Uploaded by mavera571

Jacques Attali - Labirentin Tarihi

Labirentin Tarihi
Jacques Attali
Fransızca'dan çeviren: Selçuk Kurnbasar
Okuyan Us Yayın
Tarih 03
Labirentin Tarihi
Jacques Attali
ISBN: 975-62B7-25-X
Özgün Adı: Chemins de Sagesse / traite du labyrinthe
© Librairie Artheme Fayard, 1996
ı. Baskı: lstanbul, Aralık 2004
Fransızca'dan Çeviren: Selçuk Kumbasar
Editör: Hande Şarman
Düzelti: Gökçe Tuncer
Kapak tasarımı: ôznur Erman
Grafik uygulama: Berna Kuleyin
Film, baskı ve cilt: Sena Ofset Ltd. Şti.
2. Matbaacılar Sit. Litros Yolu B Blok 4NB9 Topkapı, lstanbul
Tel: 0212 613 3846
Bu kitabın yayın hakları Okuyan Us'a aittir. Her hakkı saklıdır. Tanıtım için yapıla­
cak kısa alıntılar dı~ında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
O Okuyan Us Yayın Egitim Danışmanlık Tıbbi Malzeme ve
Reklam Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti
Kalıpçı Sokak Uzal Apt. 152/4 Teşvikiye 34365 lstanbul
Telefon: (0212) 232 5373, 232 5379 Faks: (0212) 231 5220
okuyanus@okuyanus.com.tr
www.okuyanus.com. tr
içindekiler
Başlangıç için dört hikaye
Doom
Chartres (Fransa)
Avustralya
Girit
Her yerde labirentler
Kodlanmış bir mesaj
Labirenti düşünmek
Labirent ve kıvrımları
Bu kitap bir labirenttir
YAKLAŞMAK
Doğmak
ilk sarmallar, ilk labirentler
Mısır'ın yedinci harikası
Girit labirenti
Tümülüs ve mandalalar
Hıristiyan dünyası
Yaşamak
7
7
8
10
12
18
18
23
24
26
28
28
28
30
33
38
40
44
Her resmin bir anlamı var
44
Bir yolculuğu anlatmak
ilk cennetler, ilk cehennemler
46
51
54
55
58
59
64
Giritlilerin sırrı
Binlerce sonsuzluk
Sina yarımadası bir labirenttir
Hac yolculukları ve ayin alayları
Kabala ve simya
Kıvrımlardan kurtulmak için
67
67
Düz gitmek
68
Ölmek
Labirent kötülüğün simgesi haline geliyor
Labirentleri si;mek
71
72
Labirent bahçeleri
Panayırlar ve topluca oynanan oyunlar
73
77
GiRMEK
79
Keşfetmek
Eskiler biliyorlardı
Doğru, düz olana dönüşüyor
Canlılar dolambaçlı olarak kalır
Genetik bile...
Takas etmek
ilk pazarlar
Şeffaflık ve kar
Göçebe ekonomisinin geri dönüşü
Üst sınıf
Baskın çıkmak
ilk güçler
Mısır'ın on iki kralı
Labirent şeklindeki savaş
Kanunun gücü
. Politikanın gizleneceği yer
Yerleşmek
ilk şehirler
Adresler ve şehir planları
Haussmann'dan Le Corbusier'ye
Geleceğin şehirleri
iletmek
ilk yazılar
Açıkça konuşmak
Sulama kanalları
81
81
81
82
85
88
88
88
89
92
94
94
95
96
97
97
100
100
102
103
104
108
108
108
109
lnternet'in labirentleri
Öğrenmek
Eğlendirmek
ilk hikayeler
Düz çizgide eğlendirmek
Romanlar ve öyküler
Eğlencenin sanal yolculukları
Kendini bilmek
Deli ve bilge
Dolambaçlı bir yol olarak kadınlık
Cinsiyetin peşine düşmek
Düşler ve hayaller
YOL ALMAK
Bir yolcu için tavsiyeler
Göçebe hayatı yaşamak
Karşısına geçmek
Kaybolmak
Ne olduğumuzu kabul etmek
Azmetmek
Düş kırıklığı yaşamak
Zaman uzayın bir parçasıdır
Anımsamak
Bellek ya da ölüm
Ezbere öğrenmek
Anımsamanın geleceği
Dans etmek
Theseus dansı icat etti
Tören alayları ve boğa güreşleri
Bedeni ayırt etmek
110
113
115
115
117
117
119
120
120
121
122
123
125
125
126
127
129
131
133
133
134
137
137
138
141
143
143
144
146
Oyun oynamak
148
ilk oyunlar
Seksek ve kaz oyunu
Spor: Hızdan labirentlere
Labirentte oynamak
Kurnazlık yapmak
Yolu bulmak
148
Kurnaz olmak
Denizciden diplomata
Akıllıca casusluk yapmak
Düğümü çözmek
Düğüm atmak
Nazarlıklar
Tekstil ve tekst
Sırları açıklığa kavuşturmak
Bir resimden dışarı çıkmak
Koridorları geçmek
LABiRENT YAPMAK
iyileştirmek
ilk büyücüler
Bilgisayarlı tedavi
Labirent yapmak
Bir labirent nasıl yaratılır?
Sanat ve maske
Teşekkür
Kaynakça
149
153
153
156
156
157
159
160
161
161
162
162
165
165
165
167
168
168
169
171
171
174
179
181
/,ahin"lıti,ı Ta1·ilıi
Başlangıç için dört hikaye
Doom
Bize henüz çok uzak olan bir zamanda, ağzından alevler
çıkaran kana susamış yaratıklar Dünya'yı istila edeceklerdir. Orduları yok edip ulusları katledecek, tüm yaşam
formlarını ortadan kaldıracak ya da onları kendi yardım­
cıları haline getireceklerdir. Dünya, kendi kendisinin cehennemi olacaktır.
Umutsuzca başkaldıran son bir savaşçı, hala çalışır
durumda olan Dünya'daki sonuncu füzeye ulaşmak ve
uzak bir yörüngeye yerleştirilmiş uzay üssüne gitmeyi
denemek için sağ kalanlardan, şaşkın bir birlik oluşturacaktır. isyancılar orada yeniden güçlerini toplayacaklarını ve Dünya'yı tekrar fethetmeye hazırlanacaklarını ümit
etmektedirler. Kendilerini kurtaracak uzay aracına ulaşabilmek için, vaktiyle olası istilacılara karşı değerli füzeleri korumak amacıyla düzenlenmiş dipsiz kuyularla ve
içinden çıkılması imkansız labirentlerle birbirinden ayrılmış olan; tuzaklarla, çıkmazlarla ve patlayıcı varillerle
dolu, etrafı radyoaktif atıklarla çevrili, basık tavanlı, dolambaçlı koridorları geçmeleri gerekecektir. Fetihçi insanoğlunu savunmak için tasarlanan bu labirentlerin, uzay
kaçağı durumunda kalıp kovalanan insanın en zorlu düşmanı haline gelmesi acınası bir durumdur.
Bu küçük grubu yakalamak için yollanan yaratıklar
en geride kalanları, kalıtsal değişikliğe uğramış yamyamlara, sanrılı hayaletlere, sahipsiz ve acı çeken ruhlara,
saldırgan hortlaklara, manyak siber-şeytanlara ve cehen-
1
Jacques Attalı
Uıbirrııliıı 'lhı-ilıi
s
nemin mızraklı bekçilerine dönüştürecektir.
Bu labirentleri geçebilmesi için son savaşçının çeşitli
engellerin anahtarlarını ve kodlarını bulması, güç alanlarını yok etmesi, parmaklıkların sürgülerini açması, çöken
tavanları etkisiz hale getirmesi, gizli girişlere ulaşması,
çıkmazlara girdiğinde dolambaçlı yollara başvurması ve
onu yakalayıp kendilerinden biri yapmadan önce yaratıkları yok etmesi gerekecektir. Amacına ulaşmak için,
en karmaşık silahlara, az bulunan sinyal karıştırıcılara
sahip olacak ama her şeyden önce, cesaretinden, direncinden, hafızasından, merakından, kurnazlığından, fiziksel kabiliyetlerinden ve önsezilerinden yararlanacaktır.
En başarılı bilgisayar oyunlarından biri olduğu kabul
edilen "Doom"un özetini işte böyle verebiliriz. Bu oyunda oyuncu, savaşçıların sonuncusu ile özdeşleşir ve ekranın karşısında, silahlarını ve gideceği yolları seçer,
eğer kazanabilirse onu kurtuluşuna götürecek olan uçuş
pistine ulaşmadan önce, bir cinayet maratonu (slugathon, uydurma bir İngilizce kelime) koşacağı ölüm labirentinin içine atılır.
Chartres (Fransa)
Orta Çağ'ın, taştan yapılma, ışıldayan ilk lütuf dilekçeleriyle birlikte, Santiago de Compestela yolundaki hacılar
Beauce ovasında önlerinde beliriveren Chartres Katedrali'nin heybetli ve dingin nefini gördüklerinde, orada ilginç bir mistik deneyim yaşayacaklarını biliyorlardı. Hacılar, o güne kadar insan eliyle yapılmış en ışıltılı bazilikaya, Tanrı'ya şükretmek adına inşa edilen en yüksek
Roma kulesine yaklaşırken Batı cephesinin üzerinde, giriş sundurmasının düşey doğrultusunda bulunan ve yüce Tanrı'nın ihtişamını anlatan büyük yuvarlak vitrayı
Jacques Attalı
Uıl,imılhı Thrihi
seyrederlerdi. Binanın esrarengiz mimarı
Ecarlate tarafından düzenlenen görkemli taş ve ışık sahnına girerken, ayaklarının altında üçüncü sıradan dokuzuncu sıraya kadar, nefin tüm tabanını kaplayan, Batı kanadındaki vitrayın ölçüleriyle tıpatıp aynı, onun tam bir
simetriği olan tuhaf bir resimle, dairesel bir labirentle
hayranlıkla
karşılaşırlardı.
Dairenin dışında çiçek ve yaprak desenli yüz on üç
zincirle süslü ve üzerinde Miserere'in 88 şiirleri kazılı, beyaz mermerden yapılma kenar taşları vardı. Dairenin
içinde ise mavi mermerde bir şeritle birbirinden ayrıl­
mış, iç içe geçmiş on bir halkadan oluşan, yumurta şek­
linde bir labirent bulunuyordu. Ne bir çıkmazın ne de
sahte geçişlerin bulunduğu, zıt yönlerde ilerleyen yedi
ardışık yoldan oluşan dahice bir yol ve tam dokunacağı­
nızı sandığınız anda daha da uzaklaşan bir merkeze sahip, baş döndürücü bir iniş çıkıştı bu.
Hacı, labirentin katedralin eksenine göre biraz sola
kaymış olan mavi yolunun başında diz çöker, uzunca bir
süre dua ederdi. Sonra, Cennet yolundaki bir ölümlünün, erişilmez Kudüs'e yürüyen hacının ya da kurtuluşu­
na giden günahkarın tehlikeli yolculuğunu tekrar yaşar­
mışçasına merkezi sıyırıp geçen beşinci halkaya kadar
emekler, sonra oradan uzaklaşır, nefin yüksekliğinin tamı tamına on katı olan toplam yüz seksen beş metrelik
bir mesafeyi merkezdeki noktaya altı defa daha geri gelerek tamamlardı 72 . Nihayet labirentin merkezine ulaşıl­
dığında vitraydan düşen ışığın oluşturduğu desenin kopyası olan altı yapraklı bir gül şekliyle karşılaşılırdı. Hacı
burada Theseus, Minotauros ve Ariadne'nin bakır bir
plakanın üzerine kazılı resimlerini bulurdu.
Tonozun tepesiyle bir yeraltı nehrine eşit uzaklıkta
9
Jacques Attali
Lahinmti,ı 1hrih.i
olan garip yol, yaz gündönümünde oluşan yankının düğüm noktasıydı ve Tanrı'nın bu en kozmik mekanındaki
gizli mimarinin temel kaynağıydı.
Avustralya
Avustralya'nın merkezinde bulunan zorlu çölün tam ortasındaki ıssız topraklarda, Aborijinlerin yaşlı bilgeleri,
dünyanın yaratılması sırasında Wagilag kabilesinden iki
10
Jacques Attalı
kız kardeşin, akrabaları olan erkeklerle ensest ilişkiye
girmesiyle ilgili bir hikayeyi anlatmaktan çok hoşlanırlar.
Bu büyük yasağa böylesine meydan okuyabilmiş oldukları için, iki kız kardeş, topraklarından kovulmak suretiyle cezalandırılmış, çocukları ve mallarıyla beraber çölün
kızgın kumlarında sonsuza kadar dolaşmaya mahkum
edilmiştir. Yıllarca, amaçsız bir hayatın hiçliği içinde kaybolmuş bir halde oradan oraya gezinip durmuşlar. Seyahatleri süresince o güne kadar hiç bilinmeyen hayvanlar,
bitkiler ve bölgeler keşfedip onlara adlar vermişler. Bir
gece yorgunluktan bitip tükenince, Liyagalawumirri ülkesindeki Mirrarrmina gölünün yakınında bir yerde, burasının Wititj adlı korkunç ve kutsal bir piton yılanının
barınağı olduğunu bilmeden kamp kurmuşlar. Kendilerine ağaç kabuklarından bir kulübe yapıp, yorgunluk ve
üzüntüden kendilerinden geçmiş bir halde yemeklerini
hazırlamaya başlamışken, yaşam alanına girilmesinden
dolayı öfkelenen dev yılan yakındaki gölden içine su çekip, istenmeyen misafirlerin üzerine püskürtmüş. lik
muson yağmuru böyle başlamış. Çılgına dönmüş iki sürgün kadın, küçük çocuklarıyla beraber eğreti barınakla­
rına sığınmışlar ve gök gürültüsüyle yağmurun yönünü
değiştirmek için dans edip şarkı söylemeye başlamışlar;
ama boşuna ... Sular yükselmeye devam etmiş ve kısa bir
/.,abirnıliıı
Tarihi
sürede dünyanın her tarafını kaplamış. Piton Wititj, tükenmeyen bir hınçla iki kadını ve çocuklarını yutmuş.
Wititj'in intikamını çok aşırı bulan diğer kutsal pitonlar,
onu bundan vazgeçmesi için ikna etmişler. Böylece Wititj
kadın ve çocukları kusup çıkarmış ve dünyadaki suların
çekilmesini sağlamak için üflemiş. Wititj o kadar gayret
göstermiş ki, olduğu yere yığılıp kendisinden geçmiş ve
vücudunun izi toprağa kazınarak, bugün de görülebilen,
labirent şeklinde bir çukur oluşturmuş. Kadınlar konuk
kabul etmeyen bu bölgeden kaçmak için boşu boşuna
çabalamışlar ve labirentin içinde kaybolmuşlar. Wititj
kendisine geldiğinde, yolunu şaşırmış ve başıboş dolaşan
kadınları görüp öfkeden çılgına dönmüş; kardeşlerine
verdiği sözü geri alarak küçük topluluğu yeniden iştahla
yutmuş ve sadece, halen Mirrarrmina4 :3 gölünün yakınla­
rında yükselen iki devasa kayayı yeniden kusmayı kabul
etmiş.
11
Avustralya'nın Aborijin yerlilerinin, bugün hala şarkı­
larında ve danslarında bu iki lanetlinin ve onların yaşa­
yan labirentinin hikayesini anlatmalarının sebebi, hangi
çağda yaşarlarsa yaşasınlar, kendileri de bir yasağı çiğ­
nedikleri için cennetlerinden kovulan tüm insanlara, vaat edilmiş bir dünya arayışının, günahkarlara kapalı olarak bilinse bile bir kurtuluş yolu bulma ümidini kaybetmeden, çölleri geçebilme cesareti ve labirentlere meydan okuyabilme iradesi gerektirdiğini hatırlatmaktır.
Girit
Yunan mitolojisine göre, tanrıların tanrısı Zeus'un pek
çok çocuğundan biri olan Minos, Fenike hükümdarı Agenor'un "karamsar" kızı Europa'dan olmuş ve annesiyle
evlenen Girit kralı Astericus tarafından evlat edinilmişti.
Jacques Atta1i
Uıbiıwıtüı Thrihi
12
Jacques Attah
Girit tahtına geçme sırası kendisine geldiğinde Minos,
güneş soylulardan Pasiphae ile evlenir ve ondan Ariadne, Phaidra, Akakallis ve Ksenodike adlarında dört kız ve
Glaukos, Katreus, Deukalion ve Androgeos adlarında
dört oğlu olur. 46
Minos, Zeus'un erkek kardeşi deniz tanrısı Poseidon'un yıllık kurban isteğini karşılayabildiği sürece
Knossos sarayındaki yaşam sakin geçmekteymiş. Adanın
tüm refahı denize bağlı olduğu için Minos her sene Poseidon'a muhteşem boğalar kurban ediyormuş. Öyle bir
gün gelmiş ki Minos çevredeki adalarda, yaşam kaynakları olan bu tanrıya kurban edilmeye layık olabilecek güzellikte boğa bulamayınca, Poseidon'dan, kendisine kurban edilecek boğayı yaratmasını istemiş. Poseidon bu istek üzerine adanın kıyılarında yarattığı dalgaların arasın­
dan öylesine iri yarı, görkemli ve saf'kan bir boğa göndermiş ki Minos bu hayvanı kurban etme cesaretini kendisinde bulamamış. Minos'un nankörlüğünden çılgına dönen Poseidon, sözünü tutmayan kraldan, onun en kıy­
metli varlığını elinden alarak intikam almaya karar vermiş: Denizlerin tanrısı, yarattığı boğanın şekline bürünür
ve Minos'un karısı Pasiphae'yi büyüleyerek kendisine
hayran bırakır. Baştan çıkarılan kraliçe ona boyun eğer.
Kraliçe korkusundan, Atina'da testere ve pergel icatları­
nı çaldığını iddia ettiği dahi öğrencisi Talos'u öldürdükten sonra kaçıp Knossos'a sığınan ve gönyeyi icat eden
Yunanlı tuhaf mühendis Daidalos'tan yardım diler. Kurnaz katil Daidalos, eşine sadakatsizlik eden kraliçeyi
memnun etmek amacıyla içine rahatlıkla sokulup girebileceği deri ve tahtadan yapılma bir inek tasarlar. Poseidon, düşmanının karısıyla yatar ve bu birleşmeden Minotauros adını verdikleri, insan vücutlu, boğa başlı bir
f.,ııbiretıti,ı Tarihi
yaratık doğar.
Yaratığın varlığından haberdar olan Mi-
nos, skandal çıkmasından çekindiği için Daidalos'u ve
karısını cezalandırmaktan vazgeçer. Bu lanetin kendi sözünü tutmamasından kaynaklandığını çok iyi anlamıştır.
Ülkede hiçbir hapishane olmadığı için Daidalos'a, yeni
gömülen Mısır kralı Mendes'in karmakarışık koridorlar
üzerinde inşa edilen mezarını örnek aldırarak anıtsal bir
labirent yaptırır ve Minotauros 'u buraya hapseder.
Tam da aynı zamanda, Girit kralı bir başka acıyla sarsılır. Oğullarından Androgeos, Girit'in mutlak egemenliği
altındaki Atina'da bir boğa tarafından öldürülmüştür. Minos bir misilleme yapmaktansa Atina kralı Aigeus'a her
dokuz yılda bir kendisine yedi genç erkek ve yedi genç
kız vermesini emreder. Girit kralı bu zavallı gençleri yarı
boğa yarı insan Minotauros'un bulunduğu labirente gönderir ve yeniyetmelerin canavar tarafından parçalanıp
kurban edilmesiyle bir insanın bir boğa tarafından öldürülmesinin intikamını alır.
Üçüncü kurban töreninden bir gün önce Atina kralı­
nın uzun zamandır bilinmeyen oğlu Theseus, yaratığı öldürmeyi denemek ve bu kanlı bedelden kurtulmak için
kendisini canavara sunmaya karar verir. Babası Aigeus'a
eğer sağ salim geri gelebilirse gemisinin direğine beyaz
yelken çekeceğine dair söz verir.
Thesesu, kurban için seçilmiş diğer on üç gençle beraber Girit'e gelir gelmez, Minos ve Pasiphae'nin kızla­
rından Ariadne'yi baştan çıkarır. Theseus'u kurtarmak
için Daidalos'tan yardım alan Ariadne, sevgilisine labirentin içinde yol gösterecek sihirli bir ip ve Minotauros'un ağzına atıp öldürmesi için balmumundan yapıl­
ma bir top verir. Bu şekilde hazırlanan Theseus, labirentin içine girip ilerler ve yaratığı öldürür, Atinalılar tara-
13
Jacques Attah
l..abin.mliıı Tarihi
fından kabul edilen kurban verme antlaşmasını bozarak
seçilmiş gençleri kurtarır ve ipi geri sararak labirentten
sağ olarak çıkar. Theseus, Minos'un intikamının ateşinin
14
Jacques Attalı
sönmesini beklemeden diğer Atinalılar, Ariadne ve onun
kız kardeşi Phaidra ile beraber Naksos adasına doğru
hızla kaçar. Minos'un kadırgalarını epeyce arkasında bı­
rakan Theseus, Phaidra'yı baştan çıkarır ve Ariadne'yi
terk eder; bunun üzerine tanrı Dionysos kadını teselli etmek için onu gökyüzünde bir takımyıldıza çevirir. Kısa
bir süre sonra Theseus, Delos adasına gitmek üzere denize açılır. Orada yeniden elde ettiği özgürlüğünü kutlamak için üstesinden geldiği labirenti örnek alarak, içinde
hem yol, hem ayin, hem de trans olan bir dans icat eder.
Theseus kutlamalardan, şan ve şöhretinden iyice bı­
kıp Atina'ya dönüş yoluna çıktığında babasına verdiği,
gemisinin direklerine beyaz yelken çekme sözünü unutur. Ufukta siyah yelkenleri fark eden Aigeus üzüntüden
kendisini bugün hala onun adıyla anılan denize atar. Bu
arada deliye dönen Minos, tüm bu felaketlerin sorumlusunu arar ve Pasiphae, Adriane, Poseidon ve Theseus'a
yardım ettiği için suçlu olarak gördüğü Atinalı Daidalos'u
oğlu lkaros ile birlikte kendi yaptığı labirentin içine kapatır. Labirentin içerisindeki yollar öylesine karışıktır ki,
bu iki adam çıkış yolunu bulamazlar. Bu durumda, kurnazlıktan hiç geri kalmayan, teknik yöntemlerin üstadı
Daidalos tüyden kanatlar yapar ve bunları kendisinin ve
oğlunun omuzlarına balmumu ile yapıştırır. Havalanmadan önce lkaros'a güneşin balmumunu eritmemesi için
çok yükseklere çıkmamasını, dalgaların tüyleri ıslatıp
ağırlaştırması korkusuyla da çok alçaktan uçmamasını
tavsiye eder. Yukarı çıktıkça kendinden geçen genç
adam gittikçe yükselir ve en sonunda kanatlarını kaybe-
Labi reııfiıı 1'a ı-ilı i
dip denize düşerek babasının gözleri önünde boğulur.
Talos ve Ikaros'un ölümlerinden kendisini sorumlu
tutan, onları kafasından hiç atamayan ve Giritliler tarafından takip edilen Daidalos, bütün Akdeniz boyunca bir
sürgün labirentinde dolaşırmış gibi bir adadan öteki adaya geçeceği uzun bir yolculuğa çıkar. Peşinden gönderdiği sayısız tekneye rağmen onun izine rastlayamamanın
umutsuzluğu içerisinde Minos zekice bir plan yapar. Akdeniz çevresinde yaşayan herkese meydan okuma çağrı­
sında bulunur; ipek bir ipliği şeytanrninaresinin tüm sarmallarından geçirebilecek kişiye büyük bir ödül vereceğini açıklar. Daidalos, Minos'un meydan okuma çağrısını
sığınma imkanı bulduğu Sicilya'nın bir adasında duyar.
Adını açıklamaksızın buna yanıt verme zevkine karşı koyamaz. Elbette ki çözümü bulmuştur; şeytanrninaresinin
girişinden içeriye doğru bırakılan ve üzerine ip bağlanmış bir karınca çıkıştaki diğer uca yerleştirilen bal sayesinde ip ile beraber dışarı çıkartılır. Bu çözüme ulaşabilecek kişinin sadece Atinalı mühendis Daidalos olduğunu bilen Minos onu cezalandırmak için hemen Sicilya'ya
gider. Ancak Sicilyalılar konuklarını Minos'tan korur ve
banyosuna kaynar su dökerek ondan kurtulurlar.
Tüm bunlar olurken, nankör Theseus, Minos'un ikinci kızı Phaidra ile gününü gün eder. Mutluluğu, karısının
kendi oğlu Hippolytos'a aşık olduğunu öğreninceye kadar devam eder. Oğlu Minotauros'un katilinin oğlunu öldürüp dolaylı olarak intikamını almak isteyen denizler
tanrısı Poseidon dev dalgalar kılığına girerek Hippolytos'u katleder. Bunu duyan Phaidra intihar eder. Theseus üçüncü evliliğini, kendisini ölülerin dünyasını ziyaret
etmeye gönderen Medea ile yapar. Geri döndükten sonra yaşadıklarından bıkıp usanan Theseus her şeyden eli-
1s
Jacques Attalı
[.,abirP11fi,ı Tarihi
16
Jacaues Attali
ni eteğini çekip Skyros adasına gider ve orada kral Lykomedes tarafından öldürülür.
Antik Yunan kültürünün en bilinen öykülerinden olan
bu yüce destan, Balkanlar'ın her köşesinde dolaşıp, ekmeğini anlattıklarından çıkarmaya çalışan bütün gezgin
hikayeciler ve şarkıcılar tarafından yüksek sesle okunur.
Yazı sayesinde bu yapıtlar kayda geçirilmeye başladığın­
da ve tiyatro sanatı ortaya çıktığında, bu hikaye sayısız
şiir ve oyuna ilham kaynağı olmuştur. Sophokles 114 , Aristophanes ve Philippe D'Euboulos birer Daidalos yazmış­
lardır. Ayrıca Euripides'in, Sophokles'in ve hatta Aristophanes'in Theseus ve Giritliler adlı yapıtları, Antiphanes ve Alexis'in "Minos"u ve Alcaeus'un "Pasiphae"si
vardır. Labirent kelimesi artık ona ismini veren daidalos
kadar yaygınlaşmıştır. Öyle ki bu kelime Homeros'un
eserlerinde otuz üç, Hesiodos'ta ise sekiz kere geçmektedir.114
Doğal olarak efsane kahramanları tarih araştırmala­
rında gözden kaçabilmektedir ve efsanenin bize çağrıştı­
rabileceği şu ya da bu tarihsel olayın gerçek bir temele
dayandığını söylemek mümkün değildir.
Labirent kelimesinin bugün Yunanca'da en az daidalos kelimesi kadar kullanılıyor olması hala etimolojik bir
gizemdir. Çok daha sonraları bu kelimeyi kullanan Herodotos, kelimenin kaynağını bilmediğini itiraf etmektedir.
Dilbilimciler uzunca bir süre sözcüğün, Tanrı-kr:ıl'ın yaratıcı ve yok edici gücünü simgeleyen, doğan ve batan
ayın resmedildiği Girit krallık armalarının üzerinde bulunan "çifte balta" sembolünün Lidya dilindeki karşılığı
olan "labrys"den geldiğini savundular. Diğer yazarlar ise
kökeninin ne Yunanca'da ne de Girit dilinde olduğunu ve
kelimenin Lidya dilindeki balta veya mağaradan geldiği-
J,abi1nılin Tarihi
ni söylemektedir. Başka bir dilbilim araştırmasında da
eski Yunanca'da "sepete konan balığın oyunu 114 " anlamında olduğu belirtilmektedir. Yüzyılın başında Evans
adında bir arkeolog Knossos'ta Minos'un sarayının yıkın­
tıları içerisinde, üzerinde Dapurito diye telaffuz edilebilecek ve büyük bir ihtimalle sarayı adlandırmak için kullanılan bir kelimenin kazılı olduğu MÖ 1300 yılına ait bir
tablet buldu. Ayrıca daidalos, Yunanca'da bir sanat yapı­
tı anlamına gelmektedir ve kelimenin bir diğer eşanlam­
lısı olan meandros, zafer kazandığında oğlunun boğazını
kesmeye ant içen ve sonrasında bu yüzden kendisini
nehre atarak intihar eden bir Yunan kralının adıdır. 11 :ı
Tüm bu çelişkili anlamlardan çıkarılabilecek tek bir
kuşku götürmez gerçek varsa o da efsanelerin ne kadar
güçlü olduğudur. Şüphesiz Theseus sonsuza kadar Batı
uygarlığının tarihindeki en karmaşık kahramanlarından
biri olarak kalacak ve onun labirenti geçişi insanlığın en
güzel ve zorlu yolculuklarından biri olarak hatırlanacak.
11
Jacques Attah
Labinmlin Thrihi
Her yerde labirentler
18
Zamanın, uzayın ve efsanelerin dört bir köşesinden gelen bu dört hikayede, insanoğlunun tarihindeki temel ve
değişmez konuları buluyoruz: Sürgünün kaynağı olarak
yanılgıyı, koruma olarak hapis cezasını, öğrenme olarak
oradan oraya çaresizce dolaşmayı, tehdit olarak koyu karanlıkları, kayıp olarak övünmeyi, hayvansal güç olarak
insanı ve yolun sonunda korkularımıza cevap olarak vaat edilen dünyayı görüyoruz. Bu anlatılarda ayrıca insan
yaşamının temel örneklerinden bazıları da yer alır: Ortak
yaşamın gerektirdiği kuralları çiğnediği için lanetlenen
zayıf bir varlık, kimi zaman korkunç bir tehlikenin üstesinden gelen kahraman, kimi zaman insanların hayatını
değiştirmeye katkıda bulunan bir bilgin, kimi zaman da
kahramanı teselli edip kendisine aşık etmesini bilen bir
genç kız.
Bunlarda bile, en az beklendiği yer olduğu halde, her
defasında labirent karşımıza çıkar. Doom oyuncusu da,
Chartres'a giden hacı da, Aborijin kız kardeşler de veya
Giritli kahraman da hayatta kalabilmek için bu labirentlerden geçmek zorundadır. Bilgeliğin yolundan bize ula_ş_an ve tüm bu gizemlerde verilen ortak mesaj, tüm bu hi_kayeleri birbirine bağlayan değişmez ortak nokta aslında
hayatın sırrıdır.
Kodlanmış bir mesaj
Uzunca bir zamandır geçmişin çok az ulaşılabilir izlerinin
Jacques Attali
/.,abirrıtliıı Thrilıi
içinde en uzak geleceğin işaretlerini takip etmekle uğra­
şıyorum. Bu araştırma ilerledikçe, bugünün sosyal ve
düşünsel yapılarında ve insanın kendisi tarafından oluş­
turulan geleceğinde görülen her şeyin kaynağını yaklaşık
üç milyon yıl süresince, bizden önce gezegenimizde yaşamış seksen milyar atamızın düşsel birikiminden aldığı­
mıza daha da fazla inandım. Bize bin bir değişik yöntemle bırakılan bu işaretler arasında en önemlisi, en dikkat
çekeni, en evrenseli ve bununla beraber bugüne kadar
en az açıklanmış olanı labirent kavramıydı.
Çok da önemi olmayan bir oyun mu, yoksa temel bir
ayin mi? Bir sanat eseri mi, yoksa gizemli bir işaret mi?
Bir hapishane mi, yoksa gökyüzüne açılan bir kapı mı?
İçinde sonsuza kadar amaçsızca dolaşılan bir yer mi,
yoksa cennete giden doğru yol mu? Bir inisiasyon merkezi mi, yoksa cehaletin bir yansıması mı? İyileştirmek
için mi, yoksa acı vermek için mi var edilmiş? Bizi sevaba doğru mu, yoksa günaha mı götürüyor? Yazının ilkel
bir şekli mi, yoksa büyük bir özenle yaratılmış simgesel
bir anlatım tarzı mı?
Tüm bunlan aynı anda gösterebilen, her uygarlığın
kendi düşsel ürünlerini gözleyip inceleyebildiği bir ayna.
Ama daha çok, kanımca, dünün göçebelerinin, bugünün yerleşik düzene geçmiş insanlarına yolladıkları,
sanki, istemeden yeniden göçebe olacak olan uzak akrabalarının bir gün, bu unutulmuş çizimlerde gelecekleri için gerek duydukları bilgeliğin yollarını aramak zorunda kalacaklarını önceden sezinlerrıişçesine
yolladıkları son bir mesaj bu.
Her ne kadar kültürümüz yerlere, duvarlara çizilen
basit bir resmin, bir fikri ve daha da ötesi bir felsefeyi
temsil edebileceği düşüncesine şiddetle karşı çıksa da
19
Jacques Attali
Labimıtirı 1brilıi
aslında labirentler bir çizimden çok, bir mesaj olarak algılanmalıdır. Her şeye itiraz etmeyi kendisine görev edi-
nenler bu resimlerin olsa olsa bir oyun aktivitesi sırasın­
da ortaya konan acemice çizimler olduğunu söylemekte
ve daha çok vahşi bir düşüncenin anlamsız izleri, daha
da kötüsü çocukça bir davranış olması gerektiğini savunmaktadırlar.
20
Jacques Attali
Böyle bir açıklama ile yetinmek ciddi bir hata olurdu.
Daha beşinci yüzyılda, Çince'deki harflerin ne anlama
geldiğini iyi bileıı Sunzi "Bir resim bin sözcüğe bedeldir"
diye yazıyordu. Şekiller yazıdan çok daha önce olayları
ifade ederler. Onlar zayıf kalan alfabelerimizin unuttuğu
bir karmaşıklıkla olayları dile getirirler. Labirent, her zaman için, insanların, dilin dolambaçlarından çok daha
önce var olmuş esnek bir sözdizimini temel aldıkları hayallerin bir ana şeması olmuştur. Kim bu şifreyi çözebilirse o bilgeliğin yollarını ortaya çıkaracaktır. İnsanlara,
tıpkı avucunun içinde yaralı bir kuşu tutar gibi, bir bakış­
ta kaderlerini kavramayı öğretecektir. Onlara hiç durmadan kendi sırlarını araştırmaları ve var olmak için bu sır­
ları hatırlamaları için imkan tanıyacaktır.
Çünkü labirent hiçbir zaman önemsiz bir ayrıntı olmadı. İnsan aklının ürettiği bu en eski şekil, insanlığın en
temel dramlarının yaşandığı yerlerde hep var oldu. Sadece Yunanlılarda ya da Avustralya'nın Aborjinlerinde
değil, en eski zamanlarda bile karmaşıklığı tanımlamak,
kaderin trajedisini, bir türlü kaçıp gidilemeyen zamanı
anlatmak, mezar ve tapınaklara yaklaşan saygısızları engellemek için en uygun yoldu. Kilitli bir kasa, bir akıl şif­
resi ve geçici bir ayininin birleşimi gibi bir şeydi.
Beni asıl şaşırtan konu, evrensel varlığının rastlantı­
sal bir olay olarak kabul edilemeyeceğini, çok temel bir
Labiımılin Tarihi
anlatım şekli olduğunu ve hatta dinler tarihinin en
önemli kilit noktalarından birini ortaya koyduğunu, bu
kadar uzun bir zaman boyunca nasıl olup da göremediği­
mizdir. Kuşkusuz bu sessizlik, uygarlığımızın ve kültürümüzün içine girilemeyenin ve dolambaçlı olanın üstünü
örtme ve onu dışlama temelinde kurulması ve tam tersine, ki bunu göreceğiz, düz çizgiyi, şeffaflığı ve yalınlığı
övme yoluyla kendini göstermesi ile açıklanabilir.
Tekrar edelim: Labirenti bağımsız bir yerel olay olarak görmek mümkün değildir. Eskiden beri her yerde; Iskandinavya'da, Rusya'da, Hindistan'da, Tibet'te, Yunanistan'da, Britanya'da, Arnerika'da ve Afrika'daI 4 birbirine şaşırtıcı derecede benzeyen binlerce yıllık çizimlere
rastlanmaktadır. Bunlar taşların içine kazınmış veya birbirlerine binlerce kilometre uzaklıkta bulunan kaya duvarları üstüne resmedilmişlerdir. Sonra, yakın zamanlarda göçebeler yerlerini yerleşiklere bıraktıklarında labirentler kutsal yerlere taşınmışlardır. Ve orada kutsal
kavramların simgeleri haline gelmişlerdir. Mısır'da labirent, ruhun izlediği yolu temsil eder. Başka yerlerde, örneğin Akdeniz bölgesinde ayinsel danslara rehberlik
eder. Amerika ve Çin'deki tüm geç kültürlerde ise kendi
gerçekliğinin peşindeki bir insanın iç yolculuğunu anlatır. Hıristiyanlığın gelişiyle beraber, inançlı insanların,
merkezi Kudüs'ü simgeleyen taştan yapılma bir labirent
boyunca emeklemek suretiyle hayali bir haçlı seferini az
bir emekle tamamlamalarına imkan tanıyan hoş bir yöntem haline geldi.
Sonra, akıl çağıyla birlikte düz çizginin ve şeffaflığın
saltanatı başladı. Labirent, hem düşman hem de savaşıl­
ması gereken karanlığın bir örneği olarak görüldü. Ekonominin kuralları hızlı gitmeyi, dosdoğru ilerlemeyi, za-
21
J.ıcques Analı
Labiıy•,ıtiıı
Tm-ihi
22
Jacques Attalı
mandan kazanmayı, öngörü sahibi olmayı ve önceden
tahmin edilebilirlik gibi kavramları gerektiriyordu. Labirentler yavaş yavaş kayboldular ve önce süsledikleri
bahçelere, insanları eğlendirdikleri salonlara sığındılar­
göçebeliğin bir yansıması daha- sosyetenin oyunu haline
geldiler, kaz oyununda kaydırak oldular.
Onun sürgünü en az Endüstri Devrimi kadar uzun süredir devam etmiştir. Ama artık sürgün bitti. Labirentler
dönüş yolunda. Şehirler birer labirent oldu, pazar ekonomisindeki iktidar ve etki ağları, şirketlerin ve yönetimlerin organizasyon şemaları, üniversite kürsüleri, kariyer
basamakları artık düzgün bir yoldan ibaret değil, aksine
birbiri ardına ortaya çıkan tuzaklardan, yanlış yollardan,
çıkmaz sokaklardan, titizlikle korunan bölgelerden oluşuyor. Zenginlik ve kudret artık labirentlerin sonunda
bulunuyor. Aynı şekilde bilgi işlem teknolojisini, şebekelerini ve mikro işlemcileri gerçek bir pireler labirenti gibi tasvir edebiliyoruz. Bilgisayar yazılımlarının ikilik sayı
sistemine göre düzenlenmiş ve art arda gelen komutları,
pek çok yol arasından seçilen ve sürekli çatallanan bir
dizi olarak düşünülebilir. Bilgisayar oyunları da, hazır­
lanmış sayısız tuzağa düşmeden labirentler içerisinde
dolaşmaktan başka bir şey değil aslında. Hatta bu oyunların en son sürümlerinde, gezegenimizin her tarafından
erişilebilen intemet ağına bağlanarak, birbirinden uzakta çok sayıda katılımcı ile birlikte oynanabilmektedir. Yakında bu labirentlerin labirentleri eğlence hizmetinin
ötesinde, tüm kütüphanelerin ve tüm bilgi kaynaklarının
iletişim ağını dünya çapında organize edecekler.
Her ne kadar gezegenimiz böyle bir ekolabirent olmaya adaysa da, insanın kendisinin zaten bu yapıda olduğunu görüyoruz. Beyin, kulaklar, iç organlar, sinir sis-
fobire,ılin Thı-ihi
temi, parmak izi, genetik kod, hepsi bu bakış açısıyla incelenebilir. Bilinçaltını labirentin sonunda pusuya yatmış bekleyen bir canavar gibi göstermek ve rüyaların
yollarını yasak labirentlerde araştırmak için akla yatkın­
lık ve şeffaflık değerlerini gözden düşüren psikanaliz bilimini de unutmamamız gerekir. Kısacası, mitolojiden romanlara, çocuklar için yazılmış hikayelerden bilgisayar
oyunlarına, anlaşılmaz şiirlerden popüler sinemaya kadar neredeyse tüm edebiyat, tüm eğlence biçimleri, bir
mutlak doğru arayışı ya da labirentimsi engellerle dolu
bir yolun içindeki kovalamacalı bir yolculuk olarak özetlenebilir.
Labirenti düşünmek
Böyle bir konuyu bugünlerde ele almamızın ne gibi bir
aciliyeti olabilir? Çıkmazlarıyla, geriye dönüşleriyle ve
ulaşabileceğimi zannettiğimde benden hiç olmadığı kadar uzakta kalan bir merkeze yaklaşma hissiyle dolu kendi hayatım bir labirente benzediği için mi? Bundan çok
daha öte bir şey bu. Manastırların dingin hacıları veya
Doom oyuncuları gibi, bugünün modern insanı da, çalı­
şan ve evinde tüketen, bilgi ve iktidar ağlarının içinde
rehbersiz bir halde dolaşan; bir zevkten diğerine koşup
yarın öbür gün, dünyanın geri kalanına değerlerini zorla
kabul ettirecek olan, tüm bu ağların yaratıcısı zengin göçebeler sınıfına dahil olmayı hayal eden sanal bir göçebeye, şekil ve görüntü gezginine dönüşmek üzere.
23
Labirentleri anlamak yak-ın bir gelecekte modernitenin anlaşılmas1, için temel teşkil eden bir kavram
olacak.
O halde bizim açıklık ve şeffaflığı unutmamız gerekiyor: Gerçek dünya böyle yaratılmış değil. Labirenti düJacques Attati
/.abirenti,ı Tarilıi
şünmeyi yeniden öğrenmek, onun içinde evrim göstere-
24
bilmek için gerekli yöntemleri yeniden incelemek ve bu
antik çağdan kalma bilgeliğin sırlarını yeniden keşfetme­
miz gerekecek. Bu noktaya ulaşmada mitolojinin bize
göstereceği çok şey olacak. Elbette öncelikle bize en yakın olan, şu Giritli kralın barbarlığını saklamak amacıyla
labirenti kullanmasını anlatan efsaneden başlayalım.
Ama yarın kim Minos olacak, hangi kuwet onun o canavarlığını yeniden bir labirentin dibine koyacak yeteneğe sahip olacak? Peki ya onu yok etmeyi isteyen Theseus kim olacak? Kim, sevdiği adama ölümün sırrını açıkla­
yan asi Ariadne olacak? Ya kim kendi tuzakları ile baş
edemeyen, ama durmaksızın gizemleri çözmek için fırsat
kollayan, katil ve dahi mucit Daidalos gibi olacak? Peki
kim, boyun eğdirmek için ortaya çıkarılması gereken o
yaratık, o canavar, o barbar, o vicdansız ve her insanın
içindeki düşman Minotauros olacak? Ya kim başkalarının
yeteneklerine fazlasıyla güvendiği için ölen lkaros olacak? İnsan aklının büyüklüğünü ve sınırını temsil eden
ve onun, omuzlarına kanat takıp, güneşe yaklaşmamak
şartıyla yükseklere çıkarak bulunduğu durumdan kaçmasnu sağlayan balmurnunun yerine ne geçecek?
Daidalos'tan internete ... Çok mu uzak? Belki de çok
yakın. Sanki bir labirentin komşu iki noktası gibi.
Labirent ve kıvrımlan
Başlamak için bir bilgi verelim: Labirent denince bugün
akla ne geliyor? En azından bir girişten ve bir çıkışa veya bir merkeze giden bir geçitten oluşanıı4, duvarlarla sı­
nırlı, çözülebilir işaretlerin bulunmadığı karmaşık bir yol.
Onlarla kesinlikle her yerde karşılaşmak mümkün, ki bunu göreceğiz. Ve hayal edebileceğimiz labirentimsi çiJacques Attah
Lalri·~ııtiı, Tarilıi
zimlerin sayısında bir sınır bulunmamaktadır. Labirent,
yolları arasındaki mesafenin hiçbir kurala uymadığı, ışık
geçirmez bir yerdir. Tesadüfün ve şüpheli olanın hükümdarlığıdır ve saf aklın Y.enilgisini simgeler.
Duvarlar ve yollar birbiriyle yer değiştirebildiğinden,
bir labirent her zaman çift taraflıdır. Yol bir amaca götürürken, duvar başka bir amaca götürür. Yalın bir şekli
olabilir; bir sarmal veya çıkmazları olmayan dolambaçlı
bir yol gibi; böylece orada kaybolmak nedir bilinmez. Buna yazın dilinde özel olarak "tekyollu 114 " denmekte. Tam
tersine yolun biçimi çıkmazlar ve kıvrımlarla belirlenecek şekilde karmaşık da olabilir ve orada kaybolma riski vardır. Bu durumda ise "çokyollu 114" olarak tanımlanır.
Gereksiz yere karmaşıklaşmış bu terimlere başvurmak­
tan kaçınacağım.
Bir labirent sonuçta bir sınır içine kapatılmıştır: Bir
kareye, bir daireye veya başka bir şekle.
Labirentlerin karmaşıklığı hedefe ulaşmak için yapıl­
ması gereken seçim sayısı ile ölçülüyor. Bir veya daha
fazla merkezi olan bir labirent, tek bir çıkışı olan başka
bir labirentten genelde daha karmaşık olmaktadır.
Ayrıca tüm yolları sabırla denendiğinde ne olursa olsun çıkışına ulaşılabilen içinden çıkılabilir labirentler
ile çıkmazlarla biten kıvrımlardan oluşan ve içinde sonsuza dek kaybolunabilen içinden çıkılamaz labirentler
arasındaki ayrımı da yapmak gerekir. Bazı içinden çıkıla­
maz labirentler, merkezlerine ulaşılması mümkün olmadığında içine girilemez olarak da tanımlanabilmektedir.
Çok sayıda yolun aynı hedefe ulaşabildiği karmaşa*
ıs
' *Orjinal metinde yer alan dedale kelimesi "labirent; karmaşa; karmaşıklık"
anlamlarına gelen bir kelimedir. Bu bölümde "labyrinthe" kelimesiyle birlikte kullanıldı~, için 'labirentimsi' olarak Türkçeleştirilmiştir. Metinde tek
başına kullanıldı~, yerlerde ise 'labirent' olarak çevrilmiştir.
Jacques Attali
l.abirmıtiıı Tarihi
(labirentimsi) ile tek bir yolun bir çıkış veya merkeze
doğru gittiği labirenti de ayrıca birbirinden ayırmak gerekir. Bir karmaşada diğerlerinden daha kısa olan bir yol
vardır. Ama labirentte yoktur.
Ayrıca bir labirentin yukardan bakıldığında görülen,
derisi yüzülmüş bir vücut şeklindeki tasvirini, birbirini
takip eden karanlık mağaraların içerisinde yaşanan gerçekliğinden ayırt etmek gerekir. Labirentin içinde bulunanlar (lngilizce'de maze traders) yolu belli belirsiz görürler ama ancak yavaş yavaş içerde ilerledikçe keşfet­
tikleri yolun karmaşıklığını bilmezler. Labirenti yukarı­
dan görenler (maze viewers) onun karmaşıklığını ilk bakışta anlayabilirler ama içeride bulunanlardaki kaybolma
ve bilmezlik duygusunu hissedemezler. Labirent her şey­
rlen önce, önceden bilinmeden ve tasvir edilmeden geçihnek için tasarlanmıştır.
