Labirentin Tarihi Jacques Attali Fransızca'dan çeviren: Selçuk Kurnbasar Okuyan Us Yayın Tarih 03 Labirentin Tarihi Jacques Attali ISBN: 975-62B7-25-X Özgün Adı: Chemins de Sagesse / traite du labyrinthe © Librairie Artheme Fayard, 1996 ı. Baskı: lstanbul, Aralık 2004 Fransızca'dan Çeviren: Selçuk Kumbasar Editör: Hande Şarman Düzelti: Gökçe Tuncer Kapak tasarımı: ôznur Erman Grafik uygulama: Berna Kuleyin Film, baskı ve cilt: Sena Ofset Ltd. Şti. 2. Matbaacılar Sit. Litros Yolu B Blok 4NB9 Topkapı, lstanbul Tel: 0212 613 3846 Bu kitabın yayın hakları Okuyan Us'a aittir. Her hakkı saklıdır. Tanıtım için yapıla­ cak kısa alıntılar dı~ında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. O Okuyan Us Yayın Egitim Danışmanlık Tıbbi Malzeme ve Reklam Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti Kalıpçı Sokak Uzal Apt. 152/4 Teşvikiye 34365 lstanbul Telefon: (0212) 232 5373, 232 5379 Faks: (0212) 231 5220 okuyanus@okuyanus.com.tr www.okuyanus.com. tr içindekiler Başlangıç için dört hikaye Doom Chartres (Fransa) Avustralya Girit Her yerde labirentler Kodlanmış bir mesaj Labirenti düşünmek Labirent ve kıvrımları Bu kitap bir labirenttir YAKLAŞMAK Doğmak ilk sarmallar, ilk labirentler Mısır'ın yedinci harikası Girit labirenti Tümülüs ve mandalalar Hıristiyan dünyası Yaşamak 7 7 8 10 12 18 18 23 24 26 28 28 28 30 33 38 40 44 Her resmin bir anlamı var 44 Bir yolculuğu anlatmak ilk cennetler, ilk cehennemler 46 51 54 55 58 59 64 Giritlilerin sırrı Binlerce sonsuzluk Sina yarımadası bir labirenttir Hac yolculukları ve ayin alayları Kabala ve simya Kıvrımlardan kurtulmak için 67 67 Düz gitmek 68 Ölmek Labirent kötülüğün simgesi haline geliyor Labirentleri si;mek 71 72 Labirent bahçeleri Panayırlar ve topluca oynanan oyunlar 73 77 GiRMEK 79 Keşfetmek Eskiler biliyorlardı Doğru, düz olana dönüşüyor Canlılar dolambaçlı olarak kalır Genetik bile... Takas etmek ilk pazarlar Şeffaflık ve kar Göçebe ekonomisinin geri dönüşü Üst sınıf Baskın çıkmak ilk güçler Mısır'ın on iki kralı Labirent şeklindeki savaş Kanunun gücü . Politikanın gizleneceği yer Yerleşmek ilk şehirler Adresler ve şehir planları Haussmann'dan Le Corbusier'ye Geleceğin şehirleri iletmek ilk yazılar Açıkça konuşmak Sulama kanalları 81 81 81 82 85 88 88 88 89 92 94 94 95 96 97 97 100 100 102 103 104 108 108 108 109 lnternet'in labirentleri Öğrenmek Eğlendirmek ilk hikayeler Düz çizgide eğlendirmek Romanlar ve öyküler Eğlencenin sanal yolculukları Kendini bilmek Deli ve bilge Dolambaçlı bir yol olarak kadınlık Cinsiyetin peşine düşmek Düşler ve hayaller YOL ALMAK Bir yolcu için tavsiyeler Göçebe hayatı yaşamak Karşısına geçmek Kaybolmak Ne olduğumuzu kabul etmek Azmetmek Düş kırıklığı yaşamak Zaman uzayın bir parçasıdır Anımsamak Bellek ya da ölüm Ezbere öğrenmek Anımsamanın geleceği Dans etmek Theseus dansı icat etti Tören alayları ve boğa güreşleri Bedeni ayırt etmek 110 113 115 115 117 117 119 120 120 121 122 123 125 125 126 127 129 131 133 133 134 137 137 138 141 143 143 144 146 Oyun oynamak 148 ilk oyunlar Seksek ve kaz oyunu Spor: Hızdan labirentlere Labirentte oynamak Kurnazlık yapmak Yolu bulmak 148 Kurnaz olmak Denizciden diplomata Akıllıca casusluk yapmak Düğümü çözmek Düğüm atmak Nazarlıklar Tekstil ve tekst Sırları açıklığa kavuşturmak Bir resimden dışarı çıkmak Koridorları geçmek LABiRENT YAPMAK iyileştirmek ilk büyücüler Bilgisayarlı tedavi Labirent yapmak Bir labirent nasıl yaratılır? Sanat ve maske Teşekkür Kaynakça 149 153 153 156 156 157 159 160 161 161 162 162 165 165 165 167 168 168 169 171 171 174 179 181 /,ahin"lıti,ı Ta1·ilıi Başlangıç için dört hikaye Doom Bize henüz çok uzak olan bir zamanda, ağzından alevler çıkaran kana susamış yaratıklar Dünya'yı istila edeceklerdir. Orduları yok edip ulusları katledecek, tüm yaşam formlarını ortadan kaldıracak ya da onları kendi yardım­ cıları haline getireceklerdir. Dünya, kendi kendisinin cehennemi olacaktır. Umutsuzca başkaldıran son bir savaşçı, hala çalışır durumda olan Dünya'daki sonuncu füzeye ulaşmak ve uzak bir yörüngeye yerleştirilmiş uzay üssüne gitmeyi denemek için sağ kalanlardan, şaşkın bir birlik oluşturacaktır. isyancılar orada yeniden güçlerini toplayacaklarını ve Dünya'yı tekrar fethetmeye hazırlanacaklarını ümit etmektedirler. Kendilerini kurtaracak uzay aracına ulaşabilmek için, vaktiyle olası istilacılara karşı değerli füzeleri korumak amacıyla düzenlenmiş dipsiz kuyularla ve içinden çıkılması imkansız labirentlerle birbirinden ayrılmış olan; tuzaklarla, çıkmazlarla ve patlayıcı varillerle dolu, etrafı radyoaktif atıklarla çevrili, basık tavanlı, dolambaçlı koridorları geçmeleri gerekecektir. Fetihçi insanoğlunu savunmak için tasarlanan bu labirentlerin, uzay kaçağı durumunda kalıp kovalanan insanın en zorlu düşmanı haline gelmesi acınası bir durumdur. Bu küçük grubu yakalamak için yollanan yaratıklar en geride kalanları, kalıtsal değişikliğe uğramış yamyamlara, sanrılı hayaletlere, sahipsiz ve acı çeken ruhlara, saldırgan hortlaklara, manyak siber-şeytanlara ve cehen- 1 Jacques Attalı Uıbirrııliıı 'lhı-ilıi s nemin mızraklı bekçilerine dönüştürecektir. Bu labirentleri geçebilmesi için son savaşçının çeşitli engellerin anahtarlarını ve kodlarını bulması, güç alanlarını yok etmesi, parmaklıkların sürgülerini açması, çöken tavanları etkisiz hale getirmesi, gizli girişlere ulaşması, çıkmazlara girdiğinde dolambaçlı yollara başvurması ve onu yakalayıp kendilerinden biri yapmadan önce yaratıkları yok etmesi gerekecektir. Amacına ulaşmak için, en karmaşık silahlara, az bulunan sinyal karıştırıcılara sahip olacak ama her şeyden önce, cesaretinden, direncinden, hafızasından, merakından, kurnazlığından, fiziksel kabiliyetlerinden ve önsezilerinden yararlanacaktır. En başarılı bilgisayar oyunlarından biri olduğu kabul edilen "Doom"un özetini işte böyle verebiliriz. Bu oyunda oyuncu, savaşçıların sonuncusu ile özdeşleşir ve ekranın karşısında, silahlarını ve gideceği yolları seçer, eğer kazanabilirse onu kurtuluşuna götürecek olan uçuş pistine ulaşmadan önce, bir cinayet maratonu (slugathon, uydurma bir İngilizce kelime) koşacağı ölüm labirentinin içine atılır. Chartres (Fransa) Orta Çağ'ın, taştan yapılma, ışıldayan ilk lütuf dilekçeleriyle birlikte, Santiago de Compestela yolundaki hacılar Beauce ovasında önlerinde beliriveren Chartres Katedrali'nin heybetli ve dingin nefini gördüklerinde, orada ilginç bir mistik deneyim yaşayacaklarını biliyorlardı. Hacılar, o güne kadar insan eliyle yapılmış en ışıltılı bazilikaya, Tanrı'ya şükretmek adına inşa edilen en yüksek Roma kulesine yaklaşırken Batı cephesinin üzerinde, giriş sundurmasının düşey doğrultusunda bulunan ve yüce Tanrı'nın ihtişamını anlatan büyük yuvarlak vitrayı Jacques Attalı Uıl,imılhı Thrihi seyrederlerdi. Binanın esrarengiz mimarı Ecarlate tarafından düzenlenen görkemli taş ve ışık sahnına girerken, ayaklarının altında üçüncü sıradan dokuzuncu sıraya kadar, nefin tüm tabanını kaplayan, Batı kanadındaki vitrayın ölçüleriyle tıpatıp aynı, onun tam bir simetriği olan tuhaf bir resimle, dairesel bir labirentle hayranlıkla karşılaşırlardı. Dairenin dışında çiçek ve yaprak desenli yüz on üç zincirle süslü ve üzerinde Miserere'in 88 şiirleri kazılı, beyaz mermerden yapılma kenar taşları vardı. Dairenin içinde ise mavi mermerde bir şeritle birbirinden ayrıl­ mış, iç içe geçmiş on bir halkadan oluşan, yumurta şek­ linde bir labirent bulunuyordu. Ne bir çıkmazın ne de sahte geçişlerin bulunduğu, zıt yönlerde ilerleyen yedi ardışık yoldan oluşan dahice bir yol ve tam dokunacağı­ nızı sandığınız anda daha da uzaklaşan bir merkeze sahip, baş döndürücü bir iniş çıkıştı bu. Hacı, labirentin katedralin eksenine göre biraz sola kaymış olan mavi yolunun başında diz çöker, uzunca bir süre dua ederdi. Sonra, Cennet yolundaki bir ölümlünün, erişilmez Kudüs'e yürüyen hacının ya da kurtuluşu­ na giden günahkarın tehlikeli yolculuğunu tekrar yaşar­ mışçasına merkezi sıyırıp geçen beşinci halkaya kadar emekler, sonra oradan uzaklaşır, nefin yüksekliğinin tamı tamına on katı olan toplam yüz seksen beş metrelik bir mesafeyi merkezdeki noktaya altı defa daha geri gelerek tamamlardı 72 . Nihayet labirentin merkezine ulaşıl­ dığında vitraydan düşen ışığın oluşturduğu desenin kopyası olan altı yapraklı bir gül şekliyle karşılaşılırdı. Hacı burada Theseus, Minotauros ve Ariadne'nin bakır bir plakanın üzerine kazılı resimlerini bulurdu. Tonozun tepesiyle bir yeraltı nehrine eşit uzaklıkta 9 Jacques Attali Lahinmti,ı 1hrih.i olan garip yol, yaz gündönümünde oluşan yankının düğüm noktasıydı ve Tanrı'nın bu en kozmik mekanındaki gizli mimarinin temel kaynağıydı. Avustralya Avustralya'nın merkezinde bulunan zorlu çölün tam ortasındaki ıssız topraklarda, Aborijinlerin yaşlı bilgeleri, dünyanın yaratılması sırasında Wagilag kabilesinden iki 10 Jacques Attalı kız kardeşin, akrabaları olan erkeklerle ensest ilişkiye girmesiyle ilgili bir hikayeyi anlatmaktan çok hoşlanırlar. Bu büyük yasağa böylesine meydan okuyabilmiş oldukları için, iki kız kardeş, topraklarından kovulmak suretiyle cezalandırılmış, çocukları ve mallarıyla beraber çölün kızgın kumlarında sonsuza kadar dolaşmaya mahkum edilmiştir. Yıllarca, amaçsız bir hayatın hiçliği içinde kaybolmuş bir halde oradan oraya gezinip durmuşlar. Seyahatleri süresince o güne kadar hiç bilinmeyen hayvanlar, bitkiler