İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 1: Para ve Finansal Sistem Para ve Paranın Fonksiyonları İktisatçıların tanımıyla para “satın alınan mal ve hizmetlerin bedelinin karşı tarafa aktarılmasında ya da borçların geri ödenmesinde genel kabul gören her şeydir”. Farklı bir ifade ile para; değişimde genel kabul görmüş bir nesnedir. Bu tanımlamanın paranın asıl fonksiyonu olan değişim fonksiyonuna dayanılarak yapıldığını söyleyebiliriz. Paranın doğuşu da yine değişim fonksiyonu ile ilgilidir. Trampa güçlükleri paranın çıkmasına yol açmıştır. Paranın üç temel özelliği vardır. Birincisi, değişim aracı olma fonksiyonudur. İkincisi, hesap birimidir. Üçüncüsü değer saklama aracıdır. Bu üç özellikten değişim aracı olma fonksiyonu parayı, tahvil, hisse senedi ve konut gibi diğer varlıklardan ayırmaya yaramaktadır. Paranın değişim aracı olarak kullanılabilmesi için, bir standardının, genel kabul görmesinin, bölünebilir, taşınabilir, bozulmama, kolay taklit edilememe gibi özelliklere sahip olması gerekir. Paranın üslendiği ikinci fonksiyon hesap birimi olması yani ekonomik değerlerin ölçümü amacıyla kullanılmasıdır. Hesap birimi olma fonksiyonu sadece paraya özgü değildir. Uzun süre yüksek enflasyon yaşayan ülkelerde fiyatlar başka ülkelerin para birimi cinsinden de ifade edilebilmesini örnek olarak verebiliriz. Paranın son özelliği olan değer saklama fonksiyonu, modern ekonomilerde değişim fonksiyonu ile birlikte, paranın asli fonksiyonu olarak kabul edilmektedir. Değişim fonksiyonu, paranın iş görme güdüsüyle, değer saklama fonksiyonu ise, spekülasyon güdüsüyle talep edilmesini açıklar. Paranın en likit varlık olması ve alternatif finansal varlıkların getirileri hakkındaki belirsizlikler nedeniyle, nominal getirisi olmayan para, değer saklama aracı olarak kullanılmaktadır. Ödemeler Sisteminin Gelişimi Değerli madenden ya da değeri olan metallerden meydana gelen para sistemine mal para adı verilmektedir. İlk çağlardan başlayarak birkaç yüzyıl öncesine kadar, mal para bir değişim aracı olarak işlev görmüştür. Değerli madenlere bağlı olarak çalışan bir ödeme sistemindeki en büyük sorun, bu tür paranın çok ağır olması ve bir yerden bir yere nakliyesinin sorun yaratmasıdır. Şüphesiz bu sorunlardan birisi de nakliye sırasında gerçekleşebilecek bir soygun tehlikesidir. Ödemeler sistemine konu olan para zaman içerisinde değişime uğramış, mal para sisteminden banknotlara, daha sonrada itibari paraya, yasal düzenlemelerle geçilmiştir. Sonraları, kağıt para kullanımından kaynaklanan zorlukları gideren çekler ödemeler sisteminde kullanılmaya başlanmıştır. Elektronik fon sisteminin gelişimi ile elektronik para ortaya çıkmıştır. İnternet üzerinden gerçekleştirilen işlemlerin güvenliğinin sağlanması, para basmanın basana bir gelir sağlaması (senyoraj) düşünüldüğünde paranın olmadığı bir ekonomi için daha çok zaman gerektiği savunulabilir. Finansal Sistem ve Ekonomi Finansal sistem, bir ekonominin işlemesi için gereken para akışını sağlayan piyasaların oluşturduğu bir bütündür. Finansal fonların el değiştirilmesi sırasında birileri borç verirken, birileri de borç almaktadır. Borç verenler yani fon fazlası olanlar, finansal varlıkların (bono, tahvil, hisse senedi gibi) alıcılarıdır. Bu durum doğal olarak borç verme işleminin karşılıksız olamayacağından kaynaklanır. Borç alanlar yani fon açığı olanlar, finansal varlıkların satıcısıdır. Fon akışı aracı kullanılmadan finansal piyasalar üzerinden gerçekleştirilirse doğrudan finansman, fon akışı finansal kurumlar aracılığıyla gerçekleştirilirse dolaylı finansman adı verilir. Tüm dünyada dolaylı finansman, doğrudan finansmandan daha yaygındır. Finansal sistem fon transferini sağlarken aynı zamanda, riskin paylaşılması, likidite sağlanması ve bilgi aktarımı işlevlerini yerine getirmektedir. Yatırımcılar, risk paylaşımını sağlamak için portföy çeşitlendirmesini yaparak yatırımlarını alternatif finansal varlıklar arasında pay ederler. Getirileri farklı yönde hareket eden varlıklardan oluşan portföyle, bir varlığın getirisi düşerken, diğerinin artabilir. Böylelikle varlık fiyatları değişirken, toplamda portföyün getirisinin çok değişmesi sağlanabilir. Farklı mali varlıklar içeren bir portföyün oluşturulması ve riskin dağıtılması ya da paylaştırılabilmesi için, finansal sistemin alternatif finansal varlıklar sunması gerekir. Finansal sistemin ikinci işlevi ise sistem içinde yer alan alternatif varlıklar kanalıyla daha likit yatırım olanakları sunmasıdır. Paraya çevirirken her hangi bir işlem maliyeti ödenmiyor ve her istediğimizde bu değişim işlemini gerçekleştirebiliyorsanız, tasarruflarınızı likit varlıklara yatırmışsınız demektir. Finansal sistemin üçüncü işlevi, bilginin toplanması ve aktarılmasıdır. Finansal fon fazlalıklarını değerlendirmek isteyen yatırımcılar, finansal varlıkların gelecek değerleri hakkında öngörüde bulunmak için bilgiye ihtiyaç duyarlar. Finansal sistem bu bilgilerin toplanmasında oldukça önemli rol oynar. Finansal Varlıklar Fon akımı karşılığında finansal varlık değişimi, fon fazlası olanlarla fon açığı olanlar arasında finansal sistem içerisinde gerçekleşmektedir. Finansal varlıklar, ortaklık ya da alacaklılık hakkı sağlayan menkul kıymetlerdir. Ortaklık hakkı sağlayan ilk tür finansal varlıklar, hisse senedidir. Hisse senedi sahibine, ortaklık, yönetime katılma (genel kurulda oy verme) ve kardan pay alma hakkı sağlar. İkinci tür finansal varlıklar ise tahvil ve bono gibi sahiplerine alacaklılık hakkı tanıyan menkul kıymetlerdir. Finansal varlıkların en önemli özelliği yatırım aracı olmalarıdır. Finansal Kurumlar Finansal sistemde finansal fonların akışına aracılık eden kurumlardır. Finansal kurumları, mevduat toplayan kuruluşlar, sigorta ve emeklilik fonları, borsa aracı kurumları ve diğer yatırım aracıları olarak dört grupta toplayabiliriz. Diğer yatırım aracılarını, finansal kiralama, 1 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 1: Para ve Finansal Sistem faktöring, tüketici finansmanı ve varlık yatırım şirketleri oluşturur. Bunların sektördeki payları son derece küçüktür. Finansal Piyasaların Türleri Fon açığı olanlar yani borç alanlarla, fon fazlası olanlar yani borç verenlerin karşılaştığı ve fonlarını değiştirdiği piyasalardır. Finansal varlıkların değiştirildiği piyasalardır. Finansal piyasaların yapılanma biçimi, birincil ve ikincil piyasalar, borç ve ortaklık piyasaları, organize ve tezgah üstü (over the counter) piyasalar, spot ve vadeli piyasalar ve para ve sermaye piyasaları şeklindedir. Dünyada Merkez Bankacılığının Gelişimi Merkez bankalarının para politikasından sorumlu olmaları, onları çok önemli kurum haline getirmektedir. Aldıkları kararlarla, finansal kurumları ve ekonomiyi etkilerler. Temel amacı, fiyat istikrarını ve finansal sistemin istikrarını sağlamaktır. Dünyada ilk merkez bankası 1668 yılında İsveç’te kurulan Sveriges Riksbank’dır. 1694 yılında kurulan İngiltere Merkez Bankası (Bank of England) da tarihteki en eski merkez bankalarından biridir. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası ise 1930 yılında kurulmuş ve 1931 yılında faaliyete geçmiştir. 2 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 2: Mali Varlık Fiyatlarının Belirlenmesi Faiz Haddinin Belirlenmesi Bu ünitede; vadeye kadar verim, reel faiz, nominal faiz, bugünkü değer, getiri oranı gibi kavramlar tanımlanmaktadır. Faiz haddinin nasıl belirleneceği, risk ve faiz arasındaki ilişki ve döviz kurunun nasıl belirleneceği, nominal ve reel döviz kurlarının arasındaki farklar açıklanmakta ve bekleyişlerin döviz kurunun bugün alacağı değer üzerindeki etkisi anlatılmaktadır. Bugünkü Değer: Faiz haddi sıfıra eşit olmadığı sürece, bir mali varlıktan bugün elde edilecek yüz lira ile bir yıl sonra elde edilecek yüz lira aynı değil. Keza bir yıl sonraki yüz lira ile iki yıl sonraki yüz lira da birbirlerine eşit değiller. Farklı zamanlarda yapılan ödemelerin bugünkü değerlerini bulmak ve dolayısıyla onları karşılaştırabilmek için bir indirme işlemi yapıyoruz. Bu işlemde kullanılan faiz haddine indirim faktörü deniliyor. Bu indirim faktörü (faiz haddi) ne kadar yüksekse ileri dönemlerde elde edilecek değerlerin bugünkü değerleri de o kadar düşük oluyor. Vadeye Kadar Verim: Mali varlığın satın alma fiyatını, mali varlığın vadesi boyunca sahibine yapacağı ödemelerin bugünkü değerine eşitliyor. Tahvilin vadeye kadar verimi ile fiyatı arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Fiyatı ne kadar yüksekse (düşükse) verimi o kadar düşük (yüksek) olur. Getiri Oranı: Bir mali varlık vadesi bitmeden satılırsa, satış fiyatı tahvilin üzerinde yazılı değerden farklı olduğu sürece vadeye kadar verim ile getiri oranı farklı değer alır. Pa fiyatına satın aldığınız bir tahvili vadesinden önce Ps fiyatına satarsanız, bu tahvilden elde edeceğiniz getiri ! oranı go = ! -1 olacaktır. !! Reel Faiz Haddi: Reel faiz, yaklaşık olarak nominal faiz ile enflasyon arasındaki fark olarak tanımlanabilir. Beklenen reel faiz haddini, nominal faiz haddi ile vade boyunca gerçekleşmesi beklenen enflasyon oranı arasındaki fark olarak hesaplıyoruz. Gerçekleşen reel faiz haddini ise nominal faiz haddi ile gerçekleşen enflasyon arasındaki fark olarak tanımlıyoruz (s:35; (6),(7)). Faiz Haddinin Belirlenmesi Faiz haddi, arz ve talebin dengeye gelmesi sonucunda belirlenebilir. Tahvil Talebi: Tahvilin talebi ile fiyatı arasında ki ilişki ters yönlüdür. Tahvil fiyatı arttıkça (faizi düştükçe) talebi de düşecektir. Tahvilin fiyatı düşmese bile talebi yükselebilir. Aynı fiyat düzeyinde; • • • Ekonomik birimlerin servetlerinin artması, Beklenen enflasyonun düşmesi, Bir tahvilin likiditesinin diğer tahvillere kıyasla yükselmesi, • Tahvilden alınan verginin düşmesi, Tahvil talebini arttırır ve tahvil talep eğrisi sağa kayar. Bu unsurlar tam ters yönde değişirlerse aynı fiyat düzeyinde eskisine kıyasla daha az tahvil talep edilecek ve tahvil talep eğrisi sola kayacaktır (s:36, şekil 2.1). Tahvil Arzı: Tahvil arzı ile fiyatı arasındaki ilişki aynı yönlüdür. Tahvil fiyatı yükseldikçe (faiz düştükçe) arzı artacaktır. Aynı fiyat düzeyinde; • • • • Kamu borçlanma ihtiyacının (devletin bütçe açığının) artması, Yatırım ortamının iyileşmesi Beklenen enflasyonun yükselmesi Ekonominin hızla büyümesi Tahvil arzını arttırır ve tahvil arz eğrisi sağa kayar. Tahvil arzını azaltan gelişmeler sonucunda ise tahvil arz eğrisi sola kayar (s:37, şekil 2.2). Denge: Denge tahvil fiyatı (denge faiz haddi) tahvil arz ve talebinin eşitlendiği noktada belirleniyor. Tahvil arzını artıran her unsur, tahvil talebini etkilemiyorsa denge fiyat düzeyini düşürür (denge faiz haddini artırır). Tahvil talebini artıran her unsur da tahvil arzını etkilemiyorsa denge fiyat düzeyini artırır (denge faiz haddini düşürür) (s:38, şekil 2.3). Risk ve Faiz: Diğer özellikleri aynı, riskleri farklı tahvillerin faizleri farklılaşır. Tahvili satanın tahvilden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemesi olasılığı ne kadar yüksekse o tahvilin riski (kredi riski ya da iflas riski) de o kadar yüksektir. Riski artan bir tahvilin talebi düşer. Bu durumda bu tahvilin faizi de yükselir. Kısa Vadeli Faiz Hadleri İle Uzun Vadeli Faiz Hadleri Arasındaki İlişki Kısa vadeli faizler ile uzun vadeli tahviller arsındaki ilişkiyi verim (getiri) eğrileri göstermektedir. Verim (getiri) eğrisi, diğer özellikleri (risk, likidite, vergi) aynı ama vadeleri farklı tahvillerin belli bir zaman içindeki veriminin vadeye göre nasıl değiştiğini gösterir. Yatay eksende vade, dikey eksende verimin yer aldığı bir düzlemde çizilir (s:40, Şekil 2.4) Yukarı doğru eğimli verim eğrisi; uzun vadeli faizlerin kısa vadeli faizlerden yüksek olduğunu, aşağı doğru eğimli verim eğrisi; kısa vadeli faizlerin uzun vadeli faizlerden yüksek olduğunu gösterir. Yatay verim eğrisi ise her vadedeki verimin aynı olduğunu gösterir. Verim eğrilerinin aldığı biçimi açıklamaya çalışan kuramlar vardır. Bunlardan biri bekleyişler kuramı diğeri vade primi kuramıdır. Bekleyişler Kuramı: Bekleyişler kuramına göre, uzun vadeli bir tahvilin yıllık verimi, yaklaşık olarak mevcut dönemdeki kısa vadeli (mesela yıllık) faiz haddi ile o tahvilin vadesi boyunca gerçekleşmesi beklenen kısa vadeli (yıllık) faizlerin aritmetik ortalamasına eşittir. 