Aktive olmuş trombositler yüzey fibrinojenine GpIIb/IIIa reseptörleri ile bağlanır ve plazma
fibrinojenleri ile beraber trombosit agregatları
oluşturur
Plazmin trombosit yüzeyinde bulunan ve trombosit
adezyonunda görev alan GPIb reseptörüne de bağlanır, GPIb reseptörleri şekil değiştirir veya deforme olarak ortamdan yok olur. Böylece trombositler
adezyon açısından inaktif hale gelir. Şekil değiştiren
ve fonksiyonlarını kaybeden trombositler ortamdaki
vonWillebrand faktöre (vWF) bağlanamaz ve vasküler sistemde fibrin tıkaçlarının oluşumu engellenir.
KPB aynı zamanda endotel hücrelerini de aktive
eder. Endotel hücreleri kanın diğer şekilli elemanları olan monositler, makrofajlar ve trombositler ile
aktive olarak ortama sitokin adı verilen maddelerin salıverilmesine yol açar. Sitokinler, aktive olmuş
lenfositler ve makrofajlar başta olmak üzere birçok
hücreden sentezlenen ve diğer hücrelerin fonksiyonlarının düzenlenmesinde mesaj alıp-verici olarak
rol oynayan peptid yapısındaki maddelerdir. Sitokinler çeşitli hücrelerin yüzeyindeki reseptörlere etki
ederek etki ettiği hücrenin büyüme ve matürasyon
gibi birçok faaliyetini düzenler. Sitokin salıverilmesi
kompleman aktivasyonu, iskemi-reperfüzyon veya
başka sitokinlerin salıverilmesi gibi faktörlere bağlı
olabilir (Şekil 8).
KPB’ye bağlı artan interlökin IL-1, IL-6, IL-8, tümör
nekroz faktörü (TNF)-alfa ve beta ve interferon (IFN)-gama gibi sitokinler enflamatuvar yanıt oluşumunda etkilidir. Her bir sitokinin organlar üzerindeki
etkileri farklı olup postoperatif dönemde meydana
gelen organ yetmezliğinin en önemli sebebi salıverilen serbest oksijen radikalleriyle beraber artmış
sitokinlerdir. Sitokinler hedef hücrede kendi reseptörlerine bağlanarak etkili olur. Yarı ömürleri kısa olduğundan etkileri sınırlı bir zaman dilimindedir.
Plazmin aynı zamanda kompleman sisteminin aktive olmasına yol açar. KPB ve kalp cerrahisi sırasında kompleman sisteminin aktivasyonu üç aşamada
olur; 1) kanın endotel dışı yüzey ile teması sırasında,
2) protamin sonrası heparin-protamin kompleksinin
oluşumu ile ve 3) reperfüzyon sonrası. Kompleman
aktivasyonuna bağlı artan C5a KPB’nin erken safhasında üretilir. Nötrofillerin degranülasyonunu tetikler, kemotaksisi aktive eder ve bir serbest oksijen
radikali olan süper oksit üretimini uyarır.
KPB sonrası gelişen sistemik enflamatuvar yanıt,
postoperatif morbidite ve mortalitenin en önemli
nedenlerindendir. Enflamatuvar yanıt açık kalp operasyonları sonrasında gelişen kardiyak, pulmoner,
renal, hepatik, nörolojik ve hemostatik komplikasyonların patogenezinde birincil rol üstlenir. KPB sırasında ve sonrasında gelişen enflamatuvar yanıtın
şiddeti ekstrakorporeal sistemlerin biyolojik uyum-
136 Kardiyopulmoner Bypass ve Optimal Koşulları
luluğunun arttırılması, filtrasyon teknikleri, anti-enflamatuvar ve antioksidan ajanların kullanılması ve
termoregülasyon teknikleri ile azaltılabilir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda kişiler arası genetik yapıdaki farklılıklarında kardiyak cerrahi sonrası görülen
enflamatuvar yanıtın şiddetini etkilediği iddia edilmektedir50.
