Uploaded by User6030

9.sınıf konu anlatım

advertisement
BİLGİ VE İNANÇ
1. İslam da Bilginin Kaynakları
A) Vahiy: Sözlükte, gizli konuşmak, emretmek, ilham etmek, ima ve işaret etmek gibi
anlamlara gelmektedir.
Terim olarak vahiy, Allah’ın peygamberlerine iletmek istediği mesajlarını, doğrudan
doğruya veya Cebrail vasıtasıyla bildirmesine denir.
Kur’an-ı Kerim, diğer ilahi kitaplar ve suhuflar vahiy ürünüdür.
B) Akıl : Doğruyu yanlıştan ayırt edebilme yetisidir.
İslam’a göre akli olgunluğa erişmiş fertler dini mükellefiyetlerin, ferdi ve toplumsal görev
ve sorumlulukların başlangıcıdır.
C) Duyular: İnsanın bilgi edinme kaynaklarından biri de görme, duyma, tatma, koklama
ve dokunma duyularıdır.
“Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir!” (Gaşiye 18)
“Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir!” (Gaşiye 19)
“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp,
bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra 36)
2. İslam İnancında İmanın Mahiyeti
Kur’an’a göre İslam, Kişinin kendisini yalnız Allah’a teslim etmesi O’na ibadet etmesi
demektir.
Genel bir tanım olarak İslam, Hz.Adem (a.s)’dan Hz.Muhammed (s.a.v)’e kadar gönderilen
dinin adıdır.
İman, sözlükte “birini söylediği sözde tasdik etmek, söylediğini kabul etmek” gibi anlamlara
gelmektedir.
Terim olarak iman, “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği hususlarda peygamberleri tasdik
etmek ve onlara inanmak” diye tanımlanır.
 İman için “gönülden bağlanılan şey” anlamına gelen akide kavramı da kullanılır.
2.1. İman Tasdik İlişkisi
Tasdik, onaylama, doğrulama anlamlarına gelen bir kavramdır.
İslam alimlerine göre iman, kalp ile tasdik dil ile ikrar olduğunu söylemişlerdir.
2.2. İman İkrar İlişkisi
Sözlükte, “söyleme, bir şeyi bildirme, benimseme, onama, kabul, tasdik” anlamlarına gelen
ikrar, dini bir terim olarak ise kalpte bulunan inancın dil ile ifade edilmesi, imanın bir
parçası değil, âdeta onun dünyevî şartıdır.
“Hani, Allah peygamberlerden, “Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra,
elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona
mutlaka yardım edeceksiniz” diye söz almış ve, “Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır
görevi üstlendiniz mi?” demişti. Onlar, “Kabul ettik” demişlerdi. Allah da, “Öyleyse şahid
olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” demişti.” (Al-i İmran 81)
Sahâbîlerden Ammâr b. Yâsir
Kureyş müşriklerinin ağır baskılarına ve ölüm tehditlerine dayanamayarak kalben inanmakla
birlikte, müslüman olmadığını, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in dininden çıktığını diliyle ikrâr
edip söylemiş, bu olay hakkında âyet nâzil olmuş, Hz.Peygamber (s.a.s.) de, kalbinde iman
olmakla beraber zorlamayla (ikrâh) imanının olmadığını söyleyen kişinin cehennemde
kalmıyacağını bildirmiştir.
"Kalbinde buğday, arpa ve zerre ölçüsü iman olduğu halde “Allah'tan başka Tanrı
yoktur. Muhammed O'nun elçisidir” diye ikrâr eden kimse cehennemden çıkar" (Buhârî, Îmân
33;Tirmizî, Cehennem 9)
Tasdik ve İnkar Bakımından İnsanlar
Mümin: Allah’a, O’nun emirlerine, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe
ve kadere inanıp kabul eden kişiye denir.
Kafir: Hz. Peygamberi ve onun Allah’tan getirdiği kesinlikle sabit olan şeyleri yalanlayan
kişiye denir. Bu eyleme ise küfür denir.
Münafık: inanmadığı halde kendisini mümin gösteren kimse demektir.
Müşrik: Allah’a inandığı halde O’nun ile birlikte başka tanrılar kabul eden kişiye denir.
2.3. İman Bilgi İlişkisi
Allah’a, peygamberlerine ve Allah’ın gönderdiği ilahi kurallara iman eden bir mümin’ in
neye, niçin ve neden iman ettiğini bilmesi gereklidir. Bir mümin ’in imanını sağlam kılan şey
onun okuyup araştırarak tam bir teslimiyetle özgür bir iradeyle iman etmesidir.
Niteliği açısından iman
 İcmali iman: Kısaca ve toptan inanmak demektir. Kelime-i tevhid ve kelime-i şahadet ile
özetlenmiştir. İmanın ilk kademesi olduğu gibi en önemli safhasıdır.
 Tafsili iman: İnanılacak şeylerin her birine ayrı ayrı inanma şekline denir. Amentü de ifade
edilen prensiplere ayrı ayrı iman etme biçimidir.
 Taklidi iman: Kişinin çevresinden gördüğü ve bildiği kadar yaşadığı iman çeşididir. Bu iman
çeşidi en zayıf inanma biçimidir. Bu iman çeşidine sahip kişiye mukallit denir. Mukallit bir
Mümin’in imanı sağlam bir yapıya sahip olmayıp kulaktan duyma veya gördüğünü taklit etme
olduğu için bu kimseler eleştiriler sonucunda imanından şüphe edebilir.
 Tahkiki iman: Deliller, bilgi ve araştırmaya dayalı iman biçimidir. Bir Müslümanın sahip
olması gereken inanma biçimidir.
2.4. İman Amel İlişkisi
Amel, kişinin dış dünyaya aktardığı söz ve davranışlarını ifade eden bir terimdir.
Mümin bir kimse herhangi bir sebepten dolayı ibadet görevini yapmaz ve haramlardan
sakınmazsa imanını kaybetmiş olmaz. Çünkü iman ile amel, bir birinden başka bir ifade ile
amel, imandan bir parça değildir.
Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin
mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.
(Bakara 277)


Kur’an-ı Kerim’de iman ve salih amel yan yana kullanılmıştır.
Kur’an-ı Kerimde iman edip salih amel işleyenlerin mükafatlandırılacakları
bildirilmektedir.
 Kur’an’da iyilik edenlerle iyilik etmeyenlerin bir olmayacağını “Kim bir iyilik yaparsa,
ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle
cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.” (En’am 160)
 İman ile salih amel bir birinin tamamlayıcısıdır.
 İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik,
Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan
sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından
dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı
veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın
kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru
olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir. (Bakara 177)
 “Kul, bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta oluşur. Tevbe ettiği takdirde
cilalanıp silinir. O günahı tekrar işlediği/günaha devam ettiği zaman, o siyah nokta da
gittikçe büyür, kalbi istila eder. İşte bu husus, “Hayır (Kur’an eskilerin masallarıdır,
diyenlerin sözleri doğru değildir), Bilakis işledikleri günahlar, onların kalplerini
paslandırdı.” ( Hadisi Şerif)
3. Kur’an’dan Mesajlar: İsra Suresi 36. Ayet ve Mülk Suresi 23. Ayet
İsra suresi, Kur’an’ın 17.suresidir. 111 âyettir. Sûre, adını ilk âyetin konusu olan “İsrâ”
olayından almıştır. “Geceleyin yürütmek” anlamına gelen “İsrâ”, Mîrac yolculuğunda, Hz.
Peygamberin bir gece, Mekke’den Kudüs’e götürülmesini ifade eder.
Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp,
bunların hepsi ondan sorumludur. (İsra 36)
 Âyette, bilgi sahibi olmadan tahmine göre herhangi biri için maddî veya mânevî zarara yol
açacak şekilde konuşması ve hareket etmesi yasaklanmaktadır.
 Âyette bu bilgi kaynaklarının doğru kullanılması gerektiği, bunlardan sorumlu olunduğu ifade
edilmektedir. (Kur’an Yolu)
Mülk suresi, Kur’an’ın 67. Suresidir. Mekke döneminde inmiştir. 30 âyettir. Sûre, adını
birinci âyette geçen “elMülk”kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca, Allah’ın azameti,
Allah’ın birliğinin delilleri ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin akıbetleri konu
edilmektedir.
