Uploaded by mrttrn22

Hakan Baş - Türkiye - Özet Çeviri

advertisement
İNSAN HAKLARI AVRUPA MAHKEMESİ
HAKAN BAŞ/TÜRKİYE KARARI
(B. No. 66448/17, 03/03/2020)
M. 5/1 • Kanunla öngörülmüş bir usul • Suçüstü kavramının gayrı makul
genişletilmesine dayanılarak bir hâkimin tutuklanması • Hâkimlere sağlanan usulü
güvencelerin etkisizleştirilmesi
M. 5/1 (c) • Makul şüphe • Suçlayıcı mahsus delillerin yokluğunda, basit bir yasadışı
örgüt üyeliği şüphesine dayalı tutuklama
M. 5/4 • Gözden geçirmenin hızlılığı • Henüz suçlama yöneltilmemiş tutukluya, yaklaşık
bir yıl iki ay süren soruşturma boyunca mahkeme önünde bir duruşmanın
sağlanmaması
M. 15 • Olağanüstü hâlde askıya alma • “Sıkı sıkıya gerekli” olmama
I – OLAYLAR VE OLGULAR
B. Başvurunun Arka Planı
Bir grup Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu, 15’i 16 Temmuz 2016’ya bağlayan gecede,
Ulusal Meclisi, Hükumeti ve Türkiye Cumhurbaşkanını ortadan kaldırmayı amaçlayan
bir askeri darbe gerçekleştirmeye teşebbüs etmiştir. Askeri darbe teşebbüsünün ertesi
günü ulusal makamlar, Birleşik Devletler’de yaşamakta olan ve “FETÖ/PDY” (Gülenci
Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) diye anılan bir örgütün lideri kabul edilen
Fetullah Gülen’e bağlı ağı suçlamıştır.
Hükumet, 20 Temmuz 2016 tarihinde, üç aylık bir süre için ve müteakiben uzatılmış olan
olağanüstü hâl ilan etmiştir. Türk makamları, 21 Temmuz 2016 tarihinde, 15. madde
uyarınca Sözleşme’nin askıya alındığına dair Avrupa Konseyi Genel Sekreterine
bildirimde bulunmuştur.
Bakanlar Kurulu, olağanüstü hâl süresince birçok kanun hükmünde kararname kabul
etmiştir. 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 3. maddesi, Hâkimler ve Savcılar
Kurulunun (HSK), terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli
güvenliğine zararlı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara
üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı bulunduğu değerlendirilen hâkim
1/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
ve savcıları ihraç etme yetkisine sahip olduğunu öngörmüştür. Olağanüstü hâl,
18 Temmuz 2018 tarihinde kaldırılmıştır.
HSK, 16 Temmuz 2016 tarihinde, darbe teşebbüsünü başlatan terör örgütünün üyesi
olduklarına dair kuvvetli şüphenin bulunduğu ve onları görevde tutmanın soruşturmanın
gelişimini engelleyeceği ve yargının otorite ve saygınlığına zarar vereceği gerekçesiyle;
başvuranın da dâhil olduğu 2.735 hâkim ve savcıyı 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanunu’nun 77/1 ve 81/1 maddeleri uyarınca üç aylık bir süreyle açığa almıştır.
24 Ağustos 2016 tarihinde, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 3. maddesini
tatbik eden HSK Genel Kurulu, tamamı FETÖ/PDY’nin üyesi olduğu veya onunla irtibatı
veya iltisakı bulunduğu değerlendirilen başvuranı da içeren 2.847 hâkim ve savcıyı
meslekten ihraç etmiştir.
B. Başvuranın Kişisel Durumu
1. Başvuranın Gözaltına Alınması ve Tutuklanması
Kocaeli Cumhuriyet savcısı, 16 Temmuz 2016 tarihinde, Kocaeli’de görev yapan
FETÖ/PDY üyesi olduğundan şüphelenilen başvuranın da bulunduğu hâkimler hakkında
ceza soruşturması başlatmıştır. Başvuran, 18 Temmuz 2016 tarihinde tedavi için
bulunduğu hastanede gözaltına alınmıştır. 19 Temmuz 2016 tarihinde, FETÖ/PDY
üyeliği şüphesi nedeniyle HSK’nın 16 Temmuz 2016 tarihli kararı neticesinde görevinden
alınmış bulunduğunu ona bildiren Kocaeli Cumhuriyet savcısına ifade vermiştir. O günün
ilerleyen saatlerinde Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliği önüne çıkartılmıştır.
Sulh Ceza Hâkimi, 20 Temmuz 2016 tarihinde, terör örgütü üyeliği şüphesiyle başvuranın
tutukluluk altına alınmasına karar vermiştir. Hâkim, darbe teşebbüsünün hâlen devam
ettiğini, bu eyleme girişen örgütün üyesi olduğu gerekçesiyle başvuranın HSK tarafından
açığa alındığını ve HSK’nın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından soruşturma açmasını
talep ettiğini belirtmiştir. İsnat edilen suçun niteliğinden, delil durumundan ve olası
cezadan, darbe teşebbüsüne ilişkin tüm ülkede soruşturmalar yürütüldüğünden, tüm
şüphelilerin ifadelerinin henüz alınmamış olduğundan ve suçun katalog suçlar arasında
olduğundan bahsedilmiştir. Hâkim, tutuklamanın bu aşamada orantılı bir tedbir olduğunu
ve adli kontrolün yetersiz kalacağını belirtmiştir. Karara göre, 2802 sayılı Kanun’un 94.
maddesinde düzenlenen bir suçüstü hâlinde yakalanma söz konusudur.
Başvuranın tutukluluk kararına itirazı, 29 Temmuz 2016 tarihinde reddedilmiştir.
2. Başvuranın Tutukluluk Hâlinin Devamına ve İtirazının Reddine Dair Kararlar ile
Bireysel Başvurusunun Reddi
19 Ağustos 2016 ve 07 Eylül 2016 tarihlerinde Kocaeli Sulh Ceza Hâkimlikleri,
tutukluluk hâlinin gözden geçirilmesi esnasında başvuranın tahliye taleplerini reddetmiş
ve tutukluluğun devamına hükmetmiştir. 19 Ağustos tarihli karara yaptığı itirazı 26 Eylül
2016 tarihinde reddedilmiştir.
2/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
Ankara Sulh Ceza Hâkimlikleri, 10 ve 14 Ekim, 07 Kasım ve 05 Aralık 2016 ila 06 Ocak
2017 tarihlerinde resen yapılan tutukluluk değerlendirmeleri sonucunda başvuranın
tutukluluğunun devamına karar vermiştir.
Başvuran, 26 Aralık 2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi (AYM), 27 Aralık 2017 tarihinde, şikâyetlerinin açıkça dayanaktan
yoksun olduğuna karar vermiş ve başvuruyu reddetmiştir.
Tutuklamanın hukukiliği bakımından, Aydın Yavuz ve Diğerleri (20/06/2017) kararına
atıf yapılmıştır. AYM’ye göre, iddianamede başvuranın ByLock kullanıcı olduğunun
belirtildiği nedeniyle; soruşturma makamlarının bu hususu FETÖ/PDY üyeliği suçunun
işlendiğine dair kuvvetli delil olarak kabul etmelerinin temelsiz ve keyfi olduğu
söylenemez. Ayrıca, tutukluğun devamı ve itirazın reddi kararlarında gerekçe
yokluğundan bahsedilemeyeceği ifade edilmiştir.
Kararda, incelemelerin dosya üzerinden gerçekleştirilmesinin başvuranın haklarını ihlal
etmediği; dosya üzerindeki gizlilik kararına karşın başvuranın tutukluluğunun temelini
oluşturan deliller hakkında bilgi sahibi olduğu, içeriğine dair yeterince bilgilendirildiği
ve itiraz hakkını kullanabildiği belirtilmiştir.
Sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsızlığı yönünden önceki ilke kararlardan farklı
bir sonuca ulaşmak için herhangi bir gerekçe görülmemiştir. Hâkim ve savcılara tanınan
güvencelere uyulmadığı ve sulh ceza hâkimlerinin tutukluluk hususunda karar vermeye
yetkili olmadıkları şikayetleri önceki kararlara (Mustafa Başer ve Metin Özçelik, B.
No. 2015/7908, 20/01/2016; Süleyman Bağrıyanık ve Diğerleri, B. No. 2015/9756,
16/11/2016) atıf yapılarak reddedilmiştir.
3. Başvuran Hakkındaki Yargılama
09 Haziran 2017 tarihinde, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan başvuran hakkında
iddianame düzenlenmiştir.
İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesi, 19 Eylül 2017 tarihinde ilk duruşmasını yapmış ve
SEGBİS yoluyla dinlenen başvuranın tutukluluğunun devamına hükmetmiştir.
Başvuran, 19 Mart 2018 tarihinde, silahlı terör örgütü üyeliğinden suçlu bulunmuş ve
yedi yıl altı ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Mahkeme, tutuklulukta geçen süreyi dikkate
alarak tahliyesine hükmetmiştir.
Başvuranın mahkûmiyeti istinaf aşamasında onanmıştır.
Dava, hâlen Yargıtay önünde sürmektedir.
II – İHAM’A BAŞVURU VE ŞİKAYETLER
30 Ocak 2017 tarihinde İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine (İHAM) başvuru yapılmıştır.
3/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
Başvuran, ulusal hukuka aykırı şekilde tutuklandığından şikâyet etmiş ve 2802 sayılı
Kanun’un 94. maddesi anlamında suçüstü hâlinde yakalanma durumunun olduğuna karşı
çıkmıştır. Sulh ceza hâkimliklerinin, tutuklanmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar
verme yetkisi yoktur. Başvuran, iddia edilen suçu işlediğine dair makul şüpheye yol
açacak ve böylelikle tutukluluğunu gerektirecek belirli hiçbir delilin bulunmadığını ileri
sürmüştür. Ayrıca, tutukluluğuna dair kararlar için yetersiz gerekçe gösterildiğini
belirtmiştir.
