Şizofreni ve psikotik bzoukluklar - Akdeniz Üniversitesi Akademik

advertisement
ŞİZOFRENİ VE DİĞER PSİKOTİK BOZUKLUKLAR
DR. BUKET CİNEMRE
PSİKOZ
• Psikoz en dar anlamıyla sanrıların ve içgörü yokluğunda
belirgin varsanıların olduğu bir klinik tabloyu tarif eder.Bu
dar tanım hastanın varsanılarının gerçek yaşantılar
olmadığını fark ettiği bir klinik tablo şeklinde
genişletilmiştir bazı yerlerde.
• En genel tanımıyla ise ego sınırlarının kaybolması ya da
gerçeği değerlendirmede büyük oranda bir bozulma
durumudur. Bir başka deyişle kişi gerçeklikten
kopmuştur.
• DSM tanı sistemi psikoz tablosunun yer aldığı
bozuklukları
– primer psikotik bozukluklar (şizofreni ve diğerleri)
– Diğer etyolojilere bağlı psikotik bozukluklar
• Genel tıbbi duruma bağlı
• Madde kullanımının yol açtığı
• Bir duygudurum bozukluğuna sekonder
şeklinde sınıflandırır.
• Genel tıbbi hastalık modellerinden farklı olarak psikiyatrik
tanılar etyolojiye dayanmaktan çok belirtilerin kümelenme
biçimine bağlıdır.
• Genel tıbbi duruma bağlı ya da madde kullanımının yol açtığı
psikotik bozukluk tanısı konurken aslında etiyoloji bilinmektedir.
• Şizofreni ya da başka bir primer psikotik bozukluk tanısı
koyarken psikotik belirtilerin değişik varyasyonlarda da olsa bir
arada kümelenmesinin yanısıra şiddet, süre ölçütlerinin
karşılanması ve diğer etyolojik nedenlerin dışlanması
gereklidir (şayet bu yapılabilirse psikozun örneğin şizofreniye
ait olduğu söylenebilir).
• DSM tanı sistemi gibi fenomenolojiye dayanan bir tanısal
sistem, klinik kullanılabilirlik açısından avantajlı olmakla
birlikte, sınırları belli olmayan ve altta yatan biyolojik
mekanizmaları yansıtmayan bir sistemdir
• Yani sonuçta şizofreni tanısı aslında psikozun
etyolojisine dair bize tam olarak bir şey söylemez. Bu
yüzden bazılarına göre şizofreni birden çok etyolojisi
olabileceği düşünülen heterojen bir hastalıktır.
• Şizofrenide psikoz neredeyse en şiddetli
biçimiyle görülmekle birlikte hiçbir belirti
şizofreni için patognomonik değildir.
• Şizofreninin tanınmasını sağlayan ya da
kolaylaştıran bir biyolojik belirteç yoktur.
• Pek çok tıbbi hastalık, madde yada psikotik özellikler
gösteren diğer psikiyatrik hastalıklar aslında aynı
nörokimyasal süreçleri etkilemektedir ve benzer
nöropatolojik özellikler gösterir.
– Şizofrenide frontal, mesiyal temporal bölgeler ve fronto-temporal
bağlantıda, ventral tegmental alandan striatuma uzanan
dopaminerjik yolaklarda anormallikler vardır. Teporal lob
epilepsisi, frontotemporal demans gibi ikincil psikoza yol açan
nörolojik hastalıklar bu bölgelerle ilişkilidir.
– Benzer şekilde dopamin nörotransmisyonunu etkileyen kokain,
metamfetamin ya da antiparkinsonyen ilaçlar psikoza yol
açabilmektedir.
• Tüm bunlardan hareketle psikotik bozukluk tanı
kategorilerinin (primer ve sekonder) farklılığı
olmayan ayrımlar olduğu ileri sürülmekte ve
psikozun tıpkı afazi ya da apraksi gibi
nörobiyolojik bir sendrom olarak kabul edilmesi
önerisi sunulmaktadır.
Psikoz sendromu
• Frontal sistemler, temporal loblar ve bu
bölgelere projekte olan dopaminerjik
yolakların herhangi bir nedenle (ilaç,
hastalık, travma ya da normal gelişimsel
değişiklikler) belli bir eşiğin üstünde
değişikliğe ya da hasara uğraması psikotik
belirtilere yol açabilir.
• Bu açıdan eşiği geçen herkes psikoza
girme riski altındadır.
• Benzer nörobiyolojik bozukluklar (lokasyon ya
da nöral devreyi etkileyen) benzer belirtilere yol
açar.
• Hasarın az olması hafif belirtilerle sonuçlanır.
• Altta yatan hastalık sürecini tedavi etmenin
dışında, farklı etyolojilerden kaynaklanan
belirtilerin tedavisi benzerdir
• Psikoz antipsikotikle tedavi edilir.
• Psikoz gelişimine katkıda bulunan etkenler
– Genetik yatkınlık
– Çevresel etkenler
• Travma, hastalık, madde
• Deneyimin nöronal yapılar ve nörokimyasal
süreçler üzerine etkisi
– Normal gelişim sırasında oluşan nöronal ve
nörokimyasal değişiklikler
PSİKOZ İÇİN ÖNERİLEN
BOYUTLAR
•
•
•
•
•
Sanrı ve varsanılar
Dezorganizasyon
Negatif belirtiler
Bilişsel işlev bozukluğu
Affektif belirtiler
• Gündelik klinik uygulamalarda sporadik ve hafif
psikotik fenomenleri sıklıkla görürüz:
– illüzyonlar, hafif sporadik halüsinasyonlar (isminin
çağrıldığını duyma) alınganlık fikirleri, büyüsel
düşünce, alışılmadık inançlar
• Çalışmalarda subklinik psikotik belirtilerin genel
popülasyonda görülme oranının hiç de düşük
olmadığını göstermektedir. Ne var ki bunlarla
yapılan değerlendirmelerde çok önemli bir
kısmının herhangi bir psikotik bozukluk tanısı
almadığı belirlenmiştir.
• Bunlar psikotik olmakla birlikte sürekli değildir ve psikoz
tanısı için eşik altı şiddettedir.
• Bu yönüyle bakıldığında açık bir psikoz tablosu ile minör
psikoz benzeri belirtiler arasındaki ayırım için süre ve
şiddet dışında için net bir ayırt edici sınır
görünmemektedir.
• Psikoz çok sayıda alttiplerin ve değişik derecelerde
pozitif belirtileri içinde barındıran bir klinik süreklilik gibi
görünmektedir.
• Bu klinik süreklilik şizofreni ve affektif psikozların
premorbid ve prodrom belirtilerinde, psikotik bireylerin
yakınlarındaki psikopatolojide, kişilik bozukluklarında çok
iyi görülmektedir.
• Psikoz gelişen hastalarda ise belli bir eşiğin
geçildiğinden söz edilebilir.
SINIFLANDIRMA (dsm 5)
•
ŞİZOFRENİ AÇILIMI KAPSAMINDA VE PSİKOZLA GİDEN DİĞER BOZUKLUKLAR
–
ŞİZOFRENİ
–
KISA PSİKOZ BOZUKLUĞU
–
ŞİZOFRENİFORM BOZUKLUK
–
ŞİZOAFFEKTİF BOZUKLUK
–
SANRILI BOZUKLUK
–
ŞİZOTİPAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU
–
MADDENİN/İLACIN YOL AÇTIĞI PSİKOZ BOZUKLUĞU
–
BAŞKA BİR SAĞLIK DURUMUNA BAĞLI PSİKOZ BOZUKLUĞU
–
KATATONİ
–
TANIMLANMIŞ DİĞER BİR ŞİZOFRENİ AÇLIMI KAPSAMINDA VE PSİKOZLA
GİDEN DİĞER BOZUKLUK
–
TANIMLANMAMIŞ ŞİZOFRENİ AÇLIMI KAPSAMINDA VE PSİKOZLA GİDEN DİĞER
ŞİZOFRENİ
• Beynin en karmaşık işlevlerini etkileyen bir
hastalık
– Düşünme
– Duyguları yaşantılama ve ifade etme
– Sosyal durumları okuyabilme ve kişilerarası ilişki
kurma
• Yıkımla giden ve genellikle kronikleşme
eğilimi olan ve yine genellikle yaşamboyu
devam eden bir beyin hastalığıdır.
Tarihçe
• Şizofreni terimi yüz yıllık bir geçmişe sahip
olmakla birlikte, psikoz kavramı oldukça eskidir.
• İnsanlık tarihinin son üç bin yılında şizofreni
benzeri durumların görüldüğüne dair kanıtlar
sunan tarihi ve edebi yazılı kayıtlar
bulunmaktadır.
• Eski Ahit’te savaştaki kahramanlıklarıyla halkın
teveccühünü kazanan David’in kendi yerine geçeceği
paranoyasına kapılan İsrail kralı SAUL’den söz edilir.
• Yunan trajedilerinin pek çoğunda bugünkü tanımıyla
psikoz denebilecek cinnetler geçirerek kendilerine ve
sevdiklerine zarar veren kahramanlardan söz
edilmektedir.
• Hamlet, Kral Lear, Othello ve Lady Macbeth gibi ünlü
Shakespeare kahramanlarının psikotik yaşantıları
oyunlardaki önemli temalardandır.
• Tıbbi literatürde de şizofreni benzeri hastalıkların
tanımlarına Hipokrat zamanından beri rastlanmaktadır.
• Bu hastalıklar günümüzdeki tanıya çok çarpıcı
benzerlikler göstermektedir.
• Yine ilginç bir biçimde “fiziksel” kökenli oldukları
düşünülmüş, kimi zaman vücut sıvılarındaki (sarı safra,
yeşil safra, balgam, kan) bir dengesizliğe kimi zaman da
beyinde bir dengesizliğe bağlanmıştır.
• Genel olarak, melankoli, frenit, mani, histeri ve epilepsi
olarak beş grup hastalıktan söz edilmektedir.
• Bugünki psikoz tanımına en çok uyan manidir.
EMİL KRAEPELİN
•En önemli katkısı olguların gidiş ve
sonlanmasına bakarak genel bir kavram olan
psikozu iki temel gruba ayırmış olmasıdır
(1919).
•İlk grupta yer alan hastalar epizodik bir
seyrin sonunda tam remisyon göstermekte
iken ( manik depresyon), diğer grupta yer
alanlarda hastalığın seyri kronik ve kötüleşen
(dementia praecox) nitelikteydi.
EUGEN BLEULER
•Şizofreni belirtilerini temel belirtiler ve aksesuvar belirtiler
olarak ikiye ayırmayı tercih etmiştir.
•Bleuler’e göre temel belirtiler tüm hastalarda vardır ve bu
nedenle patognomoniktir. Öte yandan aksesuvar belirtiler
bir dizi başka hastalıkta da olabilir (1950).
•Düşüncedeki fragmantasyonun en önde gelen özellik
olduğunu ve kronisitenin kaçınılmaz bir durum olmadığını
vurgulamak için hastalığı yeniden adlandırmayı
(ŞİZOFRENİ) tercih etmiştir.
Temel belirtiler ( - A belirtileri)
• Çağrışımlarda süreklilik kaybı( loss of continutiy of
Associations
• Affektif yanıtverebilirliğin kaybı (loss of affective
responsiveness)
• İrade kaybı (loss of volition)
• Dikkat kaybı (loss of attention)
• Ambivalans (Ambivalance)
• Apati (Apathy)
• Aksesuvar belirtiler ise sanrılar ve işitsel
halüsinasyonlardır.
• Bleuler’in bakış açısı yirminci yy’ın önemli
bir kısmında şizofreni de hakim yaklaşım
olarak kalmıştır.