26
Bu kitap bir labirenttir
Labirentlerin tarihine giriş yapmak için, onların o dokunaklı ve evrensel bir anlam taşıyan inanılmaz varoluşu­
nu anlatacağım. Ardından geleceğin ekonomik, politik,
bilimsel, estetik ve felsefi boyutlarını anlamada bize nasıl yardımcı olacaklarını açıklayacağım. Sonra bu gelecek
üzerine etki yapmamıza nasıl olanak verdiklerini... Sonuçta böyle öğretici yolculuklardan ne bekleyebileceği­
mizi söyleyeceğim ve labirentleri düşünmeyi nasıl öğ­
reneceğimiz hakkında konuşacağım.
Umuyorum bu kitap bittiğinde geleceğe giden yolları
nasıl geçeceğimizi artık daha iyi anlayacağız. Ama bun-
dan önce insanlığın uzun ve dolambaçlı tarihinde yeniden yolculuk etmek ve bu tarihin içinden, uzaklardan
gelen bilgelikleri çekip almak gerekecek. O yüzden bu
Jacques Attah
/,alıirrnti,ı Tari.hi
kitap düz bir çizgi üzerinde ilerleyemez. Bir labirent gibi
inşa edilmiş bu kitapta, her öğrenme arayışında olduğu
gibi, hem kaybolmayı, hem görünmeyen bir merkeze
doğru durmaksızın ilerlerken başlanılan noktaya geri
gelmeyi, hem de kulağın ve gözün bazı sayfaların köşe­
sinde karşılaşılacak öğütleri ve işaretleri kollamasını kabul etmek gerekir.
Belki bu gittiğimiz yolda zamanın akmadığını, ama gidiş ve gelişlerle, sarmal ve çıkmazlarla, uzaklardaki yakınlıklarla ve yanıltıcı uzaklıklarla uzaya açıldığını daha
iyi anlayacağız. Belki de, insanlığın intiharını engelleyecek olan geleceğin bilgeliğinin zamanı kazanmaktan ibaret olmayacağını, aksine onu doldurmayı, onu yaşamayı
ve ona tüm değerini vermeyi amaçlayacağını, ayrıca kendi hayatını ironik bir sanat eseri gibi biçimlendirmeyi becerebilmek için sabrı, kaybolmanın tadını, kurnazlığı ve
dolambacı, dansı ve oyunu öğrenmekten daha acil bir şeyin bulunmadığını aklımıza kazıyacağız. Sırrı mümkün
olduğunca uzaklara aktarmadan önce.
27
Jacque~ Attali
Labinmtin Tarilıi
Yaklaşmak
işte labirentlerin ortaya çıkışlarından ölümlerine ve
dirilişlerine kadar özetlenmiş kısa tarihi.
Doğmak
ilk sarmallar, ilk labirentler
Sarmal fikri insanlarda şüphesiz, kabuklu deniz hayvanlarının, kasırgaların, hortum ve tayfunların, suların akışı­
nın gözlemlenmesi sonucunda doğdu: Sarmal fikri, doğal
ıs
Jacques Attalı
olarak denizle ilgilidir.
Labirent fikri ise şüphesiz, mağaralarla girdapların
keşfedilmesi ve ırmakların, ırmakların kollarından oluşan ağın, onların kıvrımlarının, ormanların içinden geçiş­
lerinin incelenmesi sonucunda belirdi. Labirent fikri, doğal olarak yeryüzüyle ilgilidir.
Sarmal düz, kurallara bağlı ve düzenliydi; göksel bir
ilham taşır. Labirent köşeli, dolambaçlı, düzensizdir, tıp­
kı insan gibi ... Bu düşünce şüphesiz insanın ilk kat ettiği
ve sonucunda bir kişi haline dönüştüğü yola da yabancı
değil: Onu ana karnından çıkartan yol. Kadın insanın
ilk labirentidir.
Bu şekillerin, günümüzden on bin yıl önce, dünyanın
dört bir tarafında aynı zamanlarda ortaya çıkmış olması
çok şaşırtıcı. Gerçekten de tüm kıtalarda kayalara kazın­
mış küçük tasvirler, mezar üstlerine yapılmış resimler,
yere çizilmiş yollar, karmakarışık koridorlar, taştan yapıl­
ma ustalıklı patikalar bulunuyor.
/,abireulin Tarilıi
Ukrayna'da yaklaşık on beş bin yıl önce resmedilmiş
kuşların üzerinde farklı bir üslupta yapılmış kıvrımlar or-
taya çıkarıldı. En eski grafik labirent tasviri Yontma Taş
Çağı'ndan kalma bir Sibirya mezarında bulundu: Bu, bir
mamut dişi parçasının üzerine kazınmış dört adet çifte
sarmal ile çevrili yedi kıvrımdan oluşan bir labirentti. Aynı zamanlarda, Altamira ve Lascaux mağaraları, içlerinde oturanlar tarafından bugün labirent adını verdiğimiz
yerler gibi algılanıyor olmalıydı. insanlar bu mağaraların
içerilerine girip sığınıyorlar; hayvan, sarmal ve kıvrım resimleri çiziyorlar; yeni doğan dinlerin temel ayinleri olan
tuhaf törenler sırasında gizemli mesajlar bırakıyorlardı.
Birçok değişik yerde Cilalı Taş Çağı'na ait labirent resimleri bulunuyor: Tuna Nehri ve Ege Denizi kıyılarında,
Iran'da, Savoie'da, Irlanda'da, Sardinya'da, Portekiz'de,
Ispanya'da, Belgrad yakınlarındaki Brdo'daki Vinca medeniyetine ait yedi bin yıl önce çizilmiş küçük resimler
üzerinde, Iskoçya'daki Kirkmerine'de bulunan kadın tasvirlerinde.87 Çizimlerin çoğu kareler veya daireler içinde
yer alıyor. Bazıları ayıları, kuşları, yılanları simgeliyor.
Hindistan'da, Madras yakınlarında, Hosur Talup'taki
Kunlani yıkıntıları içinde çok sayıda taştan labirent aynı
çağda Iskandinavya'da rastlanan yassı çakıldan yapılma
dairelere benziyor. 87 Hoggar'da, Moritanya'daki Bes Seba Dağı'nda, Sahra Çölü'nde yaşayan Yomba'ların kültüründe, örneğin içinde, bir yılanın bakışıyla büyülenmiş
bir kuş bulunan labirente hayran hayran bakan bir zürafanın görülebildiği benzer resimler de bulunabiliyor. 114
O çağdan itibaren, sadece duvarlarda ve yerlerde görülen birbirinden bağımsız resimler değil, ama bazen duvarları labirentimsi çizimlerle süslü mağaralar dizisi olarak ortaya çıkıyorlar. New Grange'da, bir mağaranın taş-
29
Jacques Attali
/,abfrenti,ı Tarihi
ları üzerinde, ama özellikle, eşik önüne yatırılmış bir döşeme taşının üzerine kazınmış bir tür yüzeyde üçlü bir
sarmal görünüyor. Cornouailles'da, Boisney yakınındaki
bir mağaranın girişinde, taş bir masanın üzerine kazılı iki
labirentle karşılaşıyoruz. Irlanda'daki Wicklow Dağla­
rı'nda bulunan mağaralardaki granit bir bloğun üzerinde
altı bin yıllık bir başka çizim bulunuyor. 11 4 Bretagne'da,
Vannes'ın karşındaki Gavrini Adası'nda, bugün hala sırrı
çözülemeyen bir bilmece olarak kalan ve beş bin yıl önce düzenlenen gizemli bir yer altı geçidinin ana koridoru
üç kola bölünmüş ve içerideki yön değişiklikleri haç, sarmal ve balta şekilleri ile işaretlenmiştir. 20 Yaklaşık dört
bin yıl önce Italya'daki Carmonica Vadisi'nde düzenlenen bir başka labirentvari mağara ise göz alıcı sarmallarla kaplıdır.114
30
Mısır'ın yedinci harikası
1
Mısırlılara ait bilinen en eski labirent şeklindeki resim
Memphis'te sabuntaşından yapılma bir mühür parçası
üzerinde bulunur: Bir merkezin etrafındaki beş dönemeçten oluşan bir çeşit sarmalın yanında karşı karşıya
duran iki insan silueti. Aynı zamanda ve aynı yerde labirent olduğu açıkça görülen33 , tamamen insan elinden
çıkmış; planını bilmeyenin içinde kaybolması için tasarlanmış, inşa edilmiş ilk anıtsal mezarlar ortaya çıkar. Bu
mezarlar piramitlerinkine benzerlik gösteren labirentlerin ilk işlevlerinden birini anlatmaktadır: Krallık soyundan gelen ölmüşlerin mezarlarına yabancıların girişini
engellemek, yolculuklarının sırlarını korumak ve onlara
eşlik eden nesnelerin çalınmamasını garanti altına almak. Kuşkusuz daha önce ve farklı yerlerde yapılmış labirentler de böyle bir işlevi yerine getirmişlerdir, ancak
JacQues Attah
Labirentin 1hrihi
bunlar açıkça tanımlanan ilk örneklerdir. Beş bin beş yüz
yıl önce, Stonehenge taşlarının daireleri kurulduğu zamanlarda inşa edilen bu labirentvari mezarların en eskisi, ikinci sülalenin nispeten az tahtta kalmış gibi görünen
firavunlarından biri olan Peraben'in vücudunu koruyordu.113 Sonraları bu anıtlar çoğaldı ve karmaşıklaştı, piramitlerin yerine geçti veya ekleri olarak kullanıldı. Bin
beş yüz yıl daha sonra, bugün Feyyum olarak adlandırı­
lan şehrin yakınlarında Amenemhet III için yapılan mezar, görülmemiş bir karmaşıklıktadır. On iki eyaletin tek
bir imparatorluk altında toplanmasını anmak için yapılan
bu anıt, bölgelerini ve kabirlerini tek bir yerde toplamayı kabul eden on iki prensin mezarını bir araya getirir.
Anıt, Nil nehrinin rejimini düzenleyen Karun Gölü'nün
yakınlarında, Hawara piramidinin yanında inşa edilmiş­
tir. Aynı zamanda kutsal timsah Sobek 113 için yapılan bu
tapınak yanına yaklaşanları öylesine etkilemiştir ki Yunanlılar tarafından dünyanın yedi harikasından biri sayılmıştır. Bugün yok olmuş olsa bile, önce Yunanlı sonra
Romalı tarihçi ve coğrafyacılar hikayelerinde bizlere yabancıların çok az görebildiği bölümlerin tariflerini bırak­
mışlardır. Örneğin, iki bin beş yüz yıl önce bir labirent
hakkında yazılmış bilinen en eski anlatımı yapan Herodotos, kendisinden bin beş yüz yıl önce kurulan bu yapının o zamanlar içine girilebilen tek yeri olan birinci katını "Mısır labirenti66" olarak adlandırmıştır. Burası, iki
kat üzerine inşa edilmiş bin beş yüzer odanın üstünde
yer alan birbirine bitişik ve kapalı on iki avluyu gezen ziyaretçiye kendisini saran bir şaşkınlık duygusu veriyordu: "Bir avludan bir daireye, bu daireden kemer altla-
31
rına, sonra bu kemer altlarından bambaşka dairelere
ve bu odalardan yeni a'vlulara geçtikçe, dolaştığımız
Jacques Attah
Labinmtiıı Tarihi
32
Jacques Attalı
odalar, gezinip durduğumuz avlular şaşırtıcı çeş'itli­
likleriyle bizlerde sonsuz. bir hayranlık uyandırıyor­
du. Çatı tıpkı duvarlar gibi her yerde taşlardan yapıl­
m,ıştı ve duvarlar yontularak yapılmış resimlerle doluydu. Her avlu, kusursuz bir biçimde düzenlenmiş,
beyaz taşlardan yapılma bir sütun dizisi ile çevriliydi. Labirentin bittiği köşede, bir yeraltı geçidiyle ulaşüan, üzerinde yontulmuş büyük resimlerin bulunduğu, yetmiş dört metre yüksekliğinde bir piramit
vardı. 66 " Bir odadan başka bir odaya geçen yollar "çok
karışıktı" ve "çok büyük bir şaşkınlığa neden oluyordu." On iki prensin ve kutsal timsahların mezarları aşa­
ğıdaki katta sıralanmıştı. "Yunanlıların inşa ettiği tüm
surları ve yapıları yan yana koyun, yine de tümü, çekilen sıkıntı ve yapılan harcama açısından, Piramitler'den bile daha heybetli olan bu labirentten daha
aşağı seviyede kalacaktır. 66" Dört yüzyıl sonra, Romalı
yazar Pomponius Mela, bu anıtın, yine son derece övgü
dolu bir tasvirini yapar ve mimarının adını söyler:
"Psammetion'un eseri etrafı surlarla çevrili tek bir
mekanın içerisindeki üç bin oda ve on iki saraydan
oluşuyor. Her taraf mermerle kaplı. Tek bir girişi bulunuyor ama içerde, binlerce defa kıvrılarak içinden
geçilen ve sonra yeniden geçilen, dönüp durduktan
sonra çoğunlukla yine aynı yere geri gelindiği için
insanı kararsızlığa sürükleyen sayısız yol var. insan
kendini, bu yeri nasıl terk edeceğini bilmeksizin hep
başladığı yerde buluyor.11 4 " Augustus zamanında yaşa­
mış Diodoros Skeliotes de bu tarihi eseri aynı şaşkınlık
duygusuyla tarif eder. Daha sonra Plinius, kendisinden
bin altı yüz yıl önce kurulan bu yapıyı bizlere, "insanoğ­
lunun, elinden gelen tüm çabayı gösterdiği en otağa-
Labinmfi,ı Thrilı.i
nüstü eserlerden biri) 14" olarak aktarır. Çağımızın baş­
langıç günlerinde Strabon, "Coğrafya" adlı kitabında
hayretini şu şekilde dile getirir: "Birbirine karışmış koridorlardan ve bağlantılardan oluşan kapalı geçitler
öylesine incelikle tasarlanmış ki, bir yabancı dışarı
çıkarken veya içeri girerken rehbersiz yolunu bulmayı başaramıyor.114"
Roma devrinde taşocağı olarak kullanılan bu yapıttan
günümüze hiçbir şey kalmamıştır.
Girit labirenti
Mısırlılardan sonra hemen yanı başlarındaki Girit medeniyeti labirenti egemenliği altına aldı. Ondan sadece insanların uydurduğu en güzel hikayelerden biri olan Theseus efsanesini yaratmak için değil, aynı zamanda onu
çizmek ve inşa etmek için. Çünkü Girit'teki labirentler
yalnızca Minos'un başından geçen kötü olaylarla özetlenemez. Her ne kadar adanın üzerinde böylesi bir yapıya
ait kesin bir ize rastlanmamış olsa bile, en azından bu
bölgede labirent işlevi görecek şekilde düzenlenmiş çok
sayıda mağarayla birlikte efsaneyle ilgili sayısız madalyon ve vazo bulundu. Milattan önce ikinci binyılın başın­
da, "genç Avrupa 'nın ilk ortaya uyanışında, ilk gülüşünde, ilk el kol hareketlerinde47 ", yani Knossos geliş­
miş bir uygarlık47 haline geldiğinde, diğer yüz Giritli
kentte, labirentler her yerdeydi. Aralarında en bilineni,
toplumun hafızasında en çok kalanı Minos'un Minotauros'u kapattığı varsayılan ve uzunca .bir süre Knossos
sarayının kalıntıları ile karıştırılan yerdir.
Gerçekte, Akdeniz'in eski tarihinin en güçlü uygarlık­
larından biri olan Girit uygarlığı arkasında o günleri aydınlatabilecek çok fazla iz bırakmamıştır. 46 Hiç kuşku
33
Jacques Attali
Labirnı(iıı 1hriln'
yok ki, Minos'un sarayını yerleştirdiği düşünülen Knossos şehri, kırk yüzyıl önce, Thera'daki yanardağın patlamasından46 ve bir depremden hemen sonra Akhalar tarafından MÖ 1400 yıllarına doğru yağmalanmadan önce, ,
güzel bir uygarlığın zengin başkentiydi. Homeros'a göre
burası "büyük Zeus'un her dokuz yılda bir sırdaş ka-
34
Jacques Attali
bul ettiği kral Minos'un görkemli şehri" idi. Üç yüzyıl
sonra, Truva savaşının sonu Knossos'unki ile aynı zamana denk düşüyordu.46
Minos belki de buranın hükümdarlardan biriydi ama
kişiliği belirsiz kalmıştır. Bazı hikayelerde ağırbaşlı, bilge
ve büyük bir kral olarak görünür. Oysa Odysseus'un on
birinci bölümü onu tam tersine "kötü düşünce!i69 " olarak
tanımlar. Euripides onu Mora Yarımadası ve Kiklad Adaları'nı yağmalayan zorba ve sefih bir hükümdar olarak
betimler. Hüküm sürdüğü tarihler kesin olarak belirlenememiştir.ı4ı Sophokles'in çağdaşı Herodotos'a göre Truva'nın alınmasından üç kuşak önce, 1260'a doğru, Homeros'a göre ise bir kuşak daha erken bir zamanda yaşamış
olmalıdır. 46 Paros Adası'nda ortaya çıkarılan bir mermer,
Girit'te bulunan ve Kydonia'nın (Ayvalık) kurucusu olan
bir kral Minos'tan bahseder ve onu ya MÖ 1445'e, ya
1433'e, ya 1319'a veya 1285 yılına yerleştirir. Eusebios
onun Isa peygamberden on dört yüzyıl önce yaşadığını
teyit eder.14 Ama Diodoros Siculos ve Plutarkhos gibi
başka yazarlar, iki ayrı kral Minos 'tan bahsederler: Biri
Zeus'un oğlu, diğeri onun torunudur. Hatta başka tarihçiler açısından "Minos", bizim çağımızdan iki bin yıl önceki bir hanedanı temsil eder.141
Çok sayıda modem kuramcı bu efsanede tarihsel bir
temeli ve kimliği belirlenebilmiş bir hükümdarı bulunmayan basit bir mitolojik hikaye bulmaktadır: Bir insanın
Labire11/in 1hrilıi
kurban edilmesiyle ve boğa (Güneş'i temsil eden) kılığı­
na giren bir kral ile inek (Ay'ı temsil eden) kılığına giren
bir kraliçenin evlenmesiyle, her sekiz yılda bir güçleri
yenilenen bir Güneş figürü. 114 Diğer kuramcılara göre
ise, Zeus'un oğlu kılığına giren tüm Girit hükümdarları­
nın her dokuz yılda bir, bir başka deyişle her yüz ayda
bir, adanın merkezinde Zeus'a danışmak zorundaydılar.
Eğer Zeus ondan memnun olmazsa onu yok ediyordu,
aksi takdirde ona, gelecek yüz ay boyunca uygulatacağı
kuralları dikte ettiriyordu. 46 O halde Minotauros'un kurban edilmesi gerçekte tüm Giritli kralların tahta çıkma
töreninin ana hikayesinden başka bir şey değildi.
Çünkü Minotauros babasından daha iyi tarif edilmemiştir. Bazıları için o, Minos adlı bir hükümdarın generali olan Taurus ile Pasiphae'nin evlilik dışı doğmuş çocuğudur. Belki de amcası Daidalos tarafından öldürülen
Talos'un reenkarne olmuş halidir.
Bu hikayede ikinci derecede önemli gibi görünen ve
pek çokları tarafından Perdix olarak adlandırılan Talos
da özellikle gizemli bir kişilik olarak ortaya çıkmıştır. Kimileri, pergelin, olta iğnelerinin, salın, tuğlaların ve sihirli yayların icadını 56 , lakabı "becerikli elleri olan usta" olan
bu kişiliğe mal etmektedir. Diğerleri, kendisinde kurnaz
bir generalden başka bir şey görmemektedir. Başkaları
ise Talos'un, Hephaistos'un Sardinya'da bozulmuş mum
tekniğiyle dökerek yarattığı, bileklerinde bronz bir iğne
ile kapanan çok özel bir damara sahip olan, Zeus tarafın­
dan Girit'in koruyucusu olarak tayin edilen ve işgalcileri
nar gibi kızarmış vücutlarıyla kucaklayarak yok eden
"bronz ırkı"ndan artakalan korkunç biri olduğunu var-
35
saymaktadır. 56
Knossos labirentinin var olup olmadığı bugün hala
Jacques Attah
Uıbiınıliu 1brihi
36
Jacques Attali
çok şüphelidir. E. Evans gibi kimi arkeologların görüşü­
ne göreı4ı, belirgin izlerin bulunduğu, "çift baltalı" diye
adlandırılan, Girit krallarının Knossos'taki sarayı gerçekten de Minotauros'un dibine kapatıldığı labirentti.141
Knossos sarayında bulunan, Lineer B yazısı ile yazılmış
tabletler üzerinde, Deidaleion adı verilen bu ibadet mekanından söz edilmektedir. Sophokles gibi düşünenler
için Labirent dipsiz bir kuyudur. Diğerlerine göre de
kent içinde kurulmuş bir hapishaneyi temsil eder. Nitekim Plutarkhos, Theseus adlı kitabında şöyle yazar: "Giritlilere göre ... Labirent, bir kere içine kapatıldığın­
da, dışarı kaçabilmenin imkansızlığından başka korkacak bir şeyin olmadığı bir hapishaneydi 141 ". Milattan önce ikinci yüzyılda yaşayan kimi coğrafyacılar bu
yerin Gortyna'da, kimileri de Knossos'ta olduğunu belirtmiştir. Öyle görünüyor ki, Labirent efsanesi aslında, bugün hala içine girip incelenebilen Skotino'nun iki kilometre kuzeybatısında, Knossos'un doğusunda dört saatlik yürüyüş uzaklığında 141 bulunan bir grup doğal yer altı galerisinden kaynaklanmaktadır. içlerinde, dört kat
halinde düzenlenmiş galeriler, kadın yüzleri ve sakallı
suratlar, dört ayaklı hayvanları simgeleyen pamuktaşın­
dan yapılma figürler bulunmaktadır. Diğer araştırmacılar
için, çok daha yalın bir şekilde söyleyecek olursak, Labirent belki de sadece, Daidalos tarafından general Taurus
ve Pasiphae'nin aşklarını gözden uzak tutmak için özel
olarak hazırlanmış bir yataktır.
Aynı karışıklık efsanenin diğer tüm görünümlerine de
egemen olmuştur. Örneğin Ariadne'nin ipinin işlevine.
Burada yalnızca geri dönüş yolunu bulmaya yarayan,
bellek eğitici yalın bir yöntem gören Pherekydes şöyle
yazıyor: "Ariadne Theseus'a Daidalos'tan aldığı bir ip
J,at,-frrııtirı Thrihi
yumağı verir ve ona rehberlik ederek, ipin ucunu gi-
rişteki kapıya bağlamasını, sonra ipi açarak en gizli
kıvrıma kadar ilerlemesini ... ve sonunda yumağı geriye sararak geri dönmesini söyler.11 4 " Kimilerine göre, Labirent'in merkezine doğru gitmesi için Theseus'a
rehberlik eden bu sihirli sicimdi. Hatta kimilerine göre ip
aslında göksel bir sarmal, ışıklı bir taç, bir tılsım veya deniz feneriydi. Çokları hala kendi kendine Ariadne'nin neden Theseus'a sarmalın içine kadar eşlik etmediğini sormaktadır ...
Ikaros hikayesi de birçok farklı yoruma konu olmuş­
tur. Kimileri Daidalos'un gerçekte oğluyla beraber gemiyle Girit'ten kaçtığını ve oğlunun aptalca bir şekilde,
dengesini yitirip küpeşteden düştüğünü savunmaktadır.
Aslında Daidalos'un, Minos'un savaş gemilerinden kaçabilmek için yapay kanatları değil, yelkeni icat ettiğini ileri sürmektedirler.
Gençlerin eğitildiği mağaralara, sarayların ve şehirle­
rin mimarisine de "labirent" adı verilmiştir. Daha önceleri Wicklow Dağları'ndaki granitlerin üzerinde 113 ve Mı­
sır'da bulunan hep aynı yedi halkalı çizim tarzı, sonraları paraların üzerinde de görülmüştür. Yunanlıların, "kabuk biçimindeki yer" olarak adlandırdığı bu resimler, iliş­
kili oldukları efsaneler gibi, Mısır'daki anıt mezarlardan
esinlenmiş gibi görünmektedir. Bunu kolaylıkla açıklaya­
biliriz: Doruk noktasına ulaşan uygarlığıyla Mısır ve yükselmeye başlayan Girit arasındaki ilişkiler o zamanlar
çok yoğundur. Aynı şekil, bin yıl sonra Pylos'ta, Asklepios tapınağının girişinde, Yunanistan'da Epidauros'ta,
sonra Alpler'de ve yedi yüzyıl sonra, MÖ 1. yüzyılda
Pompei'de yeniden ortaya çıkacaktır.ı 4
37
Jacques Attali
l.<ıbiınıriıı Tarilıi
38
Jacques Attalı
Tümülüs ve mandalalar
Aynı devirlerde fakat başka yerlerde, diğer pek çok toplumda da labirentlere rastlanıyor: Babil'deki taşlar üzerinde olduğu gibi Peru'daki Nazcalar'ın kültüründe, üstü
doğal bir manganez verniğiyle kaplı beyaz alçıtaşının hakim olduğu bir yayla üzerinde de, yirmi metre çapında
üç sarmallı bir labirentle birlikte, kartal, ayı, kertenkele,
köpekbalığı ve örümcek resimlerinden oluşan labirentler
bulunuyor. 93 Anasazi adı ile anılan Kuzey Amerika'nın en
eski yerleşik kabilesi olan Hopiler'de de, Girit'teki labirentlerin şekline tıpatıp benzeyen, hem kare hem de daire biçiminde yapılmış, Arizona'da, mesa dedikleri üç
yayladaki taşların üzerine, Ohio'da ise yedi metre geniş­
liğinde, dört yüz metre uzunluğunda bir yılanı tasvir
eden topraktan yapılma bir anıtın üzerine kazınmış bulunan, Batı'daki dağlara yaptıkları yolculuğun sonuna kadar halkın koruyucusu ve Doğu'nun bekçisi olarak kabul
edilen yılanı simgeleyen labirentimsi bir imza görülüyor.129
Yıne aynı devirde, Çin'deki Tong Ting (Oyuk Dağ)
mağarasının içine kazınmış ve tütsü yolları görünümünde yapılmış labirentleri de buluyoruz. Burada tütsünün
bitişi, zamanın geçişini ölçmeye yarıyordu. Bazen aşırı
özen gösteriliyor, her saate başka bir koku veriliyordu.
Bu yollar genellikle güneşin zamanı belirleyemediği durumlarda, özellikle gece vakti işe yarıyordu. Su saatinin
kullanılamadığı büyük kuraklık zamanlarında icat edilmiş olmalıydılar. İki bin beş yıl önce, Yan Jiangpu'nun bir
şiirinde tütsü labirentlerinden söz edilmektedir. 124 Daha
sonraki tarihlerde, her yüz ayrımın, kal denilen, günün
bir bölümünü gösterdiği, son derece karmaşık oyulmuş
labirentlerle süslü, bakırdan yapılma tütsülü mühürler
/,uhirnıtirı 1lırilıi
ortaya çıkmıştı. Kimi zaman mevsime göre farklı uzunluklarda olan labirentlerle geceyi beşe bölmek yeterli
oluyordu. 124
Tibetliler aynı vakitlerde, labirentin özel bir biçimi
olup, daire ve karelerden, yollardan ve çıkmazlardan yapılma mandala adını verdikleri karmaşık resimleri tasarlamışlardı. Bu resimlere hala, Hint mağaralarında olduğu
kadar, Trieste yakınlarındaki Postumia'da bulunan Roma
gömütlerinde de rastlıyoruz. Roma'daki Augustos'un
mezarı gibi, Atina Akropolis'inin temelleri de labirent örneklerine uyuyor.
Şu ana kadar taşların, eşyaların veya vazoların üstüne çizilmiş resimlerin eski yapıların planları olduğunu
söylemek kuşkusuz mümkün değil. Labirent mimarisine
sahip bir yapı planının kesin olarak bilinen ilk grafik tasviri, MÖ 1. yüzyılda Pompei'de inşa edilen Girit sarayıdır:
Marcus Lukretius'un evindeki bir duvarın üzerine yerleştirilmiş bir mozaikte bu planla karşılaşıyoruz. Aynı devirlerde Plinius, kendisinin bu özelliklerde dört yapı gördüğünü bizlere aktarır.1 14 "İnsanın en şaşırtıcı çalışması,
ama kesinlikle düş değil" diye nitelendirdiği bu yapılardan ilki Mısır'da, ikincisi Girit'te, üçüncüsü Midilli Adası'nda yer alır; sonuncusu ise, Etrüsk Kralı Porsena tarafından yaptırılan ve üzerinde yüz elli ayak yüksekliğinde
piramitler bulunan Italya'daki anıttır. Ayrıca Roma'da,
çocukların içlerinde dolaşırken eğlenmeleri için hazırlanmış otlardan yapılma labirentler olduğunu da anlatır:
On beş yüzyıl sonra gelişip serpilecek bu bitkisel labirentlerden ilk defa burada söz edilmektedir.
Mühürlerin üzerinde ve Roma mezarlarının içinde de
labirent simgeleriyle karşılaşıyoruz. Aynı şekilde, İrlan­
dalı, Galli ve Britanyalı Keltlerin kalelerinin girişinde,
39
Jacques Attah
/,,abimırtirı Ta,-ilıi
Dorset'de bulunan Meiden Castle'da ve aynı biçimde inşa edilmiş çok sayıda kentte de bu simgelere rastlıyo­
ruz.14 Iskandinavya'da bu türden simgeler, örneğin Lindbacke, Nyköping, Galgberget, Visby ve Arundehög'te,
çoğunlukla kıyı boylarında veya liman girişlerinde kum
üzerine yerleştirilen yassı çakıl taşlarından yapılmıştır. 26
Tek ve çok önemli bir istisna var: Girit uygarlığı ile aynı devirlerde geçen değişik olaylan aktaran Kutsal Kitap
hiçbir labirentten bahsetmez. Ne var ki, Ceriko şehrini
çevreleyen ve koruyan labirent, dolaylı olarak da olsa söz
konusu edilmiştir.
40
Jacques Attah
lhristiyan dünyası
Hıristiyanlık ortaya çıktığı zaman, geçmişteki ayinlerin
izleriyle savaşmak ve onları ortadan kaldırmak yerine bu
yeni din onları toparladı, özümsedi ve kendisine mal etti: Tanrılar azizlere, tapınaklar katedrallere, muskalar
kutsal emanetlere, tarım bayramları Isa'nın hayatındaki
olayları anmaya dönüştü. Böylece labirentler, çok doğal
olarak mezarlarda ve haç şeklindeki kutsal mekanlarda
çizildiler. Bir kilisenin zeminine çizilen ve 328 yılından
sonraki bir tarihte yapıldığı varsayılan en eski labirent,
Cezayir'de eş-Şelif'teki 113 Reparatus bazilikasında bulundu. Bu labirentin merkezinde, on üç harften oluşan bir
karenin, okunma olasılığı bulunan her tarafında tekrar
edilen iki kelime bulunuyordu: "SANCTA ECLESIA", yani "kutsal kilise". Bugün de hala var olan bu tarzdaki
ikinci labirent, iki yüzyıl sonra Ravenne'de Saint-Vidal
Kilisesi'nin zeminine çizilmişti.
Labirentler daha sonra Hıristiyan dünyasının tüm
manastır ve katedrallerinin zemininde yer aldı. Genellikle nefin inşaatı sona erdiğinde çiziliyorlardı. Görkemli
IAıbi,Yııti,ı Tnrilıi
ve gizemli labirentlerle, Chartres'ın, Sens'ın, Amiens'in,
Reims'in, Saint-Quentin'in, Bayeux'nün, Arras'nın, Poitiers'nin girişlerinde, Saint-Omer'deki Saint-Martin Manastırı'nda, Roma'daki Santa Maria Trastevere'de, Pavia'daki Saint Michele Maggiore'de, Cremona'da, Lucca'da, Sainte-Marie in Agnesi'de, Piacenza'da karşılaşı­
yoruz.118 Çoğunlukla Chartres'daki gibi dairesel on bir
dar geçitten ibaret olup, bazen Amiens'daki gibi sekizgen, nadiren eş-Şelif'teki gibi kare biçiminde tasarlanı­
yorlardı.114 Ravenne'de bulunan Saint-Vidal'deki ve Poitiers'deki örnekler dışında, hemen hemen her zaman,
çıkmazı olmayan bir merkeze doğru bir aşağı bir yukarı
döndürerek götüren tek bir yoldan oluşuyorlardı. Chartres gibi gotik katedrallerde labirent, yapıya adını veren
azizin anıldığı gün, güneşin doğduğu noktayı işaret eden
nefin eksenine yerleştirilmişti. Eğer katedralin planını
çarmıha gerilmiş lsa'nın bir tasviri olarak kabul edersek,
labirentin, yolculuğun ve hacıların simgesi olan yay burcunun etkisinde olan oyluklar hizasında yerleştirilmiş olduğunu görürüz.133
llk bazilikaların içindeki labirentlerin merkezinde çoğunlukla boğa başlı insan Minotauros'un simgesine rastlanıyordu. Daha sonra, Saint-Omer Kilisesi örneğinde olduğu gibi, insan başlı inek simgesi onun yerini aldı. Sonra, daha da ileriki yıllarda yapılan yapılarda Isa resmi onların yerine geçti. Saint-Gall'dekinin ortasında şöyle bir
yazı vardır: Domus Dcedali. Pavia'daki Saint-Michel'de
ise şu sözler kazılıdır: "Theseus içeri girdi ve yaratığı
öldürdü 106". Lucca'daki kubbe boyunca yer alan labirentte Theseus'a gönderme yapan üç dize görülür. Amiens'de, Notre-Dame Katedrali'ndeki labirentin merkez
taşı, diğer birçok örnekte olduğu gibi, katedrali inşa
41
Jacques Attali
Lafıiınıfiıı Tııı·ilı.i
42
eden usta mimarların bakırdan yapılma işaretini taşıyor­
du.133 Devrin eserleri labirentleri dcedali diye adlandırı­
yor ve ayrıca bu usta sanatçıları aynı adla tanımlıyordu.
Böylece Chartres'ın gizemli Ecarlate'ı, Luzarches'ın Robert'i, Amiens'deki Thomas de Cormont veya Reims'deki Jean d'Orbais gibi ustalar için labirent, tanıtıcı bir işa­
ret oldu. Labirentlere Dcedalus'tan başka, "Saint-Jacques'ın yolu", "Kudüs yolu" ve hatta "Süleyman'ın hapishanesi", "dolambaç" veya "fersah" adı veriliyordu.
Bir insanın dizleri üstünde labirenti aşmak için geçirdiği
süre, ayaktaki bir insanın bir fersah yürümesi için gereken süreye eşit olduğu için labirente bu sonuncu isim
verilmişti. Gerçekten de, 1768 yılında yıkılan Sens Kilisesinin fersah'ını diz üstü çökmüş bir halde dolaşmak
için hemen hemen bir saat gerekiyordu. On üçüncü yüzyılda inşa edilen Saint-Quentin piskoposluğuna ait "Kudüs fersahı" zamanın bir tarihçisi tarafından şöyle tanımlanıyordu: ''Siyah ve beyaz iki çeşit yer karosundan yapılmıştı; dönüşleri ve kıvrımları öylesine büyük bir orantıyla ve ustalıkla oluşturulmuştu ki, çoğunlukla bu kilisede dolaşmaya izin verilenlerin aklını çalıştırmasına hizmet ediyordu. Sekiz kenarlıy­
dı, çapı otuz beş ayak uzunluğundaydı ve tam ortasında aynı biçimde bir taş vardı ... 133"
Demek oluyor ki, labirentler Orta Çağ'da tüm tapın­
ma mekanlarında bulunuyordu; şatoların taşlarına kazılı
tüm o sembollerin arasında, ustaların imzalarında, Moissac 'taki alınlık tablasında, Saint-Gilles'de spiral biçimindeki merdivenin üstünde, Vezelay'deki, eski ahitin yeni
ahite çevrilmesini anlatan ünlü alçak kabartma kompozisyonunda, Isa'nm mandorlasında ve Musa'nm cübbesi
üzerinde ... Simyada ve hatta füglerin ve bir sesler labiJacques Attah
J..ubireııtiıı Tarihi
renti olan çoksesliliğin ortaya çıkmasıyla beraber müzikte de görüldü.
Yerleşik kültüre dayalı uygarlığımız hala bir labirentler labirenti olarak düşünülüyor. Onun kendisini anlaması ve açıklayabilmesi için hala labirente ihtiyacı var.
43
Jacques Attatı
Yaşamak
Şimdi tüm bu şekillerin ne anlatmak istediğini
çözmeye çalışacağım.
44
Jacques Attah
Her resmin bir anlamı var
Bu şeklin, tüm uygarlıklardaki evrensel varlığını nasıl
açıklayabiliriz? Tüm kültürler için ortak bir açıklaması
var mı, yoksa her örneği ayrı ayrı mı değerlendirmek gerekiyor? Rasgele çizilmiş bir duvar resmi mi, bir bulmaca mı, bir sanat eseri mi, bir oyun mu, bir hapishane mi,
bir kale mi, bir tapınma yeri mi, bir öğrenme aracı mı?
Yoksa şifreli bir mesaj mı?
Bu soru antropologları uzunca bir süreden beri meş­
gul etmiş ve ilkel düşüncenin en önemli değişmezlerin­
den birinin etrafında dönen bu büyük tartışmanın varmak istediği hedef olmuş olmalı. Sarf edilen çabalar bazen sonuç verse de, kanımca bu sorulara tamamıyla tatmin edici bir cevap getirilemedi.
Bence labirent, toplumun bilinçaltının, öteki dünyaya
gönderilen bir mesajın somutlaşmasıdır. insanın yazgısı­
nın anlamlarından birinin ve dünyayı düzene koyma arzusunun ilk soyutlamasıdır. Evreni, hem önceden tahmin edilebilen hem de önceden tahmin edilemeyen yönleriyle tarif eder. Bu öyle bir evrendir ki, ondaki yolculuk, tıpkı hayattaki yolculuk gibi, hem özenle araştırılır
(çünkü sonunda sonsuzluk yakalanabilir), hem de ondan
korkulur (çünkü hiçlik pusuda bekler). Labirent, iki
l,,ııbire,ı(i,ı n,,.;ı,;
dünya arasındaki bir gedik, güven vermeyen ve tehlikeli
bir geçit yeri gibidir.
Bütün uygarlıklarda labirent öncelikle bir simge idi,
sonra bir efsanenin dayanağı ve son olarak da bir haberleşme yolu oldu. Sonuçta labirentler yazıdan önce icat
edilen bir dil, karmaşık bir anlatım biçimi gibi bir şeydi.
ilk insanların çiziktirmelerinin arasında anlamı olan
tek şey labirentler değildi. Yazıdan ve hatta şekil-yazılar­
dan önceki her şekil bir kavramı ifade ediyordu ve tüm
simgeler birer mesajdı. Tüm topluluklar bir resme neredeyse aynı anlamı, aynı evrensel düşünceyi yüklüyorlardı. Yontma Taş Devri'ndeki mağaralarda bulunan resimler bizlere, sadece o zamanın insanlarının çizdikleri hayvanlar yoluyla değil, aynı zamanda onları çevreleyen,
kozmosu ve insan ilişkilerini nasıl algıladıklarını ifade
eden daha soyut simgelerle de bazı hikayeler anlatmaktadır.
45
Örneğin daire hemen hemen her yerde birliği, mükemmelliği, bütünlüğü, Güneş'i, hayatın başlangıcını, döl
yatağını, hayatın kaynağı olan suyu simgeler28 ve dünyanın bitimliliğine bir gönderme yapar. Birçok kültür Ev-
ren'i, iç içe geçmiş daireler dizisi ile betimler. Hilal, her
yerde değişikliğin, değişimin, doğumun veya yeniden
doğuşun simgesidir. 28 Oval, genellikle kadınsı bir şekil­
dir. Kırık çizgiler nehirleri, suyu, düz çizgiler ise yağmu­
ru düşündürür. 28 Kare, Dünya'yı veya Evren'i, her durumda Yaradılış'ı temsil eder. 28 Haç bütün bir Evren'i, dikey çizgi eril ruhu, yatay çizgi dişil maddeyi ve bu çizgilerin kesişme noktası ise insanlığı temsil eder. 28 Yunan
haçı, bir yıldız veya bir insan, eğer bir daire içine yerleş­
tirilmişse de, geçmekte olan zaman veya gökyüzündeki
Dünya anlamına gelir. 28 Üçgen eril bir simge olan ateşi,
Jacques Attali
/,abiTP11.l"i.n Torihi
eğer ters çevrilmişse dişil bir simge olan suyu ifade eder.
Tepe noktaları karşı karşıya gelen iki üçgen cinsel birleş­
meyi, eğer çakışırlarsa bütünleşmeyi tarif eder. 28 Örgü
şekli, sonsuz geri dönüşün, imkansız kaçışın kapalı ve
karamsar simgesidir. Sarmal ise tam tersine çok sayıda
uygarlığın kültüründe, geleceğin ve ışığın açık ve iyimser
simgesidir; ölülerin yolculuğunun, deniz kabuğunun bir
temsili, doğumun, suyun ve Güneş'in metaforudur. Ters
yönde dönen iki sarmal genellikle bir yolculuk, astronomik bir dönem, bir yolculuğun sonunda başka bir evrenden çıkıp gelmeyi ifade eder. Üçlü bir sarmal ise rüzgarı,
suyu veya yılanı anlatır. 2s
Şeklin merkezinde ne olursa olsun, burası kutsal bir
yer olarak kabul edilir. Buraya giden yollar diğerlerinden
çok daha önemlidir. Merkezi kendi kendine bulmak ise
deneyimlerin en zorudur.
46
Bir yolculuğu anlatmak
O halde bir labirent deseni ne anlama gelmektedir'?
O bir hikaye anlat1r. )-Iiçbir zaman aynı olmayan; bazen daha az, bazen daha çok acıklı -veya neşeli- olan,
ulaşılması gereken amaca, seçeneklerin zorluğuna, giriş
ve çıkışların sayısına, çıkmazların bulunup bulunmamasına göre karmaşıklık seviyesi artan ya da azalan hikayeler... Genellikle bir yolculuğun, ilk göçebe insan topluluklarının ya da saklanmış bir cinayetin, gizlenmiş bir suçun, zorlu bir kaçışın, bastırılmış düş kırıklıklarının, saklanmış hazinelerin, zorlu baştan çıkarmaların, kurtarıl­
ması gereken kızların, vaat edilmiş toprakların, keşfedi­
lecek yeni dünyaların hikayesini anlatır. ı Uzun sözün kı­
sası, zamanın başlangıcından bugüne dek gelen, insanlık
halinin gizli yollarının hikayesi.
Jacques Attali
Labirerıriıı Torih-i
Sarmal ve örgünün bir birleşimi olan labirent, içinden
geçildiği veya merkezine ulaşıldığı durumlara göre bizle-
re farklı hikayeler anlatır. Birinci durumda bir tek problem vardır, ikinci durumda ise problem iki, hatta üç tane
olabilir, çünkü merkezde, verilmiş bir söz - örneğin baş­
tan çıkarılacak bir kız- veya bir tehdit - örneğin dövüşül­
mesi gereken bir canavar- bulunabilir. Sonra da çıkışa
doğru gidebilmek için geri dönüş yolunu bulmak gerekecektir.
Daha genel bir şekilde tarif edersek lal1irentler hem
bir göçebenin ilk yolculuğunun anısını, hem de insanın,
ölüm, başka bir deyişle son yolculuk karşısındaki evrensPl korkusunu betimler. İnsanın, gücünü, inancını, bilgisini ve kara bahtı karşısındaki sabrını kullanarak, kaderini ve yolculuğu bitmeden önce bir ideale ulaşma umudunu kendi kendine anlatmasına yardımcı olur. Kötülük
karşısında savunma, ölüm karşısında ise korunma içgüdüsünü ve hayatı öteki dünyadan ayıı:an o zayıf çizgiyi
algılamasına ve somutlaştırmasına, dolayısıyla ölümsüzlüğe ve sonsuzluğa hazırlanmasına imkan verir. Aynı zamanda bilgiye ulaşmanın her türlü yolunu anlatır ve gelecek kuşaklara bu bilginin ulaştırılmasını sağlar.
Labirentler öncelikle bir yolculuğu anlatır. Buna şaş­
manuz gerekir çünkü onlar her şeyden önce yerleşiklere
göçebeler tarafından miras yoluyla bırakılan bilgeliği
yansıtır. ilk göçebeler çölde ve ormanda ilerlediler, geri
çekildiler, döndüler, başladıkları noktaya geri geldiler,
kayboldular, umutsuzluğa düştüler. Tek amaçlarının hayatta kalmak olduğu bu uzun yolculuk boyunca kişilikle­
ri oturdu.
, Her insan bu şekilde, hayatın içine girmekten, zorla
içine çekildiği varoluş labirentinde sürgün yaşamaktan,
47
Jacaues Attali
f.,abirmıli,ı Ttırihi
48
koruyucu labirentin, yani rahmin dışına atılmaktan duyduğu pişmanlıkla yolundan çıkabilir, sonsuza kadar kaybolabilir. Etrafında ona rehber olabilecek bir işaret olmaksızın ve korumasız doğan insan, korku ve umutlarıy­
la beraber çölün içine, denizlere, ormanlara, engellerle,
tuzaklarla, tehlikelerle ve düşmanlarla dolu yerlere doğ­
ru atılır. Hayatta kalmanın gereksinimleri yüzünden yoluna devam etmek zorunda kalan insan, kendi yazgısı bir
fırtınanın, bir yarığın, bir vadinin, bir çığın, bir buzul ilerlemesinin, bir kasırganın, bir vahşi hayvanın, düşman bir
kabilenin elinde iken, oradan oraya dolaşır ve kimi zaman yolunu şaşırır. Önündeki yolun durmaksızın kapanmasından ve ölerek tamamen yok olmaktan korkan insan aynı zamanda amacına çok yakın olduğu hisseder.