Öte yandan, tutukluluğunun gözden geçirilmesi esnasında hiçbir duruşma
yapılmadığından, Cumhuriyet savcısının mütalaasının bir örneğinin kendisine
bildirilmediğinden ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığından da şikâyet etmiştir.
Son olarak, tutukluluğu hakkında karar veren sulh ceza hâkimleri bakımından bağımsızlık
ve tarafsızlık yoksunluğu ileri sürülmüştür.
III – HUKUKİ DEĞERLENDİRME
A. SÖZLEŞME’NİN 5/1 VE 3 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
1. Başvuranın Tutuklanmasının Hukukiliği
İHAM, hukukun üstünlüğüne tabi bir devletteki temel bir değer olan adaletin teminatçısı
olan ve görevlerini yerine getirmekte başarıya ulaşabilmesi kamu tarafından güvenilmesi
gereken yargının toplum nezdindeki özel rolünü hatırlatmıştır (bkz. Baka/Macaristan
[BD], B. No. 20261/12, 23/06/2016, § 165). Bu husus, bir yargı mensubunun özgürlük
hakkını etkileyen bir tedbirin uygulanması durumuyla da ilişkilidir. Görevlerini bağımsız
şekilde yerine getirebilmeleri bakımından ulusal hukuk tarafından yargı mensuplarına
yargısal koruma sağlanması hâlinde; bu düzenlemelere gereği gibi uyulmalıdır.
Demokratik bir toplumda, yargının devlet organları arasında işgal ettiği önemli yer ile
güçler ayrılığına ve yargının bağımsızlığının korunması gerekliliğine verilen giderek
artan önem (bkz. Ramos Nunes de Carvalho e Sá/Portekiz [BD], B. No. 55391/13 ve diğer
2 başvuru, 06/11/2018, § 196) gözetildiğinde; tutuklama kararının uygulanma biçimini
Sözleşme hükümlerinin bakış açısından incelerken, yargı mensuplarının korunmasına
bilhassa özen göstermesi gerektiği ifade edilmiştir (§ 144; bkz. Alparslan Altan/Türkiye,
B. No. 12778/17, 16/04/2019, § 75).
Başvuranın tutuklanmasına, tutukluluğa ilişkin olağan kurallar, yani Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun (CMK) 100. ve devamı maddeleri, uyarınca hükmedildiği noktasında
anlaşmazlık yoktur. Somut olaydaki uyuşmazlık, başvuranın bu hükümler uyarınca
tutuklanmasının “kanun niteliği” gereğiyle bağdaşıp bağdaşmadığına ilişkindir (§ 147).
İHAM, mevcut davadakine benzer koşullarda, ulusal mahkemelerin suçüstü kavramının
kapsamını genişletmelerinin ve iç hukuk uygulamalarının açıkça gayrı makul ve hukuki
belirlilik bakımından sorunlu olduğuna karar vermiş bulunduğuna işaret etmiştir (bkz.
4/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
Alparslan Altan/Türkiye, yukarıda anılan, § 115). İHAM, mahkemelerin suçüstü
kavramını yorumlamalarına ve 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesini uygulamalarına
ilişkin olarak mevcut davanın şartlarında farklı bir sonuca ulaşmak için hiçbir neden
görememektedir (§ 148).
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, anayasal düzeni kaldırmaya teşebbüs etme suçundan
başlangıçta bahsetmiş olmakla birlikte; İHAM, başvuranın darbe teşebbüsüyle bağlantılı
bir suçu işlemesi sırasında yakalandığının ve tutukluluk altına konulduğunun iddia
edilmemiş olduğunu gözlemlemiştir. Bu suç, başvuranın tutuklanmasına hükmederken
Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği tarafından değerlendirmeye alınmamış; başvuran,
FETÖ/PDY üyeliği şüphesiyle özgürlüğünden yoksun kılınmıştır. Kocaeli Sulh Ceza
Hâkimliğine göre, 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi anlamında suçüştü hâlinde
yakalanma durumu vardı; ancak hâkimlik, bu tespite dair hiçbir hukuki temel
getirmemiştir (§ 149).
İHAM, 26 Eylül 2017 tarihinde kabul edilen ilke kararında Yargıtayın, silahlı örgüt
üyeliği suçundan şüphelenilen hâkimlerin yakalanması anında suçüstü hâlinin
bulunduğuna karar verdiğini kaydetmiştir. İlke karar, suç örgütü üyeliği suçunu içeren
suçlarda yargı mensubu bir şüphelinin, suçüstü hâlinin olduğu gerekçesiyle tutukluluk
altına alınması için; CMK’nın 100. maddesinde ortaya konan şartların karşılanmasının
yeterli olduğuna işaret etmiştir. Başvuranın tutuklanmasından çok sonra kabul edilen
suçüstü kavramın bu yeni yorumu, Yargıtay’ın mütemadi suçlara dair yerleşik içtihadına
dayandırılmıştı (§ 150).
İHAM, mahkemelerin, kararlarında geçerli yasal hükümlere aykırı düşen istisnalar
getirmeleri hâlinde; hukuki belirlilik ilkesinin zarar görebileceğini vurgulamıştır.
CMK’nın 2. maddesi, suçun işlendiği esnada ya da işlendikten hemen sonra tespit
edilmeyle ilişkili olarak suçüstü kavramının klasik bir tanımını öngörmüştür. Ancak
Yargıtay içtihadına göre, suç örgütü üyeliği şüphesi, devam eden cezai bir eylemin
herhangi bir mevcut olgusal unsurunu ya da herhangi bir diğer belirtisini ortaya koyma
ihtiyacı olmaksızın suçüstü unsurunu tanımlamaya yetebilecektir (§ 152).
Bu durum, söz konusu kavramın kapsamını böylelikle bir suç örgütüne ait olduğundan
şüphelenilen hâkimlerin Türk kanunlarının yargı mensuplarına sağladığı yargısal
korumadan mahrum edilebileceği şekilde genişleten, suçüstü kavramının şümullü bir
yorumu derecesine gelmiştir (§ 153; bkz. Alparslan Altan/Türkiye, yukarıda anılan,
§ 112).
Bu tür bir yargısal koruma, hâkimlerin şahsi menfaatleri için değil; onların görevlerini
bağımsız biçimde yerine getirmelerini temin etmek için verilmiştir. Böyle bir korumanın
amacı, genelde yargı sisteminin ve özelde onun mensuplarının, adli görevlerini yerine
getirirken yargı harici organların ve hatta gözetim ve denetim görevinde bulunan
hâkimlerin hukuka aykırı kısıtlamalarına maruz kalmalarına engel olmaktır. Bu bağlamda
Türk mevzuatı, Anayasa ve 2802 sayılı Kanun’da sağlanan teminatlara uyulmak kaydıyla,
5/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
hâkim ve savcıların resmi
yasaklamamaktadır (§ 154).
görevleriyle
ilişkili
suçlardan
Özet Çeviri
soruşturulmalarını
Öte yandan, Yargıtayın temadi eden suç kavramı hakkındaki yerleşik içtihadının,
CMK’nın 2. maddesinde öngörüldüğü hâliyle mevcut cezai bir eylemin mevcudiyetine
ilişkin suçüstü kavramının kapsamının genişletilmesini nasıl haklı kılabildiği de
anlaşılamamaktadır (§ 155).
İHAM, mevcut davada ulusal mahkemelerin suçüstü hâlinin kapsamını genişletmesinin
ve iç hukuk, yani 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi, uygulamalarının sadece hukuki
belirlilik bakımından sorunlu olmadığını, aynı zamanda açıkça gayrı makul de olduğunu
tespit etmiştir (§ 156; bkz. Alparslan Altan/Türkiye, yukarıda anılan, § 115).
Hükümet, başvurana isnat edilen suçun 2802 sayılı Kanun’un 93. maddesi kapsamındaki
şahsi bir suç olduğu; 94. maddenin uygulanmasının başvuranın sahip olduğu
güvencelerden yoksun kılındığı değil, yalnızca tutuklama kararının yetkisiz sulh ceza
hâkimliğince verildiği anlamına geldiğini savunmuştur. Hükumet, 2802 sayılı Kanun’un
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’dan farklılık gösterdiğini, görev suçları ile şahsi suçlar arasında ayrım yaptığını
ve yalnızca görev suçları bakımından usulü güvenceler sağladığını ileri sürmüştür. Oysa
6216 sayılı Kanun her iki suç tipiyle ilgili olarak yargısal dokunulmazlık getirmektedir
(§ 157).
