KÜLTÜR VE MEDENİYETİMİZDE EĞİTİM ANLAYIŞININ TEMELLERİ 1.Kültür ve medeniyet Bilgisi Kültür ve medeniyet kavramları daha önce Türkçe 'de yokken Osmanlı Devleti'nin batılılaşma döneminde dilimize girmiştir. Ülkemizde ilk defa bu kavramları sosyolojik olarak ela alan ve tartışan düşünürümüz Ziya Gökalp'tır. Kültür, dilimize iki kaynaktan gelmiştir: Fransızca'dan, Amerikanca'dan. Fransızca kültürün Türkçe karşılığı İrfân, Amerikanca kültürün karşılığı, Medeniyettir Demek ki, Fransızca kültürden kastedilen daha çok sosyologların manevi kültür dedikleri kültürdür. Amerikanca ise kültürden anlaşılan maddi kültür yani Gökalp'in deyimiyle medeniyettir. Ziya Gökalp, kültürle medeniyetin ayrı ayrı kavramlar olduğunu kabul eder ve kültüre hars der. Ona göre hars, milli olduğu halde medeniyet beynelmileldir. Başlangıçta her kavmin harsı vardır. Hars yükseldikçe medeniyet doğmaya başlar. Sosyolog ve antropologların yüzde doksanı "medeniyet" kelimesini kullanmazlar, "kültür" kelimesini tercih ederler. Kimine göre bu iki kavram eş anlamlıdır, kimine göre farklıdır.Baltacıoğlu'nâ göre Tanzimat'tan beri kültürle medeniyeti, vicdanla aklı, Türklükle Avrupalılığı birbirine karıştırdık. Sosyoloji bilimi, ayrı cinsten gerçekleri birbirinden bıçakla kesilmiş gibi ayırması gerekir. Kültür ulusal, medeniyet milletlerarasıdır Prof. Erol Güngör’e göre, kültür ve medeniyet ayrımı, biz Türkler için, sadece sosyolojik bir kavram meselesi değildir; millet hayatına nasıl bir yön vereceğimiz konusundaki isteklerimize objektif ve ilmi destek bulma gayretleridir. Her toplumun kültürü, o toplumda yaşayan insanların çeşitli problemlere karşı denedikleri çözüm yollarından meydana gelmiştir. Çözüm tarzlarından bazıları zamanla sabit hale gelerek, toplumun bütününe mal olur ve toplumun kültürünü oluşturur Doç. Nurettin Topçu’ya göre, kültürle medeniyeti birbirine karıştırdığımız için Batı taklitçiliğine başladık. Medeniyet, insanlığın çalışarak ortaya koyduğu teknik eserlerin bütününden ibârettir. Kültür ise, bir toplumu kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bunlar ilim, sanat, ahlâk ve dine ait değerlerdir. Batı tekniği bize asırlardan beri damla damla gelmektedir. Teknik; kültürden sızan bir usare, kültür ağacının yetiştirdiği bir meyvedir. Halbuki, bizim kendi kültürümüz tekniği yaratmadı. Onu emanet bohçalar içinde Batı'dan aldık, yaratmanın zevkini bile yaşayamadık. Prof Mehmet Kaplan’a göre Medeniyet ve kültürler, bir bütün teşkil ederler. Her medeniyet kendine has bir kültür ve sanat yaratır. Muzaffer Ersöz'e göre, kültür ve medeniyet kavramlarının yeniden ele alınmaları şekil ve muhtevalarının yeniden düzenlenmesi şarttır. Ona göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu kadar yıllık cumhuriyet olmasına rağmen, medeni bir kişilik elde edememiş olması ve çeşitli bocalamalar içinde bulunmasının sebebi, bu kavramların yeterli şekilde tanımlanmamış olmalarından ileri gelmektedir. Bazı araştırmalar da kültürle medeniyeti eş anlamlı kabul etmektedirler. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: İbn Haldun’a göre tarihin, sosyolojinin ve antropolojinin konusu ümrandır. İslam, medeniyet ve kültürü tek kelime ile ifade etmiştir: Ümran. Şu halde İslam düşüncesinde kültür ve medeniyet ayrımı yoktur. Bunun böyle olması doğaldır, çünkü evrensel bir din olan İslamiyet, kültür ve medeniyeti evrenselliğe göre tanımlayacaktır. Zaten evrenselliğe dayanan bütün dinler ve ideolojiler evrensel kavramlar kullanacaklardır. Malinowski kültürü, toplumun yarattığı teknoloji ürünleri, tüketim maddeleri, kurumlarına şekil veren ilkeleri, fikirleri, zanaati, inançları ve gelenekleri olarak tanımlar Toynbee, medeniyetin, yaratıcı bir azınlıkla çok sert olmayan bir çevrenin eseri olduğunu söyler. Çevre her gün bu yaratıcı azınlığa sorular sorar, bu azınlık o soruları çözdüğü sürece medeniyet yaşamını sürdürür. Bu, sürekli bir diyalogdur ve medeniyetin ömrünü belirleyen şey, bu cevaplardaki isabet ya da isabetsizliktir Toynbee tıpkı İbn-i Haldun gibi medeniyetlerin