Onun ilk sınavı, Yaradılış ve Kutsal Kitap hikayelerinin tamamında anlatılan, insanın içinde bulunduğu güvenli ortamdan sürgün ediliş efsanesi olmuştur. Cennetin bahçelerinden kovulan Adem ile, Hopiler'in yazıtla­
rında anlatılan, koruyucu yeraltından Sotuknang tarafın­
dan kovulup atıldıktan sonra Taoiwa'nın onlar için hazır­
ladığı dokuz kat evren biçiminde yapılmış korkutucu labirentlerle karşılaşmak zorunda kalan insanlar bunlara
örnek olarak verilebilir. Bu yazıtlarda şöyle yazıyordu:
"Labirentteki tüm çizgiler ve tüm geçitler, insanın
hayat yolunda izlemesi gereken, Yaratıcı'nın evrensel
planını oluşturuyordu. 129"
Göçebe insan labirentimsi çöllerinde dolaşıp dururken, kendisinin bulunduğu her yerde Tanrı'sının da var
olduğunu ve onun, tek bir toprağın Tanrı'sı olmadığını
keşfeder. O yere değil, insana aittir. Nerede olursa olsun
her zaman içte taşınan, içselleştirilmiş bir Tanrı düşün­
cesi onu kaçınılmaz bir şekilde tektanrıcılığın şaşırtıcı
Jacques Attalı
Labi ınıliu 1h ı-ihi
keşfine kadar götürür. Bu düşünce sadece bir göçebenin
aklına gelebilirdi.
Ilk insanlar, ilk göçebeler hayatta kaldıkları süre içerisinde Ölüler evi deneyiminden geçtiler. Ilk insanlar, yeniden doğuşun arayışı içerisinde çölde hayatlarını riske
attılar. Hayatları da labirentler gibi düzenlenen ve hikayelerinde kıvrımlı yollar içerindeki yolculuklardan bahseden ilk göçebeler labirent gerçeğini fark etmişlerdi.
Ama deneyimi arttıkça, insan, yavaş yavaş çevresini
kendi yararına kullanmaya başladı. Mağaralara sığınma­
yı, kendisi için gerekli ürünleri yetiştirmeyi, ormanları
tarıma elverişli yerler haline getirmeyi, küçük koylarda
fırtınalardan korunarak yaşamayı öğrendi. Sonra mağa­
raları terk etti, evler, saraylar, duvarların gölgesinde şe­
hirler inşa etti. Geçmişinin anılarını devam ettirmek için
göçebe hayattan yerleşik hayata geçişini ayinleştirdi.
Böylece bir zamanlar, göçebeyi koruyan mağaranın karanlığındaki inişli yol bir efsane haline gelir ve göçebenin
zorlu yolculuğu kutsal bir hikayeye dönüşür. insan kendi kendine hayali yollar, zafer hikayeleri ve kurmaca yolculuklar icat eder. Sonra da onları çizer.
O halde, labirentin dört anlamını sırasıyla şöyle belirleyebiliriz:
Ölümün bir yolculuk olarak görüldüğü ilk göçebe ve
yerleşik uygarlıkların tümünde labirentler her şeyden
önce öteki dünyaya doğru bir geçişin, cenaze ayininin
hikayesini anlatır. Geçiş yolunun en iyi grafik simgesi olduğu için labirent "öteki dünyanın bir haritasıdır78 ".
Ölen kişi bir kere içine girdi mi hem rahat olmak hem de
geri dönüp yaşayanları rahatsız etmemek için orada kapalı kalırdı. "Bu ölüler evinin yoludur4°", çöküşün, Ba. tışın tasviridir, "tanrısal Güneş-Kral'ın ölümünden
49
Jacques Attali
J,,nbirnıliıı Tuı-ilıi
so
sonra içine çekildiği ve kimi zaman oradan geri geldiği sarmal şeklindeki şatosudur-0 1 ", ölünün Toprak
Ana'ya yolculuğudur. işte bu yolculuk boyunca, ayinin
gereklerinin eksiksiz ve saygılı bir biçimde yerine getirilmesi sayesinde, ölünün ruhunun yaşaması ve sonsuzluk
içerisinde yeniden uyanması sağlanıyordu. Nasıl ki onun
diğer ruhlar ve tanrılar tarafından yolunun üzerine yerleştirilen engelleri yenmesi gerekiyorsa, aynı şekilde ölülerin dönüşlerinden korunmak için de evlerin veya diğer
yerlerin girişlerine geride kalanlar tarafından labirentler
konuyordu.
Böylece, labirent doğal bir şekilde ikinci bir anlam kazanıyor: Labirentler bizlere bir kişinin ya da bir topluluğun geçtiği bir sınavı anlatır. Özellikle bir kurban ayinini, bir günah keçisinin öldürülüşünü, bir hayaleti, bir
mim oyuncusunu, bir olayın sahneye koyuluşunu veya
grubun liderinin yeniden dirilmesine ve ayine katılanla­
rın olayları öğrenmesine imkan tanıyan temel bir cinayetin tasvirini betimler.
Sonrasında aynı mantıkla devam edersek üçüncü bir
anlam karşımıza çıkar: Her sınav, her kurban, bir yaratı­
ğa karşı kazanılan her zafer, her bir hazinenin fethedilişi
bir "bilinçli veya bilinçsiz" inisiasyon, bu da demek
oluyor ki insanlık durumunu 41 meydana getirir. Labirenti geçebilen artık bir inisiye* olmuştur ve yeni bir
hayatın içine girer. Gerçekten de çok sayıda kültürde
*lnsanlı!)ın
fikirsel tarihi boyunca oluşan eski geleneklerin (tradisyonların)
devamını sa!)layan ezoterik (gizli, batıni) bilgi, bu bilgileri ö!)reten mezhep-
lere ba!jlanılmadan, girilmeden ö!)renilmezdi. Ancak mezhebe dahil olanlara
verilirdi. Ezoteriklik (içreklik), bilinenlerin herkese açıklanmamasını gerektirir.
Birçok şeyler gizli tutulur. Bu gizli tutulan şeylerin açıklandı!)ı sınırlı sayıdaki
kimselere inisiye (başlayan, mürit) denir. lnisiyeyi yetiştiren inisiyatördür
(başlatan, üstat, kılavuz). Bir inisiyatörün (mürşit, şeyh, büyük üstat) kontrölü
altında geçirdikleri tek tek imtihanların sonunda, bireylerin kendi ruhlarında
yaşadıkları hakikatlerin tümüne inisiyasyon denir.
Jacques Attalı
/.,nbiınılin 1hı-ilıi
mağaralar inisiasyon* yerleriydi. Gençler bu mağaralara
adsız
olarak girerler ve bir yetişkin olarak mağaradan
çıktıklarında bir adları olur, grup içinde yeniden doğmuş
gibi olurlar ve topluluğun bütün haklarına sahip bir üyesi konumuna gelirlerdi.
Sonra birinci anlamdan çıkarılan dördüncü bir anlam
ortaya çıkar: Dirilme. Bir labirentin için girmek, ölme
riskini almak, bir sınavdan geçmek, inisiye olmak, tüm
bunlar, içerde rasgele dolaşan bir kahramanın hikayesine dönüşür. Bu da, ölülerin ülkesinde yeniden doğan,
geri gelen ve belki de yeniden dirilen yeni birini yaratır.40
Böylece labirent çok doğal bir şekilde, bir iyileştirme hikayesinin, sonsuzluğa ulaşma yolunun, bir yeniden dirilmenin veya en azından kazanan açısından bir dönüşü­
mün, bir değişimin temsili haline gelir. Ayrıca yaşayanla­
rın dünyası ile ölülerin dünyası arasında bir sınır, bir geçiş, karşılaşma ve haberleşme yeri oluşturur. O yüzden
burası çok tehlikeli bir yerdir.
Sonuçta labirentlerle ilgili tüm efsaneler şu veya
bu şekilde dört hikayedciı bahseder: Bir yolculuk, bir
sınav, bir inisiasyon ve bir dirilme. Hepsi kahramanın
ölümünü, onun kurban edilmesini, öğretici bir gizemi
51
keşfetmesini, değişimini anlatır.
İşte labirentler bu yüzden her uygarlığın, hayat,
ölüm, öt'eki dünya, dünyanın yaratılışı ve insanın kimliğiyle ilgili sırları çözme yöntemini anlamamızı sağlarlar.
İlk cennetler, ilk cehennemler
llk göçebe kabileler önce geçici bir süre yaşadıkları mağaralarda, daha sonra da elleriyle yaptıkları kulübelerde
oturmaya başlayıp yerleşik düzene geçtiklerinde grubun
üyeleri, daha önceki hayatlarından anımsadıkları kadaJacques Attali
/,abi,t-mıti,ı Tarihi
rıyla ve tamamen doğal bir şekilde duvarların üzerine la-
s2
Jacques Attah
birentler çiziyordu. Onlar mağaraların ve kuyuların içinde, atalarının geldiği ve öldüklerinde gittiği yer altı dünyasının giriş kapılarını, labirentimsi sınırlan görüyorlardı. Gerçekte Evren'in yaratılışı ile ilgili ilk hikayelerin tümü, günahlarıyla beraber yeraltından çıkan veya başka
yerlerden gelip bu Dünya üzerinde yerleşik hayata geçen göçebelerin efsaneleriydi.
Bu örneklerdeki gibi bugün hala varlığını sürdürebilen uygarlıkların az bulunur ayinlerini incelediğimizde
hem bu dört anlamın hem de anlaşılır ya da anlaması güç
olan labirentlerin her yerde var olduğunu görürüz.
Bir ada ülkesi olan Vanuatu'daki Malakula adasında
anlatılan çok ilginç bir efsanede labirentler hikayenin
ana konusunu oluşturur. Efsaneye göre adada oturan
herkes ölümden sonra ölülerin oturduğu bir mağaranın
girişindeki Lenbutt Song kayasının yakınlarında, Temes
Savsap adındaki dişi bir ruhla buluşmak üzere Serving
ülkesindeki Wies'e gider. 30 Yeni geleni kabul edip içeriye
almadan önce koruyucu ruh kumun üzerine "yol" anlamına gelen naha}, adında bir labirent çizer.1 14 Ruh ölüye
labirenti incelemesi için bir süre verir ve sonra desenin
yarısını siler. Ölü, parmağını kumun üzerinden kaldırma­
dan, tek bir hareketle labirenti yeniden oluşturmak 30 ,
sonra da onu merkeze götürecek yolu bulmak zorundadır. Eğer ölü, yaşadığı süre içerinde kendini yetiştirmiş,
kutsal simgeleri, destanları, dansları, ayin şiirlerini yeterince çalışmış ise şekilleri ezberden bulur, onları kolaylıkla yeniden oluşturabilir ve içinden "geçebilir 114 ". Temes başarıyla bu sınavdan geçenlere mağaranın içine
girmeleri için izin verdiğinde, ölüler orada atalarıyla buluşur ve sonsuza kadar uçacak bir tilkiye dönüşürler. Ay-
/.abfrP11li11 Thrihi
rıca eğer ölü gerçek hayatta bir kahraman ise zaferlerle
dolu bir hayat geçirmek üzere ateşten bir adaya gider. 30
Tam tersine, eğer ölü deseni tamamlayamazsa koruyucu
ruh onu yok eder ve boşluğun içinde onu ortadan kaldı­
rır. Malakula'da yaşayanlar için labirent ayinlerinin tam
olarak bilinmesi ve hayatları boyunca onların sırlarının
öğrenilmesi ruhun sonsuzluğu için kaçınılmaz bir koşul­
dur.
Büyük Okyanus'taki bir başka takımadanın, Maluku
takımadalarının bir üyesi olan Seram adasında anlatılan
bir başka hikaye de 114 bu fikre ışık tutmaktadır. Zamanın
başlangıcında, erkekler daha hala ölümsüz iken bir kız
"Güneş'in adamı" olarak bilinen vahşi bir yaratık tarafın­
dan kaçırılır ve yine onun tarafından canlı canlı gömülerek öldürülür. Işte erkekler, bu ilk cinayetin cezasını, birer ölümlüye dönüşerek çekerler. Daha sonra eşitlik düşüncesiyle, kadınlar da aynı kaderi paylaşarak. ölümlü
olurlar. O zamandan beri her yıl düzenlenen bir gece ayini bu genç kızı ve öldürülüşünün anısını insanlara hatırlatırken, öldürmenin onları ölümlülere dönüştürdüğünü
hiçbir zaman unutmamaları gerektiğini hatırlatır. Bu tören süresince erkek ve kadın dansçılar dokuz kıvrımdan
oluşan bir sarmal yapmak ve bir labirentten geçmek zorundadırlar. Sadece labirenti geçmeyi becerebilen dansçılar öldükten sonra insan olarak dünyaya geri gelecek
ve diğerleri sonsuza dek hayvan veya ruh olarak kalacaktır.114 Bu örnekte de labirent, şiddeti bir yola koyan kurban törenini simgeler ve onu geçmesini bilenlere sonsuz
bir hayat sağlar.
Diğer pek çok kültürde labirentler ayrıca, ölülerin
ikametgahına girişin simgesi olmuştur. Oraya ulaşmak
için genellikle Dünya'nın en derin yerlerine inmek, ma-
53
Jacques Attalı
Labiınıtin ToriJıi
ğaraların ve yer yer tuzaklarla kaplı geçitlerin içinden
geçmek gerekmektedir. Örneğin Bambaralar'da sarmal,
dünyayı, ilk sözü ve doğurganlığı yaratan ruhu simgeler.
Birbirinin ters yönde dönen iki sarmal ise yaratılışından
sonra dünyayı düzene koyan evrensel hareketi temsil
eder. Orta Amerika'nın yerlilerinden Mayalar'a kadar
tüm toplumlarda ölülerin yolculuğu yeraltındaki bir labirent içindeki uzun bir yürüyüş olarak görülür. Birmanya'da, bugün hala görülen bir geleneğe göre, ölünün ailesi bir bambu labirentinden geçip, kaybettiği yakınına,
bir başka labirenti geçmesi ve sonsuza dek dinleneceği
mekanına ulaşması için yardımcı olmaya çalışır. Mısırlı­
lar'ın Ölüler Kitabı ise insanları, bitiminde en son krallı­
ğın bulunduğu, mağaralar, çıkmazlar ve insan yiyen yaratıkların yuvalarıyla dolu bir geçişe, dönüşü olmayan bir
yolculuğa hazırlıyordu.
54
Giritlilerin sım
Girit'te de labirentler bir yandan ölülerin yolculuğunu
simgelerken bir yandan da genç insanların inisiasyon
merkezleri olarak kullanılıyordu. Bütün Theseus efsanesi, ölüme doğru bir yolculuktan, bir kurbandan, bir yeniden doğuştan ve bir inisiasyondan bahseder. Burada Daidalos, öğreten ve yol gösterici, Minotauros cellat, Ariadne ödül, Theseus ise, çok sonraları, ne olursa olsun diyerek Cehennem'e kadar inip oradan sağ salim geri gelen
bir inisiye olarak karşımıza çıkar. Gerçek labirent de Girit'te bir inisiasyon merkezi niteliğindeydi_14ı Genç Giritliler yetişkinlerin seviyesine ulaşmak için kutsal dağların
tepelerine kadar çıkmak ve sonra mağaralardan ve dar
geçitlerden geçerek aşağıya inmek zorundaydılar. Bu
zorlu sınava hazırlanmak için topluluk halinde hareket
Jacques Atıalı
Ulhireııtüı Torilıi
ederler, silahsız avlanmayı, kurnazlığa ve tuzaklara baş­
vurmayı, karanlıktan, yönlerini kaybetmekten korkmamayı ve canavar kılığına girmiş yetişkinlerle dövüşmeyi
öğrenirlerdi. Yolculukları süresince aileleri onları ölmüş
kabul ederlerdi. Mağaralardan zaferle çıktıklarında ise
silahlarını ve yurttaşlık haklarını teslim alırlardı. 46 Sparta'da ergenlik çağına gelenler savaş silahlarını almadan
önce devlerin tuzaklarından sağ salim kurtulmak, Girit'ten gelen bir boğayı yenmek ve bir labirenti geçmek
zorundaydılar. Benzer bir tören bugün hala Girit adasın­
da, Knossos yakınlarındaki Skotino'da Ekdyasia adıyla
her yıl 26 Temmuz'da yapılır. Gençler bu törende çocukluk elbiselerini tamamen bırakırlar ve bir ejderhayı yenen üçüncü yüzyılda yaşamış bir bakirenin, azize Parasceva'nın veya diğer adıyla Veneranda'nın anısına dans
ederler. 141 Aynı hikayeleri yine aynı devirdeki çoktanrılı
İskandinav kültürünün hikayelerinde de görüyoruz.
55
Binlerce sonsuzluk
Girit kültürünün egemen olduğu bu devirde, labirentler
ve ölülerin yolu arasındaki ilişkiye Babil kültüründe de
rastlıyoruz. Gılgamış'ın düşmanı olan ve ölülerin ülkesini
koruyan Humbaba adındaki şeytanın korkunç yüzü, iç
organlardan ve çene resimlerinden yapılmış labirentvari
bir çizimle betimlenmişti. 14 Gılgamış, Humbaba'nın hapsettiği bir kızı özgürlüğüne kavuşturmak için onun yuvasına, gizli merdivenler ve çıkışı olmayan yollarlal4 dolu
sihirli ormanına doğru atılır. Gılgamış genç kızı kurtarır,
Humbaba'yı öldürür ve tanrı olur. Theseus efsanesiyle
bu hikaye arasındaki paralellik, ormanın burada labirent
işlevi görmesiyle açıkça ortaya çıkar.
Pek çok yerde ölülerin ruhlarını tuzağa düşürmek
JacQues Attali
J,ahiwııHn Taı·ilıi
s&
Jacques Attalı
için evlerin önüne labirentler çizilirdi. Geleneklerine
bağlı Çin'de, ölüye, öteki dünyaya yaptığı yolculuğunda
yardım etsin diye küllerinin konduğu kavanozların üzerine bir sarmal çiziliyor ya da kazınıyordu. Dirilme Tibet'te
ölülerin başına gelebilecek en kötü felaket olarak görülürdü. Ölüler Kitabı'nda anlatıldığına göre bu dünyadan
ayrılanlar, bitmez tükenmez acılar ve ölümlerle dolu bir
yaşam labirentine, doğum, ölüm ve dirilme çemberine
girme tehditi altındadırlar. Bu tehlikeden kaçınmak amacıyla, samsaradan kurtulup onun varoluş nedenlerinin
yok olması anlanuna gelen ve hayatın bir yadsıması olan
nirvanaya ulaşmak için kutsal kitap ölüye hareketsiz kalmasını tavsiye eder. Onun için dua eden kişinin ise, ebedi uykunun simgesi olan merkeze konsantre olmasına
yardım edecek bir mandala resmini seyre dalar ve insanların bu dünyadan çıkmasına ve sırası geldiğinde hareketsizliğe katılmasına yardım etmeye çalışır.
Kulamlar olarak bilinen güney Hindistan yerlilerinin,
ruhları tuzağa düşüren, onları hapseden, böylece evleri
korum:ı altına alan ve tek bir parça halinde birbirine bağ­
lannuş çok sayıda halkadan oluşan bazı dövmeleri Malakula adasının "nahal"ları ile benzerlik gösterir. 30 En
önemli efsanelerden Mahabharata'da on üç labirent deseni bulunmaktadır. 114 Bu desenler hem büyüleri tarif etmeye yarıyor, hem de iyi bir savaşçının düşmanını sürüklemek zorunda olduğu tuzakları ve çıkışı olmayan şekil­
leri temsil ediyordu. Efsanenin altıncı bölümü Bhagavadgita'da labirent bir silahtır, bir kaledir, bir askeri oluşumdur, insanı kendinden geçiren bir danstır ve Kurushabra savaşında büyücü Droma tarafından düşmanın kafasını karıştırmak için düşünülen bir kurnazlıktır. 30
Avustralya'nın Aborjinler'i tahta veya churinga taş pla-
l.abire,ıliıı Tan'lti
kalannın üzerine her biri bir kişiyi, bir eylemi veya bir
yolculuğu simgeleyen sarmal, çizgi, kıvrım ve çemberler
tarafından oluşturulan gruplar çizerler. Bu şekil grupları
çeşitli labirentler meydana getiriyor ve her biri bir topluluğun hikayesini anlatır. 25
Diğer uygarlıklarda labirentler bir başka yolculuğu,
evrenin yaratılışını ve hatta insanlığın doğuşunun hikayesini çağnştınrlar. Örneğin Kuzey Amerika'daki Pueblo
yerlilerinden Hopi, Zuni ve Pima kabileleri dünyadaki
hayata gelişlerini, Taiowa'ya verdikleri sözleri tutamayan
insanların, yaptıkları hatalardan ötürü dört beş defa başarısızlığa uğrayan denemeleri sonrasında, yer altı mağa­
ralarından oluşan bir labirenti geçmelerinin hikayesi olarak anlatırlar. 129 Bu yolculukları ve göçebe hayatlarını
hatırlamak için günlerin en kısa olduğu, o, insanın içine
kasvet veren kışın tam ortasında yapılan Wuwuchim töreni sırasında Hopiler üçüncü mesalarında, mağaraların
içindeki kutsal sunakların önünde yere çakılı bir kazığın
üstüne kazınmış dairesel bir labirente karşı dua ederler.
Bu tören Güneş-baba'ya gönderme yapar ve kış gündönümü sonrasında dünyanın yeniden doğuşunu simgeler.
Hopiler başka durumlarda da Toprak-Ana'ya, mağara hayatına, bir dua ve dini tören yeri olan Kiva'ya göndermeler yapan, ama bu defa kare biçiminde resmedilen ve diğerlerine benzer şekildeki labirentleri çizerler.
Romalılarda görülen Kozmos'un görüntüsünü ve insanlığın kaderini temsil eden labirentler de ölülerin yolculuğunu çağrıştırır. Örneğin Vergilius, Aineias'ın ölülerin krallığı Hades'in girişinde, Cumae'nin kapılarının üstündeki bir Girit labirentine rastlayana kadar bir labirentten başka bir labirente gitmeye mahkum edildiğini
anlatmaktadır. 30 Aineias, girişi koruyan Sibylla'dan uzun
57
Jacques Attalı
J,abinmti,ı Tarihi
zaman önce ölmüş babası Anchise'i bir an için de olsa
görmek için giriş izni ister. Kadın bunu kabul ettiğinde,
bulduğu altın bir dal ona rehberlik eder, böylece babası­
nı bulur, sonra sonsuz uykunun iki kapısından biri olan
fildişinden yapılma ana kapıdan geçerek Cehennem'den
çıkar. 80
58
Jacques Attalı
Sina yarımadası bir labirenttir
Daha önce anlatılanlar Kutsal Kitap'ın insan aklının ürünü olan resimler arasından labirenti neden dışladığını
açıklıyor. Ölülerin geçişi gibi bir olgudan hiçbir şekilde
bahsetme ihtiyacı duymayan Kutsal Kitap'a inanan Yahudilere göre ölüler, sonsuzluk için beklerken kendilerine dua edilebilecek ruhlar olarak değil, bilinmeyen bir
boşluğun, toplu bir yeniden diriliş için bekleyen soyut
öğeleri olarak tanımlanırlar. Tanrı, yaşadıkları sürece insanlarla araya koyduğu peygamberler vasıtasıyla konuşur, ama hiç kimse öldüğünde dünyayla bağlantı kurup
konuşamaz. işte bu, sarmal yerine düz çizginin, karanlık
yerine şeffaflığın, dolambaçlı yollar yerine yalın yolların,
çokluk yerine tekliğin seçimini açıklar. "Kitap"ın "Halk"ı
düşüşten kurtuluşa kadar "Tarih"in yönünü ortaya koyan oka ihtiyaç duyar, çevrimsel ya da tersine çevrilebilir olanı reddeder. Yunanlılar'ın geometride yaptığı gibi,
bu halk da bir şekilde tanrıbilimdeki düz çizginin mucididir.
Bununla beraber, daha yakından bakıldığında Kutsal
Kitap'ın da çölde yolunu şaşırmış göçebeleri, korkutucu
bölgeleri, kutsal ve eğitici mağaraları anlattığını görürüz.
Tanrının keşfi, kanunlarının ve ona olan aşkın öğrenilme­
si birbirini takip eden denemeler ve kurbanlar, inisiasyonlar ve yolculuklar, toplu bir yeniden dirilmenin son
Lahinml'iıı Tarilıi
bir umut olarak kaldığı dünyada gerçekleşir. Eğer labirent kavramı Kutsal Kitap'ta olsaydı, o zaman ölümün
boşluğundan yeniden dirilişin büyük sevincine kadar
tüm insanlığın yolculuğunu simgelerdi. Aslında böyle bir
labirent var. Benim bildiğim kadarıyla, bugüne kadar hala labirent olarak tanımlanmamış olmasına rağmen bu
devasa labirent tektanrıcılığın doğuşunda çok önemli bir
dönemi oluşturur. Bu labirent, diğer kültürlerdeki labirentlerin işlevini tam anlamıyla yerine getiren ve Kutsal
Kitap'ta hikayesi anlatılan Israiloğullarımn Mısır'dan çı­
kışından sonra geçtikleri Sina Yarımadası'dır. O, vaat edilen topraklara giden yolu insanlara kapayan bir labirent
gibidir. (Firavun şöyle der: "Çöl onların üzerine kapandı") Kırk yıl boyunca tüm bir Yahudi nesli orada dolaştı
durmuştur. Bu topluluk çölde bir çeşit Minotauros'la
karşılaşır: Musa-Theseus'un devireceği altın buzağı. Ancak daha önceki kişisel denemelerden farklı olarak bu
defa bütün bir ulus labirenti geçer ve kendi içinde tam
anlamıyla yeniden doğar. Sina Yarımadası'na giren yetiş­
kinlerden hiçbiri oradan sağ çıkamaz. Musa bile vaat edilen toprakların eşiğinde ölür. Çöl-labirent, ölüler ülkesinden seçilmiş bir kavimi doğurur ve bu kavme mesihi
bekleyen bir yaşam biçimini öğretir. Toplu dirilişin yararına kişisel yeniden doğuşu feda edebilmek için ortaya
konulması gereken de tam olarak budur.
59
Hac yolculukları ve ayin alayları
Yeni Ahit'in satır aralarında da labirent kavramı görülür.
Isa bir mağarada doğar, aynı zamanda vücudu bir mağa­
ranın içine yerleştirilir. Onun çektiği acılar, zorlu deneyimlerden ve çarmıha gerilmeye götürülürken yaptığı
duraklamalardan oluşan ve yeniden dirilişle sonlanan bir
Jacques Attali
Uıhirrnlin Tarilıi
&o
Jacque5 Attalı
yoldur. Ama bu olay da sonralan yeniden kişiselleşir. Önceki çok tanrılı dinlerin efsanelerini sahiplenmekten
kaygı duyan Kilise'nin halk tarafından benimsenen vaazlarında labirent tam olarak yerini alacaktır. Hıristiyanlık,
çok önceden, mümin kişiye, kurtuluşa ermesi için yeni
Theseus sayılan Isa Peygamber'in yolunu takip etmesini
ve Meryem Ana'ya, yeni Ariadne'ye inanmasını tavsiye
eder. Bu öğreti ancak, eski törenlerin içine işleyerek
çoktanrılı dinlerin tapınaklarının zeminlerinde olduğu gibi kendi tapınma mekanlarının tabanlarında da labirentleri gösterdiği zaman, labirentlerle ilgili hikayelerin tercümesini kolaylıkla oluşturabildi ve bunu iman öğretisi
için bir araç olarak kullanmaya başladı.
Yüzyıllar boyunca dinin öğretisi sihirli pagan kültürüne yavaş yavaş sahip çıkmakla yetindi. Bu ilgi bazen bazen de, Hıristiyanlığı kontrol altına alma konusunda birbirleriyle zıtlaşan farklı mezhepler arasındaki savaşın
yansıması olarak, gizli mesajlarla belirdi. Örneğin daha
önce adı geçen eş-Şelif'teki kilisede Santa Eclesia yazı­
sı, Kutsal Kilise'nin Ariadne tarafından temsil edildiği agnostisizmi hatırlatırmışçasına dört büyük Yunan gamma
harfine göre yerleştirilmişti.113
Labirentler önceki tüm dinsel yapılarda olduğu gibi
kiliselerde de uzunca bir süre, temelde sadece kötü ruhları tuzağa düşürmeye ve bu ruhların zarar vermelerine
engel olmaya yarayan sihirli bir işaret olarak işlev gördü.
Kilisenin içerisine öylesine bir şekilde yerleştirilmişti ki
mümin onu ne olursa olsun geçmeliydi. Daha sonra labirentler tam anlamıyla Hıristiyan kültürüne yerleşmiş ve
yeniden doğuşun temsil edildiği sunağa kadar götüren
kurtuluş yolu haline gelmişti. Zemine çizilen işaretlerin
bu özel ayinsel işlevinin dönemin eserlerinde açıkça an-
Uıbire,ıti,ı Tarilıi
!atılması nadir olarak görülen bir durumdu çünkü labi-
rentlerdeki inisiasyonun sırrı seçkin bir gizemin çok iyi
saklanan bir ayrıcalığı olarak kalmalıydı. Belki de Kilise'nin, Isa'dan önceki bir dönemden kalmış bu simgeden
kurtulamaması yüzünden çektiği sıkıntının bir sonucuydu. Örneğin 12. yüzyılda yaşamış başpiskopos Boisdefin
de Lava!, Embrun labirenti hakkında şunları yazıyordu:
"işte bu labirent ile anlamak mümkündür ki, doğru
yönü ve sonsuz hayata giden yolu bulmak için Tanrı 'nın lütfu bize sunulmuşturıı4". Burada biz derken
bir kişi mi, yoksa Hıristiyan topluluğu mu kastediliyor?
Belirsizlik belki de faydalı ... Ve Embrun başpiskoposu
özdeyiş olarak tam da Vergilius'un Jüpiter'e atfettiği bir
cümleyi seçmişti: "Yazgı kendi yönünü bulmayı öğre­
necektir".
Bu dönemden itibaren labirentlerin Hıristiyanlığa uygun hale getirilmesi çok daha açık bir şekilde fark edilir.
Şimdi labirentin merkezinde Isa Peygamber, Theseus 'un, Meryem Ana, Ariadne 'nin ve günahkar insan ise
Minotauros'un yerini alrnıştı. 114 Efsanenin tercümesi bile
açıkça üstlenilmiştir. Münih'te bulunan, o dönemlerden
kalma bir elyazmasında Theseus, Isa'nın bir önbelirtisi
olarak tanıtılır, çünkü o da Isa gibi "ölümü yok etmiş ve
hayatı özgürlüğüne kavuşturmuşturll 4 ". On dördüncü
yüzyılda, Tanrı'nın ipi ve insanlığın yumağı sayesinde Minotauros'un, bir başka deyişle şeytanın üstesinden gelebilen Isa artık her yerde açıkça görülecek şekilde Thesesus 'un yerine geçmişti. Bazı durumlarda ise Pasiphae Kilise'ye dönüşüyor ve artık şeytan olan Poseidon tarafından aklı çeliniyordu. Bazen de Isa gökyüzüne doğru çıkan Daidalos'a, Ikaros ise yolunu şaşıran şeytana dönüşüyordu.113 Her durumda labirentler hacılara, Kilise'nin
61
Jacques Attalı
IAb'İl'f'tılin Thıilıi
varoluş amacının, hayatın karmaşıklığı içinde onları kor-
kularından kurtarmak olduğunu anlatmak istiyordu.
62
Jacques Attali
Bu desen artık günah ve dürtü çıkmazlarından korkan her Hıristiyanın hayatının bir betimlemesi olarak yer
alır. Nitekim Langland, The Piers Plowman adlı kitabın­
da insanın yazgısını, içinden kaçıp kurtulmaya sadece
Kilise'nin insana olanak vereceği, çekici ama ahlaki olarak tehlikeli bir labirent olarak tarif eder. 114 Bugün hala
Lyon Müzesi'nde görülebilen bir mezar yazısında şu yazar: "Me caput april ex hoc requit labirento" (Nisan
ayının başı beni bu labirentten çıkardı 113 ). Labirentler
ayrıca, inananlara açıklamakta güçlük çekilen kararlarıy­
la Tanrı'nın kudretinin gizemini anlatmak için kullanı­
lır109: Merkeze yakın olduğunuzu düşündüğünüzde en
uzaktasınızdır; tam tersine merkeze en uzak olduğunuzu
hissettiğinizde ise aslında en yakındasınızdır.
Sonraları labirentler, sadece metaforlu değil, aynı zamanda somut bir kullanım kazandılar. Kendi labirentleri
boyunca gezinip duran, neredeyse hareketsiz kalan ve
hem tapınma mekanlarının içinde düzenlenen ayin alayları sırasında Kudüs'e doğru sanal bir yolculuk yapan
müminlere, hem de dışarıda özellikle hac yolculuğuna
çıkmış hacılara rehberlik ettiler.
Çünkü Avrupa yürümeye başlamıştı. Tüm bir kıtaya
yayılan, tapınaklar, kutsal sandıklar ve mucizelerin gerçekleştiği mekanlar gibi çok sayıda merkeze doğru götüren karmaşık yollardan, çıkmazlardan, geçişlerden ve sı­
navlardan oluşturulmuş, insanın aklına gelebilecek en
büyük labirent hacılar tarafından çizildi. Orta Çağ insanı
bu kıvrımların arasından geçerek günlük sıkıntılardan
kurtulmayı, öğrenmeyi, kurban edilmeyi ve sonsuz Hayat'a ulaşmayı denedi: lşte tüm bunlar zamanın başlan-
J.abinmti11 Thı·ihi
gıcından itibaren labirentlerin ardında koştukları hedef-
lerin aynıydı. iki yüzyıl içinde ilerleyip gelişen bu labirentler, Goethe'nin diyeceği gibi, "Avrupa'yı yaratır".
İnancın göçebe yaşamı sürdüğü kıta, içinden çıkılama­
yan yolların oluşturduğu karmaşık bir ağa dönüşür. Hacı
orada tehlike içinde yaşar, kaybolur, ölür, Minotauros'a
bedel bin bir türlü engelle karşılaşır. Bu arada yolun verdiği sarhoşlukla tüm sıkıntılarından, ailevi ve sosyal tüm
sorumluluklarından kurtulur. Hayatın içinde ölüme gidermiş gibi yürüyen Orta Çağ insanına Tanrı'nın yaptığı
yardım Ariadne'nin ipinin yaptığı yardıma benzer. 137 Yaş­
lanmış, hasta insanlar bitmek tükenmek bilmeden, kendilerini günahlarından kurtaracak acılara katlanmak,
kendilerini bulmak ve arınmak için, ışığa doğru gidercesine gizemli bir çöl olan Avrupa'yı kat edip dururlar. Eski zamanlarda yaşamış göçebeler gibi bir belirsizlik içindedirler: Ölüm, yolculuklarının her dönemecinde onları
bekliyor olabilir. 137 Önceden belirlenmiş bir güzergahları
yoktur, sadece her zaman belirsizlikler içeren yollarının
bitiminde buldukları tek bir hedefleri vardır. Ara sıra
verdikleri molalar, konaklama veya güzergahlarının mantığına değil, daha çok kutsal bir mekanın ziyaret edilmesi amacına dayalıdır. 7 Bu amaç öncelikle kutsal eşya veya kalıntıların bulunduğu en yakın tapınak, sonra Kudüs
ve Isa peygamberin Kudüs'teki gömütü, daha sonra ise
özellikle Kutsal Topraklar'a ulaşmak mümkün olmadığında Santiago de Compostela olur. Devasa hacı yığınları
buraya kimilerine göre lsa'nın kardeşi, kimilerine göre
de lsa'dan sonraki ilk Hıristiyan şehidi olan, taş işçilerinin, serserilerin ve göçebelerin koruyucusu Büyük Yakup'un mezarı önünde dua etmek için gelir. On iki yüzyıl
önce Galiçya kıyılarına geldiğinde tam da burada Girit ve
63
Jacques Attalı
J,abirenliıı Turilıi
Kelt adalarındakinin eşi, taşların üzerine kazılı ve sonraları Santiago de Compostela'nın hacılarının tanınma işa­
reti olan deniz kabuğu ile simgelenen beş bin yıllık bir labirent bulunuyordu.7
Tüm ayinlerin dışında dolaşıp duran diğer göçebeler
düşman kabul edilir: Dilenciler, yabancılar, Yahudiler,
bazen kahramanlar ve özellikle paralı askerler. Çalarlar;
kötülüğü, hastalığı veya savaşı oradan oraya taşırlar. Bu
yüzden herkes onlarla savaşır, onları kovalar ve tanrının
merhameti ve sevgisi bahanesiyle bir yerlere kapatır.2
Kabala ve simya
Aynı dönemde labirentler, bilgelik yolu görünümüne bü-
64
Jacques Attah
rünerek, diğer iki tektanrılı sistemin en gizli düşünce biçimlerinin içine kadar sokulur.
Görünürde birbirinden çok uzak anlamlara sahip sözcüklerin arasında bağlar kurarak, bu sözcüklerin harflerinin sayısal değerlerini karşılaştırarak, sözcükler ve birbirinden uzak kavramlar arasındaki mantığa meydan
okuyan uyumlar oluşturarak; bilgeleri bir bilgiden başka
bir bilgiye, mutlak bilgi noktası olan ilk harfe kadar bir
harften başka bir harfe dolaştırarak bilgeliğin gizli yollarının arandığı, öğretisinde tam olarak labirent kavramı­
nın kullanıldığı Kabala adı verilen bir bilgelik önce Yahudilikte gelişip olgunlaştı. "Böylece insan, Tanrı 'nın ikamet ettiği Alef harfine yakuı,şacaktır". Daha da açık
söylemek gerekirse, Kabala öğretisi tam olarak bir labirent simgesinin çevresinde oluşturulur. Bir "Hayat Ağa­
cı" Tanrı'nın on boyutunu, lbrani alfabesinin yirmi iki
harfini temsil eden yirmi iki yolla birbirine bağlar. Bilge,
hayatı boyunca ruhu simgeleyen taç Keter'den başlaya­
rak, maddeyi simgeleyen krallık Malkhout'a kadar, çok
I.abin•ııtiıı 1<11'ilıi
dikkatlice belirlenmiş bir güzergaha göre bu ağacı, bu labirenti geçmelidir. Bunun için bilge, "Parıltı" adı verilen,
Tanrı'nm on boyutunu birbiri ardı sıra geçen ve sırasıyla
önce dengeyi, sonra gelişmenin doruk noktasını ve en
sonunda geri çekilmeyi harekete geçiren açıkça belirlenmiş bir yol dizisini takip etmek zorundadır. Kabalacı için
bilgeliğin yolunu takip etmek hayatı gerektiği gibi kat etmenin tek yoludur. Onun sayesinde, inisiye sonsuz olur.
Bilgisinin en üst seviyesinde iken, yeniden doğmayı bile
umabilir ve hatta, bin yıldan beri üzerinde aralıksız çalı­
şılan, karanlık ve büyüleyici kitap Sepher Yetsira'nm ona
öğrettiği gibi yirmi iki harf ve on yolu uygun bir şekilde
kullanarak, kendi kendine hayatı yaratabilir. Bu şekilde
yaratabileceği canlılardan biri de, bir sözcük labirentinin
dibinde pusuya yatmış bir tür Minotauros olan Golem'dir.
Aynı devirde, çölden doğan Islam'da da labirentler
mevcuttur. Metinlerin güzelliğinde, şiirlerin dizeleriyle
oluşturulan şekil-yazıların estetiğinde ve özellikle simyacıların gizemlerinde labirentler kendilerini sonsuzluk
arayışı ayininin temel öğesi gibi kabul ettirmişlerdir. Süleyman'm sırrı, "çalışmanın, takip edilecek yolun toplam çalışması"nın görüntüsü olan labirent, hem ışığa
hem de bilincin en dipteki merkezine doğru gitmenin bir
aracıdır. Simyacılara göre ölülerin dünyasına da götüren
bu yol, neredeyse her zaman bir sarmal ile betimlenen,
gizemcilerin çölü geçme olgusu ile karşılaştırılabilir. Bu
yolu adlandırmak için Avrupalı simyacı Latince "Visita
interiora terrae rectificando invenis occultu lapidem"
( dünyanın dibini ziyaret et, arınma sayesinde gizli taşı
bulacaksın) cumlesinin baş harfleriyle oluşturulan VITRIOL sö_zcügünü kullanır. 28 Yıne burada da labirentin
65
Jacques Anali
Labireııtin Th,-ihi
özünü farklı dini düşünce biçimlerinin en uzak gizlerinin
içine gömülmüş olarak buluyoruz.
Her şey aydınlığa çıktığında ise, "Akıl" kurumu onu
sürükleyip dağıtmıştır.
66
Jacques Attalı
Labil'nılin Ttwih-i
Ölmek
Hönesans'ın başlamasıyla beraber, labirentler silinmeye
başlar. "Akıl inanca, bilim hileye ve kurnazlığa, matema-
tik pratik bilgiye, gerçek hayat sonsuz hayata, şeffaflık
karanlığa ve düz çizgi ise çevre çizgisine üstün gelir. Artık söz konusu olan hayatın labirentini geçerek sonsuzluğa hazırlanmak değil, hayatın tadını çıkaracak yolları burada ve hemen şimdi biriktirmek ve onları gelecek kuşaklara taşımaktır. Düz çizgi gerçeğin ölçütü haline gelir,
şeffaflık ahlaki bir gereklilik olarak yerleşir ve her ikisi
de esi etik idealler olarak kendini kabul ettirir.
67
~vrımlardan kurtulmak için
Her ne kadar bir hatanın sonucu ise de, denizlerde, Yeni
Dünya'nın keşfi, Odysseus ile başlayan amaçsız ve oradan oraya yapılan yolculukların sonunu belirler. Denizci
şimdi en kısa, en ekonomik ve en düz yolu izlemeye çalışır, bunun için de, nihayet, icat edilmiş olan sekstant
ve kronon'ıetreyi kullanarak kıyılardan uzak durmalıdır.
Karada, uzunca bir süredir sabanın yerde bıraktığı iz, avcının takip ettiği dolambaçlı yolun yerini almıştır.
Denizci ve tüccar uluslar göçebeliğin tipik özelliklerini göstermeye devam etmektedirler. Bu özelliklerden
olan labirent gizemlerinin bilinmesi onlara denizde yön
bulmaya, Merkür gezegeninin konwnlarını tanımaya, alı­
nan yolun süresini tahmin etmeye ve saati söylemeye
izin verir. 87 Labirentvari deniz haritalarını bir pusula gibi
değil, daha çok bir oktant gibi kullanırlar. Usta birer deJacques Attali
L<ıbirnıfi,ı 1brihi
&a
nizci ve tüccar olan Giritliler, karayı görmeden yollarını
bulmayı bildikleri için, zaten kendi zamanlarında, kıyıla­
rı gözden kaybetme cesaretini gösterebilen tek halktı. Isveç ve Iskoçya'nın denizcilerine gelince, onların, gemilerinin bordasına çıkmadan önce karmaşık bir yol boyunca
uzanan bir yolculuğu taklit edip denizin tehlikelerini
kendilerinden uzaklaştırmak amacıyla kıyıda taştan yapılma bir labirenti geçmek gibi bir adetleri vardı. Bu labirentlerden biri olan Visby'deki yassı çakıl taşından
oluşturulmuş labirent, büyük ihtimalle ölüm cezasına
çarptırılanları son yolculuklarına hazırlamak için bir darağacının dibinde kurulmuştu.
Göçebe hayatını yaşamak, yerleşik düzene geçmişler
arasında en kuvvetli olanların özelliği olarak kalır. Her
zaman için, güç, fethetmek ve satmak için dolaşanlara,
savaşçılara ve tüccarlara, her durumda denizcilere ait olmuştur. Vandallar, dilenciler, haydutlar gibi diğer göçebeler, kendilerini savunmak için güçlenen yerleşiklerin
düşmanı haline gelir. Göçebeliğin en son biçimi olan ve
kilise tarafından sahiplenen hac yolculuğu sorunların
kaynağı haline gelir, ticareti engeller ve sosyal düzeni zayıflatır. Bu durum, sistemin savurganlık ve çocukları yüzüstü bırakmak için bahane olduğunu gören Luther ve
sahip oldukları yol tekelini korumak isteyen tüccarlar tarafından eleştirilir. Artık hoşgörüyle karşılanan tek göçebelik biçimi mal ve para göçebeliği olmuştur.
Düz gitmek
Filozof bu yeni gücün uygulanışını kuram haline getirir
ve düz gitmek akıl yürütmenin bir işareti haline gelir.
Descartes, "Yöntem Üzerine Konuşma"nın üçüncü pasajında, "ormanda yolunu şaşırmış" yolculara şöyle
Jacques Attali
Uıbinmfi,ı 1hı-ihi
tavsiye eder: "Kah bir köşeden kah başka bir köşeden
dönerek dolaşıp durmamalı; ayrıca tek bir yerde durup kalmamalı, her zaman kendine, gidebilecek bir
yön belirlemeli ve elinden geldiğince dümdüz ilerlemeli, gereksiz sebepler yüzünden bu doğrultu değişti­
rilmemeli (. .. ). Çünkü bu yolla her ne kadar istenilen
yere ulaşılmasa bile büyük bir olasılıkla ormanın ortasında bulunmaktan daha iyi bir yere olunacaktır. 35"
Açık bir benzetme: Descartes, en az Platon'un mağa­
rası kadar ışık geçirmez olan vahşi düşünce ormanının
yerine, sadece düz çizgi şeklindeki bir yolun eninde sonunda ona ulaşabileceği, ağaçlardan arınmış bir düzlüğün şeffaflığının geçmesi gerektiğini önermektedir. Bundan böyle aklı kendisine rehber edinenler eğriyi, karmaşıklığı, karanlığı, bozukluğu, burgaçları, sarmalı, akıntıyı,
çokluğu, anlamı belirsizleri, aşırılığı bir kenara koymuş-
69
lardır. Bilge artık düz çizgiyi, sağduyuyu, ilerlemeyi, şeffaflığı, tekilliği, mantığı ve kesin olanı aramalı veya yeniden keşfetmelidir. Platon, Aristoteles'in yerini alır. Dünyayı olduğu gibi kabul etmek yerine onu inşa etmek gerekir, her ne olursa olsun, temelde efsanelerle dolu bir
dünyada yaşamaya devam edenler için değil de seçkin
tabakanın ideal kavramı içinde.
Düz çizgi Rönesans'tan itibaren saraydaki sanatsal
anlatım biçimlerinin çoğuna hakim olmaya başlar. Mimari ve resim sanatında perspektifle, edebiyatta klasik drama ve Malherbe ve Boileau'nun yönergeleriyle, müzikte
Haydn ve Haendel ile kendisini gösterir.
Erasmus, Milton ve Locke ile beraber filozoflar bile
dallanıp budaklanan, başladığı noktaya geri dönen mantık ispatlamaları yüzünden ilerlemeyen tartışmaları, kü-
Jacques Attalı
Labiınılin Tarihi
70
Jacques Attalı
çümseyici bir şekilde "labirentvari düşünce 109 " olarak
adlandırmaya başlarlar. Onu "Aristo'cu düşünce" diye
gösterirler. Avrupa'nın tüm dillerinde labirent sözcüğü
yapay karmaşıklıkların, gereksiz karanlıkların, dolambaçlı sistemlerin ve içine girilemeyen ormanların eş anlamlısı olarak geri gelir. "Açık" kelimesi mantığın eş anlamlısı haline gelir. İsviçreli hekim Paracelsus "Hekimlerin Labirenti" adında bir kitap yayımlar, Çek Komensk_
ise "Dünyanın Labirenti"ni kaleme alır, İspanyol Baltazar Gracian, Madrid'i "mükemmel bir labirent 109 " olarak
tanımlar. İngilizce'de labirent kelimesi tuhaf anlamında­
ki "barok" kelimesinin eş anlamlısı haline gelir. Labirent
şeklinde yapılmış bahçeleri tanımlayabilmek için labirent sözcüğü yerine şaşırmak anlamındaki maze, Truva
şehrine gönderme yapan troytoussi, ipliğe geçirmek, iplikten çıkarmak ve başlamak anlamlarını çağrıştıran
threading ve treading gibi daha az olumsuz sözcükler
kullanılır. Günümüzde bu sözcük Fransızca'da, aynı İs­
veççe'de olduğu gibi, "Truva şehri" olarak adlandırılıyor.