KPB sonrası gelişen enflamatuvar yanıtın azaltılması
amacıyla çeşitli yöntemler uygulanır (Tablo 4)6. Bu
yöntemlerin etkinliği konusunda tüm dünyada tam
bir fikir birliği oluşturulamamış olup değişik merkezlerde farklı uygulamalar yapılabilmektedir.
Minimal Ekstrakorporeal
Dolaşım (MECC) Sistemi
MECC sistemi, konvansiyonel KPB sırasında kanın
hava ve yabancı yüzey ile olan temasını en aza indirmek amacıyla geliştirilmiştir. Ayrıca MECC devrelerini oluşturan bileşenlerin biyouyumluluğunun
konvansiyonel KPB devrelerine kıyasla arttırılarak
enflamatuvar yanıtın azaltılması hedeflenmiştir.
MECC sistemi sentrifugal pompa, membran oksijenatör, heparin kaplı kısaltılmış devreler ve gerektiğinde ilave edilebilen bir vakum hattından oluşmaktadır. Konvansiyonel KPB sisteminde bulunan
venöz rezervuar ve standart vakum hattı bu devrede
bulunmaz. Venöz sistemden gelen kan rezervuar olmadığından herhangi bir alanda toplanmaz. MECC
sisteminde hava ile teması söz konusu olmayan, tam
anlamıyla kapalı bir devre söz konusudur. Böylelikle kan elemanlarının maruz kaldığı hasar engellenmiş olur. Venöz rezervuar bulunmaması ve hatların
da daha kısa olması, kullanılan prime hacminin de
azalmasına olanak sağlar (Şekil 9). Tamamıyla kapalı, heparin kaplı ve biyouyumluluğu arttırılmış olan
bu devrelerde heparin dozu konvansiyonel KPB’da
uygulanan dozun yarısıdır (150 IU/kg). Gerek prime
hacminin daha az olması gerekse uygulanan heparin dozunun daha düşük tutulması MECC kullanılan
hastalarda KPB sırasında hemodilüsyonun, peroperatif kan kaybının ve kan transfüzyonu ihtiyacınının
azalmasına sebep olmaktadır51.
Tablo 4: KPB’ye bağlı enflamatuvar yanıtın
azaltılması için kullanılan yöntemler
1. Farmakolojik yöntemler
a. Steroid uygulaması
b. Antioksidan ilaçlar
c. Aprotinin
2. Ultrafiltrasyon
3. İskemik önkoşullama (preconditioning)
4. Hipotermik perfüzyon
5. Kaplı devrelerin kullanılması
a. Heparin
b. Fosforilkolin (Phisio)
c. Polymethoxyethylacrylate (PMEA)
d. Trillium
e. Albumin
6. Minimal ekstrakorporeal dolaşım devrelerinin kullanılması
Kanıta Dayalı KPB Uygulamaları
KPB ile ilgili kılavuz bilgileri oldukça sınırlıdır. Pediyatrik hastalarda kanıta dayalı kılavuz önerileri ile
ilgili sınırlı kaynak bulunurken mevcut öneriler daha
çok yetişkin hastalardaki çalışmalardan ortaya çıkmıştır. Shann ve arkadaşları52, yetişkin hastalarda
KPB sırasında ve sonrasında oluşabilecek nörolojik
hasarın engellenmesi, gliseminin ve hemodilüsyo-
Şekil 9: MECC ve konvansiyonel kardiyopulmoner
bypass sistemlerinin karşılaştırılması
Kalp ve Anestezi 137
nun kontrol edilmesi ve enflamatuvar yanıtın optimize edilmesi amacıyla kanıta dayalı fikir birliği oluşturmaya çalışmıştır. Buna göre:
1. Alfa-stat politikası ile hipotermik KPB uygulanan hastalar klinik bir ekip tarafından yönetilmelidir (Sınıf IA).
2. Isınma sırasında sistemik sıcaklığın 37°C’yi
geçmemesi serebral hiperterminin engellenmesi
için önemlidir (Sınıf IIaB).