De ki: "Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne az
şükrediyorsunuz!" (Mülk 23)
 Doğduğunda hiçbir bilgiye sahip olmayan insana bilgi vasıtalarından kulaklar, gözler ve kalpler
(akıllar) verildiğinin hatırlatılması, insanın en değerli ve ayırıcı niteliğinin gözlem ve düşünme
kapasitesi olduğuna ve bu nimetleri verene şükretmek gerektiğine işaret eder.
 Bu nimetler aynı zamanda Allah’ın eşsiz sanatını ve sonsuz kudretini göstermesi bakımından da
önemlidir.
 Muhatabın sağduyusuna hitap edilerek onun yanlış inanç ve tutumlardan kurtulması, Allah’ın
varlığına ve birliğine iman etmesi istenmektedir. (Kur’an Yolu)
DİN VE İSLAM
1. Dinin Tanımı ve Kaynağı
Din:
 Ceza/mükafat, adet/durum, itaat/isyan, hesap ve şeriat anlamlarına gelmektedir.
 Din kelimesi Kur’an’da birçok anlamda kullanılmıştır.
 Din olgusu ilk insandan beri var ola gelmiştir.
 Yevmü’d din tabiri ceza anlamında Kur’an’da 12 ayette geçmektedir.
 Akıl sahiplerini kendi hür iradeleriyle hayra sevk eden ilahi kurallar bütününe denir.
Bu tariflerden:
1.
2.
3.
4.
Dinin kurucusu Allah’tır.
Dinde muhatap iradesini kullana bilen akıl sahipleridir.
Din Yüce Allah’ın Peygamberleri vasıtasıyla tebliğ ettiği ilahi kurallar bütünüdür.
Dinin amacı bireyin hem dünya hem de ahiret mutluluğunu sağlamaktır.
Emil Durkheim, “Din, bir cemaatin meydana gelmesini sağlayan ayin ve inançlar sistemidir”
demiştir. Durkheim bu tanımında, dinin toplumdaki sosyal fonksiyonunu esas almıştır.
Feurbach , “Din, dua, kurban ve inançla kendini gösteren bir arzudur” diyen
Feurbach ise, din psikolojisi açısından bir tanım yapmıştır.
Seyyit Şerif Cürcani “Din, akıl sahiplerini peygamberin bildirdiği şeyleri kabule çağıran ilahî
bir kanundur.”
Rudolf Otto “Din kutsalın tecrübesidir.” Bu tarif, varlığının bir gereği olarak insanın kutsal
olanı yaşayabilme kabiliyetini ifade eder.
Max Müller’e göre din “insanın, çeşitli adlar ve değişen görünüşler altındaki sonsuzu
kavramasını sağlayan zihnî bir melekesi veya yeteneği” şeklinde tarif etmiştir. Bu tanımlarda
dikkati çeken husus, insanın ihtiyaç duyduğu mânevî ve maddî değerleri elinde tutarak
kaderini kontrol eden kudrete (Tanrı) inancıdır.
F. Schleiermacher’in, “Dinin özü mutlak güven duygusudur”
Michel Mayer’e göre, “Din Allah’a, insanlara ve kendimize karşı yapmamız gerekene dair
öğütlerle inançların tamamıdır”.
2. İnsanın Doğası ve Din
Fıtrat: İnsanın doğuştan inanma gerekliliği üzerine doğmasına denir.
Her insan Allah’a inanma gerekliliği üzerine dünyaya gelmektedir.
Bu konu hakkında Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
“Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi
yapar. Nasıl ki hayvan da uzuvları tam olarak doğar. Hiç doğan hayvanda eksiklik görür
müsünüz?” (Buhari, Cenaiz,79)
“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı
fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir.
Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum 30)
Hanif: Sözlük anlamıyla “dalâletten istikamete, diğer dinlerden hak dine dönmek” anlamında
kullanılmıştır. Dini bir terim olarak ise Hz. İbrahim (a.s)’ın tebliğ ettiği hak din üzere olan ve
Allah’ın birliğini kabul eden müminlere denir.
3. İman ve İslam İlişkisi
İman: “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği hususlarda peygamberleri tasdik etmek ve onlara
inanmak” diye tanımlanır.
İslam: Sözlükte mutluluk, esenlik ve güvenlik demektir. Terim olarak ise Allah’a teslim
olmak, boyun eğmek ve itaat etmek manasındadır. İslam’ı benimsemiş erkeğe müslim, kadına
da müslime denir.
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette
hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Al-i İmran 85)
İman ve İslam arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. İslam’ı benimsemiş kimseler aynı
zamanda İslam’ın temel esaslarından olan Allah’ın varlığını ve birliğini ve O’nun elçisi Hz.
Muhammed (s.a.v)’in Rasulü olduğuna iman etmekten geçmektedir.
!!! İman esaslarından birini veya toptan hepsini inkar eden kişi İslam’dan çıkmış sayılır.
"İslâm, beş şey üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın
kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek; namaz kılmak; zekât vermek, Kâ'be'yi haccetmek ve
Ramazan orucunu tutmak." (Buhârî, İmân 1, 2)
Mûsâ, “Ey kavmim! Eğer siz gerçekten Allah’a iman etmişseniz, eğer O’na teslim olmuş
kimseler iseniz, artık sadece O’na tevekkül (güvenip dayanın) edin” dedi. (Yunus 84 )
Yukarıdaki ayette iman ve İslam kavramları aynı anlamda kullanılarak iman ve İslam’ın bir
birinden ayrı düşünülemeyeceği görülmektedir.
İman ile İslâm'ın farklı kavramlar olarak ele alınması durumunda her mümin, müslim
olmakta, fakat her müslim, mümin sayılmamaktadır.
Bu konuyla ilgili olarak Kur’an’da Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz.
(Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize
girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez.
Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Hucrat 14)
Yukarıdaki ayetten anlaşıldığı gibi İslam daha geniş imanın ise özel bir kavram olduğunu
görmekteyiz.
4. İslam İnanç Esaslarının Özellikleri
Kelime-i Tevhid
Lâ ilahe illallah Muhammedürrasulullah
Allah’tan başka ilah yoktur Muhammed (s.a.v) O’nun kulu ve elçisidir.
Kelime-i Şehadet
Eşhedü ella ilahe illallah ve eşhedü ennemuhammeden abduhu ve rasuluh.
Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Ben yine şahitlik ederim ki
Muhammed (s.a.v) O’nun kulu ve elçisidir.
İslam’ın temel inanç esaslarını inandım manasındaki amentü ifadesiyle ifade edilir.
İmanın altı şartı vardır.
Zanni Bilgi : Kesin bilgi içermeyen ve zanna dayalı bilgilerdir.
Kesin Bilgi: Kesinlik içeren evrensel olan değişmeyen ve vahye dayalı bilgiye denir. Bu bilgi
çeşidine yakini bilgide denir.
Not: Bu başlık altındaki niteliği bakımından inanma çeşitleri İman Bilgi İlişkisi başlığı
altında ele alınmıştır.
Okunuşu
Amentü billahi ve melâiketihi,
ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-âhıri
ve bi'l-kaderi, hayrihî ve şerrihi mina'llâhi teâlâ
ve'l-ba'sü ba'de'l mevt.
Haggun, Eşhedü ellâ ilâhe illAllâh ve eşhedü enne
Muhammeden abdühû ve rasûlüh.
Anlamı
1-Ben Allâh-ü Te'âlâ'ya, 2- meleklerine, 3- kitaplarına,
4- peygamberlerine, 5- âhiret gününe, 6- kadere ; hayır ve şerrin
Allâh-ü Te'âlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım.
Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben şahadet ederim ki,
Allâh-ü Te'âlâ'dan başka ilâh yoktur. Ben yine şahadet
ederim ki, Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) O'nun
kulu ve elçisidir.
İslam dinin altı temel şartı olmasıyla birlikte bunların dışında Allah’ın kitabı Kur’an’da ve
Hz. Muhammed (s.a.v)’in hadislerinde belirttiği müminlerin yapmalarını istedikleri her şey
de İslam’ın şartlarındandır.