İHAM bununla birlikte, Hükumetin bu yaklaşımını doğru bulmamıştır. Başvuran isnat
edilen suçların görev suçuna girdiğini ve suçüstü hâline ilişkin hükümlerin
uygulanmasının 2802 sayılı Kanun’un 88. maddesine aykırı olduğunu açıkça dile
getirmesine rağmen; 20 Temmuz 2016 tarihli tutuklama kararında, iddia edilen örgüt
üyeliği suçunun 2802 sayılı Kanun’un 82-92. maddeleri anlamında görev sırasında
işlenen bur suç mu, yoksa Kanun’un 94. maddesi anlamında şahsi suç mu kabul edildiği
hususunda bir tutum ortaya konulmamıştır. Oysa hâkimlere tanınan güvenceler
bakımından, 2802 sayılı Kanun uyarınca suçun görev suçu mu yoksa şahsi suç mu olduğu
hayati önemdedir. Bu itibarla, 94. maddenin uygulanmasının tek sonucunun tutuklamaya
yetkisiz sulh ceza mahkemesince hükmedildiği yönündeki Hükumet savunması kabul
edilmemiştir. Başvuranın eyleminin hangi suç kapsamına girdiğine karar vermek
İHAM’ın görevi değildir. Ancak, bir hâkimi özgürlüğünden yoksun kılan tutuklama
kararının nasıl yerine getirildiğinin Sözleşme hükümlerinin bakış açısından
değerlendirilirken hukuki belirlilik şartının taşıdığı daha da artan önemi ve suçüstü
kavramı yorumunun Sözleşmeye aykırı olduğu yönündeki tespit dikkate alındığında;
başvuranın 20 Temmuz 2016’daki tutuklanması yönünden, suçüstü kavramının basit bir
uygulamasının ve 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesine yapılan atfın, Sözleşme’nin 5/1
maddesi şartlarını yerine getirmediğine hükmedilmiştir (§ 158).
İHAM’ın görüşüne göre, suçüstü kavramının geniş kapsamlı bir yorumu kesinlikle,
olağanüstü hâle uygun bir karşılık olarak görülemez. Dahası, sadece hukuki belirlilik
bakımından sorunlu olmayan, ayrıca onları yürütmenin müdahalesinden korumak için
6/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
yargı mensuplarına sağlanan usulü güvenceleri etkisizleştiren böyle bir yorum,
olağanüstü hâlin gereklerine bir karşılık olarak da kabul edilmemiştir ve bunun,
olağanüstü hâlin yasal çerçevesinin çok dışına taşan hukuki sonuçları bulunmaktaydı.
Olağanüstü hâlin özel koşullarınca hiçbir şekilde haklı kılınmamıştır (§ 160; bkz.
Alparslan Altan/Türkiye, yukarıda anılan, § 118).
İHAM, “kanun tarafından öngörülen usule uygun biçimde” alınmamış olan başvuranın
tutukluluk altına konulması kararının, durumun gerekleri tarafından sıkı sıkıya zorunlu
kılınmış olduğunun söylenemeyeceğine hükmetmiştir (§ 161; bkz., gerekli uyarlamalarla,
Mehmet Hasan Altan/Türkiye, B. No.113237/17, 20/03/2018, § 140; en yenilerde,
Alparslan Altan/Türkiye, yukarıda anılan, § 120).
Bu itibarla, başvuranın ilk tutuklanması kararının hukuksuzluğu dolayısıyla Sözleşme’nin
5/1 maddesinin ihlali söz konusudur (§ 162).
2. Başvuranın Suç İşlediğine Dair Makul Şüphenin Yokluğu İddiası
Sözleşme’nin 5/1 (c) maddesi uyarınca, ancak bir ceza soruşturması bağlamında ve suç
işlediğine dair makul şüphe üzerine yetkili adli bir merci önüne çıkarılması amacıyla bir
kimse tutuklanabilir (bkz. Jécius/Litvanya, B. No. 34578/97, § 50, İHAM 2000-IX;
Wloch/Polonya, B. No. 27785/95, § 108, İHAM 2000-XI; Poyraz/Türkiye (kk), B.
No. 21235/11, 17/02/2015, § 53). Şüphenin dayandırılması gereken şüphenin
“makullüğü”, 5/1 (c) maddede ortaya konan güvencenin temel bir unsurunu
oluşturmaktadır (§ 170).
Makul şüphenin bulunması, tarafsız bir gözlemciyi ilgili kişinin atılı suçu işlemiş
olabileceğine ikna edecek olay, olgu veya bilgilerin varlığını ortaya konulmasını
gerektirmektedir. Ancak neyin “makul” görüleceği, durumun tüm koşullarına bağlıdır
(§ 171; bkz. Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, 30 Ağustos 1990, § 32, A Serisi
No. 182; O’Hara/Birleşik Krallık, B. No. 37555/97, § 34, İHAM 2001-X; Korkmaz ve
Diğerleri/Türkiye, B. No. 35979/97, 21/03/2006, § 24; Süleyman Erdem/Türkiye, B.
No. 49574/99, 19/09/2006, § 37; Çiçek/Türkiye (k.k.), B. No. 72774/10, 03/03/2015,
§ 62).
Sözleşme’nin 5/1 (c) maddesi, soruşturma makamlarının, yakalandığı anda kişiyi suçla
itham etmek için yeterli delilleri ele geçirmiş olmasını gerektirmez. Dolayısıyla, şüpheyi
doğuran olguların, ceza soruşturmasının sonraki aşamalarında gündeme gelecek
mahkûmiyeti ya da suçlama yöneltilmesini haklı kılacak olanlarla aynı düzeyde olması
gerekli değildir (§ 172; bkz. Murray/Birleşik Krallık, 28 Ekim 1994, § 55, A Serisi
No. 300-A; Metin/Türkiye (k.k.), B. No. 77479/11, 03/03/2015, § 57; Yüksel ve
Diğerleri/Türkiye, B. No. 55835/09 ve diğer 2 başvuru, 31/05/2016, § 52).
Şüphenin makullüğü değerlendirilmesi bakımından Hükumetin, en azından yakalanan
kişinin isnat edilen suçu işlemiş olduğundan makul şekilde şüphelenildiğine İHAM’ı ikna
edebilecek bazı olgu ve bilgiler sunması gerekmektedir (§ 174; bkz. Fox, Campbell ve
7/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
Hartley/Birleşik Krallık, yukarıda anılan, § 34; O’Hara/Birleşik Krallık, yukarıda anılan,
§ 35; Ilgar Mammadov/Azerbaycan, B. No. 15172/13, 22/05/2014, § 89).
Öte yandan, bir kişi hakkındaki şüphe onun yakalanması anında “makul” olmalıdır (bkz.
Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, yukarıda anılan, § 33). Bu durum, bir şüpheli
tutuklandığında evleviyetle geçerlidir. Makul şüphe, yakalama ve ilk tutuklama anında
bulunmalıdır (bkz. Ilgar Mammadov/Azerbaycan, yukarıda anılan, § 90). İlave olarak,
yakalanan kişinin bir suç işlediğine dair makul şüphenin devamının yansıra adli
görevlinin ilgili ve yeterli gerekçe gösterme yükümlülüğü, hâlihazırda tutuklanmaya
hükmeden ilk karar anında, yani yakalamanın hemen ardından, aranmaktadır (§ 175; bkz.
Buzadji/Moldova Cumhuriyeti [BD], B. No. 23755/07, 05/07/2016, § 102).
İHAM bu hususta, Anayasa Mahkemesinin incelemesinin başvuran hakkındaki ilk
tutuklama kararıyla sınırlı olduğunun ve sonraki incelemelerin değerlendirilmediğinin
altını çizmiştir. Başvuranın sonraki kararlara ilişkin şikâyetini muğlak şekilde ve daha
çok başvurusunun merkezinde yer alan ilk tutuklama kararıyla ilişkili biçimde dile
getirmesi, tutukluluğun devamına dair açık ve ayrı bir şikâyet ileri sürmemesi nedeniyle;
Anayasa Mahkemesinin yaklaşımına paralel olarak, incelemenin kapsamı ilk tutuklama
anında makul şüphenin olup olmadığıyla sınırlı tutulmuştur (§ 177).
İHAM, mevcut davanın çok özel bağlamının, olayların yüksek seviyede bir incelemesini
gerekli kıldığını belirtmiştir. Bu hususta, 15 Temmuz 2016 askeri darbe teşebbüsünün
sonrasında Türkiye’nin karşısına çıkan zorlukları dikkate almaya hazırdır (§ 182;
bkz. Mehmet Hasan Altan/Türkiye, yukarıda anılan, § 210).
İHAM, Hükumetin, bahse konu örgütün alışılmamış niteliği ve meşruiyet kılıfı altında
etkili devlet kurumlarına ve yargı sistemine yaygın biçimde sızdıklarını şeklindeki
iddiasını kaydetmiştir. İddia edilen bu tür koşullar, tutuklamayı haklı kılan şüphenin
“makullüğünün”
olağan
suçlara
uygulananlarla
aynı
ölçütlere
göre
değerlendirilemeyeceği anlamına gelebilir (§ 183, bkz. Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik
Krallık, yukarıda anılan, § 32).
Ancak, terör suçuyla baş etmenin gereklerinin, “makullük” mefhumunu Sözleşme’nin
5 § 1 (c) maddesinde korunan güvencelerin zarar göreceği bir noktaya kadar genişletmeyi
haklı kılamayacağı ifade edilmiştir (§ 184; bkz., karşılaştırma için, Fox, Campbell
ve Hartley/Birleşik Krallık, yukarıda anılan, § 32). Bu nedenle mevcut davada İHAM,
başvuranın ilk tutuklanması kararı anında, soruşturma makamları tarafından ona isnat
edilen suçu işlemiş olabileceğine tarafsız bir gözlemciyi ikna etmeye yetecek objektif
unsurların olup olmadığına bakacaktır. Bunu yaparken, bahse konu tedbire hükmeden
yargısal makamların denetimine sunulan ve o tarihte mevcut bilgi ve olgular temelinde
tedbirin haklı kılınıp kılınmadığını değerlendirecektir. İHAM, bu mülahazaların, yargı
mensupları ve somut olayda hâkim olan başvuran bakımından bilhassa önemli olduğunu
hatırlatmıştır (§ 184).