1 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 2: Mali Varlık Fiyatlarının Belirlenmesi Kısa vadeli faizlerin artacağı bekleniyorsa; yukarı doğru eğimli verim eğrisi, kısa vadeli faizlerin düşeceği bekleniyorsa; aşağı doğru eğimli verim eğrisi ortaya çıkar. Kısa vadeli faizlerin değişmeyeceği bekleniyorsa yatay verim eğrisi ortaya çıkar. Satın alma gücü paritesinin ‘mutlak' biçimine göre, iki ülkenin para birimi arasındaki nominal döviz kuru, iki ülkedeki mal sepetlerinin fiyatlarını birbirlerine eşitler. Vade Primi Kuramı: Uzun vadeli tahvilin yıllık verimi yaklaşık olarak mevcut dönemdeki kısa vadeli faiz haddi ile o tahvilin vadesi boyunca gerçekleşmesi beklenen kısa vadeli faizlerin aritmetik ortalamasının bir vade primiyle toplamına eşittir(s:42; (13)). Daha yaygın kullanılanı ise ‘göreli’ satın alma gücü paritesidir. Buna göre, nominal döviz kurundaki artışın, yurtiçi enflasyon ile yurtdışı enflasyon arasındaki fark kadar (𝜋! − 𝜋!∗ )olması gerekir. Vade primi; uzun vadeli tahvilin satın alınması için tasarruf sahibine ödenecek ek faizdir. Kısa dönemli faizlerin belirgin biçimde düşmesi bekleniyorsa ılımlı bir negatif eğim, kısa dönemli faizlerin hızlı biçimde düşmesi bekleniyorsa; keskin bir negatif eğim, kısa vadeli faizlerde değişme beklenmiyorsa yukarı doğru eğimli verim eğrisi görülecektir. Kısa dönemli faizlerin artacağı ancak aradaki farkın çok fazla olmayacağı bekleniyorsa; yatay verim eğrisi görülür. 𝐸= 1 + 𝐸! = • • • Döviz kuru ihracat ve ithalat ile uluslararası sermaye hareketlerinin önemli belirleyicilerinden biridir. Ayrıca tüketim ve yatırım kararlarını etkilemektedir. • Reel Döviz Kuru: Aynı para birimi cinsinden ifade edildiğinde iki ülke mallarının göreli fiyatlarını gösterir. Nominal döviz kurunu yurt dışı fiyatlar genel düzeyi ile çarpıp yurt içi fiyatlar genel düzeyine bölersek reel döviz kurunu elde ederiz (s:43; (14)). Reel döviz kurunun artması yerli paranın reel olarak değer kaybettiğini; reel döviz kurunun azalması yerli paranın reel olarak değer kazandığını gösterir. Efektif (Çok Taraflı) Reel Döviz Kuru: Birden fazla döviz kuru kullanılarak hesaplanan döviz kurudur. Satın Alma Gücü Paritesi Tek fiyat yasasına göre, taşıma maliyetleri ile dış ticareti engelleyici kota ve gümrük vergisi gibi unsurlar dikkate alınmazsa iki ayrı ülkede aynı kalitedeki iki malın fiyatı aynı para birimi cinsinden ifade edildiğinde birbirlerine eşit olmak durumundadır. Bu eşitlik nominal döviz kurunca sağlanıyor. Satın alma gücü paritesi ise tek tek mallardan değil, iki ülkedeki aynı mal sepetinden yola çıkar . !!!! !!!!∗ Satın alma paritesi kısa dönemde geçerli değildir. Uzun dönemde ise geçerli olduğunu gösteren sonuçlar da vardır, tutmadığını gösteren sonuçlar da. Satın alma gücü paritesinin uzun dönemde bile tutmamasının nedenlerini şöyle sıralayabiliriz. Döviz Kurunun Belirlenmesi Nominal Döviz Kuru: Bir birim yabancı paranın yerli para cinsinden değeridir. Sabit döviz kuru rejiminde nominal döviz kurunun artmasına devalüasyon, nominal döviz kurunun azalmasına revalüasyon denir. Dalgalı kur rejiminde ise nominal döviz kurunun artması yerli paranın değer kaybettiğini gösterir ve ihracat artar, ithalat azalır. Nominal döviz kurunun azalması; yerli paranın değer kazandığını gösterir ve ihracat azalır, ithalat artar. ! !∗ Fiyat endekslerinin aynı mallardan oluşmaması, Endekste yer alan mal ve hizmetlerin bir kısmın dış ticarete konu olan mal ve hizmetlerden olmaması, Varsayılanın aksine dış ticaretin serbestçe yapılmaması Ulaştırma maliyetlerinin varlığı Kapsanmamış Faiz Haddi Paritesi: Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ile uluslararası sermaye hareketlerinin birkaç günlük toplamı, tüm dünya ülkeleri arasında yapılan mal ticaretinin bir yıllık toplamı kadar oldu. Bu olgu ile birlikte döviz kuru bir mali varlığın fiyatı olarak algılanmaya başlandı. Böylelikle, döviz kurunun nasıl belirlendiğini inceleyen modeller de mali varlık yaklaşımı çerçevesinde geliştirildiler. Kapsanmamış faiz haddi paritesine göre yurtiçi faiz haddi (yaklaşık olarak) yurtdışı faiz haddi ile nominal döviz kurundaki değişim beklentisinin toplamına eşittir. 𝑖! = 𝑖!∗ + 𝐸!! + 1 −1 𝐸! Kapsanmamış faiz haddi paritesini, döviz kurunu nasıl belirlendiğini açıklayan bir kuram haline dönüştürmek mümkün. Buna göre, döviz kuru yurtdışı faiz haddi ve döviz kurunun ileride alacağı değere ilişkin bekleyişler arttıkça yükseliyor, yurtiçi faiz haddi arttıkça azalıyor. 𝐸! = 1 + 𝑖∗ ! ×𝐸!!! 1 + 𝑖! Denklemin sağ tarafında yer alan diğer değişkenler aynı kalmak üzere, yurtiçi faiz haddi ne kadar yüksekse nominal döviz kuru da o kadar düşük değer alıyor. Dolayısıyla, lira dolar karşısında o kadar değerli oluyor. Tersine, yine diğer değişkenler aynı kalmak üzere, daha yüksek bir yurtdışı faiz haddi dolar karşısında lirayı daha değersiz kılıyor; nominal döviz kuru daha yüksek oluyor. Yine diğer değişkenler aynı kalmak üzere, ileride nominal 2 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 2: Mali Varlık Fiyatlarının Belirlenmesi döviz kurunun daha yüksek olacağı bekleyişi, nominal döviz kurunu bugün daha yüksek kılıyor. Yurtiçi faiz haddinin yükselmesi, diğer değişkenler aynı kaldığı sürece döviz kurunu düşürür. Oysa yurtiçi faiz haddi o ülkeye ilişkin risk algılaması arttığı için de yükselebilir. Bu durumda döviz kurunun ileride yükseleceği beklentisi hakim olabilir. Sonuçta, kur bekleyişleri yurtiçi faiz haddindeki yükselmeden daha fazla artarak döviz kurunu yükseltebilir. Kısacası, her zaman yüksek faiz düşük kura karşı gelmez. 3 İKT 301U-PARA VE BANKA Ünite 3: Finansal Kurumlar ve Piyasalar Finansal Sistemin İşleyişi Finansal sistemin en önemli fonksiyonu fon fazlası olanlarla fon açığı olanlar arasında fon akımının sağlıklı olarak sağlanmasıdır. Sağlıklı bir sistemde fonlarda verimli yatırımlara yöneleceğinden ekonomik verimlilik artar. Ancak finansal piyasalarda belirsizlik sebebiyle riskte her zaman mevcuttur. Riskler küreselleşme sebebiyle sadece o bölge veya alanda değil tüm dünyayı potansiyel krizlere açık hale getirebilir. Bu sebeple finansal sistemin ekonominin işleyişini nasıl ve hangi kanallardan etkilediğini bilmek gerekir. Eksik Bilgi: Ters Seçim ve Ahlaki Tehlike Finansal piyasalarda sözleşmemenin iki tarafının aynı miktarda bilgiye sahip olmaması, borç alanın borç verene göre daha çok bilgi sahibi olması durumu eksik bilgi olarak adlandırılır. Ters seçim borç vermeden önce kime borç vereceği seçilirken karşılaştığımız bu bilgi eksikliği durumudur. Borç verenler açısından borç almaya çalışanların ne tür risk taşıdıklarının tam olarak bilinememesi ve borç almaya çalışan adayların potansiyel olarak daha çok risk alma eğilimi taşıyan yatırımcılar olması ters seçime yol açacaktır. İkinci tür bilgi eksikliği ise sözleşme imzalandıktan sonra ortaya çıkar ve buna ahlaki tehlike adı verilir. Ahlaki tehlike borç alanın parayı uygun olmayan türde yatırımlarda kullanma riskidir. Ters seçim sorununu çözmenin en basit yolu bilgi eksikliğini gidermektir. Ancak bilgi eksikliğini gidermenin de bir maliyeti vardır. Bu konuda değişik çözüm önerileri sunulabilir. Bunlar: Kamu düzenlemeleri ile piyasa aktörlerinin finansal durumları ile ilgili daha çok bilgiyi kamuyla paylaşmalarını sağlamak. Kamusal bilginin yanında özel şirketler ve uzmanlar aracılığıyla oluşturulan bilginin raporlanarak ya da danışmanlık yoluyla ilgililere satılması. Ancak bu yolda bedavacılık sorununa yol açabilmektedir. Borç sözleşmelerine maddi teminat koşulları eklemek. Şirketlerin özsermayelerini (şirket bilançosunda varlıklarını toplamı ile borçlarının toplamının farkı) bir tür teminat unsuru kapsamına almak gibi. Diğer bir sorunda ahlaki tehlike, asil-vekil problemidir. Ahlaki tehlikenin özellikle ortaklık (hisse senedi) piyasalarında ortaya çıkan özel durumuna Asil-Vekil Problemi adı verilmektedir. İş başındaki yöneticilerin (vekillerin) sahiplerin (asillerin) çıkarı yerine kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi sonucunda ortaya çıkan ahlaki tehlike problemi Asil-Vekil problemi olarak adlandırılır. Bu sorunun çözüm yolu ise bilgi eksikliğini gidermektir. Mesela yöneticilerin daha sıkı denetlenmesi düşünülebilir. Bir başka yol ise borç verenlerin hisse senedi yerine borç senedini tercih etmesi tavsiye edilir. Bu asil-vekil genel olarak da ahlaki tehlike sorununa gerçek hayattan İmar Bankası ve Enron skandalları örnek verilebilir. Borç piyasalarına bakıldığında ise borç senetleri satın alınarak şirket ortağı haline gelinmediği için eksik bilginin fazla sorun oluşturmayacağı düşünülebilir. Ancak şirketi batması durumunda borç yine ödenemeyecektir. Bu da ahlaki tehlike durumunun tam olarak ortadan kalkmadığını gösterir. Bu durumda sorunu azaltmanın yöntemlerinden biri de borcun teminata bağlanması olabilir. Bazı büyük şirketlerin ise karşılaştıkları sorunlar neticesinde krize girmesi, batması ekonomiye büyük sıkıntılar getirebilir (işsizlik, krizin yayılması). Kamu otoriteleri böyle büyük bir soruna geçit vermek istemezler, vermezler. Bu duruma “batmak için çok büyük” politikası adı verilir. Fakat bu politikada şirketi batmamıza izin verilmez mantığı ile risklerini bilerek arttırmak gibi bazı ahlaki tehlikelere sevk edebilir. Finansal Sistemin İktisadi Analizi Finansal sistemin iktisadi analizi için öncelikle çeşitli olgulardan bahsetmek gerekmektedir, bunlar: Olgu 1:Ülkeler zenginleşip gelirleri arttıkça