3. Plevral ve mediastinal dokularla direkt olarak
temas etmiş kanın herhangi bir işlemden geçirilmeden direkt olarak KPB sistemine verilmemelidir (Sınıf IB).
4. Mediastinal drenajın tekrar hastaya verilmesiyle ortaya çıkabilecek istenmeyen olaylar drenaj materyalinin sekonder filtrasyonu ile azaltılabilir (Sınıf IIbB).
5. KPB sırasında nörolojik olay geçirme riski yüksek olan hastalarda intraoperatif TEE ya da epiaortik ultrasonografi yapılarak palpe edilemeyen
yumuşak plaklar tespit edilmeli (Sınıf IB) ve serebral emboli riski azaltılmalıdır (Sınıf IIaB).
6. Embolik olayları azaltmak amacıyla arteriyel
hatlar üzerinde filtreler kullanılmalıdır (Sınıf IA).
7. KPB sırasında hem diyabetik hem de diyabetik
olmayan hastalarda kan şekeri normal sınırlarda
tutulmalıdır (Sınıf IB).
8. KPB prime hacmi azaltılarak hemodilüsyon ve
hemodilüsyona bağlı kan transfüzyonu azaltılmalıdır (Sınıf IA).
9. Devrelerin yüzey alanının azaltılması ve biyouyumlu yüzey modifikasyonu yapılmış KPB devrelerinin kullanılması KPB’ye bağlı enflamatuvar
yanıtın azaltılması ve sonuçların düzeltilmesi açısından önemli olabilir (Sınıf IIaB).
Society of Thoracic Surgeons ve The Society of Cardiovascular Anesthesiologists (STS/SCA) tarafından
hazırlanan kalp cerrahisinde kan koruyucu kılavuzlar
incelendiğinde53;
1. Orta dereceli hipotermik KPB uygulanan hastalarda hemoglobin değeri ≤6 mg/dL olduğunda
oksijen sunumunu optimize etmek için eritrosit süspansiyonu transfüzyonu yapılmalıdır. Serebrovasküler hastalık, serebrovasküler olay ve
diyabetik hastalarda daha yüksek hemoglobin
değerleri dikkate alınmalıdır (Sınıf IIaC).
2. Orta dereceli hipotermik KPB uygulanan hastalarda hemoglobin değeri >6 mg/dL olduğu zaman eritrosit süspansiyonu transfüzyonu hastanın klinik durumu göz önüne alınarak yapılabilir.
Transfüzyon ile ilgili karar hasta ile ilgili unsurlar
(ileri yaş, mevcut hastalığın ciddiyeti, kardiyak
fonksiyon veya kritik son organ iskemisi gibi), klinik durum (akut veya masif kan kaybı) ve laboratuvar değerleri (hematokrit, oksijen satürasyonu,
ekokardiyograji gibi) dikkate alınarak verilmelidir
(Sınıf IIaC).
3. Kritik son organ iskemisi/hasarı riski olan hastalarda KPB sırasında hemoglobin değerinin ≥7
mg/dL üzerinde tutulmasının faydasız olduğu
söylenemez (Sınıf IIbC).
4. KPB sırasında kan kullanımını azaltmak ve perfüzyon güvenliğini arttırmak amacıyla açık rezervuar membrane oksijenatör sisteminin kullanılmasının faydasız olduğu söylenemez (Sınıf IIbC).
5. Mevcut pompalardan tümü KPB sırasına uygun
kan koruması sağlamaktadır. Perfüzyon güvenliği
için sentrifugal pompaların kullanılmasının faydasız olduğu söylenemez (Sınıf IIbB).