ve bölgeler keşfedip onlara adlar vermişler. Bir gece yorgunluktan bitip tükenince, Liyagalawumirri ülkesindeki Mirrarrmina gölünün yakınında bir yerde, burasının Wititj adlı korkunç ve kutsal bir piton yılanının barınağı olduğunu bilmeden kamp kurmuşlar. Kendilerine ağaç kabuklarından bir kulübe yapıp, yorgunluk ve üzüntüden kendilerinden geçmiş bir halde yemeklerini hazırlamaya başlamışken, yaşam alanına girilmesinden dolayı öfkelenen dev yılan yakındaki gölden içine su çekip, istenmeyen misafirlerin üzerine püskürtmüş. lik muson yağmuru böyle başlamış. Çılgına dönmüş iki sürgün kadın, küçük çocuklarıyla beraber eğreti barınakla­ rına sığınmışlar ve gök gürültüsüyle yağmurun yönünü değiştirmek için dans edip şarkı söylemeye başlamışlar; ama boşuna ... Sular yükselmeye devam etmiş ve kısa bir /.,abirnıliıı Tarihi sürede dünyanın her tarafını kaplamış. Piton Wititj, tükenmeyen bir hınçla iki kadını ve çocuklarını yutmuş. Wititj'in intikamını çok aşırı bulan diğer kutsal pitonlar, onu bundan vazgeçmesi için ikna etmişler. Böylece Wititj kadın ve çocukları kusup çıkarmış ve dünyadaki suların çekilmesini sağlamak için üflemiş. Wititj o kadar gayret göstermiş ki, olduğu yere yığılıp kendisinden geçmiş ve vücudunun izi toprağa kazınarak, bugün de görülebilen, labirent şeklinde bir çukur oluşturmuş. Kadınlar konuk kabul etmeyen bu bölgeden kaçmak için boşu boşuna çabalamışlar ve labirentin içinde kaybolmuşlar. Wititj kendisine geldiğinde, yolunu şaşırmış ve başıboş dolaşan kadınları görüp öfkeden çılgına dönmüş; kardeşlerine verdiği sözü geri alarak küçük topluluğu yeniden iştahla yutmuş ve sadece, halen Mirrarrmina4 :3 gölünün yakınla­ rında yükselen iki devasa kayayı yeniden kusmayı kabul etmiş. 11 Avustralya'nın Aborijin yerlilerinin, bugün hala şarkı­ larında ve danslarında bu iki lanetlinin ve onların yaşa­ yan labirentinin hikayesini anlatmalarının sebebi, hangi çağda yaşarlarsa yaşasınlar, kendileri de bir yasağı çiğ­ nedikleri için cennetlerinden kovulan tüm insanlara, vaat edilmiş bir dünya arayışının, günahkarlara kapalı olarak bilinse bile bir kurtuluş yolu bulma ümidini kaybetmeden, çölleri geçebilme cesareti ve labirentlere meydan okuyabilme iradesi gerektirdiğini hatırlatmaktır. Girit Yunan mitolojisine göre, tanrıların tanrısı Zeus'un pek çok çocuğundan biri olan Minos, Fenike hükümdarı Agenor'un "karamsar" kızı Europa'dan olmuş ve annesiyle evlenen Girit kralı Astericus tarafından evlat edinilmişti. Jacques Atta1i Uıbiıwıtüı Thrihi 12 Jacques Attah Girit tahtına geçme sırası kendisine geldiğinde Minos, güneş soylulardan Pasiphae ile evlenir ve ondan Ariadne, Phaidra, Akakallis ve Ksenodike adlarında dört kız ve Glaukos, Katreus, Deukalion ve Androgeos adlarında dört oğlu olur. 46 Minos, Zeus'un erkek kardeşi deniz tanrısı Poseidon'un yıllık kurban isteğini karşılayabildiği sürece Knossos sarayındaki yaşam sakin geçmekteymiş. Adanın tüm refahı denize bağlı olduğu için Minos her sene Poseidon'a muhteşem boğalar kurban ediyormuş. Öyle bir gün gelmiş ki Minos çevredeki adalarda, yaşam kaynakları olan bu tanrıya kurban edilmeye layık olabilecek güzellikte boğa bulamayınca, Poseidon'dan, kendisine kurban edilecek boğayı yaratmasını istemiş. Poseidon bu istek üzerine adanın kıyılarında yarattığı dalgaların arasın­ dan öylesine iri yarı, görkemli ve saf'kan bir boğa göndermiş ki Minos bu hayvanı kurban etme cesaretini kendisinde bulamamış. Minos'un nankörlüğünden çılgına dönen Poseidon, sözünü tutmayan kraldan, onun en kıy­ metli varlığını elinden alarak intikam almaya karar vermiş: Denizlerin tanrısı, yarattığı boğanın şekline bürünür ve Minos'un karısı Pasiphae'yi büyüleyerek kendisine hayran bırakır. Baştan çıkarılan kraliçe ona boyun eğer. Kraliçe korkusundan, Atina'da testere ve pergel icatları­ nı çaldığını iddia ettiği dahi öğrencisi Talos'u öldürdükten sonra kaçıp Knossos'a sığınan ve gönyeyi icat eden Yunanlı tuhaf mühendis Daidalos'tan yardım diler. Kurnaz katil Daidalos, eşine sadakatsizlik eden kraliçeyi memnun etmek amacıyla içine rahatlıkla sokulup girebileceği deri ve tahtadan yapılma bir inek tasarlar. Poseidon, düşmanının karısıyla yatar ve bu birleşmeden Minotauros adını verdikleri, insan vücutlu, boğa başlı bir f.,ııbiretıti,ı Tarihi yaratık doğar. Yaratığın varlığından haberdar olan Mi- nos, skandal çıkmasından çekindiği için Daidalos'u ve karısını cezalandırmaktan vazgeçer. Bu lanetin kendi sözünü tutmamasından kaynaklandığını çok iyi anlamıştır. Ülkede hiçbir hapishane olmadığı için Daidalos'a, yeni gömülen Mısır kralı Mendes'in karmakarışık koridorlar üzerinde inşa edilen mezarını örnek aldırarak anıtsal bir labirent yaptırır ve Minotauros 'u buraya hapseder. Tam da aynı zamanda, Girit kralı bir başka acıyla sarsılır. Oğullarından Androgeos, Girit'in mutlak egemenliği altındaki Atina'da bir boğa tarafından öldürülmüştür. Minos bir misilleme yapmaktansa Atina kralı Aigeus'a her dokuz yılda bir kendisine yedi genç erkek ve yedi genç kız vermesini emreder. Girit kralı bu zavallı gençleri yarı boğa yarı insan Minotauros'un bulunduğu labirente gönderir ve yeniyetmelerin canavar tarafından parçalanıp kurban edilmesiyle bir insanın bir boğa tarafından öldürülmesinin intikamını alır. Üçüncü kurban töreninden bir gün önce Atina kralı­ nın uzun zamandır bilinmeyen oğlu Theseus, yaratığı öldürmeyi denemek ve bu kanlı bedelden kurtulmak için kendisini canavara sunmaya karar verir. Babası Aigeus'a eğer sağ salim geri gelebilirse gemisinin direğine beyaz yelken çekeceğine dair söz verir. Thesesu, kurban için seçilmiş diğer on üç gençle beraber Girit'e gelir gelmez, Minos ve Pasiphae'nin kızla­ rından Ariadne'yi baştan çıkarır. Theseus'u kurtarmak için Daidalos'tan yardım alan Ariadne, sevgilisine labirentin içinde yol gösterecek sihirli bir ip ve Minotauros'un ağzına atıp öldürmesi için balmumundan yapıl­ ma bir top verir. Bu şekilde hazırlanan Theseus, labirentin içine girip ilerler ve yaratığı öldürür, Atinalılar tara- 13 Jacques Attah l..abin.mliıı Tarihi fından kabul edilen kurban verme antlaşmasını bozarak seçilmiş gençleri kurtarır ve ipi geri sararak labirentten sağ olarak çıkar. Theseus, Minos'un intikamının ateşinin 14 Jacques Attalı sönmesini beklemeden diğer Atinalılar, Ariadne ve onun kız kardeşi Phaidra ile beraber Naksos adasına doğru hızla kaçar. Minos'un kadırgalarını epeyce arkasında bı­ rakan Theseus, Phaidra'yı baştan çıkarır ve Ariadne'yi terk eder; bunun üzerine tanrı Dionysos kadını teselli etmek için onu gökyüzünde bir takımyıldıza çevirir. Kısa bir süre sonra Theseus, Delos adasına gitmek üzere denize açılır. Orada yeniden elde ettiği özgürlüğünü kutlamak için üstesinden geldiği labirenti örnek alarak, içinde hem yol, hem ayin, hem de trans olan bir dans icat eder. Theseus kutlamalardan, şan ve şöhretinden iyice bı­ kıp Atina'ya dönüş yoluna çıktığında babasına verdiği, gemisinin direklerine beyaz yelken çekme sözünü unutur. Ufukta siyah yelkenleri fark eden Aigeus üzüntüden kendisini bugün hala onun adıyla anılan denize atar. Bu arada deliye dönen Minos, tüm bu felaketlerin sorumlusunu arar ve Pasiphae, Adriane, Poseidon ve Theseus'a yardım ettiği için suçlu olarak gördüğü Atinalı Daidalos'u oğlu lkaros ile birlikte kendi yaptığı labirentin içine kapatır. Labirentin içerisindeki yollar öylesine karışıktır ki, bu iki adam çıkış yolunu bulamazlar. Bu durumda, kurnazlıktan hiç geri kalmayan, teknik yöntemlerin üstadı Daidalos tüyden kanatlar yapar ve bunları kendisinin ve oğlunun omuzlarına balmumu ile yapıştırır. Havalanmadan önce lkaros'a güneşin balmumunu eritmemesi için çok yükseklere çıkmamasını, dalgaların tüyleri ıslatıp ağırlaştırması korkusuyla da çok alçaktan uçmamasını tavsiye eder. Yukarı çıktıkça kendinden geçen genç adam gittikçe yükselir ve en sonunda kanatlarını kaybe- Labi reııfiıı 1'a ı-ilı i dip denize düşerek babasının gözleri önünde boğulur. Talos ve Ikaros'un ölümlerinden kendisini sorumlu tutan, onları kafasından hiç atamayan ve Giritliler tarafından takip edilen Daidalos, bütün Akdeniz boyunca bir sürgün labirentinde dolaşırmış gibi bir adadan öteki adaya geçeceği uzun bir yolculuğa çıkar. Peşinden gönderdiği sayısız tekneye rağmen onun izine rastlayamamanın umutsuzluğu içerisinde Minos zekice bir plan yapar. Akdeniz çevresinde yaşayan herkese meydan okuma çağrı­ sında bulunur; ipek bir ipliği şeytanrninaresinin tüm sarmallarından geçirebilecek kişiye büyük bir ödül vereceğini açıklar. Daidalos, Minos'un meydan okuma çağrısını sığınma imkanı bulduğu Sicilya'nın bir adasında duyar. Adını açıklamaksızın buna yanıt verme zevkine karşı koyamaz. Elbette ki çözümü bulmuştur; şeytanrninaresinin girişinden içeriye doğru bırakılan ve üzerine ip bağlanmış bir karınca çıkıştaki diğer uca yerleştirilen bal sayesinde ip ile beraber dışarı çıkartılır. Bu çözüme ulaşabilecek kişinin sadece Atinalı mühendis Daidalos olduğunu bilen Minos onu cezalandırmak için hemen Sicilya'ya gider. Ancak Sicilyalılar konuklarını Minos'tan korur ve banyosuna kaynar su dökerek ondan kurtulurlar. Tüm bunlar olurken, nankör Theseus, Minos'un ikinci kızı Phaidra ile gününü gün eder. Mutluluğu, karısının kendi oğlu Hippolytos'a aşık olduğunu öğreninceye kadar devam eder. Oğlu Minotauros'un katilinin oğlunu öldürüp dolaylı olarak intikamını almak isteyen denizler tanrısı Poseidon dev