finansal sistemleri de gelişir. Bu kapsamda yüksek gelirli ülkelerin hem büyüklük hem de etkinlik açısından daha gelişmiş finansal sistemlere sahip oldukları gözlemlenmektedir. Olgu 2: Tüm dünyada dolaylı finansman doğrudan finansmandan daha yaygındır. Hisse senedi, tahvil gibi finansal varlıkların yatırımcılara satışının piyasalar aracılığı ile direkt olarak yapılması olan doğrudan finansman, araya bankalar gibi aracı kuruluşların girmesi ile fon transferi ile fon transferi yapılması durumu olarak ifade edilen dolaylı finansman kadar yaygın değildir. Olgu 3: Gelişmiş ülkelerde bankalar ve diğer finansal aracı kurumların yanı sıra menkul kıymetler borsaları da daha büyük ve daha etkindir. Olgu 4: Tüm dünyada bankalar en önemli finansal aracı kurumlardır. Olgu5: Şirketler dış finansman kaynağı olarak daha çok banka kredisi kullanırlar. Bu olgular ışığında yapılan değerlendirmeler sonucunda görülmektedir ki küresel olarak menkul kıymetler borsaları finansal sistem içerisinde önemli bir rol oynamamaktadırlar. Bunun yerine hem şirketlerin finansmanında hem de genel olarak dolaylı finansmanda bankacılık sektörünün ağırlıklı bir rolü olduğu görülmektedir. Bu anlamda kişilerin birikimlerini bankaya yatırdıktan sonra artık bankaya güvenleri sebebiyle eksik bilgi sorunuyla karşı karşıya kalmadıklarını ve bankanın bilgi toplama işindeki uzmanlığı sayesinde sistemin etkinliğini arttırdığı iddia edilebilir. İşte bu yüzden dünyada dolaylı finansman daha yaygındır ve bankacılık sektörü finansal sistemin içerisinde son derece kritik bir role sahiptir. Finansal Gelişme ve İktisadi aktivite Finansal gelişmenin iktisadi aktivitenin gelişmesi açısında önemi konusunda iktisatçılar farklı yaklaşımlar 1 İKT 301U-PARA VE BANKA Ünite 3: Finansal Kurumlar ve Piyasalar içerisindedirler. Kimileri finansal gelişmenin iktisadi kalkınmanın tetikleyicisi olduğunu düşündükleri gibi kimileri de iktisadi büyümenin finansal gelişmeyi doğurduğunu iddia etmektedirler. Bunun yanında bazıları da iktisadi gelişme açısından finansal faktörlerin fazla önemli olmadığını düşünmektedirler. Son yıllarda yapılan uygulamalı çalışmalar, finansal gelişmişliğin iktisadi büyümeyi olumlu yönde etkilediği yönündeki görüşü desteklemektedir. Finansal sistem, belirsizliğin olduğu bir ortamda kaynakların mekânlar arasında dağıtılmasını ve zamana yayılmasını sağlamaktadır. Bu temel fonksiyonu daha iyi anlamak için finansal sistemi alt guruplara bölüp finansal sistemin işlevlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: Finansal sistem; Tasarrufları ekonomiye aktarmakladır. Yatırımlar hakkında bilgi edinmek ve kaynak dağılımı işlevini yerine getirmektedir. Risk yönetimini kolaylaştırmaktadır. Değişimi kolaylaştırmaktadır. İktisadi ise iki kanalı vardır. Bunlardan birisi sermaye birikimi aracılığı ile ekonominin üretim kapasitesinin arttırılması. Diğeri ise teknolojik yenilik aracılığı ile üretkenliğin arttırılması. Etkin çalışan bir finansal sistemin işlevlerinin büyümenin bu iki kanalını birden etkilemesi beklenir. Sonuçta finansal sistem büyümenin her iki kanalının da daha etkin hale gelmesiyle iktisadi büyümeyi kolaylaştıracaktır. Ancak finansal sistem ile iktisadi büyüme arasındaki etkileşimin boyutlarını değerlendirdiğimizde bu ilişkinin tersinin de geçerli olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Büyüyen bir ekonominin finansal servis talebi de artacaktır. Böylece ekonomilerin büyüyüp zenginleşmesi finansal sistemin gelişmesini de tetiklemiş olacaktır. Bir diğer faktörde, finansal faktörlerin finansal sistem ile ekonomik aktivite arasındaki etkileşimi farklı yönlerde etkileyeceğinin unutulmaması gerekliliğidir. Ülkelerin siyasi kurumlarının, vergi ve adalet sistemlerinin yapısı ve işleyişi kaçınılmaz olarak hem iktisadi aktiviteyi hem de finansal sistemi yakından etkileyecektir. Finansal Krizler Finansal kriz derken iki tür finansal krizden bahsetmek gereklidir. Bunlar döviz krizleri ve bankacılık krizleri olarak adlandırılabilirler. Ödemeler dengesi sorunlarıyla tetiklenen döviz piyasasına yönelik spekülatif ataklar sonucunda döviz kurundaki ani ve büyük hareketlerle başlayan döviz krizleri 1970 – 1980 yılları periyodunda sıklıkla görüle gelmiştir. 1980’lerden sonra ise bankacılık krizlerinin daha sık ortaya çıktığını ve bu dönemde çoğunlukla bankacılık krizleri ile döviz krizlerinin beraber ortaya çıktığını görür hale gelinmiştir. Bankacılık krizleri iki biçimde tanımlanabilir. Birincisi bankalardan hızlı mevduat kaçışı sonucunda bir ya da daha çok bankanın batması, kamuya devri ya da birleşmesi. İkinci olarak ise mevduat kaçışı dışında nedenlerden dolayı bir ya da daha çok bankanın batması. Her iki durumda da krizin tüm sektörlere yayılması söz konusu olmaktadır. Finansal kriz modellerine bakıldığında ise ilk kuşak kriz modelleri para ve maliye politikasının uyumsuzluğunu vurgulamaktadır. Buna göre finansal kriz bir ülkenin bütçe açıklarını para basarak finanse etmesi sonucunda ortaya çıkan aşırı kredi genişlemesinin yarattığı baskı sonucunda sabit kur rejiminin çökmesi olarak tanımlanabilir. İkinci kuşak modellerde para ve maliye politikalarının uyumsuzluğunu vurgulayan birinci kuşak modellerden ziyade kendi kendini doğrulayan kehanetler ve sermayenin sürü davranışını vurgulamaktadır. İkinci kuşak modellerde politika daha esnek, kur rejiminin savunulup savunulmayacağı da kısa vadeli politika esnekliği ile uzun vadede güvenilirlik arasındaki bir tercih olarak ortaya çıkmaktadır. Üçüncü kuşak modellerde ise 1990’larda döviz krizleri ile banka krizlerinin beraber ortaya çıkıyor oluşu göz önüne alınarak döviz krizlerinde bankacılık sektörünün rolü ön plana çıkarılmaktadır. Finansal krizlerin reel sektörü nasıl etkilediğini, hangi kanallardan ekonomik aktiviteyi azalttığını maddeler halinde aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: • • • • • • • Borçlanma maliyetlerinin yükselmesi Kredi daralması Riskten kaçınma Şirket özsermayeleri azalışları Hane halkı özsermayelerinin değerlerinin düşmesi Döviz kuru değişmeleri Güven azalışı Sonuç olarak finansal krizler ister döviz krizleri olarak ortaya çıksın, ister bankacılık krizi olarak gelişsin, isterse ikiz kriz olarak patlak versin temelde üretimin düşmesine, gelirin azalmasına ve çoğunlukla işsizliğin artmasına yol açmaktadır. Finansal krizlerin bir ülkede başlayarak finansal krizin etkilerinin başka ülkelere hızlı ve şiddetli biçimde yayılmasına finansal krizlerin bulaşma etkisi adı verilmektedir. Bulaşma etkisinin ortaya çıktığı finansal krizlerde üç ortak nokta bulunmaktadır. Bunlardan birincisi krizden hemen önce artan uluslararası sermaye girişinin kriz sonrasında hızlı ve şiddetli bir biçimde geri dönmesi. İkincisi krizin başlangıcında Finansal piyasalardan sürpriz bir açıklama gelmesi (bir bankanın batması gibi). Son olarak üçüncüsü de bulaşma etkisinin görüldüğü durumlarda ortak bir borç veren (uluslararası finansal kuruluşlar, hedge fonları, bankalar vs. gibi) olmasıdır. Krizlerin nasıl bulaştığını açıklayan farklı görüşler bulunmaktadır. Bunlarda kısaca aşağıdaki gibi açıklanmıştır: 2 İKT 301U-PARA VE BANKA Ünite 3: Finansal Kurumlar ve Piyasalar Sürü davranışı; Uluslararası sermaye hareketlerinde sermayenin hızlı ve ani olarak toplu bir şekilde yön değiştirmesidir. Bir sorunu algılayan sermaye o bölgeden ayrılmaya başlarınca diğer sermaye öğeleri de bunun sebebini sormadan araştırmadan aynı bir sürü mantığı ile hareket etmeleri sebebiyle kriz derinleşmektedir. Ticari bağlar; Ülkelerin birbirleri ile olan ticari bağlarının yanında aynı uluslararası pazarlarda birbirleriyle rekabet ediyor olmaları da krizlerin etkilerinin bulaşmasına yardımcı olmaktadır. Bu bağlantılar sayesinde kriz otomatik bir şekilde bulaşıcı hale gelebilmektedir. Finansal bağlar; Ülkelerin birbirlerine finansal alanlarda sıkı sıkıya bağlı olması sebebiyle bir bölgede çıkan krizin çok kısa bir sürede etkileşim içinde olduğu diğer ülke ve bölgeleri de etkilemesi. Türkiye’deki finansal krizler bir mercek altına alınıp incelendiğinde aşağıdaki gibi sonuçlara ulaşılabilmektedir. Türkiye’nin 1990’lardan itibaren dört önemli finansal krizden etkilendiği görülebilmektedir. Bu krizlerden ikisi 1994 ve 2001 yılları krizleri Türkiye’den kaynaklanan ve bulaşma etkisinin görülmediği finansal krizler. Diğer ikisi ise 1998 Rusya krizinin ve 2008 küresel krizin Türkiye ekonomisine bulaşması sonucu ortaya çıkan dış kaynaklı krizlerdir. Bunlar arasında özellikle 1994 krizi ülkede yanlış politikalar uygulanması sonucunda oluşan bir kriz olması sebebi ile kendini diğerlerinden ayırmaktadır. Krizin öncesine bakıldığında makroekonomik göstergeler (bazı kronik sorunlar dışında) herhangi bir alarm vermemektedir. Bu yıllarda krizi tetikleyen unsur politika yapıcıların yüksek düzeydeki kamu borçlanma gereğinin finansman yöntemini değiştirerek dönemin yüksek reel faizini düşürme çabaları olmuştur. Karşılıksız basılan para dövize olan talebi tetiklemiş ve bir döviz krizi ortaya çıkmıştır. Krizin doruk noktasında hazine hükümetin faiz düşürme operasyonunun başarısızlığının bedelini yıllık %400 faizle borçlanmak durumunda kalarak ödemiştir. İkincisi ise 2001 krizidir. Ülke aşırı yükselmiş olan kamu borçlarının yükü, yüksek reel faiz, yüksek cari açık ve diğer makroekonomik göstergeleri nedeniyle yüksek risk taşımaktaydı. O yıllarda bankacılık kesiminde de ciddi sorunlar olduğu da göz ardı edilmemelidir. Kamu bankalarının görev zararları tüm varlıklarının %30’unu bulmakta idi. Bozuk makroekonomik dengelere ek olarak yüksek riskli bir bankacılık kesimi bulunmakta idi. İlgili yıla doğru bazı bankaların Tasarruf Mevduatı sigorta Fonuna devri güveni azaltıp riski iyice arttırmış idi. Bu ortamda Merkez bankasının dövizi serbest dalgalanmaya bırakmak zorunda kalmasıyla bariz olan kriz artık ortaya çıkarmış oluyordu. Böyle bir ortamda da uluslararası sermayenin sürü davranışıyla ülkeden çıkış yönünde hareketlenmesi de krizi doğurmuş ve derinleştirmiştir. Finansal Piyasaların Denetlenmesi Düzenlenmesi ve Finansal kriz dönemlerinde sistemin güvenilirliğinin düşmesinin ekonomik aktiviteye zarar vermesinden dolayı ekonomiyi bu tür risklerden korumak amacıyla kamu kesimi finansal kurumlar üzerinde çeşitli düzenlemeler uygulamaktadır. Uygulanan düzenlemeler aşağıdaki gibi sıralanabilir: • • • • Giriş kısıtlaması uygulamaları Şeffaflık Banka bilançolarının denetlenmesi Mevduat sigortası uygulaması , gibi finansal kurumların güvenilirliğini arttırmak amacıyla kamu düzenlemeleri yapılmaktadır. 