Allah’ın sıfatları :
Zati sıfatlar: Allah Teâlâ’nın zatında olan yarattıklarına verilmesi mümkün olmayan
sıfatlarıdır.
Vücut: Var olmak demektir. Allah vardır, varlığı başkasından değil,
zâtının gereğidir, varlığı zorunludur. Vücûdun zıddı olan yokluk Allah hakkında
düşünülemez.
Kıdem: Ezelî olmak, başlangıcı olmamak” demektir. Ezelî (kadîm) varlıktır. Kıdem
sıfatının zıddı olan sonradan olma (hudûs) Allah hakkında düşünülemez.
Beka: Varlığının sonu olmamak, ebedî olmak” demektir. Allah'ın sonu yoktur. Ezelî olanın
ebedî olması da zorunludur. Bekanın zıddı olan sonu olmak (fenâ) Allah hakkında
düşünülemez. Ne kadar ileriye gidilirse gidilsin, Allah'ın olmayacağı bir an düşünülemez.
Muhâllefetün li’l – havâdis: Sonradan olan şeylere benzememek” demektir. Bu sıfatın
zıddı olan, sonradan olana benzemek ve denklik (müşâbehet ve mümâselet) Allah hakkında
düşünülemez.
Vahdaniyet: Allah Teâlâ'nın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması,eşi,
benzeri ve ortağının bulunmaması” demektir. Vahdâniyyetin zıddı olan birden fazla olmak
(taaddüd), eşi ve ortağı bulunmak (şirk), Allah hakkında düşünülmesi imkânsız olan
sıfatlardandır.
Kıyam bi - nefsihi: Varlığı kendiliğinden olmak, var olmak için bir başka varlığa ihtiyaç
duymamak” demektir. Allah kendiliğinden vardır. Var olmak için bir yaratıcıya, bir yere, bir
zamana, bir sebebe muhtaç değildir.
Sübûtî sıfatlar : Varlığı zorunlu olan ve kemal ifade eden sıfatlardır. Olumlu ifadelerle
Allah’ı tanıttığı için Sübûtî sıfatlar adını almışlardır.
Hayat: Diri ve canlı olmak” demektir. Yüce Allah diridir ve canlıdır.
Her şeye, kuru ve ölü toprağa can veren O'dur. Ezelî ve ebedî bir hayata sahiptir. Hayat
sıfatının zıddı olan “ölü olmak” (memât) Allah hakkında düşünülemez.
İlim: Bilmek demektir. Allah her şeyi bilendir. İlim sıfatının zıddı olan cehl (bilgisizlik),
Allah hakkında düşünülmesi imkânsız olan bir sıfattır.
Semi: İşitmek demektir. Allah işiticidir. Gizli, açık, fısıltı halinde, yavaş sesle veya yüksek
sesle ne söylenirse Allah işitir, duyar. İşitmemek ve sağırlık Allah hakkında düşünülemez.
Basar: Görmek demektir. Yüce Allah her şeyi görücüdür. Hiçbir şey Allah'ın görmesinden
gizli kalmaz. Allah görür. Görmemek (âmâlık) Allah hakkında düşünülemez.
İrade: Dilemek demektir. Allah dileyicidir. Allah varlıkların konumlarını, durumlarını ve
özelliklerini belirleyen varlıktır. İrade sıfatının zıddı olan iradesizlik ve zorunda olmak (îcâb
bi'zzât) Allah hakkında düşünülemez.
Kudret: Gücü yetmek demektir. Allah sonsuz bir güç ve kudret sahibidir.
Kudret sıfatının zıddı olan acizlik ve güç yetirememek (acz),Allah hakkında düşünülemez.
Kelâm: Söylemek ve konuşmak” demektir. Allah bu sıfatı ile peygamberlerine kitaplar
indirmiş, bazı peygamberler ile de konuşmuştur. Ezelî olan kelâm sıfatının mahiyeti bizce
bilinemez. Kelâmın zıddı olan konuşmamak ve dilsizlik, Allah hakkında düşünülemez.
Tekvîn: Yaratmak, yok olanı yokluktan varlığa çıkarmak” demektir. Yüce Allah yegâne
yaratıcıdır Allah bir şeyin olmasını istediğinde ona ol der o da olur.
İmanın artması eksilmesi
 İman esasları bakımından artmaz eksilmez. İman esaslarından birini veya hepsini inkar
ettiğinden kişi iman etmiş olmaz iman etmeyen kişinin de imanında artma ya da eksilme
olmaz.
 İman esaslarına inanma bakımından zengin, fakir, alim , cahil kadın ve erkek arasında
bir fark yoktur.
 İmanın güçlü ve zayıflık yönüyle kişiler arasında farklılık göstermektedir. Kiminin
imanı güçlü kiminin imanı zayıf kiminin imanı tam anlamıyla içine sinmiştir.
Örnek: Hani İbrahim, “Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah
ona) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması
için” demişti. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her
bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki,
şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara 260 )
Hz. İbrahim (a.s)’ın imanı Allah’ın ölüleri nasıl dirilttiğini gördükten sonraki imanının
önceki imanından daha güçlü olduğu ayetten anlaşılmaktadır.



İmanın baskı altında kalmadan kişinin hür iradesiyle olması gerekir.
Dünya hayatından ümidini kesmiş inanmayan bir kişinin ahiretteki azabı fark edip
iman ettim demesi Ye’s (ümitsizlik) halinde imandır ki bu kişinin imanı kabul olmaz.
Ye’s halindeki kişileri Kur’an şu şekilde bildirmektedir.
Azabımızı gördükleri zaman, “Yalnız Allah’a inandık; O’na ortak koşmakta olduğumuz
şeyleri inkâr ettik” dediler. Fakat azâbımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine
fayda vermedi. Bu, Allah’ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan kanunudur. İşte
orada inkârcılar hüsrana uğradılar. (Mümin 84-85)
5. Kur’an’dan Mesajlar: Nisa Suresi 136. Ayet
Nisa suresi Kur’an’daki sıralamada dördüncü, iniş sırasına göre doksan ikinci suresidir.
Medine de indirilmiştir. Yüz yetmiş altı ayetten meydana gelmektedir. Sûre, özellikle kadın
haklarından, onların hukûkî ve sosyal konumlarından bahsettiği için bu adı almıştır. “Nisâ”
kadınlar demektir.
Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce
indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret
gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır. (Nisa 136)
 Ey iman edenler!... iman edin” cümlesi, ilk bakışta iman edenleri yeniden iman
etmeye çağırmaktadır. “Maksat dışa karşı inanmış gibi görünen münafıklardır”,
 “İkinci iman çağrısı, imana devam çağrısıdır”,
 “İnananlar kâmil mânada imana çağırılmaktadır” gibi çeşitli açıklamalar yapılmıştır.
 Hak, bâtıl bütün dinlerde bir inanç şekli ve konusu vardır.
 Dinsizlik ve tanrıtanımazlık da bir çeşit inançtır. İnancın şeklini ve konusunu doğru
olarak belirleyebilmek için –akla aykırı– olmamakla beraber aklı aşan bir bilgi
kaynağına ihtiyaç bulunduğu da ortadadır..
 Âyete göre Kur’ân-ı Kerîm geldikten sonra yeryüzünde yaşayan ve iman etmek
isteyen kimseler Allah’a, meleklere, Kur’ân-ı Kerîm’e ve ondan önce gönderilen
kitaplara (halen geldikleri gibi korunmamış olsalar bile daha önce de kitapların
indirilmiş bulunduğuna), son peygamber Muhammed Mustafa’ya ve ondan önce
gönderilen peygamberlere ve âhiret gününe iman etmek durumundadırlar.
 Bunlardan birine bile inanmayan kimselerin imanı muteber değildir, bunlardan birini
bile inkâr eden kimseler “doğru, hak, geçerli, kurtarıcı” imana kavuşamamış, hak
dinden sapmış sayılırlar. (Kur’an Yolu)
İSLAM VE İBADET
1. İslamda İbadet ve Kapsamı
İbadet: Sözlükte “boyun eğme, alçak gönüllülük, itaat, kulluk, tapma, tapınma”
anlamlarına gelen ibâdet dinî bir terim olarak insanın Allah’a saygı, sevgi ve itaatini
göstermek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tutum ve
gerçekleştirdiği davranışlara denir.