16. yüzyıla kadar labirentleri anlatabilmek için "Daidalos'un evi" deyimi kullanılıyordu.
"Labirent" kelimesi Fransızca'da ilk olarak 1418 yılın­
da, kesilmiş ağaçlarla çevrili ve içinden çıkılamaz yer anlamına gelen labarinte biçiminde ortaya çıktı. 1553'te
Du Bellay artık karmaşıklık, anlaşılmazlık, birbirine dolaşma, yanılma anlamlarındaki labyrinth şeklinde kullanıyordu. 1677'den sonra sadece çözülemez düzenleri anlatmak için kullanıldı. Labirentin çok değerli anlamların­
dan hiçbiri yaşayamadı. Fransızların büyük Encyclopedie'sinde Corneille göreceli olarak kısa bir maddede,
ama yine de onun değerini anlatabilecek şekilde Karun
Gölü'ndeki büyük Mısır labirenti hakkında şunları yazar:
Oyun ve hileyle dolu bin farklı yol
Bu ünlü yapının her köşesini kesiyordu
içinden çıkmak isteyenler dikkatli olmalıydı
Başladıkları noktaya gelip duruyorlardı.
Labirent kötülüğün simgesi haline geliyor
Orta Çağ'dan çıkışta, tanrıbilim, labirenti aynı revizyondan geçirir. Labirent artık insan kaderinin görkemli bir
metaforu değil, sefahatın, hataların ve günahın lanetlenmiş bölgesi haline gelmiştir. Artık özgürlüğe doğru giden
bir yol değil, iyiliğin hapsedildiği bir hapishane olmuştur.
Artık koruyucu değildir, kötülüğün barındığı yerdir. 109 Ve
Kilise insanlığa, Tanrı tarafından istenen mükemmelliğe
doğru götüren, yalın, düz bir yol üzerinde ilerlemeyi seçmesi için, çoktanrılı inanıştan kalma, içinden çıkılama­
yan, dolambaçlı labirentleri reddetmesini buyurur. insanın doğasının doğuştan kötü ve labirentler gibi karmaşık
olduğu açıklanır. Cehennem bile bir labirent gibi tanıtılır.
Günahkar, hatalarının cezası olarak sadece Tanrı'nın lütfu tarafından içinden çıkarılabileceği bir labirentte sonsuza kadar hapsedilmeyi göze alır. 73
Rönesans'a etkisi büyük olan Petrarca'nın arkadaşı ve
Aziz Benoit tarikatına mensup Pierre Bersuire gibi kimi
14. yüzyıl Hıristiyan tanrıbilimcilerinf göre insanların
yaptığı bir labirentten kaçıp kurtulmanın tek yolu onu
küçümsemek, önemsememek, yalnızca ruh ve inancın
gücüyle onu unutmaktı. 109 Daidalos gibi göklere doğru
uçmak için düzenekler tasarlayan ve kuranlar sonunda
yenilirler, düşüncesizce ve delice aşırılıklarının kurbanı
olurlar.
Artık labirentler kaderin bir simgesi olmaktan çıkmış;
kötülüğün, düzensizliğin, itaat etmeyenlerin ve sadakat-
71
Jacques Attalı
Labiw,ıti,ı
Tarihi
72
sizlerin bir simgesi haline gelmiştir. İtalyan hümanist
Petrarca, Liber sine Nomine adlı kitabında nefret ettiği
Avignon papalık kurumunu bir batakhaneye benzetir ve
bu kurumu "üçüncü Babil ve beşinci Labirentı 09 " olarak adlandırır. Boccaccio labirent sözcüğünü "şehvet
düşkünlüğü, sapkın mezhep" ve "insan aşkı yüzünden
doğru yoldan uşaklaşma" ile eş anlamlı olarak kullanır.
Onun gözünde kötü insan kendi labirentinde ister istemez mahkum olarak kalmak durumundadır, çünkü Minotauros gibi onun da ruhu korkunç arzuların pençesindedir. ıo9 Jyi insan ise kendisini bu durumdan çekip kurtarabilir, çünkü onda kendini sapkınlıktan çıkaracak bir Theseus vardır. Günahın dolambaçlı, labirentvari yolları, hepimizin içindeki erdemin dümdüz ilerleyen yolunun karşı gelir. On sekizinci yüzyılda bir Rus ikonası, hayatı on.
üç yollu bir labirent olarak tarif eder. Bu yollardan on iki
tanesinin her biri, bir büyük günaha ve Cehennem'e doğ­
ru, sadece bir tanesi ise diğerlerinden ayrılarak Cennet'e
doğru götürür.
Labirentleri silmek
Kilise'nin adamları katedrallerin şeffaflığından ve düz
çizgiden oluşan planlarından çekip alabilecekleri faydaları anlamaya başlarlar. Nitekim onlar on beşinci yüzyıl­
dan itibaren, ilk Hıristiyanlığı kendinden önceki kanunlara bağlayan izleri, yani labirentleri yerlere çizmiş olmaktan pişmanlık duyacaklardı. Böylece on dördüncü
yüzyıldan itibaren labirentler fiziksel olarak kiliselerin
zeminlerinden silinmeye başladı. Yok edildiler, eğer yerinde kalan olduysa onlar da saçma ve gülünç oyunlar
için bir bahane olmaktan öteye gidemedi. 1311 yılından
başlayarak önce Viyana'da toplanan din bilginleri kilise
Jacques Attalı
Lab-irnılin Toı·ihi
labirentleri üzerinde oynanan dans ve oyunları yasakladı. Fakat bu boşuna bir çaba oldu, çünkü iki yüzyıl sonra, 1538'de Paris Parlamentosu yine yasaklama kararı almak zorunda kaldı. Fransız devrimine kadar Reims'da ve
Amiens'da, Paskalya günlerinde akşam duasından sonra
rahip meclisinin üyeleri ve piskopos bir araya gelip labirent üzerinde açık havada bir tür tenis oynarken kilise
korosu da org eşliğinde şarkı söylerdi. Hac yolculukları­
nın bitmesi ve ayinlerin seyrekleşmesiyle beraber labirentlerin yolları halıların ve sandalyelerin altında unutuldu gitti. Hatta bazen düzenli olarak tahribatlar yapılırdı:
Kimi zaman silinirler, kimi zaman yerlerinden sökülüp
çıkarılırlar, kimi zaman da beyaz mermer ile üstleri kaplanırdı. 1768 yılında Sens rahip meclisi katedralin labirentinin silinmesi emrini verdi. Saint-Martin ve SaintOmer manastırlarının labirentleri de tıpkı Poitiers, Toussaint, Auxerre ve Pont L'Abbe manastırlarındaki labirentler gibi aynı devirde ortadan kaldırıldılar. 1779 yılında Reims'da Jacquemert adındaki manastırın o dönemdeki baş papazı katedralin labirentini yok ettirdi, çünkü
"çocukların ve ziyaretçilerin labirentin karmaşıklığını takip etmeye çalışırken pkardıkları gürültü kendinden geçmiş müminleri rahatsız ediyordu".· Arras'taki labirent 1791 yılında tahrip edildi, Amiens labirentine ise sıra 1825 yılında geldi. Bugün artık Fransa'da
Saint-Quentin, Bayeux ve Chartres gibi birkaç örnek haricinde geriye bir şey kalmamıştır. 14 İtalya ve başka bölgelerde de evrim aynı şekilde işlemiştir, taş labirentlerin
çoğu yok olmuş veya unutulmuştur.
73
Labirent bahçeleri
Akıl ve mantığın zaferine inanan bu dünyada sadece inJacques Attali
Ltıbirnıti,ı 1lııilıi
74
Jacques Attah
san eliyle yapılmış küçük ormanlar, bir başka deyişle labirent bahçeleri bugüne kadar varlığını sürdürebildi.
Toplumun bilinçaltında, içinde ejderha ve vahşi hayvanların, hırsızların ve cüzamlıların yaşadığı, haydutların ve
dolandırıcıların, yerleşikleri korkutan göçebelerin saklandığı bir yer olan orman hem düşman gibi hem de kötülüğün ve tehlikenin yuvası olarak görünüyordu. Macbeth'in şatosunun üzerinde yürüyen ve Parmak Çocuk'u
korkutan da yine oydu. Labirent bahçeleri bu korkutucu
ormanı insanın kullanımına açar, güçlü olanın yerini sağ­
lamlaştırır, tehdidi düzene koyar ve düşmanca tavırlar
sergileyen doğayı ustalık gerektiren bir oyuna dönüştü­
rür. Basit bir ürperme riski dışında başka bir tehlikenin
bulunmadığı bu bahçenin içinde istenildiği gibi kaybolunabiliyordu.
Bu yapay görünümler daha önceleri Keltlerin dünyasında ve Romalı askerlerin ordugahlarında bulunuyor,
eğitim güzergahı olarak ve geceleri korunmak amacıyla
kullanılıyordu. içlerindeki yolların kenarları bir siper, alçak yapılmış toprak bir duvar veya sıra sıra şimşir ağaç­
larıyla çevriliyordu. On beşinci yüzyılda yeni iktidarın
mekanları olan şatoların parklarında labirent bahçeleri
düzenlenmeye başladı. Sanki tüm iktidar sahipleri insan-~
ların çoğunluğu tarafından yasal ve meşru olarak tanın~
mak için kendi labirentlerini gösterip tanıtmak zorundaymış gibi, sanki labirentin gizinin karmaşıklığı bahçeye sahip olanın karmaşıklığının simgesiymiş gibi, sanki
kötülüğü tuzağa düşürerek kendilerine tabi olanların içini rahat ettirebilmeleri sadece asilzadelere özgü bir yetenekmiş gibi her büyük derebeyi kendi bölgesinde bu
bahçelerden bir adet olmasını istiyordu.
İngiltere kralı II. Henry Plantagenet 113 Woodstock şa-
Ltıhiıy,,ıfiu
tosunun önüne metresi Rosemond Clifford ile buluşma­
sını sağlayan bir labirent bahçesi inşa ettirir. Akitanyalı
kraliçe Eleonore labirenti metresin odasına bağlayan
gizli geçidi keşfedince kadını öldürür.113
Fransa kralı Charles V Paris'teki Saint Paul bahçelerinde bir maison de Dedale (labirent evi), François I ise
Louis-de-Savoie parkında bir dredalus yaptırır. Anjou'lu
Rene Bauge konağındaki parkın içinde bir labirent bahçesi düzenlettirir.1 13 Oradan oraya dolaşmak zorunda kalan imparator Charles-Quint Brüksel'den Sevilla'ya, Viyana'dan Prag'a kadar kaldığı yerlerdeki bütün şatoların
parklarında bu bahçelerin bulunmasından memnunluk
duyar. On altıncı yüzyılın ikinci yarısında Lucrezia Borgia'nın oğlu Este'li kardinal Hippolytos Tivoli'de bu labirentlerden dört tane yaptırır. 14 Orsini kontu yüzyılın en
karmaşık labirentini Viterbo'daki malikanesinde kurar ve
içine insan ruhunu korkutan tehlikeleri temsil eden cüce ve yaratık heykellerinden koyar. Altı buçuk kilometre
uzunluğundaki bir labirent Villa Pisani de Stra'da yapıldı. Brandenburg'lu Büyük Elektör Friedrich Wilhelm,
evinde Rose-Croix'nın gizli planına uyarak labirent biçiminde bir bahçe çizer. Charles-Quint'in damadı Ottavio
Farnese Theseus gibi üç balmumu topu ve bir iple çevrili bir topuzu amblem olarak, "bu araçlarla" anlamına gelen His Arbitus'u ise slogan olarak seçer. 91 Sayısız derebeyi bu devirlerde gizemli bir bağlılık işareti olan hırkalarının üzerine çizili labirentlerle temsil ediliyordu. 113
1583 yılında Anvers'de, Hans Vredeman de Vries tüm
Avrupa'da gözlemleyebildiği bir dizi labirent bahçesini
Historia viridiarorum formm adlı kitabında çizer.11 4
Fransız yazar Madame de Sevigne Bretanya'daki malikanesi Les Rochers'de bir labirent bahçesi düzenlettirir.
Tarihi
75
Jacques Attalı
/,uhiınıfiıı 1lırihi
Fransız doğabilimci Buffon Paris'teki Ulusal Doğa Tarihi
76
Jacques Attalı
Müzesi'nde bir tane labirent tasarlar_ıı3 Fransız mimar
Gabriel Choisy-le-Roi'da, peyzaj mimarı Le Nôtre Chantilly'de labirent bahçelerini çizerler. Bu labirentlerden
Versailles'dakini tasarlayan mimar Mansart ise yirmi dokuz hidrolik heykelle Ezop'un masallarını99 canlandır­
mış, ancak Marie-Antoinette bu labirenti 1774 yılında
yıktırmıştı. Büyük Britanya'da da, örneğin Arley Hall'da,
Somerleyton Hall'da ve Belton House'da bu labirentlerden yapılmıştı. Swainton'daki "Robin Hood'un koşu­
şu91" olarak biliniyordu. 1797'de tahrip edilen Nottighamshire'daki Sneinton labirenti özellikle çok ünlüydü.
1666 yılında yapılan Huntingdonshire labirenti bugün bile ayaktadır. Son olarak 1690 yılında inşa edilen Hampton Garden labirenti Ingiliz romancı Jerome K. Jerôme
tarafından "Teknede Üç Kişi" adlı kitabında tarif edilmiş
ve bilinen en ünlü labirent olarak kalmıştır.91
Ancak labirent bahçeleri kilise labirentlerinden çok
daha kolaylıkla ortadan yok oluyorlardı. On altıncı yüzyılda Shakespeare'in peri kraliçesi Titania "Bir Yaz Gecesi Rüyası"nda labirentlerin bu geçici hayatlarından­
şöyle şikayetçi olur: "Sık çimenlerin zarif kıvrımları­
nın izleri artık ayırt edilemiyor 117". En güzel labirent
bahçeleri arasında ilgisizlikten yok olan Essex'teki Saffron Walden ve daha önce adı geçen Sneinton labirentleriydi.14 Gelişen burjuvazi Avrupa'daki önemli bahçelerde
bu labirentleri kurmaya devam eder. Hatta Amerika'daki
Ingiliz kolonilerinde, örneğin Williamsburg'daki eski Britanya hükümetinin bahçelerinde hala bu labirentleri
hayranlıkla seyretmek mümkündür.91
Labi,.,.,ıliıı Tnı-ih.i
Panayırlar ve topluca oynanan oyunlar
On dokuzuncu yüzyılda değişim dereceli olarak devam
eder ve labirentler hoşça vakit geçirme ve eğlence araçlarına dönüşür. ilk olarak, hızlı bir şekilde büyük başarı
kazandığı panayırlarda, hayvan gücüyle döndürülen atlı
karıncalarınkine benzer bir işlev görüyordu. Eskiden
köylü olup şimdi şehrin dışındaki işçi bölgelerine yerleş­
tirilmiş olan insan yığınlarına, hem değişik hayvan görüntüleri gösterilerek hem de ormana benzer bir ortam
yaratılarak onların bu eğlence merkezlerine alışmaları
sağlanıyordu.
On beşinci yüzyılın sonundan beri "labirent oyunu"
olarak bilinen, her oyuncunun sırası geldiğinde iki zar
atarak piyonlarını hücrelerde ilerlettiği, her dokuz hücrede bir kaz resminin bulunduğu ve üzerinde "Minesthaurus140" adlı bir bölgenin yer aldığı "kaz oyunuı22"yla
beraber labirentler kağıt üzerine geçer. "Kibarlar" akımının taraftarlarınca icat edilen ve üzerinde "tatlı davranışlar" dan "dedikodu"ya, "ihmalkarlık"tan "isteksizlik"e
doğru giden labirentlerin bulunduğu "carte du Tendre"
kartpostalları ile beraber labirentler, birbirlerine karşı
duyarlı aşıklar arasındaki yazışmalara da aracı oldu. On
dokuzuncu yüzyılda Paris sokaklarında "Girit Labirenti" başlığı altında 122 , içinde mitolojik göndermelerin bulunduğu bir başkent haritası satılıyordu. içinde "Ariadne ile randevu" ve "Minos Kapısı" yazılarının olduğu ve
J.-B. Toselli adında bir istihkam subayı ve buz makinesi
üreticisi tarafından çizilen bu labirent büyük bir başarı
kazanmıştı. Aynı şekilde "Au Trocadero" başlıklı bir başka çizim 122 Paris haritasının üzerine uygulanmıştı ve
uluslararası fuar anısı olarak otuz santime satılıyordu.
On dokuzuncu yüzyılın sonunda labirentler artık sa-
77
Jacques Attali
Labirmıliıı Tarilıi
dece toplu olarak oynanan oyunlarda ve panayırlardaki
eğlencelerde görülüyordu. Artık sadece bir oyundaki
alaycı bir meydan okumaydı ve bilgelik yolları, üzerinden silinip gitmişti. Hız ve düz çizginin esiri olan sanayileşmiş toplumlar bütünlüğün anlamını, saklamanın tadı­
nı, sermenin zevkini, inisiasyonun yarattığı sersemliği ve
öteki dünya korkusunu unuttular. Onlar yalını karmaşı­
ğa, kazanılan zamanı harcanan zamana tercih ettiler.
Öteki dünya artık onlar için hazırlanılması gereken bir
sonsuzluk değil, gelecek kuşaklara aktarılacak maddi
varlıkların bir birikimiydi. Durmaksızın daha hızlı ve daha uzağa gidebilmek için ölçüsüz bir yarışta kıvrımlara
yer yoktu. Her şey hızlı, yalın ve geçici olarak üretiliyordu. Aslında herkesin, sınırsız sayıda kıvrımdan geçmeyi
umarak doğumdan ölüme kadarki süreyi mümkün olan
en yavaş şekilde geçirmek istediği unutuluyordu.
78
Jacques Attali
Labinml"i,ı
Tarihi
Girmek
Labirentler düz çizgının yerini alarak, toplumun tüm
alanlarında bütün güçleriyle geri geldiler. Günlük hayatı­
nuzda bile her birimiz gittikçe artan bir sıklıkla labirentlerden geçiyoruz ve çoğunlukla birimiz için çıkmaz olan
bir durum başkası için bir amaç olabiliyor.
Bazılarının içinde, bizlere tamamen kılavuzluk ediliyor. Örneğin bir telefon numarasını çevirdiğimizde, hatlar, bağlanmadan önce, çıkmazları olmayan ve tüm sapakların başlangıçtan itibaren programlandığı bir labirenti geçer. Bu bağlantıda her rakam önce bir ülkeyi,
sonra bir şehri, sonra bir bölgeyi ve en sonunda aranılan
kimseyi bir düzene koyar. Bütün telefon labirentlerinin
her bir çıkmaz bölgesi de böylece bir sayı ile tanımlanabilir. Cep telefonlarının numaralandırmasında ise artık
bölgeler değil, kişiler ayrıştırılarak sınıflandırma yapılıyor.
Buna karşılık her birimiz kılavuzu olmayan diğer labirentlerde kaybolma tehlikesi ile karşı karşıyayız. Metroya binmek, otobüs değiştirmek, bir mahalleden ötekine
yürümek, internette veya Fransa'da kullanılan Minitel
sistemi üzerinde sunulan bir hizmeti aramak, büyük bir
süpermarketin raflarından alışveriş yapmak, bir tren garında, bir havaalanında, bir eğlence parkında veya bir
müzede gezinip dolaşmak, üniversitedeki bir kürsüde
kariyer basamaklarını tırmanmak, bir iş aramak ve hatta
dansetmek, satranç, futbol ve bilgisayar oyunları oynamak ...
79
Jacques Attah
faıbirı:'1ılin Thı-ihi
Öğrenmek, oynamak, rüya görmek, çalışmak, tüket-
so
Jacques Attalt
mek, dans etmek, eğlenmek, keşfetmek, kendine bakmak gibi uğraşlar, şöyle ya da böyle bizlere labirentleri
çağrıştırmaktadır. Hatta yemek ve sevmek bile böylesine
bir yaklaşımla incelenebilir: Ilerde göreceğiz ki, yemek
yapma sanatı ve cinsellik de inanılmaz derecede karmaşık labirentlerin içindeki öğrenme yolculuklarının kaynağı olabilir.
Belli bir zaman boyunca, insanlar dünyayı düz çizgiler ve şeffaf pencerelerden yapılma, insan elinden çıkmış
bir yapıya çevirebileceklerini zannettiler. Bu geçici bir
aldanmaydı. Kıvrımlar bugün sadece günlük hayatımızın
her anını değil, ayrıca bilim dünyasını, ekonomiyi, politikayı, şehirciliği, resim sanatını, edebiyatı ve sinemayı da
yeniden ele geçirdi. Ve yavaş yavaş yeni binyıla şekil verecek göçebelerin dönüşüyle beraber, gizlenmeye çalışılmış akılcılığın ince kabuğu çatlıyormuş gibi, labirentler
de, bizim dünyamızda kendilerine çok önemli bir yer bulacaklar.
Labirentlerin antik çağlardan kalma bilgeliğini unutanlar, hala sonsuza kadar mantığın ve hızın dünyasında
yaşayabileceğini zannedenler büyük bir kaybolma riskiyle karşı karşıyalar. Buna karşılık, geçmişin sırlarını sabır­
la yeniden keşfedecek olanlar, öğreten yolları takip etmeyi ve gizemleri çözmeyi bilenler geleceğin ormanları­
nı da geçmeyi bilecekler.
I.abi.reııtüı nırih:i
Keşfetmek
Eskiler biliyorlardı
Eskiler, ulaşılması zor görünen gerçeğe durmaksızın
yaklaşıp uzaklaşmaktan ibaret olan keşfetme sürecinin
labirentin yollarına benzediğini biliyorlardı. Onlar labirentlerden, Evren'i betimlemek ve kuramsallaştırmak
için faydalanıyorlardı. Ama öncelikle binlerce yıl önce labirentlerin tasarlanmasına yardım eden olayları göstermek amacıyla kullanıldılar.
Arşimet ve Lukretius'un bilimsel çalışmaları hidrolik
ve astronomi bilimlerinin doğmasına yol açtı. 116 Bu bilim
sayesinde Merkür gezegeninin bir yıl içerisinde kat ettiği yedi halkalı· bir labirente benzeyen yörüngesini tam
olarak tanırnlayabilrnişlerdi. Zamanı, içine tütsü konulan
labirentlerle ölçmüşlerdi. Labirentlerin anlaşılması güç
iniş ve çıkışlarından yararlanarak gökyüzünüh ve yer altının kuvvetlerini birbirleri ile ilişkilendirdiler. Su burgaçlarını sarmallar ile simgelediler.
a,
Doğru, düz olana dönüşüyor
Sonraları,
Platon Aristoteles'e baskın geldiğinde, bilim
rastlantıyı, karanlığı, karmaşığı ve eğriyi dışladı. Yalın
olanı, düz olanı ve önceden kestirilebilir olanı aradı. Nedenler üzerinde araştırma yaptı ve maddeyi şeffaf, düzenli ve billur gibi bir gerçek olarak tanımladı. Bu yeni
mantık önce geometride, sonra mekanik biliminde etkisini gösterdi ve Kepler ile Newton'a üzerlerinde çalışabi-
Jacques Attalı
IAbfrnıNn Thrihi
lecekleri modeller sağladı. Işıklar felsefi akımını destekleyen filozofların temel fizik bilgisini oluşturabilmeleri
için, Rönesans Avrupa'sında büyük bir zafer kazanan, bilimlerin kraliçesi, optik bilimi şeffaflığı ve düz çizgiyi birleştirdi.
İnsan vücudu da kaldıraçlardan, düz çizgilerden, kapalı dairelerden ve çark düzeneğinden yapılma basit bir
82
makine gibi betimleniyordu. Astronomi ve hidrolik bilimi
yerini mekaniğe bırakmıştı. On dokuzuncu yüzyılda termodinamik bilimi düz çizginin elde ettiği zaferi bir hamle daha öteye götürerek mekaniğin geriye döndürülebilen yapısı yerine, enerji ve düzenin yoğunluğundaki düşüşün geriye döndürülemezliği ilkesini ortaya koydu. Sürekli artan bir düzensizliğin ölçüsü olan entropi düşün­
cesini ortaya atan termodinamik bütün çıkmaz ve çatallanmaları yadsıyarak her türlü geriye dönüşü kesinlikle
yasakladı. Carnot ve Lamarck kıvrımlarla dolu bir düşün­
cenin kalıntılarına karşı bir zafer kazandıklarına inandı­
lar.
Canlılar dolambaçlı olarak kalır
Bununla beraber aynı devirde labirentler düşünce dünyasında olduğu gibi bilim dünyasında da hala egemenliğini sürdürüyordu. Öncelikle bunun nedeni bilimsel bir
kuramın ortaya çıkma sürecinin, tek tük yolu ve çok sayıda çıkmazıyla bir labirent olmaya devam etmesiydi. Ingiliz Thomas Stearns Eliot'ın "bilinmeyene ulaşmak
için, bilgisizliğin yolunu a,nlamak gerekir" diye yazdı­
ğı gibi, hata ilerlemenin bir şartıydı. Sonraları labirentler
bilimin bazı alanları için bir model oluşturdu. Kareler ve
dairelerle insanı yeniden tarif etmeyi düşünenlerin büyük bir yıkıma uğramasıyla kan dolaşımının keşfi, Har-
Jacques Attali
I.abirentirı Toı·ihi
vey'yi, insan vücudunu artık bir kaldıraç ve çark düzeneği olarak değil, hayatın kan, lenf, solunum, sinir ve sindirim sistemleri gibi karmaşık ağlar yoluyla içinde dolaştı­
ğı; pıhtılaşma, boğulma ve tıkanma gibi çıkmazların
ölümcül olabildiği bir labirent olarak göstermeye yöneltti.
Darwin'in devrimiyle beraber o güne kadar kabul gören canlıların tarihi kökünden sallanmaya başlar. Bu
devrim düz çizgi yanılsaması ile arasındaki bağları koparır. Hem doğuştan gelen, hem sonradan oluşan rastlantı­
sal bir harita, en "iyiler''i, ya da bir başka deyişle içlerinde bazen bir engel yüzünden ortama uyum sağlamak için
en büyük çabayı göstermeye zorlananların da bulunduğu, hayatta kalmayı en iyi becerenleri seçerek en basitten en karmaşığa doğru keskin dönüşler yaparak giden,
çıkmazları ve yol ayrımları olan bir kazalar ve tesadüfler
labirenti haline gelebilmek için türlerin mantıksal bir dizilişi olmayı bırakır. Darwin'in yeniden canlandırdığı labirent simgesi, hafızalarında mitolojik efsanelerin anılarını saklayanları şaşırtmamalıdır. Minos Poseidon için
"en iyi" boğayı aramaktadır, Aigeus Atina'nın on dört "en
iyi" gencini Minos'a kurban edilmek üzere gönderir. Theseus onlar arasında en iyisidir. Bu seçimi reddedenler
elenir. Buna karşılık babasını ölüme terk eden ve Ariadne'yi yüz üstü bırakan Theseus zafer kazanır. işe yaramayanlar, yaşlılar ve kadınlar ortadan yok olur. Labirent
fikri böyle bir durumda en kuvvetli düşünce sistemi olarak gözükür. Gerçekte Minotauros ve tanrılar karşısında
en kurnazca olanıdır.
Aynı belirsizliği Marx'ta da buluruz. Sonraları Marksistler tarafından maniciler seviyesine indirgenecek olan
her kızgın düalistin ardında, yanlış tarafını içermeyen bir
· 83
Jacques Attalı
L<ıbinmtin Thri,h-i
84
Jacques Attah
doğru olmadığı gibi yine içinde doğruluk tarafını bulundurmayan bir yalan da olmadığını düşünen diyalektikçi
bir filozofla karşılaşırız. Marx, tarihsel determinizmin
düz çizgisinden çok daha tuhaf bir biçimde, başlangıcı ve
sonu olmayan, iyilik ve kötülüğün bulunmadığı, tanrıla­
rın ve kanunların olmadığı, ilerlemenin yollarının parlak
bir geleceğin zaferlerle dolu yollarıyla değil de, insanların maruz kaldığı bir tarihin belirsiz kıvrımlarıyla kesişti­
ği bir tarihin içine, görecelilik ve tersine çevrilebilirlik
kavramlarını ilk yerleştiren kişi olarak görünebilir.
Dahası, labirent simgesi iki önemli bilim dalında, matematik ve fizikte tüm gücüyle geri gelmiştir. Bir taraftan, olasılıklar kuramı, bir olayın tek bir nedeninin ya da
kesin bir mantığının bulunmadığı, ama farklı geleceklerin, bir matematiksel labirent haline dönüşen zaman
içinde mümkün olduğu bir labirent matematiği yaratır.
Diğer taraftan elektromanyetik dalgaların keşfi geometrinin ilkelerini alt üst eder, bir ağın etkili olabilmesi için
artık düz bir çizgi biçiminde olmasına gerek yoktur, şek­
li ne olursa olsun bu ağı boydan boya geçmek için gereken zaman aşağı yukarı sabittir.
O zamandan beri labirentler bilimden ayrılmamıştır.
Eukleidesçi olmayan yeni geometriler, doğaları gereği labirent özellikleri gösteriyordu. Modern felaketler kuramları, fraktallar ve salınımlar kuramları da labirentleri çağ­
rıştırır. Parçacık fiziği düğüm kuramının kullandığı matematiğin aynını kullanır. Olasılık kuramı, artık çizgi halinde sıralanmış bir kristaller kümesi olarak değil de, içindeki her şeyin, adeta bir kritik yollar ve çıkmazlar topluluğu gibi, karmaşık bir ağdan ibaret olduğu sarmallardan
oluşan, konumu belirsiz fraktal labirentler toplamı olarak gösterilen maddeyi de ele geçirir. Nükleer fizik, bilgi
/,al>i'rrnli,ı
Tarihi
işlem ve hatta her ne kadar düz çizginin mükemmelliği­
ni temel alsa da optik bilimi, labirentleri birer metafor
veya gerçek bir dayanak olarak kullanırlar. Örneğin hiçbir şey, transistor, silisyum, pentiurn işlemci, algoritmalar gibi öncel buluşların birbirleriyle etkileşimi olmadan
tasarlanamayacak olan- ki kendileri de birer işaret labirenti, birer sapaklar silsilesi olup sonraları ses ve görüntünün şifrelenmesi yoluyla yaygınlaşmışlardır- bağlantı­
ların kesiştiği bir elektronik yongadan daha iyi bir labirent olamaz. Sayısal bilgi işlemin yaygınlaşmasıyla beraber her ses, her resim bir labirentin içindeki bir bitiş
noktası, bin bir yola ayrılan bir ağ içerisinde bir adres olmuştur.
Anatomi ve fizyoloji için her şey bir labirenttir. Öyle
ki, uzun bir zamandan beri, parmak izinin, her insana
özel bir kıvrım sistemi olarak değerlendirilebileceği kabul ediliyor. Beynin günümüzdeki en iyi betimlemesi de,
"karmaşık bilgilerin içinde dolaştığı bir labirent" şeklinde
yapılıyor. Ayrıca kahkahaçiçeği, çitsarmaşığı, ayçiçeği ve
ananas gibi bitkilerde sarmal yapılar görülüyor. Hiç kuşkusuz, hayatın labirent biçimindeki kaynağı olan DNA
bile, hem helezonik, hem sarmal, hem de örgülü bir forma sahip.
85
Genetik bile ...
Hücreyi en iyi ne tarif edebilir? Bir labirent. Gerçekten
de hücre, DN.Nnın bölümleri olan genler tarafından inşa
edilmiş çok uzun moleküllerden, protein dizilerinden
oluşmuştur. Her hücre kendi görevini çevreden gelen
saldırılara tamamen meydan okuyarak yapar. Bunu yapabilmek için hücre, dışarıdan ve içeriden gelen farklı
mesajların içinde dolaştığı yaklaşık on bin proteinden
Jacques Attali
IAbin-ntiıı TIH"ilıi
oluşan karmaşık bir ağ sisteminden faydalanır. Hücrenin
yaşayabilmesi için, bu labirentin içindeki her mesaj, yo-
lunu tam olarak bulabilmelidir. Bazı proteinlerin kendi
yapısından kaynaklanan veya sonradan kazandığı olum-
s&
Jacques Attali
suz özellikler, bilgi geçişine imkan vermeyen türlü engellerin oluşmasına neden olurken, hücre ve onun içinde
bulunduğu canlı, bütün işlevlerini durdurmak tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Daha da şaşırtıcı olan, eğer "hücre"
sözcüğünü "organizma" ile, "protein" sözcüğünü de
"hücre" ile değiştirirsek daha önce söylediklerimizin tümü yine doğru olacaktır: Canlı bir varlık, labirentlerin labirentidir.134
Bir hücrenin protein labirentinin içinde, olası bir engeli çevrelemeye olanak verecek ne kadar çok yol olursa, hücrenin yaşama şansı da o kadar çok olur. Bu protein yollarının şekli hakkında hala hiçbir şey bilmediğimiz
ve genetik şifre içindeki hayat labirentinin biçimini hala
tanıyamadığımız için sadece bu engellerin nerelere yerleşebileceğini tanımlamak yolunda çalışmalar yapabiliyoruz. Şehirlerde yapılan gerilla savaşları gibi, genetik
mühendisliği de bir barikatın kurulmasını imkansız hale
getirmek için iletişim yollarını genişletmeye veya başka
bir' yol açarak bu barikatın çevresini sarmaya çalışmakta­
dır.134 Labirentleri temel alan bu düşünce tarzı, böylece,
doğa bilimlerinin düşünme biçimlerinin tam ortasında
yer alacaktır.
Belki de yarın, protein labirentlerinin tamamını anlamayı ve onları genetik olarak onarmayı başaracağız. Mitolojik efsaneler bu konuda da uyarıcı bir nitelik taşı­
maktadır. Genetik labirentlerin gelecekteki yöneticisi,
türlerin birbiriyle melezleştirilmesi yoluyla Minotauros'ları doğurtacak; hatta belki de, bir insanın bir hay-
/..ııbi r-erıli n 1briJıi
vanla melezleştirilerek, çok önceden ölmüş bir canlının
spermiyle döllenmiş bir çocuğu dünyaya getirebileceği
bir çeşit genetik göçebelik kurarak, bir türden başka bir
türe labirentvari yolculuklar düzenleyecek. Işte burada
da soy ağacının "düz akışı", yerini biyolojik bir labirente
bırakacak.
Daidalos, aynı anda hem heykeltıraş, hem mühendis,
hem labirent mimarı olan yarının bilim adamının bir görünümüdür. Elinden her türlü iş gelen bu insanlar metallerin sanatını tanıyacaklar, bir biyolog olarak karıncala­
rın geleceğini söyleyebilecekler, sanatçı olarak parmaklarıyla her türlü balmumu şeklini oluşturabilecekler, denizci olarak ticaret ve alışveriş hakkında her şeyi bilecekler.
87
Jacques Attali
l.abinmtin Tu.rih.i
Takas etmek
Bilimden ayrı olarak maddi ekonomi de tamamen
labirentimsi bir hal alır.
llk pazarlar
88
Pazar ve labirent arasındaki ilişki yeni değildir. Çok daha
önceleri Girit seyyar bir uygarlıktı ve bu uygarlığın gemileri, zenginliklerini güven altına alan çok büyük ticaret
ağları dokuyordu. Hiç kuşkusuz, Girit paralarının üzerine bir labirentin gururla kazınmış alınası nedensiz değil­
di. Tüm bu toplumlarda, zaten mülkiyet edinme yöntemleri birer labirent gibiydi. Karmaşık akrabalık kuralları
feodal sisteme geçene kadar malların intikalini düzenliyordu. Kazanç, karanlıkla bulanıklık arasında bir yerde
duruyordu. Labirentler konusunda uzman olanlar ticaretten en büyük kazancı sağlıyordu.
Şeffaflık ve kar
Sonra şeffaflık temel kural oldu. Saf ve mükemmel ticaret, ideal olarak, gereksiz aracılar olınadan düz çizgi halinde yapılmalıydı. Gelir, üretimden sonra aracısız olarak
gerçekleştirilen kar tarafından mağlubiyete uğratılmış ve
dışlanmıştı. Mülkiyet halka açık şirketlerin koyduğu kurallar tarafından yalın ve şeffaf bir şekilde düzenlenmiş­
ti. Ilk şirketlerin birbirini takip eden labirentlerden oluşan düzeni, yerini malların sınırlı sayıda kişide birikmesine yol açan doğrudan intikal yöntemine terk eder. Yüz-
Jacques Attali
IAJbinmliıı Thı-ilıi
yıllar boyunca ekonomi, en azından kendi söyleminde,
bu şekilde birbirine eklenen bir yapıda, düz bir çizgi boyunca ilerler.
Göçebe ekonomisinin geri dönüşü
Ekonomi bugün yeniden labirent haline dönmüştür. Endüstriyel ve ticari mülkiyet, gün geçtikçe birbirlerinin
sahibi olan mali kuruluşlar ve holdinglerin karmakarışık
düzeni içinde eriyip gitmektedir. Sermayenin gerçekte
kimin elinde olduğunu bulmak, labirentler konusundaki
uzmanlar hariç olmak üzere, neredeyse imkansız bir duruma gelmiştir. Üretim süreçleri, hammadde ile bitmiş
ürün arasındaki mesafenin gezegenin tümüne yayılmış
mekanlardan geçip gittikçe daha da dolambaçlı olan yollardan geçtiği karmaşık döngüler halinde çeşitlenir. Bilgi
labirentler halinde dolaşır, enerji ise eskiden olduğu gibi
düz çizgi halinde harcanır. Endüstri ve hizmetler için gerekli olan temel zenginlik olan bilgi her geçen gün daha
da labirentimsi bir hal alıyor. Daha önce gördüğümüz gibi, özellikle gelişmenin anahtarı olan bilgi işlem tekniklerini bilmek de, fazlasıyla labirentimsi bir özelliktir. Katma değer, labirentlerin karmaşıklığı içinde kalır ve kar da
buna bağlıdır. Onları çizmeyi ve inşa etmeyi, onlara nüfuz etmeyi, başkalarının ağları üzerinden onlardaki bilgileri çekip almayı bilenler, karı da denetim altına alacak-
89
tır.
Büyük grupların denetimini elinde tutan teknokrasi,
kendini operasyonel ve işlevsel sorumlulukların birbirine
karıştığı, labirentlere benzeyen organizasyon şemaları
içinde düzenleyecektir. Güç artık orada piramit biçiminde değil. Kariyer basamakları artık ne birbirine benziyor,
ne sürekli yukarı tırmanıyor ne de düz bir çizgi üzerinde
Jacques Atıah
Labirf'rıriıı 1hrihi
90
ilerliyor. Bu yollar maceralardan, rastlantılardan, geriye
dönüşlerden, sıçramalardan ve dönüşümlerden, çıkmaz­
lardan ve ileriye dönük planlardan, başarısızlıklardan ve
geri gelmelerden oluşuyor. Daidalos yaşasaydı bugün finansal bir yapıyı, bilgisayar ürünlerini satan dünya çapında bir mağaza zincirinin kuruluşunu, devasa bir bilgisayarı veya dijital televizyon kanallarının ücretli program paketlerini tasarlayan büyük bir teknokrat olurdu.
Bir patentin mülkiyeti üzerindeki bir anlaşmazlık sonrasında veya bir endüstriyel casusluk suçlaması yüzünden
kaçmak zorunda kalırdı.
Tele-satış ve evden çalışma yöntemleri, çalışanların
ve tüketicilerin içinde yolculuk yapacakları labirentleri
kurmaya başladı. Bunlar, karmaşık labirentlerden oluşan
"kütüphaneler"de nesneleri ve işleri arayacaklar. Dolaş­
tıkları ortamlar da artık şeffaf ağlardan değil, içlerinde,
zenginliğin tam anlamıyla kaynağını oluşturacak karmaşıklığın yer aldığı çok gelişmiş labirentlerden ibaret olacak.
Telefondan proteze kadar kullanacağımız pek çok şey
taşınabilir olacak. Yolculuklar yarı iş, yarı eğlence halinde yapılacak. Işte böylece hac yolculukları ve hippilerin
"yol"larından sonra, şimdi de firma çalışanlarının "iş
uçuşları", emeklilerin çıktıkları "tur"lar ve uyuşturucu
kullananların "yolculukları"yla karşılaşıyoruz. 3
Finans merkezleri olan Wall Street, City, Frankfurt ve
Tokyo 1da artık grafikler değil, borsacının sanal bir ortamda labirentler arasından geçip dolaşacağı "veri görünümleri" kullanılacak.
Artık zamandan kazanmak gerekmeyecek, zamanı
harcamak için değişik yollar bulma ihtiyacı doğacak. Bu
bir açıdan, mümkün olduğunca çok hizmeti, verilen bir
Jacques Attali
Labireııiüı 7brilıi
süre içinde üst üste yığmayı gerektirecek. Şimdi bile, büyük süpermarketlerde sadece tek bir giriş ve çıkış bulunmaktadır ve müşteri, satıcılar ve promosyon görevlileri
tarafından çok dikkatlice düzenlenmiş ve işaretlenmiş
labirentimsi bir güzergaha göre, tüm ürünleri görebileceği bir şekilde her doğrultunun önünden geçmek zorunda bırakılmaktadır.
Hipermarketlerde uygulanan bu yöntem örnek alına­
rak müzecilik de labirentlerin özelliklerini kullanmaya
başlamıştır ve her türlü sergileme yöntemi geçmişin fuarlarını ve uzak ülkelerdeki kapalı çarşıların yollarını yeniden canlandırmaktadır.
Yarın sanal müzeleri, dünyanın dört bir köşesine dağılmış eserlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan, aslında
var olmayan müzelerin yeniden inşa edilmiş görüntülerini ziyaret edeceğiz.
Harcamalarımızı, gelecekteki tüccar labirentlerinin ilkel bir kopyası olan bugünkü katalogların yerine mektupla satış yöntemi tarafından önerilen sanal labirentlerin içinde dolaşarak yapacağız.
Göçebe ekonomisi her yerde tüm gücüyle geri geldiğini ilan ediyor. Gelecekte, her zamankinden daha fazla,
yolculukların egemen olduğu bir çağ olacak. Önce yarı­
dışlannuşların, toplumun dışında yaşayanların ve giderek azalmaya yüz tutan işlerin peşindeki geçici işçilerin
tamamen gerçek yolculukları ile, sonra yeni eğlencelerin
ve hayali gezilerin arayışında olan orta sınıfın sanal yolculukları ile ve en sonunda yeni karlar elde etmeye çalı­
şan ayrıcalıklı sınıfın yine gerçek yolculukları ile karşıla­
şacağız. Yüksek rekabet ve zayıf enflasyon içeren bu kapitalizm düzeninde yaşayan zengin göçebe, nakit sermayeye sahip olacak, ne borçları ne de taşınmaz malları bu-
91
Jacques Attalı
/"ıtri reııl"i ,ı 1R'rihi
lunacak; bir bilgi, belirli bir konuda ustalık veya bir fırsat
olarak değerlendirilebilecek teknolojik bir avantajın gelirinden kar elde edecek; bilginin, sosyal bir labirent içinde dolaşmasına veya değerinin artmasına yarayacak bir
araç olacak; yatırım, genetik, bilgi işlem, tiyatro veya sanat alanlarındaki herhangi bir yeniliği denetleyecek. Kı­
sacası o, gelecekteki çok sayıda labirentin ve onlardan
kar elde etme yönteminin asıl bilgisine sahip olacak.
92
Jacques Attah
Üst sınıf
Bu labirentlerin sahipleri bir üst sınıf oluşturacaklar.
Ayrıcalıkları ne üretim araçlarına sahip olmalarına, ne de
bu araçları aktarabilmelerine bağlı olacak. Ne iş olanakları ve ortak zenginlikler yaratan girişimcilerden, ne de
işçi sınıfını sömüren kapitalistlerden olacaklar. Ne bir
fabrikaya, ne bir toprak parçasına, ne de bir yönetim yerine sahip olacaklar. Labirentlerin kanunlarını bilmeleri
onların zenginliğini oluşturan taşınabilir bir değer olacak. Devletlerin hiçbir rolünün olmadığı günübirlik
amaçlara ulaşmak için, değişken ortamlarda sermaye ve
yetenekleri hızla harekete geçirmeyi bilecekler. Toplumsal olayları yönetmek gibi bir hırsa sahip olmayacaklar,
çünkü politik tanınmışlık onlar için aslında büyük bir felaket olacak. Yaratmaktan, hayatın tadını çıkarmaktan,
harekete geçmekten hoşlanacaklar, ama çocuklarına vasiyet olarak güç ve servet bırakmak için çok fazla vakit
harcamayacaklar. Ayrıca zenginler, tükettikleri şeyleri
genellikle seçmeksizin şatafatlı bir hayat sürecekler. Geleceği dert edinmeyen, rüyalarda ve şiddette bencil ve
hazcı davranan, her açıdan göçebe bir kimliğe bürünmüş, geçici değerlere sahip bir toplum kuracaklar, en iyiyi ve en kötüyü yanlarına alarak yarınlara ilerleyecekler.
Labfrentiu 7hrihi
işbirliği yapmak, bir ağı paylaşmak ve iktidarları için ge-
rekli olanlarla bağlantıya geçmek için örgütlenecekler.
İnternet onların kulüpleri olacak.
Bu üst sınıfın kanunları altında orta sınıf, hem dünyaya karşı sığındığı hem de dünyaya açılan pencere olarak
gördüğü yuvasında, bir başka deyişle kendi mağarasında
sanal bir göçebelik yaşayacak. iş, gezi, oyun, güç ve cinsel ilişki gibi her türden sanal yolculuğu tamamlamak
için, ona saklanmaya çalışacak.
Son olarak en fakirler, en alt tabakadaki göçebeler,
güvensizliğin yollarına savrulacaklar. Geçici işler yüzünden, belirli bir ücretle çalışanlar yok olacak, herkes iş arzının bir sonraki kaprisini kollayacak.
Muzaffer bir üst sınıfın, sefalet denizinin üzerinde gezineceği bir ortamda, birkaç kişinin başarısının bedeli,
çok sayıda insanın toplum dışına itilmesiyle ve alt tabakadakilerin giderek artan şiddetiyle ödenecek.