dalgalar kılığına girerek Hippolytos'u katleder. Bunu duyan Phaidra intihar eder. Theseus üçüncü evliliğini, kendisini ölülerin dünyasını ziyaret etmeye gönderen Medea ile yapar. Geri döndükten sonra yaşadıklarından bıkıp usanan Theseus her şeyden eli- 1s Jacques Attalı [.,abirP11fi,ı Tarihi 16 Jacaues Attali ni eteğini çekip Skyros adasına gider ve orada kral Lykomedes tarafından öldürülür. Antik Yunan kültürünün en bilinen öykülerinden olan bu yüce destan, Balkanlar'ın her köşesinde dolaşıp, ekmeğini anlattıklarından çıkarmaya çalışan bütün gezgin hikayeciler ve şarkıcılar tarafından yüksek sesle okunur. Yazı sayesinde bu yapıtlar kayda geçirilmeye başladığın­ da ve tiyatro sanatı ortaya çıktığında, bu hikaye sayısız şiir ve oyuna ilham kaynağı olmuştur. Sophokles 114 , Aristophanes ve Philippe D'Euboulos birer Daidalos yazmış­ lardır. Ayrıca Euripides'in, Sophokles'in ve hatta Aristophanes'in Theseus ve Giritliler adlı yapıtları, Antiphanes ve Alexis'in "Minos"u ve Alcaeus'un "Pasiphae"si vardır. Labirent kelimesi artık ona ismini veren daidalos kadar yaygınlaşmıştır. Öyle ki bu kelime Homeros'un eserlerinde otuz üç, Hesiodos'ta ise sekiz kere geçmektedir.114 Doğal olarak efsane kahramanları tarih araştırmala­ rında gözden kaçabilmektedir ve efsanenin bize çağrıştı­ rabileceği şu ya da bu tarihsel olayın gerçek bir temele dayandığını söylemek mümkün değildir. Labirent kelimesinin bugün Yunanca'da en az daidalos kelimesi kadar kullanılıyor olması hala etimolojik bir gizemdir. Çok daha sonraları bu kelimeyi kullanan Herodotos, kelimenin kaynağını bilmediğini itiraf etmektedir. Dilbilimciler uzunca bir süre sözcüğün, Tanrı-kr:ıl'ın yaratıcı ve yok edici gücünü simgeleyen, doğan ve batan ayın resmedildiği Girit krallık armalarının üzerinde bulunan "çifte balta" sembolünün Lidya dilindeki karşılığı olan "labrys"den geldiğini savundular. Diğer yazarlar ise kökeninin ne Yunanca'da ne de Girit dilinde olduğunu ve kelimenin Lidya dilindeki balta veya mağaradan geldiği- J,abi1nılin Tarihi ni söylemektedir. Başka bir dilbilim araştırmasında da eski Yunanca'da "sepete konan balığın oyunu 114 " anlamında olduğu belirtilmektedir. Yüzyılın başında Evans adında bir arkeolog Knossos'ta Minos'un sarayının yıkın­ tıları içerisinde, üzerinde Dapurito diye telaffuz edilebilecek ve büyük bir ihtimalle sarayı adlandırmak için kullanılan bir kelimenin kazılı olduğu MÖ 1300 yılına ait bir tablet buldu. Ayrıca daidalos, Yunanca'da bir sanat yapı­ tı anlamına gelmektedir ve kelimenin bir diğer eşanlam­ lısı olan meandros, zafer kazandığında oğlunun boğazını kesmeye ant içen ve sonrasında bu yüzden kendisini nehre atarak intihar eden bir Yunan kralının adıdır. 11 :ı Tüm bu çelişkili anlamlardan çıkarılabilecek tek bir kuşku götürmez gerçek varsa o da efsanelerin ne kadar güçlü olduğudur. Şüphesiz Theseus sonsuza kadar Batı uygarlığının tarihindeki en karmaşık kahramanlarından biri olarak kalacak ve onun labirenti geçişi insanlığın en güzel ve zorlu yolculuklarından biri olarak hatırlanacak. 11 Jacques Attah Labinmlin Thrihi Her yerde labirentler 18 Zamanın, uzayın ve efsanelerin dört bir köşesinden gelen bu dört hikayede, insanoğlunun tarihindeki temel ve değişmez konuları buluyoruz: Sürgünün kaynağı olarak yanılgıyı, koruma olarak hapis cezasını, öğrenme olarak oradan oraya çaresizce dolaşmayı, tehdit olarak koyu karanlıkları, kayıp olarak övünmeyi, hayvansal güç olarak insanı ve yolun sonunda korkularımıza cevap olarak vaat edilen dünyayı görüyoruz. Bu anlatılarda ayrıca insan yaşamının temel örneklerinden bazıları da yer alır: Ortak yaşamın gerektirdiği kuralları çiğnediği için lanetlenen zayıf bir varlık, kimi zaman korkunç bir tehlikenin üstesinden gelen kahraman, kimi zaman insanların hayatını değiştirmeye katkıda bulunan bir bilgin, kimi zaman da kahramanı teselli edip kendisine aşık etmesini bilen bir genç kız. Bunlarda bile, en az beklendiği yer olduğu halde, her defasında labirent karşımıza çıkar. Doom oyuncusu da, Chartres'a giden hacı da, Aborijin kız kardeşler de veya Giritli kahraman da hayatta kalabilmek için bu labirentlerden geçmek zorundadır. Bilgeliğin yolundan bize ula_ş_an ve tüm bu gizemlerde verilen ortak mesaj, tüm bu hi_kayeleri birbirine bağlayan değişmez ortak nokta aslında hayatın sırrıdır. Kodlanmış bir mesaj Uzunca bir zamandır geçmişin çok az ulaşılabilir izlerinin Jacques Attali /.,abirrıtliıı Thrilıi içinde en uzak geleceğin işaretlerini takip etmekle uğra­ şıyorum. Bu araştırma ilerledikçe, bugünün sosyal ve düşünsel yapılarında ve insanın kendisi tarafından oluş­ turulan geleceğinde görülen her şeyin kaynağını yaklaşık üç milyon yıl süresince, bizden önce gezegenimizde yaşamış seksen milyar atamızın düşsel birikiminden aldığı­ mıza daha da fazla inandım. Bize bin bir değişik yöntemle bırakılan bu işaretler arasında en önemlisi, en dikkat çekeni, en evrenseli ve bununla beraber bugüne kadar en az açıklanmış olanı labirent kavramıydı. Çok da önemi olmayan bir oyun mu, yoksa temel bir ayin mi? Bir sanat eseri mi, yoksa gizemli bir işaret mi? Bir hapishane mi, yoksa gökyüzüne açılan bir kapı mı? İçinde sonsuza kadar amaçsızca dolaşılan bir yer mi, yoksa cennete giden doğru yol mu? Bir inisiasyon merkezi mi, yoksa cehaletin bir yansıması mı? İyileştirmek için mi, yoksa acı vermek için mi var edilmiş? Bizi sevaba doğru mu, yoksa günaha mı götürüyor? Yazının ilkel bir şekli mi, yoksa büyük bir özenle yaratılmış simgesel bir anlatım tarzı mı? Tüm bunlan aynı anda gösterebilen, her uygarlığın kendi düşsel ürünlerini gözleyip inceleyebildiği bir ayna. Ama daha çok, kanımca, dünün göçebelerinin, bugünün yerleşik düzene geçmiş insanlarına yolladıkları, sanki, istemeden yeniden göçebe olacak olan uzak akrabalarının bir gün, bu unutulmuş çizimlerde gelecekleri için gerek duydukları bilgeliğin yollarını aramak zorunda kalacaklarını önceden sezinlerrıişçesine yolladıkları son bir mesaj bu. Her ne kadar kültürümüz yerlere, duvarlara çizilen basit bir resmin, bir fikri ve daha da ötesi bir felsefeyi temsil edebileceği düşüncesine şiddetle karşı çıksa da 19 Jacques Attali Labimıtirı 1brilıi aslında labirentler bir çizimden çok, bir mesaj olarak algılanmalıdır. Her şeye itiraz etmeyi kendisine görev edi- nenler bu resimlerin olsa olsa bir oyun aktivitesi sırasın­ da ortaya konan acemice çizimler olduğunu söylemekte ve daha çok vahşi bir düşüncenin anlamsız izleri, daha da kötüsü çocukça bir davranış olması gerektiğini savunmaktadırlar. 20 Jacques Attali Böyle bir açıklama ile yetinmek ciddi bir hata olurdu. Daha beşinci yüzyılda, Çince'deki harflerin ne anlama geldiğini iyi bileıı Sunzi "Bir resim bin sözcüğe bedeldir" diye yazıyordu. Şekiller yazıdan çok daha önce olayları ifade ederler. Onlar zayıf kalan alfabelerimizin unuttuğu bir karmaşıklıkla olayları dile getirirler. Labirent, her zaman için, insanların, dilin dolambaçlarından çok daha önce var olmuş esnek bir sözdizimini temel aldıkları hayallerin bir ana şeması olmuştur. Kim bu şifreyi çözebilirse o bilgeliğin yollarını ortaya çıkaracaktır. İnsanlara, tıpkı avucunun içinde yaralı bir kuşu tutar gibi, bir bakış­ ta kaderlerini kavramayı öğretecektir. Onlara hiç durmadan kendi sırlarını araştırmaları ve var olmak için bu sır­ ları hatırlamaları için imkan tanıyacaktır. Çünkü labirent hiçbir zaman önemsiz bir ayrıntı olmadı. İnsan aklının ürettiği bu en eski şekil, insanlığın en temel dramlarının yaşandığı yerlerde hep var oldu. Sadece Yunanlılarda ya da Avustralya'nın Aborjinlerinde değil, en eski zamanlarda bile karmaşıklığı tanımlamak, kaderin trajedisini, bir türlü kaçıp gidilemeyen zamanı anlatmak, mezar ve tapınaklara yaklaşan saygısızları engellemek için en uygun yoldu. Kilitli bir kasa, bir akıl şif­ resi ve geçici bir ayininin birleşimi gibi bir şeydi. Beni asıl şaşırtan konu, evrensel varlığının rastlantı­ sal bir olay olarak kabul edilemeyeceğini, çok temel bir Labiımılin Tarihi anlatım şekli olduğunu ve hatta dinler tarihinin en önemli kilit noktalarından birini ortaya koyduğunu, bu kadar uzun bir zaman boyunca nasıl olup da göremediği­ mizdir. Kuşkusuz bu sessizlik, uygarlığımızın ve kültürümüzün içine girilemeyenin ve dolambaçlı olanın üstünü örtme ve onu dışlama temelinde kurulması ve tam tersine, ki bunu göreceğiz, düz çizgiyi, şeffaflığı ve yalınlığı övme yoluyla kendini göstermesi ile açıklanabilir. Tekrar edelim: Labirenti bağımsız bir yerel olay olarak görmek mümkün değildir. Eskiden beri her yerde; Iskandinavya'da, Rusya'da, Hindistan'da, Tibet'te, Yunanistan'da, Britanya'da, Arnerika'da ve Afrika'daI 4 birbirine şaşırtıcı derecede benzeyen binlerce yıllık çizimlere rastlanmaktadır. Bunlar taşların içine kazınmış veya birbirlerine binlerce kilometre uzaklıkta bulunan kaya duvarları üstüne resmedilmişlerdir. Sonra, yakın zamanlarda göçebeler yerlerini yerleşiklere bıraktıklarında labirentler kutsal yerlere taşınmışlardır. Ve orada kutsal kavramların simgeleri haline gelmişlerdir. Mısır'da labirent, ruhun izlediği yolu temsil eder. Başka yerlerde, örneğin Akdeniz bölgesinde ayinsel danslara rehberlik eder. Amerika ve Çin'deki tüm geç kültürlerde ise kendi gerçekliğinin peşindeki bir insanın iç yolculuğunu anlatır. Hıristiyanlığın gelişiyle beraber, inançlı insanların, merkezi Kudüs'ü simgeleyen taştan yapılma bir labirent boyunca emeklemek suretiyle hayali bir haçlı seferini az bir emekle tamamlamalarına imkan tanıyan hoş bir yöntem haline geldi. Sonra, akıl çağıyla birlikte düz çizginin ve şeffaflığın saltanatı başladı. Labirent, hem düşman hem de savaşıl­ ması gereken karanlığın bir örneği olarak görüldü. Ekonominin kuralları hızlı gitmeyi, dosdoğru ilerlemeyi, za- 21 J.