• 1960-70’lerle birlikte psikiyatri
tanılandırmada geçerlilik ve
güvenilirlik önem kazanmaya
başladı.
• Pozitif psikotik belirtiler görece
tanınmaları ve tanımlanmaları
daha kolay olduğu için şizofreni
tanısının konulmasında öncelikli
belirtiler olmaya başladı.
• Bunun böyle olmasında Kurt
Schneider’in etkisi olmuştur.
• Schneider’e göre kritik özellik “kendi ve kendi
olmayan” arasındaki sınırı bulma becerisinin ve
kişisel otonomi duygusunun ortadan kalkmasıdır
• Bu fikir onun otonomi kaybıyla karakterize olan
“birinci-sıra” belirtileri (düşünce sokulması ya da
dış güçlerin kontrolüne girmiş olma sanrıları gibi)
tanımlamasına yol açmıştır
Birinci-sıra belirtiler
• İşitsel varsanılar
• Birbiriyle konuşan sesler
– Yorum yapan sesler
– Düşüncenin yankılanması (kişinin kendi düşünceleri bir ses olarak
duyar)
• Somatik varsanılar
• Edilgenlik yaşantıları: kontrol edilme sanrıları (davranışlarını hislerini
iradesini bir başka gücün etkisi altında olduğunu düşünme)
• Düşünce çekilmesi
• Düşünce sokulması (düşünceler hastanın zihnine zorla giren
başkalarına aittir.
• Düşünce yayınlanması (düşünce diffüzyonu)
• Sanrısal algılama (normal bir duysal algı bizar bir şekilde yorumlanır;
örneğin bir uçak görmek hastanın başbakan olduğu anlamına gelir)
• Schneiderian yaklaşım şizofreniye ilişkin tanımlama
girişimlerinde önemli bir etkiye sahiptir.
• Nitekim; Bleuler’in tanımladığı belirtileri tanımlamak ve
güvenilir bir biçimde ölçmek zordu. Zira bu belirtiler
normali de içine alan bir yelpaze içinde iken pozitif
belirtiler açıkça anormalliğe işaret ediyordu.
• Günümüzde hastalıkla ilgili pozitif ve negatif belirtileri
birlikte ve aynı önemle ele alma yaklaşımı
benimsenmeye başlamıştır.
• Negatif belirtiler hastalığın kognitif yönüne de ilgiyi
arttırmıştır. Zira negatif belirtilerin çoğu aslında kognitif
bir zeminde gelişir.
• Giderek artan bir biçimde araştırmacılar Kreapelin ve
Bleuler’in “hastalığın çekirdek belirtilerinin kognisyon ve
emosyonlarda temel bir defisiti yansıttığı” görüşüne
dönmektedir.
• Yani kognitif mekanizmalara dair araştırmalar (çalışma
belleği, bilgi işlemleme süreçleri, dikkat ve bellekle ilgili
çalışmalar) önem kazanmaktadır.
EPİDEMİYOLOJİK ÖZELLİKLER VE RİSK
ETKENLERİ
• Başlangıç 15-55 yaş arası (genellikle 25 yaş öncesi). 10 yaş
öncesi ve 60 yaş sonrası başlangıç oldukça nadirdir.
• Görülme sıklığı tüm dünyada %0.5 ile %1 arasındadır.
• Kentsel bölgelerde daha sık görülmektedir. Ancak bunun
bağımsız bir etken olup olmadığı konusu hala net değildir. Bu
nedenle nasıl bir katkısı olabileceği yönünde de kesin bir bilgi
bulunmamaktadır.
• Göçmen topluluklarda görülme oranının o bölgenin yerlilerine
göre daha fazla olduğu bildirilmiştir.
• Alt sosyal sınıflar üst sosyal sınıflara göre daha fazla risk
altındadır.
• Kadın ve erkeklerde görülme oranı eşittir. Ancak erkeklerde daha
erken yaşta başlar.
• Hastalığın epidemiyolojisiyle ilgili çalışmaların sonucunda cinsiyet ve
yaş dağılımına ilişkin en iyi istatiksel modele göre iki farklı normal
dağılım bulunmaktadır.
• Bunların ilkinde ort başlangıç yaşı 19-20 olup bu grupta erkek
cinsiyet hakimiyeti, yüksek ailesel risk ve non-paranoid belirti profili
bulunmaktadır.
• Ortalama başlangıç yaşının 38-39 olduğu grupta ise kadınlar sayıca
daha fazladır. Aile öyküsü daha seyrek ve paranoid semptomatoloji
daha belirleyicidir.
• Hastalığa ilişkin bazı özellikler seksüel
dimorfizm göstermektedir:
– Premorbid işlevsellik kadınlarda daha
yüksektir
– Beyin anomalileri erkeklerde daha sık
görülmektedir.
– Kadınlarda remisyon süreleri daha uzun ve
hastanede kalış süreleri daha kısadır
– Kadınlarda yeti yitimi daha az ve toplum
içinde tutunabilme oranı daha yüksektir.
• Bekar olma hastalıkla yüksek düzey bir ilişki
göstermektedir.
• Çoğu ilk atak hastası bekardır
• Ancak bu hastalığın kendisinin ve hastalık öncesi
belirtilerin evlenmeyi engelleyici olmasıyla da ilişkili
olabilir (yani evliliğin koruyucu özelliği olduğu sonucunu
çıkarmak pek doğru olamayabilir).
• Atak öncesi evliliğin hastalığın iyi gidiş göstermesinde
olumlu bir katkısı vardır.
DİĞER RİSK ETKENLERİ
• Baba yaşının ileri olması şizofreni riskiyle zayıf fakat
pozitif bir ilişki göstermektedir. Bunun da paternal
germ hücrelerinde yaşla birlikte ortaya çıkan denovo
mutasyonların aktarımına bağlı olduğu ileri
sürülmüştür.
• Obstetrik komplikasyonlar (gebelik sırasında ortaya
çıkan kanama, DM, pre-eklampsi gibi durumlar, fötal
gelişme geriliği, asfiksi, acil sezaryen gibi doğum
komplikasyonları) erişkin şizofrenisiyle ilişkili
bulunmuştur. Ancak bu ilişkinin patogenezi hakkında
yeterli bir bilgi bulunmamaktadır.
• Viral enfeksiyonlar ve doğum mevsimi ile ilişkili gibi
görünmektedir
• Hastalar çoğunlukla kış ayları ve bahar aylarının
başlangıcında doğmaktadır. Böyle olunca virüs enf ya da
beslenme alışkanlıklarında değişme gibi mevsimsel bir
risk faktörünün etkisinden söz edilebilir.
• Viral ajanın (örn: influenza, gebeliğin ikinci trimestrinde)
kendisi ya da aktive ettiği otoimmün bir reaksiyon
hastalığın oluşumuna katkıda bulunabilir.
• Yada tersine şizofreni açısından genetik predizpozisyonu
olan bireyler mevsime özgü risk faktörlerine karşı
duyarlılıkta değişkenlik gösterebilirler.
Prenatal nütrisyon
• Prenatal beslenme yetersizliği şizofreni için
önemli bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir
• Özellikle folat (homosistein metabolizmasına
etkisi nedeniyle) yükselmesine ve D vitaminin
bebek anne karnındayken yetersiz alınması
şizofreni geliştirme riskini arttırmaktadır. (örn:
Hollanda ve Çin’de yaşanan kıtlık dönemlerinde
anne karnında olan çocuklar)
Madde kullanımı
• Canabis kullanımı ne kadar fazlaysa
şizofreni riski o kadar fazla
olmaktadır.
Stresli yaşam olayları ve çocukluk
travmaları
• Artmış stresin ve buna neden olabilecek yaşam
olaylarının hastalığın nedeni mi yoksa sonucu
mu olduğu tam olarak belirlenememiştir, ancak
genetik yatkınlık stresin olumsuz etkilerinin
hastalığın oluşuma katkıda bulunmasına yol
açabilir.
• Bazı çalışmalar çocukluk dönemi travmalarının
şizofreni gelişmesi riskini arttırabileceğini
söylemekle birlikte bu konuda yeterli görüş birliği
oluşmamıştır.
GENETİK
• Şizofreni hastalarının birinci dereceden akrabalarında şizofreni riski
genel popülasyona göre 10 kat daha fazladır (kardeşlerde %7.410.1; ebeveynlerde %2.3-5.6; çocuklarda %12.9-15)
• İkiz çalışmalarında MZ ikizlerde konkordans %35-58 iken bu oran
DZ ikizler için %9-27’dir ve kalıtsallık bu çalışmalara bakarak %80
olarak kestirilmiştir.
• Ancak bir ikizin diğer ikiz için şizofreni riskini %100 oranında
yükseltmiyor olması genetiğin hastalık oluşuma aracılık ettiğini,
ancak tam belirleyicisi olmadığını göstermektedir.
• 2014’de yayınlanan en son verilere göre şizofreniyle
ilişkili 108 genetik locus belirlenmiştir.
• Bu lokusların önemli bir kısmı beyinde eksprese olan
genlerde bulunmaktadır.
• Sözü edilen bu lokusların dışında hastalıklı ilişkili
lokusların önemli sayılabilecek bir diğer kısmı da
bağışıklık sistemine ait dokularda eksprese olan
genlerde yer almaktadır. 24 varyasyon şizofreniyle ilişkili
bulunmuş.
• Bu lokuslara neredeyse her gün bir yenisinin eklendiğini
söylemek mümkün.
GÜÇLÜ ADAYLAR
• Bugüne kadar yapılan çalışmalarda bazı genlerin şizofreniyle ilişkisi
çok sayıda örneklemde replike edilmiştir.
– DTNBP1 (dystrobrevin bağlayan protein1 ya da dysbindin 1)→
kromozom 6p22→ekspresyonun azalması presnaptik glutamat
fonkisyonunu azaltabilir.
– Neurogulin→kromozom 8p21-22→ hücre-hücre haberleşmesi, akson
yönlendirme, glial fakılışama, sinaptogenez, miyelinasyonla ilişkili çok
sayıda proteini kodlar.
– DAOA/G72 (deaminooksidaz aktivatörü)→kromozom 13q14q32→glutamat nörotransmisyonu
– DAO (D-aminoasit oksidaz)→kromozom 12q24→ DAOA/G72 ile birlikte
glutamat nörotransmisyonu (risperidon bir DAO inhibitörüdür)
– DISC1→ kromozomal translokasyon(1, 11) (q42;q14.3)→nöronal göç,
nörit mimarisi, intraselüler transport (bipolar bozukluk ve rekürren
depresyonla da ilişkili bulunmuş.
– RGS4 →kromozom 1q23-q32→G protein uyarma düzenleyicisi
VELOKARDİYOFASİYAL
(DIGEORGE) SENDROM
• İnsan delesyon sendromları arasında neredeyse en sık
olanıdır.
• Şizofreniyle ilişkisi ilk olarak ve en sık olarak bulunmuş
delesyondur.
• Kromozom 22q11.22nin hemizigot delesyonudur.
• Bu delesyonu taşıyanlar oldukça yüksek bir fenotipik
heterojenite gösterir.
• En sık olarak kardiyak anomaliler, hipokalsemi, yarık
damak/dudak, böbrek anomalileri, iskelet anomalileri,
gelişimsel gerilik (özellikle konuşma), zeka sorunları,
davranışsal sorunlar
• Önerilen modeller:
– Yatkınlık yaratan genlerin ve çevresel etkenlerin
etkileri birbirine eklenerek hastalık riskinin lineer bir
artış göstermesini sağlar
– Genler beynin dışarıdan gelecek hasara karşı olan
duyarlılığını kontrol eder
– Genler kişinin belirli çevresel patojenlere maruz kalma
olasılığını etkiler (belli bazı kişilik özelliklerini
belirleyerek)
• Bulguların ışığında en net olarak
söylenebilecek şey şizofreninin pek çok farklı
genin etkileşimiyle ortaya çıkan kompleks bir
hastalık olduğudur.