Buna karşılık, yeniliklere açık bir üst tabakanın, yaratıcı özelliklerini, dayanışma adına, başkalarının hizmetine sunacağı bir ortamda, bir kültürel devrim gerçekleşe­
cek, labirent ekonomisinin devrimi. Bu devrim, yeniliği
iyi bir haber olarak, güvenilmez durumları bir değer olarak, istikrarsızlığı bir zorunluluk olarak, melezleştirmeyi
ise bir zenginlik olarak kabul ettirecek ve her şeye uyum
sağlayabilen, özgün dayanışmaların temsilcileri olan göçebe kabilelerin yaratılmasını destekleyecek. Labirentleri kullanmadaki ustalık gelişip ilerledikçe iş olanakları yeniden canlanacak.
93
Jacques Attalı
l..ab-ireıılin Thrihi
Baskın çıkmak
tık güçler
94
Jacques Attali
Ilk insan topluluklarında ekonomi gibi, iktidar da labirentlerin genel kabul görme sürecini takip ediyordu.
Meşruluğunu, labirent efsanesine gönderme yapan bir
sınava maruz kalarak elde ediyordu: Labirent sınavının
üstesinden gelebilmek için oluşturulan kurban törenleri
ile yeniden ortaya çıkan şiddeti belirli bir düzene koyan
aslında bir prensti. Her yönetici kendisini kabul ettirmek
ve yönettiklerinin gözünde resmiyet kazanabilmek için
yeraltındaki kötülüklerin önünü kapatacak ve sonsuzluğa giden yolculuğa bir anlam verebilecek yetenekte olmalıydı. Nitekim, her dokuz yılda bir Girit'in hükümdarı
sadece Boğa-tanrıya meydan okumak zorundaydı ve
eğer bu karşılaşmayı sağ salim bitirebilirse bir dokuz yıl
daha hüküm sürebiliyordu.
Ayrıca Yunanistan'da, Babil'de, Hindistan'da ve Suriye'de boğa, genellikle iktidarın, meşrulaştırıcı tehdidinin
simgesiydi. Geçmişe baktığımızda Giritli Minotauros, Babilli Enkil, Yahudilerin Altın Buzağısı gibi, prense, bir
başka deyişle resmiyet kazanmış sisteme meydan okuyan çok sayıda kaba kuvvet biçimiyle karşılaşıyoruz. Mı­
sırlıların güneş-kralı da kraliçe-inek-ay ile birleşirken bir
boğa biçiminde betimleniyordu ve Iason Altın Post'a
ulaşmak için iki boğayı yenmek zorundaydı. 8 Bugün hala
pelerinini ve özel giysisini giymiş matadorun karşısında­
ki hayvanların toynakları arenanın kumlarına izlerden ve
kan lekelerinden yapılma labirentler çizer.
1.,abirnırin 1brilıi
Mısır'ın on iki kralı
Labirentler iktidarı da yüceltiyorlardı. Herodotos !kinci
Kitap'ında, Mısır'daki labirent karşısında hayrete düştü­
ğünde, sadece baş döndürücü bir mezardan değil ayrıca
Mısırlılara on iki kralın adını hatırlatmak ve bu kralların
hükümdarlığını anmak için kurulan bir iktidar merkezin-
den de bahseder: "Hephaistos'un hükümdarlığından
sonra Mısırlılar kendilerini özgür zannettiler. Ama
hiçbir zaman kralsız yaşayamadıkları için on iki
bölgeye ayrılan Mısır'da onlara on iki kral verildi
[. .. ]. Aldıkları kararlardan biri de geriye bırakacakla­
rı ve adlarını hatırlatacak bir eser yaratmaktı. Bu
karardan sonra Karun Gölü 'nün üstünde ve Crocodilopolis şehrinin yakınında bir labirent inşa ettirdiler. 66" Böylece bu ilk labirent, birbirine geçmiş çok sayı­
da iktidar merkezinden ibaret olan piramit biçimindeki
değil de labirent biçimindeki hiyerarşiye, imparatorluk
otoritesinin karmaşık yapısına gönderme yapmaktadır.
(Aynı tuhaf hikayeye önce Israil'in on iki kabilesinde,
sonra da On Iki Havari'de rastlıyoruz.) Etrüsklerde olduğu gibi Kelt mitolojisinde de labirentler hala, kralın, yeniden dirilmek için içinden çıkabilecek bir yeteneğe sahip olmak zorunda olduğu mezarları betimlemektedir.
Bu yüzden her prens mezar veya bahçe biçimindeki labirentler ile donanmak dileğindedir.
Labirentler aynı zamanda iktidarın silahıydı; hem
çok kuvvetliydi, hem de gizlilik gereksinimi yüzünden
gözlerden ıraktaydı. Bu sınavların üstesinden gelmeyi bilenler orada korunurlar ve tecrit edilirlerdi. Milattan önce 270 yıllarında yaşamış tarihçi Philokhoros'a göre Giritliler, mahkumların hala madenlere çalışmaya gönderildiği bir devirde, labirentleri bir hapishane olarak da kul-
95
Jacques Attali
Uıt>ir"Pnliıı Tcırilıi
!anıyorlardı. "Giritlilere göre labirent,
birisi bir kere
içine kapatıldığında, dışarı kaçabilmenin imkansız­
lığından başka korkacak bir şeyin olmadığı bir hapishaneydi" diye yazıyordu Plutarkhos. 102 Ovidius ve Vergilius da bu yazılanları onaylıyordu. Hopi yerlilerinin efsanelerinde olduğu gibi Mahabharata'da da aynı kavramlara rastlanıyordu.
Labirent şeklindeki savaş
96
Jacques Attah
Askeri gücün uygulandığı zamanlarda gerekli olan sırları
da labirentler sağlar: Her strateji sonuçta görünmez ve
anlaşılmaz olma ilkesine dayanmalıdır. Mahabharata'da
savaşçı-peder4° şöyle der: "Bugün öyle bir savaş düzeni kuracağım ki, tanrılar bile içine giremeyecek40".
Aynı zamanda labirentler, şehri koruyan surlardır; "bazen bir merkezin, bir zenginliğin, bir değerin sihirli
savunmasıdır". Örneğin Çin ve Ingiltere'deki surlar labirent şekillerine benzerlik gösterir. Savaş stratejisi, etrafını kuşatma ve kurnazlık stratejisi olarak kalır. Maginot hattının yer altı savunma düzeni veya "Atlantik Duvarı" gibi mevzi savaşlarındaki siper örgüsünden daha
mükemmel bir labirent şekli olabilir mi? "Labirent" ismi,
Rochincourt ve Neuville-Saint-Waast arasında bulunan
ve 1915 yılında Fransız birliklerinin çok büyük zorluklarla ele geçirdiği güçlü Alman mevziine verilmişti.
Avrupa kralları dinsel, politik ve askeri bir simge olan
labirentleri ikamet ettikleri mekanlarda kurdular ve tahta çıkış ayinleri bu labirentlerden geçişi gerektirmeye
başladı. Nitekim XVI. Louis hariç diğer Fransa kralları
tahta çıktıkları gün yapılan ayinde, Reims katedralinin
ana kapısından içeri girip tahta doğru ilerlerken, nefin
büyük labirentini aşmak zorundaydılar. Bu geçiş o kadar
/,,abirrtıl i ,ı Tm"iJıi
önemliydi ki, 1594 yılında Reims Katolik birliği Ligue tarafından işgal edildiği için IV. Henri tahta çıkarken yine
bir labirenti geçebileceği Chartres'da kutsandı. 1600 yı­
lında kraliçe Avignon'a girdiğinde tahtın üzerinde Fransa krallığının simgesi olan zambak çiçekleri değil dairesel bir labirent bulunmaktaydı.113
Karnımın gücü
Burjuva toplumunda, iktidarın kendisini halktan yalıt­
mak veya onunla olan bağlarını koparmak iddiasını bı­
rakmasından hemen sonra labirentler anlamını yitirmeye başladı. Bu aşamadan sonra hükümdar, halkı, kendisine ulaşmak için geçilmesi gereken yolun, yalın, düz,
denetimsiz, gösterişsiz ve herkese açık olduğuna boş yere inandırmaya çalıştı. Herkesin, kendisine kadar ulaşıp
gelebileceğini, çocukluğundan itibaren her noktaya çıkabileceğini, hatta onun yerini bile alabileceğini umut etmesini istedi. Bunu yapabilmek için sadece düz bir yolda, bir düzen içerisinde yürümenin yeterli olduğunu savundu. Kapitalist toplumun, özellikle Amerikan kapitalizminin mekanizması işte bu bilinç içinde işliyordu. Fakat bu açıklama yetersizdi ve gerçekler sanıldığından
çok daha karmaşıktı. Bireylerin büyük bir çoğunluğunun
hayatı, bu rüyalardan çok daha az hoşnut eden çıkmazlarla son buluyordu. Çok azı "tünelin ucu"nu görebiliyordu. Çok azı kraliyet sarayına giden yola ulaşabiliyordu.
97
Politikanın gizleneceği yer
Bugün diğer her şey gibi yeni iktidar da labirente dönüşüyor. Artık kimse onun nerede bulunduğunu bilmiyor.
Bir merkez, alınacak bir Bastille var mı? Kim iş imkanları yaratacak iktidara sahip? Korkmaktan kurtulmak için
Jacques Attalı
l.abirnıtin Torihi
98
Jacques Attali
kimi başa getirmek gerekiyor?
İktidarın merkezde gizlenip pusuya yattığı tek merkezli labirentlerden, değişken ve çok sayıda merkez arasında iktidarların durmaksızın yer değiştirdiği labirentlere doğru bir geçiş yaptık.
Bu iktidarlar, dışardan fark edilemeyen bir üst sınıfın,
her yöne yayılan ve dışardan bakıldığında kavranılama­
yan ağları denetim altına aldığı karmaşık labirentlerde
korunurlar. İktidarın uygulanmasının herkes tarafından
görünür olacağı bir yeri, "bazı şeylerin değiştirilebilece­
ği" bir yeri gerekli gören demokrasi de bizatihi çekiciliği-·
ni kaybetmektedir, çünkü böylesi bir yer bulunmamaktadır. İşte, çileden çıkmış ulusları yalın, düz çözümlere
doğru umutsuzca zorlayanlar bunlardır.
"Tarih"in kendisi de labirent haline dönüşür. Artık
tek bir yönü yoktur. Mutlaka iyiye doğru gitmez. Onun
için "llerleme" yoktur. "Tarih" çıkmazlar ve düş kırıklık­
larından ibarettir. Eğer "Tarih"in bir yönü olsaydı herhalde bu labirentin gösterdiği yön olurdu.
İktidar yarın, kimi yollar üzerindeki dolaşımı kolaylaştıracak veya engelleyecek yeteneğe sahip olanlarda
bulunacak. Bir "Devlet" iktidarını, sadece denetimi altın­
da tuttuğu ağlar yardımıyla uygulayacak. Denetimin imkansız olduğu durumlarda politik kurumlar geri döndürülemez bir şekilde zayıflayacak.
Örneğin internette herkes daha şimdiden kendisine
ait olan kişisel iletişim sistemini, asal sayılardan hareket
ederek oluşturulan ve doğru yolu bulmadan önce milyarlarca seçeneğin denenmesini gerektiren, dolayısıyla herhangi bir iktidar odağı tarafından sistematik bir arama
yapıldığında çözülemeyecek kadar uzun bir zaman dilimine ihtiyaç duyulan şifre labirentleri ile korumak isti-
/,abirmıti1ı Tarihi
yor.
Savaş ve şiddet, kurnazca davranmaktan, kaçamak
yollar bulmaktan, çıkmazlar yaratmaktan ve ağları ablukaya almaktan ibaret olan labirent sanatını yeniden kullanmaya başlayacak. Terörizm öncelikle, iktidarı ulaşım
ağlarına, bilgisayar sistemlerine ve iletişim araçlarına
saldırarak etkisiz hale getirmeye çalışacak.
Gelecekteki iktidar odakları, engellemek, yasaklamak, bir caddeyi çıkmaza dönüştürmek, bir bilgi akışının
yönünü veya bir insan yığınının yolunu değiştirmek gibi
temel özelliklere sahip olacak. iktidar, ya bizzat inşa ettiği için, ya planını ele geçirdiği için, ya da başkalarını ustalığı konusunda ikna ettiği için labirenti tanıyan kişiye
ait olacak. işte Rehber'in iktidarı yolunu şaşırmışları, bir
barınak ve kalacak bir toprak bulabilmeleri için yeniden
yönlendirmeyi bilenlerin, inisiyelerin, Musa'nın iktidarı ...
99
Jacques Attalı
l.ahiı-ı>ııliıt 1bı-ilti
Yerleşmek
İlk şehirler
Ilk şehirler ortaya çıktığında labirentler göçebe ulusların
yerleşme düzenini çoktan bir yapıya kavuşturmuştu: Ka-
100
Jacque~ Attali
bilelerin pek çoğu, şefın çadırını ve kutsal sunağı korumak amacıyla, geçici veya mevsimlik konaklama yerlerini, uzun uzun düşünülüp ustalıkla tasarlanmış kale duvarları ile çevrili, labirent şeklinde olduğu açıkça görülen
ve bölgeyi baştan başa dolaşan yollarla kaplı bir yapıya
uygun bir şekilde düzenlerlerdi. 84 Bugün bile Masai ve
Zulu kabileleri kadınlar tarafından yapılan kraal adı verilen geçici barınaklarda yaşarlar. Bu evler labirentlere
benzeyen ağlar biçiminde düzenlenmiş, ortaya şefin evi
yerleştirilmiş ve çevresine önceden düşünülmüş ve kuşaktan kuşağa geçerek bir çeşit zihinsel katalog içinde
listelenmiş olan karmaşık yollar çizilmiştir. Konaklama
yerinin planı sanki göçebelerin saldırılarından korunmak
istermiş gibi oluşturulan savaş düzenini çağrıştırır. 84
Yerleşiklerin ilk köyleri doğal labirentler biçiminde
düzenlenmişti. Üst üste getirilen mağaralarla oluşturu­
lan, Kapadokya'daki Kaymaklı ve Derinkuyu'da olduğu
gibi Cilalı Taş Çağı'nda yerin altında on katlı olarak inşa
edilmiş, yirmi bin insanı içinde barındırabilen; her işgal­
de, özellikle Roma ve Arap istilalarında daha da büyüyen
yerleşimler ortaya çıkmıştı. 125 Bu örnekleri ayrıca Çin'de
Ming ve Pinglerde, Afrika'da, Kuzey Amerika'da Anasaziler'de de buluyoruz.
Labirent deseni, yerleşik düzene geçmişler iç:n, kay-
/,(11,iırnli,ı Thrilıi
bettikleri göçebe kültürünün anısını sürdürmenin bir
aracı haline dönüştü. Yere bir labirent çiziyor ve bunu,
köyünü kurmak, sonra onu ormandan ayırt etmek, Evren'in yapısına göre bir kopyasını çıkarmak, vahşeti ondan uzaklaştırmak ve yerleşiklerin düşmanı olan göçebeleri tuzağa düşürmek için kullanıyordu.
Şehirlerin ilk surları saldırganların ilerlemesini geciktirmek için labirent biçiminde düzenlenmişti. Nitekim
Kutsal Kitap'ta Ceriko şehrinin surlarının labirente benzeyen bir yapıda olduğu söyleniyordu. Aynı şekilde Homeros da Truva şehrini böyle anlatır. Sonraları şehirler
büyüdükçe sokaklar da kendi çaplarında çok doğal labirentler oluştururlar. Öyle ki Homeros'a göre yüzden fazla şehrin bulunduğu Girit'te belki de bu sokaklar labirent
düşüncesinin kaynağını oluşturuyorlardı. Baştan başa
kıvrımlarla dolu, surlarla çevrili bu şehirlerle her yerde,
özellikle Özbekistan'da, Ispanya'da, Arnavutluk'ta, Malezya'da veya Yemen'de karşılaşıyoruz. Bu bölgelerde yabancılardan korunmak için her türlü yöntemden faydalanılırdı. Örneğin kapılar, üstteki katlarda oturanlar tarafından binayı boydan boya geçen bir ipi çekerek ziyaretçiye açılırdı.
Ilkçağlardan beri şehirler labirentlerin labirentiydi.
Bir hedef için çıkmaz olan, bir diğeri için doğru yoldu.
Bu düzenleme çok kısıtlı bir alanda sonsuz sayıda ağın
yığılmasına, istiflenmesine imkan tanıyordu. ilk Çağ şe­
hirleri gibi Orta Çağ şehirleri de, isteyerek veya istemeyerek de olsa, boş ve dolunun, duvar ve yolun birbirine
karıştığı labirentlerdi. Kuvvetlendirilmiş surlar adli sınır­
ları temsil ediyor; bir anayol, dışarıyı çan kulesine ve kiliseye bağlayarak temel etkinlikleri besliyor, bir noktada
topluyordu. Ama surlarından çok planının karmaşıklığı
101
Jacques Attali
U,binmti,ı 1Urilıi
şehri
102
koruyordu: Mimar Francesco di Giorgio Martini
"Sivil ve Askeri Mimarlık Üzerine Bir lnceleme" adlı
kitabında "Bir müstahkem mevkiin kuvveti duvarları­
nın kalınlığından çok planının niteliğine bağlıdır"
diyerek bunun öneminin altını çizer. George Lawrence
Durrell "Justine"de bu olguyu "Şehir bir kafestir" diye
tanımlayarak doğrular. .. Sokaklarda, halkın ilgi gösterdiği büyük bayramlarda, devlerin geçit yaptığı karnavallarda, kilisenin tören alayları açık havada bir kere daha tekrar edilir ve bu alaylar geçtikleri yerlere ve anayolların
kıvrımlarına kutsal bir görünüm verir.
Sokaklar insisiyelere kendi evlerinde rehberlik ederken yolunu şaşırmış, kendini kaybetmiş yabancıları da
ortaya çıkarmalarına olanak verir. Her sokak bir sır gibidir, ama aynı zamanda bir karşılaşmanın umudunu da
içinde barındırır. Prag, Paris'teki Saint-Louis ve Cite adalan, bazı Piemonte şehirlerinin merkezleri bu labirentlerin en güzelleri olarak kabul edilir. 32 Su labirenti Venedik, kuşkusuz bunlar arasında en zorlusudur. Lyon'daki
oval Nantes avlusunun veya Troyes'daki "Mortier d'or"
avlusunun çevresinde, Salzburg'da, Milano'da, Prag'da,
daha yüzlerce örnek arasında, Lyon'da "traboule32"lardan, Italya'da "vicini"lerden, başka yerlerde ise kanallardan, evler, bloklar, semtler arasında gizlenmiş yarı­
özel geçitlerden oluşan gizli bir şehir ağı dallanıp budaklanıyor. Buralarda yolunu yitirip bulamamak yabancı olmak anlamına geliyor.
Adresler ve şehir planlan
Sonraları şehirler yavaş yavaş labirent kimliklerini kaybetmeye başladılar. Şeffaflık isteği şehir yetkililerini bir
işaretleyici yöntemi kurmaya itti. Planlar ve plakalar so-
Jacques Analı
l.abirentüı 1brilıi
kakları isimlendirdi, evleri numaralandırdı, hatta görkernlilerine bir de isim verildi. Okumayı bilenler için artık labirent diye bir şey kalmamıştı. Hemen ardından cahiller için "mutlak labirent", okumuşlar için ise "göreceli
labirent" kavramından bahsetmek mümkün olmuştu.
Rönesans'la beraber şehir planları çizilip satılmaya,
şehrin gelecekteki yapısı önceden betimlenmeye başla­
mıştı. Nitekim meydanlar ve sokaklar inşa edilmeden önce kağıt üzerine çiziliyordu. Artık mimar inşa edici değil,
bina kurulmadan önce taslaklarına bakılıp karar verilen
bir sanatçıydı.
Şeffaflığı, düzeni, sağlık ilkelerini, mülkiyetin korunmasını her geçen gün daha fazla gözeten. siyasi iktidar,
dilencileri ve yabancıları, kısacası bilgiye sahip olmayanları kendi bölgesinden uzaklaştırdı.3
Haussmann' dan Le Corbusier'ye
Sanayi Devrimi, labirentleri şehrin daha da dışına sürükledi. Sadece planları okumayı bilenler için değil, ayrıca
okuma yazma bilmeyenler için de şehirler labirent havasından sıyrılmıştı. Bunun nedeni siyasi iktidarın, şehri
insan eliyle düzenlemeye çalışması idi: Eski sokaklar yıkılıyor, dik açılı kavşaklar kuruluyor, dama tahtası gibi
çok yalın bir plana göre dizilen binalar gittikçe daha da
yüksek inşa ediliyordu. Kente enfarktüs geçirten trafiği
ve barikatları engellemek için caddeler genişletiliyordu.
Yoksullar şehirden uzaklaştırıldıktan sonra kıvrımlar yok
edildi. Fransa'da baron Haussmann bu kentsel devrimin
kuramcısı ve ustabaşısı idi. Artık ideal bir şehir, sokakların ve iç alanların birbirine dolaşması olarak kabul edilmiyor; atlı arabalar~, tramvayların ve sonra da otomobillerin yığınlar halinde işgal edeceği yollara açılan cep-
103
Jacques Attali
Uıhirr.,ıUıı 7hrihi
helerden ve ana caddelerden oluşan bir ağa dönüşmeye
çalışıyordu.
,04
Özellikle yeni şehirlerin ortaya çıktığı yerlerde böylesi taslakları gerçekleştirmek kolaydı. Yeni keşfedilen bölgelerde, öncelikle Kuzey Arnerika'da sifırdan başlaya­
rak kurulan kentler kare kareydi. Washington, New York,
Chicago ve Houston dünyadaki labirent karşıtı şehirlerin
ilk örneklerini oluşturdular. Birleşik Arnerika'nın baş­
kentini düzenlemekle görevli Fransız mimarın bu konudaki söylemini aktarmamız gerekir: O, yeni demokratik
iktidarın oluşturduğu kurumların bütün merkezlerini
birbirlerine bağlayan, açık, düz, şeffaf yolları çizmeyi hayal ediyordu. 1930 yılında "Atina Yasası" şehirleri düzene koyma arzusunu daha da fazla kuramlaştırır ve hatta
bu düşüncenin savunucularından Fransız mimar Le Corbusier şöyle yazar: "Dik açı meşrudur. .. ; ayrıca bir zorurıluluktur." Bir kentin düz bir doğrultu üzerinde kurulması ve üzerinde iletişim hatlarının bağlı olduğu, etrafında ışık yayılan bir ana cadde ile süslenmesi gerektiği­
ni açıklar.
Bu düşünce ile Fransa'da Cergy, Brezilya'nın ortasın­
da Brasilia gibi yeni şehirler, vazgeçilmez banliyöler ve
gösteriş merkezleri kuruldu. Bugün aynı tarzda yapılaş­
ma Arnerika'nın zengin semtlerinde ve Asya'da, Şang­
hay'daki Pudong bölgesinde devam ediyor.
Geleceğin şehirleri
Bununla birlikte, en yapay şehirler bile hiçbir zaman labirentten kurtulamadılar: Hayat düz çizgilerden yapıl­
mamıştı. Bir semtin gelişmesi hiçbir zaman bir planlamanın ürünü değil, çok sayıda oyuncunun 11 tasarladığı karmaşık bir gerçeğin sonucuydu ve bu kaçınılmaz olarak
Jacques Attali
J,tıbiı-,,ııtiıı nııihi
labirentleri ortaya çıkarıyordu. Şimdilerde, Avrupa ve
Amerika Birleşik Devletleri'nin en zengin bölgelerinde
yapay olarak eskitilmiş yeni semtler inşa etme noktasına
bile gelindi.
Tokyo bugün labirent şehirlerin en mükemmel örneğidir, çünkü bu şehirde işaret düzeni yoktur. Kavşaklar
ve sokaklar isimsizdir, her bir parsel komşu parselle hiçbir ilgisi olmayan bir numara taşır. Şehir birbiri üstüne
geçmiş semtlerden, merdivenlerden ve otoyollardan oluşur. Bu şehir, içinde yaşayanlar için bile bir labirenttir.
Güney Kore'nin başkenti Seul de bu labirent şehirler­
den biridir. Sanki Asya kıtası böyle şehirl~r için biçilmiş
bir kaftandır. Sanki kimse oralarda fazladan bir belleğe
ve sadece yolunu sormak için bile olsa kibarlığa sahip olmadan hayatını sürdüremez gibi görünür.
Bellek ve kibarlık: Büyük labirent şehirlerin sakinleri
olacak göçebelerin hayatta kalma koşulları.
Büyük şehirlerin çevresindeki kenar mahallelerde
oturanlar, kendi semtlerinde sanki bir çıkmazdaymış gibi yaşarlar ve şehir merkezini yasak bir tapmak gibi görürler. Aralarında en güçsüz olup istemeden göçebe durumuna düşenler, içine girip sığınmak için, kullanılma­
yan eski metro istasyonlarında, şehri çevreleyen ana
caddelerin altında, garların yakınlarında, kamuya açık
bahçelerde, sağlıksız koşullardaki ev yığınlarında, inşaat
alanlarında ve hatta kanalizasyonlarda kendi labirentlerini inşa ederler.
Sonuçta, en zengininden en parasızma kadar herkes
şehrin labirenti içinde, yabancıların baskınına, yoksulların saldırılarına, zenginlerin küstahlığına, büyük güçlerin
bastırmasına karşı, hatta çok daha eski ve temel bir dürtünün etkisiyle, büyük doğal felaketlere ve tehlikelere
10s
Jacques Attali
Uıbinmti.n 11:ırihi
10&
Jacques Attalı
karşı kendine bir korunma, bir savunma alanı, küçük bir
yuva arar.
Yann şehir düzenlerinin bugünden çok daha fazla labirentleşeceğine emin olabiliriz. Gezegenimizin nüfusunun yarısı beş milyondan fazla insanın yaşadığı şehirler­
de oturacak ve her geçen gün genişlemesi daha da zorlaşacak mekanlara, daha da fazla insan istiflemek gerekecek.125 Dolayısıyla şehrin yeni bir boyuta ihtiyacı olacak. Bu durumda yerin altı ve üstü, üst üste gelen metrolarla, platformlarla, otoyollarla, ışık kaynaklarıyla, asma bahçelerle ve ayrıca içinde suyun, enerjinin, sıcağın
ve soğuğun, sözlerin ve görüntülerin, paranın ve mesajların dolaştığı her türden ağla dolu, çok boyutlu bir düzene geçecek. Nükleer bir savaş olasılığına karşı daha
şimdiden Çin'de onlarca şehir, yüzeydeki sokakların ismini taşıyan tünel ağlarıyla bulundukları bölgenin yüzölçümünü iki katına çıkardı.125 Vietnarn'da da savaştan kalma125, askeri amaçlarla kazılmış yer altı geçitleriyle, yüzlerce kilometre boyunca uzanan toplantı, yemek, dinlenme, tedavi odalarından oluşan bir ağ ile karşılaşıyoruz.
Osaka'nın tıklım tıklım olan sokaklarının altında yer alan,
iş yerleri ve çarşılardan oluşan üç katlı şehirler ise daha
barışçıl amaçlarla kurulmuştur. 125 Tokyo'da, Shinjuku
garının girişindeki üç boyutlu kare bir bahçe de bu geleceğin habercisidir. Montreal ve Toronto'da kar yağışı ve
kış mevsiminin soğuğu şehir hayatını felç ettiğinde yer
altındaki yollar, mağazalar, garlar ve restoranlar kapalı
bir ortamda dilencilerden ve suçlardan uzak uygar bir
hayata imkan tanırlar.
Kuzeydeki kimi şehirler bu düşünceyle, içinde egzotik bir iklimin, astropik bir bitki örtüsünün, Polinezya
göllerinin, sonsuz bir ilkbaharın tüm koşullarının yaratıl-
Labirmtüı 1arilıi
dığı, orta sınıfa dahil şehirlilerin hemen hemen sanala
yakın bir çeşit göçebelik halinde gelip eğleneceği üç boyutlu labirentlere dönüşecek.
Bu şehirlerde yolunu bulmayı bilenler orada erke, öncelikle iletişim erkine sahip olacaklar.
107
Jacques Attali
[,abj,-p,ı/j,ı T,ı,-ihi
İletmek
İlk yazılar
1os
Daha önce gördüğümüz gibi labirent ilk yazı biçimiydi ve
sesleri kullanmadan anlatmanın yollarından biriydi. Mı­
sır'da dilin yapısı, kelimeleri ve nesneleri birbirine bağla­
mak için anlamları yakalayan bir file biçiminde gösteriliyordu.30 Yunanlılarda labirentler çokanlamlılığın, bolluğun ve de iletişimin tanrısı olan Hermes'in koruması altı­
na alınmıştı. O zamanlarda yaşamış her toplumda iletişim dolaylı ve dolambaçlı idi. Bu iletişim, içlerinden her
birinin aynı hikayeyi kendince bir tarzda anlattığı aracılar gerektiriyordu. Papazlar, ozanlar, hikayeciler, şarkıcı­
lar, sözlü tarihçiler, peygamberler, Incil yazarları, hepsi
dönüştürerek ve temsil ederek bu mesajların oluşturul­
masına katkıda bulunmuşlardır. Hiçbir şey söylentilerden ve ağızdan ağıza dolaşan sözlerden daha fazla labirente benzemez.
Açıkça konuşmak
Tüccar toplumların ortaya çıkmasıyla beraber iletişim ve
karşılıklı ilişkilerde ideal durum düz çizgi ve şeffaflık oldu. Matbaa, neredeyse kimsenin ulaşamadığı bir metni
yüksek sesle okuyan hikayeciyi ortadan kaldırdı. Kitaplar sayesinde bir yazarın eserine, eser değişime uğrama­
dan, doğrudan erişilebildi. Harf ve düşünce yan yana geldi ve belirsizliği, söz sanatlarının ürünlerini, doğaçlama­
yı kovup daha kısa ve açık yazmaya teşvik ettiler. Aynı
Jacques Attalı
/.tJbiınıliıı 1hrilti
zamanlarda Protestan düşüncesi artık İncil ile inanan
arasında bulunan aracı bir rahibin zorunlu olmadığını ileri sürüyordu.
Hızın, en kısa yolun arayışı bir tutku haline gelmişti.
Önce otomobiller, demiryolları, sonra uçaklar, hız, şeffaf­
lık, akla yatkınlık ıletişimin gelişmesinin temel taşları
olacaktı. lletişimi kuran kişi, aracının arkasında kayboluyordu. Televizyon, mesajların iletiminde tüm aracıları
ortadan kaldıran bu evrimin son aşamasıydı.
Sulama kanalları
Ama işte her zaman olduğu gibi yine labirentler geri geldi. lletişim kurmak sulamaya dönüştü ve en fazla sayı­
da şebekenin alanını işgal etmekle eş anlamlı oldu. Şaşı­
lacak bir paradoks: Göçebelerin yarattığı bu kavram yerleşik düzene geçmişlerin özelliği olan tarım için gerekli
bile oldu. Tarımla ilgili bu benzetme yeni uygarlığın en
iyi tarifini veriyor ve göçebelerin zamanı suladığını anla-
109
tıyor.
Düz çizgi, elektriğin ortaya çıkmasıyla genel bir kural
olmaktan çıkar. Çünkü elektrik için bir noktadan başka
bir noktaya giden en kısa yol artık düz bir çizgi değildir.
Böylece en dolambaçlı ağlar ekonomik olarak yeniden
kabul edilebilir hale gelir.
Sonra telefonun ortaya çıkışı iletişim kuranlar arasın­
da bir eşitlik ilişkisi yaratarak toplumsal düzeni alt üst
etti. Herkes önceden, bu yeni tür labirentin içinde gideceği karmaşık yolu bir numarayı çevirerek belirler. Ama
burada da düz çizgi genel kural değildir. Öyle ki cep telefonu, şehirde yaşayan göçebenin sahip olduğu Ariadne'nin görünmez ipi gibidir ve telesekreterlerin ve elektronik postaların sistemleri herkese, keyfıne göre "ulaşıJacques Attalı
l.aMnmtiıı Tarihi
labilir" veya "ulaşılamaz", kimileri için "orada", kimileri
içinse "kayıp" olma imkanı tanır.
İnternet'in labirentleri
Yakın bir zamanda iletişimin temeli, labirent ile yeniden
ilişki kuracak. Televizyon kanalları, taşıma sistemleri ve
110
Jacques Attah
uzaktan kumanda edilen sayısız hizmet labirentlerden
oluşacak. Otoyollar da artık düz bir çizgi halinde seyretmeyecek. Düz yollar, bir noktadan başka bir noktaya giderken seçenekleri arttıran ve araç yoğunluğunu bölüş­
türüp dağıtan dolambaçlı yollara göre aslında daha çok
trafiğe ve sürüşte dalgınlığa neden oluyorlar. Günümüzün otoyolları labirentlerin, şeritlerin, kavşakların ve tek
yönlü bağlantı yollarının üst üste gelmesiyle oluşan dolambaçlı sistemlerdir.
Iletişim, temel olarak bireyleri, kütüphaneleri ve mahalleleri birbirleriyle ilişki içine sokmaktan ibaret olacak.
Iletişimde labirentin yeniden kullanılmaya başlaması
1965 yılında hipermetin kavramının bulunmasıyla başla­
dı. Hipermetinler bilgisayar ekranları üzerinde bir metnin bir noktasından başka bir metnin diğer bir noktasına,
metnin tamamını inceleme gereği olmaksızın geçmek
için tasarlanmış bilgi işlem süreçleri idi. Böylece metinler arasında yolculuk etmek mümkün oluyor; yeni metinler eklenebiliyor, kesilip yapıştırılabiliyor ve geçişler arasında bağlantılar kurulabiliyordu. Hiperrnetin kavramı­
nın yaratıcısı Ted Nelson bu şekilde, mutlak bir kütüphanenin hayalini kuran Arjantinli yazar Jorge Luis Borges
gibi, dünyadaki mevcut tüm metinleri birbirine bağlama­
nın düşünü kuruyordu.15
1969 yılında, sonraları adı Internet'e dönüşecek olan,
bilgisayarları birbirlerine bağlamayı amaçlayan ve yanlış
Labiıv>,ıl'in Tar·ihi
bir şekilde bilginin "otoyol"u olarak adlandırılan bir iletişim sistemi doğar. Cerf ve Kahn adındaki iki Amerikalı
mühendis TCP ile IP adı verilen ve bilgisayarları bağla­
mak için kurulmuş ilk şebekeye sınırsız sayıda "sokak"
ve abone eklenmesine imkan tanıyan iletişim labirentlerinin yapısını ortaya koyar. 1980'de bu sistem toplumun
kullanımına açılır. Gopher sistemi 1991 'de internet labirenti içinde, aralarında ilişki kurmayan yerleri birbirine
bağlayan "tüneller"in yaratılmasına izin veriyordu. Aynı
zamanlarda, açıkça bir örümcek ağını çağrıştıran "World
Wide Web" ağı ortaya çıkıyordu. Artık burada söz konusu olan yan yana gelmiş düz çizgiler değildir. Tam tersine burada söz konusu olan dar sokakların ve çıkmazların
oluşturduğu karışıklıklar, sonu çıkmazlarla biten ve bazen sonunda hiç beklenmeyen karşılaşmaların yaşandığı
binlerce yoldur. Eski şehirlerdekine benzer bir durum
bu. İnternet de yakında, gerçek anlamda bir mimarı olmayan bir Orta Çağ kentine benzeyecek. En yakındaki
yerlere geziler düzenlemek yerine, orada burada yolculuk yapmamıza, başıboş dolaşıyormuş hayaline kapılmamıza ve elektronik sokak-labirentlerinin içinde gezinmemize yardımcı olacak.
Ilerlemeyi tanımlamaya yardımcı olan en önemli benzetme düz çizgi olduğu için, yeni ortaya çıkan çoklu ortam ağlarını isimlendirmek zorunda olan tembel zihinlerde "otoyol" sözcüğü canlandı. Gerçekte internet, potansiyel olarak içerisinde sonsuz sayıda yön ve çatallanmış
yol barındıran, "kütüphaneler"ine bağlı sınırsız kullanıcı­
sı olan bir bilgi labirentidir. Artık yolculuğun amacı sadece enerji ve zamandan tasarruf etmek değil, en çok sayı­
da bilgiyi olabildiğince açık bir ortamda üretip aktarmak
ve yine bu bilgilere en kolay biçimde ulaşılmasını sağla-
111
Jacques Attali
Labin•ııriıı Tu,-iJıi
maktır. Orada 'yalın', en iyi olan değildir, 'en kısa' en doğ­
ru olan değildir. Zaten orada dolaşmak veya "sörf yapmak" için gerekli olan yazılımlar labirentlerin ortaya koyduklarına benzer türde problemleri çözmeyi amaçlamaktadır.
112
Jacques Attali
Televizyon, bilgisayarla ve sanal görüntülerle hi,..met
veren makinelerle birleştiğinde edilgen bir gösteri aracı
olmaktan çıkacak. İnternet gelecekteki sanal göçebenin
temel iletişim aracı olacak ve bu sayede o, dünyadaki
tüm bilgisayarlara ve bPlleklere bağlanabilecek. Orada
konuşacak, baştan çıkaracak, çalışacak, eğlenecek ve tüketecek. Herkes iletişim kurmak için gerçek veya sanal
bir kimlik edinecek. Yalan söyleme ve şizofreni hastalık­
ları herkese açık bu karnavalda hoşgörüyle karşılanacak
maskeler olacak. Her biri, iletişim kurmak istediği kişiyi seçmeden önce başkaları tarafından seçilebilecek. Ve sonra sıra öğrenmeye gelecek.
Labiı'f'ıılüı 7h,-U,i
Öğrenmek
insanlık tarihinin çok büyük bir bölümünde, öğrenim ve
inisiasyon birbirine karışmıştır. Doğal olarak öğretme,
zorlu deneyimler, maskeler ve korkutmalarla dolu bir labirentin içinden geçiş olarak betimlenmişti. Girit'te, Hopi yerlilerinde, Bambaralar'da ve Seram adasında inisiasyon, iyi bir labirent eğitiminin onaylanması demekti. Öğ­
retmen ve papaz aynı kişiydi ve iman ile bilgi özdeşleşi­
yordu. lnisiye, artık bir yetişkin oluyor, böylece dua etme ve yaşama hakkını elde ediyordu.
Daha sonra öğrenmek başka bir anlam taşımaya başladı ve bilgisizlikten bilgiye doğru giden düz ve şeffaf bir
yolda, yıllar ve sınıflar arasında ilerleyerek, gizemlerinden arınmış bir bilginin toplanmasına dönüştü. Başarının
ölçütü, eğitim alınan yılların sayısı idi. Mezun olma hakkı sınavlar ve yarışmalar sonucunda verilirdi. Bu eğitim
sistemi yaşam boyu bir meslekte çalışma hakkı ve en
azından toplum içinde ·sosyal bir konum sağlıyordu. En
azından söylem buydu. Aslında gerçek bilgi karmaşık ve
dolambaçlı bir labirentin yolları olarak kaldı. Öğrenmek
için harcanan saatlerin sayısı onun ölçüsü değildi. Zaten
bugün, diplomalar artık bir işin gara:ntisi olmaktan çıktı.
Her şeyin geçici olduğu bir dünyada bilgi de tam kendisine ulaşıldığı anda kullanılmaz duruma gelebiliyor. Eğitim sistemi de yeniden labirentleşir. Artık üniversite
kürsülerinde düz bir çizgi üzerinde ilerleme yoktur, aksine seçeneklerle, geçiş dersleriyle, sınıfta kalmalarla ve
yeniden başlamalarla dolu karmaşık bir yol takip edilir.
113
JaCQU@S Attalı
L.abiı"ffltiıı TuriJıi
işler, burnunun diki doğrultusunda hızla ilerleyenlerden
114
Jacques Attali
çok, bu yolları daha iyi anlayanlara ve yol almayı bilenlere gidecektir.
Gelecekte başarının anahtarı durmaksızın dolaşıp durabilme, deneme yapabilme ve dayanabilme yeteneklerinde gizli olacaktır. Bu, her şey için bir defada bir diploma elde etmekten başka nitelikler gerektirecek. Durmaksızın yeniden öğrenmek ve kesinlikle içinden çıkıldı­
ğı zannedilen bir öğrenme sürecine yeniden başlamak
zorunda kalınacak. Başarısızlığa değer vermek, bir çık­
mazdan, bir imkansızlıktan yarar sağlamak kaçınılmaz
olacak. Geleceğin eğitimcisi sert bir öğretmenden çok
dikkatli bir rehber olarak görünecek.
Öğretim, kısmen uzaktan yapılacak. Öğrencinin bu
durumda hareket etmeden bir yolculuk yapması, kütüphanelerin içinde yalnız başına gezinip durması ve yolda
giderken bilgisayarından erişebileceği sanal labirentleri
birbirine bağlayabilmesi gerekecek.
Öğrenmek, mantıksal bilgileri üst üste yığmak yerine,
denemelerden geçmeyi, kaybolmayı bilmeyi, her geçeni
yakalayabilecek serbestlikte olmayı ve hatalarımıza karşı meraklı davranmayı gerektirecek. Öğrenmek her şey­
den önce bir yolculuk olacak. Öğrenmek, yolculuk yapmak ve eğlenmek arasındaki farklar belirsizleşecek.
/,lJh-iı'nıti,ı nıri/Ji
Eğlendirmek
İlk hikayeler
insan, ilk hikayenin dili olan labirent deseni yoluyla kendi kendisiyle konuşmaya başladı. Başkalarından öyküler
dinlemek onun ilk eğlencesiydi, günlük hayattan ilk çıkı­
şıydı, ilk sanal göçebeliğiydi. Tüm efsaneler eğlenmenin
bir başka biçimiydi; yani amaç ölümü düşünmemek veya
onu uzakta tutmaktı.
Bir kitabı açmak bir labirentin içine girmek gibiydi.
Onu okumak ise labirenti geçmek dernekti.
Büyük mitolojik hikayelerin tamamı aslında labirent
geçişleri ile ilgili hikayele~e benzer bir biçimde yazılmıştır. 109 Bu hikayelerde bir giriş, bir yol, bir işaret noktası,
engeller, çıkışı olmayan yollar, düş kırıklıkları, geri çekilmeler, vaat edilen topraklar ve hazinelerle karşılaşıyoruz. Zaman burada doğrusal bir yönde geçmez. ileri ve
geriye doğru gidişler, olayları anımsamalar ve bazen de
onları tekrar etmeler hikayenin içinde aralıksız bir biçimde devam eder. Hikayenin kahramanı, rastlantı ve
bilgisizlik, istek ve ödül arasında ilerleyerek yol alır. içinden çıkılamaz çelişkilerin içine düşer, açıklanamaz olaylarla yüz yüze gelir, alt edilemeyen direnişlerle karşılaşır.
Böylesi bir hikayenin okuyucusu, kendisini labirente yukarıdan bakıp inceleyebilen bir kişinin durumunda bulur. Labirentin tamamını görüp seyre dalabilir, gözleriyle
içinde yol alabilir ve hatta yolculuğa sonundan başlayabilir. Daha· da iyisi labirenti içeriden takip edebilir, bilinmeyene meydan okuyabilir, sanki bir yolun köşesini dö-
11s
Jacques Attali
Labirrıııiu Thrilıi
nüyormuş gibi, sanki labirentin çatallanan yolları arasın­
11&
Jacques Attalı
da ilerliyormuş gibi sayfaları çevirir. En görkemli hikayeler okuyucunun dışarıya kaçıp kurtulamadığı, içinde kalıp çıkamadığı, tüm dolambaçlı yolları izlemek zorunda
kaldığı, kaybolduğu halde yolun sonuna ulaştığına inandığı, kazasız belasız hedefe ulaşmak üzere iken kaybolmuş olmaktan korktuğu hikayelerdir.
Sayısız hikaye, ana izlek olarak, açıkça veya üstü kapalı biçimde, bir tür labirentler formu kullanır. Bu türdeki ilk hikayeler arasında Gılgamış Destanı, Bhagavadgita ile Odysseus'un "kovalanan gezgin" olarak nitelendirildiği, savaş hilesi olan insan yapımı, içi boş Truva Atı
sayesinde işgal edilen labirent biçimindeki Truva şehri­
nin anlatıldığı Odysseia sayılabilir. (Çok garip bir biçimde "truva" kelimesi, çok daha sonra arena ve dans pisti anlamlarına gelen eşsesli, eski bir Latin kelimesinden
hareketle labirent anlamını kazanarak yeniden ortaya çı­
kacaktı). Altı yüzyıl sonra bile Vergilius'un Aeneis'i bir
labirent hikayesidir. Girit'ten Cumae'ye kadar bir labirentten başka bir labirente dolaşıp duran ve soyut labirentlerden yakasını sıyırabilmeyi başaran Aineias evine
döndüğünçie de bir labirent görür.109
Orta Çağ'da edebiyat sık sık labirentleri romansı anlatımın modeli olarak kullanır. Örneğin Dante "mezzo
del camin di nostra vita ... " (hayat yolunun tam ortasın­
da karanlık bir ormanın içinde buluyorum kendimi, çünkü önümde giden yol kayboldu gitti. .. ) diye başlayan ilahi Komedya, kılavuzluğu Beatrice tarafından yapılan bir
labirent geçişini anlatır.109 On üçüncü yüzyılın, yazarı bilinmeyen metni "Kutsal Kase'yi Arayış" dünyanın içinden geçişi bir çeşit ahlaki labirent olarak anlatır. 109 Geoffrey Chaucer'in Canterbury Öyküleri yolculuk, arama
J,ahinmthı 1'ıırihi
ve kaçış ihtiyaçlarını inceleyen ilk romansı yapıttır. 27 Saray edebiyatındaki baştan çıkarma hikayeleri genellikle
karşılaşma umuduyla, kaybolmanın verdiği bir zevkle ve
başarının coşkusuyla benzerlikler kurarak bir aşk labirentinden geçişi taklit eder. Fransız şair Ronsard'ın yazdığı gibi: "Ve tuttuğunuz kalbimi çıkarıp alınız/ Karmaşık yollarınızın labirentinde ... "
Düz çizgide eğlendirmek
Kuşkusuz belirli bir zaman süresince düz çizgi kendi kurallarını eğlenceye de kabul ettirdi. Özellikle tiyatroda
mekan, zaman ve eylemin bütünleşmesi ile, sözdiziminde Fransız şair Malherbe ile ve düzgün söyleyişte yine
Fransız bir şair ve edebiyat eleştirmeni olan Boileau ile
kendisini gösterdi. Ancak bu okulların nitelikleri tamamen Fransa'ya özgüydü ve aynı devirde diğer ülkelerde
barok ve romantizm akımları daha etkiliydi. Hatta bu iki
akım aynı ülkede, aynı sanat dalında o devrin sanatçıları
arasında yan yana boy gösteriyordu.