ıcques Analı Labiıy•,ıtiıı Tm-ihi 22 Jacques Attalı mandan kazanmayı, öngörü sahibi olmayı ve önceden tahmin edilebilirlik gibi kavramları gerektiriyordu. Labirentler yavaş yavaş kayboldular ve önce süsledikleri bahçelere, insanları eğlendirdikleri salonlara sığındılar­ göçebeliğin bir yansıması daha- sosyetenin oyunu haline geldiler, kaz oyununda kaydırak oldular. Onun sürgünü en az Endüstri Devrimi kadar uzun süredir devam etmiştir. Ama artık sürgün bitti. Labirentler dönüş yolunda. Şehirler birer labirent oldu, pazar ekonomisindeki iktidar ve etki ağları, şirketlerin ve yönetimlerin organizasyon şemaları, üniversite kürsüleri, kariyer basamakları artık düzgün bir yoldan ibaret değil, aksine birbiri ardına ortaya çıkan tuzaklardan, yanlış yollardan, çıkmaz sokaklardan, titizlikle korunan bölgelerden oluşuyor. Zenginlik ve kudret artık labirentlerin sonunda bulunuyor. Aynı şekilde bilgi işlem teknolojisini, şebekelerini ve mikro işlemcileri gerçek bir pireler labirenti gibi tasvir edebiliyoruz. Bilgisayar yazılımlarının ikilik sayı sistemine göre düzenlenmiş ve art arda gelen komutları, pek çok yol arasından seçilen ve sürekli çatallanan bir dizi olarak düşünülebilir. Bilgisayar oyunları da, hazır­ lanmış sayısız tuzağa düşmeden labirentler içerisinde dolaşmaktan başka bir şey değil aslında. Hatta bu oyunların en son sürümlerinde, gezegenimizin her tarafından erişilebilen intemet ağına bağlanarak, birbirinden uzakta çok sayıda katılımcı ile birlikte oynanabilmektedir. Yakında bu labirentlerin labirentleri eğlence hizmetinin ötesinde, tüm kütüphanelerin ve tüm bilgi kaynaklarının iletişim ağını dünya çapında organize edecekler. Her ne kadar gezegenimiz böyle bir ekolabirent olmaya adaysa da, insanın kendisinin zaten bu yapıda olduğunu görüyoruz. Beyin, kulaklar, iç organlar, sinir sis- fobire,ılin Thı-ihi temi, parmak izi, genetik kod, hepsi bu bakış açısıyla incelenebilir. Bilinçaltını labirentin sonunda pusuya yatmış bekleyen bir canavar gibi göstermek ve rüyaların yollarını yasak labirentlerde araştırmak için akla yatkın­ lık ve şeffaflık değerlerini gözden düşüren psikanaliz bilimini de unutmamamız gerekir. Kısacası, mitolojiden romanlara, çocuklar için yazılmış hikayelerden bilgisayar oyunlarına, anlaşılmaz şiirlerden popüler sinemaya kadar neredeyse tüm edebiyat, tüm eğlence biçimleri, bir mutlak doğru arayışı ya da labirentimsi engellerle dolu bir yolun içindeki kovalamacalı bir yolculuk olarak özetlenebilir. Labirenti düşünmek Böyle bir konuyu bugünlerde ele almamızın ne gibi bir aciliyeti olabilir? Çıkmazlarıyla, geriye dönüşleriyle ve ulaşabileceğimi zannettiğimde benden hiç olmadığı kadar uzakta kalan bir merkeze yaklaşma hissiyle dolu kendi hayatım bir labirente benzediği için mi? Bundan çok daha öte bir şey bu. Manastırların dingin hacıları veya Doom oyuncuları gibi, bugünün modern insanı da, çalı­ şan ve evinde tüketen, bilgi ve iktidar ağlarının içinde rehbersiz bir halde dolaşan; bir zevkten diğerine koşup yarın öbür gün, dünyanın geri kalanına değerlerini zorla kabul ettirecek olan, tüm bu ağların yaratıcısı zengin göçebeler sınıfına dahil olmayı hayal eden sanal bir göçebeye, şekil ve görüntü gezginine dönüşmek üzere. 23 Labirentleri anlamak yak-ın bir gelecekte modernitenin anlaşılmas1, için temel teşkil eden bir kavram olacak. O halde bizim açıklık ve şeffaflığı unutmamız gerekiyor: Gerçek dünya böyle yaratılmış değil. Labirenti düJacques Attati /.abirenti,ı Tarilıi şünmeyi yeniden öğrenmek, onun içinde evrim göstere- 24 bilmek için gerekli yöntemleri yeniden incelemek ve bu antik çağdan kalma bilgeliğin sırlarını yeniden keşfetme­ miz gerekecek. Bu noktaya ulaşmada mitolojinin bize göstereceği çok şey olacak. Elbette öncelikle bize en yakın olan, şu Giritli kralın barbarlığını saklamak amacıyla labirenti kullanmasını anlatan efsaneden başlayalım. Ama yarın kim Minos olacak, hangi kuwet onun o canavarlığını yeniden bir labirentin dibine koyacak yeteneğe sahip olacak? Peki ya onu yok etmeyi isteyen Theseus kim olacak? Kim, sevdiği adama ölümün sırrını açıkla­ yan asi Ariadne olacak? Ya kim kendi tuzakları ile baş edemeyen, ama durmaksızın gizemleri çözmek için fırsat kollayan, katil ve dahi mucit Daidalos gibi olacak? Peki kim, boyun eğdirmek için ortaya çıkarılması gereken o yaratık, o canavar, o barbar, o vicdansız ve her insanın içindeki düşman Minotauros olacak? Ya kim başkalarının yeteneklerine fazlasıyla güvendiği için ölen lkaros olacak? İnsan aklının büyüklüğünü ve sınırını temsil eden ve onun, omuzlarına kanat takıp, güneşe yaklaşmamak şartıyla yükseklere çıkarak bulunduğu durumdan kaçmasnu sağlayan balmurnunun yerine ne geçecek? Daidalos'tan internete ... Çok mu uzak? Belki de çok yakın. Sanki bir labirentin komşu iki noktası gibi. Labirent ve kıvrımlan Başlamak için bir bilgi verelim: Labirent denince bugün akla ne geliyor? En azından bir girişten ve bir çıkışa veya bir merkeze giden bir geçitten oluşanıı4, duvarlarla sı­ nırlı, çözülebilir işaretlerin bulunmadığı karmaşık bir yol. Onlarla kesinlikle her yerde karşılaşmak mümkün, ki bunu göreceğiz. Ve hayal edebileceğimiz labirentimsi çiJacques Attah Lalri·~ııtiı, Tarilıi zimlerin sayısında bir sınır bulunmamaktadır. Labirent, yolları arasındaki mesafenin hiçbir kurala uymadığı, ışık geçirmez bir yerdir. Tesadüfün ve şüpheli olanın hükümdarlığıdır ve saf aklın Y.enilgisini simgeler. Duvarlar ve yollar birbiriyle yer değiştirebildiğinden, bir labirent her zaman çift taraflıdır. Yol bir amaca götürürken, duvar başka bir amaca götürür. Yalın bir şekli olabilir; bir sarmal veya çıkmazları olmayan dolambaçlı bir yol gibi; böylece orada kaybolmak nedir bilinmez. Buna yazın dilinde özel olarak "tekyollu 114 " denmekte. Tam tersine yolun biçimi çıkmazlar ve kıvrımlarla belirlenecek şekilde karmaşık da olabilir ve orada kaybolma riski vardır. Bu durumda ise "çokyollu 114" olarak tanımlanır. Gereksiz yere karmaşıklaşmış bu terimlere başvurmak­ tan kaçınacağım. Bir labirent sonuçta bir sınır içine kapatılmıştır: Bir kareye, bir daireye veya başka bir şekle. Labirentlerin karmaşıklığı hedefe ulaşmak için yapıl­ ması gereken seçim sayısı ile ölçülüyor. Bir veya daha fazla merkezi olan bir labirent, tek bir çıkışı olan başka bir labirentten genelde daha karmaşık olmaktadır. Ayrıca tüm yolları sabırla denendiğinde ne olursa olsun çıkışına ulaşılabilen içinden çıkılabilir labirentler ile çıkmazlarla biten kıvrımlardan oluşan ve içinde sonsuza dek kaybolunabilen içinden çıkılamaz labirentler arasındaki ayrımı da yapmak gerekir. Bazı içinden çıkıla­ maz labirentler, merkezlerine ulaşılması mümkün olmadığında içine girilemez olarak da tanımlanabilmektedir. Çok sayıda yolun aynı hedefe ulaşabildiği karmaşa* ıs ' *Orjinal metinde yer alan dedale kelimesi "labirent; karmaşa; karmaşıklık" anlamlarına gelen bir kelimedir. Bu bölümde "labyrinthe" kelimesiyle birlikte kullanıldı~, için 'labirentimsi' olarak Türkçeleştirilmiştir. Metinde tek başına kullanıldı~, yerlerde ise 'labirent' olarak çevrilmiştir. Jacques Attali l.abirmıtiıı Tarihi (labirentimsi) ile tek bir yolun bir çıkış veya merkeze doğru gittiği labirenti de ayrıca birbirinden ayırmak gerekir. Bir karmaşada diğerlerinden daha kısa olan bir yol vardır. Ama labirentte yoktur. Ayrıca bir labirentin yukardan bakıldığında görülen, derisi yüzülmüş bir vücut şeklindeki tasvirini, birbirini takip eden karanlık mağaraların içerisinde yaşanan gerçekliğinden ayırt etmek gerekir. Labirentin içinde bulunanlar (lngilizce'de maze traders) yolu belli belirsiz görürler ama ancak yavaş yavaş içerde ilerledikçe keşfet­ tikleri yolun karmaşıklığını bilmezler. Labirenti yukarı­ dan görenler (maze viewers) onun karmaşıklığını ilk bakışta anlayabilirler ama içeride bulunanlardaki kaybolma ve bilmezlik duygusunu hissedemezler. Labirent her şey­ rlen önce, önceden bilinmeden ve tasvir edilmeden geçihnek için tasarlanmıştır. 