İbadet Allah’a boyun eğmenin, itaat etmenin ve saygı göstermenin en son noktasıdır.
İslam Alimlerine Göre İbadet
 Fahreddin er-Râzî ibadeti “saygının en ileri derecesi” diye tanımlar.
 İbn Kayyim el-Cevziyye, ibadet kavramının hem sevgi hem de itaat unsurlarını
içerdiğini, bu özelliklerin ikisini birden taşımayan davranışların ibadet
sayılamayacağını belirtir
 Râgıb el-İsfahânî ibadeti “alçak gönüllülüğün en ileri derecesi”, ubûdiyyeti ise “alçak
gönüllülüğün dışa vurulması” şeklinde açıklamakta
Salih amel : Allah’ın rızasını gözeterek yapılan her türlü güzel, faydalı iş ve
davranışlardır.
2. İslam da İbadetin Amacı ve Önemi
İbadetler kulları Allah’a yakınlaştıran ve Allah ile iletişime geçmelerini sağlayan
araç/vasıtadır.
Bu konuyla ilgili olarak Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir. İşte bu sebeple secdede çok dua
etmeye bakın!” (Müslim, Salât 215.)
Allah Teâlâ insanı eşrefi mahlukatın (yaratılmışları en şereflisi) olarak yaratmış ve onu
bütün nimetleriyle donatmıştır. Bunun karşılığında kendisini daima zikredip verdiği nimetler
için şükretmesini istemiştir.
Bu konuyla ilgili olarak Kur’an’da:
Gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü türlü ürünler çıkaran
Allah’tır; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehirleri sizin için
faydalı olacak şekilde yaratan O’dur.
Düzenli seyreden güneşi ve ayı sizin için yararlı kılan, gece ile gündüzü faydalanacağınız
biçimde yaratan O’dur.
O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Şu
bir gerçek ki insanoğlu çok zalim, çok nankördür! (İbrahim 32,33,34)
Nasıl ki insanın maddi ihtiyaçları varsa aynı şekilde manevi bir ihtiyaç olarak ibadet etmeye de
ihtiyacı vardır.
Bunlar, iman edenler ve Allah’ı zikrederek gönülleri huzura kavuşanlardır. Bilesiniz ki gönüller
ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur. (Rum 28)
3. İslam da İbadet Yükümlülüğü
Mükellef: İslam dininin emrettiği şeyleri yapmak yasakladığı şeylerden de sakınan akli
olgunluğa ulaşmış ergenlik çağına gelmiş kişiye denir.
Mükellefin yerine getirmesi gereken görevlere ef’al-i mükellefin denir.
Ef’al-i mükellefin’in görevleri yedi tanedir.
Farz: Dinin yapılmasını kesin olarak emrettiği şeye denir.
Beş vakit namaz, oruç, zekat ve hac gibi.
Farzı inkar eden kişi dinden çıkar.
Farzı yapan sevap kazanır yapmayan için ise günah ve ceza vardır.
Farzı ayn: Her mükellefin yapması emredilen şeylerdir.
Namaz, oruç gibi.
Farzı kifaye: Bazı mükelleflerin yapmasıyla diğerlerinin yapması gerekmeyen şeylerdir.
Cenaze namazı gibi .
Vacip: Farz kadar kesin olmamakla beraber yapılması emredilen şeylerdir.
Vitir namazı, Bayram namazı ve Kurban kesmek gibi.
Vacibi yapan sevap kazanır özürsüz olarak yapmayan azarlanır (Allah’ın hoşnutluğunu
kazanamaz).
Sünnet: Peygamberimizin farz ve vacibin dışında yapıp bizimde yapmamızı istediği
davranışlardır.
Sünneti özürsüz olarak terk eden azarlanır(Allah’ın ve rasulünün hoşnutluğunu kazanamaz).
Sünnet-i Müekkede: Peygamberimizin genellikle yaptığı bazen yapmadığı davranışlardır.
Sabah ve öğle namazının sünnetleri gibi.
Sünnet-i Gayri Müekkede: Peygamberimizin arasıra yaptığı davranışlara denir.
İkindi ve yatsı namazının ilk sünnetleri gibi.
Müstehap (Mendub): Peygamberimin bazen yapıp bazen yapmadığı şeye denir.
Kuşluk namazı kılmak ve ramazandan sonra şevval ayında oruç tutmak gibi.
Yapan sevap kazanır yapmayan sevaptan mahrum kalır.
Mübah: Yapılıp yapılmaması kişinin kendi isteğine bırakılan şeyler.
Oturmak, kalkmak, yiyip, içmek, yürümek ve uyumak gibi.
Haram: İslam’ın yapılmamasını kesin bir şekilde emrettiği davranışlara denir.
Haramı yapan günah kazanır, haramdan kaçınan sevap kazanır.
Haramı helal sayan kişi dinden çıkar.
Mekruh: Haram kadar kesin bir şekilde yasaklanmayan fakat yapılmaması emredilen
şeylerdir.
Tahrimen Mekruh: Harama yakın olan mekruhtur.
Vacip olan şeyleri yapmamak.
Tenzihen Mekruh : Helale yakın olan mekruhtur.
Sünnet ve mübah olan şeyleri yapmamak.
4. İslam’da İbadetlerin Temel İlkeleri
İbadetlerin yapılmasında bazı temel ilkeler vardır.
Niyet
Sözlükte “yönelmek, ciddiyet ve kararlılık göstermek” gibi anlamlara gelmektedir.
İslâm âlimleri niyetle amel arasında ruh-beden misali bir ilişki bulunduğunu, niyetin kulluğun
sırrı, amelin özü, ruhu ve direği olduğunu belirterek amellerin Allah katında değerli veya
değersiz sayılması hususunda olduğu gibi dünyevî sonuçlarını belirlerken yapılacak
değerlendirmeler bakımından da niyetin büyük önem taşıdığını vurgulamıştır
"Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır.
Kimin niyeti Allah'a ve Resülü'ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da
Allah'a ve Resülü'ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir
kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir." (Buharî,
Bed'ü'l-vahy I,)
İhlas
Sözlükte, “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip
arındırmak, saflaştırmak” demektir.
İbadetlerde ihlas ve samimiyet müminin Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanması için en
önemli unsurdur.
De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O’na) doğrultun. Dini Allah’a
has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” (Araf 29)
Mümin ibadetleri ihlaslı ve samimi yaptığı gibi riya (gösterişten) dan uzak olarak yapması
Allah’ın emridir. Gösteriş için yapılan ibadetlerin kişiye fayda sağlamayacağını Kur’an ve
sünnete bildirilmektedir.
Riya, “Allah’tan başkasının hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlâsı terk etmek”
demektir.
Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye
malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa
çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli
yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından
hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara 264)
Hz. Peygamber, “Ümmetim için gizli şirk ve şehvetten kaygı duyuyorum” demiş, “Sizden
sonra da hâlâ şirk olacak mı?” sorusuna, “Evet, fakat güneşe, aya, taşa ve puta tapmak
şeklinde olmayacak, insanlar ibadetlerini riya için yapacaklar” cevabını vermiştir (Müsned,
IV, 124)
Kur’an ve Sünnete Uygunluk
İslam yaptığımız ibadetlerin İslam’ın iki ana temel kaynağı olan Kur’an ve sünnete uygun
olarak yapılmasını istemiştir.
Hadis: Hz. Peygamber (s.a.v)’in söz, fiil ve davranışlarına denir.
 Hz. Peygamberin görevinden biride kendisine vahyolunan Kur’an’ın ayetlerini insanlara
tebliği edip açıklamaktır. Kur’an’da ibadetlerin nasıl yapılacağından bahsedilmediği için
bizler ibadetlerin uygulanışını Hz. Peygamberden öğrenir O ibadetleri nasıl yapmışsa bizlerde
öyle yaparız.
Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, Allah
katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür. (Bakara 110)
 İbadetleri emretmek Allah’a ait onların uygulanışını anlatmak ve açıklamak Hz. Peygambere
(s.a.v)’e aittir.
 İslam bütün işlerde orta yol dengeyi gözeterek (itidalli) olmayı istemiştir.
“Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz.
Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz
gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız.” (Buhârî, Rikâk 18)
 Kolaylık ve güç yetire bilirlik: Allah hiçbir kuluna gücünün üstünde bir yük yüklememiştir.
(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden
ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise
içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı
günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı
tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.
(Bakara 185)
 İbadetlerde devamlılık: İslam ibadetlerde devamlı olunmasını istemiştir.
Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et. ( Hicr 99)
“Allah katında amellerin en makbulü az da olsa devam üzere yapılanıdır.”(Buhari, İman, 32)
İslam’da İbadet Ahlak İlişkisi
Ahlak: İnsanın iyi veya kötü nitelendirilmesine sebep olan manevi vasıfları, huyları ve
bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlardır.
İslam ahlakının kaynağı Kur’an’dır.
 İbadetler insanları toplumsal ahlaki tutumlar ve davranışlara sevk eder.
 İbadetler kişiyi bencillik duygusundan arındırıp bizlik duygusunu kazanmasını sağlar.
 İbadetler kişiye zorluklarla mücadeleyi ve bu zorluklar karşısında sabırlı olmayı
öğretir.
 İbadetler kişinin ahlakının yücelmesini sağlar.
 İbadetler toplumsal birlik ve beraberliğin oluşmasını sağlar.
 İbadetler insanlar arasında farklılığın olmadığını farklılığın takva ( Dinin emir ve
tavsiyelerine uyma) bakımından olduğunu öğretir.
 İbadetler kişiye zaman kavramının önemini anlamasını sağlar.
Kur’an’dan Mesajlar: Bakara 177. Ayet
İyilik, Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a,
âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara,
yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş
olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini
tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve
işte takvâ sahipleri bunlardır.
 İyiliğin yüzleri doğu ve batıya çevirmek olmadığını gerçek iyiliğin Allah’a, âhiret gününe,
meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere,
yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan;
namazı kılıp zekâtı verendir.
 Birr, ahlâk güzelliğidir” hadisindeki (Müslim, “Birr”, 14, 15; Tirmizî, “Zühd”, 52) kullanımı
da dikkate alarak “erdemlilik” diye tercüme dildiği birr (el-birru) kelimesi, bu âyetteki
kullanımından da anlaşılacağı üzere, Kur’ân-ı Kerîm’in en kapsamlı kavramlarından biridir.
 “Birr” kelimesinin kapsamına giren; imana, ibadete, sosyal ahlâka ve bireysel ahlâka ilişkin
olmak üzere dört bölümde sıralandığı görülen meziyetler de “birr” kelimesinin kapsadığı
erdemlerin en önemlileri olup âyette kavramın muhtevası bunlarla sınırlanmamış, sadece
örnekleme yoluna gidilmiştir.
 Söz konusu âyetin devamında gerçekten dürüst (sâdık) insanların ve takvâ sahibi sayılması
gerekenlerin, zikredilen hasletleri kazanmış kimseler olduğu ifade edilmiştir. (Kur’an Yolu)
GENÇLİK VE DEĞERLERİMİZ
1.Değerler ve Değerlerin Kaynağı
Değer: Bir sosyal gurubun kendi varlık, birlik ve işleyişlerini devamını sağlamak ve
sürdürmek için gerekli olduklarına inandıkları doğrulara denir.
Değerler maddi ve manevi olarak ikiye ayrılır.
Maddi değerler: İş sahibi olmak, Bayrak, vatan ve camiler gibi.
Manevi değer: Din, ahlak, adalet ve infak gibi.




Değerler farklılık gösterebilir. Kişiden kişiye, yaştan yaşa ve toplumdan topluma
farklılıklar olabilir. Örneğin: Cenaze merasimleri her toplumda farklı olabilir. Diğer
bir örnek: bilgisayarın gerekliliği kişiden kişiye yaştan yaşa değişebilir.
Değerlerin oluşmasında o toplumdaki örf ve adetler etkilidir.
Değerlerin oluşumunda coğrafik unsurlar etkilidir.
Değerlerin oluşumunda toplumların dini yapıları etkilidir.
2. Değerlerin Oluşmasında Dinin Etkisi
Hz. Adem (a.s)’dan günümüze kadar süre gelen din olgusu insanların yayış şekilleriyle onları
daima iyiye güzele yönlendiren ve onların kötülüklerden sakınmalarını amaçlayan din
insanların duygu ve düşüncelerini etkileyen en önemli faktör olmuştur. Bu nedenden dolayı
değerlerin oluşumunda en önemli faktör dindir.
“Demek, yüz çevirdiğinizde yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını
koparacaksınız, öyle mi”? “İşte bunlar, Allah’ın lânetleyip, kulaklarını sağır, gözlerini kör
ettiği kimselerdir”. (Muhammed 22-23)








Din, anne babaya ve akrabaya yardımı emreder.
Din, komşuluk ilişkilerine sahip çıkmayı ve insanlara ikramda bulunmayı emreder.
Din, insanlar arasında bu anne babanız dahi olsa adaletin sağlanmasını emreder.
Din, kötülüklerden uzak durulmasını sılayı rahimi ( akraba ziyaretlerini) kesmemeyi
onlarla iyi geçinmeyi emreder.
Din, Allah için infak (yardım) etmeyi öksüze yetime sahip çıkmayı emreder.
Din, harama el uzatmamayı emreder.
Din, insanlar arasında fitne ve fesatlık çıkaracak gıybet ( bir kimsenin arkasından onun
duyunca mutlu olmayacağı) etmemeyi emreder.
Din, israf etmemeyi emreder.
Dinin emrettiği bütün güzel ve olumlu şeylerin hepsi toplumlarında değerleri haline gelmiştir.
Dinin yasaklayım hoş karşılamadığı şeyleri toplumlarda hoş karşılamamıştır.
1.2 Değerlerin Oluşumunda Örf ve Adetlerin Etkisi
Örf: Sözlükte “iyi olan, yadırganmayan, bilinen, tanınan; peş peşe gelen” anlamlarında
kullanılmaktadır.
Terim olarak, toplumda genel kabul gören geçmişten beri uygulana gelmiş dinin iyi güzel
karşıladığı toplumun alışkanlık haline getirdiği iyi güzel davranışlara denir.
Sılayı rahim, komşuluk ilişkileri, küçükleri sevmek büyüklerimize saygılı olmak, ana babaya
karşı saygılı olmak gibi.
Adet: Sözlükte, “eski duruma dönmek; geri çevirmek, bir şeyi tekrarlamak, üst üste yaparak
alışkanlık haline getirmek” gibi anlamlara gelmektedir.
Terim olarak, toplum hayatını düzenleyen ve denetleye eskiden beri süre gelen kurallardır.
Nişan ve düğünler, asker uğurlama ve karılama merasimleri, selam alıp verme ve taziyede
kullandığımız söz ve davranışlarımız bunların hepsi birer adettir.
“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi o kadar tavsiye etti ki neredeyse komşuyu komşuya
mirasçı kılacak zannettim.”(Buhârî Edeb ,28)
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı,
fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 90)
2. Gençlerin Kişilik Gelişiminde Değerlerin Yeri ve Önemi
Aile: Eş, çocuk, torun, gelin, damat, amca, dayı, hala ve teyzelerden oluşmaktadır.
 İslam’ın korunmasını istediği faktörlerden biri nesli korumaktır.
 Değerlerin oluşumunda ve gençlerin kişilik gelişiminde aile ve çevre faktörü en
önemlisidir.
 İslam alimleri çocuk eğitiminin eş seçiminden geçtiğini belirtmişler ve çocukların
anne ve babasının eğitimiyle ahlaki güzelliğe erişe bileceklerini söylemişlerdir.
“Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi
yapar. Nasıl ki hayvan da uzuvları tam olarak doğar. Hiç doğan hayvanda eksiklik görür
müsünüz?” (Buhari, Cenaiz,79)
Bu hadis-i şerifte de belirtildiği üzere anne babanın evladı üzerinde ne kadar etkili olduğunu
görmekteyiz.
 Değerlerin oluşumundaki diğer bir faktör ise çevre faktörüdür.
 Atalar, üzüm üzüme baka baka kararır demişlerdir. Kişinin çevresinin kişilik yapısı
üzerinde nedenli olduğunu bu ata sözünden çıkarmaktayız.
"Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat
etsin.” (Ebu Davud, Edeb, 19, Tirmizi, Zühd, 45)
Çocuk dünyaya geldiği zaman, beraberinde ne dini ne ahlaki, ne hukuki, ne estetik, ne
lisan, ne iktisadi, ne mantıki bir vicdan getirir. Bu vicdanları ona kendi milleti ve
içerisinde büyüdüğü ailesi verir. (Ziya GÖKALP)
Temel Değerler
Adalet: Ferdî ve içtimaî yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun
yaşamayı sağlayan ahlâkî erdem. Sözlükte, “davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre
hüküm vermek, eşit olmak anlamlarına gelmektedir.
Terim olarak, Kur’an-ı Kerîm’de ve hadislerde genellikle “düzen, denge, denklik, eşitlik,
gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvâya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık” gibi
anlamlarda kullanılmıştır.
Adalet toplumlardaki birlik ve beraberliğin sağlanması açısından en önemli faktördür.
Adaletin olmadığı toplumlarda





Sosyal denge bozulur.
İnsanlar arasında ekonomik yönde denge bozulur.
Güçlü zayıfı ezer, toplumda sınıf farklılıkları oluşur.
Kan davaları artar. Bireyler kendi adalet sistemini oluşturur.
Ahlaki çöküntülere neden olur.
Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için
şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya
fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden
çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken
gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan
hakkıyla haberdardır.
“Verdiği hükümlerde, ailesinin ve halkın yönetiminde adaletli davranan yöneticiler, kıyamet
gününde Allah Teâlâ’nın yanında nurdan yüksek koltuklar üzerinde otururlar.”(Müslim, İmâre 18)
İslam her ne suretle olursa olsun adaletli olmayı emretmiştir.
Allah’ın isimlerinden biri olan Adl “çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden,
haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan” anlamına gelir.
3.2 Hikmet
İyi olana yönlendiren, çirkin ve kötü olandan alıkoyan sözdür.
Hikmet kavramı kur an ve hadislerde zikredilmiştir.
Kur’an’da Hikmet öğüt anlamında
Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor! (Kamer 5)
Bilgi ve akli deliller anlamında Hikmet
Andolsun, biz Lokmân’a “Allah’a şükret” diye hikmet verdik. Kim şükrederse, ancak kendisi
için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir,
övülmeye lâyıktır. (lokman 12)
Kur’an’da bunların dışında hikmet * Peygamberlik * Kur’an * Kur’an’ın yorumu * Sünnet
Anlama olarak zikredilmiştir.
“Hikmet müminin yitiğidir, onu nerede bulursa alır. (Tirmizi,İlim,19)
3.3 İffet
Sözlükte, haramdan uzak durmak, helal olmayan söz ve davranışlardan uzak durmak
anlamlarına gelir.
Terim olarak, kişiyi bedeni ve maddi hazlara düşkünlükten koruyan erdem demektir.
(Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler
içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları
yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz,
şüphesiz Allah onu bilir. (Bakara 273)
"Yâ rabbi! Senden hidayet, takva ve iffet diliyorum." (Müsned, I, 389, 439)
İffetli kişi







Zinadan uzak durur.
Başkalarına iftirada bulunmaz.
Başkalarının malına göz dikmez.
Başkalarına hakaret ve çirkin söz söylemez.
Arzu ve isteklerine boyun eğmez.
Öfkesine yenik düşmez.
Her konuda ölçülü (itidalli) olur.
3.4 Şecaat
Sözlükte “cesaret, yiğitlik, kahramanlık” gibi anlamlara gelmektedir.
Terim olarak, karşılaştığı her türlü zorluklar karşısında korku ve telâşa kapılarak uygunsuz
hareket etmemektir.
İslam’ın önem verdiği tutum ve davranışlardan biridir. İslam zulüm ve haksızlık karşısında
Müslümanın kendisini ve kardeşini hiç kimseden korkmadan öfkesine yenik düşmeden
savunmasını istemiştir.
Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan
korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel
vekildir!” dediler. (Al-i İmran 173)
Allah Teala ayeti kerimede şecaat kavramını kendisinden başka hiçbir varlıktan korkmayan
hak için batılın karşısında dimdik duran kullar olarak tanımlamıştır.
Hz. Muhammed (s.a.v) Uhud savaşında dağılmış olan Müslümanları kendi etrafında toplayıp
müşriklerin üzerine saldırarak onları püskürtmüştür. Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber’in
insanların en iyisi, en cesuru (eşca‘), en cömerti olduğunu söylemiş ve Uhud’daki bozgun
sırasında Resûlullah’ın ortaya koyduğu cesareti buna örnek göstermiştir.
Şecaat’ın zıddı olan korkaklık ve pısırıklık bir Müslümanda olmaması gereken bir vasıftır.
5. Kur’an’dan Mesajlar: İsra suresi 23-29. Ayetler
Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babaniza iyi davranmanizi emretti.
Onlardan biri veya ikisi senin yaninda yaslanirsa onlara öf bile deme! Onlari azarlama! Ikisine
de gönül alici güzel sözler söyle.
Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. "Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni
şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster" diyerek dua et.
Kalplerinizdekini en iyi bilen rabbinizdir. Eğer iyi olursanız bilesiniz ki Allah kendisine
yönelenleri bağışlayıcıdır.
Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma!
Çünkü savurganlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan da rabbine karşı çok nankördür.
Eğer sen kendin dahi rabbinden umduğun bir lutfu beklemek durumunda (ihtiyaç içinde)
olduğun için onlara ilgi gösteremiyorsan, hiç değilse kendilerine rahatlatıcı bir söz söyle!
Eli sıkı olma, ölçüsüzce eli açık da olma; sonra kınanacak, kendi kendine hayıflanacak
duruma düşersin! (İsra 23-29)
 Birinci ödev Allah’ın birliğini tanımak, bir olan Allah’a inanmaktır. Yalnızca Allah’a
ibadet edilmesi gerekti bildirilmektedir.
 İkinci ödev ana babaya iyi davranmaktır. Allah’a kullukla ana babaya iyilik yan yana
anılmış, böylece bu ödevin önemi vurgulanmıştır. Ayet ve hadislerde Allah’a itaatle
ana babaya iyilik vecîbelerinin yan yana zikredilmesinin sebeplerini özetle şöyle
sıralar:
a. İnsanın maddî ve mânevî gelişmesi için en değerli katkı, Allah’ın nimetlerinden
sonra ana babanın fedakârlıklarıdır;
b. Çocuğun varlık alanına çıkmasının asıl ve gerçek sebebi Allah, zâhirî ve hukukî
sebebi ise ana babadır;
c. Allah nimetlerini karşılıksız verdiği gibi ana baba da çocuklarının ihtiyaçlarını
tamamen karşılık beklemeden yerine getirirler;
d. Allah, kuluna günahkâr olsa bile nimet verdiği gibi ana baba da âsi bile olsa
evlâtlarına desteklerini sürdürürler;
e. Allah, kullarının iyiliklerinden memnun olup karşılığını fazlasıyla verdiği gibi ana
baba da çocuklarının imkânlarını daha çok geliştirmelerine yardım eder, bundan
mutlu olurlar.
 İbadet ve itaat, insanın içindeki inanç, istek, sevgi ve bağlılıktan kaynaklanırsa bir
değer taşır. Âyette “Rabbiniz kalplerinizdekini en iyi bilendir” ifadesiyle bu hususa
işaret edilmiştir.