117
Romanlar ve öyküler
Benzer bir şekilde ilk modern romanların yapısı da labirentlere benzer. Romanlar yine "kovalananın yolculuğu"nu anlatır. Don Quijote kuşkusuz bir labirent-romandır. Sonraları Doktor Faustus, David Copperfield, Sefiller, Monte Kristo Kontu, Seksen Günde Devri Alem gibi romanlar gelir. Aynı şekilde, diğerleri ile karşılaştırıl­
dığında belki de en önemli roman olan Melville'in Moby
Dick adlı yapıtında labirent efsanesinin benzer tüm öğe­
leri kullanılmıştır. Alice Harikalar Diyarında'nın öyküsünde ise labirentin özellikle yetişkinliğe geçme ve yeniden dirilme aracı olduğunu görürüz. Franz Kafka Şato'da
Jacques Attalı
l.abirnıfi,ı nırilıi
11
s
Jacques Attali
Prag şehrini "bizi bırakmayacak" bir labirent olarak tanımlar. Edwin Muir ve Borges'in labirentleri 15 korku mekanları gibidir. Joyce'un Ulysses adlı eserinde76 Stephen
Dedalus, Dublin labirentinde kaybolur. Ayrıca, diğer tüm
roman kalıplarından farklı olarak polisiye romanların
kurgusu labirent biçiminde düzenlenir. Soruşturmayı yapan, merkezde gizlenmiş suçluyu gün ışığına çıkarmak
için ona doğru yavaş yavaş ilerler.
Çocuklar için yazılmış masalların önemli bir bölümü
de eski zamanların içinden çıkıp gelen labirent örgüsüne
sahiptir. Örneğin Parmak Çocuk masalı bu türün tüm bileşenlerini bünyesinde toplar: Orman, canavar, hile, dönüş yolunu bulabilmek için küçük çakıl taşlarından oluşan bir "ip" ve labirentin üzerinde bir uçuş. Diğer masallar arasında, Pamuk Prenses ve Küçük Denizkızı hakkında da aynı şeyleri söylememiz mümkün.
Günümüzde labirent kavramının kullanıldığı eğlenceler yeniden her yerde ortaya çıktılar ve labirente ilk işle­
vini, yani ölüme bir anlam yükleme işlevini geri verdiler.
Cennetleri olmayan toplumlarda yeniden dirilmeyi beklemek yanıltıcı olduğundan son yolculuğu unutturmak
için eğlencelerden faydalanılır. Sonsuzluğa doğru bir kapı açamadığı için labirentler insanları eğlendirmek zorundadır. Modern sanatın içinde, özellikle günümüzün
mağaralarını temsil eden "karanlık salonlar"ın sanatı sinemanın başarısında· labirentlerin elde ettiği konumun
nedeni işte budur. 107 Altına Hücum'dan Metropolis'e,
Yurttaş Kane'den, En Tehlikeli Oyun'a, Şangaylı Kadın'dan Ressamın Kontratı'na, Satyricon'dan Shining'e kadar pek çok filmde sinema sanatının yapılan­
dırdığı labirent kalıpları görülür.
Labirmıtin TariJıi
Eğlencenin sanal yolculukları
Eğlenmek, sanal olarak yolculuk yapmaktır, yol ayrımla­
rıyla, çıkmazlarla ve tuzaklarla dolu bir labirenti geçen
ve yolculuk yapan bir başkası olmayı kabul etmektir. Eğ­
lenmek, kendisine yabancılaşmak, maske takmak ve bir
başkası olmaktır. işte Marksizmin temelinde yatan bu
modası geçmiş yabancılaşma düşüncesi, kendini aşma­
nın, gerçekleşmesi imkansız fikirlerin, yeni yaşam tarzı­
nın anahtarı konumuna yükselmiştir.
Şimdiden, yarının eğlencelerinin daha da fazla labirent özelliklerine sahip olacağını görüyoruz. Dolambaçlı
bir gösteri sırasında sıradan bir seyirci olmak yerine,
farklı yol ayrımları arasında seçim yapılabilecek. Yemek
yapma sanatı ve erotizm de dahil olmak üzere zevk ve
eğlenceye dair tüm davranışlar bu labirentleri anlatacak.
Artık bir amaç uğruna dümdüz gidilmeyecek, aksine ertelemeler yapılacak, eğlencenin tadına varılacak, vazgeçilecek, geri çekilinecek, çevresinden dolaşılacak, geriye
dönülecek, ustalığın, özenin ve ince düşüncenin verdiği
zevkler içinde kaybolunacak. Önce istenmeyecek ama
sonra bu tüketilecek.
Bu yeni eğlencelerin izleyicisi, kimi zaman hayatın
gerçek oyunlarında, kimi zaman da katedralin zeminindeki labirentin karşıladığı işlevi yeniden sunan sanal yolculukların içinde kendisini tanıyacağı sanal yolları seçecek.
119
Jacques Attali
l.ahirr,ıl"iır Tarihi
Kendini bilmek
120
Jacques Attalı
Deli ve bilge
"Neredesin?". Tanrı'nın Adem'e sorduğu ne garip bir soru!
Her şeyi bilen Tanrı, onun nerede olduğunu bilmiyor
mu? Yoksa bu soruyu sadece insanı, labirentlere geri dönerken kendi kimliğini aramaya, kendi içinde araştırma
yapmaya ve kendini bulmaya götürmek için mi soruyor?
insanın kendini tanıması binlerce yıl boyunca labirentler yoluyla oldu. Bu normal olmanın şartıydı, labirentleri tanımayan kendi grubuna yabancı oluyordu, yetişkin kabul edilmiyordu ve dışlanıyordu. Kabilesi tarafından kabul edilmek için insanların dolambaçlı yollarda
ilerlemeyi bilmesi gerekiyordu.
Rönesans'tan on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar
ahlaki doğruluk akıl sağlığının bir ölçütüydü, şeffaflık ise
kentsel değerlerin bir koşuluydu. insanı hayvandan ayı­
ran şey onun kendi kendine düz yürüyebilmesini sağla­
yan manevi yeteneğiydi. Bu düzende labirentin yeri yoktu. O sadece aykırılığın ve deliliğin simgesiydi. Bilge düz
yürüyendi. Deli ise kayıp düşen, kaçan, raylardan, doğru
yoldan çıkandı.
Sonra, insana kendi karanlık tarafıyla yüzleşebilmeyi,
bilinçaltının mağaralarının içine girmeyi ve kendisinin de
bir labirent olduğunu kabul etmeyi öğreten psikanaliz bilimi ortaya çıktı.
Bununla beraber bu düşüncenin psikanalizin ilk bilginlerinin aklına gelmediği görünüyor. Freud, efsanele-
J,ııbiırnthı Trnihi
rin cinsel anlamını açıklamak istediğinde, bu konudan
sadece neredeyse bir fıkra gibi bahseder. "örneğin Labirent'in hikayesinin anal doğumun bir betimlemesi
ortaya çıkar. Dolambaçlı yollar bağırsakla,
Ariadne'nin ipi göbek bağıyla özdeşleşir. 55" Oysa, labiolduğu
rentlerin gerçekte onun bütün düşünce sisteminin temelini oluşturup anlaşılır kıldığı çok açıktır. Fransız psikiyatr ve psikanalist Lacan'ın görüşlerini açıklayabilmek
için bilinçaltının labirent yapısından faydalanılır.
Dolambaçlı bir yol olarak kadınlık
Önce Sigmund Freud'un başını çektiği akımın ilgi alanı
cinsellikle başlayalım. Düz çizgi erkekliği, yolculuğun
simgesi labirent ise doğum ve rahmi çağrıştınr. Eğer çocuk, rahimde geçirdiği dokuz ayın anılarını saklayabilseydi, bu anne karnındaki labirentin anıları olurdu. Yarık, mağara, in sözcükleri düzdeğişmece örnekleri olduğu gibi aynı zamanda anne simgesi, kadınlık ve doğur­
ganlık imgesidir. Labirenti geçmek kadın cinsel organlarını geçmek gibidir. içine girmek, sokmak, içinden geçmek gibi cinsellikle ilgili yaygın kullanılan sözcükler de
bunun doğal bir sonucu olarak labirentlerle ilgili sözcüklere çok yakındır. Hopi yerlilerine göre kareyi eğri şekil­
leriyle çevreleyen dairesel bir labirent, anneyi simgeler.
Bazı toplumlarda labirent öylesine belirgin bir cinsel imge durumundadır ki ahlak dışı bir boyut kazanır. Hatta
bazen bu imge bir çeşit ensest ilişki özlemini ifade eder.
Labirent ve cinsellik arasındaki bu ilişki evrenseldir.
Mısır'da tanrıça lsis, insana içinde tanrı Osiris'in bulunduğu bir labirentin merkezine kadar rehberlik eder. Finlandiya ve Isveç'te labirentler "bakirelerin dansları"dır.
Girit'te Lineer B yazısı ile yazılmış Da-pu-ri-ti-jo keli-
121
Jacques Attali
Labin'1"ıtiıı 1Urihi
122
mesi yerin altından gelen dişi tanrısallık Potnia ile ilişki­
lendirilir. Gilbert Lascault çok güzel bir biçimde Ariadne'nin kendisinin de labirent olduğunu ve cinsel organı­
nın Theseus'un yolunu şaşırdığı yerdeki giriş olduğunu
yazar. "Sevilen her beden, seni büyüleyen ve yolunu
şaşırtan, her zaman neyi çevrelediğini, neyi uyardı­
ğını bilemeyen sevginin duyarlılığını arttırdığı eğri
ve kıvrımlardan oluşan bir labirent haline dönüşebi­
lir. 84 " Sayısız efsanede labirentin merkezinde bir boğa­
nın değil, daha çok bir kadının fethedilmesi gerekmektedir. Yunan mitolojisinde kadınlık, efsanelerin temel direklerinden biridir. Örneğin Theseus, Ariadne'nin kendisine olan aşkı olmadan labirentten çıkamazdı. O labirentin ödülüydü, bekaretini aldıktan sonra kendisini Naksos
adasında terk eden adamın oyuncağıydı. Olayların akışı
onu Ariadne'nin cinsel organının içine sokmuştu.
'Kadın erkeğin bilinçaltı mı' diye sorgulayan mitoloji
bu soruya, 'evet, ona meydan okumak, onu etkisiz hale
getirmek gerekiyor' diye cevap verir.
Cinsellik başka binlerce labirent yolculuğunun da
ödülüdür: Theseus'un arayışı bir kadın yüzünden oldu,
tıpkı Orpheus'un oradan oraya dolaşması gibi. llyada
destanını ise, bir kadının, bir labirent kalenin içindeki
Helena'nın yeniden elde edilmesi olarak özetleyebiliriz.
Vanuatu'daki Malakula adasında, Maluku takımadaları­
nın üyesi Seram adasının efsanelerinde, Avustralya'nın
Aborijinlerinde, bir örümcek-kadının yer altı labirentinden çıkmaları için kılavuzluk ettiği Hopi yerlilerinde de
durum böyledir.
Cinsiyetin peşine düşmek
Yahudi-Hıristiyan kültürünün cinsiyete ait suçluluk duyJacques Attah
Lrıbimııtiıı Trırilıi
gusu düz çizgi tarafından temsil edilen erkekliğin zaferini onayladığı günden itibaren, labirentler artık sadece lanetli bir şehvet düşkünlüğü ve bir kenarda tutulan kadın
benzetmesi olarak kalmıştır. Bu düşünce Petrarca, Dante ve Boccaccio tarafından da kabul görmüştür. 109 Aşk
oyunlarından bahseden Orta Çağ edebiyatından sonra,
on altıncı yüzyılın sevgiyi anlatan düzyazı akımının üyelerinden Beroald de Verville kadının cinsel organını "cinsel isteklerin değerli labirenti" olarak tanımlarken sonraları Voltaire "lwş bir labirent"ten bahsedecek, Willert
de Grecourt ise "bu güzel labirentı 09 " diyecektir.
Düşler ve hayaller
Günümüzde labirentler, psikanaliz biliminin tüm söylemlerine gönderme yapmaya devam ediyor. Nitekim temellerinde çok açık bir şekilde labirent özellikleri bulunan
rüyaları önce Freud açıkladı. Thomas Stearns Eliot ise
bir psikiyatra şunları söyletmiştir: "Bu macera sadece
123
efsane ve imge deyimleri ile anlatılabilir. Onun hakkında konuşulduğunda karanlıktan, labirentten, Minotauros 'lardan, korkudan konuşulur." Sonra Büyük
Britanyalı psikiyatr Laing, bireyler arası ilişkilerdeki yanlış anlamaları "düğüm, arapsaçı, çıkmaz, ayrılma ve
kısır döngü 83 " olarak tanımlar. Lacan bilinçaltının "Bor-
romeo düğümleri"nden bahseder. Özellikle Jung'a göre77 ortak bilinçaltının içinde yerleşik duran labirent ef-
sanesi psikanalizin en temel örneği olup rüyalarda görünür. Jung, labirentin, bir kadın büyücü veya bir kuleye
hapsedilmiş bir prenses tarafından temsil edilen dişi
"anima" ile, onu gelip kötülükten kurtaran koruyucu erkek animus'u birbirine bağladığını ileri sürer. Labirent
animus'un anima'ya kavuşmasına, kendi içindeki labiJacques Attah
LabiTP11liıı 7hrihi
renti araştırmasına, çıkmazları ve dolambaçlı yolları tanı­
masına, kendi bilinçaltının gizlendiği yeri keşfetmesine
imkan verir.
Kendisinin de bir labirent olduğunu bilmek, herkesin
kendi etnik, estetik, psikolojik ve cinsel maskesini taktı­
ğı bir karnavalda çeşitli özelliklere sahip olduğunu kabul
etmek... lşte labirente girmenin ve bilgeliğin yollarında
ilerlemenin şartı, giriş şifresi budur.
124
Jacques Attali
J,abfreııtüı 1hrihi
Yol almak
Bir yolcu için tavsiyeler
Acemi ve cahil olan, kapının önünde karanlık girişe bakarken, yalnızca tuzaklarla dolu, çıkışı olmayan bir tünel
görür. Eğer vazgeçip geri dönerse hayatın kapıları yüzüne kapanır. !çeri girerse; şaşkınlığını, hayallerini, ve korkusunu yenebilirse; kendi içinde düğümler yaratmazsa;
bugünlerde pek önem verilmeyen yeteneklerinden faydalanmayı kabul ederse hayallerin ona öğrettiğini, korkunun onu kuvvetlendirdiğini, hataların onu büyüttüğü­
nü, şaşkınlığın onu değiştirdiğini keşfedecek .. Bir defa
bilgiyi elde ettiğinde, geriye bile dönebilecek, daha uzağa gidebilmek için yoluna yeniden başlayabilecek, hatta
başkalarına onun içinden nasıl geçilebileceğini öğretecek ve böylece labirentin efendisi olacak.
Bunu yapabilmek için onun, sanayileşmiş toplumun
çokça övdüğü nitelikleri, hızı, aklı, mantığı, şeffaflığı bir
kenara bırakması ve labirentleri keşfe çıkanların özelliklerini; sabrı, ağır hareket edebilmeyi, kötülük eğilimini,
merakı, kurnazlığı, esnekliği, doğaçlamayı ve kendisine
hakim olmayı, Ilk Çağ insanlarının göçebe köklerini ve
erdemlerini unutmamaları sayesinde bu zamana kadar
yaşayabildikleri gerçeğini çocuklarına hatırlatmak amacıyla ayin ve danslar ile onlara aşıladıkları nitelikleri yeniden bulması gerekecek.
Geleceğin sayısız labirentinin içinden geçmeye davet
edilen yarının yolcularına şimdi burada bazı tavsiyelerde
12s
bulunacağım.
Jacques Attalı
IAıtıin•,ı/i,ı '/iırilıi
126
Göçebe hayatı yaşamak
Fiziksel olarak bu dolambaçlı yolların ne olduğunu anlamak için modern labirentin girişinin önünde, önce ilk
Çağ göçebelerinin anlayışına kendimizi bırakıp teslim etmemiz yerinde olur. Görünüşte karanlık olan bu macera,
yapıcı bir ilerlemeye dönüşür, bu geçişi bir özgürlüğe kavuşuyormuş gibi yaşatır, ona bir anlam verir, onu yaratı­
cı kılar. Kabile halinde seyahat etmenin şartlarını yeniden bulmayı öğrenmek, göçebe gerçeklerine dönmek ve
onların dört temel özelliğini yeniden keşfetmek. gerekecektir.
ilk olarak göçebenin hafif kalması gerektiğini hatırla­
malıyız. Yolculukları sırasında onu engelleyecek maddi
zenginlikleri değil, sadece fikirleri, deneyimleri, bilgileri
ve ilişkileri üzerinde biriktirebilir. Onun kimliği, korunması gereken bir bölge ile değil, yanında taşıdığı bir kültürle, bir düşünce sistemiyle, bir tanrıyla veya çadırları
toplayıp çekip gitmesi gerekse bile savunmak zorunda
olduğu bir kabile ile tanımlanır. Gerçek göçebe hiçbir zaman bir toprağı savunurken ölmez, ama bu toprağı terk
etme hakkını korumak için ölebilir.
ikinci SJrada göçebenin konuksever, nazik, başkaları­
na karşı açık, hediye verirken dikkatli olması gerektiğini
hatırlamalıyız. Çünkü kendi hayatını sürdürebilmesi,
davranışları karşılığında gördüğü misafirperverliğe bağlı­
dır. Eğer göçebe, arkasında hoş bir izlenim bırakmazsa,
en son geçişinde her şeyi yakıp yıkmışsa kuyulara ulaş­
ması yasaklanacaktır. Pek çok efsanede anlatılanın aksine kimse göçebeden daha fazla medeni değildir. Mitoloji
bize bunu gösteriyor: Misafirperverliğin kurallarına aykı­
rı davranarak Minos'un oğlu Andregeos'u katlettikleri
için gökyüzünün laneti Atinalıların üzerine çöktü. Ayrıca
Jacques Attali
J,abiınıtin 1'ıııihi
Minos da Daidalos'a ev sahipliği yapan Sicilya kralı Cocalos'a savaş açtığı için öldü.
Üçüncü sırada, göçebenin pusuda beklemek zorunda
olduğunu hatırlamalıyız. Onun kamp kurduğu yer savunmasızdır; ne bir surla çevrilidir ne de çevresinde tuzaklar vardır. Her ne kadar çadırını kurmak için açık bir alan
seçse de, kendisini konuksever olarak gösterse de düş­
man her zaman, her yerden ansızın çıkıp gelebilir. lşte
bu yüzden göçebe, her an çadırlarını kaldırıp bölgesini
terk etmeye veya çölden, ormandan gelen düşmanla karşılaşmaya hazır olmalıdır.
Dördüncü ve son olarak göçebe diğerleriyle dayanış­
ma içinde olmalıdır. Göçebenin beraberce yolculuk yaptığı, yükleri ve umutları paylaştığı başkalarına ihtiyacı
vardır. Gözetleme olmaksızın göçebe hayatı olmaz. Sıra­
sıyla nöbet tutmadan, yani dayanışma olmadan da gözetleme olmaz.
Hafif, nazik, her an hazır, dayanışmacı: lşte göçebenin
en önemli nitelikleri. Labirentin yolcusu önce bu nitelikleriyle onun karşısına geçmek zorunda kalacaktır.
121
.Karşısına geçmek
Kapının karşısına geçilse bile yine de içeriye girmek için
cesarete sahip olmak gerekir. Labirentler, düz bir çizgi
boyunca ilerleyen büyük caddelere alışık olan bugünün
insanını korkuttuğu için içeri girmek büyük bir cesaret
ister. Önlerinde yalnızca bir dönemeç veya çok büyük ve
karanlık bir yarık gördüklerinde ilerlemeyi istemezler.
Bir defa içeriye girdikten sonra yollarını şaşırıp çaresiz
kalacaklarını bilirler. Yanına yaklaşan herkesi yuttuğunu
öğrendiler. Minos orada karısını, bir oğlunu ve bir kızını,
Daidalos oğlunu, Ariadne aşkını, Theseus oğlunu
ayJacques Attali
Labin.-ntin TiıriJıi
12s
Jacques Attalı
betti. Seram ve Malakula adalarında, Afrika'da, Amerika'da, Avustralya'da tüm destanlar, tüm mitolojik efsaneler onun içine girildiğinde kaybolup ölüneceğini, sadece boşlukla veya yılanın zehri ile karşılaşılacağını anlatır.
Orada, yerleşik düşüncelere karşı çıkma cesaretini
gösterenleri bile geri çekilmeye iten bir şey var. Neden
yerleşik düzenin rahatlığından çıkılsın? Neden bu dolambaçlı yollara girilsin? "Sağduyu" ile yetinenler bir
adım daha atmak istemeyeceklerdir çünkü onların amacı güvenlikte olmaktır. Onların istediği "haklar"dır. Onlar
belirsizlikleri ve seçenekleri istemezler. Eğer onların
üzerine çok gidilirse, en sonunda seçmek zorunda kalacakları bir noktaya gelmemek için özgürlüklerini yardı­
ma çağırırlar.
Bazıları çevresinden dolaşmayı deneyecektir. Ama
hayat öylesine tasarlanmıştır ki, onun içinden geçip yol
almayı reddetmek mümkün değildir. Tabii yaşamayı reddederek, en kısa yolu seçip intihar etmedikçe.
Başkaları, Descartes'ın tavsiye ettiği gibi kuvvet kullanıp kendilerine bir yol açarak hayatı düz çizgi doğrul­
tusunda geçmeyi deneyeceklerdir. Genellikle başarısızlı­
ğa uğrayacaklardır: Düz yol gerçekle beraber yaşamak
isteyenler için kapalıdır. Kendi labirentinden kaçmak
için uçan Daidalos başaramaz. Gordion'un düğümünü
kesip atarak Asya'da sadece geçici bir zafer kazanan Büyük Iskender de başarılı olamaz. Planını bilmeden bir
şehrin içinden geçme, önceden kazanılanları iyice ölçüp
biçmeden bir bilgiyi kullanma, gelenek ve görenek labirentlerini tanımadan bir ülkeyi yönetme girişimlerinin
tamamı başarısızlığa mahkumdur.
Kimileri de labirentin içine girmeyi kabul eder ve
so~ korkup geriye döner. Cezalandırılmaları korkunç
'
/,ıılıirnıliıı Tarihi
olur. Örneğin Orpheus sevgilisini kurtarabilmek için Ölüler Ülkesi'nin labirentine meydan okur, ilk çıkmazların
üstesinden gelir ve aşağıya iner. Ama dönüşte geriye bakar, sevdiği her şeyi kaybeder ve parçalanarak öldürülür.
Sonuç olarak bazıları da bir kere labirentin içine girdi
mi, artık dışarı çıkmaya çalışmadan, dışarıdaki tehlikelerle karşılaşmaktansa ömür boyu hapishanede kalmayı
kabul ederek sonsuza dek labirentin dolambaçlı yolları­
nın içinde yaşamaya boyun eğerler.
Tam tersine, tek uygun davranış biçimi labirentin içine girmek, ona karşı durmak, o andaki durumu ne olursa olsun göçebe dünyasına meydan okumak, yerleşik düzenin silahlarım unutmak, labirenti bir problem gibi değil bir çözüm gibi görmektir. Ve bunun için ilerlemek ve
kaybolmayı istemek gerekir.
Kaybolmak
129
Odysseus kaybolduğunda eşine olan aşkının farkına varmıştı, Kristof Kolomb kaybolduğunda Arnerika'yı keşfetmişti, Newton kaybolduğunda yerçekimini kavramıştı,
Yahudi halkı çölde yolunu şaşırmışken kanunlarına kavuştu, Kelt bilgeliği de bu konuyu şöyle açıklamaktadır:
"Bazı yolculuklarda, yo/cular yollarını kaybettikleri
zaman kürekleri gemiye alırlar, artık hiçbir yere gitmedikleri zaman muhteşem adalara ulaşırlar. 30 "
Sanayileşmiş toplumlarda kaybolmak, kaybetmek de-
mektir. Zamandan ve paradan kaybetmek demektir. Günümüzün modern toplumları yolunu şaşırmayı bir başa­
rısızlık, hatta bir delilik olarak görmektedir. Onlara göre
her zaman düz bir doğrultuda yürümelidir, nereye gidildiği bilinmelidir, kaybolunduğu hiçbir zaman kabul edilmemelidir.
Jacques Attalı
f.abfrmlitı Turilti
130
Jacques Attali
Ama buraya kadar bahsettiğim tüm labirentler başka
bir davranış biçimi gerektirir. !çeriye girerken, yönünü
kaybetmeyi, zaman ve mekanın dışında yaşamayı, sersemleme duygusunu, baş dönmesini, önceden süreyi ve
yolu bilmemeyi, merkeze çok yaklaşmış olmayı umarken
aslında uzaklaşmakta olabileceğini kabul etmek gerekir.
Bazı diller bu kavramları iyi anlamışlar ve labirent
anlamını veren sözcük ile yolunu şaşırma tanımını veren sözcüğü birbiri ile ilişkilendirmişlerdir. Örneğin Almanca'da her ne kadar labyrinth sözcüğü bulunsa da,
özellikle başıboş dolaşmak anlamındaki irren fülinden
gelen irrıveg ve irrgaten sözcükleri kullanılır. Bu fiil aynı zamanda sanki hatanın koruyucu bir özelliği varmış gibi, koruyan anlamına da gelir. İngilizce'de labirent anlamına gelen maze sözcüğü de yolunu şaşırma anlamına
gönderme yapar. Çince'de labirent Mi ve kung sözcüklerinin ilişkilendirilmesiyle oluşturulmuştur. Ilk sözcük yolunu şaşırmak, kaybolmak, kafası karışmak, heyecanlanmak, büyülenmek, mutlu olmak, çılgınca sevmek ve tutkunun esiri olmak anlamlarına gönderme yaparken ikinci sözcük tapınağa, saraya ve rahme gönderme yapar.
Gerçekte, kaybolmak hiçbir zaman bir başarısızlık
değildir. Geri çekilmek, beklenilmeyen bir yere gitmek,
kendini bulmak için bir fırsattır. - Kaybolmayı istemek,
hatta bundan zevk almak bile gerekir. Bir geçiş bir kavgaya değil, meraklı bir bekleyişe dönüştürülmelidir. Bu
yolda kaybolmuş olmaktan, yalnızlıktan korkulmaz; bilinmeyenin korkusu bastırılır, düşmanın belki de bir sonraki dönemeçte pusuya yatmış olmasına rağmen görmeden ilerlemeye itiraz edilmez. Bilimde, aranmayan hiçbir
şey bulunamaz, yolu kaybetmeden hiçbir şey keşfedile­
mez. Sanatta, kaybolmak yaratıcılığın koşuludur. Başarı-
l..abire1tli11 1'arihi
sızlıklar olmadan, öğrenme süreci içinde hiçbir şey öğre­
nilmez.
Kaybolmayı sevmek, merak gibi özel bir niteliğe sahip
olmayı gerektirir. Merak, kaybolmuşluğun içinde öğren­
meye, bilinmeyenin içinde keşfetmeye, bilgisizlik içinde
bulmaya fırsat tanır. Merak, başkaları ile ilgilenmektir,
onlara kendi yolunu birden kabul ettirmeye çalışmamak­
tır, tüm farklılıkları sezinleyecek şekilde pusuda beklemektir, karşılaştığı yabancının özgünlüğünü anlamak
için onun yerine kendisini koymaktır. Merak, göçebenin
hayati bir niteliği ve geleceğin yolcusunun temel özelliğidir. Birçok bilgisayar oyunu bu gerekliliğe uygun olarak bizleri oldukça iyi eğitir. Ben onlarda, öylece oturup
televizyonu seyretmekten çok daha fazla eğitici olan bir
çalışma bile görüyorum. Böylesine bir teknolojinin, yarı­
nın yetişkinleri için sağladığı tüm öğretici özelliklerinin
tam zamanında ortaya çıkması ilginç bir rastlantı.
Bir şehirde kaybolarak istediğimizi buluruz. Örneğin
Fransız yazar Rabelais "labyrinthe" sözcüğünden türettiği "Labyrinther" fiilini kullanır. Ayrıca Lyon'da birbirine
geçmiş sokakları tanımlamak için kullanılan "traboule"
sözcüğünden türetilmiş "trabouler32 " fiili, sokaklar arasında öylesine dolaşmak anlamını vermek için söylenir.
Bu bir çeşit kendi isteğiyle kaybolmaktır.
lnternette kaybolarak bilmek zorunluluğunda olma-
131
dığımıza inandığımız şeyleri öğreniriz.
Kendi içimizde kaybolarak belki bir gün ne olduğu­
muzu kabul ederiz.
Ne olduğumuzu kabul etmek
Günümüzün insanı yalnızlığın ihtişamını unuttu. Modern toplum, insanı ailesel, ekonomik, sosyal, düşünsel
Jacques Attali
Labiı-nıriıı nırilıi
132
Jacques Attah
ve dinsel diye adlandırdığımız yapısal ağlarla kuşatmış­
tır. Her şey onun, yalnız olmayı sevmemesi ve yalnızlık
içindeyken kendisini sevmemesi için yapılmıştır. Bu durum ona bir başarısızlık, ölümden önceki son aşama ve
intiharın anlaşılabilir ve haklı bir doğrulaması gibi gösterilir. Ve toplum, kendisini meşgul eden nesnelerle veya
sağır eden hizmetlerle yalnızlığını doldurmak için her şe­
yi yapar. Yalnızlığın reddedilmesi tüketimin itici gücüdür.
Her ne kadar kabile halinde yaşamını sürdürse de,
her ne kadar onun ve kabilesinin hayatta kalma koşulu
dayanışma olsa da, göçebe yalnızlıkla da beslenir. Yalnız­
lık onun yolculuk arkadaşıdır. Onu hoşgörüyle karşıla­
malı, tadına varmalı ve bunun için kendisini kabul etmeli, kendisine inanmalı ve bazen dışarıda kalmış bir Ariadne'ye olan aşkının rehberliğiyle ayakta kalabilmelidir.
Şunu önceden bilmek yararımıza olur: Geleceğin labirentlerinin karşısına tek başımıza çıkacağız. Bu ise diğer­
lerinden farklılığımızı kabul etmeyi, başkalarının bakışla­
rından rahatsız olmamayı, kendimize hoşgörüyle bakmayı, yapılması gerekeni yapmayı, kendimizle beraber yaşamayı bilmeyi, kendimizi dinlemeyi, kendimizi sevmeyi,
dünyanın geri kalanının bizi unutmasından korkmamayı
gerektirir.
Labirent oyunu bu kendini tanıma sürecine, çıkmaz­
lar karşısındaki düş kırıklıklarımızın üstesinden gelmeye, kendimizi keşfetmeye, kendimize hoşgörü göstermeye, zayıflıklarımızla beraber yaşamayı öğrenmeye, serbest olabilmeye, kendimizi kabul edebilmek için bir veya
birçok adım atmaya yardım eder. Bu bize dayanma gücü
vermek içindir.
/,atıin'ııliıı 1iırilıi
Azmetmek
Düş kırıklığı yaşamak
Labirentin içine bir kere girildiğinde, içinde kaybolmaya
rıza gösterildiğinde, yalnızlığın verdiği zevkler bir kere
tadıldığında; güçlüklere karşı dayanmayı, başarısızlıklara
ve düş kırıklıklarına karşı direnmeyi, vazgeçmemeyi öğ­
renmek yine de gerekli midir?
Ne kapitalizm ne de demokrasi bu konuda bir hazırlık
yapar. ikisi birden kaprisin egemenliğini inşa etmiştir;
her şeye hemen sahip olmak veya en azından çıkışın,
"tünelin ucu"nun her zaman görünebilir olması istenir.
Aksi taktirde hedef değiştirilir. Arzularında güven vermeyen, tutkularında kaprisli olan bu toplum bizi labirentin yollarının karşısına çıkmaya hazırlayamaz.
Oysa geleceğin bitmek bilmeyen sonsuz yollarını geçebilmek için dayanmayı, başarısızlığı kabul etmeyi, düş
kırıklığı karşısında bırakmamayı, yorgunluğa direnmeyi,
"ignore" fiilinin İngilizce'deki anlamı olan önemsememeyi, aldırmamayı, yani duyarsız olmayı, görünmeyen bir
hedefin üzerine içerden sabitlenmiş bir bakışla ve geleceğin açık bir zihinsel imgesi etrafında düzenlenmiş bir
hırsla ilerleyip ilerlemediğinden emin olamadan karanlı­
ğın içinde ilerlemeyi bilmek gerekecek.
Göçebe için hiçbir şey hiçbir zaman kaybedilmiş sayılmaz, her hata giderilebilir. Herkes yaşadığı sürece
umutla beslenmelidir. Direnip sabretmeli ve bunun için
de umut etmelidir. Kristof Kolomb şaşırtıcı bir tavırla
"Umut sadece yolculukta olabilir," der.
133
Jacaues Attalı
Labinmtin Tarihi
Yunan mitolojisinden üç örnek verebiliriz. Atina'yı başındaki felaketten kurtarmak isteğiyle Theseus'un yaptıkları politik direnmenin bir örneği olarak gösterilebilir.
Onun Ariadne'yi terk etmesinin nedeni ulusunun küçük
düşürülmesinin intikamını almaktır. "Bin bir hünerli
adam" Odysseus yurtseverlik sabrının bir örneğidir. 47
Sevdiği kadını yeniden bulabilmek için on yıl boyunca
134
okyanustan çıkmaya çalışır. Kalypso, Kirke ve Nausikaa
çekiciliklerine, denizcilerinin kulaklarını balmumu ile tı­
kayarak denizkızlarına direndi. Bir Giritli47 olmasına rağ­
men Theseus'a benziyordu. Theseus gibi o da kendisini
suda boğmaya çalışan Poseidon tarafından takip ediliyordu ve yine onun gibi ölülerin ruhlarına danışıyor ve
Hades'in yargıç olduğu yeraltındaki Ölüler Ülkesine iniyordu. Son olarak Polyphemos'un kızı, Poseidon'un torunu Penelope de sabır gösterir, dayanır ve kendisine talip
olanları denemek için labirentleri çağrıştıran boynuzdan
bir yay ve on iki tane çift taraflı balta getirtir. 47
Odysseus gibi hayat yolculuğunu dolu dolu yaşamak,
Theseus gibi tehditlere ve korkulara kulağını tıkamak ve
Penelope gibi acının verdiği yalnızlığa meydan okumak
gibi sabır, inatçılık ve kararlılık örnekleri direnebilme erdeminin belirtileridir.
Zaman uzayın bir parçasıdır
Tüm bu nitelikler sanayileşmiş toplumun zaman kavramı
ile kurduğu ilişkiden tamamen farklı bir anlayış gerektirir. Ilk labirentlerin önceden bizlere öğrettiği bir kavramdır bu. Çünkü onlar elle tutulabilen, somut olarak görülebilen mekana dönüşen zamandı. Bir çeşit su labirenti olan su saatleri ve duman labirenti olan tütsü kutuları
ile zaman, mekan olarak ölçülüyordu. Aslında labirentler
Jacques Attalı
/,abi,-e,,ti,ı 1h,ilıi
kum saatinin bir benzeridir. Biri mekan içinde zaman, diğeri zaman içinde mekandır. Kum saati gibi labirent de
bir gidiş ve bir geliş gerektirir. Labirent gibi kum saati de
kapalı bir mekandaki zamanın sonsuz ölçüsüdür. 4
Labirentler zaman düşüncesine karşı çok özel bir
yaklaşım gerektirir ve bu yaklaşımın özelliklerini belirler.
Ondan tasarruf edilmez, tam tersine o ele geçirilir ve tüketilir. "Hayatın süresi insanın sahip olduğu tek şey­
dir. Onu tam olarak, dibine kadar kullanmak gerekir, 115" diye yazar Romalı Seneca arkadaşı Lucilius'a. İş­
te bu tam anlamıyla göçebenin ahlakıdır. Romalı soylu,
bu düşünceyi betimlemek için çok doğal bir biçimde ve
farkında olmadan, labirentin olabilecek en güzel tanımı­
nı yapar: "Bu sınırlı mekanda sonsuz sayıda yol yaratmak113". Söz konusu olan Epikurosçular gibi bugünkü zamana bakıp gözlerini kamaştırmak değil, aksine hayatın tüm zamanını sınır tanımadan ve sabırsızlık göstermeden sonuna kadar doldurmaktır.
Bir göçebenin hayatını geçirdiği zaman, ölçülü kullanılan bir zaman değil, üzerinde yatırım yapılan bir zaman
olmalıdır. Öne alınan bir gelecek değil, tepeden tırnağa
dolaşılan bir mekan olmalıdır. Gerçekte göçebe, çöldeki
vahayı yeniden bulup ona ulaşana kadar zamanın dışın­
da yaşar. Zamanı idareli kullanmaya çalışmaz, aksine onu
en iyi şekilde doldurmaya, yaşamı boyunca süresini ve
135
yoğunluğunu arttırmaya çalışır.
Labirentler hiç acele etmeyen, yayılan, başladığı noktaya geri dönen, oradan oraya dolaşan ve kaybolan bir
zamana gönderme yaparlar. Aceleciliği inkar ederler.
Tam bir duraksama ve geri dönüş oyunu ile bir fikrin olgunlaşmasına imkan tanırlar. Dayanıklılık göstererek zaman kaybedilmez, uygulamaya geçmeden önce düşüneJacaues Attalı
IAıhiıv.mtiıı Thrilıi
rek zamandan kazanılır. Azmetmek, aynı amaca doğru
gidip gelmek "altın çocuk"un özelliklerinden biri değil,
kararsızlıktan bir erdem oluşturmayı bilecek yarının bilge kişisinin özelliğidir.
Azmetmenin göçebeye yük olacak maddi zenginlikleri biriktirmek gibi bir amacı yoktur. Tam tersine azmetmenin amacı deneyimleri biriktirmek, dolayısıyla yeni
şeyleri sürekli olarak denemektir. Amaca ulaşmak ve cesaret kırıklığına dayanabilmek için şu anın önüne geçen
bir amaca, gösterilen çabayı haklı kılan bir tutkuya ihtiyaç vardır.
Bu aynı zamanda kendi kimliğini aramak için başkala­
rı tarafından ayarlanan zamandan çıkmaktır. içimizdeki
bir yolun karmaşık labirentlerini takip etmek için saatlerin doğrusal ilerlediği bir yolda gitmeye artık izin vermemektir. Bu öncelikle kendini anımsamaktır.
136
Jacquec; Attah
Uıhinmri,ı
Thrihi
Anımsamak
Bellek ya da ölüm
Bir labirentin içinden gözü kapalı geçmek ve sonra rastlantısal olarak ters yönde yeniden geçmek mümkündür.
Ama sonsuza kadar dönüp durmaktan ve aynı hataları
tekrarlamaktan kaçınmak isteniyorsa yardım almak gerekir. Göçebenin işaretlere ve rehberlere gereksinimi
vardır. Eğer o bir sihirli ip, bir ok, bir çakıl taşı, bir kıla­
vuz, bir plan bulamazsa belleğine ihtiyaç duyacaktır:
Bellek sadece insanın bir özelliği değildir. Karıncalar
ve fareler on farklı seçenek içeren bir labirentin doğru
yolunu anımsama, sonra çıkmaz sokakların içlerine girmeyip duraksamadan önlerinden geçip gitme yeteneğine sahiptirler. Onlarda, bir engelin çevresinden dolaşmayı düşünebilme becerisi vardır. Günümüz insanının başka türlü güçlükler içeren diğer labirentler önünde gereksinim duyacağı bellek çok daha karmaşık olacaktır.
Sayısız labirentin içindeki göçebe her zaman belleği­
ni geliştirmeyi bilmiştir. Sadece yolu hatırlamak, vahaların nerede olduğunu bulmak, kılavuzluk edecek ağaçları
ve kayaları yeniden bulmak için değil, ama aynı zamanda kendisine yük getirecek hiçbir şeyi taşıyamadığı ve
kullanımları gerekli olduğu zaman en fazla sayıda teknik
nesneyi belleğini kullanarak yeniden bulmayı bilmesi gerektiği için. Göçebe, toprağın üstünde sahip olduklarıyla
değil, kafasının içinde, belleğinde tuttuklarıyla göçebedir.
Onun kimliği, belirli bir bölge ile tanımlanamaz. Gö-
131
Jacques Attalı
J..abimııüı Tarihi
13a
çebe bir manzaraya bakarken, bir mezarlığı ziyaret ederken, bir evi gezerken kimliğini yeniden bulur. Kökleri öykülerde, şarkılarda, danslarda, törenlerde, yöntemlerde,
özellikle her gittiği yerde ona eşlik eden bir Tanrı'da bulunur. Bu Tanrı en az onun kadar göçebedir ve bu yüzden kaçınılmaz bir biçimde hem evrensel ve hem de tektir. tık anısı ve temel inancı olan bu Tanrı ona bavulları­
nı bırakabileceği bir "Dünya" vaat eder. Labirent göçebeye çoktanrıcılık düşüncesinden kurtulması için yardım
ederken aynı zamanda onu anımsamaya teşvik eder:
"Mısır ülkesinde köle olduğunu hatırla," (Tesniye, 2224).
Göçebe, anımsamak zorunda olduğu her şeyi kabilenin üyeleri arasında paylaştırma tehlikesini bile göze alamaz, çünkü her an, bağlı bulunduğu topluluğun gözleri
önünde dağılıp gittiğini görmekten korkar. Tamamen bir
başkasının üzerine devredebileceği hiçbir şey yoktur.
Ayrıca ne hocası ne de papazı vardır. Kendi belleğini iyi
durumda tutmak onun için bir ölüm kalım sorunudur.
Belleği, onun yalnızlığa dayanabilmesini, aynı hatalara
yeniden düşmemesini sağlar. Labirentin artık onun için
bir gizemi kalmadığında ise onu bir inisiye haline getirir.
Ezbere öğrenmek
Çok sayıda kültürde belleğin eğitimi, ergenlik döneminde bulunan gençlerin yetişmesindeki temel öğeydi. Labirent resimleri ile bellekleri çalıştırılıyordu. Nitekim Afrika'da, Polinezya'da veya Tibet'te, bir "nahal"ın, bir "kulam"ın veya bir "mandala"nın içinden geçmek belleğin
ayrıcalıklı bir çalışma tarzıydı. Eski Çağ Avrupası'nda
bellek, yine labirentler aracılığıyla, metinleri, yani sözcük labirentlerini, özellikle uyaklarla süslenmiş şiirleri
Jacques Attalı
lAıbinmlin Thrihi
anımsaması konusunda eğitilirdi. Sınırlı sayıda kopyası
bulunan bir şiire veya bir metine her an sahip olabilmek
için onları belleğe yerleştirmek gerekiyordu. Hükümdarlar ve ruhban sınıfı hariç olmak üzere, insanın elde edebildiği tek kişisel kütüphane bellekti. ıaı
Eski Yunanlılar ve Romalılar, belleklerini eğitebilmek
için labirentleri hayal etmeyi ve anımsamayı umdukları
metnin bir parçasını her bir geçitle, her bir dönemeçle,
her bir odayla ilişkilendirmeyi öğreniyorlardı. Bu yöntemler, bu "bellek sanatı 131 " tüm bir edebiyatın konusu
olmuştur. Örneğin Cicero Ars memorativa adlı eserinde
okumuş, kültürlü birisinin kilometrelerce uzunluktaki
bir zihinsel labirenti anımsamayı nasıl öğrenebileceğini
anlatır.
Labirent ve bellek arasındaki bu bağ daha derinden
incelenmeyi hak ediyor. Beynin günümüzdeki betimlemesini kim incelerse incelesin, belleğin hiç kuşkusuz labirent gibi bir yapıya sahip olduğunu sezinleyecektir.
Aziz Augustinus, Confessiones adlı kitabında belleğin
tarifini görkemli bir şekilde yaparken onu birbiri ardına
dizilmiş mağaralar olarak tanımlar. Uzun da olsa aktarmakta yarar var: "içinde, algılanmış her şeyden elde
139
edilerek oraya getirilmiş sayısız imgeden oluşan hazinelerin bulunduğu belleğin alanlarına ve geniş saraylarına ulaşıyorum. [. .. ] Orada ayrıca yedek olarak depolananları ve henüz unutkanlık tarafından
yutulup gömülmem işleri de görüyorum. [. .. J Ovalarda, inlerde, belleğimin, hesaplanamayacak kadar çok
sayıda şeyle dolu sayısız mağarasında [. .. J bütün bu
şeylerin arasından koşuyorum, uçuyorum, bir oraya
bir buraya, dalabildiğim kadar derine dalıyorum ve
hiçbir zaman bir sınıra ulaşamıyorum" (X, 17). ZaJacques Attalı
LahiıY'tıtüı Tarihi
ten Aziz Augustinus'a göre Tanrı'yı bu bellek labirentinde aramak gerekir131 : "Benim belleğime gelip yerleşerek
şeref verdin, ama Sen hangi bölgedesin? işte ben de
bunu soruyorum kendime. Çünkü Sen'i düşünürken
hayvanların bulunduğu bölgelerden uzaklaştım, çün-
kü Sen'ifiziksel nesnelerin imgelerinin arasında bulamıyordum. Aklımın içinden gelen duyguları açıp
söylediğim bölgelere ulaştım ve Sen 'i orada bulamadım. Aklımın merkezine bile girdim ... Orada da yoktun. Nerede oturduğunu neden daha fazla arayayım?
Sanki orada bir yer varmış gibi ... Öyle bir yer yok.
ilerliyoruz, geriliyoruz ama öyle bir yer yok ... " Akıl
140
Jacques Attalı
labirentinin farklı "semt"lerinin psikanaliz biliminin gerçek bir habercisi tarafından yapılan muhteşem bir betimlemesi. Aynı zamanda Tanrı'yı arayıştaki13ı başarısız­
lığın tespiti: "O" anıla,·da değildir, "O" anılarda bir boşluktur. Bir "yokluk"tur.
Bütün Orta Çağ boyunca diğer yazarlar labirentleri
bellek eğiten bir araç olarak önermeye devam ettiler. Örneğin Magnus Albertus, gerçek ve görkemli yapıları "etkin" zihinsel labirentler olarak kullanmayı önerrnektedir.131 Düşsel bir labirent icat etmeye ihtiyaç yoktur, diye açıklar. Ona göre büyük bir yapıyı, yani dinsel bir yapıyı anımsamak ve her bölümüne anımsanması istenen
paragrafları yerleştirmek yeterlidir. Nitekim Aquino'lu
Tornrnaso'nun Summa'sının tamamını, sadece, her bir
satırbaşını, tüm detaylarını bildiği Chartres gibi gotik bir
katedralin özel bir bölümü ile ilişkilendirerek ezberlemeyi becerdiğini iddia eder.
Ondan sonraki diğer kuramcılar bu bellek sanatını
daha da karmaşıklaştırdılar. Ölümünden kısa bir süre önce yazılan son kitabı De imaginum signorum et ide-
faıbin!ııtiıı 1hıilıi
arum compositione'de Giordano Bruno sihirli bir ge-
ometrik yapıya göre düzenlenmiş odaların bulunduğu,
"bellek kanatları"nın yirmi dört odaya bölüştürüldüğü,
bu odaların da dokuz "bellek bölgesi"ne ve on beş "campi"ye bölündüğü, onların da dokuz bölge ve otuz cubiculce'ye ayrıldığı ve böylece devam eden inanılmaz dere-
cede karmaşık bir sistem düşünür. 1 3 1
Labirentler dünyasının bir kenara çekilmesiyle beraber bu bellek gereksinimi ortadan yok olmuştur. Yerleşik
düzene geçen yolcu kendi anılarını dolduran şeylerden
kendini kurtarır ve önce bilgeliğini, sonra kültürünü,
sonra da bilgisini kendi yanına koyar. Kendisini önce eskilerin, papazların ve ustaların belleğine, sonra da kitaplara, disklere ve en sonunda bilgisayarlara emanet eder.