İHAM, Anayasa Mahkemesi’nin başvuranın mesajlaşma uygulaması ByLock’u
kullanmasına atıf yaptığını gözlemlemiştir. İlgili delilin, başvuranın başlangıçtaki
8/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
tutukluluğunun çok sonrasına kadar ileri sürülmemiş olduğu kaydedilmelidir. Anayasa
Mahkemesi, başvuranın ilk tutuklanması kararından birkaç ay sonra elde edilen delilin,
suçlanmış olduğu suçu işlemiş bulunduğuna dair makul şüphe için nasıl bir temel
oluşturmuş olabileceğini açıklamamıştır (§ 185).
İHAM somut olayda, başvuranın tutuklanması kararından, Kocaeli Sulh Ceza
Hâkimliğinin başvuranın iddia edilen suçu işlemiş olduğuna dair makul şüphe tespitini,
HSK tarafından 16 Temmuz 2016 tarihinde alınan karara ve Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının onun hakkında soruşturma açılması talebine dayandırmış olduğunu
gözlemlemiştir. Bu kararında HSK, darbe teşebbüsünü başlatmış olan terör örgütünün
üyeleri oldukları hakkında güçlü şüpheye dayalı biçimde başvuranın da dâhil bulunduğu
2.735 hâkim ve savcıyı açığa almıştır. HSK bunu yaparken, darbe teşebbüsünün
öncesinde yürütmüş olduğu soruşturma dosyalarındaki bilgi ve belgeler ile istihbarat
teşkilatlarının sonradan yaptığı araştırmalarda elde ettiği bilgileri esas almıştır (§ 187).
HSK kararında, örgütün talimatlarıyla yasadışı eylemlerde bulunduklarından
şüphelenilen birçok hâkim ve savcıya ilişkin darbe teşebbüsünden önce başlatılmış olan
disiplin ve ceza soruşturmalarına atıfta bulunulmuştur. Karar bununla birlikte, şahsen
başvuranla ilişkili herhangi bir olgu veya bilgi içermemektedir. Başvuran, disiplin ve ceza
soruşturmalarının öznesi olarak anılan bireyler arasında görünmemekteydi. HSK’nın
kararında bahsedilen disiplin ve ceza soruşturmaları bu itibarla, başvuranın tutuklanması
kararına yol açan şüphe için temel oluşturmuş olamaz (§ 188).
Ayrıca HSK, bu kararında, içeriklerine açıklama getirmeksizin ya da başvuran ve onun
durumuyla nasıl ilgili olduğunu açıklamaksızın istihbarat teşkilatlarından gelen bilgiye
genel bir atıfta bulunmuştur. İHAM, bu koşullar altında ve istihbarat teşkilatlarından
gelen bilginin tutuklamaya temel alınıp alınamayacağına değinmeksizin; Hükumetin
mevcut davada HSK’nın kararı için yeterli olgusal temel sağlamamış olduğu görüşünü
benimsemiştir (§ 189).
İHAM, Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği tarafından HSK’nın kararına yapılan basit bir atfın,
başvuranın tutuklanmasını haklı kılan makul şüphenin bulunduğu sonucunu desteklemek
için yetersiz olduğunu tespit etmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği, CMK’nın 100. maddesine ve
dosyadaki delillere atıfta bulunarak kararının haklı kılmaya çalışmış; ancak, bahse konu
maddenin metnini basitçe aktarmıştır. Dosyadaki bireysel delil unsurlarının veya
başvuran hakkındaki şüpheyi haklı kılabilecek herhangi bir bilginin veya teyit edilebilir
diğer herhangi bir tür materyal veya olgunun özgü bir değerlendirmesinin yokluğunda;
CMK’nın 100. maddesi metnine ve dosyadaki delillere muğlak ve genel atıflar,
başvuranın tutukluluğunun dayandırılması beklenen şüphenin “makullüğünü” haklı
göstermek için yeterli olarak görülemez (§ 190; bkz., gerekli uyarlamalarla,
Lazoroski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No. 4922/04, 08/10/2009, § 48;
Ilgar Mammadov/Azerbaycan, yukarıda anılan, § 97).
İHAM ayrıca, başvuranın 15 Temmuz 2016 olaylarına karıştığından şüphelenilmediğini
gözlemlemiştir. Kabul edilmelidir ki Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 16 Temmuz 2016
9/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
tarihinde başvuranı FETÖ/PDY üyesi olarak tanımlayan ve tutuklanmasını isteyen
talimatlar çıkarmıştır. Ancak Hükumet, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının bu
talimatları için olgusal bir temel teşkil edebilecek herhangi bir olgu veya bilgi
sunmamıştır (§ 191).
Başvuranın tutukluluk altına alınmadan önce Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından
19 ve 20 Temmuz 2016 tarihlerinde yasadışı örgüt üyeliği suçuyla bağlantılı şekilde
sorgulanmış bulunması olsa olsa, yetkililerin onun bu suçu işlediğinden şüphelenmiş
olduklarını ortaya koymuştur. Bu olgu tek başına, tarafsız bir gözlemciyi, başvuranın söz
konusu suçu işlemiş olabileceğine ikna etmeye yetmeyecektir (§ 192).
İHAM, önündeki delillerin, ilk tutuklanması kararı anında başvuran hakkında makul bir
şüphenin bulunduğu sonucunu haklı göstermediğini tespit etmiştir. Sözleşme’nin,
tutuklamayı haklı kılan şüphenin makullüğüne dair 5/1 (c) maddesi koşullarının
karşılanmadığını değerlendirmiştir (§ 195).
15. madde, ulusal makamlara, olağanüstü hâlin bertaraf edilmesi için gerekli askıya alma
tedbirlerin kapsam ve niteliğine karar verirken geniş bir takdir hakkı vermektedir.
Bununla birlikte, bilhassa bir askıya alma tedbirinin özgürlük hakkı gibi temel bir
Sözleşme hakkına tecavüz etmesi söz konusu olduğunda; İHAM, bunun olağanüstü hâle
hakiki bir karşılık oluşturduğu, olağanüstü hâlin şartlarınca tamamıyla haklı kılındığı ve
kötüye kullanmaya karşı yeterli güvencelerin sağlandığına ikna olmalıdır (§ 196; bkz. A.
ve Diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No. 3455/05, § 184, İHAM 2009).
İHAM, önüne getirilen delillerin, başvuranın 20 Temmuz 2016 tarihinde tutuklanmasına
ilişkin kararı anında makul şüphenin varlığını desteklemeye yetersiz kaldığını tespit
ettiğini kaydetmiştir. Bu böyle olmakla, başvuran hakkında o tarihte mevcut şüphe,
gerekli kılınan asgari makullük şartını karşılamamaktaydı. Bu koşullar altında, söz
konusu tedbirin durumun gereklerince sıkı sıkıya zorunlu kılındığı söylenemez. Aksi bir
sonuç, özgürlükten yoksun kılmayı haklı gösteren şüphenin makullüğü hakkındaki 5/1 (c)
maddesinin asgari şartlarını etkisiz kılacak ve Sözleşme’nin 5. maddesinin amacını boşa
çıkaracaktır. İHAM’a göre, bu mülahazalar, bir hâkimin tutuklanmasını kapması
itibariyle mevcut davada özellikle önemlidir (§ 200).
Bu itibarla, başvuranın ilk tutuklanması kararı anında onun bir suç işlediği hakkında
makul şüphenin bulunmaması nedeniyle, Sözleşme’nin 5/1 maddisinin ihlalin söz konusu
olduğuna hükmedilmiştir (§ 201).
3. Başvuranın Tutukluluğu Hususunda Yeterli Gerekçe Gösterilmediği İddiası
Sözleşme’nin 5/1 maddesi altına yukarıda ulaşılan sonucu dikkate alan İHAM,
başvuranın tutuklanması için ilgili ve yeterli gerekçe gösterilmediği hususunda şikâyeti
ayrıca incelemeye gerek görmemiştir (§ 202).
10/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
B. SÖZLEŞME’NİN 5/4 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİALARI
1. Tutukluluk İncelemeleri Sırasında Duruşma Yapılmadığı İddiası
İHAM, Sözleşme’nin 5/4 maddesinden hasıl olan birincil güvencenin tutukluluğa yapılan
itiraza karara bağlayacak mahkeme tarafından etkin şekilde dinlenme hakkı olduğunun
altını çizmiştir (bkz. Nikolova/Bulgaristan [BD], B. No. 31195/96, § 58, İHAM 1999-II;
Wloch/Polonya, B. No. 27785/95, § 126, İHAM 2000-XI; Reinprecht/Avusturya, B.
No. 67175/01, § 31, İHAM 2005-XII). Ayrıca, tutukluluğa karşı yapılan itirazı karara
bağlayacak mahkeme tarafından dinlenme hakkının kullanılması “makul aralıklarla”
mümkün olması gerekir (§ 212; bkz. Knebl/Çek Cumhuriyeti, B. No. 20157/05,
28/10/2010, § 85).
Bay Baş, Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği tarafından dinlenildikten sonra 20 Temmuz 2016
tarihinde tutukluluk altına alınmış ve sonrasında yargılamasının başlamasının ardından
19 Eylül 2017 tarihindeki ilk duruşmada bir mahkeme önüne çıkmıştır. Yaklaşık bir yıl
iki aylık tüm bu süre boyunca, tutukluluğu hakkında karar veren herhangi bir mahkeme
önüne çıkmamıştır. Tahliye talepleri ve itirazlarının tümü, mahkemeler tarafından
duruşma olmaksızın incelenmiştir. Başvuranın yaptığı son itiraz, Ağır Ceza
Mahkemesince bir duruşma yapılmaksızın 15 Ağustos 2017 tarihinde reddedilmiştir
(§ 215).