3 İKT301U-Para ve Banka Ünite 4: Bankacılık Sektörü ve Banka Yönetimi Bankacılık Sektörü Bilançosu Türkiye’de bankaların finansal sektörden %78’lik bir pay alması, bankaların finansal sektör için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bankaları mevduat ve kalkınma ve yatırım bankaları olarak iki ana grupta toplayabiliriz. Bu iki banka türü arasındaki temel fark kullanılan fonların kaynağıdır. Mevduat bankaları temelinde ticari işletmeler olduğundan, ticari faaliyetlerini gösteren mali tablolar oluşturmak zorundadır. Bilanço adı verilen bu mali tablo, bir şirketin veya kişinin belirli bir dönemde mali durumu hakkında bilgi vermektedir. Her ticari işletmeler gibi bankaların da bir takım görevleri bulunmaktadır. Bankaların temel aracılık görevi, bünyelerinde toplamış oldukları fonları, ihtiyacı olan iktisadi birimlere kredi vererek fon akışı sağlamaktır. Bankalar kredi olarak dağıtmadığı fonları, finansal piyasalarda satılan kamu borçlanma senetleri benzeri menkul kıymetlerde değerlendirebilirler. Varlıklar: Bankacılık sektöründeki varlıkları, rezervler, menkul kıymetler, krediler ve diğer varlıklar olarak dört başlık altında toplayabiliriz. • Rezervler: Bankalar yasal olarak topladıkları mevduatın Merkez Bankası tarafından belirlenen bir orana karşılık gelen kısmını Merkez Bankasında tutmak zorundadır. Bu karşılığa zorunlu karşılıklar denilmektedir. Yasal olarak toplanan her bir liralık mevduatın belli bir oranının zorunlu karşılık olarak tutulması gerekmektedir. Merkez Bankası tarafından belirlenen bu orana zorunlu karşılık oranı adı verilmektedir. • Menkul Kıymetler: menkul kıymetler temelde, hazine ve devlet tahvilleri ve bonoları ve özel sektör tahvilleri ve bonoları gibi borç senetlerinden oluşmaktadır. Bankalar, riski düşük ve likiditesi yüksek menkul kıymetlere öncelik vermektedirler. • Krediler: Bankacılık sisteminde krediler, menkul kıymetlere göre daha düşük likiditeye sahip olmasına rağmen bankaların varlıkları arasında en önemli kalem olarak görülmektedir. Yükümlülükler: Bankanın borcu olarak da görülebilen yükümlülükler, mevduatlar, kullanılan krediler ve repo işlemlerinden sağlanan fonlar olarak üç grupta toplanabilir. • Mevduatlar: Mevduatlar bankaların en temel kaynağı tasarruf sahiplerinin biriktirdiği fonlardır. Türkiye’deki bankacılık sistemine göre mevduatlar sahipliğe göre üçe ayrılırlar: tasarruf mevduatı, ticari mevduat, resmi mevduat. Temel anlamda kişiler tarafından bankalarda açılan hesaplara tasarruf mevduatı, şirketler tarafından açılan hesaplara ticari mevduat, kamu kurum ve kuruluşlarınca açılan hesaplara resmi mevduat adı verilir. Başka bir sınıflandırma ise mevduatın vadesi yapısına göre yapılır. Buna göre banka müşterisinin koşulsuz olarak bankadan parasını çekebildiği banka hesaplarına vadesiz mevduat adı verilir. Ancak bankaya yatırılan para belirli bir vade sonunda alınabilirse yani paranın bankadan çekilebilmesi için bir belli bir sürenin geçmesi gerekiyorsa buna vadeli mevduat adı verilir. Bu iki hesap türü arasındaki temel fark, vadeli hesap sahibine banka tarafından faiz ödemesi yapılırken, vadesiz hesap sahibine herhangi bir faiz ödemesi yapılmamasıdır. Ayrıca bankacılık sisteminde bu mevduat türlerinin yanında döviz tevdiat hesabı da bulunmaktadır. Döviz tevdiat hesapları, bankalarda yabancı para cinsinden tutulan vadeli veya vadesiz mevduatlardır. • Kullanılan Krediler: Bankalar mevduat toplamak dışında borçlanarak da fon toplayabilirler. Bankaların son borçlanma mercii olan Merkez Bankasından aldıkları kredilere reeskont kredisi adı verilir. Bankalar Merkez Bankasından almış olduğu kredi karşılığında Merkez Bankasına reeskont faizi ödemek zorundadırlar. Son yıllarda bankalar açısından en önemli borçlanma tipi yurtdışından alınan kredilerdir. Ancak bankalar almış oldukları bu krediler karşısında kur riski ile karşı karşıya kalacaktır. Bu durumda bankaların bilançosunda döviz, altın cinsinden sahip olunan varlıkların aynı cinsten borçları karşılayamaması durumunu açıklayan açık pozisyon durumunu yaratacaktır, • Repo İşlemlerinden Sağlanan Fonlar: Bankalar açısından son yıllarda artan öneme sahip bir kaynak da repo işlemlerinden sağlanan fonlardır. Bu kaynak IMKB bünyesindeki repo piyasasında gerçekleştirilen işlemlerden sağlanmaktadır. Repo ve ters repo özetle tahvil karşılığında kısa vadeli borç alma ve verme işlemidir. Repo (Ters repo) yazılı bir sözleşme çerçevesinde belirlenmiş bir vadede, belirlenmiş bir fiyattan geri almak (geri satmak) üzere bir menkul kıymet satma (alma) işlemidir. Repo işleminde değişilen menkul kıymetler genellikle sabit getirili ikincil piyasada işlem gören, devlet tahvili ve hazine bonosu gibi varlıklardır. Repo piyasasına yetkili bankalar, Merkez Bankası ve yetkili aracı kuruluşlar katılırlar. Bankaların bu piyasadan sağladığı kaynak daha çok bankaların kısa dönemli rezerv açıklarını karşılamak ve likidite sorunlarını çözmek amacıyla kullanılmaktadır ve karşılığında repo faizi ödenmektedir. Özkaynaklar: Bankanın özkaynakları (banka sermayesi) toplam varlıkları ile toplam yükümlülükleri arasındaki farktır. Banka varlıklarındaki herhangi bir değer kaybı karşısında, özkaynaklar bankanın borçlarını ödeyememe ve batma riskine karşı sigorta görevini üstlenir. • Türkiye’de Bankacılık Sektörü Bilançosundaki Önemli Kalemlerin Gelişimi: Bankacılık sektörünün en önemli varlık kalemi olan kredilerin toplam varlıklar içerisindeki payını 1 İKT301U-Para ve Banka Ünite 4: Bankacılık Sektörü ve Banka Yönetimi gösteren S:93 Şekil 4.1.’e göre Türkiye’de dört dönemde kredilerin toplam varlıklardan almış olduğu pay düşüş göstermektedir. Bu dört dönemden birincisi 1986-1988 dönemi, ikincisi 1991-1994 dönemi, üçüncü ve en büyük düşüş 1998-2002 dönemi ve son olarak 2008-2009 arasıdır. Bankacılık sektörünün temel fonksiyonu finansal sektördeki fon fazlasını toplayarak ihtiyaç duyan ekonomik birimlere aktarmak yani kredi vermektir. Ancak çeşitli nedenlerle (reel faizin çok yükselmesi gibi) bankalar için kredi vermek yerine menkul kıymet tutmak daha kârlı hale gelirse bu durumda bankalar temel aracılık fonksiyonlarını yerine getiremez ve ekonominin büyümesinde sıkıntılar ortaya çıkar. Bu çerçevede tarihsel olarak bankaların toplam varlıklarına oranla en az kredi yarattıkları yıllar 1998-2002 yılları arası olmuştur. Bu kredi daralması dönemi Türkiye ekonomisinin %7,5 oranıyla tarihsel olarak en çok küçüldüğü kriz yılının öncesine denk düşmektedir. Diğer taraftan bankaların bilançolarının yükümlülükler kısmına bakıldığında bankacılık sisteminin temel kaynağının mevduatlar olduğu söylenebilir. S:94 Şekil 4.2’e göre, Türkiye’de 1992-2005 yılları arasında bankacılık sisteminin topladığı mevduatların yarısına yakın kısmını döviz tevdiat hesabı oluşturmaktadır. DTH hesaplarının özellikle kur belirsizliğinin arttığı ve Türk Lirası’nın değer kaybettiği 1994 yılında %50 ile ilk sıçramayı yaptığı daha sonra 2001-2002 yıllarında %55 seviyesine çıkarak rekor kırdığı görülmektedir. Son yıllarda makroekonomik göstergelerin iyileşmesi ile birlikte Türk Lirası’nın değer kazanmaya başlaması, DTH’larının öneminin azalttığı görülmektedir. Temel Bankacılık Bankalar, ticari işletmeler olduğundan ve her ticari işletme gibi temelde kâr etmek amacını güderler. Bankalar temel bankacılık işlemi sırasında bir tür varlık dönüşümü yapmaktadırlar. Bankalar vadesi daha uzun olan kredi verebilmek için daha kısa vadeli olan mevduat hesapları aracılığıyla kaynak toplamaktadır yani kısa vadeli araçları uzun vadeliye dönüştürmektedir. Bankalar aracılık fonksiyonunu gerçekleştirirken piyasalarda vadeleri uzatmakta ve riskleri azaltmaktadır. • • Banka Yönetimi Banka yönetimi sorunlarını, likidite yönetimi, varlık yönetimi, yükümlülük yönetimi, özkaynak yönetimi, faiz riski yönetimi olarak beş başlık altında toplayabiliriz. • Likitide Yönetimi: Bankaların kaynaklarını serbest rezerv olarak tutmaları durumunda alternatif maliyeti kredi ve menkul kıymetler gibi faiz getirisi olan gelirden vaz geçmeleridir. Banka yöneticileri rezerv açığını kapatmak amacıyla üç yönteme başvurabilir. Birincisi, banka borç alabilir yani kredi kullanma yöntemine gidebilir. Kullanılan bu kredinin • doğal olarak bir maliyeti olacaktır ve buda krediye ödenecek faizdir. Eğer banka Merkez Bankasından kredi kullandıysa yani reeskont kredisi aldıysa reeskont faiz oranına tabi olacaktır. Eğer bankalar arası piyasadan borçlandıysa buradaki faiz oranında bir maliyet oluşacaktır. Banka likidite ihtiyacını yurtdışından karşılamayı tercih ediyorsa uluslararası faiz oranını ödeyecektir. Bankanın rezerv açığını kapatmasının ikinci yolu ise, menkul kıymet satmasıdır. Son olarak banka rezerv ihtiyacını verdiği kredileri azaltarak da karşılayabilir. Varlık Yönetimi: Kâr etmeyi amaçlayan bankalar bu amaca yönelik olarak düşük riskli, yüksek getirili ve yüksek likiditeye sahip varlıkları tercih ederler. Ancak bu üç özelliği aynı anda sağlamak kolay olmayacağı için bankanın yapması gereken dört temel ilke bulunmaktadır. Bunlardan birincisi kredilerin riskini düşük tutmak gerekir. kredilerin geri ödenmeme riskine kredi riski adı verilir ve bankaların karşılaştığı en önemli risklerden biridir. bankalar öncelikli olarak borcunu zamanında ödeyecek ve mümkün olan en yüksek faizi ödeyebilecek kredi müşterileri bulmaya çalışırlar. Kredi veren bankanın müşterisinin kredi riskini değerlendirebilmesi ve kredi verirken tutucu davranması beklenir. İkincisi ise, bankaların menkul kıymetler portföyünün yüksek getiri ve düşük faiz getiren varlıklardan oluşması gerekir. Bir diğer temel ilke ise, varlık yönetiminde riski düşürmek için varlık çeşitliliğini sağlamak gereklidir. Varlık çeşitliliği sahip olunan portföydeki varlıkların getirilerinin birbirinden farklı yönde hareket etmesidir. Son temel ilke olarak, likidite yönetimine önem vermesidir. Yükümlülük Yönetimi: Finansal sektörün küreselleşmeye başlamasından önce bankaların mevduat toplamak dışında bir kaynağı yoktur. Küreselleşme ve bankacılık sektöründeki teknolojik gelişme ile birlikte mevduat dışı kaynakların banka yükümlülükleri içindeki payında tüm dünyada artış olmuştur. Bankaların daha çok mevduat çekebilmek için faiz üzerinden birbirleriyle rekabete girmeleri genellikle faizlerin yükselmesi sonucunda sektörün risklerini arttıracağı için söz konusu değildir. Bunun yerine bankalar daha çok mevduat çekebilmek için mevduat sahiplerine sundukları hizmetler aracılığı ile birbirleri ile rekabet etmektedirler. Özkaynak Yönetimi: Özkaynak yönetiminin en temel özelliği sermaye yeterliliğini sağlamaktır. Bankalar özkaynaklarının ne kadar olması gerektiği konusunda karar verirken üç noktaya önem verirler. Öncelikle bankaların özkaynağı iflas riskine karşı sigorta görevi görür. Özkaynakları yüksek bankaların varlıklarının 2 İKT301U-Para ve Banka Ünite 4: Bankacılık Sektörü ve Banka Yönetimi değeri borçlarından yüksektir. İkinci olarak özkaynakların ne kadar yüksek olduğu banka sahiplerinin, yani bankanın hissedarlarının ne kadar getiri elde edeceğini belirler. Son olarak yasal olarak bankaların özkaynaklarının belirli bir sermaye yeterlilik oranının altına inmesine izin