Bellek yitimi kapitalist ekonominin iyi işlemesi için
bile gereklidir. Ona sadece istiflenmiş ürünleri pazarlamak için mükemmel bir bahane sağlamakla kalmaz, ayrıca nesnelerin değerini bellekten silerek onların değerini
düşürür veya geçici kılar. Anılar satıcının düşmanıdır.
Sürekli değişen moda ve en çok satan şarkı listesi, mal ve
sermayenin dolaşımını hareketlendirir. Pazarda her şey,
tüketicileri bellek için çaba göstermekten kurtarmak için
yapılmalıdır. işaretler, planlar, kataloglar, etiketler, kullanım kılavuzları tıpkı kütüphaneler ve bilgisayarlar gibi,
insanları anımsama kaygısından kurtarmayı amaçlamak-
141
tadır.
Anımsamanın geleceği
Bugün, şehirde, okulda, iş hayatında, internette dolaş­
mak için bir göçebe belleğinin gerekliliği, belleğe yeniden hayat verme ihtiyacı yeniden hissedilmektedir. Ama
bu aynı zamanda ait olmak için de gerekmektedir; her
Jacques Attali
Labirentin Tarihi
142
Jacaues Attah
bir farklı kimlik bir kültürdür, bir kabileye ait olmak ortak bir kültür ve sonraki kuşaklara aktarılacak bir bellek
gerektirir.
Bellek ayrıca yaratıcılığın temel bir aracıdır. Araların­
da hiçbir ilişki bulunmayan şeyler arasında köprü kurmanın yöntemidir. Oysa, nasıl ki gelecekteki o gün için
yeterli sayıda bölgede, yeterli sayıda gerçeği bilmek ve
onlar arasında yeni ilişkiler kurmak gerekiyorsa, yarın da
el yordamıyla sonsuza kadar gitmeye gerek kalmadan labirentlerin labirentlerinde dolaşabilmek ve her seferinde
daha da uzağa gidebilmek için yeterli sayıda şebekeyi tanımak, yeterli sayıda algoritmayı, bilgisayar yollarını ezberlemek gerekecek.
Mutlak veya göreceli olarak belleğini yitirmiş olanlar,
labirentlerin içinde yolunu bulma yeteneğine sahip olmayanlar, gelecekteki yeni dışlanmışlar ve baş özürlüler
olacaklar.
Belleği eğitmek, unutulmuş ve değerini yitirmiş çalış­
maların zamanındaki zevklere kendini bırakmayı gerektirecek: Ezbere öğrenmek, detayları anımsamak, bellek
oyunları oynamak. Hiç kuşku yok ki, öğleden sonralarını
bilgisayar karşısında oyun oynayarak kaybeden çocuklarını görüp çileden çıkmış ana babaların içini rahatlatması gereken bilgisayar oyunlarının en önemli özelliklerinden biri işte budur.
Labirentler sayesinde evde, okulda ezberlemeyi yeniden öğrenmek gerekecektir. Ama bunun da ötesinde
belleği bedenin içine yerleştirmek, bir başka deyişle dansetmek de gerekecektir.
Labirenli,ı Thrihi
Dans etmek
Bir yolun anısı bedenin içine, belleğin içine kazındığın­
dan daha iyi kazınır. Orada dans sanatı başlar. Çok eski
bir figür ile geleceğin önemli yeteneklerinin bu ilginç buluşması bilgeliğin yollarından biridir.
Dans etmek bir labirent boyunca harekete geçmektir
ve tüm mitolojik efsaneler dansın kökeninde labirentin
olduğunu göstermektedir.
Theseus dansı icat etti
Girit'ten kaçıp Ariadne'yi Naksos adasında bıraktıktan
sonra Delos adasına gelen Theseus, Apollon sunağı çevresinde arkadaşları ile beraber, arka arkaya durup bir
çember oluşturarak, "birbiriyle uyumlu art arda yapılan dairesel hareketler üzerine kurulu 102" bir dansa
başlar. Ariadne'nin ipini, labirentin içindeki kıvrımlı yolları, erkek turna kuşunun kur yapmasını çağrıştıran bu
dans, Knossos'taki Daidalos tarafından yapılan inşa edilen bir alan üzerinde Ariadne'den öğrenilmiştir. Theseus
tuzaktan kurtulmanın ve Minotauros'u yenmenin verdiği
sevinci böyle dans ederek gösterir. Bu kahinlere özgü ve
eğitici dans daha sonraları uzunca bir süre Delos adasında ve Atina'da Oschophoria festivali sırasında yer almıştır. Eustachius bu konuda şöyle yazar: "Yedi genç adam
ve yedi bakire Labirent'ten kurtarıldığı sırada Knossos yakınlarındaki Theseus ilk defa olarak Daidalos 'un yönetiminde dans ediyordu... Ve şimdi hala
çok sayıda insan, özellikle denizciler, mağarayı ziya-
14 3
Jacques Attali
/,atJirNtlİII 1'aı-iJıi
ret etmek için iskeleye yanaşıyor ve Labirent'in kıv­
rımlarını taklit etmek isteyen dönüşlerle dolu, karmakarışık bir dansı icra ediyor. 114"
144
Jacques Attalı
Tören alayları ve boğa güreşleri
Dans ve labirent arasındaki bu ilişki her yerde görülüyor.
'I'ruvalılar, Ankhises'in mezarı çevresinde, mezardan düzenli olarak ortaya çıkan yılanı taklit ederek dans ediyorlardı. Latin şehirlerinin kurucuları da bu türden bir açı­
lış dansını uygulamaya koyuyorlardı. Labirentin çoğun­
lukla bir arena gibi kullanıldığı ve bu arenanın içinde bir
dansçının Güneş'in hareketlerini taklit ettiği Asur ve Babil'de de böylesi labirentleri çağrıştıran tören ayinlerinin
izlerine rastlıyoruz. Maluku takımadalarındaki Seram
adasında sarmal figürlü bir dans, canlı canlı gömülen
genç kız Heinwele'nin öldürülüşüne gönderme yapar.
Malakula'da, Selebes adasında dans nahal resimlerini
hatırlayabilmek için çok önemli bir alıştırma ve sonsuzluğa erişebilmek için gerekli bir koşuldur. Amerika'da
Zuni ve Hopi yerlileri, kış gündönümü sırasında, yılanla­
rın önemli bir rol aldığı sarmal figürlü danslara kendilerini bırakır. Kış gündönümünün bir sarmal tarafından
simgelendiği Mayalardaki bir dans Güneş'e yeniden doğabilme gücü vermektedir. Aynı izlerin görüldüğü Afrikalıların ve Avustralyalı Aborijinlerin eğitici törenlerinde
de adayların her biri bir koreograf, bir ressam ve bir büyük aşıktır. 8 Mısır'da bu türden bir dans düzeni, Kral'ın
yerine kutsal boğanın kurban edilmesi sırasında gerçekleştirilir. Filistin'de, Yeremya Peygamberin sakınılmasını
istediği kuştan esinlenilerek "keklik" adı verilen bir
dans 28 , "kekliğin topallaması" anlamına gelen pessech
adındaki Ay-Tanrıça'nın onuruna sergilenir. Roma'da,
Lahiınılin Jrırilıı
Vergilius, dansçıların · hareketleri "ördüğünü" yazar.
Benzer bir dans, Akdeniz'den gelen işgalciler ile Britanya'ya ulaşmıştı; Bronz Çağının Kelt labirentleri de, lsveç'teki, Galler ülkesindeki, Rusya'daki ve ltalya'daki labirentler gibi dans alanlarıydı. 11 9
Hıristiyan Avrupası'nda labirent dansı kilisenin ayini
haline gelir ve Karnaval'ın şiddetini belirli bir zamana ve
mekana doğru yönlendiren, ayini bilmeyeni inançsız olarak gösteren temel bir görev üstlenir.
Dans her zaman ve her yerde rahatlatıcıdır, kendinden geçmenin kaynağıdır, bedenin yükselmesidir, öteki
dünya ile iletişim kurrr.aktır. Tanrı ile iletişim kurmak
için, ibadetin bir tamamlayıcısı olarak, hatta ibadet yerine dansı kullanan, İslam topraklarındaki dervişlerden
Doğu Avrupa'daki Hasidilere kadar herkes bunu bilir.
"Her gün, düşüncelerimizde bile olsa, dans etmeliyiz," diye açıklıyordu çok güzel bir şekilde büyük Yahu-
14s
di tanrıbilimci Nachman. 94 Sanki tam olarak bir labirenti
düşünmeyi ve dünyevi Jrnrkulardan kurtulmak için onun
içinden düşünce yoluyla geçmeyi öneriyordu.
Boğa güreşi de, daha önce belirtildiği gibi hem labirentin kızı hem de bir tür iİlisiasyon dansıdır. Orada boğa; arenaya baskın yapmadan önce şehrin içinde kat ettiği bir labirent içinde peşinden koşulan canavardır. Gösterinin en son bölümü canavarla karşılaşmayı, prensin
boğa ·ne savaşını, törensel kurban dansını taklit eder.
Arena labirentin merkezidir. Önceden düzenlenen tüm
dans figürleri, prens tarafından gerçeğin sınanmasını,
"Güç" ve "Ölüm"ün danslı savaşını, bugüne kadar tüm
toplumlarda en iyi gizlenebilmiş sırlardan birini görmeyi
kabul eden izleyiciyi büyüler.
Sonra dans, tüm kutsal sanatlar gibi, tören boyutunJacque5 Attalı
/.abir,,nfin Thrilıi
dan gösteri boyutuna geçmiştir. Labirentler dansçılara
rehberlik eden yalın bir zihinsel taslağa, bir koreografın
çalışma planına dönüşme eğilimindedir.
Bedeni ayırt etmek
146
Bugün, labirentlerin geri dönüşü, bizleri dansın özel niteliklerini yeniden bulmaya her zamankinden daha fazla
teşvik etmektedir. Bir ustanın öğrencisini yetiştirmesi
gibi kendi bedenine egemen olmak ve gelişmek için ondan yararlanma düşüncesi, dansa her geçen gün artan ilgiyi açıklamaktadır.
Çünkü dansçı sadece bedeninden ibaret değildir.
Hatta dansçı bedeninin dışındadır ve onunla iletişim halindedir. Dansçı bedeninden durmaksızın başka yerlere
gitmesini istemektedir. Labirentin yolcusu gibi dansçı da
önce kendisini kabul etmeli ve azmetmelidir. Tıpkı onun
gibi simgesel olarak ölür. O, ölülerin krallığına erişecek
ve inisiye olmuş olarak oraya geri dönecektir. "Dans zaman ve mekanı birleştirir," der Maurice Bejart. Dans
etmek, düşünceyi hareketle birleştirmenin, "bedeni ruhun bir müttefiki yapma"nın yollarından biridir; yolunu bulmak için boşuna çabalamak zorunda kalırken ağır­
lığını kaybeden, daha hafifleşen ve böylece bir göçebe
haline dönüşen dansçıyı özgürlüğüne kavuşturur ve ruhunu yüceltir. Bu amaçla gereksiz hareketleri engellemek ve azaltmak, toprağa bağlı kökünden kurtulmak, yolunu uzatmak, havayı bir labirentteymiş gibi bedeni içerisinde dolaştırmak, yerden yükselen sarmal gibi çevrilerek dönmek zorundadır. Bedenin labirentinden mükemmelliğiyle uzayı dolduran, tamamen işgal eden saf bir
davranış doğar.
Öyleyse dans etmek, kendi bedeninden ayrılma, acı
Jacques Attali
lAhinmtirı Taı-ilıi
veya zevk gibi başına gelen olayları kendisinin dışında olduğunu varsayma sanatıdır. Bedeninin dışında olmak, insanı kendinden dışarı çıkmaya ve labirent özelliklerine
sahip kendi iç organlarının çürümüşlüğünden kurtulmaya iten dansın akla ve mantığa aykırı gerçeğidir. Bu aynı
zamanda orada, bedeninin ve davranışlarının dışındaki
bir karnavalı yaşayabilmek için kendi kendisinin temsili
olmayı kabul etmektir. Bir başkası olmaktır. Hatta maske
ve labirent arasındaki ilişkiyi yine orada onaylamaktır.
Dansın yanında diğer bedensel uygulamalar da labirentvari figürler ve kendi dışındaki dünyanın öğrenilme­
si ile ilgili çağrışımlar yapar. Şan, mim, yoga, judo, aikido
ve şintaido, her biri kendi tarzında, insanın kendisini
anımsaması yoluyla, davranış bilimini ve bedene olan
uzaklığı öğretir.
147
Jacques Attalı
faJbire-rılirı T{Jrihi
Oyun oynamak
İlk oyunlar
Labirentler sadece bir aşkınlık veya bir tören metaforu
olarak düşünülmemelidir. Onlar aynı zamanda gizemli
bir oyundur. Dolambaçlı yollarla her geçen gün daha da
fazla işgal edilen dünyamızda hayat, şiddetin olmadığı
bir ortamda, bir karşılık beklenmeden, yarattığı iç sıkın­
tısından kaçıp kurtulmaya imkan veren bir oyun gibi yaşanmalıdır.
148
Jacques Attali
Oyun masum bir etkinlik değildir. Çağlar ötesinden
gelir ve kaynağını kutsal kavramlardan alır.. Oyunların
çoğunluğu ayinsel törenlerden ve dinsel eğitimlerden
doğmuştur. Örneğin Hopi yerlilerinin çocukları efsanelerini taklit eden oyunlar ve ruhların görüntüsüne benzeyen kachina adlı oyuncak bebekler yardımıyla ayinlerini
öğrenirler, Dünya'nın yaratılışı ile ilgili hikayeleri kavrarlar.
Labirentler her yerde dinsel oyunlardır. insanların,
"Büyük Geçiş" sırasında ruhların onlardan isteyeceği
şeyleri önceden bilmeleri için hazırlık yapmalarına yarı­
yorlardı. Örneğin Malakula adasında, günü geldiğinde
Ölüm ruhunun karşısında anımsayabilmek için, sürekli
nahal çizme oyunu oynanıyordu. Aynı şekilde Zulu yerlileri de kenevir içtikten sonra doğaçlama yoluyla zemine, usogexe adını verdikleri labirent resimleri çizmeyi
severler. Resmi yapan kişi, diğerlerine resmin merkezindeki "kralın mekanı"na ulaşmaları için meydan okur. Bir
oyuncu başarısız olduğu zaman diğerleri ona "Labirent
/,tJl>irnıti,ı Tarihi
seni aldı!" anlamına gelen "Waputra usogexe/14" diye bağırır. Oyun saatler boyunca sürekli olarak yeniden başlar
ve esrarın dumanı bir söz gibi yayılır. Burada da labirentler dilin yerine geçiyormuş gibi görünür. 3 Komşuları
olan Cafre kabilesinin üyeleri de tozun üzerine çizilen labirentlere meydan okurlar. Arizona'daki Pirna yerlilerinde de, yaşamın temel labirentlerinin öğretildiği bir yaklaşıma sahip olan benzer bir oyun görülür_!4
Kutsal oyunlar ve labirentler aynı izlenimleri uyandı­
rır: Sersemleme ve yanılsama.22 Aziz Augustinus çok daha önceden, "Bir şey ne kadar zorlukla aranırsa, keşfe­
dildiğinde de o kadar büyük zevk verir," diye konuya dikkat çekiyordu. Tanrılar veya Tanrı, büyük amaçlar, kendinden geçmenin ve ahiret mutluluğunun kaynakları da
bu düşüncenin örnekleridir.
Çok daha sonraları kilise ve bahçe labirentleri hem
oyun alanları olarak kullanıldılar, hem de günahın, hidayetin ve yeniden doğuşun öğrenilmesi için bir araç oldular.
°
149
Seksek ve kaz oyunu
Ve sonra panayırlardaki labirentler ve ayna labirentleri
açıkça eğlence yerleri olarak ortaya çıktı. Kristal Saray
adıyla 1850 yılında Sydenham'da açılan ilk eğlence parkında çok büyük ilgi gören bir labirent yer alıyordu.
Oyuncular burada yanılsama, sersemleme, şaşkınlık,
korku ve yatışmanın verdiği zevklerle karşılaşıyorlardı.
Sonraları tüm bu duygular Japonya ve Birleşik Devletler'de Wooz (Wild and original object with zoom) adıy­
la bilinen diğer eğlencelerde de görüldü. Bazen bu labirentler biçim değiştiriyorlardı ve bu da bir başkası olmanın yöntemlerinden biriydi. Pek çok labirent, içinde geJacques Attalı
/,ahiıt'11fin Tarihi
1so
zinirken kendi kendine şekil değiştirebiliyordu. Sonuçta
bunlar her panayırın vazgeçilmez eğlenceleridir.
Bu oyunlar, çocuklara veya yetişkinlere gazetelerde
ya da kitaplarda sorulan bilmeceler biçiminde de görülür. Örneğin France de Ranchinl07 ve Greg Bright'ml7
yaptıkları gibi bazı bilmeceler özellikle çok zekice hazır­
lanmıştır ve çözülmesi çok güçtür.
Başka bir grup oyun ise, labirentler gibi, başlangıç
noktasına kadar geri götüren dönüşlere yol açabilen tuzakların yer yer geçiş yolu üzerine serpiştirilmesiyle
oluşturulur. "Labirent" olarak nitelendireceğim bu oyunlar, engelleri olmayan bir yolun mümkün olan en kısa zamanda geçilmesine dayalı diğer "düz" oyunların tam tersi özelliklerine sahiptir.
Seksek oyunu hiç kuşku yok ki labirent oyunlarının
en eskisidir. Bu oyunda Cehennem'den Gökyüzü'ne kadar giden ve ilerlerken kaybolma tehlikesi ile karşı karşı­
ya kalman bir yolun geçilmesi amaçlanır. Seksek oyunun
bilinen en eski resmi dört bin yıl önce Mısır'da, El Mahaswa'da çizilmiştir. Çok sayıda başka örnek Girit'te, Roma'da, Yunanistan'da, Hindistan'da, Rusya'da, Çin'de ve
Latin Amerika'da bulunmuştur. En ilkel olanları labirentler veya "salyangoz"lardı. Daha sonra bir kilise nefinin
şeklini aldılar.
Senet adında benzer bir oyun Mısır'daki mezarlarda
keşfedildi. Ölüler bu oyunu tanrılara ulaşmak için oynuyorlardı. Fildişi Kıyısı'nda doğan
Awele adlı bir diğer
oyunda ise oyuncular çıkmazların ve dönüşlerin bulunduğu iki sıra çakıl taşını geçmek zorundaydı.
.
Çok ünlü bir başka labirent oyunu da "Kızma Birader"e benzeyen kaz oyunudur. 122 Efsaneye göre Yunan
ordularında, Truva kuşatması sırasında strateji ve sabrı
Jacques Attali
/,alıinmti'rı nırilıi
öğretmek için ortaya çıkmıştır. Bu oyun on beşinci yüz-
yılda, içlerinden bazılarının çıkmazlar halinde olduğu ya
da bir geri dönüşle sonlandığı kutulara bölünmüş bir sarmal biçiminde yeniden belirmiştir. Bu kutulardan on
dördü kazları temsil ediyordu. Bu sayı aynı zamanda Minotauros'a kurban edilen gençlerin toplam sayısı ve Yunanlılardaki ergenliğe ulaşma yaşıydı. 122 Kutulardan birinin adı Minesthaurus idi. Oyun, talihin belirleyici olduğu bir "iz sürülen bir yolculuğu", bir tarihi anlatır.
Bazı kaz oyunları Yüzyıl Savaşları'nı, diğerleri de Cizvitler ve Jansenistler arasındaki anlaşmazlığı dile getiriyordu. Sonraları, "Kibarlar" akımının icat ettiği ve on
üçüncü Louis'nin tutkunu olduğu "Carte du Tendre"ı22
oyunu aşk hikayelerinin konusu olur. "Odalarına hapsedilen kralın büyük gelini kaz oyununda kendisine teselli arıyordu, 122" diye yazıyordu Saint-Simon. Philippe
d'Orleans bu oyundan zevk alıyordu. Arnaud'ya göre Napolyon, "güneye özgü bir heyecanla kendisini oyuna
1s1
veriyor, bir acemi gibi orta parmağıyla kutuları sayıyor, zarlar istediği gibi gelmediğinde canı sıkılıyor,
her 'meyhane'ye öfkeyle giriyor, 'kuyu'ya düşmekten
ve 'hapishane'ye girmekten korktuğu için hile yapıyor, 'ölüm 'e korkusuzca meydan okuyor ve bu büyük
mücadelenin getirdiği beklenmedik olaylar onun büyük çelişkilerle dolu karakterini tamamen ortaya çı­
karıyordu.122"
Yirminci yüzyılın, Monopoly, Kızma Birader ve Katil
Kim gibi yeni oyunları da engellerle ve denemelerle dolu bir yolu kat etmeyi gerektirir.
iskambil oyunlarında elde edilen başarı hiç kuşkusuz
tek başına geçilen bir labirentin en güzel örneklerinden
biridir. Çoğunlukla, adımlarını yavaşlatmadan ve başlanJacques Attah
l..abirnı!iıı 'lhrilıi
gıç noktasına geri dönmeden mümkün olan en uzun yo-
lu gerçekleştirmek gerekir. Çıkmaz yol, sahte bir zaferdir; vaktinden önce hedefe varıştır. Birden fazla oyuncunun yer aldığı iskambil oyunları ise az çok savaşları andı­
rır. Ölüm, girilmesi gereken labirentin içinde, yani rakibin oyununun içinde pusuya yatmıştır. Talihsizlik -veya
destek kuvvet- dağıtılan ve yerde kalan diğer kağıtlarda
saklı durmaktadır.
1s2
Çok daha farklı bir kategoride olan bilardo da bir labirent oyunudur. Ama oyunlar arasında en gelişmiş olanı satrançtır. Bu oyunda hem şaha yaklaşabilmek için rakip tarafından durmaksızın yeniden oluşturulan bir labirenti geçmek, hem de kendi şah taşını rakibin saldırıları­
na karşı korumak için başka bir labirenti oyun ilerledikçe inşa etmek gerekir. Satranç, yanında taşıması kolay,
gidilen her yere götürülebilen bir göçebe oyunudur.
Hamlelerin akılda tutulması, öğrenilenlerin anımsanma­
sı, sebat gibi özelliklerinden dolayı satranç bir inisiye
oyunudur. Aynı zamanda kibar şampiyonların kaybederken oyunu bıraktıkları, bu durumda galip gelenin öldürmekten vazgeçtiği, çok sayıda hamle sonrasında bile olsa kaçınılmaz sonun görünmesiyle beraber yarışmacıla­
rın oyunu terk ettiği mükemmel bir yarışmadır. Satranç
belki de labirentlervari stratejileriyle savaşın yerine geçen ilk kavramlardan biridir ve savaşın ilk "sanallaştırıl­
ma"sıdır.
Ayrıca, labirent gibi karmaşık bir resmi yeniden oluş­
turmayı amaçlayan yap-boz oyunları da bir labirenti ge-
çerken gerekli olan özelliklere sahip olmayı şart koşar:
Yöntem, sabır, azim ve sistematik düşünce.
Bu noktada, sade bir şekilde ve ustalıkla düğümlen­
miş tek bir sicimden bir girişik süsleme elde etme amaJacquec; Attalı
/,abirnıl"in Thı-ihi
cını taşıyan, atalarımızdan kalma ip oyunlarından da ye-
niden söz etmek gerekir.30
Spor: hızdan labirentlere
Tüm bu oyunlar daha uzağa, daha hızlı, daha yükseğe
gitmek ya da atmak hedefini güden düz çizgideki sporlarla rekabet içindedir. Örneğin olimpiyat etkinliklerinin
tümü, temel başarı ölçütleri olarak kabul edilen doğru­
luk, şeffaflık ve hızı savunan bir düşünce çevresinde
oluşturulmuştur. Bu sporlar ne bir hileyi ne de labirentin
istediği herhangi bir özelliği gerektirir. Buna karşılık, görünüyor ki düz çizgide oynanan bir oyun bulunmamaktadır. Çünkü oyun oynamak her zaman, az ya da çok, bir
engelin etrafından dolaşmaya çalışmaya veya bir gizemi
çözmeye dönüşür.
Labirent sporları uzun zamandan beri var. Futbol ve
rugby gibi topla takım halinde oynanan tüm oyunlar rakibin labirentini geçmeye çalışırken, satrançta olduğu gibi, karşılarında başka bir geçilmez labirent oluştururlar.
Golf oyunu da çok sayıda çıkmazla dolu bir yoldan ibarettir. Bazı "düz çizgi" sporları her zaman, basit bir hız
yarışının aksine, engelli koşu, atlama, rafting, otomobil
yarışları olarak karmaşıklaşır ve bir labirent haline dönü-
153
şür.
Labirent oyunlarının diğer tüm oyunlar karşısında
bundan sonraki galibiyeti üzerine hiç çekinmeden bahse
gireceğim. Çünkü oyunlar her zaman taklit etmeyi, dolayısıyla oyuncuları gerçek hayata hazırlamayı amaçlamaktadır.
Labirentte oynamak
Yeni labirent oyunları eğlence dünyasındaki yerini almak
Jacques Attali
Whin1?1liu 1lırih.i
üzere. ilk olarak, yeni yeni ortaya çıkan bilgisayar oyunları bizleri sınavlardan geçirmeyi amaçlıyor. Doom, Mario, Street Fighter, Alone in the dark, Virtual Fighter
gibi oyunlar hızla büyümekte olan bu pazarda büyük başarı sağladılar. Aynı şekilde CD-Rom bir labirent gibi tasarlanmıştır ve "labirentleri düşünme"yi öğretir. Yakın
bir gelecekte çocukların temel oyun alanının, içinde kaybolacakları, kendilerini bulacakları ve birbirinden çok
farklı biçimlerdeki oyunları icat edecekleri "internet" olması gerekiyormuş gibi görünüyor. Aşırı televizyon seyretmenin tehlikeleri daha önce söylediğim gibi, çok abartılıyor. Günümüz toplumunun çocukları labirentlere
meydan okumanın ve onların gizlerini ortaya çıkarmanın
yollarını arayacaklar. Oyun içinde etkin olarak yer alacaklar ve bir yetişkin gibi labirentlerin içerisinde ölüm
cezasına çarptırılacaklar.
154
Jacques Attah
Her şey labirent oyunlarına dönüşecek. Oyunlarla tedavi edilecek ve iyileştirileceğiz. Çoktan bir oyun haline
gelen eğitim, CD-Rom'ları kullanarak, oyunla öğretim
tekniklerini açıklıyor. Ingilizce'de bu teknik, eğitim anlamına gelen "education" ile eğlence anlamına gelen "entertainment" kelimelerinden türetilen "edutainment"
diye adlandırılıyor.
Oyun savaşın bir görüntüsü olduğu için bir anlamda
onun düşmanıdır da. Bir kuralı kabul etmeyi gerektirdiği için aynı zamanda bir incelik ve kibarlıktır da. Oyunları en çok seven uluslar en az savaşçı ve en uygar olan
uluslardır. Yarın bilgisayar oyunları bizlere savaşın, terörizmin ve şiddetin ne olduğunu bugünkünden çok daha
açık bir biçimde bildirip gösterecek.
Ama oyun oynamak sadece eğlenmek değildir. Yarı­
nın labirentlerinde oyun oynamak, yaşamın ahlaki bir
/,,abiınıtin Thıihi
değerine, özgür olma yöntemlerinden birine ve hatta
maddi değerlerin de ötesinde, düşünmenin, meydan
okumanın ve kurnazlık yapmanın tadını çıkarabilmeye
dönüşecektir.
155
Jacques Attali
/,nbiı'nıfin Tıırihi
Kurnazlık yapmak
Yolu bulmak
Her şeyden önce, bir labirenti geçmek için hiç de zeka
ıs&
Jacques Attalı
gerekmemektedir; ilerlemek yeterlidir. Eğer labirentte
çıkmazlar varsa, orada şans, azim ve bellek gerekli olacaktır. Ama önceden hiçbir şey mantıklı bir şekilde bir
yolun diğer yollar yerine neden seçileceğini açıklaya­
maz. Çıkmazların ve dallanıp budaklanan yolların karmaşıklığı labirenti yapanın keyfi dışında hiçbir kurala uymaz.
Her şey yapısı ile ilgili olarak düşünebildiklerimize
bağlıdır. Duvarları düz müdür? İstemeden de olsa yerlere bir işaret bırakılmış mıdır? Dönemeçlerin şeklinin bir
anlamı var mıdır? Sola doğru daha çok dönmek sağa doğ­
ru dönmekten daha iyi bir seçenek midir?
Bu tarz sorulara cevap verebilmek için, bir karara
varmadan önce tüm varsayımları değerlendiren algoritmaları takip ediyormuş gibi mümkün olan tüm seçeneklerin sistematik bir araştırmasını yapmaya kalkışabiliriz.
Bu çoğunlukla boşuna yapılan bir çalışma olur. Doğru
yolu düşünmek için zeka kullanmak daha iyidir. Ama
hangi zekayı? Burada mantık faydasızdır. Labirentin akla yatkın bir yapısı yoktur. Görmek, dokunmak ve hissetmek gerekir.
Dinlemek de gereklidir: Kulak zaten iki buçuk oktavlık bir sarmal, bir labirent değil midir? Gamın en yüksek
ve en alçak notaları hem birbirlerine çok uzak, hem de
birbirlerine çok yakın olan labirentin iki noktası gibi de-
IAıbireıılül Tarilıi
ğil midir?
Kurnaz olmak
Daha da fazlası gerekir. Bütün duyular tetikte olmak
üzere hem şimdiki zamanı hissederek, hem de uzun vadeli bir bakış açısıyla dolaşmayı öğrenmek. Gerekli zeka
biçimi mantığa değil; denizcide, avcıda, göçebede görülen önseziye dayalıdır. Bunu kötülük veya kurnazlık olarak adlandırabiliriz.
Eski Yunanlılar mantığın karşısına koydukları bu zekayı daha önce tanımlamışlardı. Zeus'un, onun güçlerine
sahip olabilmek için yuttuğu ve diğer tanrıların kurnazlıklarını önceden görmesini sağlayan, aynı zamanda kızı
Athena'nın annesi olan ilk karısının adından hareket
ederek bu kavrama metis adını vermişlerdi. 36
Kurnazlık, devingen olanın, önceden kestirilemeyenin bilimidir, uygulamada etkinliğin, eylemde başarının
araştırılmasıdır. En beklenmedik olaylara hemen bir göz
atıp onları çarçabuk kavramayı gerektirir. Kurnazın kulağı her zaman kiriştedir, durmaksızın alternatif yolları
düşünür ve değerlendirir, her birinin olası sonuçlarını ve
tehlikelerini ölçüp biçer. Düğümleri çözmeyi, belirsizliklerin içinden çıkabilmeyi, hamleleri önceden görmeyi, labirentlerin üstesinden gelmeyi bilir. Hareketleri hızlıdır
ve bir bakışta doğruyu anlar. Onu sürekli sınayan bilgisi
sayesinde, yanıltıcı belirtilerden ve yanlış haberlerden
yararlanmayı bilir.
Kurnazlık yapmak yalan söylemek değildir. Satrançtaki gibi önceden çok sayıda hamle yapabilmek için baş­
kalarının art dµşüncelerini okumaya çalışmaktır. Aynı
zamanda tuzakları bulundukları yerden çıkarıp atmaya,
maskeleri çıkarmaya, yalanları bozmaya, yanlış yollardan
157
Jacques Attalı
l.ıabirnıtiıı Tuı-ilıi
uzaklaşmaya, bir rehber bulmaya, gizemlerin üstündeki
örtüyü kaldırmaya ve bir planı bulup onun şifresini çözmeye çalışmaktır.
Yalancılara gelince, Theseus ve Odysseus onlara kendilerini bekleyen yazgının ne olduğunu göstermiştir: Minos, Poseidon'a söz verilen boğayı kurban etmeyi reddettiği için cezalandırılmıştır. Truvalılar da kendilerine
bir sur yapmalarına yardım eden Poseidon'a verdikleri
sözü yerine getirmedikleri için yok olmuşlardır. Deniz
tanrısı Poseidon, yalancılardan intikam almaları için kurnaz Odysseus ve Theseus'a yardım etmiştir.
Denizciden diplomata
158
Kurnazlık denizcilerin en önemli özelliğidir; dümencinin gemiye volta vurdurarak bile olsa yönünü koruması­
na, kimi unsurların önceden kestirilemeyen ve istikrarsız
durumuna en iyi uyacak biçimde ayarlanmış bir güzergahla geminin gideceği yere varmasına olanak sağlar.
Sophokles, denizciliği, pantaporos 'yani yolların şifrele­
rini çözen kişi' diye adlandırdığı "çarelerle dolu" insanın
yetenekleri arasında birinci sıraya koyar36: "Bir poros,
bir yol, bir çare veya bir çıkar yol bulmak, rüzgardan
sinsice faydalanmak, durmaksızın tetikte olmak, harekete geçmek için en acil durumu önceden görmek,
tüm bu çalışmalar ve tüm bu manevralar çok yönlü
bir zekayı gerektirir." "Her çeşit oyunu bilen", "gizlice planlar yapmayı bilen", "bin bir hünerli" adam
Odysseus denizcilerin ilk örneğidir. 36 Pindaros onu, karı­
sına talip olanlara tuzak kuran, "her kalıba giren düzenbaz" diye tanımlar. (Bu durumda tuzak bir ağdır, sepetteki balığın hareketlerini ima eden bir yeni labirent irngesidir. )36
Jacques Attali
L<ıbiı'f'ııliıı Tarihi
Kurnazlık, ticaret için de gerekli bir özelliktir; belirli
bir mantık temelinde değil, kötülük -etmek niyetiyle yapılır. Bir anlaşma veya bir satış üzerinde pazarlık yapmak
için, el yordamıyla ilerlemek, sonucun tahmini değerini
hesaplamak, mantıksal akıl yürütmelerle yetinmemek,
ilerlemek ve geri çekilmek, vermek ve geri almak, çok dile düşürmeden ardından koşulan hedefin çevresinde
dönmek gerekir.
Kurnazlık diplomatın da birinci özelliğidir. O, değiş­
ken koalisyonları biraz önceden düşünmeli, gelecek olanı görmeli, davet etmeli, kandırmalı, övgülere boğmalı,
uzlaşmaya varmalı, tuzak kurmalı, karşısındakinin ne istediğini önceden sezinleyip aslında sadece bir uzlaşma­
dan ibaret olan şeyi bir zafer olarak kabul etmesi için
onu ikna etmeli.
Kurnazlık hekimin de başlıca özelliklerinden biridir.
Teşhisin hazırlanması tamamıyla bir labirentten geçiş gibi gelişir. iyi bir pratisyen hekim bilinmeyeni araştırmasına, farklı yolları izlemesine, hedefe ulaşmadan önce
çıkmazları fark etmesine imkan tanıyan bu değişken ve
sezgisel zekayı kullanır.
Kurnazlık içermeyen politika da yoktur. Çok daha önce, Aristoteles "metis"in, "başarısı, sarsılmaz bilgiye
159
değil,
olayları bir bakışta değerlendirmeye bağlı
olan36 " politika için zorunlu olduğunu açıklıyordu.
Kurnazlığın olmadığı bir savaş yoktur. Bir kez daha,
kuvvet artık zaferin temel koşulu değildir. Uygun zamanda uygun yere ulaşabilmek gerekir. işte bu terörizmin,
ve yarın hayatta kalmayı başaracak az sayıdaki devletin
silahıdır.
Jacques Attalı
1-Aıbire,ıliıı Ttu-ihi
Akıllıca casusluk yapmak
160
Jacques Attali
Kurnazlık ekonomik ilerleme için de gerekli en önemli
nitelik olacaktır. Göçebe ekonomisinin başlıca zenginliği
stratejik bilgilerin, yani birbirine bağlı teknolojik "labirentler"in içinde bulunduğundan, bu şebekelerin işleyi­
şini bilenler artı değerin temel kaynağını denetim· altın­
da bulunduracak. Bu bilgiyi ec:linmek kesinlikle kurn~zlık
isteyecek. Öncelikle, laboratuvar ortamında bu labirentlerin yaratılması, rasyonel olmayan bir zeka ve yanı sıra
"ufak tefek işler yapma" konusunda gelişmiş bir beceri
gerektirecek. Sonra, başka yerlerde icat edilenleri bulup
ortaya çıkarmak ve aynı zamanda kendi sahip oldukları
bilgiyi, çalma girişimlerinden uzak tutmak zorunda olan
casuslardan ve araştırmacılardan oluşan dünya ölçeğin­
deki bir "zeka" şebekesi sayesinde başkalarının kurnazlıklarından korunmak, bilgileri sahiplerinden veya yaratıcılarından çalarak onlara sahip çıkmak, kılavuzlar veya
planlar keşfetmek için de yine kurnazlık gerekecek. Yeni
bilgilerin düğümlerini çözmeyi ve yeniden düğümlemeyi
öğrenmek için de.
J,ahiı-eııli,ı 7bı-ihi
Düğümü çözmek
insanı başladığı noktaya geri getirerek kendisini bulmasını sağlayan ip, hem en uzun hem de labirentin
çıkışına ulaşıp düğümün içinden çıkmak ve gizi çözmek için en kestirme yol gibi görünür.
Düğüm atmak
Labirentleri geçmek için gerekli olan özelliklerin en yakın benzerliklerini düğüm atma ve düğüm açma sanatın­
da buluyoruz. Aslında düğüm labirente benzer. İçinde
kavşaklar, girişik süslemeler, kıvrımlar vardır. Düğüm ayrıca tüm enerjilerin yoğunlaştığı bir yerdir. Labirent gibi
düğüm de içinde bir giz barındırır. Bir olayda "düğümün
çözülmesi"nden, bir problemin "düğüm"ünden bahsedilir.
Çok sayıda uygarlıkta düğüm ve labirent kaderin iki
ayrı benzetmesidir. Düğüm, labirent gibi, ölüme gönderme yapar; kah onun habercisi olur, kah ondan korur.
Kimi uluslar için üzerinde bir düğüm bulundurmak,
labirentin yaptığı gibi, kötülüğü tuzağa düşürüp hapsettiği için uğursuzluk getirebilir. Hindistan'da düğümler
aynı zamanda ölüm ile ilişkilendirilir. Iran'da ve hatfa
Avustralya Aborijinleri'nde, sadece, düşüncelerini birisi
üzerinde yoğunlaştırarak bir düğüm atmak bile o insanı
uzaktan öldürmek için yeterlidir. Yunanhlarda kader tanrıçaları Moiralar ipler ve düğümler aracılığıyla kaderi belirliyorlar ve ölüm saatini sabitliyorlardı.
1&1
Jacques Attalı
Ullıin·ııtiıı Tıırilıi
Nazarlıklar
Diğer kültürlerde ise tam tersine ama yine aynı nedenle
-kötülüğü tuzağa düşürdüğü için- düğüm bir nazarlıktır.
Onun varlığı ölümü kovar. Arabistan'da bir büyücü,
uzaklaştırır. Bir hacı Mekke yolunda iken giysilerinin üzerinde düğümler olmalı, ama Kabe'nin önüne geldiğinde onları çözmelidir. Fas'ta hastalıklardan kurtulmak için ailenin bireyleri ağaçlara düğümler asmalıdır.2 8 Aynı inanış,
Çin'de ve Hindistan'da bir düz çizgi üzerinde hareket
eden kötü ruhların yönünü değiştirmek için evlerin çatı­
sının üzerine çizilmek zorunda olan labirentlerde de bütünüyle görülür.2s
Felsefi Hindu metinleri Upanişadlar'da bir düğümü
çözmek çoğunlukla iyileşmek anlamına gelir. "Kalbin
düğümünü çözmek" ise "ölümsüzlüğe ulaşmak"tır. Düğüm insanı Tanrı'ya, her brahmanı Brahma'ya bağlar ve
uzun yaşamın simgesidir. Aynı düşünceyi Kabala geleneğinde de buluyoruz. Abraham Abulafia'ya göre hayatın
amacı "gerçek hayat"a başlamak için ruhu "yerinden çı­
karmak", onu sımsıkı saran "bağları çözmek"tir. Birkere bu düğümler çözüldü mü, insan toprakla olan bağla­
uğursuzluğu buğday başaklarını düğümleyerek 28
162
rından kurtulacaktır.
Bazen düğüm hayat verir. Bambaralar'da Amsa tanrı­
sı insanlara bir ipe asılı duran bir kutsal sandık gönderir.
Mısır'da özel bir düğüm Seth tarafından kesilip parçala-
ra ayrılan Osiris'in bedeninin bölümlerini birbirlerine
bağlar ve onun dirilmesini sağlar. 30
Tekstil ve tekst
Çok sayıda kültürde düğüm, labirent gibi, dilin ilk yapı­
sını oluşturmuştur. Örneğin Dogonlar'da üç dilin sırasıyJacques Attalı
I.atrinmtin Trırihi
la ortaya çıktığı anlatılır; örme, dokuma ve ip oyunu.30 11ki, anneleri olan Dünya'nın eteğinin, iki ikiz tarafından,
çok daha önceden Gökyüzü'nde yaratılmış bitkilerden
elde edilen lifler yardımıyla üretimi sonucunda ortaya çı­
kar. Yaptıkları hurmalar tanrıların sözü için geçiş yoluydu. İkinci dil sözcüklerin dokunmasıyla belirir. Üçüncüsü ise ip oyunları veya "kedi yuvaları30 " ile beraber
oluşmuştur. Diğer çok sayıda kültürde, İnkalar'da ve
özellikle sayısız denizci ulusta düğüm bir yazı biçimidir.
Dokuma kumaş çoğunlukla, aynı zamanda bir metni
tanımlamak için kullanılan bir sözcük ile tanımlanır. Doku ve dokuma sözcükleri de birbirine yakındır. İnternet,
metinlerden yapılma bir kumaştır.
Dokuma, Cilalı Taş Devri'nde, tamamen labirentlerle
aynı zamanda Peru'da ve Yakın Doğu'da ortaya çıktı.
Odysseus deniz labirentini geçerken Penelope örgü örer
ve Ariadne, Theseus'a bir iplik verir. Çok sayıda kültürde, örneğin Panama açıklarında San Blas adasının sakinlerinde, Nijerya'daki Yorubalar'da, Benin'deki Fonlar'da,
Gana'daki Futiler'de, Zaire'deki Bakubalar'da labirent
şeklindeki desenlerle süslü kumaşların dokunduğu görülür.
Düğüm atmak ve çözmek her şeyden önce dişi bir etkinliktir. Bu bilgeliğe götüren tek yol değildir. Dünya,
birbirine bağlı sayısız bilgisayardan oluşan bir dokuma
tezgahının ürettiği ipliksiz bir kumaş (bir .IK!) ile kaplanmak üzeredir. Labirentleri resmetmek ve mimari yapılarını tasarlamak için dokumanın kanunlarını ve el çabukluklarını bilmek gerekecek. Ağları düğümlemek ve
düğümünü çözmeyi bilmek katma değeri ve karı yaratarak önemli bir bilgi birikimi oluşturacak. Yazılımlar ip
oyunlarına benzeyecek. Ayrıca bu bilim terörist ağlarının
163
Jacques Attalı
Labir'eıı.lirı 1brihi
ipliğini pazara çıkarmaya yarayacak.
Düğümler labirentleri geçmek için gerekli olan en son
özelliği
ortaya koyuyor; sistematik düşünceyi kullanarak, olayların sırasına dikkat ederek, sabrı yitirmeden
hareket etmeye imkan veren "titizlik".
Karmaşık düğümleri çözmeyi öğrenmek geleceği denetim altında tutmaya yarayan felsefi bir çıraklık dönemidir. Bu ise sakinliği, dinginliği, azmetmeyi, uzakta durmayı, bakışta keskinliği ve labirentlerin önceden fark
edilmesi için gerekli olan tüm özellikleri kapsar. Şüphe­
siz bu yaklaşımı okul günlerinden itibaren geliştirmek ve
aynı zamanda her geçen gün daha da karmaşıklaşan sır­
ları açıklığa kavuşturmayı öğretmek mümkündür.
164
Jacques Attali
I.abirP11ti,1 Thri/ıi
Sırları açıklığa kavuşturmak
Gerekli tüm özellikleri toplamayı bilenler için yolun
sona ereceği zaman geldi. Labirentin içindeki insan
çıkışa doğru ilerleyen özgürlüğünün sadece bir aldatmaca olmasından çekinir. Gerçekten bir çıkışa doğru
mu yöneldiğini, yoksa girişe doğru geri mi döndüğü­
nü bilmiyordur. Ama geçişin olasılıklar içinde bulunduğunu ve her labirentin kuramsal olarak bir çözümün konusu olabileceğini anlamıştır.
Bir resimden dışan çıkmak
Bunun uygulanabilirliği nedir? Her türlü labirentten çıkmak için çözümler var mıdır?
Tamamen değil. Çıkmazlarını ve kıvrımlarını karalayarak ve böylece sadece doğru yolu ortaya çıkararak çizilmiş bir labirenti çözmek mümkündür. Bir başka çözüm ise hedeften itibaren yolu ters yönde izleyip girişe
doğru dönmektir.
165
Koridorları geçmek
Labirentlerin keşfi, Greg Bright'm önerdiği gibi, bir kağıt
yaprağında kesilip açılan ve çizim boyunca kaydırılan bir
"göz"ün, oyuncuyu gerçekten labirentin içinde bulunan
birinin yerine koymasıyla yapılabilir.17 Gerçekte bunun
için, bilgisayar oyunları için olduğu kadar lunapark ve
bahçe labirentleri için de çok sayıda yöntem bulunmaktadır. Hiçbiri kesin bir sonuç veremez. Birinci yöntem,
Jacques Attalı
J,abi.reııti,ı '.lhı·iJıi
1&&
Jacques Attalı
bir eli, duvarın yüzüyle sürekli temas halinde tutarak
ilerlemekten ibarettir. Bu yöntem sadece; hedeften geçmeyen bir yol ile birbirine bağlı iki giriş varsa veya her labirent yaratıcısının sıkça kullandığı bir yöntemle oluştu­
rulan, yani hedefin etrafında kıvrılıp duran ve sonra hedefe ulaşan bir yol varsa işlevlik kazanır. 87
Fransız matematikçi Tremieux farklı bir yöntem önerir ve hemen hemen sonuca götüren genel bir çözüm sunar. 87 Yolcuya sürekli olarak koridorun sağ tarafıyla temas halinde · kalmasını ve ilerlemesini önerir. Eğer bir
çıkmaz sokakla karşılaşırsa elini hala aynı duvarda tutmayı sürdürerek başladığı noktaya geri gelmelidir. Daha
önce geçtiği bir yola geldiğinde, yine duvarı bırakmadan
geri dönmelidir. Önceden karşılaşılan bir yol ayrımına
gelindiğinde, eğer varsa, yeni bir yolu seçip gitmelidir
veya daha önce her iki yönde de gidilmiş bir yolu yeniden takip etmeme koşuluyla başka herhangi bir yolu seçmelidir. Doğaldır ki bu yöntem her durum için bir çözüm
sağlamaz veya en iyi yolun bulunmasına dair bir güvence veremez.114
Göçebe hayatı yaşamak, yüzleşmek, kaybolmak, kendini kabul etmek, azmetmek, anımsamak, dans etmek,
oynamak, kurnazlık yapmak, sırları ortaya çıkarmak ...