Bir kimsenin özgürlüğünün söz konusu ise mevcut davadaki gibi duruşmasız geçen bir
yıl iki aylık bir dönemin “makul” olarak tanımlanamayacağı belirtilmiştir (§ 216; bkz.,
sırasıyla yaklaşık dört, altı ve dokuz aylık süreler için, Erişen ve Diğerleri/Türkiye, B.
No. 7067/06, 03/04/2012, § 53; Karaosmanoğlu ve Özden/Türkiye, B. No. 4807/08,
17/06/2014, § 77; Gamze Uludağ/Türkiye, B. No. 21292/07, 10/12/2013, § 44).
Hükumet, başvuran tarafından şikâyetçi olunan durumun, Türk makamlarının Avrupa
Konseyi Genel Sekreterine 21 Temmuz 2016 tarihinde sunduğu 15. madde altındaki
askıya alma bildirimince kapsandığını iddia etmiştir (§ 217).
Anayasa Mahkemesi Aydın Yavuz ve Diğerleri davasında, darbe teşebbüsünün ertesinde
başvuranın sekiz ay ve on sekiz günlük bir süre tutuklulukları hakkında karar veren
hâkimlerin önüne çıkartılmamış olmasını, olağanüstü hâlin gerekleriyle orantılı olması
nedeniyle Anayasa’nın 19/8 maddesine aykırı bulmamıştır (§ 220).
İHAM, 15 Temmuz 2016 askeri darbe teşebbüsünün ertesinde Türkiye’nin karşısına
çıkan zorlukların 15. maddesinin yorumlanmasında ve uygulanmasında tam olarak
dikkate alınması gereken bağlamsal bir unsur olduğunu yinelemiştir (§ 221; bkz.
Alparslan Altan/Türkiye, yukarıda anılan, § 147).
İHAM’a göre, Aydın Yavuz kararında ana hatlarıyla belirtildiği şekliyle darbe
teşebbüsünün sonrasında Türk yargı sistemindeki zorlu durum dikkate alındığında; 667
ve 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle tutukluların mahkeme önüne çıkma
hakkına getirilen kısıtlama şüphesiz olağanüstü hâle gerçek bir karşılıktı ve olağanüstü
hâlin gayet özel koşullarının ışığında haklı kılınmaktaydı. İHAM, mevcut davaya
11/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
uygulanacak hükmün (CMK m. 108), darbe teşebbüsünün ardından Türkiye’de hüküm
süren durumun etkin şekilde ele alınmasında yeterli olmayacağını da kabul etmiştir. Bu
itibarla, Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve Diğerleri davasında, darbe teşebbüsünün
ertesinde uygulanan tedbirlerin ve başvuranın sekiz ay ve on sekiz günlük bir süre
tutuklulukları hakkında karar veren hâkimlerin önüne çıkartılmamış olmasının kamu
güvenliğinin korunması için kesinlikle gerekli kılınmış bulunduğunun söylenebileceği
yönünde ulaştığı sonuç uygun bulunmuştur (§ 222).
İHAM bununla birlikte, mevcut davada başvuranın, Anayasa Mahkemesince Aydın Yavuz
ve Diğerleri kararında değerlendirilen süreden çok daha uzun bir süre olan yaklaşık bir
yıl iki ay boyunca hâkim önüne çıkmamış olduğunu gözlemlemiştir. Sürelerdeki bu
farklılığa rağmen Anayasa Mahkemesi, Aydın Yavuz ve Diğerleri kararındaki sonucundan
ayrılmak için bir neden görmemiştir (§ 223).
Ancak İHAM, Aydın Yavuz ve Diğerleri kararındaki gerekçenin değişen koşullar dikkate
alındığından aradan geçen zamanla kaçınılmaz şekilde daha az alakalı olduğunu
değerlendirmiştir. Darbe teşebbüsünün sonrasındaki ilk birkaç ayda ülkenin ve yargının
yüzleştiği güçlükler, Sözleşme’nin 15. maddesi altındaki bir askıya almayı haklı kılacak
nitelikteydiyse de; ulusun yaşamını tehdit eden olağanüstü hâl hâlen sürmekle birlikte
yoğunluk olarak azaldıkça, aynı mülahazalar daha az zorlayıcı ve ilgili hâle gelmiştir.
Gereklilik ölçütü bu itibarla daha katı uygulanmalıdır (§ 224).
İHAM, bahse konu 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 6/1 (ı) maddesinin ve
668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/1 (ç) maddesinin, yaklaşık iki yıllık bütün
olağanüstü hâl süresince yürürlükte kaldığını kaydetmiştir. Kısıtlamalar bu süre boyunca
gevşetilmemiş; mevzuat ve uygulama kişi özgürlüğüne giderek artan saygı yönünde
gelişmemiştir (§ 225; bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, 18/01/1978, A Serisi No. 25, § 220).
Tutuklamanın ve tahliye taleplerinin resen gözden geçirilmesi sırasında duruşma
yapılması mümkün görünmemekle birlikte; itirazların incelenmesi bakımından (667
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 6/1 (ı) maddesi), bu böyle değildi. Bununla
birlikte, tutukluluğunun son aşamalarındakiler de dahil olmak üzere başvuranın tüm
itirazları duruşma olmaksızın incelenmiş ve reddedilmiştir. Bir suçlama yöneltilmeksizin
tutuklu olmasına karşın; başvuran tek kelimeyle bütün soruşturma süresince hâkim
huzuruna çıkmamıştır (§ 226).
İHAM, olağanüstü hâlin sonlanmasından sadece birkaç gün sonra 31 Temmuz 2018’de
yürürlüğe giren 7145 sayılı Kanun’un duruşmasız tutukluluk incelemelerine ilişkin olarak
667 ve 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerdekilere benzer hükümler taşıdığını
ayrıca kaydetmiştir. Terörle Mücadele Kanunu’na konulan Geçici 19. madde, CMK’daki
duruşmalı incelemeye dair kurallara istisnalar (CMK’daki 30 günde bir duruşmalı
incelemeye karşılık, terör suçlarındaki 90 günde bir duruşma yapılması) getirmiştir
(§ 227).
İHAM, tutuklamanın hukukiliğinin gözden geçirilebildiği tahliye talepleri ve itirazlar ile
otomatik incelemelerinin keyfi tutuklamaya karşı önemli bir koruma tedbir sağladığını
12/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
belirtmiştir (bkz. Brogan ve Diğerleri/Birleşik Krallık, 29/11/1988, §§ 63-65, A Serisi
No. 145-B). Ancak başvuranın durumunda, özellikle ilk aylarda olmak üzere
mahkemelerin onun tutukluluğunu inceleme tarzları, tedbirin özünde hukuki olup
olmadığını değerlendirdiklerini akla getirmemektedir. Başvuranın tutukluluğu hakkında
karar verirken; söz konusu hâkimler, her bir bireysel durumda özel gerekçeler
göstermeksizin, düzinelerce diğer tutuklular için de aynısını yapıyordu ve kararlar,
başvuranın tahliye taleplerinde ve itirazlarında öne sürülen iddiaların göz önüne
alındığına dair herhangi bir emare içermemektedir (§ 228).
Örneğin özgürlük hakkı gibi temel bir Sözleşme hakkına müdahaleyi gerektiren bir
durumda ve suçlama olmaksızın tutuklamanın olası kötü etkileri gözetildiğinde (bkz. A.
ve Diğerleri/Birleşik Krallık, yukarıda anılan, § 186); başvuranın böylesine uzun bir süre
tutukluluğu hakkında karar veren mahkeme huzuruna çıkmamasının Sözleşme’nin 5/4
maddesindeki hakkın tam da özüne halel getirdiği ve bu duruşma yokluğunun yukarıda
anlatıldığı bir durumda dâhi kamu güvenliğinin korunması için kesinlikle gerekli
olduğunun söylenemeyeceği değerlendirilmiştir. İHAM dolayısıyla, Anayasa
Mahkemesinin başvuranın bu şikayetini incelerken ulaştığı sonucu kabul edememektedir
(§ 230).
İHAM bu nedenle, başvuranın şahsen bir hâkim önüne çıkmamış bulunduğu sürenin
uzunluğu dolayısıyla 5/4 maddesinin ihlalinin söz konusu olduğuna hükmetmiştir (§ 231).
2. Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlanması
İHAM, HSK kararının tutuklama anında makul şüphenin bulunduğu sonucunu
desteklemeyeceğine karar vermiş olması (§ 235) ve ilk tutuklama anından çok sonra elde
edilen ByLock bağlamındaki fiziksel delillerin bu tutuklama kararı açısından hiçbir sonuç
taşımaması nedeniyle başvuranın bu şikayetlerini ayrıca incelemeye gerek görmemiştir
(§ 236).
3. Cumhuriyet Savcısının CMK’nın 108. Maddesi Uyarınca Tutuklamanın Gözden
Geçirilmesi Talebinin Başvurana veya Müdafisine Bildirilmemesi
Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 10 Ekim 2016 tarihli kararı, başvuranın
tutukluluğunun resen gözden geçirilmesinin bir sonucuydu (§ 242).
İHAM, Sözleşme’nin 5/4 maddesinin mahkemenin resen tutukluluğun devamına dair bir
karar alındığında değil; tahliye talebi veya tutukluluğun devamına itiraz gibi tutuklamanın
hukukiliğine karşı çıkılmasını izleyen yargılamalara uygulandığını belirtmiştir (bkz.
Knebl/Çek Cumhuriyeti, yukarıda anılan, § 76; Hebat Aslan ve Firas Aslan/Türkiye, B.