doğup, büyüyüp, gelişip ve öldüğünü söyleyerek organizmacı bir medeniyet anlayışı sergilemektedir. Sosyolojinin babası kabul edilen Tunuslu ünlü tarihçi İbn Haldun’a göre de devletler ve medeniyetler tıpkı canlı bir organizma gibi doğup, gelişip, gerileyip ve ölmektedirler İbn Haldun ünlü eseri Mukaddime’de toplumları; Bedevî (göçebe) ve hadarî (yerleşik) olmak üzere ikiye ayırmakta ve bedevî toplumların zamanla çeşitli ekonomik faaliyetler sonucu hadarîliğe geçiş yaptığını ve medenileşmeye başladığını söylemektedir. Zaruri ihtiyaçlardan, lüks tüketime geçme süreci olan medenileşme sonucunda refah ve rahat hali artmakta ve çeşitli adetler ortaya çıkmaktadır Türk Dil Kurumu’na göre Kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü… Türk Dil Kurumu’na göre Medeniyet: Toplum bilimi ,Uygarlık Kültür , bir toplumu kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bunlar ilim, sanat, ahlâk ve dine ait değerlerdir. Batı tekniği bize asırlardan beri damla damla gelmektedir. Teknik; kültürden sızan bir usare, kültür ağacının yetiştirdiği bir meyvedir. Halbuki, bizim kendi kültürümüz tekniği yaratmadı. Onu emanet bohçalar içinde Batı'dan aldık, yaratmanın zevkini bile yaşayamadık Medeniyetleri kuran, inşa eden insandır. İnsan kültürü aklıyla inşa eder. Aklıyla kültürü ve medeniyeti inşa eden insan organik bir varlıktır. Organik bir varlık olan insan nasıl ki doğar, büyür ve ölürse; insanın inşası olan medeniyetler de doğar, büyür, gelişir ve ölür. Bir medeniyetin ölmesi yerine bir başkasının geçmesi demektir. Hâkim medeniyetin iktidarını, meşruiyet gerekçesini kaybetmesi, var olan insan ihtiyaçlarına kurum ve kuruluşlarıyla artık cevap veremez olmasıdır (İbn Haldun). Kültür ve Medeniyetimizi kaynakları Medeniyet ve kültürler, bir bütün teşkil ederler. Her medeniyet kendine has bir kültür ve sanat yaratır. Medeniyet bir âmil, kültür ise sonuçtur, eserdir. Medeniyet, kültür yaratan düzendir. Bir benzetme yapılacak olursa, medeniyet bir fabrika, kültür ise imâl edilen şeylerdir. Medeniyetin başlıca niteliği yaratıcılığı, kültürün ise yaratılmış olmasıdır. Her medeniyet bir değerler sistemidir. İnsan; inanan, düşünen ve tesir eden bir varlık olduğu için, bütün medeniyetlerin temelinde bir inanış, düşünce ve hareket sistemi vardır. Burada maddi kültürle manevi kültürün birbiriyle olan ilişkilerine dikkat çekilmektedir. Bu iki kültür birbirini etkilemektedir. Örneğin lüks ve konfor zihniyetine sahip olan Amerikan toplumunda arabalar büyük ve içleri oldukça geniştir. Oysa tutumluluk zihniyetini taşıyan Japon toplumunda otomobiller küçüktür, hatta Japon jiplerinde nerede ise bagaj yoktur. Demek ki, bir japon'un eşyası ancak üzerindeki kâdardır, bu sebepten arabanın arkasında bir bagaja ihtiyaç duyulmamaktadır. Hiçbir medeniyet saf değildir. Hepsi birer sentezdir. Bugünkü Avrupa Medeniyeti Grek ve Latin medeniyetinin terkibidir. Yunan ve Latin kültürü ile Hıristiyanlık felsefesi işlenerek, reform ve Rönesans gibi büyük uyanışlardan geçerek Bugünkü Batı uygarlığı doğmuştur Batı medeniyetinin esas unsurları; ilim, onun hayata uygulanmasından ibaret olan teknik, insan haklarını teminat altına alan hukuk ve hürriyettir Katıldığımız veya katılmayı hedef edindiğimiz modern Batı medeniyeti eski Yunanla başlayan, asıl 15. yüzyıldan sonra gelişen hamleleri eski medeniyetlerden farklı yeni bir yükselme hattı çizmektedir .Türkler iki defa medeniyet değiştirmişlerdir. IX ve X. asırlarda kendi istekleriyle Müslüman olmuşlar ve İslâm medeniyetine damgasını vurarak zamanın en ileri ve yerleşik devletlerini kurmuşlardır. 