verilmez. Uluslararası Basel II uzlaşısına göre sermaye yeterlilik oranının en alt limiti %8 olmak zorundadır. Özkaynakların yüksek olması, birtakım avantajlar sağlamasının yanı sıra ayrıca banka sahiplerinin getirisini de belirler. Bu durumun anlaşılabilmesi için iki orana bakmak gerekir: birincisi, Varlık getiri oranı (ROA)= Vergi sonrası net kar / toplam varlıklar bu oran bankanın faaliyeti sonucunda 1 liralık varlık başına hangi oranda kâr ettiğini gösterir. Bu anlamda ROA oranı bir bankanın ne kadar etkin işletildiğinin ölçüsüdür. ROA’nın yükselmesi varlıkların daha kârlı hâle geldiğini göstereceğinden arzu edilen bir durumdur ve bankanın etkinliğinin arttığına işaret eder. Diğer bir kârlılık göstergesi ise banka sahiplerinin hangi oranda kâr ettiğini gösteren Özkaynak Getiri Oranı (ROE) = Vergi sonrası net kar / özkaynaklar bu oran, banka sermayedarlarının bankaya yatırdıkları her 1 lira sermaye karşılığında ne oranda kâr ettiklerini gösterir. Bu iki kârlılık oranını, toplam varlıkların özkaynaklara oranını gösteren Özkaynak Çarpanı Oranı (EM) ile ilişkilendirebiliriz. Özkaynak Çarpanı= Toplam varlıklar / Özkaynak buradan şöyle bir bağlantı kurulabilir: ROA x EM = ROE belirli bir varlık getiri oranı için bankanın sermayesi ne kadar düşükse özkaynak getiri oranı o kadar yüksek olacaktır. Bu sonucu bankanın ortakları açısından değerlendirecek olursak bankada daha az sermaye tutmanın avantajlı olduğu sonucuna varabiliriz. Banka sahiplerinin çıkarı daha az sermaye tutmak yönündedir. • Risk Yönetimi: Bankalar açısından risk yönetimini, likidite riski, kredi riski, faiz riski, piyasa riski ve kur riski olarak beş ana başlık altında toplayabiliriz. Birincisi, likidite riski bankadan beklenmedik ve yüksek oranlarda mevduatın çıkması olasılığı olarak tanımlanır. İkincisi kredi riski, verilen borçların geri ödenmemesi olasılığıdır. Bankanın bu riski azaltması için, bilgi eksikliğini gidermesi gerekmektedir. Üçüncüsü, faiz riski faiz dalgalanmaları sonucunda bankanın kârının düşme riskidir. Bankaların yükümlülükleri genelde kısa vadeli iken, bankanın varlıklarının uzun vadeli olması, faiz oranlarındaki bir değişiklik karşısında bankanın gelir ve gider kalemlerini farklı şekilde etkileyebilir. Bankalar açısından, değişen faizli yükümlülükleri değişen faizli varlıklarından fazla ise, bankaların kârları faizlerle ters yönlü hareket eder; faizler yükselirken kârlar düşer, faizler düşerken karlar yükselir. Bu durumda banka yöneticilerin bankanın varlıklarını ve yükümlülüklerini değişen faiz karşısında nasıl bir ayarlama içerisine gireceklerini açık analiz yöntemi ile belirlerler. Açık analiz, banka kârının bir faiz değişikliği sonucunda ne kadar değişeceğini hesaplama yöntemidir. Açık analiz; (∆∏ = GAP x ∆i) Burada; ∆∏ (Banka karındaki değişkenlik) GAP (değişen faizli bilanço açığı = değişken varlıklar – değişken faizli yükümlülükler), i (beklenen faiz değişikliği). Risk yönetiminin dördüncü başlığı olan piyasa riski, bankaların finansal piyasalarda yaptıkları menkul değerler işlemleri sonucunda zarar etme riskidir. Risk yönetimini son başlığı olan kur riski, bankaların taşıdıkları döviz pozisyonu nedeniyle döviz kurundaki değişikliklerin sonucunda kârlarının düşme riskidir. 3 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 5: Para Arzının Belirlenmesi ve Para Piyasasında Denge Para Arzının Belirlenmesi Para arzı (M1), dolaşımdaki para (C) ve vadesiz mevduatlardan (D) oluşmaktadır. M1 para arzı olarak ifade ettiğimiz para tanımı dar tanımlı para olarak bilinmektedir. Para arzı tanımı içerisinde ticari bankaların ve banka müşterilerinin belirlediği vadesiz mevduat kalemi de yer almaktadır. Para arzını belirleyen iki temel değişken parasal taban ve para çarpanıdır. Para çarpanının değeri ve ekonomideki para arz miktarını etkileyen üç ekonomik birim söz konusudur: 1. 2. 3. Merkez bankası Bankacılık sistemi Banka dışı kesim (Mevduat sahipleri) Para Arzının Bankaları Belirlenmesi Yönüyle Merkez Merkez bankasının günlük işlemleri para arz sürecinde önemlidir. Bu sebeple merkez bankası bilançosunu oluşturan aktif ve pasiflerin değişimine bakmamız gerekmektedir. Merkez bankası pasifinde (yükümlülükler), dolaşımdaki para ve rezerv kalemleri yer almaktadır. Pasif kalemindeki değişiklikler para tabanında da değişime neden olacaktır. 1. 2. Dolaşımdaki para, banka dışı kesimin elinde tuttuğu nakit para olarak tanımlanmaktadır. Rezervler, serbest rezervler ve zorunlu karşılıkların toplamına eşittir. Bankalar ani mevduat çıkışları durumda mevduat sahiplerine karşı olan sorumlulukları gereği Merkez bankasınca belirlenen zorunlu karşılık oranını tutmaktadırlar. Merkez bankasında tutulan bu rezervlere ise zorunlu karşılık denilmektedir. Merkez bankalarınca belirlenen zorunlu karşılığın yanı sıra bankalar, yatırım fırsatlarını değerlendirebilecek likit bir kaleme sahip olma amacıyla zorunlu karşılık oranı üzerinde bir miktarı nakit olarak tutabilirler. Bu duruma ise serbest rezerv denilmektedir. ( Rezervler = Zorunlu Rezervler + Bankaların Serbest Rezervler) Merkez bankasının aktif kaleminde ise aşağıdaki kalemler bulunmaktadır. 1. 2. 3. Döviz rezervleri, Menkul kıymetler, Reeskont krediler. Merkez bankası bilançosundaki pasif kaleminin bir maliyeti söz konusu değilken, aktif kaleminin faiz getirisi söz konusudur. Merkez Bankası ve Parasal Tabanın Kontrolü Parasal taban, dolaşımdaki para (C) ile banka rezervleri (R) toplamından oluşmaktadır (MB = C + R). Parasal taban, merkez bankasının kendi dışındaki kesimlere yani bankacılık kesimi ve banka dışı kesimlere karşı yükümlülüğü ifade etmektedir. Dolaşımdaki para; merkez bankasının parayı bulunduran şirketlere ve hane halkına karşı sorumluluğunu, rezerv para; merkez bankasının diğer bankalara karşı yükümlülüğünü ifade etmektedir. Merkez bankası faiz haddini istediği düzeyde tutabilmek için para talebine uygun para arzı yaratmak zorundadır. Dolayısıyla, faiz haddini değiştirdiğinde para arzı da değişecektir. Merkez bankası parasal taban üzerinde etkili olabilmek için kullanacağı öncelikli araç açık piyasa işlemleridir. Açık piyasa işlemleri, merkez bankasının tahvil ve bono piyasasından kamu kesimi menkul kıymetlerini alıp satmasıdır. Doğrudan menkul kıymet alımı ile parasal tabandaki artış kalıcı, geri satım vaadiyle alım (repo) işlem yaptığında parasal tabanda artış geçici olacaktır. Açık piyasa işlemleriyle satım yaptığında ise parasal taban üzerindeki etki tam ters yönde olacaktır( Merkez bankası parasal tabanı azaltmak istiyorsa açık piyasa işlemlerini kullanarak devlet tahvili satabilir). Para Arzının Belirlenmesi Yönüyle Bankacılık Sektörü Para arzını etkileyen aktörlerden biri merkez bankası iken, diğeri bankacılık sektörüdür. Bankacılık sektörü, parasal taban ve para arzı yoluyla dolaşımdaki para miktarını etkileyerek elindeki serbest rezervleri tekrar piyasaya kredi verme yöntemiyle dâhil etmesiyle kaydi para yaratarak para arzını artırır. Kaydi para, bankalar tarafından yaratılan para mevduatlarından ve muhasebe kayıtlarından oluşan basılı olmayan paradır. Bankacılık sisteminin para arzını arttırması kaydi para çarpanı veya mevduat çarpanı dediğimiz yöntem ile hesaplanır. Bölümde anlatılan varsayımlar altında bankanın rezerv miktarı, mevduat miktarı(D) ile zorunlu karşılık oranının (𝑟! ) çarpımına eşit olacaktır. Para Çarpanın Elde Edilmesi Parasal taban büyük ölçüde merkez bankası tarafından kontrol edilmekteyken toplam para arzı miktarı parasal tabanın belirli bir katı kadardır. Toplam para arzı miktarını parasal taban ile ilişkilendirmemize yarayan çarpan değerini bulmak için, para arz miktarının dört değişkene bağlı olarak oluşmaktadır. Para arzı miktarını M1 ve parasal tabanı MB ile gösterirsek çarpanın (m) değerine aşağıdaki eşitlikle ulaşırız. M1 = m × MB 1. Parasal taban, büyük ölçüde merkez bankası tarafından kontrol edilmektedir. 1 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 5: Para Arzının Belirlenmesi ve Para Piyasasında Denge 2. 3. 4. Bankacılık sektörü ve banka dışı kesimin davranışlarının değişmediği ortamda, parasal tabanın artışı para arzını arttıracaktır. Zorunlu karşılık oranı merkez bankasınca belirlenir Serbest rezerv oranı, bankacılık sektörü tarafından belirlenir. Merkez bankasının parasal tabanı sabit tuttuğu ortamda zorunlu rezerv oranı ve serbest rezerv oranı değişkenlerinden birinde meydana gelecek artış, para çarpanının değerini küçülterek para arzını azaltacaktır. Nakit oranı, banka dışı kesimin kararlarına bağlı olarak belirlenir. Banka dışı kesimden bir kişi, bankada bulunan mevduatını çekip nakit olarak tutmaya başlarsa dolaşımdaki para miktarını arttıracak ve rezerv miktarını azaltacaktır. Bankacılık kesiminin rezervlerindeki her bir birimlik artışın, bir birimden fazla mevduat artışına yol açtığını biliyoruz. Para Piyasasında Denge Bir ekonomide tüm bireylerin ve kurumların hemen harcanabilir durumda bulundurmak istediği para stokuna para talebi denir. Para miktarını belirleyen üç faktör vardır: 1. 2. Fiyat düzeyi, fiyatlarda meydana gelen bir artış aynı miktarda mal ve hizmeti satın alabilmek için daha fazla miktarda para gerektireceği için nominal para talebiyle fiyatlar arasında doğru yönlü ve oransal bir ilişki söz konusudur. Nominal para miktarı, para birimi cinsinden ölçülen para miktarına denilmektedir. Nominal para talebi; ekonomik birimlerin farklı amaçlarla ellerinde bulundurmak istedikleri nakit para veya ödeme aracı olarak kullanabileceği para benzeri diğer varlıkların toplamıdır. Reel para miktarı ise, sabit fiyatlarla ölçülen para miktarıdır ve reel para talebi miktarımız fiyat düzeyinde bağımsızdır. Reel gelir, bireylerin ve şirketlerin tutmak istedikleri para miktarı harcamalarına bağlıdır. Gelirle harcama arasında doğru yönlü bir ilişki söz konusudur. Bu sebeple gelir arttıkça harcamalar artacak, harcamalara bağlı olarak da para talebi artacaktır. 