26 Bu kitap bir labirenttir Labirentlerin tarihine giriş yapmak için, onların o dokunaklı ve evrensel bir anlam taşıyan inanılmaz varoluşu­ nu anlatacağım. Ardından geleceğin ekonomik, politik, bilimsel, estetik ve felsefi boyutlarını anlamada bize nasıl yardımcı olacaklarını açıklayacağım. Sonra bu gelecek üzerine etki yapmamıza nasıl olanak verdiklerini... Sonuçta böyle öğretici yolculuklardan ne bekleyebileceği­ mizi söyleyeceğim ve labirentleri düşünmeyi nasıl öğ­ reneceğimiz hakkında konuşacağım. Umuyorum bu kitap bittiğinde geleceğe giden yolları nasıl geçeceğimizi artık daha iyi anlayacağız. Ama bun- dan önce insanlığın uzun ve dolambaçlı tarihinde yeniden yolculuk etmek ve bu tarihin içinden, uzaklardan gelen bilgelikleri çekip almak gerekecek. O yüzden bu Jacques Attah /,alıirrnti,ı Tari.hi kitap düz bir çizgi üzerinde ilerleyemez. Bir labirent gibi inşa edilmiş bu kitapta, her öğrenme arayışında olduğu gibi, hem kaybolmayı, hem görünmeyen bir merkeze doğru durmaksızın ilerlerken başlanılan noktaya geri gelmeyi, hem de kulağın ve gözün bazı sayfaların köşe­ sinde karşılaşılacak öğütleri ve işaretleri kollamasını kabul etmek gerekir. Belki bu gittiğimiz yolda zamanın akmadığını, ama gidiş ve gelişlerle, sarmal ve çıkmazlarla, uzaklardaki yakınlıklarla ve yanıltıcı uzaklıklarla uzaya açıldığını daha iyi anlayacağız. Belki de, insanlığın intiharını engelleyecek olan geleceğin bilgeliğinin zamanı kazanmaktan ibaret olmayacağını, aksine onu doldurmayı, onu yaşamayı ve ona tüm değerini vermeyi amaçlayacağını, ayrıca kendi hayatını ironik bir sanat eseri gibi biçimlendirmeyi becerebilmek için sabrı, kaybolmanın tadını, kurnazlığı ve dolambacı, dansı ve oyunu öğrenmekten daha acil bir şeyin bulunmadığını aklımıza kazıyacağız. Sırrı mümkün olduğunca uzaklara aktarmadan önce. 27 Jacque~ Attali Labinmtin Tarilıi Yaklaşmak işte labirentlerin ortaya çıkışlarından ölümlerine ve dirilişlerine kadar özetlenmiş kısa tarihi. Doğmak ilk sarmallar, ilk labirentler Sarmal fikri insanlarda şüphesiz, kabuklu deniz hayvanlarının, kasırgaların, hortum ve tayfunların, suların akışı­ nın gözlemlenmesi sonucunda doğdu: Sarmal fikri, doğal ıs Jacques Attalı olarak denizle ilgilidir. Labirent fikri ise şüphesiz, mağaralarla girdapların keşfedilmesi ve ırmakların, ırmakların kollarından oluşan ağın, onların kıvrımlarının, ormanların içinden geçiş­ lerinin incelenmesi sonucunda belirdi. Labirent fikri, doğal olarak yeryüzüyle ilgilidir. Sarmal düz, kurallara bağlı ve düzenliydi; göksel bir ilham taşır. Labirent köşeli, dolambaçlı, düzensizdir, tıp­ kı insan gibi ... Bu düşünce şüphesiz insanın ilk kat ettiği ve sonucunda bir kişi haline dönüştüğü yola da yabancı değil: Onu ana karnından çıkartan yol. Kadın insanın ilk labirentidir. Bu şekillerin, günümüzden on bin yıl önce, dünyanın dört bir tarafında aynı zamanlarda ortaya çıkmış olması çok şaşırtıcı. Gerçekten de tüm kıtalarda kayalara kazın­ mış küçük tasvirler, mezar üstlerine yapılmış resimler, yere çizilmiş yollar, karmakarışık koridorlar, taştan yapıl­ ma ustalıklı patikalar bulunuyor. /,abireulin Tarilıi Ukrayna'da yaklaşık on beş bin yıl önce resmedilmiş kuşların üzerinde farklı bir üslupta yapılmış kıvrımlar or- taya çıkarıldı. En eski grafik labirent tasviri Yontma Taş Çağı'ndan kalma bir Sibirya mezarında bulundu: Bu, bir mamut dişi parçasının üzerine kazınmış dört adet çifte sarmal ile çevrili yedi kıvrımdan oluşan bir labirentti. Aynı zamanlarda, Altamira ve Lascaux mağaraları, içlerinde oturanlar tarafından bugün labirent adını verdiğimiz yerler gibi algılanıyor olmalıydı. insanlar bu mağaraların içerilerine girip sığınıyorlar; hayvan, sarmal ve kıvrım resimleri çiziyorlar; yeni doğan dinlerin temel ayinleri olan tuhaf törenler sırasında gizemli mesajlar bırakıyorlardı. Birçok değişik yerde Cilalı Taş Çağı'na ait labirent resimleri bulunuyor: Tuna Nehri ve Ege Denizi kıyılarında, Iran'da, Savoie'da, Irlanda'da, Sardinya'da, Portekiz'de, Ispanya'da, Belgrad yakınlarındaki Brdo'daki Vinca medeniyetine ait yedi bin yıl önce çizilmiş küçük resimler üzerinde, Iskoçya'daki Kirkmerine'de bulunan kadın tasvirlerinde.87 Çizimlerin çoğu kareler veya daireler içinde yer alıyor. Bazıları ayıları, kuşları, yılanları simgeliyor. Hindistan'da, Madras yakınlarında, Hosur Talup'taki Kunlani yıkıntıları içinde çok sayıda taştan labirent aynı çağda Iskandinavya'da rastlanan yassı çakıldan yapılma dairelere benziyor. 87 Hoggar'da, Moritanya'daki Bes Seba Dağı'nda, Sahra Çölü'nde yaşayan Yomba'ların kültüründe, örneğin içinde, bir yılanın bakışıyla büyülenmiş bir kuş bulunan labirente hayran hayran bakan bir zürafanın görülebildiği benzer resimler de bulunabiliyor. 114 O çağdan itibaren, sadece duvarlarda ve yerlerde görülen birbirinden bağımsız resimler değil, ama bazen duvarları labirentimsi çizimlerle süslü mağaralar dizisi olarak ortaya çıkıyorlar. New Grange'da, bir mağaranın taş- 29 Jacques Attali /,abfrenti,ı Tarihi ları üzerinde, ama özellikle, eşik önüne yatırılmış bir döşeme taşının üzerine kazınmış bir tür yüzeyde üçlü bir sarmal görünüyor. Cornouailles'da, Boisney yakınındaki bir mağaranın girişinde, taş bir masanın üzerine kazılı iki labirentle karşılaşıyoruz. Irlanda'daki Wicklow Dağla­ rı'nda bulunan mağaralardaki granit bir bloğun üzerinde altı bin yıllık bir başka çizim bulunuyor. 11 4 Bretagne'da, Vannes'ın karşındaki Gavrini Adası'nda, bugün hala sırrı çözülemeyen bir bilmece olarak kalan ve beş bin yıl önce düzenlenen gizemli bir yer altı geçidinin ana koridoru üç kola bölünmüş ve içerideki yön değişiklikleri haç, sarmal ve balta şekilleri ile işaretlenmiştir. 20 Yaklaşık dört bin yıl önce Italya'daki Carmonica Vadisi'nde düzenlenen bir başka labirentvari mağara ise göz alıcı sarmallarla kaplıdır.114 30 Mısır'ın yedinci harikası 1 Mısırlılara ait bilinen en eski labirent şeklindeki resim Memphis'te sabuntaşından yapılma bir mühür parçası üzerinde bulunur: Bir merkezin etrafındaki beş dönemeçten oluşan bir çeşit sarmalın yanında karşı karşıya duran iki insan silueti. Aynı zamanda ve aynı yerde labirent olduğu açıkça görülen33 , tamamen insan elinden çıkmış; planını bilmeyenin içinde kaybolması için tasarlanmış, inşa edilmiş ilk anıtsal mezarlar ortaya çıkar. Bu mezarlar piramitlerinkine benzerlik gösteren labirentlerin ilk işlevlerinden birini anlatmaktadır: Krallık soyundan gelen ölmüşlerin mezarlarına yabancıların girişini engellemek, yolculuklarının sırlarını korumak ve onlara eşlik eden nesnelerin çalınmamasını garanti altına almak. Kuşkusuz daha önce ve farklı yerlerde yapılmış labirentler de böyle bir işlevi yerine getirmişlerdir, ancak JacQues Attah Labirentin 1hrihi bunlar açıkça tanımlanan ilk örneklerdir. Beş bin beş yüz yıl önce, Stonehenge taşlarının daireleri kurulduğu zamanlarda inşa edilen bu labirentvari mezarların en eskisi, ikinci sülalenin nispeten az tahtta kalmış gibi görünen firavunlarından biri olan Peraben'in vücudunu koruyordu.113 Sonraları bu anıtlar çoğaldı ve karmaşıklaştı, piramitlerin yerine geçti veya ekleri olarak kullanıldı. Bin beş yüz yıl daha sonra, bugün Feyyum olarak adlandırı­ lan şehrin yakınlarında Amenemhet III için yapılan mezar, görülmemiş bir karmaşıklıktadır. On iki eyaletin tek bir imparatorluk altında toplanmasını anmak için yapılan bu anıt, bölgelerini ve kabirlerini tek bir yerde toplamayı kabul eden on iki prensin mezarını bir araya getirir. Anıt, Nil nehrinin rejimini düzenleyen Karun Gölü'nün yakınlarında, Hawara piramidinin yanında inşa edilmiş­ tir. Aynı zamanda kutsal timsah Sobek 113 için yapılan bu tapınak yanına yaklaşanları öylesine etkilemiştir ki Yunanlılar tarafından dünyanın yedi harikasından biri sayılmıştır. Bugün yok olmuş olsa bile, önce Yunanlı sonra Romalı tarihçi ve coğrafyacılar hikayelerinde bizlere yabancıların çok az görebildiği bölümlerin tariflerini bırak­ mışlardır. Örneğin, iki bin beş yüz yıl önce bir labirent hakkında yazılmış bilinen en eski anlatımı yapan Herodotos, kendisinden bin beş yüz yıl önce kurulan bu yapının o zamanlar içine girilebilen tek yeri olan birinci katını "Mısır labirenti66" olarak adlandırmıştır. Burası, iki kat üzerine inşa edilmiş bin beş yüzer odanın üstünde yer alan birbirine bitişik ve kapalı on iki avluyu gezen ziyaretçiye kendisini saran bir şaşkınlık duygusu veriyordu: "Bir avludan bir daireye, bu daireden kemer altla- 31 rına, sonra bu kemer altlarından bambaşka dairelere ve bu odalardan yeni a'vlulara geçtikçe, dolaştığımız Jacques Attah Labinmtiıı Tarihi 32 Jacques Attalı odalar, gezinip durduğumuz avlular şaşırtıcı çeş'itli­ likleriyle bizlerde sonsuz. bir hayranlık uyandırıyor­ du. Çatı tıpkı duvarlar gibi her yerde taşlardan yapıl­ m,ıştı ve duvarlar yontularak yapılmış resimlerle doluydu. Her avlu, kusursuz bir biçimde düzenlenmiş, beyaz taşlardan yapılma bir sütun dizisi ile çevriliydi. Labirentin bittiği köşede, bir yeraltı geçidiyle ulaşüan, üzerinde yontulmuş büyük resimlerin bulunduğu, yetmiş dört metre yüksekliğinde bir piramit vardı. 66 " Bir odadan başka bir odaya geçen yollar "çok karışıktı" ve "çok büyük bir şaşkınlığa neden oluyordu." On iki prensin ve kutsal timsahların mezarları aşa­ ğıdaki katta sıralanmıştı. "Yunanlıların inşa ettiği tüm surları ve yapıları yan yana koyun, yine de tümü, çekilen sıkıntı ve yapılan harcama açısından, Piramitler'den bile daha heybetli olan bu labirentten daha aşağı seviyede kalacaktır. 