18. asırdan itibaren de Türkler, yine kendi istekleriyle Batı Medeniyetine katılma çabası göstermişlerdir Osman Turan'a göre Türklerin İslam medeniyetine girişleri ile Avrupa medeniyetine giriş teşebbüsleri arasında benzerlik vardır. İslâm medeniyetine girerken din değiştirmişler fakat Batı medeniyetine girerken din değiştirmemişlerdir. Her ikisinde de ortak nokta milli kültürden uzaklaşmamızdır. İslâm medeniyetine Arap ve Farslar da girdiği halde, onlar milli kültürlerini korumuşlar, fakat biz terketmişiz. Batı medeniyetine girerken yine Japonlar ve Ruslar milli kültürlerini korurken biz bırakmışız İslam Kültür ve Medeniyetinin Kaynakları • • • • Akl-ı Selim Kur’an Sünnet (Havassı Selime) Örf ve Adetler Diğer Kültür ve Medeniyetler Akl-ı Selim İnsanı ilahî emirler karşısında muhatap kılan akıl, “akl-ı selim”dir. Akl-ı selimin Türkçe’de kazandığı anlamlardan ilki, hüküm ve kararlarında doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma yetisidir. Bu anlamda akl-ı selim yargılama yetisi işlevini yürütmektedir. Diğer anlamı ise insanın doğru karar vermesini sağ- layan, herhangi bir olumsuzluktan veya ortamın kötülüğünden etkilenmeyen, yaratılışındaki temizliği koruyan akıldır ki, bu da Allah’ın (c.c.) insanın özüne yerleştirdiği fıtratı çağrıştırmaktadır Kur’ân ve Sünnet İslam kültür ve medeniyetinin ana kaynağı Kur’ân ve sünnettir. Toplumun uyması gereken kanun ve nizamlar Kur’ân’da mevcuttur. Kur’an ve sünnet öğretisinin merkezinde mutlak, tek, üstün, yaratıcı, her şeyin sebebi ve her şeyin hakimi olan Allah (c.c.) yer alır. Bu akide, insanın varlık içerisindeki yerini, aklın önemini ve işlevini, toplumun tabiatını ve hayatı yaşamak için dünya ve hayatın kazanılması gereken bir imtihan olduğunu öğretmektedir.25 Bu ilkeler sayesinde Müslümanlar, diğer dinlerde bulunan ifrat ve tefrit sorununu yaşamamış, her şeyi belli bir ölçü içerisinde değerlendirebilmişlerdir. Beş Duyu (Havass-ı Selime) İslam kültür ve medeniyetinin kaynaklarından biri de beş duyudur. Havâs, kelimesi beş duyu anlamına gelen hiss’in çoğuludur. İnsanların sahip olduğu hisler, görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma olmak üzere beş duyudan oluşur. Bu duyu organları vasıtasıyla elde edilen bilgiler İslam kültür ve medeniyetinin şekillendiren bilim ve sanatın oluşmasında önemli katkı sağlamıştır. İslam bilimlerine ait çeşitli kaynaklarda beş duyular bilgi elde etme yollarından biri olarak kabul edilmiştir. Örf ve Adetler Müslümanlar hakim oldukları coğrafyalar farklı düşüncelerle ve uygulamalarla karşılaşmıştır. Bunları hem etkilemiş hem de onların birikiminden etkilenmiştir. Mesela, İslamiyet’ten önce başka halklarda olduğu gibi, Arapların hukuki uygulamalarının çoğu örf ve âdete göre düzenleniyordu. İslam gelince, bu uygulamaların zararlılarını kaldırmış, faydalılarına olduğu gibi sahip çıkmıştır. Diğer bazılarını da ıslah ederek, varlıklarını devam ettirmelerinde sakınca görmemiştir. Diğer Kültür ve Medeniyetler Her toplumun yapısı bir inanca ve ona bağlı bir ahlak nizamına dayanır. Medeniyetin ruhsal temeli bir inanç, toplumsal temeli o inanca bağlı bir ahlak nizamıdır. Bu ahlak nizamına ve inanca güven duyan insanlar, o inancı ve ahlak nizamını yaşatacak devlet teşkilatını ve iktisadi yapıyı kurarak büyük kültür eserleri meydana getirirler. Medeniyet kurucu nitelikteki inanç ile bu nitelikte olmayan inanç arasındaki fark, inancın şu ya da bu ölçüye göre “doğruluğu” meselesinden bağımsız olarak ele alınmalıdır. Bu fark, rasyonel düzeyde muhakeme konusu olacak şekilde zihinde temsil edilmesi ile üzerinde mantık yürütülemeyen bir duygusal reaksiyon olarak zihinde karşılık bulması arasındaki farktır. Bu bakımdan insanın meselesi, inanmak ile inanmamak arasında değil, Hakk’a inanmak ile batıla inanmak arasındadır 2.Kültür ve Medeniyetimizin Özellikleri ve özgünlüğü Kültür ve medeniyetleri birini diğerinden ayırmaya yarayan unsurlar vardır. Her toplum kendi bünyesinde bir medeniyete sahiptir ve bu medeniyet onu kendisi yapan bileşenleri bünyesinde taşır. Bir toplum medeniyeti ile ayakta durur. Medeniyet, toplum hayatında insanı ayakta tutan omurganın görevini üstlenir. Medeniyeti ve geleneği olmayan bir toplumun varlığını sürdürmesi imkânsızdır. Bunlar kültür ve medeniyetin esaslarını oluşturur. İslam kültür ve medeniyetini diğerlerinden ayıran inanç, ibadet, ilim, sosyal hayat, teknik vb. alanlarda meydana getirdiği müşterek unsurları/esasları vardır. Hürriyet İslam kültür ve