No. 15048/09, 28/11/2014, § 60). Dolayısıyla başvurunun bu kısmı, Sözleşme’yle konu
bakımından bağdaşmaması nedeniyle, Sözleşme’nin 35/4 maddesi uyarınca
reddedilmiştir (§ 243).
Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 19 Ağustos 2016, Kocaeli 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin
07 Eylül 2016 ve Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliğinin 14 Ekim 2016 tarihli kararlarında
13/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
başvuranın tahliye talepleri de incelenmiştir. Cumhuriyet savcının talebine uygun olarak
başvuranın tutukluluğunun devamına hükmedilmiştir (§ 244).
Cumhuriyet savcısının taleplerinin, başvuranın dikkatine sunulmamış ve onun yorumda
bulunmasını gerektirecek herhangi bir yeni olguya işaret ettiği ortaya konulmamıştır
(bkz., Danıştay savcısının görüşünün tebliğ edilmemesi bağlamında, Kılıç ve
Diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No. 33162/10, 03/12/2013, § 32). En azından tutuklamanın
ilk birkaç ayındaki tutuklamanın gözden geçirilmesi talepleri birkaç düzine tutukluyu
ilgilendirmekteydi ve sonuç itibariyle başvuranın kişisel durumuna dair belirli bir iddia
içermesi olası değildi. Başvuran da Cumhuriyet savcısının taleplerine karşı durumun
değerlendirilmesi bakımından yeni herhangi bir delil ileri sürebileceğini iddia etmemiştir
(§ 246).
Bu itibarla, bu şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna ve Sözleşme’nin 35/3 (a) ve
4 maddesi uyarınca reddedilmesine karar verilmiştir (§ 247).
4. Sulh Ceza Hâkimliklerinin Bağımsız ve Tarafsız Olmadığı İddiası
Başvuran, suç işlediğine dair belirli bir delil olmaksızın tutukluluğuna hükmetmeleri,
tutuklama için ilgisiz ve anlamsız gerekçe göstermeleri ve Ankara Cumhuriyet savcısının
talimatına göre davranarak ve sadece HSK’nın kararına dayanarak 2.735 hâkim ve
savcının darbenin ertesi günü tutuklanmalarına karar vermeleri nedeniyle sulh ceza
hâkimliklerinin bağımsız olmadığını ileri sürmüştür (§ 248).
Başvuran ayrıca, doğruluğunu kontrol etmeksizin polisin onun ByLock kullanımı
hususunda hazırladığı belgeler temelinde tutukluluğuna hükmetmelerini nedeniyle sulh
ceza hâkimliklerine ve ağır ceza mahkemesine eleştiride bulunmuştur. Tüm sulh ceza
hâkimlikleri ve diğer yargı organları, ByLock hususunda polisten, istihbarat
teşkilatlarından, BTK’dan veya soruşturma makamlarından gelen bilgilerin doğruluğunu
sorgulamadıklarından dolayı bağımsızlıklarını kaybetmişlerdir. Başvuran, gazete
yazılarına atıfta bulunarak ByLock’un delil olarak kullanılamayacağını açıklayan
hâkimlerin görevlerinden ihraç edildiklerini öne sürmüştür. Böylelikle yürütme organı,
tüm yargıya bu delilin hukuki kabul edilmesi gerektiği mesajını vermiş ve yargıyı
ByLock’u hukuki ve belirleyici delil kabul etmeye zorlamıştır. Basındaki yazılardan,
istihbarat görevlilerin adliyelere giderek hâkim ve savcılara ByLock konusunda
açıklamalar yaptığı ortaya çıkmaktadır. Başvuran son olarak, HSK başkanının 06 Ekim
2016 tarihli beyanatında ByLock’un münhasıran FETÖ/PDY üyeleri tarafından
kullanıldığını ve bunun en önemli delil kalemini oluşturduğunu söylemiş olmasından
şikayetçi olmuştur. HSK başkanının bu ifadesinin, hâkimler üzerinde oldukça büyük
etkisi olmuştur (§ 249).
Başvuran iddialarını desteklemek için Barış ve Adalet Platformunun 2018’de yayımlanan
“Türk Sulh Ceza Hâkimlikleri, Kapsamlı Bir Analiz” ve Uluslararası Hukukçular
Birliğinin aynı yıl yayımlanan “Türk Sulh Ceza Hâkimlikleri ve Uluslararası Hukuk”
başlıklı raporlarına (§ 251); Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi İzleme Komitesinin 08
Mart 2017 tarihli raporunun içeriğine (§ 252); Avrupa Komisyonunun “2018 Türkiye
İlerleme Raporu”na, Avrupa Parlamentosunun 08 Şubat 2018 tarihli Türkiye’deki mevcut
14/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
insan hakları durumuna dair kararına (2018/2527(RSP)) ve Avrupa Konseyi İnsan
Hakları Komiserinin “Türkiye’deki İfade Özgürlüğü ve Basın Özgürlüğüne İlişkin
Memorandumu” (§ 253) ile Venedik Komisyonunun “Sulh Ceza Hâkimliklerinin Görev,
Yetki ve İşleyişleri Hakkında Görüşü”ne de dayanmıştır (§ 254).
Davaya üçüncü taraf olarak katılan Uluslararası Hukukçular Birliği, sulh ceza
hâkimlerinin bağımsızlığını ve özgürlük hakkı üzerindeki kısıtlamaların yargısal
denetimini yerine getirme yeteneklerini sorgulayan “Askıya Alınan Adalet: Adalete
Erimiş ve Türkiye’de Olağanüstü Hâl” başlıklı raporunu sunmuştur (§§ 261-264).
İHAM, bağımsızlık ve tarafsızlığın Sözleşme’nin 5/4 maddesi anlamında bir mahkeme
kavramının önemli kurucu unsurları olduğunu belirtmiştir. Bir mahkeme daima bir
kanunla kurulmalıdır ve bunun olmaması hâlinde, davaları görmeleri için demokratik bir
toplumda aranan meşruiyetten mahrum kalacaktır (§ 266; bkz. Lavents/Letonya, B.
No. 58442/00, 28/11/2002, § 81).
Sözleşme’nin 6. maddesi anlamında mahkemelerin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin
genel ilkeler Ramos Nunes de Carvalho e Sá/Portekiz ([BD], B. No. 55391/13 ve diğer 2
başvuru, 06/11/2018, §§ 144-150) kararında ortaya konulmuştur (§ 267).
İHAM son olarak, bir mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığından endişe etmek için
meşru gerekçelerin bulunup bulunmadığına karar verirken, ilgili kişinin bakış açısının
önemli olduğuna fakat belirleyici olmadığına işaret etmiştir. Belirleyici olan, böyle
endişelerin objektif olarak haklı kılınıp kılınamayacağıdır (§ 268; bkz. Ferrantelli ve
Santangelo/İtalya, 07/08/1996, § 58, Raporlar 1996-III; Incal/Türkiye, 09/06/1998, § 71,
Raporlar 1998-IV).
İHAM, Anayasa Mahkemesinin birkaç vesileyle sulh ceza hâkimliklerinin bağımsızlık ve
tarafsızlığını incelediğini ve onlara tanınan anayasal güvencelere işaret ederek
bağımsızlık ve tarafsızlık yokluğu iddialarının temelsiz olduğuna hükmettiğini
belirtmiştir (§ 269).
İHAM ilk olarak, sulh ceza hâkimliklerinin Anayasa’nın 142. maddesine uygun olarak
kanunla kurulduğunu, görev ve yetkilerinin 5235 sayılı Kanun’da tanımlandığını ve
yargılamalarının CMK tarafından düzenlendiğini kaydetmiştir. Sulh ceza hâkimliği bu
nedenle, tutuklamaya karar vermek bakımından kanuni bir yargısal makamdır (§ 270).
İHAM, başvuranın tutukluluğu hakkında karar veren hâkimlerin ona karşı şahsi önyargı
veya yanlılık sahibi olmadıklarını kaydetmiş ve bu nedenle objektif tarafsızlık testine
yoğunlaşacağını belirtmiştir. Bu bağlamda, bağımsızlık ve objektif tarafsızlık
kavramlarının çok yakından ilişkili olması nedeniyle, her iki meselenin birlikte
değerlendireceğinin altı çizilmiştir (§ 272; bkz. Grieves/Birleşik Krallık [BD], B.
No. 57067/00, § 69, İHAM 2003-XII (alıntılar)).
İHAM, sulh ceza hâkimlerinin görevlerini yerine getirirken görev teminatını da kapsayan
anayasal güvencelere sahip olduğunu kaydetmiştir. Anayasaya, bağımsız olduklarını ve
hiçbir kamusal makamın yargısal faaliyetleri hususunda onlara talimat veremeyeceğini
ya da görevlerini yerine getirirken onlara etkide bulunamayacağını belirtmektedir.
Bağımsızlığa dair bu anayasal ilkeler yasalarda tekrarlanmıştır (§ 273).
15/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
İHAM’a göre, HSK’da üye olan Adalet Bakanının görevlerini yerine getirirken hâkimlere
talimat verebileceğine ya da görevler ve kurumsal yapı bakımından herhangi bir astlık
üstlük ilişkisinin olduğuna dair hiçbir emare yoktur (bkz. İmrek/Türkiye (k.k.), B. No.
