KIRÂAT İLMİNDE MEKKÎ B. EBÎ TÂLİB / Servet Kılıç Servet KILIÇ’a ait olan doktora tezi Mekki b. Ebi Talib’in kıraat ilmindeki yeri, önemi ve görüşlerini ele almaktadır. İki ana bölümden meydana gelen çalışmanın ilk bölümünde Mekki’nin hayatı ayrıntılı şekilde aktarılmıştır. Mevzubahis alimin daha iyi anlaşılması, görüşlerini en doğru şekilde kavranması için hayatı anlatılmadan önce yasadığı dönemdeki siyasi, sosyal, ekonomik ve ilmi hayattan bahsedilmiştir. İlmî kişiliği anlatılırken hocaları, öğrencileri ve eserleri ile ilgili bilgilere geniş yer verilmiştir. Mekki’nin kıraat ilmindeki yerinin ele alınacağı ikinci kısımda önce kıraat ilmine dair bilgiler verilmiştir. Mekki’ye kadar olan dönemlerdeki kıraat tespit kıraatlerinin her dönem için ayrı bir başlık açılarak aktarılması tezin hacmini oldukça artırmıştır. Naçizane “Mekkî b. Ebî Tâlib ve Sahih Kırâatlerde Tespit Kriterleri” başlığına, birinci bölümün ikinci kısmı yerine direk olarak ikinci bölümde yer verilmesi daha uygun olurdu kanaatindeyim. İkinci bölümde “Sahih Kırâatlerde Tevâtür Meselesi” ele alınırken evvela “Sahih Kırâatlerde Tevâtürü Şart Koşanlar” ve “Sahih Kırâatlerde Senedin Sahih Olmasıyla Tevâtürü Aynı Görenler”in zikredilmesi Mekki’nin görüşünün anlaşılmasında faydalı olmuştur. Ahad kıraat olgusunun Mekki üzerinden tartışıldığı kısım ise başlı başına bir çalışma yahut en azından bu çalışmanın üçüncü bölümü olarak kaydedilmeyi hak etmektedir. Zira bu başlık altında ele alınan başlıklar ve içerikleri derin ve kolay anlaşılamayacak niteliktedir. Kıraatlerin tarihsel seyrinde ahad kıraatin anlamı ve kullanımının aktarılması ile başlayan bölüm Mekki’nin ahad’a terimsel bir anlam ve statü kazandırması, ahad kıraate verdiği önem ve son arzada ahad kıraatlerin nesh edilmesi gibi görüşlerinin ele alınması ile devam etmektedir. Mushaf hattına lafzı uymamakla birlikte manası uyan ve uymayan vecihlerden örnek verilmesi ile çalışma son bulmaktadır. 1046 dipnota sahip çalışmaya ziyadesiyle emek verildiği aşikardır. Mevzubahis doktora tezine göre Mekkî ve eseri el-İbâne'nin kıraat ilmindeki önemine gelecek olursak: Kıraat ilmi, Kur’ân-ı Kerîm’in yedi harf ruhsatına dayanan, Hz. Peygamber’den gelen kıraat farklılıkları için belirli kriterler belirleyerek bu farklı okuma biçimlerini araştırır. Bu okuyuşların doğruluğunu tespit ve tasnif ederek Kur’an’ı tahrif edilmekten korumayı hedefleyen bir ilimdir. Endülüs’te kıraat ilminin en önemli isimlerinden biri Mekkî b. Ebî Tâlib, kıraat alanında getirdiği yeniliklerle bu ilme önemli katkılar sunmuştur. Mekki’nin asıl adı, Ebû Muhammed Mekkî b. Ebî Tâlib Hammûş b. Muhammed b. Muhtar el-Kaysî el-Kayravânî el-Kurtûbî (ö. 437/1045) olup, Tunus’un Kayrevan şehrinde hicri 355 senesinde dünyaya gelmiştir. 23 Küçük yaşlarda memleketinde yani Kayrevan’da ilim öğrenmeye başlayan Mekki daha on üç yaşındayken ilim tahsilinin devamı için Mısır’a gitmiştir. Bundan sonra da çeşitli şehirlere rıhleler yaptığı görülmektedir. fıkıh, tefsir, hadis, Arap dili, edebiyat, şiir, kelam, felsefe, rüya tabiri, tarih ve bunun gibi daha birçok ilimde de bilgi sahibi bir âlimdi 28 lakin ismi asıl kıraat alanında öne çıkmaktadır. Zira teracim kitapları onun “Mukrî”, yani kırâat âlimi olması hususunda ittifak etmişlerdir. 