medeniyet tarihinde hürriyet konusu, filozoflar, dilbilimciler, kelamcılar, fakihler ve mutasavvıflar tarafından farklı açılardan tartışma konusu yapılmıştır. Örneğin Müslüman filozoflardan Fârâbî’ye göre kişinin, iyi olanı seçip yapabilmek için hem sağlıklı düşünme yeteneğine hem de irade gücüne sahip olması gerekir. Fârâbî’ye göre buna sahip insanlar “hür”dür. Aksi takdirde insan, köle tabiatlılardan olur. İlim İslamiyet, yeryüzünde insanlığı ilme sevk eden ve ilim tahsilini ibadet sayan yegâne dindir. İslamiyet, “İlim dini” olarak da sıfatlandırılabilir.15 İslam, insanı, ilim öğrenmeye teşvik etmiştir. “Oku, yaratan Rabbinin adıyla, O insanı embriyodan yarattı. Oku. Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle öğretendir. İnsana bilmediğini O öğretmiştir.”İlk emir, İslam davasının ilk adımı atılır atılmaz peygamberi Allah’ın (c.c.) adıyla okumaya yöneltmektedir. Ardından “Kalemle öğretendir.” ifadesiyle; bilginin yegâne kaynağının Allah (c.c.) olduğu, insanın bildiği her şeyi o kaynaktan aldığı, varlıklar âleminde ve kendi hayatında tecelli eden her sırrın onun eseri olduğu ifade edilmiştir. Evrensellik İslam kültür ve medeniyeti hem kaynağı hem içeriği ve mahiyeti itibarıyla evrenseldir. İslam medeniyetinin kaynağı, insanları, yeri ve gökleri, kısaca evreni yaratan Yüce Allah’tır (c.c.). O, dışlayıcı değil, birleştiricidir ve her şeyi kuşatıcıdır. Dolayısıyla O’nun gönderdiği son din İslam’ın ürettiği medeniyet evrenseldir. Diğer yandan, bu medeniyet içeriği itibarıyla evrenseldir. Çünkü taşıdığı ve hayata geçirilmesini istediği değerler, belli bir kesimi değil, bütün insanlığı kuşatıcıdır. Barış Tevhid mücadelesi veren peygamberlerin hayatları incelendiğinde hepsinin bozgunculuğa son vermek ve şirki sonlandırıp Allah’a (c.c.) inanılmasını sağlamak için çaba sarf ettikleri, kendilerine yapılan her türlü şiddete karşı sulh/barış ile karşılık verdikleri görülür. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) de Mekke döneminde müşriklerin her türlü şiddet ve tecrit uygulamalarına karşı sulh/barışı tercih ettiği, Medine döneminde hicret ile birlikte Medine’nin yerlileri olan Evs ve Hazreç kabileleri arasında barışı sağladığı, çevre kabileler ile barış anlaşmaları yaptığı, Hudeybiye Sulhu ile Mekkeli müşriklerle anlaşma yoluna gittiği bilinmektedir. 3.Kültür ve Medeniyetimizin Analizi(Dünü, Bugünü ve Geleceği) İslam‟ın yayılma sürecine baktığımız zaman Medine döneminin Mekke döneminden daha başarılı olduğunu görürüz. Bunun temel nedeni, Mekke toplumu homojen yapıda iken, Medine toplumunun heterojen yapıda olmasıdır. Yani Mekke‟de neredeyse sadece putperestler bulunurken, Medine toplumunun yarısı putperest, kalan yarısı başta Yahudiler olmak üzere başka inançlardandı. Anadolu ve buraya gelen Türklerin durumu Medine‟deki ilk dönem ile büyük benzerlikler göstermektedir. Bu bölge tarihin ilk dönemlerinden itibaren birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Türkler Anadolu‟ya yeni bir renk ve heyecan getirmiş ve bu durum yaklaşık 8 asır sürmüştür. Selçuklular ve onların devamı olan Osmanlılar hem bu toprakları Müslümanlaştırmışlar, hem de kendileri dairesi içine girdikleri İslam medeniyetinin bayraktarlığını yapmışlardır. İslamiyet, Türk toplumunun eski kültürünü yeni değerlerle kuvvetlendirmiş ve yeni bir hamle yapmaya hazır hale getirmiştir. Türk tarihinden gelen özellikler, İslamiyet‟in getirdiği dünya görüşü ve ahlak nizamı ile birleşerek Selçuklu Devleti‟ni, Anadolu Selçuklu Devleti‟ni, Osmanlı Devleti‟ni ve Türkiye Cumhuriyeti‟ni kuran ruh ve şuuru oluşturmuştur. Bir devletin sosyal yapısının temelinde o milletin ruhu vardır. Altı asra yakın üç kıtada hükmeden bir imparatorluğun kendisini zorlayan bir güç olmadan bütün din ve ırklara bu şekilde hükmetmesinin nedeni iyi tespit edilmelidir. Medeniyetler arası çatışmanın gündemde olduğu, insanların ırklarından ve inançlarından dolayı öldürüldüğü günümüzde, Osmanlı örneğini bir defa daha incelemenin zamanı gelmiştir. Teknolojinin son derece ilerlediği zamanımızda