66" Dört yüzyıl sonra, Romalı yazar Pomponius Mela, bu anıtın, yine son derece övgü dolu bir tasvirini yapar ve mimarının adını söyler: "Psammetion'un eseri etrafı surlarla çevrili tek bir mekanın içerisindeki üç bin oda ve on iki saraydan oluşuyor. Her taraf mermerle kaplı. Tek bir girişi bulunuyor ama içerde, binlerce defa kıvrılarak içinden geçilen ve sonra yeniden geçilen, dönüp durduktan sonra çoğunlukla yine aynı yere geri gelindiği için insanı kararsızlığa sürükleyen sayısız yol var. insan kendini, bu yeri nasıl terk edeceğini bilmeksizin hep başladığı yerde buluyor.11 4 " Augustus zamanında yaşa­ mış Diodoros Skeliotes de bu tarihi eseri aynı şaşkınlık duygusuyla tarif eder. Daha sonra Plinius, kendisinden bin altı yüz yıl önce kurulan bu yapıyı bizlere, "insanoğ­ lunun, elinden gelen tüm çabayı gösterdiği en otağa- Labinmfi,ı Thrilı.i nüstü eserlerden biri) 14" olarak aktarır. Çağımızın baş­ langıç günlerinde Strabon, "Coğrafya" adlı kitabında hayretini şu şekilde dile getirir: "Birbirine karışmış koridorlardan ve bağlantılardan oluşan kapalı geçitler öylesine incelikle tasarlanmış ki, bir yabancı dışarı çıkarken veya içeri girerken rehbersiz yolunu bulmayı başaramıyor.114" Roma devrinde taşocağı olarak kullanılan bu yapıttan günümüze hiçbir şey kalmamıştır. Girit labirenti Mısırlılardan sonra hemen yanı başlarındaki Girit medeniyeti labirenti egemenliği altına aldı. Ondan sadece insanların uydurduğu en güzel hikayelerden biri olan Theseus efsanesini yaratmak için değil, aynı zamanda onu çizmek ve inşa etmek için. Çünkü Girit'teki labirentler yalnızca Minos'un başından geçen kötü olaylarla özetlenemez. Her ne kadar adanın üzerinde böylesi bir yapıya ait kesin bir ize rastlanmamış olsa bile, en azından bu bölgede labirent işlevi görecek şekilde düzenlenmiş çok sayıda mağarayla birlikte efsaneyle ilgili sayısız madalyon ve vazo bulundu. Milattan önce ikinci binyılın başın­ da, "genç Avrupa 'nın ilk ortaya uyanışında, ilk gülüşünde, ilk el kol hareketlerinde47 ", yani Knossos geliş­ miş bir uygarlık47 haline geldiğinde, diğer yüz Giritli kentte, labirentler her yerdeydi. Aralarında en bilineni, toplumun hafızasında en çok kalanı Minos'un Minotauros'u kapattığı varsayılan ve uzunca .bir süre Knossos sarayının kalıntıları ile karıştırılan yerdir. Gerçekte, Akdeniz'in eski tarihinin en güçlü uygarlık­ larından biri olan Girit uygarlığı arkasında o günleri aydınlatabilecek çok fazla iz bırakmamıştır. 46 Hiç kuşku 33 Jacques Attali Labirnı(iıı 1hriln' yok ki, Minos'un sarayını yerleştirdiği düşünülen Knossos şehri, kırk yüzyıl önce, Thera'daki yanardağın patlamasından46 ve bir depremden hemen sonra Akhalar tarafından MÖ 1400 yıllarına doğru yağmalanmadan önce, , güzel bir uygarlığın zengin başkentiydi. Homeros'a göre burası "büyük Zeus'un her dokuz yılda bir sırdaş ka- 34 Jacques Attali bul ettiği kral Minos'un görkemli şehri" idi. Üç yüzyıl sonra, Truva savaşının sonu Knossos'unki ile aynı zamana denk düşüyordu.46 Minos belki de buranın hükümdarlardan biriydi ama kişiliği belirsiz kalmıştır. Bazı hikayelerde ağırbaşlı, bilge ve büyük bir kral olarak görünür. Oysa Odysseus'un on birinci bölümü onu tam tersine "kötü düşünce!i69 " olarak tanımlar. Euripides onu Mora Yarımadası ve Kiklad Adaları'nı yağmalayan zorba ve sefih bir hükümdar olarak betimler. Hüküm sürdüğü tarihler kesin olarak belirlenememiştir.ı4ı Sophokles'in çağdaşı Herodotos'a göre Truva'nın alınmasından üç kuşak önce, 1260'a doğru, Homeros'a göre ise bir kuşak daha erken bir zamanda yaşamış olmalıdır. 46 Paros Adası'nda ortaya çıkarılan bir mermer, Girit'te bulunan ve Kydonia'nın (Ayvalık) kurucusu olan bir kral Minos'tan bahseder ve onu ya MÖ 1445'e, ya 1433'e, ya 1319'a veya 1285 yılına yerleştirir. Eusebios onun Isa peygamberden on dört yüzyıl önce yaşadığını teyit eder.14 Ama Diodoros Siculos ve Plutarkhos gibi başka yazarlar, iki ayrı kral Minos 'tan bahsederler: Biri Zeus'un oğlu, diğeri onun torunudur. Hatta başka tarihçiler açısından "Minos", bizim çağımızdan iki bin yıl önceki bir hanedanı temsil eder.141 Çok sayıda modem kuramcı bu efsanede tarihsel bir temeli ve kimliği belirlenebilmiş bir hükümdarı bulunmayan basit bir mitolojik hikaye bulmaktadır: Bir insanın Labire11/in 1hrilıi kurban edilmesiyle ve boğa (Güneş'i temsil eden) kılığı­ na giren bir kral ile inek (Ay'ı temsil eden) kılığına giren bir kraliçenin evlenmesiyle, her sekiz yılda bir güçleri yenilenen bir Güneş figürü. 114 Diğer kuramcılara göre ise, Zeus'un oğlu kılığına giren tüm Girit hükümdarları­ nın her dokuz yılda bir, bir başka deyişle her yüz ayda bir, adanın merkezinde Zeus'a danışmak zorundaydılar. Eğer Zeus ondan memnun olmazsa onu yok ediyordu, aksi takdirde ona, gelecek yüz ay boyunca uygulatacağı kuralları dikte ettiriyordu. 46 O halde Minotauros'un kurban edilmesi gerçekte tüm Giritli kralların tahta çıkma töreninin ana hikayesinden başka bir şey değildi. Çünkü Minotauros babasından daha iyi tarif edilmemiştir. Bazıları için o, Minos adlı bir hükümdarın generali olan Taurus ile Pasiphae'nin evlilik dışı doğmuş çocuğudur. Belki de amcası Daidalos tarafından öldürülen Talos'un reenkarne olmuş halidir. Bu hikayede ikinci derecede önemli gibi görünen ve pek çokları tarafından Perdix olarak adlandırılan Talos da özellikle gizemli bir kişilik olarak ortaya çıkmıştır. Kimileri, pergelin, olta iğnelerinin, salın, tuğlaların ve sihirli yayların icadını 56 , lakabı "becerikli elleri olan usta" olan bu kişiliğe mal etmektedir. Diğerleri, kendisinde kurnaz bir generalden başka bir şey görmemektedir. Başkaları ise Talos'un, Hephaistos'un Sardinya'da bozulmuş mum tekniğiyle dökerek yarattığı, bileklerinde bronz bir iğne ile kapanan çok özel bir damara sahip olan, Zeus tarafın­ dan Girit'in koruyucusu olarak tayin edilen ve işgalcileri nar gibi kızarmış vücutlarıyla kucaklayarak yok eden "bronz ırkı"ndan artakalan korkunç biri olduğunu var- 35 saymaktadır. 56 Knossos labirentinin var olup olmadığı bugün hala Jacques Attah Uıbiınıliu 1brihi 36 Jacques Attali çok şüphelidir. E. Evans gibi kimi arkeologların görüşü­ ne göreı4ı, belirgin izlerin bulunduğu, "çift baltalı" diye adlandırılan, Girit krallarının Knossos'taki sarayı gerçekten de Minotauros'un dibine kapatıldığı labirentti.141 Knossos sarayında bulunan, Lineer B yazısı ile yazılmış tabletler üzerinde, Deidaleion adı verilen bu ibadet mekanından söz edilmektedir. Sophokles gibi düşünenler için Labirent dipsiz bir kuyudur. Diğerlerine göre de kent içinde kurulmuş bir hapishaneyi temsil eder. Nitekim Plutarkhos, Theseus adlı kitabında şöyle yazar: "Giritlilere göre ... Labirent, bir kere içine kapatıldığın­ da, dışarı kaçabilmenin imkansızlığından başka korkacak bir şeyin olmadığı bir hapishaneydi 141 ". Milattan önce ikinci yüzyılda yaşayan kimi coğrafyacılar bu yerin Gortyna'da, kimileri de Knossos'ta olduğunu belirtmiştir. Öyle görünüyor ki, Labirent efsanesi aslında, bugün hala içine girip incelenebilen Skotino'nun iki kilometre kuzeybatısında, Knossos'un doğusunda dört saatlik yürüyüş uzaklığında 141 bulunan bir grup doğal yer altı galerisinden kaynaklanmaktadır. içlerinde, dört kat halinde düzenlenmiş galeriler, kadın yüzleri ve sakallı suratlar, dört ayaklı hayvanları simgeleyen pamuktaşın­ dan yapılma figürler bulunmaktadır. Diğer araştırmacılar için, çok daha yalın bir şekilde söyleyecek olursak, Labirent belki de sadece, Daidalos tarafından general Taurus ve Pasiphae'nin aşklarını gözden uzak tutmak için özel olarak hazırlanmış bir yataktır. Aynı karışıklık efsanenin diğer tüm görünümlerine de egemen olmuştur. Örneğin Ariadne'nin ipinin işlevine. Burada yalnızca geri dönüş yolunu bulmaya yarayan, bellek eğitici yalın bir yöntem gören Pherekydes şöyle yazıyor: "Ariadne Theseus'a Daidalos'tan aldığı bir ip J,at,-frrııtirı Thrihi yumağı verir ve ona rehberlik ederek, ipin ucunu gi- rişteki kapıya bağlamasını, sonra ipi açarak en gizli kıvrıma kadar ilerlemesini ... ve sonunda yumağı geriye sararak geri dönmesini söyler.11 4 " Kimilerine göre, Labirent'in merkezine doğru gitmesi için Theseus'a rehberlik eden bu sihirli sicimdi. Hatta kimilerine göre ip aslında göksel bir sarmal, ışıklı bir taç, bir tılsım veya deniz feneriydi. Çokları hala kendi kendine Ariadne'nin neden Theseus'a sarmalın içine kadar eşlik etmediğini sormaktadır ... Ikaros hikayesi de birçok farklı yoruma konu olmuş­ tur. Kimileri Daidalos'un gerçekte oğluyla beraber gemiyle Girit'ten kaçtığını ve oğlunun aptalca bir şekilde, dengesini yitirip küpeşteden düştüğünü savunmaktadır. Aslında Daidalos'un, Minos'un savaş gemilerinden kaçabilmek için yapay kanatları değil, yelkeni icat ettiğini ileri sürmektedirler. Gençlerin eğitildiği mağaralara, sarayların ve şehirle­ rin mimarisine de "labirent" adı verilmiştir. Daha önceleri Wicklow Dağları'ndaki granitlerin üzerinde 113 ve Mı­ sır'da bulunan hep aynı yedi halkalı çizim tarzı, sonraları paraların üzerinde de görülmüştür. Yunanlıların, "kabuk biçimindeki yer" olarak adlandırdığı bu resimler, iliş­ kili oldukları efsaneler gibi, Mısır'daki anıt mezarlardan esinlenmiş gibi görünmektedir. Bunu kolaylıkla açıklaya­ biliriz: Doruk noktasına ulaşan uygarlığıyla Mısır ve yükselmeye başlayan Girit arasındaki ilişkiler o zamanlar çok yoğundur. Aynı şekil, bin yıl sonra Pylos'ta, Asklepios tapınağının girişinde, Yunanistan'da Epidauros'ta, sonra Alpler'de ve yedi yüzyıl sonra, MÖ 1. yüzyılda Pompei'de yeniden ortaya çıkacaktır.ı 4 37 Jacques Attali l.<ıbiınıriıı Tarilıi 38 Jacques Attalı Tümülüs ve mandalalar Aynı devirlerde fakat başka yerlerde, diğer pek çok toplumda da labirentlere rastlanıyor: Babil'deki taşlar üzerinde olduğu gibi Peru'daki Nazcalar'ın kültüründe, üstü doğal bir manganez verniğiyle kaplı beyaz alçıtaşının hakim olduğu bir yayla üzerinde de, yirmi metre çapında üç sarmallı bir labirentle birlikte, kartal, ayı, kertenkele, köpekbalığı ve örümcek resimlerinden oluşan labirentler bulunuyor. 