6. Heparin kaplı devrelerin kullanılmasının kan
korunması üzerine olulmlu etkilerinin olmadığı
söylenemez (Sınıf IIbB).
7. KPB sırasında kan koruyucu stratejiler arasında hemodilüsyonu azaltmak için minimal ekstrakorporeal devrelerin kullanılmasının faydasız
olduğu söylenemez (Sınıf IIbB).
8. Retrograd otolog prime uygulamasının kan
koruyucu yöntem olarak kullanılmasının faydasız
olduğu söylenemez (Sınıf IIbB).
138 Kardiyopulmoner Bypass ve Optimal Koşulları
Kaynaklar
1. Gibbon JH Jr. The development of the heart-lung apparatus.
Am J Surg 1978; 135:608-19
2. Hessel EA 2nd. A Brief History of Cardiopulmonary Bypass.
Semin Cardiothorac Vasc Anesth 2014; 18: 87-100
3. Lillehei CW, Cohen M, Warden HE, Varco RL. The direct-vision
intracardiac correction of congenital anomalies by controlled
cross circulation; results in thirty-two patients with ventricular
septal defects, tetralogy of Fallot, and atrioventricularis communis defects. Surgery 1955; 38:11-29
4. Stephenson LW. History of cardiac surgery. In: Cohn LW, Cardiac Surgery in the Adult, 3rd ed, The McGraw-Hill Companies,
Inc, New York, 2008:3-28
13. Mirow N, Zittermann A, Koertke H, Maleszka A, Knobl H,
Coskun T, Kleesiek K, Koerfer R. Heparin-coated extracorporeal
circulation in combination with low dose systemic heparinization reduces early postoperative blood loss in cardiac surgery. J
Cardiovasc Surg (Torino) 2008; 49: 277-84
14. Tayama E, Hayashida N, Akasu K, Kosuga T, Fukunaga S,
Akashi H, Kawara T, Aoyagi S. Biocompatibility of heparin-coated extracorporeal bypass circuits: new heparin bonded bioline
system. Artif Organs. 2000; 24:618–23
15. Doenst T, Schlensak C, Beyersdorf F. Cardioplegia in pediatric cardiac surgery: do we believe in magic? Ann Thorac Surg
2003; 75: 1668-77
16. Elliott MJ. Ultrafiltration and modified ultrafiltration in pediatric open heart operations. Ann Thorac Surg 1993; 56: 1518-22
5. Hammon JW. Extracorporeal Circulation: A. Perfusion Systems, B. The Response of Humoral and Cellular. In: Cohn LW,
Cardiac Surgery in the Adult, 3rd ed, The McGraw-Hill Companies, Inc., New York, 2008: 349-414
17. Davies MJ, Nguyen K, Gaynor JW, Elliott MJ. Modified ultrafiltration improves left ventricular systolic function in infants
after cardiopulmonary bypass. J Thorac Cardiovasc Surg 1998;
115: 361-9
6. Jones T and Elliott MJ. Perfusion techniques. In: Stark JF, de
Leval MR, Tsang VT. Surgery for Congenital Heart Defects, 3rd
ed, John Wiley and Sons, Ltd, England, 2006:167-186
18. Loor G, Rajeswaran J, Li L, Sabik JF 3rd, Blackstone EH, McCrae KR, Koch CG. The least of 3 evils: exposure to red blood cell
transfusion, anemia, or both? J Thorac Cardiovasc Surg 2013;
146: 1480-7
7. Taketani S, Sawa Y, Massai T, Ichikawa H, Kagisaki K, Yamaguchi T, Ohtake S, Matsuda H. A novel technique for cardiopulmonary bypass using vacuum system for venous drainage with
pressure relief valve: an experimental study. Artif Organs 1998;
22:337
8. Leontyev S, Borger MA, Legare JF, Merk D, Hahn J, Seeburger
J, Lehmann S, Mohr FW. Iatrogenic type A aortic dissection during cardiac procedures: early and late outcome in 48 patients.