insanlığın diyalog ve hoşgörüye her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Osmanlı medeniyetinin bize miras bıraktığı, çok kültürlü ve çok dinli sosyal yapı günümüzde hem dünyanın hem de ülkemizin muhtaç olduğu hoşgörüye örneklik edebilecek yaşam biçimlerinden birisidir. Bir milletin rahat ve huzur içinde yaşaması için mensubu olduğu medeniyetin özelliklerini taşıması gerekir. Osmanlı Devleti son iki asrında Batı karşısındaki sürekli yenilgileri nedeniyle, bilinçli veya bilinçsiz olarak kendi medeniyet çizgisinden uzaklaşmıştır. Medeniyetimizle barışmak ve onun bazı özelliklerinden faydalanmak bizi en azından millet olarak daha mutlu kılacaktır Yaşadığımız dönemde birbiriyle alakalı veya alakasız birçok gelişmeler yaşanmaktadır. Dünyanın gideceği yön bu günlerde biçimlenmektedir. Burada bin yıldır Türk-İslam medeniyetinin temsilciliğini yapan Türk milletinin ve onun temsilcisi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin söyleyeceği şeyler olmalıdır. Türkiye bu dönüm noktasında insanlığa ne gibi katkılarda bulunabilir iyi değerlendirilmelidir. Türk tarihinin getirdiği medeniyet tecrübesi ve „Osmanlı Barışı‟ örneği günümüz dünyası için en önemli kılavuz olacaktır. Bir asra yakın süredir insanlığın yaşadığı birçok sıkıntı ve hastalık için bu tecrübeden önemli tedavi yolları çıkarılabilir. Nasıl Bir gelecek Öngörüyoruz? 49 4.Kültür ve Medeniyetimizden Eğitime yansımalar 50 Türk eğitim tarihi, Türklerin eğitim anlayış ve uygulamalarını inceleyerek dönemsel özellikleri ve zaman içinde ortaya çıkan farklılıkları belgelerle ortaya koyar. Dönemsel özellik ve farklılıkların değerlendirilmesi,günümüz eğitim sorunlarının daha iyi anlaşılmasına ve çözülmesine yardımcı olur. 51 Türk toplumunu derinden etkilemiş olan iki olay, İslamiyet’in Türklerce kabulü ve cumhuriyetin ilanı, Türk eğitim tarihi açısından da dönüm noktası olarak kabul edilmiştir. Buna göre Türk eğitim tarihi, üç ana döneme ayrılır: (1) İlk Türk Devletlerinde Eğitim, (2) İslamiyet’in Kabülünden Sonra Türklerde Eğitim, (3) Cumhuriyet Döneminde Eğitim. 52 İslamiyet öncesi dönemde Türk devletlerinden üçü ön plana çıkar: Hun, Göktürk ve Uygur devletleri. Bunların eğitim görüş ve uygulamalarında görülen temel özellikler şunlardır: Din ve inanış, kültür ve uygarlığın oluşmasında rol oynayan temel unsurlardandır. Nitekim İslamiyet’in kabulünden önceki Türk toplumlarının siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yapılarının şekillenmesinde de din ve inanışın önemli bir rolü vardır. Yeni bir dini benimsemek, o dinin etrafında gelişen uygarlığın üyesi olmak anlamına gelir. Örneğin Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra İslam uygarlığının etkisi altına girmiş ve zaman içerisinde onun gelişmesinde önemli roller üstlenmişlerdir. İslamiyet’i kabul eden Karahanlılar döneminde Türklerin toplum yapısında önemli değişiklikler olmuş; eski Türk kültürü ile İslam kültürünün kaynaşması sonucunda Türk-İslam kültürü ortaya çıkmıştır. İslamiyet’in kabülünden sonra sosyal, siyasi ve ekonomik alanlardaki önemli değişimlerin doğal bir sonucu olarak eğitim anlayışı ve uygulamaları da değişmiştir. Eski Türklerdeki töreye dayalı eğitim anlayışı Karahanlılar döneminde değişime uğramış, İslam dini ve kültürünün öğretilmesi amacıyla dönemin en önemli örgün eğitim kurumları olan medreseler açılmıştır. Devlet adamları, bilgin ve sanatçıları koruyup desteklemişlerdir Karahanlılar döneminde olduğu gibi Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de bilimsel eserlerin hükümdarlara ithaf (adına sunma) edilmesi, bunun delili olarak gösterilebilir. Karahanlılar döneminde örgün eğitim kadar yaygın eğitime de önem verilmiş, meslek eğitiminin çocuk yaşlarda başlamasına dikkat edilmiştir. Devlet teşkilatlanmasında Karahanlılardan etkilenen Büyük Selçuklu Devleti (Anadolu Selçuklu Devleti dâhil), eğitim kurumlarını da onlardan örnek almıştır. Selçuklular, bu kurumları daha da geliştirerek sonraki Türk devletlerine örnek olmuştur. Selçuklular döneminde Nizamiye Medreseleri