93 Anasazi adı ile anılan Kuzey Amerika'nın en eski yerleşik kabilesi olan Hopiler'de de, Girit'teki labirentlerin şekline tıpatıp benzeyen, hem kare hem de daire biçiminde yapılmış, Arizona'da, mesa dedikleri üç yayladaki taşların üzerine, Ohio'da ise yedi metre geniş­ liğinde, dört yüz metre uzunluğunda bir yılanı tasvir eden topraktan yapılma bir anıtın üzerine kazınmış bulunan, Batı'daki dağlara yaptıkları yolculuğun sonuna kadar halkın koruyucusu ve Doğu'nun bekçisi olarak kabul edilen yılanı simgeleyen labirentimsi bir imza görülüyor.129 Yıne aynı devirde, Çin'deki Tong Ting (Oyuk Dağ) mağarasının içine kazınmış ve tütsü yolları görünümünde yapılmış labirentleri de buluyoruz. Burada tütsünün bitişi, zamanın geçişini ölçmeye yarıyordu. Bazen aşırı özen gösteriliyor, her saate başka bir koku veriliyordu. Bu yollar genellikle güneşin zamanı belirleyemediği durumlarda, özellikle gece vakti işe yarıyordu. Su saatinin kullanılamadığı büyük kuraklık zamanlarında icat edilmiş olmalıydılar. İki bin beş yıl önce, Yan Jiangpu'nun bir şiirinde tütsü labirentlerinden söz edilmektedir. 124 Daha sonraki tarihlerde, her yüz ayrımın, kal denilen, günün bir bölümünü gösterdiği, son derece karmaşık oyulmuş labirentlerle süslü, bakırdan yapılma tütsülü mühürler /,uhirnıtirı 1lırilıi ortaya çıkmıştı. Kimi zaman mevsime göre farklı uzunluklarda olan labirentlerle geceyi beşe bölmek yeterli oluyordu. 124 Tibetliler aynı vakitlerde, labirentin özel bir biçimi olup, daire ve karelerden, yollardan ve çıkmazlardan yapılma mandala adını verdikleri karmaşık resimleri tasarlamışlardı. Bu resimlere hala, Hint mağaralarında olduğu kadar, Trieste yakınlarındaki Postumia'da bulunan Roma gömütlerinde de rastlıyoruz. Roma'daki Augustos'un mezarı gibi, Atina Akropolis'inin temelleri de labirent örneklerine uyuyor. Şu ana kadar taşların, eşyaların veya vazoların üstüne çizilmiş resimlerin eski yapıların planları olduğunu söylemek kuşkusuz mümkün değil. Labirent mimarisine sahip bir yapı planının kesin olarak bilinen ilk grafik tasviri, MÖ 1. yüzyılda Pompei'de inşa edilen Girit sarayıdır: Marcus Lukretius'un evindeki bir duvarın üzerine yerleştirilmiş bir mozaikte bu planla karşılaşıyoruz. Aynı devirlerde Plinius, kendisinin bu özelliklerde dört yapı gördüğünü bizlere aktarır.1 14 "İnsanın en şaşırtıcı çalışması, ama kesinlikle düş değil" diye nitelendirdiği bu yapılardan ilki Mısır'da, ikincisi Girit'te, üçüncüsü Midilli Adası'nda yer alır; sonuncusu ise, Etrüsk Kralı Porsena tarafından yaptırılan ve üzerinde yüz elli ayak yüksekliğinde piramitler bulunan Italya'daki anıttır. Ayrıca Roma'da, çocukların içlerinde dolaşırken eğlenmeleri için hazırlanmış otlardan yapılma labirentler olduğunu da anlatır: On beş yüzyıl sonra gelişip serpilecek bu bitkisel labirentlerden ilk defa burada söz edilmektedir. Mühürlerin üzerinde ve Roma mezarlarının içinde de labirent simgeleriyle karşılaşıyoruz. Aynı şekilde, İrlan­ dalı, Galli ve Britanyalı Keltlerin kalelerinin girişinde, 39 Jacques Attah /,,abimırtirı Ta,-ilıi Dorset'de bulunan Meiden Castle'da ve aynı biçimde inşa edilmiş çok sayıda kentte de bu simgelere rastlıyo­ ruz.14 Iskandinavya'da bu türden simgeler, örneğin Lindbacke, Nyköping, Galgberget, Visby ve Arundehög'te, çoğunlukla kıyı boylarında veya liman girişlerinde kum üzerine yerleştirilen yassı çakıl taşlarından yapılmıştır. 26 Tek ve çok önemli bir istisna var: Girit uygarlığı ile aynı devirlerde geçen değişik olaylan aktaran Kutsal Kitap hiçbir labirentten bahsetmez. Ne var ki, Ceriko şehrini çevreleyen ve koruyan labirent, dolaylı olarak da olsa söz konusu edilmiştir. 40 Jacques Attah lhristiyan dünyası Hıristiyanlık ortaya çıktığı zaman, geçmişteki ayinlerin izleriyle savaşmak ve onları ortadan kaldırmak yerine bu yeni din onları toparladı, özümsedi ve kendisine mal etti: Tanrılar azizlere, tapınaklar katedrallere, muskalar kutsal emanetlere, tarım bayramları Isa'nın hayatındaki olayları anmaya dönüştü. Böylece labirentler, çok doğal olarak mezarlarda ve haç şeklindeki kutsal mekanlarda çizildiler. Bir kilisenin zeminine çizilen ve 328 yılından sonraki bir tarihte yapıldığı varsayılan en eski labirent, Cezayir'de eş-Şelif'teki 113 Reparatus bazilikasında bulundu. Bu labirentin merkezinde, on üç harften oluşan bir karenin, okunma olasılığı bulunan her tarafında tekrar edilen iki kelime bulunuyordu: "SANCTA ECLESIA", yani "kutsal kilise". Bugün de hala var olan bu tarzdaki ikinci labirent, iki yüzyıl sonra Ravenne'de Saint-Vidal Kilisesi'nin zeminine çizilmişti. Labirentler daha sonra Hıristiyan dünyasının tüm manastır ve katedrallerinin zemininde yer aldı. Genellikle nefin inşaatı sona erdiğinde çiziliyorlardı. Görkemli IAıbi,Yııti,ı Tnrilıi ve gizemli labirentlerle, Chartres'ın, Sens'ın, Amiens'in, Reims'in, Saint-Quentin'in, Bayeux'nün, Arras'nın, Poitiers'nin girişlerinde, Saint-Omer'deki Saint-Martin Manastırı'nda, Roma'daki Santa Maria Trastevere'de, Pavia'daki Saint Michele Maggiore'de, Cremona'da, Lucca'da, Sainte-Marie in Agnesi'de, Piacenza'da karşılaşı­ yoruz.118 Çoğunlukla Chartres'daki gibi dairesel on bir dar geçitten ibaret olup, bazen Amiens'daki gibi sekizgen, nadiren eş-Şelif'teki gibi kare biçiminde tasarlanı­ yorlardı.114 Ravenne'de bulunan Saint-Vidal'deki ve Poitiers'deki örnekler dışında, hemen hemen her zaman, çıkmazı olmayan bir merkeze doğru bir aşağı bir yukarı döndürerek götüren tek bir yoldan oluşuyorlardı. Chartres gibi gotik katedrallerde labirent, yapıya adını veren azizin anıldığı gün, güneşin doğduğu noktayı işaret eden nefin eksenine yerleştirilmişti. Eğer katedralin planını çarmıha gerilmiş lsa'nın bir tasviri olarak kabul edersek, labirentin, yolculuğun ve hacıların simgesi olan yay burcunun etkisinde olan oyluklar hizasında yerleştirilmiş olduğunu görürüz.133 llk bazilikaların içindeki labirentlerin merkezinde çoğunlukla boğa başlı insan Minotauros'un simgesine rastlanıyordu. Daha sonra, Saint-Omer Kilisesi örneğinde olduğu gibi, insan başlı inek simgesi onun yerini aldı. Sonra, daha da ileriki yıllarda yapılan yapılarda Isa resmi onların yerine geçti. Saint-Gall'dekinin ortasında şöyle bir yazı vardır: Domus Dcedali. Pavia'daki Saint-Michel'de ise şu sözler kazılıdır: "Theseus içeri girdi ve yaratığı öldürdü 106". Lucca'daki kubbe boyunca yer alan labirentte Theseus'a gönderme yapan üç dize görülür. Amiens'de, Notre-Dame Katedrali'ndeki labirentin merkez taşı, diğer birçok örnekte olduğu gibi, katedrali inşa 41 Jacques Attali Lafıiınıfiıı Tııı·ilı.i 42 eden usta mimarların bakırdan yapılma işaretini taşıyor­ du.133 Devrin eserleri labirentleri dcedali diye adlandırı­ yor ve ayrıca bu usta sanatçıları aynı adla tanımlıyordu. Böylece Chartres'ın gizemli Ecarlate'ı, Luzarches'ın Robert'i, Amiens'deki Thomas de Cormont veya Reims'deki Jean d'Orbais gibi ustalar için labirent, tanıtıcı bir işa­ ret oldu. Labirentlere Dcedalus'tan başka, "Saint-Jacques'ın yolu", "Kudüs yolu" ve hatta "Süleyman'ın hapishanesi", "dolambaç" veya "fersah" adı veriliyordu. Bir insanın dizleri üstünde labirenti aşmak için geçirdiği süre, ayaktaki bir insanın bir fersah yürümesi için gereken süreye eşit olduğu için labirente bu sonuncu isim verilmişti. Gerçekten de, 1768 yılında yıkılan Sens Kilisesinin fersah'ını diz üstü çökmüş bir halde dolaşmak için hemen hemen bir saat gerekiyordu. On üçüncü yüzyılda inşa edilen Saint-Quentin piskoposluğuna ait "Kudüs fersahı" zamanın bir tarihçisi tarafından şöyle tanımlanıyordu: ''Siyah ve beyaz iki çeşit yer karosundan yapılmıştı; dönüşleri ve kıvrımları öylesine büyük bir orantıyla ve ustalıkla oluşturulmuştu ki, çoğunlukla bu kilisede dolaşmaya izin verilenlerin aklını çalıştırmasına hizmet ediyordu. Sekiz kenarlıy­ dı, çapı otuz beş ayak uzunluğundaydı ve tam ortasında aynı biçimde bir taş vardı ... 133" Demek oluyor ki, labirentler Orta Çağ'da tüm tapın­ ma mekanlarında bulunuyordu; şatoların taşlarına kazılı tüm o sembollerin arasında, ustaların imzalarında, Moissac 'taki alınlık tablasında, Saint-Gilles'de spiral biçimindeki merdivenin üstünde, Vezelay'deki, eski ahitin yeni ahite çevrilmesini anlatan ünlü alçak kabartma kompozisyonunda, Isa'nm mandorlasında ve Musa'nm cübbesi üzerinde ... Simyada ve hatta füglerin ve bir sesler labiJacques Attah J..ubireııtiıı Tarihi renti olan çoksesliliğin ortaya çıkmasıyla beraber müzikte de görüldü. Yerleşik kültüre dayalı uygarlığımız hala bir labirentler labirenti olarak düşünülüyor. Onun kendisini anlaması ve açıklayabilmesi için hala labirente ihtiyacı var. 43 Jacques Attatı Yaşamak Şimdi tüm bu şekillerin ne anlatmak istediğini çözmeye çalışacağım. 44 Jacques Attah Her resmin bir anlamı var Bu şeklin, tüm uygarlıklardaki evrensel varlığını nasıl açıklayabiliriz? Tüm kültürler için ortak bir açıklaması var mı, yoksa her örneği ayrı ayrı mı değerlendirmek gerekiyor? Rasgele çizilmiş bir duvar resmi mi, bir bulmaca mı, bir sanat eseri mi, bir oyun mu, bir hapishane mi, bir kale mi, bir tapınma yeri mi, bir öğrenme aracı mı? Yoksa şifreli bir mesaj mı? Bu soru antropologları uzunca bir süreden beri meş­ gul etmiş ve ilkel düşüncenin en önemli değişmezlerin­ den birinin etrafında dönen bu büyük tartışmanın varmak istediği hedef olmuş olmalı. Sarf edilen çabalar bazen sonuç verse de, kanımca bu sorulara tamamıyla tatmin edici bir cevap getirilemedi. Bence labirent, toplumun bilinçaltının, öteki dünyaya gönderilen bir mesajın somutlaşmasıdır. insanın yazgısı­ nın anlamlarından birinin ve dünyayı düzene koyma arzusunun ilk soyutlamasıdır. Evreni, hem önceden tahmin edilebilen hem de önceden tahmin edilemeyen yönleriyle tarif eder. Bu öyle bir evrendir ki, ondaki yolculuk, tıpkı hayattaki yolculuk gibi, hem özenle araştırılır (çünkü sonunda sonsuzluk yakalanabilir), hem de ondan korkulur (çünkü hiçlik pusuda bekler). Labirent, iki l,,ııbire,ı(i,ı n,,.;ı,; dünya arasındaki bir gedik, güven vermeyen ve tehlikeli bir geçit yeri gibidir. Bütün uygarlıklarda labirent öncelikle bir simge idi, sonra bir efsanenin dayanağı ve son olarak da bir haberleşme yolu oldu. Sonuçta labirentler yazıdan önce icat edilen bir dil, karmaşık bir anlatım biçimi gibi bir şeydi. ilk insanların çiziktirmelerinin arasında anlamı olan tek şey labirentler değildi. Yazıdan ve hatta şekil-yazılar­ dan önceki her şekil bir kavramı ifade ediyordu ve tüm simgeler birer mesajdı. Tüm topluluklar bir resme neredeyse aynı anlamı, aynı evrensel düşünceyi yüklüyorlardı. Yontma Taş Devri'ndeki mağaralarda bulunan resimler bizlere, sadece o zamanın insanlarının çizdikleri hayvanlar yoluyla değil, aynı zamanda onları çevreleyen, kozmosu ve insan ilişkilerini nasıl algıladıklarını ifade eden daha soyut simgelerle de bazı hikayeler anlatmaktadır. 