Eur J Cardiothorac Surg 2012; 41:641-6
9. Gaylor JDS. Membrane Oxygenators: Current Developments
in Design and Application. Journal of Biomedical Engineering
1988; 10:541-47
10. Groom RC, Stammers AH: Extracorporeal devices and related technologies. In: Kaplan JA, Cardiac Anesthesia, 6th ed, WB
Saunders, Philadelphia, 2011; 888-992
11. Baufreton C, Intractor L, Jansen PGM, te Velthuis H, Le
Besnerais P, Vonk A, Farcet JP, Wildevuur CR, Loisance DY. Inflammatory response to cardiopulmonary bypass using roller or
centrifugal pumps. Ann Thorac Surg 1999; 67:972-7
12. Mahmood S, Bilal H, Zaman M, Tang A. Is a fully heparin-bonded cardiopulmonary bypass circuit superior to a standard cardiopulmonary bypass circuit? Interact Cardiovasc Thorac Surg 2012; 14: 406-14
19. DeFoe GR, Ross CS, Olmstead EM, Surgenor SD, Fillinger
MP, Groom RC, Forest RJ, Pieroni JW, Warren CS, Bogosian ME,
Krumholz CF, Clark C, Clough RA, Weldner PW, Lahey SJ, Leavitt BJ, Marrin CA, Charlesworth DC, Marshall P, O’ConnorGT.
Lowest hematocrit on bypass and adverse outcomes associated
with coronary artery bypass grafting. Ann Thorac Surg 2001; 71:
769-76
20. Habib RH, Zacharias A, Schwann TA, Riordan CJ, Durham SJ,
Shah A. Adverse effects of low hematocrit during cardiopulmonary bypass in the adult: should current practice be changed? J
Thorac Cardiovasc Surg 2003; 125: 1438-50
21. Mathew JP, Mackensen GB, Phillips-Bute B, Stafford-Smith
M, Podgoreanu MV, Grocott HP, Hill SE, Smith PK, Blumenthal
JA, Reves JG, Newman MF. Effects of extreme hemodilution during cardiac surgery on cognitive function in the elderly. Anesthesiology 2007; 107: 577-84
22. Karkouti K, Beattie WS, Wijeysundera DN, Rao V, Chan C,
Dattilo KM, Djaiani G, Ivanov J, Karaski J, David TE. Hemodilution during cardiopulmonary bypass is an independent risk factor
for acute renal failure in adult cardiac surgery. J Thorac Cardiovasc Surg 2005; 129: 391-400
23. Habib RH, Zacharias A, Schwann TA, Riordan CJ, Engloran M,
Durham SJ, Shah A. Role of hemodilutional anemia and transfu-
Kalp ve Anestezi 139
sion during cardiopulmonary bypass in renal injury after coronary revascularization: implications on operative outcomes. Crit
Care Med 2005; 33: 1749-56
myocardial substrate derangement in patients undergoing coronary artery bypass surgery. Eur J Cardiothorac Surg 1998; 13:
559-64
24. Karkouti K, Djaiani G, Borger MA, Beattie WS, Fedorko L,
Wijeysundera D, Ivanov J, Karski J. Low hematocrit during cardiopulmonary bypass is associated with increased risk of perioperative stroke in cardiac surgery. Ann Thorac Surg 2005; 80:
1381-7
35. Murphy GS, Hessel EA 2nd, Groom RC. Optimal perfusion
during cardiopulmonary bypass: an evidence-based approach.