ÖNEMLİ NOT
• şizofreniye yatkınlık gösteren genler klasik
sınıflandırmanın sınırlarına riayet
etmemektedir. Yani genetik olarak
aktarılan sadece şizofreniye değil,
şizofreni spektrum kişilik bozuklukları ve
bipolar bozukluk gibi diğer psikotik
hastalıklara da yatkınlıktır.
ŞİZOFRENİ PATOGENEZİ
Şizofrenide hücresel ve moleküler
patoloji
• Şizofreninin temel patofizyolojisi hala tam olarak
anlaşılmamıştır.
• Diğer beyin hastalıklarında olduğu gibi yaşayan
beynin araştırılması ancak dolaylı yöntemlerle
olmaktadır.
– Farmakolojik çalışmalar nörotransmitter sistemlerini
– Görüntüleme çalışmaları ilişkili olabilecek beyin
bölgelerini yapısal ya da fonksiyonel olarak
– Postmortem doku çalışmaları ise nöropatolojiyi
araştırır.
Morfometrik ve sitoarkitektürel
değişiklikler
• Postmortem beyinin makroskobik yapısı
şizofrenide normaldir.
• Bir meta-analizde postmortem beyin ağırlığının
düşük ama anlamlı düzeyde (yüzde 2) azaldığını
ve bu azalmanın hastalığın başlangıç yaşıyla
ters yönde ilişkili olduğunu göstermektedir.
• Bu azalmanın nedeni bilinmemekle birlikte
görüntüleme çalışmaları gri cevher hacimlerinde
azalma olduğunu, beyaz cevherin ise göreceli
olarak korunduğunu göstermektedir.
• Çalışmalarda sıkça rastlanan bir diğer
bulgu özellikle üçüncü ve lateral
ventriküllerde görülen genişlemedir.
Hastalığın başlangıcında da görülür.
• Bu bulgu şizofreni için bir tanısal
özgüllük taşımamaktadır.
• Çalışmalar hastaların sağlıklı
akrabalarında da genişlemiş ventriküllere
işaret etmektedir.
Hipokampus
• MR çalışmaları şizofrenide hipokampus ve amigdalada
volüm azalması olduğunu göstermektedir (%4).
• Hipokampal volümde azalmanın hastalığın
başlangıcında olduğu ve hastanın sağlıklı birinci derece
akrabalarında olduğu bildirilmiştir.
• Bu azalmanın neden olduğu bilinmemektedir. Şizofreni
hastalarında hipokampal nöron yoğunluğunda bir azalma
olmamakla birlikte hücreye özgü değişiklikler olabilir.
Örneğin hastalarda hipokampal piramidal nöronların
daha küçük boyutta olduğu bazı çalışmalarda
bildirilmiştir.
Prefrontal korteks
• Yapısal beyin görüntüleme çalışmaları
şizofrenide prefrontal lobun volümünün
azaldığını göstermektedir. Bu hafif bir
kortikal incelme şeklinde olup incelme
daha çok gri cevherle ilişkilidir.
• Hücre kaybı olmamakla birlikte hücrelerin
küçülmesi söz konusudur.
Talamus
• Talamus duysal bilginin afferentlerini
alması ve kortikal-subkortikal devreler için
bir istasyon görevi görmesi nedeniyle
önemli bir bölgedir.
• Tüm çalışmalarda gösterilmemekle birlikte
şizofrenide talamusun volümünün azaldığı
hücre sayısı ve boyutlarının azaldığı
bildirilmiştir.
Bazal ganglionlar
• Postmortem ve in vivo görüntüleme
çalışmaları şizofreni hastalarında kaudatputamen kompleksinde volüm artışı
bildirmektedir.
• İlk önceleri bu durum patolojiyle
İlişkilendirilirken şu anki ortak görüş bunun
bir ilaç etkisi olduğu yönündedir.
Şizofrenide Beyaz Cevher
değişiklikleri
• Şizofrenide beyaz cevher patolojilerine dair gözlemler
bildirilmiştir.
• DNA microarray çalışmaları miyelinle ilişkili genlerin
şizofrenide farklı biçimde düzenlendiğini göstermektedir.
• Yine postmortem çalışmalarda miyelinin kompaktlaşması
ve lamellar düzenlenmesinde anormallikler olduğu
gösterilmiştir
Sinaptik patoloji
• Boyutları daha küçük
nöronların varlığı, artmış
nöronal yoğunluk, dentritik
spineların ve nöropilin (nöron
hücre gövdesi, myelinsiz
akson, dentrit ve etrafındaki
glial hücrelerden oluşur)
azalmış olması nöronal
hücreler arasındaki iletişim ve
bağın bozulduğuna işaret
etmektedir.
• Ancak sinaptik yapılar ve
fonksiyonlara yönelik
çalışmalar henüz bize bu
konuda ayrıntı verecek
düzeyde değildir.
Dopamin Hipotezi
• 1960’lı yıllarda dopamin disregülasyonun şizofreniyle ilişkili
olabileceği öne sürüldü.
• Bu D2 dopamin reseptörlerinin blokajının psikotik belirtileri azaltması
gözleminin yanısıra, yüksek doz amfetaminin dopamin miktarını
arttırarak psikozu tetiklediği gözlemlerine dayanmaktaydı.
• İnsan olmayan primatlarda prefrontal kortekste dopamin
azalmasının şizofrenidekine benzer kognitf defisitlere yol açtığının
gösterildiği bir dizi çalışmadan sonra dopamin hipotezi yeniden
modifiye edildi.
• Buna göre şizofrenide dopamin transmisyonunda bir dengesizlik
vardır: subkortikal bölgelerde (mezolimbik yolak) dopaminerjik
hiperaktivite ve prefrontal kortikal bölgelerde (mezokortikal)
dopaminerjik hipoaktivite
• Pozitif belirtiler hiperaktiviteyle ilişkili iken negatif belirtiler
hipoaktiviteyle ilişkilidir.
Glutamaterjik hipotez
• Glutamat beyindeki en önemli eksitatör
nörotransmitterdir. İonotropik (AMPA, kainite ve NMDA)
ve metabotropik reseptörleri (mGluR) vardır
• Şizofrenide glutamat hipotezi fensiklidin ve ketamin gibi
N-methyl-D-aspartate (NMDA) reseptör antagonistlerinin
şizofreniden ayırt edilemeyen bir klinik tablo oluşturduğu
gözlemine dayanarak yapılmıştır.
• Şizofreni patofizyolojisinde sıklıkla işaret edilen beyin
bölgeleri olan prefrontal corteks, hipokampus ve
thalamus arasındaki başlıca bağlantılar glutamaterjiktir.
GABA
• Genel olarak prefrontal kortekste GABA sentezi
ve geri alımında bir azalma olduğu
düşünülmektedir.
• GABAerjik anomaliler dentritik spine oluşumuyla
da ilgili olabilir. Zira GABA nöronları tarafından
salgılanan Reelin, bu oluşumda rol oynayan bir
proteindir ve şizofrenide prefrontal korteks ve
hipokampusta azalmıştır.
• Şizofreni hastalarının bazılarında hipokampal
GABAerjik nöronlarda kayıp olmaktadır. İnhibitör
GABAerjik nöronların kaybı noradrenerjik ve
dopmaninerjik hiperaktiye neden olabilir
Asetilkolin
• Şizofreni hastalar arasında sigara içme oranı daha
yüksektir.
• Normal sigara içenlerde görülen nikotinik reseptörlerin
upregülasyonu şizofrenide görülmemektedir.
• Tersine bu hastalarda hipokampus, prefrontal korteks,
talamus ve striatumda nikotinik ve muskarinik
reseptörlerde bir azalma vardır.
• Kolinerjik transmisyon kognisyon ve bellek
fonksiyonlarıyla ilişkilidir ve bu fonksiyonların şizofrenide
bozulduğu bilinmektedir.
• Sonuçta şizofrenide kolinerjik disfonksiyon da olduğu
düşünülmektedir.
Diğer nörotranmitterler
• Serotonin: Günümüzde serotonin fazlalığının
şizofrenide pozitif ve negatif belirtilerin sebebi
olduğu düşünülmektedir. Klozapinin ve diğer
ikinci kuşan antipsikotiklerin güçlü
antiserotonerjik etkisi ve özellikle klozapinin
kronik hasyalarda pozitif belirtileri düzeltmede
etkinliği dikkate alındığında bu önerme doğru
gibi görünmektedir.
• Norepinefrin: Şizofrenide gözlenen anhedoninin
norepineferin ödül sisteminde selektif bir
nörodejenerasyona bağlı olabileceği ileri
sürülmekle birlikte bunu destekleyen yeterli veri
bulunmamaktadır.
BEYİN GÖRÜNTÜLEME
• Beyin görüntülemeyle elde
edilen bulgular şizofreninin bir
beyin hastalığı olduğu görüşünü
kuvvetle desteklemektedir.
Bununla birlikte bunların hiçbiri
şizofreni için tanı koydurucu
değildir.
• BT ve MRG’de sıkça karşılaşılan bulgular:
– Tüm beyin hacminde %3 oranında bir azalma
– Beyinde gri cevherde beyaz cevhere göre %3-4 oranında
azalma
– Lateral ve üçüncü ventrikülde %20-30 oranında genişleme
– Prefrontal korteks ve temporal lob volümünde %5 oranında
azalma
– Anterior cingulat girus, amigdala, hipokampus, parahipokampal
ve superior temporal girus gibi neokortikal temporal bölgelerde
volum azalması
– Talamus hacminde azalma
– Serebral asimetri
– Serebellar hacimde azalma
PSİKOSOYAL ETKENLER
• Freud’a göre ego defekti ve gelişimin
erken dönemlerine fiksasyon nedeniyle
hastalık belirtileri ortaya çıkmaktadır.
• Aile dinamikleri (double-bind mesaj,
duygudışavurumunda artma vb)
• Yani hastalık nörogelişimsel,
nörodejeneratif yada heriki sürecin birlikte
etkili olduğu bir gelişim gösterebilir.
Tanı
• Hiçbir belirti yada bulgu şizofreniye spesifik değildir.
• Hastalar arasında belirtilerin başlangıcı ve nitelikleri ve şideeti
açsısından belirgin değişkenlik gözlenir. Bir başka deyişle heterojenite
hastalığın ayırıcı bir özelliğidir.
• Ancak hastalık öncesi kişilik özellikleri dikkat çekici olabilir.
• Başlangıç bazı hastalarda akut olmakla birlikte genelde birkaç
haftadan birkaç yıla değişen bir prodrom dönemi vardır.
• Bu nedenle hastalık öyküsü iyi alınmalıdır.
• Hastanın eğitim düzeyi, entelektüel kapasitesi, kültürel altyapısı
dikkate alınmalıdır.
Premorbid ve prodromal belirti ve
bulgular
• Premorbid özelliklerine bakıldığında hastalar,
– sessiz, pasif ve içekapanık insanlar olarak tarif edilirler
– Çok fazla arkadaşları yoktur.
– Genellikle tek başına yapılan etkinlikleri tercih ederler.