Tüm bu özellikleri kendisinde toplamayı başaran insan,
sayısız hata yapsa bile, bir değeri olan tek sorunun, "Ne
olmak istiyorum?"sorusunun yanıtına doğru ilerlemek
için tüm fırsatlara sahip olacaktır.
Lı.ıhirr,ıfin raı-ihi
Labirent yapmak
Bir labirentten çıkışta ne hissedilir? Bir rahatlama mı?
Bir bütünlük duygusu mu? Yoksa tam tersine bir kayıp,
bir eksiklik, bir şaşırma duygusu mu? "Labirent kaybolunan yer değil, aksine içinden her çıkıldığında kaybolunmuş hissi veren yerdir," diye yazar Michel Foucault.
Ne olursa olsun bir kere bile labirenti geçmek, bilince sonsuza dek başka bir görünüm verir. Kaybolduktan
sonra, insan, içinin tüm kapılarını açar, kendisini keşfe­
der. "Kovalanan yolcu 40 " gerçeği bulamadı, onun yerine
daha zor bir soruya doğru giden bir yol keşfetti. "Deneyimin gerçekliğiyle karşılaştığı 76 " andan itibaren "labirentin içindeki insan hiçbir zaman gerçeği aramaz, sadece ve her zaman Ariadne'sini arar-05". Aslında o sonunda başka bir labirente götüren bir yola varır.
Karşısına çıktığı kişinin iyileşmesine imkan tanıyan
labirentin büyük gizemi işte budur.
167
Jacques Attali
l.ahin:mlüt 1bı-ilıi
İyileştirmek
İlk büyücüler
1&s
Jacques Attalı
En eski bilgiler bizlere bir labirentin geçişinden iyileşmiş
olarak çıkmanın mümkün olduğunu göstermektedir. Onlar, sadece gözle labirentin içinde yol almaktan ibaret
olan basit bir zihinsel alıştırmanın sakinlik ve dinginlik
getiren bir içsel yolculuğa başlamaya imkan tanıdığını
gözlemlemişlerdi. Bunu bilen eski zamanların ulusları
bedenin ve ruhun her hastalığı için uyarlanmış labirent
şekillerini çizmeyi öğrenmişlerdi.
Yunanistan'da, hekimlik tanrısı Asklepios'a adanan
kutsal yerde, Epidauros'taki Thalos tapınağında hastalar
hastalıklarından kurtulmak için bir labirentin yollarını izliyorlardı.113 Bu aynı zamanda kilise labirentlerini arşın­
layan çok sayıda hacının da umuduydu. Navaho yerlileri ı32 bugün bile hastaları labirent desenleri ile dünyanın
kaynağına götürmeyi amaçlamaktadır. Büyücü-doktor
bu sırada bir hastalığı tanımlar ve ona neden olan şeyin
dengesini bozar. Hastalığın doğasına göre seçilen şarkı­
ları söylemeye ve dans etmeye başlar. Tören, hastalığın
önemine göre iki, üç, beş veya dokuz gün sürer. Sonuncu günde büyücü-doktor hastanın çıplak bedeninin üzerine onu arındırmak için kömür, çiçek ve mısır boyalarıy­
la renklendirilmiş kumları akıtırken ayrıca uğursuz varlıkları tuzağa düşürdüğü, labirent biçiminde kumdan bir
resim çizer. Sonra resim dağıtılarak bozulur. Kumun dağıtıldığı sırada, ayinin en güzel anında iyileştirme gerçekleşir. ı32 Zulular dövme yapmayanları kör eden bir
Uıbire,ıtin Thrilıi
tanrıçadan ruhlarını- korumak için kendilerine labirent
ve sarmal dövmeleri yaparlar. Labirentler Kuna kadınla­
rını hastalıklardan korur. Nazcalar da gücüne sahip olmak istenen bir hayvanı betimleyen bir labirent içinde
yol alırlar. Çinliler farklı hastalıkları iyileştirmek için "labirent dansları" yapar ve evlerinin girişine uğursuz güçlere karşı koruma sağlamak için labirentler çizer. Güney
Hindistan'daki kadınlar "tehlikeli ay" süresince oturdukları yerin zeminine erkeklerin geçmek zorunda oldukları
labirentleri resmederler. Mahabharata'daki labirent
Chrakra Vyuha, bir kadına zor bir çıkış göstererek doğum yaptırtmaya yarar. Tibet'te mandala, bir meditasyon desteği ve Tanrı'ya götüren bir yol olarak hizmet etmesinin dışında22 , aynı zamanda korumaya ve düşünce­
yi bir noktada toplamaya da yardım eder. Düşünceye dalanın yoğunlaşmak zorunda olduğu merkezi nokta olan
bindu enerjileri toplar. Hasta, mandala üzerinde derin
düşünceye dalarak kendi dışından kendi içine doğru gider ve bütünlüğe ulaşır. Bindu'yu seyre dalma, insanın
içinde güvenlik hissini, dünyanın düzenine, fiziksel ve zihinsel bütünlüğe geri dönüş duygusunu uyandırır. O,
sağlığın bir koşuludur.122
169
Bilgisayarlı tedavi
Bugün çok özel bilgisayar oyunları hasta çocukların,
kendi virüslerine karşı "oynayarak" hastalıklarının sorumluluğunu üzerilerine almalarına yardım etmek için
kullanılmaktadır. Burada kendi kendine öğrenme, tedavi
etme görevini üstlenir. Tehlike durumlarını canlandır­
mak için sanal imgelere sahip olan labirentler de kullanı­
lır. Örneğin hastalar sanal tehlikelerle dolu labirentlerin
içinden geçirilerek şaşırtma, boşluk korkusu ve Ikaros
Jacques Attalı
Lahireııli11 Thrihi
kompleksi ile de iyileştirilebilir.
Labirentler her zaman kötülüğün hapishanesi ve Castaneda'nın alacakaranlık hakkında söylediği gibi iki dünya arasındaki bir gedik olacaktır. Teselli eden özelliğiyle
labirentler kıskançlığın, tutkunun, nefretin, gururun, aptallığın ve rekabet duygusunun tedavi edilmesine yardımcı olur.
Her birimizin onun araçlarını iyi kullanmayı öğrenme­
si, kendi zihinsel labirentini yaratması, aklın bir çeşit
günlük egzersizi içinde gözleriyle labirent yollarını izlemesi gerekiyor. Herkesin sonunda kendi labirentlerini
oluşturmayı, "labirent yapmayı" öğrenmesi gerekiyor.
170
Jacques Attalı
{,nbiınıti,ı ToriJıi
Labirent yapmak
Bir labirent nasıl yaratılır?
Özgürlüğün en son uygulanma biçimi labirentleri yaratmak olacaktır. Bu bir aldatmacadır, bir alıştırmadır ama
aynı zamanda teknoloji ve politikanın en önemli ödülüdür. Çünkü herkes, insanın içinde bulunduğu her türlü
etkinlikte başarılı olmak için bu bilgiye ihtiyaç duyacaktır.
Gözü kapalı bir halde veya sanatsal bir önseziye itaat
ederek veya teknolojik kurallara uyarak ve hatta çok eski çağlardan kalma ilkeleri uygulayarak labirent çizme
alıştırmaları yapılabilir. ilk Çağ bilgelikleri, hem estetik
hem de karmaşık labirentleri çizmek için 114 önce doldurulacak yüzeyin tanımlanması ile başlamanın, sonra bu
yüzeyin herhangi bir biçimde olabilecek sınırlarını belirlemenin, dik veya eğri, yol şekillerinin bütünlüğüne karar vermenin, keşfedilecek bir merkez veya geçilecek bir
bölge gibi bir hedef ile bir veya birden fazla giriş noktasının belirlenmesinin gerektiğini söylerler. Bu noktadan
itibaren önce hedefe doğru götüren yolu, sonra da çıkmazları çizmek yerinde olur. Doğru parçalarını uzun tutmaktan kaçınmak, çıkmazların kolay bulunmasını engellemek, tekrar eden eşdeğer çıkmazları ortadan kaldırmak gerekir. Ayrıca bazı kurnazlıklardan da faydalanılmalıdır. Örneğin labirent yolcularının sağa doğru dönmeye, sola doğru dönmekten daha istekli oldukları bilindiği
için çıkmazları sağ taraf ve doğru yolu sol tarafa koymak
daha yerinde olur. En sonunda yüzeyin her bölümünü
111
Jacques Attali
Labin>ııliıı 1b1·ihi
112
Jacques Attalı
eşit büyüklükte yollarla aynı derecede doldurmak ve yüzeyde boş veya unutulmuş bölgeler bırakmamak gerekir_! 14
Dairesel bir labirenti çizmek özellikle basittir ve bu
kitabın sonuna kadar gelen herkes tarafından denenmeyi hak etmiştir. Labirent yapmak için ilk alıştırma iç içe
geçmiş daireler çizmek ve sonra yolları oluşturmak için
içlerinde gedikler açmaktır. Üç halkalı bir labirenti87 çizmeye yarayan çok eski bir başka yöntemde ise önce bir
haç çizilir ve sonra oluşturulan dört bölümün her birine
bir nokta yerleştirilir. Haçın tepe noktasından başlayarak
tam sağ tarafa yerleştirilen noktaya kadar giden bir yarım daire, saat yönünde çizilir. Sonra sol üst bölümde
bulunan nokta haçın ilk sağ kolu ile birleştirilerek yeniden başlanır. Böylece ara vermeden sol taraftaki her
nokta sağ taraftaki en uygun uç ile birleştirilir. Sonuçta
Girit'te, Isveç'te ve Arizona'da görülenlere benzeyen üç
halkalı bir labirent elde edilir. Yedi halkalı bir labirent
oluşturmak istenildiğinde ise haçın oluşturduğu her bir
bölüme bir "L" eklemek yeterli olacaktır. Bir "L" daha eklenirse on bir halkalı labirente ulaşılacaktır. s1
Labirentleri yapanlar sonlu olanı neredeyse sonsuza
dönüştürür ve insanın, eşyalarının içine zamanı istiflemesine benzer bir biçimde sınırlı bir alanın içine zamanı
doldurur. Yalın olanı karmaşık olana çevirir, hayat verir
ve tanrı olur. Daidalos heykellere hayat verir ve bir ineği
canlandırır; Leonardo Da Vinci, labirentlerinde ipleri ve
dalları, insan elinden çıkanları ve doğadakileri karıştır­
mıştır. ıs O zamanlarda labirentleri yaratmak alaycı ve
kutsal bir sanat haline dönüşmüştür. Daidalos, Ecarlate,
yazılımların ve bilgisayar ağlarının mimarları yüzyıllar
boyunca bu yolculukların efendisi oldular. Yarın eskiden
l.,ııhimııli,ı Tuı·ilıi
olduğu gibi labirentlerin yaratıcıları güzel ve zor şeyler
yapacaklar. Labirentlerin güzelliği onların zorluklarında
yatacak: Per ardua ad astra.
Labirent sanatın çıkış noktasında mıdır? Bir maske,
bir kurnazlık, aldatmacaların ortasında gerçek yolun gizlenmesi, bir tuzaktır o. Tarih öncesinde ve sonra Ilk
Çağ'daki Aborijinlerin, Afrikalıların, Kızılderililerin, Keltlerin sanatsal olarak tanımlanabilecek ilk hareketlerinin
hepsi labirentlerden etkilenmişti. Aralarında en belirgin
olan Avustralya Aborijinlerinin sanatında "geleceğin yetişkinine zihinsel gelişiminde rehberlik edebilen8"
çok sayıda labirent kullanılıyordu. Girit'teki labirent mühürlerini oyanların sanatında simetriden kaçınılıyor ve
her mühürden eşsiz bir sanat eseri, onları tanımlamaya
imkan veren bir arma çıkıyordu.
Daha genel olarak açıklamak gerekirse tüm sanatsal
çalışmalar labirent düzeni içinde yapılır. Sanatçının yalnızlığı, şüpheleri bir labirentin içinde yol alan ve önceden bir çıkış veya bir çözüm bulup bulamayacağını bilemeyen bir araştırmacının duyguları ile aynı düzende yer
alır. Sanat eseri bir labirent geçişinin sonucudur. Bir tabloya bakma eylemi bile labirentin izlediği yola benzer.
Göz onu bu şekilde bir kere "süpürdüğünde" resmi kendi bütünlüğü içinde yeniden inşa etmek mümkün olacaktır. Borges'in tanımladığı gibi estetik olgusu "görünmeyen bir vahyin çok yakında olmasıı5"dır. Burada da
tam olarak labirent yolcusunun duygularını görüyoruz.
Bu aynı zamanda, beynin kıvrımları içinde gidip bilgiyi arayarak ve onun farklı dış bölgeleri arasında pek olası gözükmeyen bağlantılar yaratarak diğer tüm problemlerin sırlarım çözmek için de gereklidir. işte bu çok küçük çocukların yapmayı başardıkları şeydir ve yaratıcılık
113
Jacques Attali
l.,<ılıirNılin Tmilıi
sürecinin anahtarıdır.
Beyaz bir sayfanın karşısında labirent, yine çocuğun
ilk yaratıcı çizimidir. Ressam, şehirci, koreograf, ağların
mimarı, geleceğin tüm seçkinleri onun taklitçisi olacaktır.
174
Sanat ve maske
Bütün toplumlar bıraktıkları sanatsal izlerle ölçülür ve
değerlendirilir. Bugün sanat, labirentlere, Jackson Pollock'ın yapıtları için şimdilerde söylenilen "taşınabilir
Jreskler"e geri dönmektedir. Escher'in en önemli konularından biri labirenttir ve gerçeküstü resimde, örneğin
Delvaux'da, birbirinden en uzak olan noktalar, bir engelle tamamen geleneksel biçimde ayrılmış ve gerçekte birbirine en yakın noktalardır. Zaire'deki Bakubalar'ın kumaşları üzerindeki labirent resimleri, özellikle Shuralar'ınki, Sonia Delaunay'e, Kandinsky'ye, Dubuffet'ye,
Klee'ye ilham vermiştir. Klee, ilkel sanatın labirentler
açısından en açık tanımını verir: "Başlangıçta ne vardı?
Nesneler ne bir düz çizgi ne de bir eğri üzerinde, sanki tam bir .özgürlük içinde deviniyorlardı. Baştan
aşağı hareketli olarak tasarlanmış olmalıydılar.
Amaçsızca, isteksizce, hiçbir şeye boyun eğmeden dolaşmak için oradan oraya gidiyorlardı. Bu devinmenin doğal görünümünün, ilk hareketin durumunun
bir ifadesiydi. B"
Francis Bacon da şunları yazarken aynı düşüncede­
dir: "Tablolarımda bir adamın onların içine bir sümüklüböcek gibi sızdığını ve sümüklüböceğin arkada
bıraktığı sümüğü gibi orada insan varlığının ve geçmiş olayların bir izinin bırakıldığını hissettirmek
isterdim."
Jacques Attali
J.t1hirnıti,ı. ih,-ihi
Aynı düşünce müzikte de görülür. Uzun bir süre oradan oraya gezip duran müzik, en uçtaki biçimi fügleri ile
labirent tarzının son temsilcisi olan Bach'a kadar, bilinen
bir temadan başlayarak serbestçe dolaşılan, doğaçlama
yapılan bir sanattı ve bu sanatın zamanı insanlara alıştı­
ran bir tarzı vardı. Sonraları kurallara bağlanan mimari
ve uyum yaklaşık iki yüzyıl hüküm sürdü. Ama sonra, bu
yüzyılın başında, ilkelcilikten esinlenen bir müzik Debussy ve Ravel'in Bolero'su gibi _örneklerle beraber labirentin geri dönüşünü ilan etti. Luciano Berio bu konuda
şunları yazar: "Labirent, cazdaki doğaçlamalar gibi
çok sayıda yoruma imkan tanıyan açık bir biçim-
dir.107" Böylece müzik "büyük", "popüler" ve diğer bi-
çimlerde gelişmeye devam ediyordu. Bu biçimlerin tamamı çıkmazlar ve geri dönüşlerden oluşuyordu.
Yarının sanat ve estetik anlayışı işte bu kavramlardan
oluşacak.
11s
Geleceğin göçebe labirent yaratıcıları vakit geldiğin­
de bir maske taşıma hakkını kazanacaklar. Çocuktan anneye, yerden göğe giden yolları çizmeyi bilecekler, korkuyu hesaba katacaklar, düğümleri çözecekler ve Cennet'in kapılarını açacaklar. Genç Hopiler gibi, oynadıkla­
rı oyuncak bebeklerin, "kachinalar"ın en yakın akrabaları ve ruhlar olduğunu keşfedecekler. Dünyadan dışarı
çıkmayacaklar, hayatın temelinin harekette, arayışta olduğunu unutmadan büyüyüp yetişecekler.
Mahkumların hücre duvarlarına yazılar kazıması gibi,
eski insanlar da bütün bu duvarlar üzerinde çizimler
yapmıştır. Bu çizimleri bizlere bırakmış olmalarının nedeni, onların geçmişten günümüze kadar seslenerek insan soyunun ölümsüzlük mesajlarını, eski bilgeliklerini
unutmamamız gerektiğini söylemek istemeleridir. Bu
Jacques .ı\ttali
binmti,ı Thrilıi
76
acques Attali
bilgelikler, ne olduğunu bilmek, zamanı mekan gibi yaşa­
mayı öğrenmek, hatalardan bir güç kazanmak, hayatını
bir labirent gibi çizmek, durmadan doğaçlama yapmak,
onu bir oyun, bir sanat eseri haline çevirmek, Platon'un
dediği gibi "kendinden geçmek", huzur dolu mükemmelliğinin yollarını uzak bir kaderde, göçebe bilgilerinin anı­
larında, başarısızlığın ve kaybolmanın zevklerinde aramaktır. Yerleşik düzendeki insanın en son ve kaçınılmaz
yolculuğuna hazırlanmak için bile olsa.
Göçebe, Tanrı'nın yaratıcısıdır. O'na ihtiyacı vardır. O
birleşme noktasıdır, göçebenin bakışının yöneldiği umuttur, göçebeyi teselli eden ve ona kılavuzluk yapandır.
Yalnızlık yarının çöllerinin labirentlerinde dayanışma­
ya, yardımlaşmaya, aidiyete, dine gösterilen ilgiye, taşı­
nabilir bir Tanrı'ya veya onun teknolojik görüntüsüne
olan ihtiyacı yeniden yaratacaktır. Ama ne olursa olsun,
yarının göçebe insanı kutsal ekmeği yeniden omuzlarına
koymaya ve Tanrı'yı yanında götürmeye ihtiyaç duyacaktır. "Walkman"den sonra öteki dünya ile iletişim kuran taşınabilir bağ "walkgod" gelecektir.
Bu anlamda üçüncü binyıl gizemli olacak çünkü göçebe karakterini gösterecek.
Her varlık kendi yalnızlığı içinde bir kumaşın ipi, bir
metnin sözcüğü, canlı bir organizmanın hücresi, onu
kapsayan ve ona üstün gelen bir labirentin noktası haline dönüşecek. Her biri yanında taşıyacağı Tanrı'nın küçük bir parçası olacak.
Yine bu binyıl çok büyük bir olasılıkla, orada burada
gelişip büyüyecek en uçtaki totalitarizmleri, dar kafalı ve
karanlık yobazlıkları, korkunç şiddetleri görecektir. Ama
yarının labirentlerini tarihsel ve mitolojik süreklilikleri
içine yerleştirmeyi ve bu çok uzun süren değişikliklerin
faıhirr>,ıtiıı Tarihi
mirasçısı olduklarını
kabul etmeyi bilenler, en fütürist
ekonominin, en öncü bilimkurgunun, en az gerçekçi jeopolitik yaklaşımın, çok eski bir geleneğin yeni görünümleri gibi, insanlık tarihi tarafından örülen ipliklerde
yerini aldığını anlayacaklardır.
Unutkanlık insanı öldürebilir. Kendinden önce gelen
göçebelerin adımlarında okuduğu anılar, yarattıklarının
uygarca tüketilmesinin, eğlence ekonomisinin, özgürlüğün ve mizahın yolunu açarak onu kurtaracaktır.
Orada cesaret gerekecek, çünkü insan her labiren-
tin çıkışında, her zaman başka labirentler bulacaktır.
Labirentlerin labirentleri. Kimileri orada Tanrı'ya, kimileri gerçeğe, kimileri ise alaycı bir kuşkuculuğa ve panik
içinde bir umutsuzluğa rastlayacaklarma inanacaklar. Ve
sonunda, kimileri, orada, bilgeliğe doğru giden gizemli
ve kırılgan yolu bulmayı ümit edecek.
177
Jacques Attali
Jacques Attali
1943'te Cezayir'de doğdu. Paris ve Cezayir'de öğrenim gören Attali, maden mühendisi olduktan sonra idari bilimlerde doktorasını yaptı. Özel danışmanlık yaptı ve yanı sıra
üniversitede ders verdi.
Dünyanın önemli sorunları hakkındaki görüşlerini kitaplarıyla geniş bir kitleye duyurmasıyla tanınan Attali, esas olarak ekonomi ve p<_>litika üzerine yazılarıyla bilinmekle birlikte, gerçek bir aydın sıfatıyla, müzikten edebiyata kadar
birçok sanat alanında da denemeleriyle ün kazanmıştır.
Diğer Eserleri:
178
Analyse economique de la vie politique PUF, 1973; Les
Moddeles politiques, PUF, 1974; L'Anti-economique (avec
Marc Guillaume), PUF, 1975; La Parole et l'outil, PUF,1976;
Bruits, 1977; La Nouvelle economie française, Flammarion,
1978; L'Ordre cannibale, Grasset, 1979; Les Trois Mondes,
Fayard, 1981; Histories du Temps, Fayard 1982; La Figure
de Fraser, Fayard, 1984; Un Homme d'influence, Fayard,
1985; Au propre et au figure, Fayard, 1988; La Vie eternelle, roman, Fayard, 1989; Lignes d'horizon, Fayard, 1990; Le
Premier Jour apres moi, roman, Fayard, 1990.
TEŞEKKÜR
Bu kitabın düzenlenmesine yapmış oldukları katkı­
dan dolayı özellikle Jeanne Auzenet'ye, Frederique Jourdaa'ya et Josseline Riviere'e teşekkür ediyorum.
Jacques Attali
•
IAbirMıti,ı Thrihi
KAYNAKÇA
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
ANTIER Gilles, "Pekin et Shanghai", Herodote, n° 49.
ATTALI Jacques, L'Ordre cannibale, Grasset, Paris, 1979.
ATTALI Jacques, Lignes d'lwrizon, Fayard, 1989.
ATTALI Jacques, Histoire du temps, Fayard, Paris, 1982.
AUDOUZE Jean, CASSE Michel, CARRIERE Jean-Claude,
Conversations sur l'invisible, Plon, Paris, 1996.
BALANDIER Georges, Le Dedale. Pour en finir avec le
XXe siecle, Fayard, 1994.
BARRAL I., ALTET Xavier, Compostelle. Le grand chemin,
Decouvertes Gallimard, 1993.
BAROU Jean-Pierre, L'CEil pense, Balland, 1993.
BAYARD Jean-Pierre, La 1'radition cachee des cathedrales,
Dangles, 1990.
BAYARD Jean-Pierre, Le Monde souterrain, Flarnrnarion,
1961.
BOFILL Ricardo, VERON Nicolas, L'Architecture des villes,
Odile Jacob, 1995.
BOITARD Roger, L'Art de composer les jardins, Beaubourg.
BONNET Roger M., Horizons chimeriques, Dunod, Paris,
1992.
BORD Janet, LAMBERT J.-C., Labyrinthes et dedales du
monde, Paris, Presses de la Connaissance, 1977.
BORGES Jorge Luis, L'Aleph, "L'Imaginaire", Gallimard,
1977.
BOURDARIAS Jean, Guide europeen des chemins de Compostelle, Fayard, 1996.
BRIGHT Greg, Les Labyrinthes, Presses de la Connaissance.
BRION Marcel, L'Artfantastique, Albin Michel, 1-989.
BUBER Martin, Le Chemin de l'lwmme d'apres la doctrine
hassidique, Le Rocher, 1989.
Gavrinis tümülüsüne ayrılan bülten, Association archeologique Kergal, Mayıs 1977.
CAILLOIS Roger, CEuvres completes, Gallimard, Bibliotheque de la Pleiade, 1955.
181
Jacques Attah
ıhirnıtiıı 1h1ihi
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
!2
32.
33.
CAILLOIS Roger, Les Jeux et les hommes, Gallirnard, 1977.
CAMPBELL Joseph, The Masks of God, vol. I: Primitive
Mythology (New York, 1959) - Les Heros sont eternels,
Seghers, 1987.
CANTEINS Jean, Dedale et ses c:euvres, le potier demiurge, Maisonneuve et Larose, 1986.
CARUANA Wally, L'Art des aborigenes d'Australie, Thames & Hudson, Paris, 1994.
CHAMPION Alex, Earth Mazes, Albany, Kaliforniya, 1990.
CHAUCER Geoffrey, Les Contes de Cantorbery, Peeters,
1983 ve 1996.
CHEVALIER Jean, GHEERBRANT Alain, Dictionnaire des
symboles, Robert Laffont, 1970.
COMTE-SPONVILLE Andre, Le Mythe d'Icare, PUF, 1984.
CONTI Patrick, La Geometrie du labyrinthe, Albin Michel,
1996.
COOK Thomas Genn, Koster. An Artifactual Analysis of
Tow Arclıaic Plıases in Western Illinois, Evanston, il 1.,
1976.
DEEDS C.N., Labyrinths and Mazes.
DEJEAN Rene, Les Traboules de Lyon. Histoire secrete
d'une ville.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
:aues Attali
DELFT Pieter Van, BOTERMANS Jack, Mille casse-tete du
monde entier, Le Chene, 1987.
DESCARTES Rene, Discours de la metlwde, Corpus de
philosophie en langue française, Fayard, 1987.
DETIENNE Marcel, VERNANT Jean-Pierre, Les Ruses de
l'intelligence, la Metis des Grecs, "Champs", Flammarion,
Paris, 1989.
DIEL Paul, Le Symbolisme dans la mytlwlogie grecque,
Pa yot, 1966, 1989.
DIODORE DE SiCiLE, Bibliotheque historique, Belles lett
res.
ECO Umberto, Apostille au Nom de la Rose, Poche/Essais,
1987.
ELIADE Mircea, L'Epreuve du labyrinthe, Belfond, 1978,
1985.
ELIADE Mircea, Le Mythe de l'eternel retour: Archetypes et
/,llbin•ııliıı 1<1dhi
repetition, Gallimard, 1969, 1989.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
ELIOT Alexander, CAMPBELL Joseph & ELIADE Mircea,
L'Universfantastique des mythes, Ed. Sous-le-Vent, 1976.
ELKIN A.P., Les Aborigenes australiens, Gallimard, 1968.
La Mythologie generale, Larousse, 1935, 1992.
FAURE Elie, L'Esprit desformes, Paris, 1964, 1989.
FAURE Paul, La Vie quotidienne en Crete au temps de Minos, Hachette, 1973
FAURE Paul, Ulysse le Cretois, Fayard, 1980.
FISCHER Adrian, GESTER George, The Art of the Maze,
Londra, 1990
FISCHER Adrian, The Art of the Maze.
FOCILLON Henri, Le Moyen Age roman. Le Moyen Age
gothique, Livre de Poche, 1988.
Fondation DAPPER, Abstraction au royaume des Kuba,
1990.
Fondation DAPPER, Au royaume des signes, 1992.
FOREST Philippe, Textes et labyrinthes.
FRASER J.T., Time, British Library.
FREUD Sigmund, CEuvres, PUF.
FRONTISI-DUCROUX Françoise, Dedale: Mythologie de
l'artisan en Grece ancienne, La Decouverte, Paris, 1975.
FULCANELLI, Le Mystere des cathedrales, Pauvert, 1965,
1983.
GAUDIN Henri, La Cabane et le labyrinthe, Mardaga, 1973,
1984.
GiDE Andre, Thesee, Gallimard Folio, 1981.
GRAVES Robert, Les Mythes grecs, Fayard, 1967.
GRAVES Robert, La Toison d'or, Gallimard, 1964; Les
Mythes hebreftX, Fayard, 1987; La Deesse blanche, Le Rocher, 1979.
GRAVES TOM, The Diviner's Handbook, Thorsons/fhe
Aquarian Press, 1986; Needles of Stone Revisited, Gothic
Image, 1986
GRIAULE Marcel, Dieu d'eau, Fayard, 1966.
GRIMAL Pierre, Dictionnaire de la mythologie grecque et
romaine, PUF, 1951, 1990.
GUENON Robert, Les Symboles fondamentaux de la sci-
183
Jacques Attali
Labiıtmtiıı Tarihi
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
74.
184
75.
76.
77.
78.
79.
80.
81.
82.
83.
84.
85.
86.
acques Attalı
ence sacree, Gallirnard, 1962.
HERODOTE, Histoires, Belles lettres.
HOCKE G.R., Labyrinthe de l'artfantastique, Gonthier/De
noel, 1967, 1977.
HOFSTADTER Douglas, Gödel, Escher, Bach: les brins
d'une guirlande eternelle, Intereditions, 1985.
HOMERE, lliade et Odyssee, La Pleiade, Gallimard, 1955.
JABES Edmond, Le Livre des questions, "L'Imaginaire",
Gallimard, 1963.
JACQUARD Albert, LACARRIERE Jacques, Sciences et croyances, Ecriture, Paris, 1994.
JAMES John, Les maitres-constructeurs de Chartres, J.-M.
Gamier, 1990.
JAYNES Julian, The Origin ofConsciousness in the Breakdown of the Bicameral Mind, Bostan, 1976.
JOHNSON Stewart, The Ancien City of Suzhou. Town
Planning in the Sung Dynasty.
JONG J. de, Le labyrinthe, Paris, 1963.
JOYCE James, Dedalus, NRF, 1924; Ulysse, NRF, 1937.
JUNG Cari Gustav, L'Ame et la vie, Buchet-Chastel, 1963,
1985; Les Racines de la conscience, Buchet-Chastel, 1971,
1983.
KERENYl, Labyrinthe, Studien, 2. baskı, Zürih, Rhein VerIag, 1950.
KERN Hermann, Labyrinthe, Preste! Verlag, Münih, 1982.
KNIGHT W.F., Cumean Gates, Basil Blackwell, Londra,
1936.
KRAFT John, The Goddess in the Labyrinth, Abo Akademi, lsveç, 1985.
LACARRIERE J., L'Envol D'Icare, Seghers, 1993.
LAING Ronald D., Nreuds, Stock-Plus.
LASCAULT Gilbert, Boucles et nreuds, Balland, 1981; Architecture primitive, Beaubourg, Choisy-le-Roi fuar kataloğu: "Dedale et Ariane", 1985.
LECLERC S. et PERRAULT C., Le labyrinthe de Versailles,
lmprimerie Royale, 1779.
LHOTE Jean-Marc, Le Symbolisme des jeux, Berg international, 1976.
Lalı'inmliıı
87.
88.
Tarihi
LONEGREN Sig, Les Labyrinthes, mythes traditionnel.s et
applications modernes, Dangles, 1991.
MALE Emile, L'Art religieux du Xllle siecle en France, A.
Colin, 1948, 1986.
MALLET Robert, Jardins et paradis, Gallimard, 1959.
MARSHACK Alexander, The Roots of Civilization, New
York, 1972.
91. MATTHEWS W.H., Mazes and Labyrinths, Longmans Green, Londra, 1922.
92. MATTHEWS W.H., Mazes and Labyrinths: their history
and development, New York, 1970.
93. MORRISON Tony, The Mystery of the Nasca Lines, Nonesuch Expeditions, 1987.
94. NACHMAN DE BRESLAU Rabbi, La C/ı!l,ise vide, La Table
Ronde, 1996.
95. NIETZSCHE Friedrich, Ariane a Naxos.
96. OVIDE, Les Metamorphoses, Paris, Flammarion, 1966.
97. PASQUIER Gilles, L'Entree du labyrinthe, Dervy, 1992.
98. PENNICK Nigel, Labyrinths: their geomancy and symbo
lism, Runestaff, 1986; Mazes and Labyrinths, Londra,
1990.
99. PHILIBERT Myriam, La Naissance du symbole. Les racines du sacre, Dangles, 1991.
100. PIEPER Jan, Das Labyrintische, Bibliotheque Nationale ..
101. PLiNE L'ANCIEN, Histoire naturelle, Paris, Belles lettres.
102. PLUTARQUE, Vie de Thesee, Paris, Belles Lettres, 1957.
103. POPPER Kari, L'Univers irresolu: plaidoyer pour l'indeterminisme, Hermann, 1984.
104. PURCE Jill, Le Voyage mystique, Le voyage itinerant de
l'ame, Paris, 1974.
105. QUEAUX Philippe, Le Virtuel, vertus et vertiges, "Milieux",
!NA, Paris, 1993.
106. RAGON Michel, L'Homme et les villes, Albin Michel, 1975.
107. RANCHIN France de, Labyrinthes, Hatier, 1983; Les Nouveaux Labyrinthes, Höebeke, 1989.
108. RAVETZ Alison, Delivrance and Disciplines, Review of
89.
90.
185
Recent Works on Vandal{sm.
109. REED DOBB Penelope, L'Idee du labyrinthe de l'Antiquite
Jacques Attalı
lahirenti,ı Ilıı-ilıi
186
Jacques Attalı
au Moyen Age, Cornell University Press, New York, 1990.
110. ROBBE-GRILLET Alain, Dans le labyrinthe, Minuit, 1959.
111. ROBINSON James M., The Nag Hammadi Library, San
Francisco, 1977.
112. ROSSEL Andre, Labyrinthes, 18 jeux du temps passe, Paris, 1968.
113. SAINT-HILAIRE Paul de, L'Univers secret du labyrinthe,
Robert Laffont, 1992.
114. SANTARCANGELI Paolo, Le Livre des Labyrinthes, Gallimard, 1974.
115. SENEQUE, Lettres d Lucilius (1-29), Flammarion, Paris,
1992.
116. SERRES Michel, La Naissance de la physique dans le texte de Lucrece: fleuves et turbulences, Minuit, 1977.
117. SHAKESPEARE William, Le Songe d'une nuit d'ete, Belles
lettres, 1990.
118. SOYEZ Edmond, Les Labyrinthes d'eglise, Yvert et Tellier,
1896.
119. STEINSALTZ Adin, Le Maıtre de priere, Albin Michel,
1994.
120. STERN Thomas, Thesee ou la puissance du spectre, Seghers, 1981.
121. TAYLOR Mark C., Errance, Lecture de Jacques Derrida,
Cerf, 1985.
122. THIBAUD Robert-Jacques, Le Jeu de l'oie, Dervy, 1995.
123. TRUNGPA Chögyam, Schambhala, Seuil, 1990.
124. TURNER A.J., The Time Museum, Rockford, 1984.
125. UTUDJIAN Edouard, L'Urbanisme souterrain, PUF, Que
sais-je?, 1952.
126. VAN ZUYLEN Gabriel, Tous les jardins du monde, Decouvertes Gallimard, 1994.
127. VIOLLET-LE-DUC, Dictionnaire raisonne de l'architecturefrançaise, "Labyrinthe", t.VI.
128. VIRGILE, Eneide, Gallimard, 1974.
129. WATERS Franck, Livre du Hopi, Nuage Rouge, Le Rocher,
1992.
130. WEILLER Daniele, BOYER Michel-Antoine, La Dimension
urbaine, Vincent.
Lahirr,ıtin 1b1"ihi
131. YATES Frances, L'Art de la memoire, Gallimard, 1966.
132. ZOLBROD Paul, Le Livre des indiens Navajos, Le Rocher,
1992.
Diğer kaynaklar
133. Archeologia, Haziran 1969. "Un bien curieux monument, le
labyrinthe d'eglise", R.P. A.-R. VERBRUGGHE.
134. COHEN Daniel: conversation avec l'auteur.
135. Ar'Site, Haziran 1996.
136. L'Histoire mysterieuse, "Un voyage interieur. Spirales et
labyrinthes", Temmuz 1993.
137. Chemins de France et pelerinages, n° 1.
138. Remıe d'Esthetique, "Entrelacs et labyrinthe chez Vinci",
BRION Marcel, vol. 1, Ocak-Mart 1952.
139. Choisy-le-Roi fuar kataloğu, Dedale et Ariane, 1985, Bibliotheque nationale.
140. FERAUD Jacqueline, Jeu de l'oie, le fil d'Ariane oujouer
le jeu pour vivre le mythe, Bibliotheque nationale.
141. FAURE Paul, "Dans le Labyrinthe", L'Histoire n° 197, Mart
1996.
187
Jacques Attali
Okuyan Us
Yayınlanan Kitaplar:
SANAT
123-
Desen mi Demesen mi? Cem Mumcu, Yıldırım B. Do!jan
Desenler: Selçuk Demirel
Artrit ve Sanat, Kolektif
Çocuk ve Sanat, Kolektif
ROMAN
1-
Planımız Katliam, Haldun Aydıngün
2-
7, Cem Akaş
34-
Altın, Blaise Cendrars - Çeviren: Nuriye Yi!jitler
Bir Kuzgun Yaz, Mehmet Ünver
Mariella, Max Gallo - Çeviren: Asena Sarvan
Mathilde, Max Gallo - Çeviren: Işıl Bircan
Sarah, Max Gallo - Çeviren: Asena Sarvan
Ziyaretçiler, Giovanni Scognamillo
9Salta Dur, Semra Topal
10Pus, Mehmet Ünver
11Kentlerin Kraliçesi, Hakan Senbir
12- Cowrie, Cathie Dunsford
13Selkie'lerin Şarkısı, Cathie Dunsford
istifa, Akça Zeynep
1415Acayip Hisli, Kate Atkinson Çeviren: Devrim Kılıçer Yarangümeli
16Makber, Cem Mumcu (7 Baskı)
17- Kötü Ôlü, Erkut Deral (2 Baskı)
17Boşlukta Sallanan Adam, Saul Bellow
PSiKiYATRi
1Majör Depresif Bozukluk Hastalarının Tedavileri için
Uygulama Kılavuzu - Çeviren: Ayla Yazıcı
2Şiir ve Psikiyatri Kavşagında, Yusuf Alper
3Terapi Şeysi, Cem Mumcu, Yıldırım B. Do!jan
Desenler: Mehmet Ulusel
4Duygudurum Bozukluklarında Atipik Antipsikotik
Kullanımı, Editör: Simavi Vahip
5ôteki Peygamberler, Anthony Storr - Çeviren: Aslı Day
6Biz - Romantik Aşkın Psikolojisi, Robert A. Johnson Çeviren: Işılar Kür
7Buradan Böyle I Hayatın Psikososyopolitigi, Erol Göka
8iç Bahçe, Betül Yalçıner, Lütfü Hano!jlu (2 Baskı)
9Psikiyatri ve Sinema, Krin O. Gabbard, Glen Gabbard (2 Baskı)
Çevirenler: Yusuf Eradam, Hasan Satılmışo!jlu
10Psikiyatri Tarihi, Ali Babao!jlu (2 Baskı)
11Yaşlılık ve Depresyon - Cem Mumcu, Ça!jrı Yazgan (Tükendi)
12Kadın ve Depresyon - Cem Mumcu, Suzan Saner, Peykan G.
Gökalp (Tükendi)
13- Az Rastlanır Psikiyatrik Sendromlar - David Enoch, Hadrian Bali
Çeviren: Banu Büyükkal (Tükendi)
14Nöroloji ve Psikiyatrinin Örtüşen Yüzleri - Betül Atabey Yalçıner,
Lütfü Hano!jlu (Tükendi)
s-
678-
15-
Aşiyan'daki Kahin - Tevfik Fikret'in Melankolik Dünyası,
16-
Aşk ve Kıskançlık, Ayala Malach Pines - Çeviren: Canan Yonsel
Serol Teber
·
Kozmik Kahkaha, Vamık D. Volkan - Çeviren: Banu Büyükkal
Cesur Yeni Beyin, Nancy C. Andreasen Çeviren: Yıldırım B. Do!jan
19- Atlarla Yaşayan Kadın, Vamık D. Volkan Çeviren: Banu Büyükkal
20"Bilimsel Bir Peri Masalı"- Sigmund Freud'un "Aile-ve Tarihsel
Romanı", Serol Teber
21Kusursuz Kadının Peşinde, Vamık D. Volkan Çeviren: Banu Büyükkal
EDEBiYAT
1Kahramanlar Kitabı, Kolektif
Editörler: Cem Mumcu, Nida Nevra Savcılıo!jlu
ÖYKÜ
1Beyoglu Kabusları ve Diger ôyküler, Giovanni Scognamillo
2Bir Gamze-Bir Kuştüyü Yastık, Gülseren Tu!jcu Karabulut
3Üçüncü Sayfa Güzeli ı Binbir insan Masalları-/, Cem Mumcu
(3 Baskı)
Cinsel ôyküler, Kolektif - Editör: Cem Mumcu
45- Hepimiz Gogol'un Palto'sundan Çıktık, Süreyyya Evren
6Muallakta, Araf'ta ve Düşlerde I Binbir insan Masalları-il,
Cem Mumcu (4 Baskı)
7- r, Cem Akaş
Aşık ôyküler, Kolektif - Editör: Sevengül Sönmez
89Deli ôyküler, Kolektif - Editör: Cem Mumcu
10Suçlu ôyküler, Kolektif - Editör: Halil Gökhan
11Gelecek Ôyküler, Kolektif - Editör: Deniz Koç
12Erotik ôyküler, Kolektif - Editör: Halil Gökhan
13- Sahici Aşklar Külliyatı/ Binbir insan Masalları-il/, Cem Mumcu
(7 Baskı)
14- Absürd ôyküler, Kolektif, Editör: Nida Nevra Savcılıo!jlu
15Sidre, Berrin Karakaş
16Aşk ve Ôbür Duygular, Türkay Demir
1718-
Ml2AH
12-
345-
Yamyamın Yemek Kitabı, Yusuf Eradam
Kafadanbacaklılar, Mehmet Ulusel
f, lzel Rozental
Geç, Kadir Do!jruer
8, lzel Rozental
ŞIIR
1- Ahkam Vakti Tohumları, Yusuf Eradam
2Ene/ Aşk, Yelda Karataş
FELSEFE
1Bir Sevda Yorumu Kitabı, Ahmet inam
TARiH
1- Medya Tarihi I Diderot'dan lnternete
Frederic Barbier, Catherine Bertho Lavenir
Çeviren: Kerem Eksen
2Türkiye'nin Çıplak Tarihi, Kolektif
Editör: Cem Mumcu
MINERVA
1- Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması
Samuel P. Huntington - (3 Baskı)
Çevirenler: Cem Soydemir, Mehmet Turhan
EROTiK US
1Kadınlar için Erotik Astroloji, Olivia - Çeviren: Işılar Kür
2Yatagında Yalnız mısın? Eski Japon Ozanlarından Aşk ve Özlem
Şiirleri - Çeviren: Cel.lıl Üster
3Kimsenin Konuşmadıgı Dil, Eugene Mirabelli
Çeviren: Ahu Antmen
4Çifte Alev/ Aşk ve Erotizm, Octavio Paz·- Çeviren: Tomris Uyar
5Ezgiler Ezgisi 'Neşideler Neşidesi' - Çeviren: Samih Rifat
6Bahar Noktası, William Shakespeare - Can Yücel
7Sevda lügati, Mehmed Cel.lıl Günümüz Diline Aktaran: Sevengül Sönmez
8- Samuraylar Arasında Aşk, lhara Saikaku Çeviren: Fatih Özgüven
ANI
1- Şanslı Adam, Michael J. Fox - Çeviren: Oytun Süngü
ÖZEL DiZi
1Mazruf, Enis Batur
iNCELEME
1ütopya: Hayali Ahali Projesi, Akın Sevinç
FOTOc'iRAF
1Bedava Gergedan, Orhan Cem Çetin
AFORIZMALAR
1Bu Kalem Un(ufak), Enis Batur
DÜŞEN YAZI
1- Koşarak Geldim Çorabı Deldim, Kornet
... ŞEYSi
1Terapi Şeysi, Cem Mumcu, Yıldırım B. Do!jan
Desenler: Mehmet Ulusel
2Hukuk Şeysi, Kadir Şinas
PENDULUM
1Paşama Mektuplar, Ayşe Nil
SATIŞ DiŞi
DERGiLER
1- Artimento, 1-12 (Satış Dışı)
2Şizofreni ve Sanat, (Satış Dışı)
3DermoArt, 1-6 (Satış Dışı)
4Dôrt Mevsim, 1-3 (Satış Dışı)
SPendulum, 1-3 (Satış Dışı)
KiTAPLAR
1- Çocuk ve Sinema, Kolektif (Satış Dışı)
2- Çocuk ve Müzik, Kolektif (Satış Dışı)
3Çocuk ve Edebiyat, Kolektif (Satış Dışı)
4Edebiyatçı Psikiyatristler, Kolektif (Satış Dışı)
5Şair Psikiyatristler, Kolektif (Satış Dışı)
6Fotografçı Psikiyatristler, Kolektif (Satış Dışı)
7Çizer Psikiyatristler, Kolektif (Satış Dışı)
8-
Filmimin Hikayesi, Kolektif (Satış Dışı)
Yayına Hazırlanan Kitaplar:
EROTiK US
Cinse/ligin Mitologyası, Sarah Denning,
Çeviren: Ayşegül Hatay
TARiH
intihar Tarihi, Georges Minois - Çeviren: Nermin Acar
Amma Tarih, Bernard Chambaz - Çeviren: Işık Ergüden
PSiKiYATRi
Hayatı Kararanlar için Depresyon Atlası, Andrew Solomon -
Çevirenler: Çapçıo!)lu, Dedea!)aç, Tatar
insan ve Sembolleri, Cari G. Jung - Çeviren: Ali N. Babao!)lu
Aşk ve irade, Rollo May - Çeviren: Şaban Deniz
"0"Kitaplar
Yayınlanan Kitaplar:
SAl';LIK/Y AŞAM
1Fark Etmeden Diyet, Selahattin Dönmez (2 Baskı)
KÜLTÜR
12-
,
Z "Son insan" mı?, Hakan Senbir (2 Baskı)
Poplisans, B. Volkan Yücel
ROMAN
1
Güllerim Açtı Seni Gôrünce, Hande Özcan
Evden Uzakta, Cathie Dunsford
EDEBiYAT
1
Sallama Klasikler, Greg Nagan