Anesth Analg 2009; 108: 1394-417
25. Fransen E, Maessen J, Dentemer M, Senden N, Buurman W.
Impact of blood transfusion on inflammatory mediator release
in patients undergoing cardiac surgery. Chest 1999; 116: 1233-9
26. Murphy PJ, Connery C, Hicks GL, Blumberg N. Homologous
blood transfusion as a risk factor for postoperative infection after coronary artery bypass graft operations. J Thorac Cardiovasc
Surg 1992; 104: 1092-9
27. Ottino G, Paulis R, Pansini S. Major sternal wound infection
after open-heart surgery: a multi-varient analysis of risk factors
in 2579 consecutive operative procedures. Ann Thorac Surg
1987; 44: 173-9
28. Avgerinos DV, Debois W, Salemi A. Blood conservation strategies in cardiac surgery: more is better. Eur J Cardiothorac Surg
2014 Jan 30. [Epub ahead of print]
29. Boldt J, Suttner S, Brosch C, Lehmann A, Röhm K, Mengistu A. Cardiopulmonary bypass priming using a high dose of a
balanced hydroxyethyl starch versus an albumin-based priming
strategy. Anesth Analg 2009; 109: 1752-62.
30. Agus MS, Steil GM, Wypij D, Costello JM, Laussen PC, Langer
M, Alexander JL, Scoppettuolo LA, Pigula FA, Charpie JR, Ohye
RG, Gaies MG; SPECS Study Investigators.Tight glycemic control versus standard care after pediatric cardiac surgery. N Engl J
Med 2012; 367: 1208-19
31. Zhang X, Yan X, Gorman J, Hoffman SN, Zhang L, Boscarino
JA. Perioperative hyperglycemia is associated with postoperative neurocognitive disorders after cardiac surgery. Neuropsychiatr Dis Treat 2014; 10: 361-70
32. Despotis GJ, Joist JH. Anticoagulation and anticoagulation
reversal with cardiac surgery involving cardiopulmonary bypass: an update. J Cardiothorac Vasc Anesth 1999; 13 (4 Suppl
1): 18-29
33. Argueta-Morales IR, Olsen MC, DeCampli WM, Munro HM,
Felix DE. Alternative anticoagulation during cardiovascular procedures in pediatric patients with heparin-induced thrombocytopenia. J Extra Corpor Technol 2012; 44: 69-74
34. Caputo M, Dihmis WC, Bryan AJ, Suleiman MS, Angelini GD.
Warm blood hyperkalaemic reperfusion (hot shot) prevents
36. Suttner S, Piper SN, Kumle B, Lang K, Röhm KD, Isgro F,
Boldt J. The influence of allogeneic red blood cell transfusion
compared with 100% oxygen ventilation on systemic oxygen
transport and skeletal muscle oxygen tension after cardiac surgery. Anesth Analg 2004; 99: 2-11
37. Boston US, Slater JM, Orszulak TA, Cook DJ.Hierarchy of
regional oxygen delivery during cardiopulmonary bypass. Ann
Thorac Surg 2001; 71:260-4
38. Lees MH, Herr RH, Hill JD, Morgan CL, Ochsner AJ 3rd, Thomas C, Van Fleet DL. Distribution of systemic blood flow of the
rhesus monkey during cardiopulmonary bypass. J Thorac Cardiovasc Surg 1971; 61:570-86
39. Kent B, Peirce EC II. Oxygen consumption during cardiopulmonary bypass in the uniformly cooled dog. J Appl Physiol
1974; 37:917-22
40. Joshi B, Brady K, Lee J, Easley B, Panigrahi R, Smielewski P,
Czosnyka M, Hogue CW Jr. Impaired autoregulation of cerebral
blood flow during rewarming from hypothermic cardiopulmonary bypass and its potential association with stroke. Anesth