 Üçüncü ödev akrabaya ve muhtaçlara iyilik etmek, hayır yapmaktır. Bu hususta
önceliği olanlar akrabalar olduğu için 26. âyette onlar başa alınmıştır. Bu âyetteki “...
hakkını ver” ifadesi, hem nafaka borcunu ve zekât ibadetini hem de bunun ötesinde
nâfile cinsinden hayırları kapsamaktadır. Burada yoksulların da zikredilmesi, yardımın
özellikle malî olanının söz konusu edildiğini gösterir.
 “Savurganlar şeytanların dostlarıdır” ifadesi, “Kötü iş yapmak bakımından onlarla
şeytanlar arasında bir benzerlik gerçekleşir” şeklinde açıklanmıştır.
 İnsan, yardım isteyen birine olumlu cevap verme imkânına sahip değilse ümit verici,
yatıştırıcı, güzel sözler söylemeli; onu kırmamaya, gönlünü incitmemeye çalışmalı,
tatlı dille mazeretini ifade etmelidir
 Dördüncü ödev hem cimrilikten hem israftan sakınmaktır. Cimrilik de savurganlık da
aşırılıktır, bu sebeple haramdır. İkisinin ortası cömertliktir. Ahlâk kitaplarında
savurganlık ifrat, cimrilik tefrit olarak nitelenir. İfrat, aklın ve dinin uygun gördüğü
ölçünün ilerisinde veya uygun bulmadığı yollarda harcamayı; tefrit de gerekli yerlere
gerektiği ölçüde harcamaktan kaçınmayı ifade eder. İsraf da cimrilik de erdemsizlikler
arasında sayılır. İkisinin ortası (itidal, vasat) ise cömertliktir. (Kur’an Yolu)
GÖNÜL COĞRAFYAMIZ
1. İslam Medeniyeti ve Özellikleri
Kültür: Bir toplumun kendisine özgü olan ve sonraki nesillere aktardığı duygu,
düşünce, inançlar, sanat, fikir, maddi ve manevi değerler bütününe denir.
Medeniyet: Sözlükte, “şehir” anlamına gelen ve müdûn köküne dayanan medîne
isminden Osmanlı Türkçesi’nde türetilmiştir.
Farklı milletlerin benimsedikleri ve birlikte yaşayarak katkı sağladıkları evrensel
düzeye ulaşmış maddi ve manevi olgulara denir.
Medeniyet kelimesi, Batı’da ilk defa Fransızca olarak (civilisation) Marquis de
Mirabeau tarafından 1757 yılında kullanılmıştır.
Ziya GÖKALP’ın medeniyetle kültür arasındaki farkları






Medeniyet milletlerarası olduğu halde hars (kültür) millidir.
Medeniyet bir toplumdan başka bir topluma geçebilir fakat kültür geçemez.
Bir millet medeniyetini değiştirebilir ancak kültürünü değiştiremez.
Medeniyet usul ve akıl aracıyla elde edilir, kültür ise ilham ve sezgi ile yeşerir.
Medeniyet iktisadi, hukuki, dini ve ahlaki fikirlerin mecmuudur. Kültür ise bedii (estetik)
ve yine ahlaki, dini duyguların toplamıdır.
Kültürü biçimlendiren duygular içten ve yürekten geldikleri için görülmeleri,
incelenmeleri pek güçtür. Medeniyet ise hariçte (dışta) belirmiş kavramlardan , kurallardan
kısaca bir çok kurumlardan meydana gelmiş olup objektif bir gözle bakılma imkanına
sahip olduğundan daha kolay anlaşılabilir.
Ziya GÖKALP kültür için ilk defa “hars” terimini kullanmıştır.
Medeniyetlerin doğuşuna etki eden faktörler
Coğrafya, İnsan faktörü, Toplum, Ekonomik şartlar, Göç/hicret, Şehirleşme, siyasi nedenler
v.s.
İslam Medeniyeti
İslam medeniyeti, miladî VIII. asırda ortaya çıkan ve Endülüs’ten Çin’e kadar uzanan geniş
bölgede hüküm sürmüş medeniyetin adıdır. İlk zamanlarda Müslüman Arapların himayesinde
gelişen İslam medeniyeti daha sonra Arap, Türk, Mısır, İran ve diğer farklı milletlerin
katkılarıyla geliştirilmiştir.
İslam medeniyetinin temel kaynağı
Kur’an ve sünnet, Sanat eserleri ve diğer yazılı kaynaklar.
İslam medeniyetini diğer medeniyetlerden ayıran en önemli faktör vahye dayalı olmasıdır.
2. İslam Medeniyetinin Farklı Coğrafyalardaki İzleri
İslam Hz. Muhammed (s.a.v)’e Mekke’de vahiy yoluyla indirilen son ilahi dinin adıdır.
İslam medeniyeti Hz. Muhammed (s.a.v)’in 622 yılındaki hicretinden sonra kurulmuş bir
medeniyettir.
İslam medeniyeti 632 yılında Hz. Muhammed (s.a.v)’in vefatıyla birlikte dört halife döneminde
ve sonrasında farklı coğrafyalardaki fetih hareketiyle yayılmaya başlamıştır.
Dört halife dönemi
Hz. Ebubekir (r.a) döneminde, Irak, Şam ve Suriye tamamen İslam topraklarına katılmış oldu.
Hz. Ömer (r.a) döneminde, Mısır, Kudüs, Iran ve Horasan İslam topraklarına katılmıştır.
Hz. Osman (r.a) döneminde, Asya, Kuzey Afrika, Güney Kafkasya, Ortadoğu ve kısmen de
Anadolu İslam topraklarına katılmış oldu.
Hz. Ali (r.a) döneminde siyasi nedenlerden dolayı fetihler olmamıştır.
Emeviler dönemi
Emeviler döneminde Endülüs fethedilmiş diğer kültür ve medeniyetlere ait eserler tercüme
edilip bu eserlerden faydalanılmıştır.
Abbasiler dönemi İslam medeniyetinin en parlak dönemidir.
Bu dönemde edebiyat (özellikle şiir), bilim, fen, kısaca bütün güzel sanatlar büyük bir gelişme
gösterdi.
Yunan, Süryani, Fars ve Sanskrit dillerinde yazılmış bilim, fen ve felsefe kitapları Arapça'ya
çevrildi.
Selçuklular döneminde
Türk İslam medeniyetinin temelleri atılmış oldu.
Birçoğu Anadolu da olmak üzere medreseler, camiler, kervansaraylar yapılarak İslam
medeniyetine katkı sağlamışlardır.
Osmanlı dönemi
Müslümanlar, Osmanlı döneminde, matematik, astronomi, tıp ve felsefede çalışmalar yapılarak
İslam medeniyetinin n önemli dönemlerinden biri olmuştur.
Osmanlı döneminde yapılan medreseler, camiler ve hanlar yapılarak İslam medeniyetine büyük
katkı sağlamıştır.
2.1. Hicaz Bölgesi
Hicaz Kızıldeniz’in doğusunda, kuzeyde Ürdün’ün liman şehri Eyle’den (Akabe) güneyde
Yemen sınırındaki Asîr’e ve doğuda Necid çöllerinden Irak’a kadar uzanır
Mekke:
Arap yarımadasının kuzeyinde Batnımekke (Bekke) adı verilen bir vadi üzerinde kurulmuştur.
Kabe’nin alanın doğusunda Safâ ile bunun hizasında Merve tepelerinin bulunduğu Ebûkubeys,
batısında Kuaykıân, güneybatısında Sevr, kuzeydoğusunda Nur (Hira) ve Sebîr dağları yer alır.
Kur’an’da Beld-i Emin ( güvenilir şehir) ve Ümmül Kura ( şehirlerin anası) isimleri olarak
zikredilmiştir.
Yeryüzünün de Allah’a ibadet amacıyla yapılmış ev olan Kâbe aynı zamanda Müslümanların
kıblesi Mekke’de bulunmaktadır.
Medine:
İlk İslam medeniyetinin kurulduğu yerdir. Önceki adı “Yesrib” tir.
Yer yüzünde ibadet maksadıyla yolculuk yapılacak mescitlerden biri olan “Mescid-i Nebi”
buradadır. Hz. Muhammed (s.a.v)’in kabri buradadır.
2.2. Kudüs ve Çevresi
Filistin’de bulunan, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlarcakutsal kabul edilen ve Mescidi Aksa’nın bulunduğu şehir.