• Prodromla birlikte
–
–
–
–
–
–
–
–
–
obsesif-kompulsif belirtiler
depresif belirtiler
ders başarısında düşme
aşırı bedensel uğraş
mistik-dinsel konulara aşırı ilgi
tuhaf davranışlar
Alınganlık ve/veya şüphecilik
anormal duygulanım
tuhaf algısal yaşantılar gibi belirtiler görülebilir
• Şizofreninin Karmaşıklığını
Basitleştirmek için Semptomlar iki ana
gruba bölünebilir:
– Pozitif: normal işlevlerin abartılı veya
bozuk olması
– Negatif: Normal işlevlerin azalması ya
da kaybolması
Pozitif
Negatif
•Halüsinasyonlar (varsanı)
•Hezeyanlar(sanrı)
•Afektif (duygulanım)
küntlük/yüzeyellik
•Yapısal düşünce
bozuklukları
•Konuşmada veya
içeriğinde fakirlik
•Garip davranışlar
SCH
•kendine bakımda azalma
•motivasyon eksikliği
•Katatoni
•sosyal çekilme
Bilişsel semptomlar
•dikkat bozuklukları
•yürütücü işlev bozuklukları
•Hafıza bozuklukları vs...
Ruhsal durum muayenesi
• Genel görünüm:
– Tamamen dağınık, ajite -------------tamamen sessiz ve
hareketsiz, otistik
– Özbakım ve giyim kuşamda bozulma, tuhaflık
– Tik, stereotipi, manyerizm, otomomatizm, ekopraksi
gibi tuhaf davranışlar, kendi kendine konuşma,
koprofaji, enürezis, enkomprezis
KATATONİ: Mutizm, negativizm, balmumu esnekliği,
postür alma, otomatik itaat
Ruhsal durum muayenesi
(devam)
• Algı bozuklukları
– Varsanılar (halüsinasyonlar)
– Yanılsamalar (illüzyonlar)
– Derealizasyon
– Depersonalizasyon
Varsanılar
• Varsanılar yapılan çalışmalarda normal
popülasyonda da yaygın olarak görülen bir
durumdur.
• Varsanıların varlığı şizofreni tansını tam
olarak doğrulamaz ya da başka bir tanıyı
dışlamaz.
• Varsanı türleri: İşitsel (en sık
olarak),görsel, dokunma (taktil),koku ve
tat, viseral ve derin doku varsanıları
(senestetik varsanılar: örn; beynim
yanıyor, iç organların yer değiştirmesi)
• Hipnogojik ve hipnopompik varsanılar
İşitsel varsanılar
• Genel olarak en sık rastlanan varsanılardır.
• Şizofreni hastalarının en az yüzde 70’inde görülüyorlar.
• Eskiden düşünülenin aksine şizofreni hastaları işitsel
varsanıları kafalarının içinden ya da dışarıdan gelen bir
ses olarak yaşayabilir ve bunlarla ilgili içgörüsü de
olabilir
• Hastalar bu sesleri bir gerçeklik olarak yaşar.
• Genel olarak içerikleri tehditlar ya da eleştireldir.
• Hastalar bu seslere kızabilir, korkabilir ya da endişe
duyabilirler.
•
• Sesler genellikle açık ve kolay anlaşılır
sesler olmakla birlikte uzaktan gelen
mırıldanma ya da fısıltı şeklinde de olabilir.
• İnsan sesi dışında ayak sesleri, telefon
sesi, vızıldama ya da müzik sesi şeklinde
olabilir.
• Sesin cinsiyeti genellikle ayırt edilir.
Görsel halüsinasyonlar
• Şizofreni hastalarının üçte birinin
hastalığın bir aşamasında görsel
halüsinasyonları olduğu bildirilmiştir.
• İşitsel varsanıları olan hastaların yaklaşık
yarısında görsel varsanılar da
bulunmaktadır.
• İşitsel varsanı olmadan görsel varsanının
olması şizofreni için nadir bir durumdur.
• Görsel varsanılar çok çeşitlidir.
• En sık olarak bildirilenler canlı nesneler , kişiler ya da kişilerin vücut
parçaları (kafa yüz), dinsel imgeler, fantastik yaratıklar ve
hayvanlardır.
• Işık çakmaları, renk çizgileri olabilir.
• Görüntüler renkli ya da siyah-beyaz ya da gölge şeklinde olabilir.
• Yanılsamalar, insan ya da hayvana benzer gölgeler, şekil ve
büyüklüğü değişen nesneler, nesnenin etrafında dalgalanan nesne
sınırları, saydam nesneler olabilir.
• Daha nadiren dünya distorte olarak görülebilir, zemin tuhaf şekilde
açılı olabilir.
• Lilliputyen varsanılar: küçük insanlar sıklıkla bir işle uğraşan (sıklıkla
ensefalopatik süreçle ilişkili olmakla birlikte nadiren şizofrenide de
görülebilir.
Diğer varsanılar
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Dokunma varsanıları (haptik varsanılar) şizofreni hastalarının yüzde 1525’inde görülür.
Deride ya da altında gezen böcekler (formikasyon) tarzında başka mental
hastalılarda da görülebilir.
Dokunma varsanıları dokunulma, yanma ya da kesilme hissi şeklinde
olabilir.
Önemli sayıda hastada cinsel organ ya da anüslerinde bir tür cinsel
saldırıya maruz kalıyormuş gibi hisler olabilir.
Kol-bacak ve sırtta elektrik çarpması, yırtılma gibi durumlar olabilir.
Dokunma varsanıları olan hastalar birlerinin ya da doğa üstü yaratıkların
vücutlarına girip çıktığı şeklinde fiziksel duyumla alabilirler.
Koku ve tat varsanıları hastaların az bir kısmında görülür.
Bu varsanılar daha sık olarak organik beyin hastalığıyla ilişkilidir. Örn:
temporal lob epilepsisi
Koku varsanıları genellikle çürümüş et, dışkı ya da çöp kokusu şeklinde
nahoş kokulardır.
Tat varsanıları genellikle kan ya da metal tadı şeklindedir.
SANRILAR
• Standart tanımı yanlış sabit fikirlerdir
• Dış gerçeklikle ilgili olarak kişinin aksini gösteren
açık kanıtlar olmasına rağmen inatla sürdürdüğü
sabit yanlış inançlardır. Ve bu inançlar kişinin
bulunduğu kültüre ait insanlar tarafından kabul
görmez.
• Tıpkı varsanılar gibi sanrılar da sadece ruhsal
hastalığı olanlarda görülen durumlar değildir.
Ruhsal hastalığı olmayanlarda da görülebilir.
• Şizofrenide sanrılar için ayırt edici olan sanrıyla
uğraşın şiddeti ve hastaya verdiği rahatsızlık
düzeyidir.
•
•
•
•
•
•
•
Şizofreni hastalarında sanrı görülme sıklığı %70 civarındadr.
Şizofreni hastalarında en sık görülen sanrılar kötülük görme sanrılarıdır
(%80) (insanların kendine karşı kötü niyetleri olduğu, ya da en şiddetli
şekliyle öldürme planı yaptığı gibi).
Sıkça karşılaşılan diğer sanrılar bedeninin kontrol edildiği ya da
düşüncelerinin başkaları tarafından duyulabildiği şeklindeki sanrılardır ve
hastada ciddi sıkıntıya yol açarlar.
Alınganlık(referans) sanrılarında nötral uyaranlar, olaylar ya da insanlar
hastalar için özel bir anlam taşır. Bu sanrılarda genellikle persekütuvar bir
eğilim olmakla birlikte bazen kişiyi yücelten ya da dini bir anlamı da
taşıyabilir.
Düşünce yayınlanması: Hasta düşüncelerinin başkaları tarafından
duyulduğunu düşünür.
Düşünce sokulması: Hasta bir düşünce düşüncelerin zihnine dışarıdan
sokulduğunu düşünür.
Büyüklük sanrısı: hasta özel bir gücü, yeteneği ya da dini önemi ya da
görevi olduğunu düşünür. Presekütuvar ya da grandiyöz içerikte olabilir.
• Bizar sanrılar fiziksel olarak olması mümkün olmayan bir
şeye işaret eder. Şizofrenide diğer hastalıklara göre
daha sıktır.
• Grandiyöz ve dini sanrılar hastaların yarısı ya da daha
azında görülür.
• Sanrılarla ilgili önemli bir gözlem, sanrıları olan
hastaların daha az veriyle sonuca ulaşması (sonuca
atlama) ve destekleyici verilerin zayıf olmasına rağmen
güçlü bir şekilde hasta tarafından benimsenmesidir.
• Sonuca atlama özelliği hastalarda sanrılar ortadan
kaybolduktan sonra bile devam eden bir özelliktir ve
ilginç bir şekilde hastlar yeterli veri sunulduğunda normal
insanların ulaştıkları sonuçlara ulaşabilmektedir.
Negatif Belirtiler
• Negatif belirtilerin şizofreni hastalığında en önemli
belirtiler olduğu söylenebilir, çünkü bu belirtilerin şiddeti
psikotik belirtiler ya da dezorganizasyon belirtileriyle
kıyaslandığında hastalığın yol açtığı yeti yitiminin daha
güçlü şekilde belirler.
• Negatif belirtiler sosyal işlevselliğinde en önemli ön
görücüsü olabilir.
–
–
–
–
–
Günlük Yaşam aktivitelerini yerine getirmede zorluk
İş sahibi olma
Okula gitme
Arkadaşlık kurma
Yakın aile ilişkileri sürdürme
• Negatif belirtiler normal işlevlerin kaybı ya da
azalması olarak değerlendirilebilir.
• Negatif belirtiler sadece şizofrenide ya da
psikiyatrik hastalıklarda gözlenmez. Bu belirtiler
beyin hasarı olan bireylerde de ya da daha hafif
biçimiyle herhangi bir tanı almamış olan
bireylerde de görülebilir (%5-10)
• Ancak sürekli ve kalıcı belirtilerle tarif edilen bir
negatif sendrom şizofreniye özgüdür.
Negatif Semptomlar
Semptom
Aloji
Afektif Küntlük
Avolisyon
Anhedoni
Anerji
Asosyalite
Apati
Azalan İşlev
Konuşma/düşünce akıcılığı
Duygusal İfade
Motivasyon
Zevk alma
Enerji azalması
Sosyal içe çekilme
Genel ilgi
Avolüsyon
• Avolüsyon irade ve itki kaybıdır. Kişi
hedef-yönelimli işleri başlatıp sürdürmez.
• Avolüsyonda harekete geçmekle ilgili bir
yetersizlik vardır.
• Avolüsyon özellikle kılık-kıyafet hijyen
kendine bakım gibi işlerde kendini gösterir.
• Eğitim hayatı ya da iş hayatında önemli
sorunlara neden olabilir.
Anhedoni
• Anhedoni etkinlik ya da diğer kişilerle olan
ilişkilere olan ilginin ve onlardan alınan
keyifin kaybolmasıdır.
• Negatif belirtiler arasında en sürekli
olanıdır.
• Depresyonda olmakla birlikte şizofrenide
görüldüğünde depresyon belirtisi olarak
değil, negatif sendromun bir parçası
olarak değerlendirilmelidir.
Affektif küntleşme
• Affektif küntleşme, hem diğerlerinin duygu dışavrumlarını
tanıma ve anlamada hem de duygularını göstermede bir
yetersizliği tarif eder.
• İfadenin küntleşmesi duygunun üretiminde, yüz
ifadesinde, jest ve mimiklerde ve ses ve vurgularda
yetersizlikle kendini gösterir.
• Kişi aynı şekilde bu sosyal işaretleri dışarıdan geldiğinde
de anlayamaz.
• Muayenede hastanın yüzünün ifadesiz ve duygusal
karşılıktan yoksun olduğu, göz temasının yetersiz
olduğu, ses tonunun monotonlaştığı ve beden
hareketlerinin azaldığı şeklinde gözlemlenir.
• Erkeklerde, hastalığı erken başlayanlarda ve premorbid
uyumu kötü olanlarda daha yaygındır.