açılmış; birçok şehir, bilim ve kültür merkezi hâline gelmiştir. İlk dönemlerinde eski Türk geleneklerini sürdüren Selçuklular üzerinde zamanla Arap ve Fars kültürünün etkisi artmıştır. Selçuklu dönemi eğitim kurumları içinde medreseler, ahilik ve atabeylik ön plana çıkmaktadır. Geleneksel Osmanlı eğitim sistemi, dinî temele dayanır ve âlim (bilgin) sözcüğünden din bilgini anlaşılır. Devletin, sivil eğitim kurumları üzerinde herhangi bir denetim ve kontrolü yoktur. Eğitim yöntemi esas olarak nakilci ve ezbercidir. Tanzimat Dönemine kadar, eğitim her düzeyde ücretsizdir. Osmanlıca adı verilen Türkçe, Arapça ve Farsça karışımı yapay bir dil geliştirilmiştir. Böylece aydınlarla halk arasındaki uçurum derinleşmiştir. Eğitim ve bilginin toplumda yaygınlaşması güçleşmiştir. XVIII. yy.dan sonra, eğitim sisteminde yenileşme başlamıştır. Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren eğitim ve bilime büyük önem vermiştir. Bu uygun ortamda, daha önceki Türk devletlerinden örnek alınan medreseler, Osmanlılarda da gelişerek varlığını sürdürmüştür. Osmanlı Devleti’nde ilk medrese Orhan Gazi tarafından İznik’te Orhaniye Medresesi adıyla kurulmuştur. Eğitime Katkıda Bulunan Düşünürler 5.Milli Kültür ve Medeniyet Bilinci İnsan tek başına bu dünyaya gelmiştir ve tek başına bu dünyadan ayrılacaktır. Allah onu, akıl, irade, seçme özgürlüğü, düşüncelerini açıklama gibi değerlerle donatmıştır. Bu sayede insan, iyiyi kötüden, helalı haramdan, günahı sevaptan ayırt edebilecek bir özellikte yaratılmıştır. Tekil olarak her insan, bu özelliği sayesinde kendi yaptığı iyilik ve kötülüklerinden, helaller ve haramlarından, fiillerinin sonuçlarından bizatihi sorumludur. İslam anlayışında her insan, bireysel hayatında bağımsızdır, özgür iradesiyle yapıpettikleri sadece kendisini bağlar. Bir kimse, başka birinin yaptıklarından dolayı sorumlu tutulmaz. Bir suç- tan, ancak o suçu işleyen kimseler sorumludur. Hiç kimse başkasının işlediği suçu yüklenemez. Suçlar, bireyseldir. İslam medeniyeti bir hayır veya iyilik, şefkat ve merhamet medeniyeti olarak tanımlanabilir. Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin iyi olma ve iyilik yapma doğrultusundaki ısrarlı ve kesin vurguları ve hayırda yarışma ilkesi, başlangıçtan itibaren Müslümanların, yaşadıkları her zaman ve mekânda çeşitli kurum ve kuruluşlar oluşturmalarına vesile olmuştur.. Bu çerçevede vakıflar, şifahaneler, yetimhaneler, imarethaneler, aşevi, düşkünler evi, çocuk yurtları, cami, medrese, kervansaray, okul, sebil, köprü vs. gibi birçok eser tesis edilmiş, hayırda yarışma ilkesi işlevsel ve görünür hâle getirilmiştir Sevgi Saygı: İslam’ın temel esaslarından birini insanı sevmek oluşturur. Yunus Emre’nin dediği gibi “Yaratılanı hoş gör, Yaradan’dan ötürü.” Sevgi, kalbin sevilen varlığa yönelmesi ve ona tüm varlığı ile bağlanması şeklinde tanımlanabilir. Gerçek sevgi, benlikten sıyrılmış, kısıtlayıcı olmak yerine, kucaklayıcı olan, almak yerine vermeyi tercih eden, pasif bir duygu yerine etkinliği önceleyen bir özellik taşır. Eşitlik ve Kardeşlik: İslam, eşitlik ve kardeşlik esasına dayanır. İnsanlar; hayatta ve ölümde, haklarda ve borçlarda, kanun ve Allah huzurunda, dünyada ve ahirette eşittir. İslam, insanların birbirlerine karşı herhangi bir üstünlük unsurunu beraberlerinde getirdikleri hurafesini kesinlikle kabul etmez. İslam’da kardeşlik, “inanç” üzerine bina edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “Müminler, ancak kardeştirler...” ve “Müslümanlar, kurşunla sağlamlaştırılmış bir yapı gibi birbirlerine bağlıdırlar...” buyrulur. Bu bağlamda müşterek manevi değerlere bağlı kardeşlik, biyolojik kardeşlikten daha kuvvetlidir. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, hangi kavme mensup olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun, derisinin rengi, cinsiyeti, ekonomik durumu ne olursa olsun, bütün müminler birbirlerinin kardeşidir. Diğerkâmlık(İsar) Başkasının iyiliğini isteme, başkasına faydalı olma eğilimi için kullanılan ahlâk terimi Başkaları için özveride bulunma anlamında ahlâk terimi. İsar: Sözlükte “bir şeyi veya bir kimseyi diğerine üstün tutma, tercih etme” mânasına gelen îsâr ahlâk terimi olarak “bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunması” demektir. Cürcânî îsârı, “kişinin başkasının yarar ve çıkarını kendi çıkarına tercih etmesi veya bir zarardan öncelikle onu koruması” şeklinde tarif ederek bu anlayışın din kardeşliğinin en ileri derecesi olduğunu belirtir. Îsâr anlamında Batı dillerinde kullanılan altrüizm karşılığında modern Arapça’da daha çok gayriyye, Türkçe’de diğerkâmlık ve özgecilik terimleri kullanılmaktadır. Güven: Güvenin sözlük anlamı ise; korku, çekinme ve kuşku duymadan bağlanma duygusu, itimat, yüreklilik ve cesaret demektir. Güven kavramı özünde bir beklenti ve inanç içermektedir. Bir kişinin, karşı tarafın adil, ahlaki kurallara uygun ve öngörülebilir biçimde davranacağına ilişkin inancını temsil eder. Güven, bilişsel bir kavrayıştan çok, bir şeye bağlılık ifade eden itimadın bir “inanç” biçimidir. Güven duygusu insanın kişilik yapısına ait bir özellik olmakla birlikte hem birileri tarafından güvenilir bulunmak hem de başkalarına güvenmek bakımından toplumsal boyutları da vardır İnsanlara yardımcı olmak istiyorsanız güven esastır. İki türlü güven vardır. Başkalarına güvenmek ve başkalarının size güvenmesini sağlamak. Sorunları sürekli ve güvenilir bir şekilde aşmaya başladığınızda insanlar doğal olarak size güvenmeye başlayacaklardır. Ancak insanların güvenlerini kazanmanın daha güçlü ve uzun dönemde etkili yolu onlara sizin onlara güvendiğiniz hissini vermektir. Bu bir sanattır ve şunlarla beslenir; hiçbir zaman dedikoduya kulak vermeyin ve siz de hiçbir zaman dedikodu yapmayın; ne yargılayın ne de zan oluşturun; onun yerine ruhsal olun ve ruhlarınız temiz olsun. Başkaları için iyi niyetler geliştirmeyi öğrenin. Bu sizin güvenme yeteneğinizin en son ölçüsü olacaktır. İyi niyetli bir düşünce yapısı, aynı şekilde davranışlara da yansır ve güvene dayalı ilişkilerin sağlam temellere oturtulmasını sağlar. Yardımlaşma ve Dayanışma: Her insanın, yaşadığı toplumuna karşı, birtakım sorumlulukları vardır. Bunların başında, imkânı olanların ihtiyaç sahiplerini maddi ve manevi yönden desteklemeleri gelir. Bu yüzden İslam, insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik edici bazı ilkeler öngörmüştür. İslam’ın öngördüğü bu ilkeler, İslam toplumlarında sosyal hayatın barışa dayalı olarak sürdürülmesi açısından son derece önemlidir. Kur’an’da ve Hz. Peygamber ’in (s.a.v) hadislerinde bu alanda Müslümanlara yüklenen sorumluluklar hatırlatılır. Kur’an’da geçen bir ayette yardımlaşma konusunda Müslümanların özveride bulunma ahlakları şöyle anlatılır: “...Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile, yoksul kardeşlerini tercih edip onların ihtiyaçlarına koşarlar. Kim kendi nefsinin cimriliğinden korunursa kurtuluşa ermiştir.”Hz. Peygamber (s.a.v) de hadislerinde sosyal yardımlaşma ve dayanışma üzerinde durmuştur İnfak: Bilinçli Müslümanın hayatında asıl gaye Allah’ın rızasını kazanmaktır. Kur’an’da Allah’ın kendilerinden razı olduğu ve kendileri deAllah’tan razı olmuşinsanlar övülür. Allah’ın rızasının her şeyden önemli olduğu açıkça ifade edilir. Bir Müslüman için Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmak, kazançların en büyüğüdür. Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmanın önemli yollarından biri de infaktır. Kur’an’da iyi Müslümanın nitelikleri sıralanırken “infak etme” özelliğine yer verilir. İyi bir Müslüman infak ederken,sahip olduğu varlıkların iyilerinden infak eder, ölçüyü kaçırmaz, önceliklere dikkat eder Kültür ve medeniyetimizde estetik ve Sanat Arapça’da sun’ kökünden gelen sanat, insanların zekâ ve tecrübe ile kazandıkları bilgi ve maharet sayesinde yaptıkları işlere denir. Allah’ın isimlerinden birisi de es-Sani’dir. Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın sanatı” ifadesi şöyle anlatılır: “Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar, bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah’ın yaratmasıdır/sanatıdır...” Şiir : İnce zekâ, anlayış, duygu ve bilgisinden dolayı, bir şeylerin farkında olan, hisseden, düşünebilen kimseye şair, şairin eylemi olan ince duygu ve ilime de şiir adı verilir. Daha sonra şiir, vezinli söyleyişler için de isim olmuştur. Cahiliye devrinde Araplar şiire ve gelecekten bahseden şâire büyük değer veriyorlardı. Şiirde bir etkileme vardır. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v) şair Hassan b. Sabit’i yanında bulundurur, ondan zaman zaman şiir dinlerdi. Musiki: Güzel sözlerin estetikle örülü güzel bir şekilde sunulması bazen de musiki yoluyla olmaktadır. Her insanın yaratılışında musiki duygusu vardır. Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadislerinde: “Kur’an’ı okurken seslerinizle güzelleştirin.” buyurmuşlardır. Farklı makamlarda icra edilen Kur’an, ilahiler, kasideler, mevlitler ve ezanın insan üzerinde çok olumlu tesirlerinden bahsetmek mümkündür. Hatta bu sebeple, İslam’ı seçenler bile olmaktadır. Hüsn-i Hat : Yazı sanatı, İslam medeniyetinin en gözde sanatları arasında yer alır. Hüsn-i hat, güzel yazı demektir. Hüsn-i hat, her ne kadar cismani aletlerle meydana gelirse de ruhi bir geometridir. Bu sanatın gelişmesinde Kur’an’ı en güzel bir şekilde yazma isteği büyük rol oynamıştır. Kur’an’a hizmet aşkı ile estetik zevk birleşince dünyanın en güzel sanatları arasında yer alan hüsn-i hat ortaya çıkmıştır. Yazı çeşitlerini ifade etmek için kalem tabiri kullanılır. Aklam-ı sitte denilen altı çeşit yazı vardır. Bunlar: sülüs, muhakkak, reyhanî, nesih, tevkii, rika’dır. Tezhip Resim ve heykel sanatları, eskiden tapınmak maksadıyla yapıldığı için Müslüman sanatçılar bunların yerine farklı sanatlara yönelmişlerdi. Bunlardan birisi de tezhiptir. Hüsn-i hat sanatının çevresini gü- zelleştirmek için süsleme sanatı adı verilen tezhip doğmuştur. Bu sanat, hat sanatının ayrılmaz bir par- çası olarak görülür. Minyatür: Minyatür, kâğıt ve parşömen üzerine yapılan bir çeşit resimdir. Bu sanat dalı Uygurlardan İlhanlılara, onlardan Selçuklu ve Osmanlılara geçmiştir. Osmanlı ve İranlılarda bu sanat çok gelişmiştir. Bizde XVI. yüzyılda Nigari, XVII. yüzyılda Nakşi ve XVIII. yüzyılda Levni bu sanatın en meşhur temsilcileridir. Minyatürün resimden farkı, gölgesiz olması ve derinlik bulunmamasıdır. Ebru Ebru, birtakım özel boyalarla su üzerine yapılan şekillerin kâğıda çıkarılma işlemidir. Kâğıda yansıtılan şekiller bir mermer görünümü alır. Eskiden ebru, levha ve minyatür kenarlarında kullanılırdı. Günümüzde soyut sanat kabul edilen ebru, tablo, kumaş ve duvar deseni olarak kullanılmaktadır. Ebru sanatının Buhara’dan Anadolu’ya geldiği rivayet edilir. Günümüz insanı, kendini tanımadan madde dünyasında kayboldu. Manevî değerleri ve ruh kanunlarını tanımadan yetişti. Etrafındaki hadiselere ibretle bakmak bir tarafa, mânâ cihetini düşünmeksizin “günlük ekonomik yaşama”yı da memnuniyetle karşıladı. Bütün bu menfiliklere rağmen; sıhhatli bir fikrî, amelî ve manevî vasat; makul bir İslâmî dünya görüşüne erişmeye kâfidir. Kişiye düşen tek şey, sormak, araştırmak, düşünmek ve dinmeyen bir mücahede... Netice olarak; insan, davranışlarıyla değer kazanmaktadır. Müslümanın imân beşerî istek ve arzuların tatmini için kesin bir temel ve eleştirmen olarak göre yapmalıdır. Yani irâde ve arzular imâna göre ayarlanmalıdır. İslâm, zaman-meka üstü, kainatı kuşatan bir gerçeklik olarak bütün problemleri ihata edebilecek v çözüme kavuşturacak, muhtevalı bir düşünceyi icap ettirir. Varlığa sadece gözleriyl bakanlar, onu ancak gözlerinin ihatası nisbetinde kavrayabilirler. Eşyayı basıretl didik didik edenler; arının çiçeklerde bal-özü topladığı gibi, her şeyden ibrete şâya manalar çıkarabilirler. . Etrafındaki menfiliklerden şikayetci olanlar, kendi nefislerinden başlamadıkça müsbet neticeye erişemeyeceklerdir... Kendinizi görmek mi istiyorsunuz? Aynadaki şeklinize değil, içinizdeki aynalara bakınız. İnanarak düşünüp, düşünerek davranan insanlar mükemmelliği yakalayabileceklerdir