57175/00, 28/01/2003; Erol Gültekin ve Diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No. 52941/99,
13/05/2004). 15 Şubat 2014 tarihli 6524 sayılı Kanun’un Adalet Bakanı’na HSK’da
baskın bir konum sağladığı iddiasına ilişkin olarak Bakana yeni yetkiler veren yeni kanuni
hükümlerin herhangi bir şekilde yargısal görevlerini yerine getirirken hâkimlere talimat
verme yetkisi tanımadığını ve görevleri ve kurumsal yapı bakımından astlık üstlük ilişkisi
oluşturmadığı değerlendirilmiştir. Dahası, söz konusu hükümler bu Kanun’un yürürlüğe
girmesinden birkaç ay sonra Anayasa Mahkemesince 10 Nisan 2014 tarihinde iptal
edilmiştir (§ 274).
Yürütmenin beyanlarıyla benzer yönde karar vermeleri veya belirli bir şekilde karar
verdikleri ya da YARSAV’ı destekledikleri için cezalandırıldıkları için yürütmenin genel
olarak yargıyı kontrol ettiği iddiası açısından ise bunun özelde sulh ceza hâkimliklerinin
değil, yargının genel bir eleştirisi olduğu söylenmiştir. İHAM, bu davadaki görevinin
başvuranın ilkindeki ve devam eden tutukluluğuna hükmeden, tahliye talepleri ile
itirazlarını inceleyen hâkimlerin bağımsız ve tarafsız olmadığını incelemek olduğunu
açıklamıştır (§ 275).
İHAM her hâlükârda, elinde bulunan malzemelerin temelinde, yürütmenin beyanlarıyla
sulh ceza hâkimliklerinin kararları ya da hâkimlerin tayinleriyle bu kararlar arasında
herhangi bir bağlantı kuramadığını belirtmiştir. Bahse konu tayinler, kanunen böyle
kararlar vermeye yetkili HSK tarafından alınmıştır. Başvuran da tutukluluğu hakkında
karar veren hâkimlerin görev süreleri dolmadan başka görevlere atandıklarını iddia
etmemiştir (§ 276).
Başvuranın dayandığı görüş ve raporların, HSK’nın yapısıyla ve darbe teşebbüsünü
takiben hâkim ve savcıların toplu ihracına bağlı şekilde genel olarak Türk yargı
sistemindeki bağımsızlık ve tarafsızlık yokluğunu öne sürdükleri ifade edilmiştir. İHAM,
görevinin HSK’nın yapısının genel bir değerlendirmesini yapmak değil; başvuranın
tutukluluğuna karar veren hâkimlerin bağımsızlık ve tarafsızlığının ne ölçüde etkilenmiş
olabileceğin karar vermek olduğunu hatırlatmıştır. Sulh ceza hâkimliklerinin kuruluşu,
HSK’nın yapısını değiştiren 2017 anayasa değişikliğinden çok önceye, 18 Haziran 2014
tarihine dayanmaktadır. Ayrıca, sulh ceza hâkimliklerinin başvuranın tutukluluğuna dair
kararlarının neredeyse tümü anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden önce
verilmiştir. Darbe teşebbüsü sonrasındaki ihraçlar bakımından ise İHAM, vermiş olduğu
kararda HSK’nın yasadışı bir örgüte bağlılık yemin eden ve örgütün talimatları
doğrultusunda hareket eden hâkim ve savcıların yargı sisteminde bulunmasının
bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesine bağdaşmayacağını ve yargı sisteminin saygınlık ve
otoritesini zedeleyeceğini belirttiğini kaydetmiştir. Çatal/Türkiye ((k.k.), B. No. 2873/17,
07/03/2017) davasında, bu tedbire maruz kalan hâkimlerin esastan inceletmek üzere ilk
derece mahkemesi olarak Danıştaya başvurabilecekleri gözlemlenmiştir.
Uluslararası Hukukçular Birliğinin raporu ve Venedik Komisyonunun görüşündeki
bilhassa sulh ceza hâkimliklerinin uzmanlaşmasına ve iş yüküne ilişkin tespit ve
16/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
sonuçların, hâkimlerin her bir bireysel olaydaki bağımsızlık ve tarafsızlığına dair
herhangi bir endişeyi haklı kılacak şekilde anlaşılamayacağı değerlendirilmiştir. İHAM,
sulh ceza hâkimlerine tanınan anayasal ve yasal güvenceler dikkate alındığında ve
başvuranın durumundaki bağımsızlık ve tarafsızlığından şüphelenilmesine yol açan ilgili
herhangi bir iddianın yokluğunda, sulh ceza hâkimlerinin bağımsızlık ve tarafsızlık
yokluğunu ileri süren şikâyetin açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle Sözleşme’nin
35/3 ve 4 maddesi uyarınca reddedilmesi gerektiğini belirtmiştir (§ 278).
Sulh ceza hâkimliklerinin kararlarının üst dereceli mahkeme tarafından (dikey inceleme)
değil de başka bir sulh ceza hâkimliği tarafından (yatay inceleme) incelenmesi hususunda,
Sözleşme’nin 5/4 maddesinin itirazın üst dereceli mahkeme tarafından inceleneceği gibi
bir zorunluluğu barındırmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca, itirazı takiben gerçekleştirilen
incelemenin Sözleşme’nin 5/4 maddesinin gerektirdiği gibi tutuklamanın hukukiliğini
inceleme (karşılaştırma için bkz. R.T./Yunanistan, B. No. 5124/11, 11/02/2016, § 98) ve
gerekiyorsa tutuklunun tahliyesini sağlama (bkz., gerekli uyarlamalarla,
M.M./Bulgaristan, B. No. 75832/13, 08/06/2017, § 58; aksi yönde, Suso Musa/Malta, B.
No. 42337/12, 23/07/2013, § 59) olanağı sunmaktadır. İHAM, sulh ceza hâkimliğine
yapılan itirazın Sözleşme’nin 5/4 maddesi anlamında bir yargılama oluşturmaya yeterli
olduğundan şüphelenmek için hiçbir neden görmemektedir (karşılaştırma için bkz. Gavril
Yosifov/Bulgaristan, B. No. 74012/01, 06/11/2008, § 60). İtirazı inceleyen sulh ceza
hâkimliği, tutuklamayı haklı kılan gerekçe yoksa tahliyeye hükmetmeye kanunen
yetkilidir ve itirazı inceleyen hâkim ile kararına itiraz edilen hâkim arasında hiyerarşik
veya yapısal bir bağ bulunmamaktadır. Bu bağlamda, bahse konu hâkimlerin mutlak
mesleki alanının dışına çıkan şahsi arkadaşlıklar geliştirdikleri ortaya konulamadığı
sürece; aralarında mesleki ilişkinin mevcudiyeti tek başına, itirazı inceleyen hâkimlerin
bağımsızlık ve tarafsızlığına dair endişeleri haklı kılamaz (bkz., gerekli uyarlamalarla,
Hajdučeková/Slovakya (k.k.), B. No. 47806/99, 08/10/2002). Başvuranın sulh ceza
hâkimliklerinin “kapalı devre” işleyişinin itirazı etkisiz kıldığı iddiası yönünden İHAM,
uygun bulunmuş itiraz sayışana ilişkin Hükumetin verdiği bilgiye işaret etmiştir (§ 280).
Yukarıdaki hususları dikkate alan ve başvuranın tutukluluğuna hükmeden sulh ceza
hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmadığının incelendiği ölçüde İHAM, başvurun bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olduğunu ve Sözleşme’nin 35/3 (a) ve 4 maddesi
uyarınca reddedilmesi gerektiğini değerlendirmiştir. Bununla birlikte, bu sonucun sulh
ceza hâkimliklerinin bağımsızlık ve tarafsızlığı meselesinin daha sonrada incelenmesini
hiçbir şekilde incelemeyeceğine de işaret edilmiştir (§ 281).
5. Başvuran Tarafından Sunulan Materyallerin İncelenmediği İddiası
Başvuranın, tahliye taleplerinde ve itirazlarında dile getirdiği olgu ve iddiaların dikkate
alınmadığı şikayetinin (§ 282), 5/4 altında ulaşılan sonuç ve bu bağlamdaki
değerlendirmeler (bkz. §§ 231 ve 228) itibariyle ayrıca incelenmesine gerek
görülmemiştir (§ 283).
17/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
C. DİĞER İHLAL İDDİALARI
Başvuran, davanın kabul edilebilirliğine ve esasına ilişkin görüşlerinde, Eylül 2016 ilâ
Şubat 2017 arasındaki tutukluluk değerlendirmelerinde otuz günlük süreye
uyulmadığından, tutukluluğa dair kararların kendisine gönderilmediğin veya bunun geç
yapıldığından ve bazı tahliye taleplerinin incelenmediğinden de şikâyet etmiştir (§ 284).
Bu hususların Anayasa Mahkemesi önünde dile getirilmemesi ve hatta bazı kararlarının
Anayasa Mahkemesine başvurusundan sonra verilmesi dolayısıyla, bu şikâyetler başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle Sözleşme’nin 35/1 ve 4 maddesi uyarınca
reddedilmiştir (§ 285).
IV – Adil Tatmin (41. Madde)
Başvuran, hâkim olarak alacağı maaşa kaybına karşılık olarak 4.461 avro (EUR), manevi
tazminat için 250.000 EUR ve yaptığı masraflar bakımından 15.368 EUR talep etmiştir.
Masraflara ilişkin, saatlik fiyat döküm cetveli ile 6.000 EUR’luk avukatlık anlaşmasını
sunmuştur (§ 287).
İHAM, kararın başvuranın meslekten ihracına ilişkin değil de ilk tutuklama kararına
ilişkin olduğu ve ihlal ile maddi tazminat arasında olağan bir bağ bulunmadığı
gerekçesiyle bu başlık altındaki talebi reddetmiştir (§ 287).
Bununla birlikte, Türkiye’nin başvurana manevi zararlara ilişkin olarak 6.000 EUR ve
masraf ve giderlere ilişkin olarak 4.000 EUR ödemesine hükmetmiştir (§§ 290 ve 291).