Asosyalite (Sosyal içe çekilme)
• Hasta sosyal ilişkilere karşı kayıtsızdır ve
sosyalleşmek için çaba göstermez.
• Bu sosyal ilişkiler aile üyeleri, arkadaşlar ve
karşı cinsle ilişkileri içerir.
• Sosyal ilişkiler sınırlı ve yakınlık ve samimiyet
hissinden yoksundur.
• Asosyalitesi olan hastalar “zihin kuramı”
(karşısındaki insanın nasıl düşünebileceğini
anlayabilme becerisi) yetersizliği de gösterirler.
Aloji
• Aloji sözel iletişimde azalma anlamına gelir ve hastaların
%25’inde bulunmaktadır.
• Aloji kimilerince hem üretim miktarı hem de normal
miktarda olmakla birlikte içerik fakirliği olarak düşünülse
de gerçekte negatif belirti olarak kabul edilen üretimin
azalmasıdır. İkincisi daha çok düşüncenin
dezorganizasyonu olarak görülür.
• Konuşma üretiminin azalması verbal kognisyonun
azalmasının bir sonucu olarak kabul edilmektedir. Bu
yönüyle negatif bir düşünce bozukluğudur.
• Üretim miktarının azalması hastada kendini uzun sorucevap aralığı, kısa yanıtlar, ve konuşmayı kendiliğinden
başlatamama şeklinde görülür.
• Negatif belirtiler diğer psikiyatrik belirtilere de
bağlı olabilir.
• Persekütuvar sanrılar ya da canlı
halüsinasyonlar korku nedeniyle aktif bir sosyal
geri çekilmeye yol açabilir.
• Halüsinasyonlar yine dikkati dağıttığı için sosyal
geri çekilmeye ya da hareketlerde azalmaya yol
açabilir.
• Şizofreni hastalarında sıkça görülen
depresyonun belirtileri de negatif belirtilerle
karışabilir.
Dezorganizasyon
• Dezorganizasyon sendromunun sınırları psikotik belirtiler
ya da negatif belirtilere göre daha belirsizdir.
• Dezorganizasyon belirtileri yapısal düşünce
bozukluklarını, bizar ve katatonik davranışları ve
uygunsuz affekti içermektedir.
• Son zamanlarda dikkat bozukluklarını ve konuşmada
içerik fakirliğini de da dezorganizasyon sendromuna
dahil edilmektedir.
• Dezorganizasyon her tür davranışı etkileyebilir ve her tür
yapısal düşünce bozukluğuna yol açabilir.
• Affekt tuhaf ya da abartılı jest ve mimiklerle uygunsuz
olabilir. Konuşmada şarkı söyler gibi ya da çocuksu bir
tarz olabilir. Yine affektte aptalca bir yüz ifadesi ve
anlamsız bir gülümseme olabilir.
• Beklenmedik ajitasyon ya da agresyon atakları, postür
alma, küfür etme, amaçsız el kol hareketleri olabilir.
• Kişisel hijyen bozuktur. Hastalar gündelik yaşam
aktivitelerine karşı kayıtsızıdır.
• Kılık kıyafet sıradışı ya da uygunsuzudur. (ergen gibi
giyinen bir erişkin, sıcak olmasına rağmen kat kat
giyinme, ya da tersine kış günü ince giysilerle gezme )
• Dezorganizasyon belirtileri pek çok hastada değişken bir
seyir izlemekle birlikte az sayıda hastada tüm hastalık
boyunca sebat eder ya da ilerleme gösterir. Bu grup
şizofreninin hebefrenik alttipini oluşturmaktadır.
• Motor aktivite bozuklukları genellikle dezorganizasyon sendromuyla
birlikte değerlendirilir.
• Anormal motor davranışlar tekrarlayıcı ince el hareketleri şeklinde ya
da daha kaba, karmaşık amaçsız hareketler şeklinde olabilir.
Anormal hareketler kol ve bacaklarda ya da tüm bedende olabilir.
• Bu hareketler konuşma esnasında ortaya çıkabilir ve neolojizim
eşdeğeri olarak görülürler.
• Hastalar karşılarındaki kişinin hareketlerini taklit edebilir: ekopraksi
• Oturur durumda ya da ayaktayken sallanma, kendini kucaklama,
ellerini ovuşturma, saç ya da kıyafetiyle oynama olabilir.
• Yine tekrarlayan amaçlı hareketler olabilir (jest mimik yapma,
başkalarına sarılma, tekrar tekrar aynı kitabı okuma (ters haldeyken
bile), saatlerce aynaya bakma olabilir.
• Motor hareketlerin erken başlaması hastalıkta belirgin düşünce
bozukluğu, kötü gidiş ve yeti yitimiyle ilişkili bulunmuştur.
KATATONİ
• Katatoni dezorganizasyon belirtisi olarak görülmekle birlikte beyin
hasarı ya da depresyonda da görülebilen bir durumdur.
• Katotoni çevreye karşı tepkililik halinin belirgin biçimde azaldığı bir
motor hareket bozukluğudur.
• Katotoninin yüksek düzey planlama merkezleri olan frontal
bölgelerden gelen yönlendirmenin olmadığı motor programlardan
kaynaklandığı düşünülmektedir.
• Katotoninin değişik belirtileri olabilir.
• Katotonik coşku sürekli ve amaçsız motor hareketliliği tarif
etmektedir. Çoğunlukla alt ve üst ekstremiteleri içerir.
• Katatoninik negativizm kol ve bacakların hareket ettirilmesine,
postürün değiştirilmesi ya da bedenin hareket ettirilmesine otomatik
bir dirençtir.
• Katatonik postür almada hasta tuhaf ve abartılı duruşları uzun süre
muhafaza ederler.
• Katatoninin rijidite buna benzerdir, ancak basit, sabit duruşlar alır.
• Katatonik stuporda hasta uyanık olabilir, ancak rijidite
olmaksızın hareketsiz haldedir ve hareket ettirilene kadar
bu pozisyonda kalacaktır
• Katotonide katalepsi balmumu esnekliğine tekabül eder.
Hasta kendisinde verilen postürü sürdürür.
• Katatoni çözüldükten sonra hastalar genellikle çok az
şey hatırlar. Hatırladıkları genellikle parça parça hayal
meyal denilecek şeylerdir.
• Bazı hastalar ise dışarıdaki aktiviteyi fark ettiklerini ancak
karşılık veremediklerini ifade ederler.
• Katatoni daha çok gelişmekte olan ülkelerde
görülmektedir. Adeta endüstrileşmiş olmak proflaktik bir
etkiye sahip gibidir.
Düşünce bozukluğu
• Düşünce bozukluğu (yapısal düşünce bozukluğu,
kavramsal dezorganizasyon) bir dezorganizasyon
belirtisidir.
• Şizofrenide düşünce bozukluğunu konuşmadan anlamak
ya da fark etmek kolay ancak tarif etmesi zordur.
• Düşünce bozukluğu içerik değil düşüncenin yapısının
bozulmasıyla ilişkilidir.
• Hafif formlarında düşünce bozuklukları iletişimi belirgin
biçimde bozmayabilir.
• Konuşma genellikle resmi ve müphem ifadelerle doludur.
• Konuşmada teğetsellik, çağrışımların gevşemesi, raydan
çıkma ile normal izleğinden kayar.
•
•
•
•
•
•
Belirgin düşünce bozukluğunda konfabulasyon, somut düşünce örnekleri ve
sembolik konuşma daha fazladır.
En şiddetli şeklinde ise mutizm, neolojizm (yeni kelime üretme: kelimenin
tuhaf ya da saçma bir anlamı vardır), ekolali (papğan gibi tekrarlama) ve
hiçbir anlamı ve kendi içinde tutarlılığı olmayan enkoherans vardır (kelime
salatası).
Düşünce bozukluğu hastaların %20-50’sinde gözlemlenir. Bu oran akut
alevlenme dönemlerinde %70 ‘e kadar çıkar. Bunların önemli bir kısmı hafiforta şiddette olup tedaviye yanıt verebilir.
Dil ve düşünce bozuklukları başka psikiyatrik hastalıklarda da görülebilir.
Ancak şizofreni hastalarında anlama, dikkat, semantik organizasyon,
konuşmanın akıcılık ve karmaşıklığında daha fazla sorun vardır.
Hastalığın başlangıcında belirgin düşünce bozukluğu kötü prognozla
ilişkilidir. Yine tedaviyle düzlemeyen düşünce bozukluğu da kötü prognoz
işaretidir.
Düşünce bozukluğu belirtileri psikotik belirtilere göre şiddet açısından daha stabil bir
seyir izler
Şizofrenide eşhastalanım
•
•
•
•
•
•
•
•
Şizofreni hastaları hastalıklarının seyri boyunca depresyon ve anksiyete
yaşayabilirler.
Hastaların depresyonu negatif belirtiler ya da pozitif belirtiler nedeniyle fark
edilmeyebilir.
Ancak şizofrenide negatif belirtiler ve depresyon arasında bir konkordans
olmadığı belirtilmektedir.
Ayrıca hastalığın tanı ölçütlerinde depresyonun dışlanması gerektiği için
yinne gözden kaçan bir durumdur.
Depresyon hastalığın erken dönemlerinde özellikle prodrom ve atak
döneminde hastaların yarısında vardır.
Yapılan bir çalışmada hastalık başlangıcında depresyonu olan hastalarda
depresyonun psikotik belirtilerle birlikte düzeldiği gösterilmiştir.
Şizofrenide depresyon uyku,iştah, enerji be konsantrasyon bozukluğunun
şizofrenide sık görülen belirtiler olması medeniyle gözden kaçabilir
Antipsikotik ilaçlar da depresyon benzeri bir tablo yapabilir ve bu nedenle
duygudurum belirtilerini, düşük benlik saygısının olup olmadığını araştırmak
ayırıcı tanıda yararlı olabilir.
• POSTPSİKOTİK DEPRESYON: Psikotik
belirtilerin düzelmesinden sonra hastanın
içgörüsünün oluşması ve demoralizasyona bağlı
olarak ortaya çıkabildiği düşünülmektedir. İntihar
riski bu dönemlerde yüksek olabilir.
• Ancak depresyon stabilizasyon dönemlerinde de
ortaya çıkabilen ve içgörünün artmasıyla birlikte
intihar riskini her dönem için arttıran bir
durumdur.
• Anksiyete şizofrenide çok yaygın bir durum
olmakla birlikte çok az şey bildiğimiz bir
durumdur.
• Şizofrenide OKB’nin normal popülasyondan
fazla görüldüğü (hastaların yaklaşık üçte birinde
komorbid OKB vardır) yine agorafobi ve yaygın
anksiyetenin ve sosyal fobinin sık görüldüğü
bildirilmektedir.
• Anksiyete belirtilerinin şiddet ve intihar
düşüncelerini, psikoz ve dezorganizasyon
belirtilerini arttıracağı görüşleri araştırmalardan
çok klinik deneyimlere dayanmaktadır.
İntihar
•
•
•
Son zamanlarda yapılan çalışmalara göre şizofreni hastalarında intihar
girişimi oranı %5 civarındadır.
Son yıllarda intihar oranının şizofreni hastalarında depresyon
hastalarınınkine eşit ya da daha fazla olduğu bildirilmiştir.
Risk etkenleri
–
–
–
–
–
–
–
–
–
•
Genç ve erkek olma
Hastalığın erken dönemi ve taburculuk sonrası
Paranoid sanrılar
Sık relaps
Hastalığın yıkıcı gidişinin farkında olma
Depresyon ve ümitsizlik
Madde kullanımı
Tedaviye olan inancın kaybolması
motor huzursuzluk, ajitasyon, impulsivite ve kaygıdır
Sürekli ve kalıcı negatif belirtileri olan hastalarda intihar riski daha düşüktür.