Analg 2010; 110: 321-8
41. Donmez A, Yurdakok O. Cardiopulmonary bypass in infants.
J Cardiothoracic Vasc Anesth 2014; 28:778-88
42. Sahu B, Chauhan S, Kiran U, Bisoi A, Lakshmy R, Selvaraj T,
Nehra A. Neurocognitive function in patients undergoing coronary artery bypass graft surgery with cardiopulmonary bypass:
the effect of two different rewarming strategies. J Cardiothorac
Vasc Anesth 2009; 23:14-21
43. Kutsal A. Pediatrik kalp cerrahisinde kardiyopulmoner bypass ve miyokard koruması. In: Duran E. Kalp ve Damar Cerrahisi
Kitabı, Çapa Tıp Kitabevi, İstanbul, 2004; 251-61
44. Talor JJ, Undar A. Pediatric cardiopulmonary bypass: does
perfusion mode matter? World J Pediatr Congenit Heart Surg
2011; 2: 296-300
45. Abdul Aziz KA, Meduoye A. Is pH-stat or alpha-stat the best
technique to follow in patients undergoing deep hypothermic
circulatory arrest? Interact Cardiovasc Thorac Surg 2010; 10:
271-82
46. Newburger JW, Jonas RA, Wernovsky G, Wypij D, Hickey PR,
Kuban KC, Farrell DM, Holmes GL, Helmers SL, Constantinou J,
140 Kardiyopulmoner Bypass ve Optimal Koşulları
et al.A comparison of the perioperative neurologic effects of hypothermic circulatory arrest versus low-flow cardiopulmonary
bypass in infant heart surgery. N Engl J Med 1993; 329: 1057-64
51. Shann K, Melnitchouk S. Advances in Perfusion Techniques: Minimally Invasive Procedures. Semin Cardiothorac Vasc
Anesth 2014; 18:146-52
47. Zierer A, El-Sayed Ahmad A, Papadopoulos N, Moritz A,
Diegeler A, Urbanski PP. Selective antegrade cerebral perfusion
and mild (28°C-30°C) systemic hypothermic circulatory arrest
for aortic arch replacement: results from 1002 patients. J Thorac Cardiovasc Surg 2012; 144: 1042-49
52. Shann KG, Likosky DS, Murkin JM, Baker RA, Baribeau YR,
DeFoe GR, Dickinson TA, Gardner TJ, Grocott HP, O’Connor GT,
Rosinski DJ, Sellke FW, Willcox TW. An evidence-based review
of the practice of cardiopulmonary bypass in adults: a focus
on neurologic injury, glycemic control, hemodilution, and the
inflammatory response. J Thorac Cardiovasc Surg 2006; 132:
283-90
48. Algra SO, Schouten AN, van Oeveren W, van der Tweel I,
Schoof PH, Jansen NJ, Haas F. Neurological injury after neonatal
cardiac surgery: a randomized, controlled trial of 2 perfusion
techniques. Circulation 2014; 129: 224-33
49. Bechtel A, Huffmyer J. Anesthetic Management for Cardiopulmonary Bypass: Update for 2014. Semin Cardiothorac Vasc
Anesth 2014; 18: 101-16
50. Ak K, Isbir S, Tekeli A, Ergen A, Atalan N, Dogan S, Civelek A,
Arsan S. Presence of lipoprotein lipase S447X stop codon affects the magnitude of interleukin 8 release after cardiac surgery
with cardiopulmonary bypass. J Thorac Cardiovasc Surg 2007;
134: 477-83
53. Society of Thoracic Surgeons Blood Conservation Guideline
Task Force, Ferraris VA, Ferraris SP, Saha SP, Hessel EA, Haan CK,
Royston BD, Bridges CR, Higgins RS, Despotis G, Brown JR; Society of Cardiovascular Anesthesiologists Special Task Force on
Blood Transfusion, Spiess BD, Shore-Lesserson L, Stafford-Smith
M, Mazer CD, Bennett-Guerrero E, Hill SE, Body S. Perioperative
blood transfusion and blood conservation in cardiac surgery:
the Society of Thoracic Surgeons and The Society of Cardiovascular Anesthesiologists clinical practice guideline. Ann Thorac
Surg 2007; 83 (5 Suppl): S27-S86
Download