Ayrıksı Görüşler
Yargıç Bårdsen kısmi mutabık ve yargıç Yüksel kısmi muhalif görüş açıklamıştır. Bu
görüşler karara eklidir.
18/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
YARGIÇ BÅRDSEN’İN KISMİ MUTABIK GÖRÜŞÜ
Yargıç Bårdsen, Sözleşme’nin 5/1 maddesi altındaki sorunun, suçüstü hâli kavramının
makulün ötesinde genişletilmesiyle ve sulh ceza hâkimlerinin başvurana isnat edilen
suçun görev suçu ya da şahsi suç olduğu hususunda bir tutum ortaya koymaksızın 2802
sayılı Kanun’un 94. maddesine atıfta bulunmasıyla sınırlı olmadığını belirtmiştir. Yargıca
göre bu dava, Türkiye’de hâkimlerin yakalanması ve tutuklanmasına ilişkin olarak ilave
bir sistematik hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik eksikliğini ortaya koymaktadır.
Yargıç Bårdsen ilk olarak, 2802 sayılı Kanun’un 88. maddesinin suçun kişisel suça değil,
görev suçuna uygulanmaktadır; ancak, bu ikisi arasındaki sınırı belirleyen ölçütün 2802
sayılı Kanun’da çizilmediğini ifade etmiştir. Yargıtay içtihatlarındaki görev suçunun
tanımı şaşırtıcı biçimde dar görünmesine ve muhtemelen bir hâkimin yasadışı örgüt
üyeliği iddiasını kapsamamakla birlikte; başvuran hakkında soruşturma başlatan HSK,
görünüşe göre suçun fiilen başvuranın hâkimlik mesleğiyle ilişkili bulunduğu
varsayımından hareket etmiştir.
İkinci husus, görev suçu işlemekle suçlanan bir hâkimin suçüstü hâlinde
yakalanmadığında, 2802 sayılı Kanun altındaki korumanın asıl niteliğinin açık
olmamasıdır. 88 madde de dahil olmak üzere bu Kanun’un tutuklamaya karşı değil, dar
ve teknik anlamda yakalamaya karşı belirli bir güvence sağlayacak bir güvence
sağlayacak şekilde anlaşılacağına dair göstergeler vardır. Bununla birlikte, İHAM
önündeki beyanlarında Hükumet tarafından da desteklendiği gibi, bu Kanun’un ilkini de
kapsamayı amaçladığı hususunda aksi görüşler vardır.
Üçüncüsü, Kanun’daki belirsizlik hâli Hükumetin, isnat edilen suç görev suçu olsa dahi
2802 sayılı Kanun’un başvuranın durumunda uygulanmayacağı yönündeki beyanlarıyla
da belirginleştirilmektedir. Hükumete göre, hâkimlerin yakalama ve tutuklamaya karşı
korunmasına dair hiçbir hüküm içermeyen CMK’nın 161/8 maddesinde terör örgütü
üyeliği suçunun soruşturulmasına ilişkin özel usuller, 2802 sayılı Kanun’a üstün
gelmektedir.
Yargıç Bårdsen, yukarıda açıkladığı hukuki belirlilik eksikliği çerçevesinde, bir hâkimin
Türk hukuku uyarınca ne zaman yakalanabileceğinin ve tutuklanabileceğinin,
Sözleşme’ni 5/1 maddesi uyarında bir tutuklamanın İHAM içtihatlarında yorumlandığı
ve geliştirildiği anlamda “hukuki” olması (bkz. Mooren/Almanya [BD], yukarıda anılan,
§§ 72-79) şartıyla bağdaşmadığı sonucuna ulaşmıştır.
19/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
YARGIÇ YÜKSEL’İN KISMI MUHALİF GÖRÜŞÜ
Yargıç Yüksel, makul şüphenin bulunmaması nedeniyle Sözleşme’nin 5/1 maddesinin
ihlal edildiği hususunda çoğunlukla aynı fikirde olduğunu fakat başvuranın
tutukluluğunun hukuksuz olduğu sonucuna katılmadığını belirtmiştir.
Yargıç Yüksel, aşağıdaki gerekçelerle, tutukluluğun ağır ve açık bir usulsüzlükten
mustarip olup olmadığına karar vermek için İHAM içtihatlarının ulusal mahkemelerin
yorumlarının ve olası hataların bir analizini gerektirdiği (bkz. Mooren/Almanya [BD],
yukarıda anılan, § 84; Hammerton/Birleşik Krallık, B. No. 6287/10, 17/03/2016, §§ 107117; Čalovskis/Letonya, B. No. 22205/13, 24/07/2014, §§ 155-163; Marturana/İtalya, B.
No. 63154/00, 04/03/2008, §§ 78-82; Riccardi/Romanya, B. No. 3048/04, 03/04/2012,
§ 54) görüşündedir.
İlk olarak, başvuranın tutuklanmasının ağır ve açık bir usulsüzlükten mustarip olup
olmadığına karar vermek için, bu davanın koşullarının (suçüstü kavramına getirilen
yorum, başvuranın suçunun kişisel suç mu yoksa görev suçu mu olduğun
vurgulanmaması, 2802 sayılı Kanun’un 94 maddesinin uygulanması) başvuranı geçerli
usulü güvencelerden mahrum edilmesi sonucuna yol açıp açmadığı ele alınmalıdır.
Yargıç Yüksek ikinci olarak, başvuranın durumunun Alparslan Altan kararındakinden
farklı olduğunu söylemiştir. 2802 sayılı Kanun, kişisel suç ile görev suçu arasında ayrım
yapmakla ve göreve ilişkin suçlar bakımından usulü güvenceler sağlamakla birlikte; 6216
sayılı Kanun hem kişisel suç hem de görev suçu için yargısal dokunulmazlık
öngörmektedir. Ayrıca, 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi kural itibariyle, her iki suç
tipine de hükmetmekte ve suçüstü hâlinde olağan hukukun uygulanacağını
düzenlemektedir. 2802 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesi üyelerine uygulanan 6216
sayılı Kanun’un 17 maddesine benzer herhangi bir hüküm içermemektedir. Yargıç
Yüksel bu nedenle, mevcut davanın, eski bir Anayasa Mahkemesi üyesinin daha geniş
usulü güvencelere sahip bulunduğu Alparslan Altan kararından açıkça farklılık taşıdığını
değerlendirmektedir.
Üçüncüsü, başvuran terör örgütü üyeliği şüphesiyle tutuklanmış ve sulh ceza hâkimliği
bu suçun şahsi suç mu yoksa görev suçu mu olduğuna dair bir tutum ortaya koymamıştır.
Yargıç Yüksel, faklı olgulardan doğan ve farklı suç tiplerine ilişkin davalarda Anayasa
Mahkemesinin ve Yargıtayın farklı sonuçlara ulaştığını ve bu davalarda suçların, ilgili
kişinin yargısal faaliyetini ilgilendirdiklerinde görev suçu olarak tanımlandığını
kaydetmiştir (bkz. §§ 101-103).
Yargıç Yüksel, ulusal mahkemelerin kararlarından anlaşılacağı üzere, terör örgütü üyeliği
suçu sistemli biçimde görev suçu olarak muamele görmektedir (bkz. § 90 ve Alparslan
Altan, yukarıda anılan, § 42). Yerel makamlar ayrıca, ilk aşamada başvuranın
tutukluluğuna 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi uyarınca hükmetmişlerse de şahsi suç
bulunduğundan, izleyen yargılamalar 93. maddeye göre yürütülmüştür.
Dördüncüsü, dava dosyasından anlaşıldığı kadarıyla, şahsi suç durumunda, 2802 sayılı
Kanun’un 93. ve 94. maddesinin uygulanması arasındaki fark, tutuklamanın mümkün ya
da olanaksız olmasına değil; bundan ziyade soruşturmayı yürütmek için hangi
20/21
Hakan Baş/Türkiye Kararı
Özet Çeviri
Cumhuriyet başsavcılığının ve tutuklamaya karar vermek için hangi sulh ceza
hâkimliğinin yetkili olacağına ilişkindir. Yetki yokluğuna rağmen, bahse konu sulh ceza
hâkimince alınan karar iç hukuk uyarınca tümüyle geçerli bulunmaktadır (benzer yönde
bkz. Pedroso/Portekiz, B. No. 59133/11, 12/06/2018, § 93).
Yargıç Yüksek sonuç olarak, mevcut davada ulusal mahkemelerin yaptığı iki hatanın
ortaya çıktığını belirtmiştir. Birincisi, tutuklamaya hükmeden sulh ceza hâkimi suçun
görev suçu mu yoksa şahsi suç mu olduğu hususunda açık bir ayrım yapmamıştır. İkincisi,
somut olayda söz konusu olan şahsi suça ilişkin olarak suçüstü yorumunun kapsamlı
olduğunun kabul ettikten sonra, 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesinden ziyade 93.
maddesinin uygulanması gerektiği ve davanın farklı yetkili bir mahkemece ele alınması
gerektiği görüşündedir. Yargıç Yüksel, mevcut davanın özel koşulları ve açıklanan
güvenceler gözetildiğinde, somut davadaki eksikliklerin tutuklamayı hukuksuz kılacak
bir “ağır veya açık usulsüzlük” derecesine ulaşmadığını düşünmektedir. Bu itibarla,
başvuranın tutuklanmasının hukuki olduğunu ve Sözleşme’nin 5/1 maddesi anlamında
kanunla öngörülen bir usule uygun olarak özgürlüğünden yoksun kılındığını
değerlendirmiştir.
21/21
Download