Şiddet davranışı
• Şiddet davranışının şizofreni hastalarında dört
kat daha fazla olduğu bildirilmiştir.
• İşitsel varsanılar şiddet davranışını ancak diğer
şiddete eğilimi arttıran belirtiler varsa tetikler. Tek
başına belirleyici değildir.
• Kronik hastalarda şiddet daha nadiridir,
genellikle yakın çevredekilere yöneliktir. Klinik
ortamlarda hastanın davranışlarına müdahale
edildiğinde ortaya çıkabilir. Bunun nedeni
hastaların duygu ve dürtülerini kontrol etmek için
yeterli deneyime sahip olmalarını engelleyen
izole ve sığlaşmış yaşam biçimleri olabilir.
İÇGÖRÜ
• Şizofrenide çok sık olarak karşılaşılan bir belirti olan
içgörü yoksunluğu halen tanımlanamamaktadır.
• İçgörü üniter bir fenomen değildir ve içgörü yoksunluğu
tek bir nedene bağlı değildir. ,
• İçgörünün olmaması tedavi uyumunda azalma, kötü
işlevsellik, artmış psikopatoloji, tekrarlayan ataklar ve
kötü gidişle ilişkilidir.
• İçgörünün olması ise intihar eğiliminin artması,
depresyonla ilişkilidir.
• Hastalığın başlangıcında içgörünün olması iyi bir
prognostik faktör olarak düşünülürken içgörünün
iyileştirmesine yönelik girişimlerin olumlu sonuçları
olabileceği şeklinde bir sonuç çıkarmak henüz mümkün
görünmemektedir.
DSM-5
•
•
•
•
•
Karakteristik semptomların en az 1 ay sürmesi
Sosyal/Mesleki Bozukluk
Genel Bozukluk için Süre > 6 ay
DD bozukluğu ile açıklanamaz
Genel tıbbi duruma veya madde kötüye
kullanımına bağlı değil
A kriteri : Karakteristik
Semptomlar
• en az 2 ya da daha fazlası, en az 1 aylık(eğer iyi
tedavi edilmişse daha az da olabilir)bir sürenin
önemli bir kesiminde bulunur. Bunlardan en az
birinin (1), (2) ya da (3) olması gerekir.
1. Sanrılar
2. Varsanılar
3. Dezorganize konuşma
4. Dezorganize ya da katatonik davranış
5. Negatif semptomlar (duygulanımda donukluk, konuşma
azlığı, istenç azlığı)
B Kriteri: Sosyal/Mesleki
Bozukluk
• Hastalığın başlangıcından itibaren zamanın
büyük bir bölümünde, çalışma, kişiler arası
ilişkiler veya kendine bakım gibi majör işlevsellik
alanlarında belirgin düzeyde bozulma
• VEYA çocukluk veya ergen dönemde başlamışsa,
beklenen kişiler arası, akademik veya işlevsel
başarıya ulaşamama
C Kriteri: Süre
• Hastalığın süregiden belirtileri en az 6 aydır devam
etmektedir
• Bu altı aylık süre içinde A kriteri(aktif dönem semptomu)
en az 1 aydır sürmelidir ve prodromal-rezidüel semptom
dönemleri de dahil edilebilir
• Prodromal veya rezidüel dönem boyunca, hastalık
belirtileri sadece negatif semptomlar veya A kriterlerindeki
2 veya daha fazla semptomun hafif şekliyle( garip
inanışlar, alışılmadık algılar) kendini gösterebilir
Diğer kriterler
• Şizoaffektif bozukluk ya da psikotik özellikler
gösteren duygudurum bozuklukları dışlanmalıdır.
– Acık evre belirtileriyle birlikte depresyon ya da mani
dönemleri olmamalıdır.
– Bu dönemlere ilişkin belirtiler olmuşsa bile hastalığın
tümüne bakıldığında süre olarak açık evre ve
postpsikotik evrenin toplam süresinden kısa olmalıdır.
• Maddeye bağlı ya da genel tıbbi duruma bağlı
psikoz dışlanmalıdır.
Laboratuvar tetkikleri ve
görüntüleme
• Standart laboratuvar testleri yoktur
• yapılacak incelemeler klinik
görünüm, başlangıç şekli ve
hastalık öyküsüne göre seçilir
Geleneksel Alt tipler
• Belirgin olarak kendini gösteren
semptomlara göre hastaları ayırır
Geleneksel Tipler
•
•
•
•
•
•
Paranoid: Paranoid sanrılar ve/veya işitsel halüsinasyonlarla
karakterizedir. Prognozu en iyi olan tiptir.
Dezorganize (hebefrenik): Davranış, konuşma tamamen dezorganizedir.
Düşünce bozukluğu belirgindir ve gerçeklikle bağlantısı oldukça
zayıflamıştır. Erken yaşta başlar.
Katatonik: katatonik özelliklerle belirlidir. Klinik görünümün
ürkütücülüğüne rağmen prognozu iyidir.
Farklılaşmamış: Şizofrenik olduğu düşünülen ama tam olarak bir tipe
girmeyen hastalar için kullanılır.
Basit şizofreni: Hastalar pozitif psikotik belirtiler göstermezler. Ancak
ilerleyici bir biçimde motivasyon ve irade kaybı vardır. Kişi sosyal olarak
giderek içe çekilir.
Kalıntı: Belirtilerin aktif olmadığı, ancak hafif de olsa devan ettiği
formdur.
Ayırıcı tanı
• Psikozun görüldüğü tüm ruhsal (diğer
primer psikotik bozuklar, mani ve
depresyon, demans) ve fiziksel
hastalıklardan ve ilaç ve madde
kullanımına bağlı bozukluklardan ayırt
edilmesi gereklidir.
Tedavi
• 1951 yılında klorpromazinin sentez
edilmesi ve sonrasında antipsikotik olarak
kullanılmasına kadar geçen sürede
hastalar daha bromid, barbitürat gibi
ilaçlarla ya da hidroterapi ve ıslak çarşaf
yöntemiyle sedatize ediliyor ve uzun
süreler yataklı kurumlarda tutuluyorlardı.
• 1930’larda insülin koma terapisi
kullanılmaya başladı
• 1935’te Morinz lobotomi
yapmaya başladı.
Antipsikotiklerin
kullanılmasına kadar sıkça
başvurulan bir tedavi
yöntemi oldu.
• Lobotimi psikotik belirtileri
düzeltmekle birlikte diğer
alanlarda ciddi
bozulmalara yol açıyordu.
• Bazı hastaların epileptik nöbet geçirdikten sonra
düzeldiğinin gözlenmesi bunun bir tedavi aracı olarak
kullanılması fikrine yol açtı.
• Nitekim kamfor ve pentilentetrazol gibi ilaçlar nöbet
oluşturmak için kullanılmaya başladı (LadislaS j.
Meduna, 1934). Ancak Cerletti ve Bini (1937) nöbetleri
elektriksel olarak uyarmayı önerdiler ve böylelikle EKT
kullanılmaya başladı.
• 1950’lilerin başında ilk antipskotiklerden olan Rezerpin
üretildi. Rauwolfia bitkisinin alkoloidi olan rezerpin bu
etkinliğine rağmen sonrasında ciddi depresyona yol
açması nedeniyle yerini dopamin antagonistlerine bıraktı.
• Yine 50’li yılların başlarında klorpromazin üretildi.
• Paris’te bir cerrah olan Laborit cerrahi işlem öncesine
hastalarına klorpromazin vermenin hastalardaki
anksiyeteyi azalttığını gözlemledikten sonra Delay ve
Deniker’i psikotik ve ajite hastalarına bu ilacı kullanma
konusunda ikna etti (1952).
• Klorpromazinin hastalarda varsanıları ve sanrıları, ayrıca
ajitasyonu etkili bir biçimde ortadan kaldırdığı ve
parkinsona benzer yan etkiler yaptığı gözlemlendi.
• Klorpromazin kullanımıyla birlikte hastanede kalan
hastaların sayısı ciddi biçimde azaldı
• Klorpromazini thioridazin, flufenazin, butirifenon
(haloperidol) ve tioksanten grubu ilaçların geliştirilmesi
izledi .
Klorpromazin: İlk Nöroleptik
• Diğerlerine göre yan etkileri oldukça az olan klozapin 1958’de
üretildi ve 1960’larda hastalara uygulanmaya başladı.
• Ancak 1976’da agranülositoz yapması nedeniyle kullanımdan
kaldırıldı
• 1990’da ABD’de yeniden kullanılmaya başlandı, ancak kullanımı
diğer ilaçlara yanıt vermeyen hastalarla sınırlandırıldı.
• İkinci kuşak antipsikotikler kullanıma sunuldu:
–
–
–
–
–
–
risperidone 1994
olanzapin 1996
Ketiapin 1997
ziprasidon 2001
aripiprazol 2002
Paliperidon 2007
Hedef Semptomlar Nelerdir?
• Pozitif Semptomlar
– Varsanılar
– Sanrılar
– Dezorganize Davranış ve düşünce
• Negatif Semptomlar
• Bilişsel Bozukluklar
Tedavinin aşamaları
• Akut dönem: psikotik belirtilerin olduğu bu dönemde
amaç bu belirtileri yatıştırmaktır. Genellikle 4-8 hafta
sürer.
• Stabilizasyon dönemi: akut dönemi takip eden bu
dönemde psikotik belirtiler kontrol altına alınmış olmakla
birlikte hasta tedavi kesildiğinde ya da stres arttığında
alevlenme riski taşırlar. Bu dönemde tedavi akut
dönemde kullanılan tedavilerin sürdürülmesiyle terapötik
kazanımların konsolide edilmesi amaçlanır. Bu dönem
akut belirtilerin düzelmesinden sonrasında 6 ay kadar
devam eder.
• Denge ya da sürdürüm dönemi: Hasta remisyona
girmiştir ya da semptomatik olarak stabildir. Bu dönemde
amaç rölapsın önlenmesi ve hastanın işlevselliğinin
arttırılmasıdır.
Akut dönem tedavisi
• Neredeyse akut psikotik belirtileri olan tüm şizofreni
hastaları bir antipsikotikten fayda görürler.
• Bu dönemde tedavi verilmesinin bir önemi de ilaç
tedavisini geciktirmenin hastalığın uzun dönem gidişini
olumsuz etkilemesidir.
• Ancak bu tüm hastaların ivedikle tedavi edilmesi
gerektiği anlamına gelmez.
• Hastanın tedavisine başlamadan önce yapılması
gereken daha önemli işler olabilir. Örneğin kısa süreli bir
ilaçsız dönem hastanın daha iyi değerlendirilmesi ve
madde kullanımı, aşırı stres, tıbbi hastalık ya da diğer bir
psikiyatrik hastalığın dışlanması için gerekli olabilir.
Tedavi öncesi yapılması
önerilenler
• Fizik ve nörolojik muayene
• Laboratuvar testleri
–
–
–
–
–
–
–
–
–
Tam Kan Sayımı
Kan şekeri
Elektrolitler
TFT
KCFT
BFT
Lipit profili
EKG
Gebelik testi, HIV ve sifilis testleri
ANTİPSİKOTİK İLAÇLAR
Birinci kuşak (Klasik/tipik)
antipsikotik ilaçlar
• Şizofrenide özellikle pozitif belirtilerin sağaltımında etkin
olan dopamin reseptör antagonistleridir.
• Etki düzenekleri birbirine benzeyen klasik antipsikotikler,
sağaltımın başında D2 reseptörlerini bloke ederek
dopaminerjik aktiviteyi azaltırlar.