29 Tecvit ilminde de mühim bir yere sahip olan müellifin “er-Riâye” isimli tecvit alanında yazdığı eseri, onun dönemine kadar yazılmış ilk müstakil mensur eser olma özelliğine sahiptir. 30 Mekkî’nin kırâat ilminin Endülüs’te yayılmasında da büyük bir tesiri vardır. Mekki “el-Keşf an Vucûhi’l Kırâat” isimli kitabının mukaddimesinde anlaşılması zor olan ilmî mevzuları kolay idrak edilebilecek şekilde anlattığını ve uzunluğu yüzünden öğrenilmesinin kişiye bir fayda sağlamayacak olan kırâat meselelerini kısalttığını ifade ederek kıraat ilmindeki mühim yerine kendisi de işaret etmiştir. 29 Mekki’ye göre bir kırâatin Kur’ân olarak sayılabilmesi için kendisinde şu üç şartın olması gerekmektedir; Kıraatin güvenilir râviler kanalıyla Hz. Peygamber’e ulaşan sahih nakli, Arapça da yaygın bir temelinin olması ve Mushaf hattına uygun olması. Bu üç şartı taşıyan okumaları “Bugün okunan (Kur’ân olarak) kısım”, bu şartlardan birini dahi taşımayan okumaları ise “okunmayan kısım” olarak isimlendirmektedir. Onun bu isimlendirmesinden “okunmayan” kısmı Kur’an olarak kabul etmediği anlaşılmaktadır. 50 Kıraatlerin sahihliğinin belirlenmesi hususunda ileri sürülen üç şart, ilk derli toplu eserlerin verildiği hicri III. asırdan Mekki b. Ebi Talib’in yaşadığı döneme (hicri IV ve V. asır) kadar eserlerde dağınık şekilde bulunmuş, bazı kıraat alimlerinin farklı görüşlerinin de bu şartlara eklendiği olmuştur. Mekkî’ye geldiğinde, onun İbâne isimli eserinde sahih kıraat tanımında bu şartları bir arada toplayıp açıklamalar yapmış, tabiri caizse bu hususta bir usul/metod ortaya koymuştur. 106 Mekki İbâne’de, İbn Mücahid’in tam olarak netleştirmediği sahih kırâat tanımını sınırlarını çizerek netleştirmiştir. Mekki bu tanımın sınırlarını yedi kıraat çerçevesinde değil genel bir şekilde çizmiş, yedi veya daha fazla sayıda olsa da bu tanıma/şartlara uyan sahihtir demek istemiştir. Bunun yanında o da yedili-onlu sisteme bir şey eklemeyerek “et-Tabsira” ve “elKeşf” isimli eserlerinde yedi kıraatin senetlerinden başka senet zikretmemiştir. 107109 Mekki’ye göre bir kıraatin sahih kabul edilmesi için ilk ve asıl şart “senedin sahih olması”dır. Bununla birlikte o, sahih kıraatler arasında tercihte de bulunmuştur. Tercih kriterleri ise “"âmmenin icmâsı ve Harameyn icmâsı”dır. 110113 Mekki’nin kıraatlerin sıhhati için öne sürmüş olduğu ikinci şart “Mushaf hattına mutlak uygunluk”tur. Mutlak uygunluktan bahsetmiş olduğundan dolayı Mushaf’a tahkîken değil de ihtimali olan kırâatler Mushaf hattı dışında kalmışlardır. 115 “Kıraatin Arap diline uygun olması” da onun zikrettiği bir diğer şarttır. O, Arap diline uygunluk hususunda önemli gördüğü “kırâatin Arapça yönünden kuvvetli bir vechinin olması” kaydı ile İbnu’l Cezeri’den ayrılmaktadır. Zira Cezeri’ye göre “kıraatin Arap diline bir yönüyle de uyması” yeterlidir. 117-118 Müteahhir ulema kıraatlerin de Kur’an- Kerim gibi tevatür yoluyla geldiğini savunurken Mekki senedin sıhhatini kıraatin sahihliği için yeterli bulmuş, tevatürden hiç bahsetmemiştir. Kıraatler için tevatür şartı aramayan ilk alim olarak niteleyebileceğimiz Mekki’nin bu görüşü, onun Kur’an ile kıraatleri birbirinden ayırdığı düşüncesine sevk etmektedir. 