Hz. Muhammed'in Mi'rac sırasında göğe yükseldiği yer olması hasebiyle ve Mescid-i
Aksa'nın burada bulunması sebebiyle Kudüs, Müslümanlar için kutsaldır.
Hz. Muhammed (s.a.v)’in hadislerinde değindi şehirdir.
“ Yolculuk ancak şu üç Mescitten birisine ibadet için olur. Benim şu Mescidime, Mescid-i
Haram'a ve Mescid-i Aksa' ya (Buhari, Mescidü Mekke 1)
Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa yani “Beytü’l Makdis burada bulunmaktadır.
Kudüs islam topraklarına Hz. Ömer (r.a) döneminde katılmıştır.
400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştır.
2.3. Şam ve Bağdat Bölgesi
Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biridir.
Bilad-ı Şam olarak bilinir başkenti (Dımeşk) şamdır.
Hz. Ömer (r.a) döneminde fethedilmiştir.
İslam medeniyet tarihinde İslam şehir ve mimarisinin en önemli örneklerinin bulunduğu
şehirdir.
Bağdat Irak Bölgesi
İslâm dünyasının önemli tarih, ilim ve kültür merkezlerinden biri ve bugünkü Irak’ın başşehri.
Hz.Ömer (r.a) Döneminde fethedilmiştir.
(IX-X.) yüzyıllarda İslâm dünyasının en büyük şehri, en önemli ilim, kültür ve medeniyet
merkezi haline geldi.
Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr tarafından kurulmuştur.
Çeşitli dillerden Arapça’ya yapılan tercümelerin İslâm medeniyeti tarihinde önemli bir yeri
vardır. Emevîler devrinde başlayan bu tercüme faaliyetleri Abbâsîler döneminde daha sistemli
bir şekilde sürdürüldü; böylece hilâfet merkezi Bağdat, kuruluşunun üzerinden henüz bir asır
bile geçmeden özellikle Hint ve İran menşeli eserlerin tercüme edildiği, Güney Avrupa’yı
Ortadoğu ve Yakındoğu ile bütünleştiren bir merkez oldu; medeniyet ve kültür hareketlerinde
önemli bir mevki işgal etti.
IX-X. yüzyıllarda altın çağını yaşayan tercüme faaliyetleri sonunda felsefe, mantık,
matematik, tıp, zooloji, botanik, kimya ve edebiyata dair eserler İslâm kültürüne kazandırıldı.
2.4. İran Bölgesi
Hz. Ömer (r.a) döneminde fethedilmiştir.
Dinî Hayat ve Dinî Kurumlar. X. (XVI.) yüzyılda Safevîler’in iktidara gelmesiyle başlayan
yaklaşık 150 yıllık bir süreçte halkın büyük bir çoğunlukla Şiî İslâm’ı benimsemesinin
ardından İran’ın dinî hayatı, Hz. Peygamber’in ve onun kutsal halefleri kabul edilen Ehl-i
beyt’in on iki imamına bağlılık etrafında şekillenmiştir.
Hint-Avrupa dil ailesinin bir kolu olan Farsça, milâttan önce yaklaşık 1500 yılına kadar
Hintçe ile birlikte tek bir dil halinde idi.
2.5. Horasan Bölgesi
Horasan ismi Eski Farsça’da hur (güneş) ve âsân (âyân “gelen, doğan”) kelimelerinden
meydana gelmiştir ve “güneşin doğduğu yer, güneş ülkesi; doğu bölgesi” anlamını
taşımaktadır.
Günümüzde bölgenin toprakları üç parçaya ayrılmış olup Merv (Mari), Nesâ ve Serahs yöresi
Türkmenistan, Belh ve Herat yöresi Afganistan, kalan kısmı da İran sınırları içinde
bulunmaktadır.
Horasan bölgesi, Hadis ilmi ve tasavvuf tarihi açısından İslam medeniyetine büyük katkılar
sağlamıştır.
2.6. Türkistan ve Mâverâünnehir Bölgesi
Türkistan adını ilk defa eski İranlılar’ın, daha sonra Araplar’ın Orta Asya’da Türkler’in
yaşadığı bölgeleri tanımlamak için kullandıkları bilinmektedir.
Türkistan adı Mâverâünnehir’in doğusundaki dağlara ve kuzeyindeki ülkelere verilmiştir.
İslâm öncesi devrede Türkistan sahasında Hun, Akhun, Göktürk, Uygur gibi büyük
imparatorluklar kuran Türkler, ayrıca çok eski dönemlerden itibaren boylar halinde bölgede
yaşadılar. Karahanlılar’ın müslüman olması Türkler’in İslâm kültür dairesine girmesine yol
açtı.
Ceyhun nehrinin kuzey ve doğusunda kalan bölgeye İslâm tarihçi ve coğrafyacıları tarafından
verilen isim.
Bölgenin doğu ve kuzey sınırları İslâm hâkimiyetinin genişlemesine paralel olarak değişmiştir.
İslâm ordularının gelişinden önce Soğd ve Türk asıllı mahallî hâkimlerin idaresinde bulunan
Mâverâünnehir’e ilk ciddi askerî harekât Muâviye b. Ebû Süfyân’ın kumandanlarından
Ubeydullah b. Ziyâd tarafından yapıldı.
Mâverâünnehir’de İslâm’ın yayılışı Kuteybe b. Müslim zamanında gerçekleşmiştir.
Mâverâünnehir, Sâmânîler devrinde en parlak dönemlerinden birini yaşadı. Başta Buhara ve
Semerkant olmak üzere bölgede önemli bir ekonomik, kültürel ve ilmî gelişme meydana geldi.
Mâverâünnehir’de yetişen pek çok âlim ve sanatçı İslâm dünyasında bilim, kültür, felsefe ve
sanatın gelişmesine ciddi katkılarda bulundu. Muhaddis Buhârî ve Dârimî, müfessir Dahhâk b.
Müzâhim, kelâmcı Mâtürîdî, fakih Ebü’l-Leys es-Semerkandî bunlardan sadece birkaçıdır.
Türkistan ve Mâverâünnehir İslam kültür ve medeniyetine önemli katkılar sağlamıştır.
2.7.Hint Alt Kıtası Bölgesi
Hindistan’ın coğrafî konumu hakkında geniş kapsamlı bilgi veren ilk müellif Bîrûnî’dir.
İlk sefer Hz.Osman döneminde keşif amaçlı olarak yapılmıştır.
İslâm din ve kültürü Hindistan’a XI. yüzyıldan itibaren Gazneli fetihleriyle girmiştir.
Hindistan alt kıtasında İslâmî ilimlerin gelişmesine ciddi katkılarda bulunan ehl-i hadîs
denilen gruptur.
Hint alt kıtasındaki İslâm araştırmalarına önemli katkılar sağlayan diğer bir kurum Nedvetü’lulemâ’dır.
Şah Cihan ile eşi Ercümend Bânû Begüm (Mümtaz Mahal) için inşa ettirilmiş olan Tac
Mahal dünyanın yedi harikasından biridir.
2.8. Anadolu ve Balkanlar
Anadolu’nun İslamlaşması İslam tarihi açısından en önemli olaylardandır.
Hz.Ömer (r.a) ve Hz. Osman (r.a) dönemlerine kadar dayanmaktadır.
İlk Türk Devletleri. 11. yüzyılın son çeyreği içinde Kutalmış oğlu Süleyman Şah Anadolu
topraklarında ilk Türk devletinin temelini attı. Aynı dönemde, Anadolu’nun fethinde rol
oynamış büyük Türkmen beyleri tarafından Dânişmendliler, Saltuklular, Mengücükler ve
Artuklular gibi Orta ve Doğu Anadolu Türk devletleri kuruldu.
Anadolulun İslamlaşması böylelikle başlamış oldu.
Beylikler dönemi Anadolulun sadece Türkleşmesini değil hızlı İslamlaşmasını da sağlamıştır.
Anadolu’ya yapılan göçler Anadolu’nun İslamlaşmasında önemli rol oynamıştır.
HAZIRLAYAN
SEYİT ALİ AKBAŞ
Download