• Ventral tegmental bölgedeki nöronların inaktivasyonu
antipsikotik etkiyi oluşturur
• Striatumdaki etkinin ise ekstrapiramidal sendrom (EPS)
ve geç diskinezi gibi yan etkilerden sorumlu olabileceği
bildirilmektedir.
• Birinci kuşak antipsikotikler yüksek, orta ve
düşük potensli olanlar olarak da ayrılmaktadır.
• Yüksek potensli olanları D2 reseptörleri için spsesifitesi ve afinitesi yüksekken ekstrapiramidal
sendrom (EPS) belirtilerine yol açma potansiyeli
yüksektir.
• Düşük potensli olanlarsa daha az EPS
çıkarmakla birlikte, diğer nörotransmitterler
üzerindeki etkileri fazladır, bu nedenle daha
fazla postural hipotansiyon, sedasyon ve
antikolinerjik yan etki yaparlar.
İkinci kuşak (atipik) antipsikotikler
• İkinci kuşak antipsikotikler serotonindopamin antagonistleridir.
• 5-HT2 (tip 2A) reseptörlerine affiniteleri D2
reseptörlerine olan affinitelerinden daha
fazladır.
• .
• Nigrostriatal nöronlardan çok mezolimbik
nöronlarda etkilidirler.
• Mezokortikal yolaklarda dopamin artışına
yol açacakları için hastalığın negatif ve
kognitif belirtilerinde iyileşmeye yol
açarlar.
• Prolaktin düzeylerinde uzun süreli artış
yapmazlar.
• EPS oluşturma potansiyelleri de düşüktür
Atipik (yeni / ikinci kuşak) Antipsikotikler
Jenerik adı
Klozapin
Risperidon
Olanzapin
Ketiyapin
Sülpirid
Amisülpirid
Melperon
Ziprasidon
Sertindol
Paliperidon
Aripiprazol
Ticari adı
LEPONEX
RİSPERDAL
Ticari şekli
25 ve 100 mg tab
1, 2, 3 ve 4 mg tab
1ml=1 mg sol
5 ve 10 mg tab
25, 100 ve 200 mg tab
50 mg tab
200 mg tab
200 ve 400 mg tab
25 ve 100 mg dr
ZYPREXA
SEROQUEL
SÜLPİR
DOGMATİL
SOLİAN
BURONON
ZELDOX
20, 40, 60 ve 80 mg cap
SERDOLECT 4, 12, 16 ve 20 mg tab
INVEGA
3, 6, 9, 12 mg tab
ABİLİFY
5, 10, 15 ve 30 mg tab
Dozu (mg/gün)
450-900
2-8
5-20
400-800
600-1800
400-800
300-600
40-160
20-24
6-12 mg
10-30 mg
• Klozapin dışında
antipsikotik
ilaçların tedavi
edici etki
bakımından
birbirlerine
üstünlükleri yoktur.
Klozapin
• Klasik antipsikotiklerle karşılaştırıldığında antipsikotik
etki spektrumu oldukça geniştir.
• Klasik antipsikotiklere dirençli, ekstrapiramidal yan
etkileri tolere edemeyen ve geç diskinezi gelişen
hastalarda uygun bir seçenektir.
• Genel olarak iki antipsikotik ilaç yeterli doz ve sürede
kullanıldıktan sonra klozpin kullanımınına geçmek
önerilmektedir.
• Bilişsel ve negatif belirtilerde iyileşmeye yol açtığı,
işlevselliği arttırdığı ve intihar riskini azalttığı bildirilmiştir.
• Agranülositoz riski nedeniyle (%2) sürekli kan
tablosunun izlenmesi zorunludur.
– ilk 16 hafta haftalık, daha sonra ayda bir tam kan sayımı
• Antipsikotik tedavi çoğunlukla hastalara
ağız yoluyla başlanabilir.
• Ancak oral alımı reddettiğinde ve kısa süre
içinde bir etki istendiğinde IM uygulama
gerekebilir.
• Uzun sürede etki eden depo
antipsikotikleri stablizasyon ve sürdürüm
tedavisi için uygundur.
• İlaca başlamadan önce mümkünse hastayla, değilse
yakınlarıyla tedavinin etkinlik ve yan etkileri konusunda
konuşmak bilgi vermek ve onam almak önemlidir.
• En uygun antipsikotik dozunu bulmak önemli olmakla
birlikte zordur. Zira uygulama ve klinik yanıt arasında
birkaç günden birkaç haftaya kadar değişen sürelerle
gecikme olmaktadır. Bu nedenle dozun nasıl titre dileceği
konusu bir sorundur.
• Verilere göre 4-6 haftalık bir ilaç tedavisi süresince
belirtilerdeki en belirgin düzelme ilk hafta içinde
olmaktadır. İlk bir ya da iki hafta içinde yanıtsızlık ya da
zayıf yanıt sonrasında kötü gidiş için bir öngörücüdür.
Yan Etkiler: Klasik Nöroleptikler
• Düşük potensli antipsikotiklerle sedasyon,
postural hipotansiyon, and antikolinergic etkiler
• Parkinsonizm (ekstrapiramidal yan etkiler veya
EPS)
• Akatizi
• Distoni
• Geç Diskinezi(geç dönemde kalıcı hareket
bozuklukları)
• Prolaktin Yükselmesi(Cinsel Yan etkiler)
Tipik (Konvansiyonel) Antipsikotikler
Antikolinerjik yan etkiler
Antihistaminerjik yan etkiler
Antiadrenerjik yan etkiler
Santral antikolinerjik sendrom
Ağız kuruluğu
Bulanık görme
Sinüzal taşikardi
Sedasyon
İştah ve kilo artışı
Refleks taşikardi
Postural hipotansiyon
Başdönmesi
İdrar retansiyonu
Konstipasyon
DİĞER YAN ETKİLER
Hematolojik
Oftalmolojik
Epileptojenik
Nöroleptik malin sendrom
Ekstrapiramidal yan etkiler
Akut distoni
Parkinsonizm
Akatizi
Tardiv diskinezi ve distoni
Hiperprolaktinemi
Galaktore
Menstruasyon bozuklukları
Empotans
Ejekülasyon bozukluğu
EKSTRAPİRAMİDAL SENDROM
• EPS’nin en yaygın biçimi akatizidİr.
• Hasta subjektif bir huzursuzluk hisseder. Bu his
genellikle bacak ve ayaklardadır.
• Bu nedenle hasta sürekli yürüme isteği hisseder ya da
otururken bacaklarını sürekli hareket ettirir.
• Ciddi akatizi anksiyete ve iritabiliteye neden olabilir.
• Hatta ciddi akatizi ajitasyon ya da intihar girişimine
neden olabilir.
• Tedavide propranolol (30-90 mg/gün), ya da antikolinerjik
bir antiparkinsonyen ilaç yararlı olabilir.
• En sonunda ilaç değişimi de düşünülebilir. .
DİSTONİ
• Distoniler aralıklı ya da sürekli kas spazmıdır.
• Genellikle baş ve boyun kaslarını etkilemekle birlikte kolbacak ve
gövde de olabilir.
• Sık görülen biçimleri tortikolis, disfaji, dilde hipertoni ya da şişme,
okülojirik krizdir.
• Bu yan etki genellikle tedavinin ilk günlerinde görülür.
• Yine bu yan etki genç ve erkek hastalarda daha sık görülür.
• Tedavide antikolinerjik ya da antihistaminik ilaçlar parenteral ya da
oral olarak kullanılır.
– Biperiden (akineton)
– Benztropin
– Difenhidramin
• Tedavide ilaç dozunun azaltılması ya da başka bir ilaca geçmek
uygun olabilir.
PARKİNSONİZM
• tremor, kas rijiditesi ve bradikneziden oluşr.
• Glabellar tap testi pozitiftir (Myerson işareti).
• İlk belirtileri kol sallamanın azalması ya da yüz ifadesinin
donuklaşması olabilir.
• Risk faktörleri ileri yaş, yüksek doz, parknsonizm öyküsü ve altta
yatan bazal ganglia hasarı olabilir..
• EPS orta çıktığında birkaç alternatif müdahale olabilir.
– İlacın dozunu azaltma
– Biperiden (proflaktik olarak da başlanabilir, genç erkek hastalarda)
– İlaç değiştirme
• İlaçlar ararasında en az EPS riski olanlar klozapin ve katiapindir.
• Risperidon, olanzapine, paliperidon, ziprasidon ve aripiprazol doza
bağlı EPS yapabilir.
Tardif dizkinezi
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Tardif dizkinezi BKA’lerle yüksek (%20-30) İKA’lerle daha nadirdir.
Genellkile ağız, yüz, gövde ve ektremiteleri içeren anormal hareketler vardır.
Nadir olarak yürüme , solunum ya da konuşma kaslarını tuttuğunda rciddi sorun yaratabilir.
Profasiyal hareketler hastaların dörtte üçünde vardır. (Ağız şapırdatma, emme, dudak büzme ve
fasiyal grimas)
Parmaklarda koreatetoid hareketler, gövdede yavaş kıvrılma hareketleri.
Bu anormal hareketler etkilenen bölgenin istemli hareketlerinde azalır, etkilenmeyen bölgelerin
istemli hareketlerinde artar.
Yine emosyonel uyarılma ile artar, uykuda kaybolur.
Tanı için bu hareketlerin en az dört haftadır olması, en az 3 ay botunca antipsikotğe maruz kalma
gerekir.
Anormal hareketlerin hasta ilaç kullanmaya devam ederken ya da oral ilaç kullanımının
bırakılmasından sonraki dört hafta içinde ya da depo ilacın kesilmesinden sonraki 8 hafta içinde
çıkması gerekir.
Risk yaşlı hastalarda, organik mental bozuklukta ve affektif bozukluklarda daha yüksektir.
Önlemek açısından doğru endikasyonla antipsikotik kullanmak ve minimum etkin dozda
kullanmak, düzenli aralıklarla bu açıdan muayene etmek gereklidir. Yine çocuk, yaşlı ve
duygudurum bozukluğu olanlarda kullanımı dikkatli olmalıdır.
Ortaya çıktığında ilacı kesmek ya da başka bir antipsikotik ilaca geçmek gerekir.
Klozapin tardif dizkinzei ve distonide yararlı olabilir.
Diğer yan etkiler
• Sedayon ve postural hiptansiyon düşük potensli antipsikotiklerin ve
klozapinin yan etkilerindendir.
• Tüm BKA’ler ve İKA’lerden paliperidon ve risperidon prolaktin
düzeylerini yükseltebilir. Bu etki galaktore ve adet düzensizliği
yapmanın yanısıra uzun dönemde gonadal hormonların belirgin
biçimde baskılanmasına bu da seksüel disfonksiyon oluşmasına ve
ayrıca osteoproza yol açabilir.
• Klozapin, olanzapin, ziprasidon, ketiapine ve aripiprazol prolaktin
düzeylerini normalin üstüne pek çıkarmaz. Bu nedenle prolaktin
düzeyi yüksek olan hastalarda bu ilaçlardan birine geçilebilir.
• Klozapin nöbet riskini yükseltir (600 mg’ın üstünde %5). Nöbet
ortaya çıkarsa dozu azaltmak ve bir antikonvülzan (genellikle
valproat) eklemek gerekir.
• Nadir de olsa klozapin kullanan hastalarda miyokardit bildirimiştir.
• Klozapinle karşılaşılan diğer yan etkiler hipersalivasyon, sedayon,
taşikardi, kilo alma, ateş ve postural hipotansiyondur.
• Kilo alımı hemen tüm antipsikotiklerle ortaya çıkan bir
sorundur.
• CATİE çalışmasında en fazla kilo alımını ve lipit
profilinde bozulmaya yol açan antipsikotik olarak
olanzapin bulunmuştur. Olanzapin yine glikolize olmuş
hemoglobinin artmasıyla dolayısıyla diabetle ilişkili
bulunmuştur.