3. Faiz oranı, ödünç alınan para fiyatıdır. Bir varlığın fırsat maliyeti arttıkça ekonomik birimler o varlığın ikamesi arayışına girerler. Böyle bir durumda para tutmanın fırsat maliyeti arttıkça diğer koşullar sabitken, reel para tutma talebi azalır. Paranın alternatif maliyeti ise, para tutarak elde ettiğimiz faiz getirisi (sıfır) ile para yerine başka varlık tutmamız durumunda elde edeceğimiz faiz getirisi arasındaki fark olarak belirlenir. Faiz oranlarının düşük olduğu bir ortamda kaybedilen faiz kazancı anlamındaki maliyet düşük olacaktır. Faiz oranları yükseldikçe ise, maliyette yükselecektir. Bu nedenle faiz oranları ile para talebi arasında negatif yönlü bir ilişki söz konusudur. Para talebi eğrisi, para tutmayı etkileyen diğer bütün faktörler sabitken talep edilen reel para miktarı ile faiz oranı arasındaki ilişkiyi gösterir. Gelir ve fiyatlar genel düzeyi sabitken bireyler tutmak istedikleri para miktarı ile faiz oranı arasındaki ters yönlü ilişkiyi göstermektedir. Bu sebeple para talebi eğrisi negatif eğimlidir. Faiz oranındaki artış ve azalışların etkisi para talebi eğrisi üzerinde değişikliklere sebep olur. Faiz oranları dışında reel gelirimizdeki azalma para talebini azaltarak para talebi eğrisi sola doğru kaydırırken, gelirdeki artış eğrinin sağa kaymasına neden olur. Para Piyasasında Belirlenimi Denge ve Faiz Oranının Para piyasasında denge para arz ve talebinin eşitlendiği noktada gerçekleşecektir. Para arzı eğrisi ( 𝑀 ! ) para tutmayı etkileyen diğer tüm şartlar sabitken para arzı stoku ile faiz oranı arasındaki ilişkiyi gösterir ve bu ilişki pozitiftir. Para arzı ve talebinin eşit olduğu noktada denge faiz oranı belirlenecektir. Faiz oranının, denge faiz oranından büyük olduğu durumda arz fazlası oluşacak tersi durumda ise talep fazlası oluşacaktır. Para arzı ile para talebi (D) noktasında birbirine eşitlenecek ve bu noktada denge faiz oranı belirlenecektir. Faiz oranlarının, denge faiz oranının üstüne çıktığı bir noktada para arzı, para talebinden büyük olacaktır. Para arzının para talebinin üzerine çıkması neticesinde bireylerin ellerindeki para miktarı, tutmak istedikleri para miktarından fazla olacaktır. Bu durumda, bireyler tutmak istedikleri miktarın üzerindeki parayla faiz getirisi olan tahvil satın alacaklardır. 2 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 6: Para Politikası ve Parasal Aktarım Mekanizması Parasal Aktarım Mekanizması Parasal aktarım mekanizması, para politikası uygulamalarının üretim ve fiyatlar genel düzeyi değişenlerini hangi kanallar aracılığıyla ne kadar bir gecikmeyle ne ölçüde etkilediğini incelemektedir. Başka bir deyişle merkez bankalarının para politikası uygulamaları öncelikle kısa vadeli faiz hadlerini değiştirmektedir. Bu değişikliklerin de toplam talep üzerinde değişiklikler yaratması sonucu; üretim, istihdam ve fiyat düzeylerinde farklılıklar oluşmaktadır. Oluşan bu değişiklikler zincirine parasal aktarım mekanizması denir. Parasal aktarım içermektedir. • • • • mekanizması aşağıdaki maddeleri Faiz Kanalı Döviz Kuru Kanalı Kredi Kanalı Varlık Fiyatları Kanalı Parasal Aktarım Mekanizmasında Gecikme Sorunu Merkez bankaları, fiyat istikrarını ve finansal istikrarı sağlamak gibi iki temel amacı gerçekleştirmek için hangi politika araçlarını kullanacaklarını belirlemek zorundadırlar. Bu süreçte para politikasını uygulayanların yaşadıkları problemlerden biri gecikme sorunudur. Uygulanan para politikasının hedef değişkenler üzerinde etki göstermesi zaman alabilir ve hedeflenen amaçlara ulaşılması gecikebilir. Para politikasının uygulanmasında iki tür gecikme söz konusudur: 1. 2. İç Gecikme Dış Gecikme Maliye Politikası ve Para Politikası Arasındaki Etkileşim Para politikasından arzu edilen sonuçların alınması için maliye politikasının da para politikası ile uyumlu olması gerekmektedir. Başka bir deyişle, parasal aktarım mekanizmalarının sağlıklı işleyebilmesi için maliye politikası ile para politikasının uyumu önemlidir. Maliye politikası ile para politikası arasındaki etkileşimin daha iyi anlaşılması için öncelikle üzerinde durulması gereken konular vardır. Bunlar; a. b. c. Kamu borcu ve açıkların finansman ı Sevimsiz monetarist aritmetik Mali baskınlık ve parasal baskınlık Kamu Borcu ve Açıkların Finansmanı: Hane halklarının ve şirketlerin olduğu gibi bir devletin de harcamaları gelirinden fazla olabilir. Harcamaları gelirinden fazla olan bir devletin bu açığın finansmanı için borç alması gerekir. Bu finansman üç şekilde ortaya çıkabilir; kendi parası cinsinden borçlanabilir, yabancı para cinsinden borçlanabilir ve son olarak merkez bankasına para bastırarak o parayı kendisine borç olarak vermesini isteyebilir. Sevimsiz Monetarist Aritmetik: Maliye politikasının disiplinsiz olması ve para politikası ile arasında bir uyuşmazlık olması durumunda parasal genişlemeden kaçınılmasının uzun dönemde daha yüksek bir enflasyonist etki doğurabileceğini gösteren durumdur. Mali Baskınlık ve Parasal Baskınlık: Mali baskınlık kısaca yüksek bütçe açığı ve enflasyonu az önemseyen bir ekonomik yapı olarak açıklanabilir. Parasal baskınlık ise, para politikasını uygulamakla yükümlü Merkez Bankası’nın para politikasını bağımsız bir şekilde oluşturduğu, maliye politikasını ise bütçe açıklarını para politikası hedeflerini destekleyecek şekilde belirlediği bir ekonomik yapıdır. Enflasyon ve Enflasyonun Maliyetleri Bir ekonomide fiyatlar toplam talep ile toplam arzı dengelemek üzerine değişmektedir. Buna göre bir ekonomide toplam talep toplam arzı aşarsa fiyatlar genel düzeyi yükselecektir. Fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artış ise enflasyon olarak tanımlanmaktadır. Yıllık fiyat artışlarının yıllar, hatta on yıllarla ölçülen uzun dönemler boyunca yüksek rakamlarda seyretmesi ise kronik enflasyon olarak tanımlanmaktadır. Enflasyonun Hesaplanması ve Fiyat Endeksleri Ülke genelindeki fiyatlar genel düzeyindeki değişmeler, fiyat endekslerinden yararlanılarak hesaplanmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) fiyatlar genel düzeyinde gerçekleşen değişimleri izlemek amacıyla, üretici fiyatları endeksi (ÜFE) ve tüketici fiyatları endeksi (TÜFE) olmak üzere iki fiyat endeksi yayınlamaktadır. TÜFE hane halklarının tüketim harcamalarında yer alan mal ve hizmetlerin belirli zaman aralıklarında fiyatlarındaki değimleri göstermektedir. ÜFE ise tarım, imalat sanayi, madencilik ve enerji sektörlerinde üretimi yapılan malların, üretici tarafından yurtiçi peşin satış fiyatlarındaki değişimleri göstermektedir. Endekslerin hazırlanmasında ise öncelikle bir baz yılı seçilir. Belirli malları içeren bir sepet oluşturulur ve bu sepetin baz yıldaki parasal değeri tespit edilir. Takip eden yıllarda yine aynı sepetin aldığı değer tespit edilerek fiyat karşılaştırasında bulunulur. Tüketici fiyat endeksinin amacı hane halkları tarafından belirli bir ihtiyacı karşılamak amacıyla satın alınan mal ve hizmetlerin genel fiyat düzeyindeki değişimini ölçmektir. Ancak piyasadaki tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarının izlenmesi imkânsız olduğu için hane halklarının yaptıkları tüketim harcamaları içinde en fazla paya sahip mal ve hizmetler kapsama alınmaktadır. Aynı şekilde üretici fiyatları endeksinde ülke ekonomisi içinde üretimi yapılan tüm malların fiyatlarının takip edilmesi imkânsızdır. Bu nedenle, ürünün toplam satış değerinin, toplam satış gelirinden aldığı paya göre bir seçim yapılmaktadır. 1 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 6: Para Politikası ve Parasal Aktarım Mekanizması Enflasyonun merkez bankaları için neden bu kadar önemli olduğu, ekonomide yarattığı maliyetler ve yüksek enflasyondan kimlerin zarar gördüğü konusu da oldukça önemlidir. Bu konular; beklenmeyen enflasyon maliyetleri ve beklenen enflasyon maliyetleri başlıklarıyla açıklanabilmektedir. Beklenmeyen Enflasyon Maliyetleri: Önceden öngörülemeyen enflasyon ekonomik birimlere üç farklı maliyet yaratır. Bunlar; fiyatların yanlış belirlenmesi, servetin borç alanlar ve borç verenler arasında yeniden dağılımı ve son olarak geleceğe ilişkin belirsizliklerin artması olarak belirtilebilir. Fiyatların yanlış belirlenmesi aynı zamanda bireylerin ve firmaların arz ve talep kararlarının hatalı olmasına neden olacaktır. Bu durumu özellikle para yanılgısı yol açar. Para yanılgısı, fiyatlar genel düzeyindeki artışa bağlı olarak paranın satın alma gücünde ortaya çıkan düşüşün ekonomik birimler tarafından anlaşılamamasıdır. Beklenmeyen, aynı zamanda, servetin, kredi verenlerden (alacaklılar), kredi kullananlara (borçlular) doğru yeniden dağılımına yol açar. Yani enflasyon, borçluların lehine, alacaklıların aleyhine bir durumdur. Beklenmeyen enflasyonun maliyetleri, enflasyon oranı yükseldikçe artmaktadır. Enflasyon oranı yükseldikçe bireyler bir sonraki dönemde enflasyon oranının artacağı veya azalacağı konusunda daha büyük bir belirsizlik ile karşı karşıya kalacaktır. Bu belirsizlik ekonomik birimlerin kredi kullanma veya yatırıma başlama gibi konularda verdikleri kararlardan vazgeçmesine yol açabilir. Beklenen Enflasyon Maliyetleri: Ekonomik birimler gerçekleşecek enflasyonu tam olarak tahmin etseler bile, enflasyon ekonomiye bazı maliyetler yükler. Beklenen enflasyonun yarattığı maliyetleri dört maddede sıralayabiliriz. • • • • Enflasyon para bulunduranların gizli bir enflasyon vergisine maruz kalmasına yol açar. Enflasyon vergisi, ellerinde para bulunduranların sermaye kaybına uğraması şeklinde tanımlanabilir. Fiyat kataloglarını sürekli değiştiren firmalar “menü maliyeti” ile karşı karşıya kalır. Yeni katalogların basılması ve dağıtılması gibi unsurlar menü maliyetlerini oluşturmaktadır. Enflasyon nominal geliri sabit olan bireyleri doğrudan negatif etkiler. Enflasyon vergi sisteminin etkinliğini azaltarak tasarruflar ve yatırımlar üzerinden negatif etki yaratır. Bu durumun nasıl gerçekleştiğini bir örnekle açıklamak, konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Buna göre; faiz oranının %30 olduğunu düşünelim. Mevduat hesabımızda 1 yıl vadeli 10 bin liramız varsa vade sonunda 3 bin lira faiz geliri elde ederiz. Yalnız, reel getirimiz ancak nominal kazancımızın enflasyondan arındırılması ile bulunabilir. Yani, 3 bin liralık faiz gelirimizin 2 bin lirası enflasyon nedeniyle aşınmaya uğramıştır ve reel faiz gelirimiz bin liradır. Ancak gelir üzerinden ödeyeceğimiz vergi miktarı reel gelirimiz değil nominal gelirimiz esas alınarak hesaplanır. Vergi oranının %15 olması durumunda faiz gelirimiz için ödeyeceğimiz vergi miktarı 450 lira olacaktır. Oysaki reel kazancımız sadece bin liradır ve enflasyona bağlı olarak bu kazancın yarıya yakınını vergi olarak vermemiz gerekmektedir” Deflasyon ve Likidite Tuzağı Deflasyon bir ekonomide fiyatlar genel düzeyinin belirli bir zaman aralığında sürekli düşüş göstermesi durumudur. Bu durumu daha açık anlatmak gerekirse, eğer toplam talep önemli ölçüde azalırsa toplam arz toplam talebi geçecek ve fiyatlar düşecektir. Bir diğer seçenek ise toplam arzda ani ve geniş çaplı bir artış olmasıdır. Deflasyondan çıkış oldukça zaman alabilmektedir. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi deflasyonist sürece bir kere girildiğinde, ekonomik birimlerde gelecek dönemlerde fiyatların daha da düşeceği beklentisi oluşacak ve planlanan harcamalar sonraki dönemlere erteleyecektir. Bu durum hem şirketlerin karlılığını önemli ölçüde azaltacak hem de harcamaların azalmasına bağlı olarak toplam talepte ciddi bir düşüşe neden olacak. Bu süreçte maliyetlerde bir azaltma yoluna gidilecek ve işten çıkarmalar ve ücretlerde indirimler ortaya çıkacak. Deflasyondan çıkışın zaman alabilmesinin ikinci nedeni ise, likidite tuzağı ile ilgili bir durumdur. Likidite tuzağı, bir ekonomide gerçekleşen üretim düzeyi, potansiyel üretim düzeyinin altındayken nominal faizlerin sıfır sınırına düşmesidir. Toplam talep eksikliği nedeniyle ekonomi, kapasitesinin oldukça altında üretim yapmaktadır. Böyle bir durumdan çıkmanın bir yolu para politikasını gevşeterek faiz haddini düşürmektir. Faiz haddindeki düşme bir yandan yatırımları artıracak, öte yandan da döviz kurunu artırarak net ihracaatı yükseltecektir. Böylelikle toplam talep artacak ve deflasyonist baskılar azalacaktır. Ancak likidite tuzağının olduğu bir ekonomi de faiz haddi zaten sıfır ya da sıfıra yakın bir yerdedir ve daha fazla da düşemez. Bu durumda deflasyonist baskılardan kurtulmak için genişlemeci bir maliye politikası izlemek gerekir. “Ülkemizde gelir vergisi ödenirken reel gelir değil, nominal gelir esas alınmaktadır. Yıllık enflasyon oranının %20 olduğu bir ekonomik ortamda mevduatlara ödenen 2 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 7: Merkez Bankası Bağımsızlığı ve Para Politikası Rejimleri Merkez Bankası Bağımsızlığı Siyasi iktidar, bütçe açıklarını kapatmak için merkez bankalarına para bastırma yolunu seçebilir ya da işsizlik oranını suni olarak düşük tutmak için merkez bankasından faiz sınırını düşük tutmasını talep edebilir. Fakat bu tür geçici para politikalarının enflasyonu yükselttiği ve ekonomiye olan etkilerinin yapay ve geçici olduğu görülmüştür. İşte bu noktada, merkez bankasının siyasi otoriteden bağımsızlığı, demokrasi ile yönetilen ülkelerde önem kazanmıştır. Merkez bankasının bağımsızlığını aşağıdaki alt başlıklarda inceleyebiliriz. Araç ve amaç bağımsızlığı: Eğer merkez bankası amaçlarını kendi belirleyebiliyorsa, amaç bağımsızlığına sahiptir demektir. Zaten aksi durum demokrasi ile örtüşmemekledir. Araç bağımsızlığı ise, merkez bankasının amaçlarına ulaşmak için kullanacağı araçları kendisi belirleyebilme hakkına sahip olması demektir. Ekonomik bağımsızlık: Eğer merkez bankası kamu kesimine kredi açması yasalar ile engellenmiş ise, ekonomik bağımsızlığa sahiptir denilebilir. Politik bağımsızlık: Siyasi mekanizmaların, merkez bankasının yöneticilerini istediği zaman ve istediği gibi değiştirme hakkına sahip olmaması, merkez bankasının politik bağımsızlığı olduğu anlamına gelir. Demokratik ülkelerde, yasalarla merkez bankalarının bağımsızlığı garanti altına alınmış olsa bile, uygulamada durum farklı olabiliyor. Bu konuda yapılan araştırmalarda, bağımsız merkez bankası olan ülkelerde enflasyonun daha düşük seyrettiği bulgularına ulaşılmıştır. 9 Mayıs 2001 de yürürlüğe giren TCMB Kanunu ile merkez bankası ‘bağımlılık-bağımsızlık’ ölçeğinde bağımsızlığa daha yakın bir yere getirilmiştir. Parasal Kontrol Parasal genişlemenin yüksek enflasyona ve hiperenflasyona yol açtığı günümüzde neredeyse tüm iktisatçının ortak kanısıdır. Bu kanının altında ise enflasyonun kontrol altına alınması için para arzının da kontrol altına alınması gerçeği yatar. Bu durum iki soruyu beraberinde getirir: hangi para arzı ve o para arzı hangi seviyede tutulmalı? Birinci sorunun cevabı: enflasyonun ileride izleyeceği yol ile hangi para arzı arasındaki ilişki en kuvvetli ilişki ise o para arzıdır. İkinci sorunun cevabı ise: reel gelir ve reel faiz tahminleri ver iken oluşmasını istedikleri enflasyona karşı gelen para talebi kadar para arz etmeye çalışırlar. Parasal kontrolün ise iki amacı vardır. Birincisi, enflasyon beklentilerinin şekillendirilmek istenmesidir. İkincisi ise, hedeflenen enflasyon ile uyumlu miktarda bir para hacminin sistemde dolaşmasının hedeflenmesidir. Fakat para büyüklüklerine dayanan bu tür para politikaları 1990’lardan itibaren pek çok ülkede terk edilmeye başlandı. Çünkü enflasyonla ilişkili olduğu düşünülen, bu nedenle de kontrol edilmeye çalışılan parasal büyüklük, bu tür mali yenilikler nedeniyle zamanla enflasyonla ilişkisini yitirebiliyordu ve aynı zamanda sokaktaki vatandaş için bu parasal büyüklük ve bunun ne kadar bir enflasyon yaratacağı konularının çok açık değildi. Türkiye’nin de parasal kontrol uygulamaları hakkında deneyimi vardır. 1990’da TCMB kendi isteği ile; • • • • TCMB’nin bilanço büyüklüğü TCMB’nin toplam iç yükümlülükleri TCMB’nin toplam iç varlıkları Merkez bankası parası konularında parasal büyüklüğün artış hızına kısıtlama getirdi. Aynı zamanda, Türkiye IMF e başvurmuş ve imzalanan stand-by anlaşması sonucunda TCMB’nin bilançosuna da kısıtlamalar konulmuş ve böylelikle ‘zorunlu’ parasal kontrol uygulaması tecrübe edilmiştir. Döviz Kuruna Dayalı Rejimler Döviz kuruna dayalı rejimlerinin bir kısmı parasal kontrol ya da enflasyon hedeflemesi rejimlerini tamamlayıcı olarak uygulanırlar. Döviz kuru rejimlerini inceleyebiliriz; dört ana başlık altında Resmi dolarizasyon: Bu rejim, yerli paranın kullanımdan kaldırılıp yerine yabancı bir para biriminin kullanılmasıdır. Bu rejimin adının dolarizasyon olmasının nedeni, burada yabancı paranın genelde ‘dolar’ olmasıdır. Resmi olması özelliğini ise bu kararın hükümet tarafından verilmesinden almaktadır. Buradaki asıl amaç geçilen para biriminin saygınlığından faydalanarak kendi faiz oranını o gelişmiş ülkenin faiz oranına düşürmeye çabalamaktır. Bu rejimin dünyada bilinen en iyi örneği Ekvator ve Panama’dır. Bu rejimin faydaları bulunmaktadır; 1. 2. 3. olduğu gibi zararları da Senyoraj gelirinden vazgeçilmesi Merkez banklarının ‘son başvurma mercii’ olma görevlerini yerine getirememeleri Para politikasından vazgeçilmesi Para kurulları: Bu rejimde, döviz rezervi ne kadarsa merkez bankası ancak o kadar sisteme yerli para arz edebilir. Dolayısıyla, bu rejimi uygulayan bir ülke, döviz karşılığı dışında, yani ‘karşılıksız’ para basamaz ve böylelikle yüksek enflasyonun arkasındaki en büyük sebebi ortadan kaldıracağını düşünür. 1 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 7: Merkez Bankası Bağımsızlığı ve Para Politikası Rejimleri Bu rejimin, resmi dolarizasyondan en belirgin farkı, o ülkenin başka bir ülkenin resmi para birimine geçiş yapmamasıdır. Para kurulunun yerine getirmesi gereken üç koşulu vardır; 1. 2. 3. Geçilen para birimine karşı yerli paranın değerinin sabit kalmasının sağlanması Ekonomik birimlerin istedikleri zaman yerli para verip geçilen bu para biriminden satın almalarının ya da tam tersini yapmalarının kısıtlanmaması Para kurulunun tüm yükümlülüklerini o sabit döviz kurundan karşılayacak kadar döviz rezervi olması Bu rejiminin de bazı dezavantajları vardır. Mesela, resmi dolarizasyonda olduğu gibi, merkez bankası son başvurma mercii işlevini yitirir. Bir diğer olumsuz yönü ise, bir ekonomik kriz olursa yoğun yabancı sermaye çıkışı olacaktır ve böylelikle o para kurulunun döviz rezervleri azalacaktır. Bu durum ise, o ülkenin ekonomideki dolaşan yerli parasının azalması anlamına gelmektedir. Bu da kerdi hacmini daraltır ve faizlerin yükselmesine yol açacaktır. Bu rejimin dünyada pek çok uygulayıcısı vardır: Britanya kolonileri, Arjantin, Bulgaristan vb. Sabit döviz kuru rejimleri: Bu rejimler, genellikle yüksek ve inatçı enflasyonla boğuşan ülkelerin başvurduğu bir yöntemdir. Böylelikle bu ülkeler parasal ve mali disiplini sağlayıp enflasyonu kontrol altına tutmak ve ekonomik belirsizliği ortadan kaldırıp yurtiçi faiz hadlerinin yurtdışı faiz hadlerine yakın olmasını amaçlamaktadırlar. Bu ülkeler, sabit döviz kuru rejimlerini iki şekilde uygulayabilirler; 1. 2. Bir ülke yerli parasını gelişmiş bir ülkenin parasına bağlar. Örneğin, 1 dolar X lira dır deniliyor ve merkez bankası 1 doları X lira düzeyinde tutmak için gerekli zamanlarda döviz alıp satar. Bir diğer yol ise döviz kurunun her gün alacağı değeri önceden açıklamaktır. Bu, genellikle enflasyonun, paranın bağlandığı ülkenin enflasyonundan yüksek olacağının beklendiği ülkelerde uygulanmaktadır. Aradaki farkı giderecek şekilde döviz kurunun önceden açıklanan oranda yükselmesine izin verilir ki döviz kurundaki artışın yurt içi ile yurtdışı enflasyon arasındaki fark kadar olmasına çalışılır. Bu uygulamaya, Türkiye 2000 yılının başında başlamış fakat 2001 yılının Şubat ayında patlak veren kriz ile son vermiştir. Bu rejimden beklenen faydaları görebilmek için, bu uygulamaların sürdürülebilir olduğuna dair ekonomik birimlerde bir güven hissinin olması gerekmektedir. Dalgalı döviz kuru rejimleri: rejimlerini ikiye ayırabiliriz. • • Dalgalı döviz kuru Saf dalgalı kur sistemi Kirli dalgalı kur sistemi Saf dalgalı kur rejimi uygulanan bir ülkede merkez bankası döviz kuruna müdahale etmez. Döviz kuru döviz piyasasında belirlenir. Döviz talebi arzından fazlaysa döviz kuru artar, azsa da düşer. Fakat bu tür bir uygulama pratikte pek görülmez. Daha ziyade, merkez bankasının hiç değil de seyrek bir şekilde döviz kuruna müdahalesi olduğu durumlar gözlenir. Diğer taraftan, kirli dalgalı kur sisteminde ise merkez bankası döviz kuruna daha sık müdahale eder. Dalgalı döviz kuru rejiminin en iyi yanı merkez bankasının korumakla yükümlü olduğu bir döviz kuru yok. Döviz kuru arz talep koşullarına bağlı olarak piyasada belirlenir. Bu özelliği sayesinde, sabit döviz kuru rejiminin aksine, daha kolay sürdürülebilir bir uygulamadır. Fakat döviz kurunda oluşabilecek dalgalanmalar aynı zamanda belirsizlik olarak ta görülebilir. Enflasyon Hedeflemesi Enflasyon hedeflemesi, parasal kontrol rejiminin gözden düşmesiyle ortaya çıkmış bir sistemdir. Bu rejimde, merkez bankasına yasal olarak fiyat istikrarını sağlama görevi verilir, kamu kesimine kredi açması yasaklanır ve merkez bankası, siyasi iktidar ile birlikte çalışarak kısa ve orta vadeli enflasyon hedefleri belirler ve kamuoyuna duyurulur. İki çeşidi olabilir; a. b. Esnek enflasyon hedeflemesi: üretim düzeyi ile üretimin potansiyel düzeyi arasındaki fark da dikkate alınır Katı enflasyon hedeflemesi: bu tür bir fark dikkate alınmaz Klasik enflasyon hedeflemesi ile amaç, enflasyon ile enflasyon hedefi arasındaki farkı en aza indirmek ve üretim düzeyi ile potansiyel üretim düzeyinin arasındaki farkı en aza indirmektir. Faizin artmasıyla talep ve üretim düşecektir; faizin düşmesiyle talep ve üretim artacaktır. Bu artışla üretim düzeyinin potansiyel üretim düzeyine yakınlaşması sağlanmaktadır. Aynı zamanda, üretim düzeyi ile enflasyon arasında da bir ilişki mevcuttur. Böylelikle, politika faizini değiştiren bir merkez bankası, hem üretimi hem de enflasyonu etkileyebilecektir. Fakat daha sonradan görüldü ki fiyat istikrarını sağlamak otomatik olarak finansal istikrarı sağlamaya yetmiyordu ve dolayısıyla küresel kriz patlak verdi. Böylelikle para politikalarında yeni arayışlar başladı. 