235 Mekkî, kırâatleri üçe ayırarak birinci sırada kabul edilen ve okunan kısmı, ikinci sırada kabul edilen ancak okunmayan kısmı ve son olarak da kabul edilmeyen ve okunmayan kısmı zikretmektedir. Bu şekilde bir tasnifi ilk yapan o olmuştur. Bu tasnifi kendisinden sonra da kabul görmüştür. 153 Sahih kıraat ile ilgili bilgileri önceki satırlarda aktarmıştık. Mekki’nin ahad ve şaz kıraat ile ilgili görüşlerine gelecek olursak: O, ahad kırâati senedi sağlam olup dile uygun olan ve bununla birlikte Mushaf hattına da uymayan kırâat olarak tanımlamaktadır. Lakin Mekkî öncesi ve sonrası kırâat âlimlerinin tümü, onun ahad kırâat diye tanımladığı türü şâz olarak isimlendirmişlerdir. 157 Bununla birlikte literatürde şâz kavramı, sahih kırâat şartlarından tümünü veyahut bunlardan birini taşımayan kırâatleri ifade etmektedir. Lakin Mekkî’nin kırâat tasnifinde, gelenek içerisinde yaygın olan şâz kırâat tanımına denk gelebilecek bir sınıf da bulunmamaktadır. Mekki diğerlerinin şaz tanımı içerisine giren bir sınıfı ahad olarak isimlendirerek bu konuda onlardan tamamen ayrılmıştır. Bunun sonucu olarak Mushaf’a uymadığından dolayı direkt olarak şaz kabul edilip reddedilen okumalar Mekki sayesinde “reddedilmeyen, ancak tilâvetleri kaldırıldığından dolayı da okunmayan kırâat” olarak kendilerine yer bulmuşlardır. 237-238 186 ahad kıraat olgusu “Ahad kırâat” kavramı, terimsel anlamda ilk defa Mekki b. Ebî Tâlib tarafından kullanılmıştır. Onun öncesinde, ahad terimi yalnızca sözlük anlamıyla kısıtlı şekilde kullanılmış; ancak, kırâat literatüründe kavramsal olarak yerleşik bir anlam kazanmamıştır. Mekki’nin bu yaklaşımı, kırâat ilmine dair yaptığı önemli bir katkı olarak değerlendirilmektedir. Mekki’nin eserinde kullandığı ifadelerden, onun ahad kırâatleri ahrufu’s-seb’a’dan saydığı, dolayısıyla bunların da temelinin vahiy olduğuna işaret ettiği anlaşılmaktadır. İbane ve diğer eserlerindeki görüşlerini dikkatle incelediğimizde, onun ahad kıraati ince nüanslar ile şazdan ayırdığını, ahad haberin inkarını hoş görmemesinden bu hususta hassas olduğu sonuçlarına varabiliriz. 186-190 Mekki’nin eserlerinde, ahad kıraatlerin neshinin son arza ile mi yoksa Hz. Osman’ın Mushaf istinsahı ile mi olduğu hususundaki görüşü net olarak yer almamaktadır. Ahad kıraatlerin neshiyle alakalı tarihsel sürece dikkatle bakıldığında görülecektir ki ne son arza ne de istinsah faaliyeti tek başına belirleyici değildir. Nesh son arza ile başlayıp Hz. Osman’ın Mushaf’ı çoğaltması faaliyeti ile tamamlanmıştır denilebilir. 200 Mekki ve meşhur kıraat alimlerine göre resmî Mushaf ahrufu’s-seb’a’nın tamamını değil ancak bir kısmını kapsamaktadır, dolayısıyla senedi sahih olan fakat Mushaf hattına muhalif olan okumalar da vahiy kaynaklıdır. Bunları ahad olarak isimlendiren Mekkî, bu kıraatlerin Hz. Osman’ın istinsah faaliyeti ile nesh olunduğu görüşündedir. 215 Mekkî, senedi sahih olan lakin Mushaf hattına muhalif olan okumaları ahrufu’s-seb’a’dan kabul edilebilmesi için bir şart koşmuştur ki o da “manalarının Mushaf hattının manasına uygun olması”dır. Yani bir kıraat sahih senede sahip ve Arapçaya bir vecihle uygunsa Mushaf hattına muhalif olsa bile yedi harften sayılır. Fakat hattı Mushaf hattına uymasa bile manasının uyması, ters düşmemesi gerekmektedir. 224