• Ketiyapinin daha az düzeyde olmakla birlikte benzer yan
etkileri olduğu, risperidonun kilo aldırmakla birlikte lipit
profiline etkisi olmadığı gösterilmiştir.
• Ziprasidon minimal ya da hiç kilo alımı yapmaz. Hatta
kolesterol ve lipit parametreleri düzelme bile gösterebilir.
• Kilo alımı ciddi olduğunda kilo aldırmayan başka bir
antipsikotikle değiştirilebilir.
NEGATİF BELİRTİLER, DEPRESYON
VE BİLİŞSEL BELİRTİLER
•
•
•
•
•
•
•
Negatif belirtiler primer ve sekonder olarak ayırt edilmişlerdir.
Sekonder olanlar ilaç yan etkilerine, psikotik belirtilere ya da depresyona
bağlı olarak ortaya çıkabilir.
Bu nedenle negatif belirtiler görüldüğünde tüm bu nedenler ayırıcı tanıda
akılda tutulmalıdır.
Örneğin depresyona bağlıysa bir antidepresan eklemek, ya da EPS ile ilişkili
ise dozu azaltmak ve antiparkinsonyen bir ilaç eklemek iyileşme sağlar.
Primer negatif sendromun düzeltilmesinde IKA’lerin özellikle de klozapinin
etkili olduğu bildirilmiştir.
Şizofreni hastalarında bellek, dikkat ve bilgi işlemleme gibi kognitif
özelliklerde bozulma sıkça görülür ve bu bozulma sosyal ve mesleki işlev
kaybına yola açabilir.
Kognitif belirtiler primer ve sekonder olabilir. Antipsikotik ilaçların ya da
antiparkinsonyen ilaçların antikolinerjik etkileri kognitif bozulmaya yol
açabilir. Bu durumda ilaç dozunu düşmek ya da ilaç değiştirmek yararlı
olabilir.
Tedavi yanıtı
• Hastaların yaklaşık yüzde ellisi antipskotik ilaca tam remisyon ya da
çok hafif belirtilerin kalması şeklinde iyileşmeyle yanıt verir.
• Geri kalan yüzde elli tedaviye dirençli bir kısım belirtiyle yanıt
verecektir.
• Bu nedenle hastaları yanıt verenler ve vermeyenler diye ayırt etmek
yerine ilaçla düzelmenin ne düzeyde olduğunu belirlemek daha
uygundur.
• Bir ilacın işe yarayıp yaramadığına karar vermek için yeterli dozda 6
haftalık bir dönem geçmesi gerekir.
• Tedavi yanıtı yeterli olmadığında başka bir ilaca geçmek önerilir.
• En az iki laç denendikten sonra tedaviye yanıtsız hastalarda
klozapine geçiş önerilmektedir.
• Refraktör hastalarda EKT son seçenek olarak uygulanabilir.
Stabil dönem ya da sürdürüm
tedavisi
• Bu dönemde amaç belirtileri önemli düzeyde düzelmiş olan hastanın
alevlenmeden korunması ve işlevsellik düzeyinin yükseltilmesidir.
• Bu dönemde ilaç tedavisinin devam etmesi gerekir. Bu alevlenmenin
önlenmesi için öncelikle gereklidir.Zira bir yıl içinde ilaç kullanırken
rölaps görülme oranı %15-25 iken ilaç kullanılmadığında bu oran
%50-75 civarındadır.
• İlaç kullanırken rölaps olsa bile belirtiler daha hafif geçmektedir.
• İlk atağı takiben sürdürüm tedavisinin ne kadar devam edeceğine
dair kesin bir zaman bildirilmese de son zamanlardaki veriler 1-2
yılın uygun olacağını göstermektedir.
• Birden çok atak geçiren hastaların sürdürüm tedavisinin en az 5 yıl
olması gerektiği söylenmektedir. Ancak bu noktada bile ilacı
kesmenin bir risk olduğu kabul edilmelidir. Nitekim pek çok uzman
ilaç kullanmayı çok daha uzun sürelerle neredeyse yaşam boyu ta
tavsiye etmektedir
AKUT AJİTASYON
• Şizofrenide ajitasyon psikotik belirtilerden ya da akatizi ya da
parkinsonyen belirtilerden dolayı olabilir.
• Bazen bunun ayırıcı tanısını yapmak zor olabilir. Zira hasta yaşadığı
deneyimi yeterince açık ifade edemeyebilir. Bu durumda biperiden
ya da propranolol denenebilir.
• Psikoza bağlı ajitasyonda tek doz IM haloperidol, olanzapin, ya da
ziprasidon aşırı sedasyon yapmadan sakinleşmeyi sağlayacaktır.
• Yine olanzapinin ağızda eriyen formu da yararlı olabilir.
• Akut psikotik ajitasyonda benzodiazepinler de yararlı olabilir.
• Lorazepam (Ativan) oral ya da IM yolla iyi emilen bir ilaçtır. Özellikle
bir antipsikotikle kombine kullanıldığında daha yüksek doz DA
kullanılmasından daha etkili olduğu bildirimektedir.
Psikososyal tedaviler
•
•
•
•
•
•
Psikoterapi
Psikoeğitim
Sosyal beceri eğitimi
Uğraş terapisi
Grup terapisi
Meslek edindirme
Şizofrenide iyi gidiş
belirleyicileri
• Duygulanım Semptomlarının belirgin
olması
• Akut başlangıç
• Ailede duygulanım bozukluğu
• Premorbid işlevselliğin iyi olması
• İçgörü olması
Kötü Gidiş Belirleyicileri
•
•
•
•
•
•
•
Negatif semptomların belirgin oluşu
Erken Başlangıç
Sinsi başlangıç
Kötü hastalık öncesi uyum
Düşük eğitim seviyesi
Ebeveynin sosyal sınıfı düşük
Erkek
• Şizofreni hastalığı için olsı beş farklı sonuçtan
söze debiliriz.
– Tam ve kalıcı iyileşme: %2-4 oranında görüldüğü
bildirilmiştir.
– Bir ya da daha fazla atak olmakla birlikte tam düzelme
(remisyon)
– Kişilik defekti gibi görünen özelliklerin devam ettiği
sosyal düzelme: Hastada inisiyatif alma, istek ve enerj
azalmıştır. Çevreye karşı ilgisizdir. Bencil bir izlenim
verebilir. İş yaşamında işlevsel olarak gerileme
olabilir. Sorumluluk alamaz. İnsan ilişkilerini yeterli
düzeyde sürüdüremez. (Hastaların çoğunluğu bu
kısımda yer alır)
– Stabil kronisite: Tüm tedavi girişimlerine
rağmen hastaların yine önemli bir kısmı daha
fazla yıkım olmadan ve terminal yıkıma
gitmeden stabil bir kronisite gösterir (%30-40).
Hastalık belirtileri aktif dönemdeki gibi devam
eder. Hastaneye yatış-çıkışlar sıktır.
– Terminal yıkım: Adeta bitki gibidir. Bu durum
artık çok nadir olarak görülmektedir.
• AS,43 yaş, Erkek
• Alanya’da yalnız yaşıyor, bekar
• Üniversite mezunu, lisede beden eğitimi
öğretmeni olarak çalışıyor
• ŞİKAYETİ: insanlardan zarar görme,
dışkısından kan ve mukus gelmesi
• ÖYKÜSÜ: Hastanın şikayetleri yaklaşık
1.5 yıl önce başlamış. Dışarıda yediği bir
gıdadan zehirlenmesi sonucu kanında
zehirlenme ve iltihaplanma olmuş.
Dışkısından kan ve mukus gelmeye
başlamış. Zehrin bu şekilde temizlenip
vücuttan atıldığını düşünüyormuş. Bu
nedenle doktora başvurmamış.
•
Kötü niyetli diye tanımladığı insanlar (tanıdığı veya tanımadığı) ona
bakarak negatif enerji geçirip zarar veriyormuş. Karşısındaki kişinin
kötü ruhlu biri olduğunu hissedince bu his bütün vücuduna elektrik
çarpar gibi yayılıyormuş. Midesinde bir basınç ve kafasında bir
ağırlık hissediyormuş. Bu kişiler onun düşüncelerini ve
konuşmalarını da yönlendirip anlamsız konuşmasına yol
açabiliyormuş. Bu durum ortalama 1hafta -10 gün sürüyormuş. Eğer
bu kişi çok kötü ruhlu birisiyse 1 ay kadar sürdüğü de oluyormuş.
Hastalanma periyotlarında kendi kendini iyileştiriyormuş. Bu konuda
özel bir yeteneği olduğunu düşünüyormuş. İyileşmek için
beslenmesine dikkat ediyormuş, dışarıdan herhangi bir şey yiyip
içmiyormuş. Bu insanların ona niye zarar vermek istediğini
bilmiyormuş. Ancak o iyi olursa onların mutsuz olacağını ve bunun
savaş gibi bir durum olduğunu düşünüyormuş. Market vb. gibi
yerlerden bir şey aldığında satış yapan kişi kötü niyetli birisiyse ve
ona zarar vermek istiyorsa aldığı şeye okuyup üfleyerek ona büyü
yapıyormuş. O da eve gelince okuduğu dualarla bu büyüyü
bozabiliyormuş.
•
•
•
•
Arabası ile arasında özel bir bağ olduğuna inanıyormuş. Arabası düzgün bir
şekilde çalışıyorsa onun mutlu olduğunu ve mutluluğunun ona yansıdığını
düşünüyormuş. Eğer arabası bozulduysa ona küstüğü anlamına geldiğini
düşünüyormuş.
Yaklaşık 5 yıl boyunca kardeşi ve diğer yakınları ona zarar vermek için pek
çok kez yediği şeylere alkol katarak zehirlemeye çalışmış. Neden böyle
yaptıklarını bilmiyormuş.
3-4 yıl önce kaygıları nedeniyle yakınının desteğiyle ilk kez psikiyatriye
başvurmuş. Solian 200 mg ve akineton başlanmış.2 ay kullandıktan sonra
kendini iyi hissettiği için ilacı kendisi bırakmış ve ara ara kullanmış.
En son 1 ay önce bankamatikte karşılaştığı ve ona yapacağı işlemle ilgili
soru soran kötü ruhlu diye tariflediği kişi bakışlarıyla ona kötü sinyaller
göndermiş. Bütün vücuduna yayılmış. Yine önceki hastalık diye tanımladığı
şikayetleri oluşmuş. Bu kez kendini iyileştirmekte yetersiz kalmış ve
şikayetleri uzayınca kendi isteğiyle tarafımıza başvurmuş. Poliklinikte
değerlendirilen hastanın 11/09/2015 te servisimize yatışı yapıldı.
•
ÖZGEÇMİŞ: Çocukluğundan itibaren çok fazla arkadaşı
olmamış. Genellikle bir tane yakın arkadaşı olurmuş ve
hep onunla vakit geçirirmiş. Lise, üniversite ve iş
yaşamında da böyle devam etmiş. Görev yaptığı okulda
spor takımları oluşturup onları aktif bir şekilde
yönetiyormuş. Öğrencileriyle arası çok iyiymiş. Bu onu
mutlu ediyormuş. Kendi başına vakit geçirmeyi severmiş.
Kalabalıklar onu rahatsız ediyormuş. Aynı zamanda
ilkokuldayken öğretmeni olan amcası hastanın
çocukluğundan beri diğer çocuklardan biraz farklı
olduğunu, genellikle arkadaş gruplarına çok katılmayan,
kendi başına hareket eden, sessiz biri olduğunu belirtiyor
Teşekkürler ve başarılar
Download