2 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 7: Merkez Bankası Bağımsızlığı ve Para Politikası Rejimleri Bir merkez bankasının ortada hiçbir sebep yokken enflasyon hedeflemesi yapması doğru değildir. Bazı önkoşullarının ortaya çıkması gerekmektedir. Bu temel önkoşullar; • • • Merkez bankasının bağımsız olması Mali baskınlık olmamalı Finansal sistemin sağlıklı olmasıdır. Aynı zamanda, merkez bankaları kamuoyuyla istatistikleri, raporları ve gerekçelerini paylaşarak, şeffaflık gerekliliğini de yerine getirmelidir. Enflasyon hedeflemesini uygulanmalı; a. b. c. d. e. f. uygularken, şu adımlar Amaç fonksiyonunda hangi değişkenler yer alacağının belirlenmeli Hangi enflasyonun hedefleneceği karara bağlanmalı Enflasyon hedefinin bir nokta mı yoksa bir aralık şeklinde mi olacağı Enflasyon hedefinin kaç yıllık saptanacağına karar verilmeli İletişim politikasının nasıl düzenleneceğine karar verilmeli Bir ‘çıkış stratejisi’ belirlenmeli Türkiye’de ise 2001-2005 yılları arsında örtük enflasyon hedeflemesi rejimi uygulandı. 2006 yılında ise klasik enflasyon hedeflemesine geçildi. 2002-2011 yılları arasındaki enflasyon ve büyüme oranları için ders kitabınızın 188. sayfasındaki tablo 7.1’i inceleyiniz. 3 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 8: Para Politikasının Amaçları ve Araçları Para Politikasının Amaçları Enflasyon ile para politikası arasında önemli bir ilişki olduğunu gördük. Bu ilişkinin doğal sonucu olarak çağdaş bir merkez bankasının ilk temel amacı fiyat istikrarını sağlamak oluyor. Finansal sistem tehlike altındaysa finansal sistemi o durumdan çekip çıkarmak asıl temel amaç hâline geliyor. Para Politikasının Araçları Yatırım ve tüketim kararları kredi almak ve kredi vermek, ücret sözleşmesi, kira anlaşması gibi uzun dönemli sözleşmelerde MB’ sının etkisi bulunmaktadır. Zorunlu Karşılık Oranları, Sermaye yeterlilik oranları bu araçlardandır. Fiyat İstikrarı: Küresel krize kadar temel politika araçlarının başında kısa vadeli faiz oranları geliyordu. Para politikası ile enflasyon arasında çok yakın bir ilişki vardır. Para politikasının en önemli amacı fiyat istikrarıdır. Fiyat istikrarı ‘sıfır enflasyon’ anlamına gelmez. Enflasyonun %2 ila %4 arası olması normaldir. Küresel krizden sonra, tek başına politika faizini kullanarak hem finansal istikrarı hem de fiyat istikrarını sağlayamayacaklarını düşünen merkez bankaları başka politika araçlarını da kullanmaya yöneldiler. Finansal İstikrar: Finansal istikrarsızlık Unsurları ”açık döviz pozisyonu”, “vade uyuşmazlığı”, “sorunlu krediler”, “yetersiz sermaye sorunu” ve “likidite sorunu”, olarak sıralanabilir. Finansal istikrarı sağlamak merkez bankasının görevidir. Merkez bankalarının yukarıda sözünü ettiğim likidite sıkışıklığını giderme sorumlulukları var. Buna merkez bankasının ‘son başvurma merci’ olması deniliyor. Diğer Amaçlar: Bankaların şirketlere ve tüketicilere açtıkları kredilerin ekonomi açısından önemi büyüktür. Hele finansal kriz dönemlerinde yaşanan kredi daralması ekonomilerin küçülmelerine ve işsizliğin yaygınlaşmasına yol açabiliyor. Bu nedenle, kredi piyasasının düzgün çalışması merkez bankaları açısından önemli. Varlık fiyatlarında balon oluşması önemli bir finansal istikrarsızlık kaynağıdır. Balon şiştikçe, varlık fiyatları artıyor; servet artıyor. Alınan riskler de artıyor. Balon patladığı zaman ise varlık fiyatlarındaki keskin düşüşle birlikte servetler eriyor, bilançolar bozuluyor. TCMB’nin Amaçları: Merkez Bankası fiyat istikrarını sağlamak ve bunu sağlarken de para politikasını ve araçlarını kendi belirler. Hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler. Yasanın dördüncü maddesinde daha sonra ‘Bankanın temel görevleri’ sıralanıyor. Bu görevlerden biri şöyle: “Finansal sistemde istikrarı sağlayıcı ya da para ve döviz piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirleri almak”. ‘Bankanın temel yetkilerinden birkaçı: “Banka, olağanüstü hallerde ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) kaynaklarının ihtiyacı karşılamaması durumunda, belirleyeceği usul ve esaslara göre bu Fona avans vermeye yetkilidir.” Bir diğeri: “Banka, nihai kredi mercii olarak bankalara kredi verme işlerini yürütür.” Koridor Sistemi ve Politika Faizi: Çağdaş MB’ sının en önemli araçlarının başında kısa vadeli faiz oranları gelir. Piyasadaki bu faiz oranına politika faizi deniyor. Bu koridorun alt faiz oranını ve üst faiz oranını MB’sı belirliyor ve faizin bu koridorda kalmasını sağlıyor. Bankacılık Sisteminin Likidite Talebi ve Likidite Arzı: Likidite talebini belirleyen üç unsur vardır. Bunların en önemlisi Zorunlu Karşılık uygulamasıdır. Bankalar topladıkları mevduatın bir kısmını MB tutmak zorundadırlar. İkinci unsur müşterilerin nakit taleplerindeki değişikliklerdir. Üçüncü unsur ise hazinelerin borçlanma politikasıdır. Likidite Yönetimi: Ekonomide, MB’nın fiyat istikrarını ve finansal istikrarı sağlamak amaçlarına uygun likidite koşullarının oluşması için yapılıyor. Zorunlu (Munzam) Karşılık Oranı: Bu uygulamanın temel amacı finansal istikrardır. MB’ sın da toplanan bu karşılıklar sigorta niteliğindedir. Bu uygulamanın en önemli nedeni finansal istikrara katkıda bulunmak. Birincisi, merkez bankasında toplanan zorunlu karşılıklar beklenmedik mevduat çekilişlerine karşı bir sigorta işlevi görüyorlar. İkincisi, zorunlu karşılık oranları değiştirilerek bankaların açabilecekleri kredi miktarı azaltılabilir. Makro-sakıngan Araçlar: Finansal sistemde oluşabilecek riskleri önlemeye yarar. Türkiye’de bu işin asıl sorumlusu BDDK dur. Zorunlu karşılık oranlarının artırılarak hızlı kredi genişlemesinin frenlenmesi, makro-sakıngan önlemler arasında sayılabilir. 1 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 8: Para Politikasının Amaçları ve Araçları Açık Piyasa İşlemleri: Çağdaş merkez bankaları likidite yönetimini temel olarak açık piyasa işlemleri ile yapıyorlar. Piyasada likidite sıkışıklığı varsa ana araç “repo” işlemidir. Repo iki ayaklı bir işlemdir. İlk ayakta MB ticari bankadan menkul kıymet (tahvil)satın alıyor. Banka, bu satışı “geri almak” vadiyle yapıyor. İkinci ayakta ise işlem tersine dönüyor. Banka, sattığı tahvili MB’ sından satın alıyor. Sonuçta, sistemin geçici likidite gereksinimi karşılanmış oluyor. Merkez bankası sistemdeki likidite sıkışıklığının kalıcı olduğunu düşünüyorsa, bankalardan doğrudan tahvil alabilir. Tersi olduğunda ise doğrudan tahvil satımına gidebilir. Merkez bankalarının mevduat almalarının genellikle bir sınırı yoktur. Bu sınırı; bankların kredi alırken verebildikleri teminat miktarı belirlemektedir. Reeskont Kredileri: Merkez bankalarınca diğer finansal kurumlara verilen bir kredi türüdür. İletişim Politikası: MB ‘sının duyuruları, yöneticilerin açıklamaları incelenir ve medyadan takip edilir. Bu gibi konuları takip eden ve değerlendiren uzmanlar vardır. Döviz Kuru Politikası Araçları: Merkez Bankası döviz piyasasına müdahalelerde bulunabilir. Döviz kuru rejimi ‘saf’ bir dalgalı kur rejimi ise herhangi bir müdahale söz konusu olmayacaktır. Buna karşın, idare edilen dalgalı kur rejimlerinde ‘idare edilme derecesinde’ bağlı olarak Merkez Bankası müdahaleler yapabilir. Merkez bankalarının finansal sistemden döviz almalarının iki temel etkisi olur: Birincisi, sistemde döviz talebi artar ve aksine başka bir gelişme yoksa döviz kuru yükselir. İkincisi, finansal sisteme çıkan yerli para miktarı satın alınan dövizin yerli para karşılığı kadar artar. Merkez bankaları döviz sattıklarında ise bu etkilerin tersi gözlenir. TCMB’nin Araçları cinsinden zorunlu karşılıklar faiz ödemeye başlamıştı. Aralık 2011’de geçerli olan mevzuat çerçevesinde artık faiz ödemesi yapılmıyor. Koridor Sistemi ve Politika Faizi: TCMB 2002 yılı ortasından bu yana koridor sistemini kullanıyor. Bu faizleri Para Politikası Kurulu saptıyor. Bu kurulun toplantıları her ay yapılıyor. Bir dahaki toplantıya kadar borç alma ve borç verme faiz oranları belirlenip koridorun içinde yer alan faiz oranları açıklanıyor. Bu faizler TCMB bünyesindeki Bankalar arası Para Piyasası ile İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Repo-Ters Repo Pazarı’nda geçerli olan faizlerdir. 2010’un son aylarından itibaren TCMB faiz koridorunun genişliğini de bir para politikası aracı olarak kullanmaya başladı. Özellikle 2011’in ikinci yarısında Avrupa’da yaşanan finansal krizin derinleşmesiyle birlikte, politika faizi ile koridorun üst sınırı arasındaki farkı açtı. Bunun temel nedeni, Avrupa’da yaşananların ileriye ilişkin belirsizlikleri son derece artırmasıydı. Böylelikle TCMB, kısa vadeli piyasa faizinin politika faizi ile üst sınır arasında gerekirse her gün değişik bir yerde olmasını sağlayabilecek duruma geldi. Bu esneklik, öte yandan piyasa faizinin politika faizinden uzaklaşması riskini de beraberinde getirdi. Açık Piyasa işlemleri: TCMB açık piyasa işlemlerini ya İMKB Repo-Ters Repo Pazarı’nda ya da kendi Bünyesinde gerçekleştiriyor. Repo, ters repo, doğrudan alım ve doğrudan satım yapabiliyor. Reeskont Kredisi ve Reeskont Faiz Oranı: Verilen kredi karşılığında TCMB vadesine en çok 120 gün kalmış şirket ticari senetlerini ve akreditif alacağı gibi ticari belgeleri teminat olarak alıyor. Bankanın ödemesi gereken reeskont faizini TCMB belirliyor. Zorunlu Karşılık Sistemi: İletişim Politikası: Bankaların hangi yükümlülüklerinin zorunlu karşılık uygulamasına tabi olduklarını TCMB belirliyor. Zorunlu karşılıklara tabi yükümlülükler iki haftada bir cuma günleri itibarıyla hesaplanıyor. Bankanın bu yükümlülükleri, kendileri için geçerli olan zorunlu karşılık oranları ile çarpılarak o bankanın tutması gereken zorunlu karşılık tutarı bulunuyor. Bu karşılıklar TCMB’de açılan hesaplarda tutuluyor. TCMB’de tutmak zorunda oldukları karşılıkların % 40’a kadar olan kısmı döviz, yüzde 10’a kadar olan kısmı altın, kalanı ise lira cinsinden tutulabiliyordu. Yabancı para zorunlu karşılıklar ise altın ve döviz cinsinden tutuluyordu. TCMB 2001 krizinden sonra lira TCMB’nin en önemli iki iletişim aracı Para Politikası Kurulu toplantılarından sonra yayınlanan duyurular ve üç ayda bir yayınlanan Enflasyon Raporu. Ayrıca, TCMB 2001 sonundan başlayarak her yılbaşından önce yeni yılda uygulanacak para ve döviz kuru politikası hakkında ayrıntılı bir rapor açıklıyor. Yılda iki kez Finansal istikrar Raporu ve her ay son enflasyon verisini değerlendiren kısa bir rapor yayınlanıyor. Döviz Müdahaleleri ve İhaleleri: Türkiye’de 2001 krizinden sonra dalgalı döviz kuru rejimi uygulanmaya başlandı. Bu sistemin ruhuna uygun olarak 2 İKT301U-PARA VE BANKA Ünite 8: Para Politikasının Amaçları ve Araçları TCMB, finansal piyasalarda gerginliğin had safhada olduğu dönemler (mesela 2008 sonu-2009’un başları, 2011’in ikinci yarısı gibi) dışında sürpriz döviz müdahalelerinden kaçındı. Genellikle, döviz rezervlerini artırmak için kuralları önceden duyurulan ihalelerle piyasadan günlük döviz alımına gitti. Finansal piyasalarda gerginliğin arttığı dönemlerde ise bu uygulamasını durdurdu. Gerginliğin artarak finansal sistemde döviz likiditesinin son derece azalması durumunda ise hem sürpriz döviz satım müdahaleleri yaptı hem de düzenli döviz satım ihaleleri düzenledi. Özellikle 2011’in ikinci yarısında bu uygulama giderek yoğunlaştı. 3