45 Örneğin daire hemen hemen her yerde birliği, mükemmelliği, bütünlüğü, Güneş'i, hayatın başlangıcını, döl yatağını, hayatın kaynağı olan suyu simgeler28 ve dünyanın bitimliliğine bir gönderme yapar. Birçok kültür Ev- ren'i, iç içe geçmiş daireler dizisi ile betimler. Hilal, her yerde değişikliğin, değişimin, doğumun veya yeniden doğuşun simgesidir. 28 Oval, genellikle kadınsı bir şekil­ dir. Kırık çizgiler nehirleri, suyu, düz çizgiler ise yağmu­ ru düşündürür. 28 Kare, Dünya'yı veya Evren'i, her durumda Yaradılış'ı temsil eder. 28 Haç bütün bir Evren'i, dikey çizgi eril ruhu, yatay çizgi dişil maddeyi ve bu çizgilerin kesişme noktası ise insanlığı temsil eder. 28 Yunan haçı, bir yıldız veya bir insan, eğer bir daire içine yerleş­ tirilmişse de, geçmekte olan zaman veya gökyüzündeki Dünya anlamına gelir. 28 Üçgen eril bir simge olan ateşi, Jacques Attali /,abiTP11.l"i.n Torihi eğer ters çevrilmişse dişil bir simge olan suyu ifade eder. Tepe noktaları karşı karşıya gelen iki üçgen cinsel birleş­ meyi, eğer çakışırlarsa bütünleşmeyi tarif eder. 28 Örgü şekli, sonsuz geri dönüşün, imkansız kaçışın kapalı ve karamsar simgesidir. Sarmal ise tam tersine çok sayıda uygarlığın kültüründe, geleceğin ve ışığın açık ve iyimser simgesidir; ölülerin yolculuğunun, deniz kabuğunun bir temsili, doğumun, suyun ve Güneş'in metaforudur. Ters yönde dönen iki sarmal genellikle bir yolculuk, astronomik bir dönem, bir yolculuğun sonunda başka bir evrenden çıkıp gelmeyi ifade eder. Üçlü bir sarmal ise rüzgarı, suyu veya yılanı anlatır. 2s Şeklin merkezinde ne olursa olsun, burası kutsal bir yer olarak kabul edilir. Buraya giden yollar diğerlerinden çok daha önemlidir. Merkezi kendi kendine bulmak ise deneyimlerin en zorudur. 46 Bir yolculuğu anlatmak O halde bir labirent deseni ne anlama gelmektedir'? O bir hikaye anlat1r. )-Iiçbir zaman aynı olmayan; bazen daha az, bazen daha çok acıklı -veya neşeli- olan, ulaşılması gereken amaca, seçeneklerin zorluğuna, giriş ve çıkışların sayısına, çıkmazların bulunup bulunmamasına göre karmaşıklık seviyesi artan ya da azalan hikayeler... Genellikle bir yolculuğun, ilk göçebe insan topluluklarının ya da saklanmış bir cinayetin, gizlenmiş bir suçun, zorlu bir kaçışın, bastırılmış düş kırıklıklarının, saklanmış hazinelerin, zorlu baştan çıkarmaların, kurtarıl­ ması gereken kızların, vaat edilmiş toprakların, keşfedi­ lecek yeni dünyaların hikayesini anlatır. ı Uzun sözün kı­ sası, zamanın başlangıcından bugüne dek gelen, insanlık halinin gizli yollarının hikayesi. Jacques Attali Labirerıriıı Torih-i Sarmal ve örgünün bir birleşimi olan labirent, içinden geçildiği veya merkezine ulaşıldığı durumlara göre bizle- re farklı hikayeler anlatır. Birinci durumda bir tek problem vardır, ikinci durumda ise problem iki, hatta üç tane olabilir, çünkü merkezde, verilmiş bir söz - örneğin baş­ tan çıkarılacak bir kız- veya bir tehdit - örneğin dövüşül­ mesi gereken bir canavar- bulunabilir. Sonra da çıkışa doğru gidebilmek için geri dönüş yolunu bulmak gerekecektir. Daha genel bir şekilde tarif edersek lal1irentler hem bir göçebenin ilk yolculuğunun anısını, hem de insanın, ölüm, başka bir deyişle son yolculuk karşısındaki evrensPl korkusunu betimler. İnsanın, gücünü, inancını, bilgisini ve kara bahtı karşısındaki sabrını kullanarak, kaderini ve yolculuğu bitmeden önce bir ideale ulaşma umudunu kendi kendine anlatmasına yardımcı olur. Kötülük karşısında savunma, ölüm karşısında ise korunma içgüdüsünü ve hayatı öteki dünyadan ayıı:an o zayıf çizgiyi algılamasına ve somutlaştırmasına, dolayısıyla ölümsüzlüğe ve sonsuzluğa hazırlanmasına imkan verir. Aynı zamanda bilgiye ulaşmanın her türlü yolunu anlatır ve gelecek kuşaklara bu bilginin ulaştırılmasını sağlar. Labirentler öncelikle bir yolculuğu anlatır. Buna şaş­ manuz gerekir çünkü onlar her şeyden önce yerleşiklere göçebeler tarafından miras yoluyla bırakılan bilgeliği yansıtır. ilk göçebeler çölde ve ormanda ilerlediler, geri çekildiler, döndüler, başladıkları noktaya geri geldiler, kayboldular, umutsuzluğa düştüler. Tek amaçlarının hayatta kalmak olduğu bu uzun yolculuk boyunca kişilikle­ ri oturdu. , Her insan bu şekilde, hayatın içine girmekten, zorla içine çekildiği varoluş labirentinde sürgün yaşamaktan, 47 Jacaues Attali f.,abirmıli,ı Ttırihi 48 koruyucu labirentin, yani rahmin dışına atılmaktan duyduğu pişmanlıkla yolundan çıkabilir, sonsuza kadar kaybolabilir. Etrafında ona rehber olabilecek bir işaret olmaksızın ve korumasız doğan insan, korku ve umutlarıy­ la beraber çölün içine, denizlere, ormanlara, engellerle, tuzaklarla, tehlikelerle ve düşmanlarla dolu yerlere doğ­ ru atılır. Hayatta kalmanın gereksinimleri yüzünden yoluna devam etmek zorunda kalan insan, kendi yazgısı bir fırtınanın, bir yarığın, bir vadinin, bir çığın, bir buzul ilerlemesinin, bir kasırganın, bir vahşi hayvanın, düşman bir kabilenin elinde iken, oradan oraya dolaşır ve kimi zaman yolunu şaşırır. Önündeki yolun durmaksızın kapanmasından ve ölerek tamamen yok olmaktan korkan insan aynı zamanda amacına çok yakın olduğu hisseder. Onun ilk sınavı, Yaradılış ve Kutsal Kitap hikayelerinin tamamında anlatılan, insanın içinde bulunduğu güvenli ortamdan sürgün ediliş efsanesi olmuştur. Cennetin bahçelerinden kovulan Adem ile, Hopiler'in yazıtla­ rında anlatılan, koruyucu yeraltından Sotuknang tarafın­ dan kovulup atıldıktan sonra Taoiwa'nın onlar için hazır­ ladığı dokuz kat evren biçiminde yapılmış korkutucu labirentlerle karşılaşmak zorunda kalan insanlar bunlara örnek olarak verilebilir. Bu yazıtlarda şöyle yazıyordu: "Labirentteki tüm çizgiler ve tüm geçitler, insanın hayat yolunda izlemesi gereken, Yaratıcı'nın evrensel planını oluşturuyordu. 129" Göçebe insan labirentimsi çöllerinde dolaşıp dururken, kendisinin bulunduğu her yerde Tanrı'sının da var olduğunu ve onun, tek bir toprağın Tanrı'sı olmadığını keşfeder. O yere değil, insana aittir. Nerede olursa olsun her zaman içte taşınan, içselleştirilmiş bir Tanrı düşün­ cesi onu kaçınılmaz bir şekilde tektanrıcılığın şaşırtıcı Jacques Attalı Labi ınıliu 1h ı-ihi keşfine kadar götürür. Bu düşünce sadece bir göçebenin aklına gelebilirdi. Ilk insanlar, ilk göçebeler hayatta kaldıkları süre içerisinde Ölüler evi deneyiminden geçtiler. Ilk insanlar, yeniden doğuşun arayışı içerisinde çölde hayatlarını riske attılar. Hayatları da labirentler gibi düzenlenen ve hikayelerinde kıvrımlı yollar içerindeki yolculuklardan bahseden ilk göçebeler labirent gerçeğini fark etmişlerdi. Ama deneyimi arttıkça, insan, yavaş yavaş çevresini kendi yararına kullanmaya başladı. Mağaralara sığınma­ yı, kendisi için gerekli ürünleri yetiştirmeyi, ormanları tarıma elverişli yerler haline getirmeyi, küçük koylarda fırtınalardan korunarak yaşamayı öğrendi. Sonra mağa­ raları terk etti, evler, saraylar, duvarların gölgesinde şe­ hirler inşa etti. Geçmişinin anılarını devam ettirmek için göçebe hayattan yerleşik hayata geçişini ayinleştirdi. Böylece bir zamanlar, göçebeyi koruyan mağaranın karanlığındaki inişli yol bir efsane haline gelir ve göçebenin zorlu yolculuğu kutsal bir hikayeye dönüşür. insan kendi kendine hayali yollar, zafer hikayeleri ve kurmaca yolculuklar icat eder. Sonra da onları çizer. O halde, labirentin dört anlamını sırasıyla şöyle belirleyebiliriz: Ölümün bir yolculuk olarak görüldüğü ilk göçebe ve yerleşik uygarlıkların tümünde labirentler her şeyden önce öteki dünyaya doğru bir geçişin, cenaze ayininin hikayesini anlatır. Geçiş yolunun en iyi grafik simgesi olduğu için labirent "öteki dünyanın bir haritasıdır78 ". Ölen kişi bir kere içine girdi mi hem rahat olmak hem de geri dönüp yaşayanları rahatsız etmemek için orada kapalı kalırdı. "Bu ölüler evinin yoludur4°", çöküşün, Ba. tışın tasviridir, "tanrısal Güneş-Kral'ın ölümünden 49 Jacques Attali J,,nbirnıliıı Tuı-ilıi so sonra içine çekildiği ve kimi zaman oradan geri geldiği sarmal şeklindeki şatosudur-0 1 ", ölünün Toprak Ana'ya yolculuğudur. işte bu yolculuk boyunca, ayinin gereklerinin eksiksiz ve saygılı bir biçimde yerine getirilmesi sayesinde, ölünün ruhunun yaşaması ve sonsuzluk içerisinde yeniden uyanması sağlanıyordu. Nasıl ki onun diğer ruhlar ve tanrılar tarafından yolunun üzerine yerleştirilen engelleri yenmesi gerekiyorsa, aynı şekilde ölülerin dönüşlerinden korunmak için de evlerin veya diğer yerlerin girişlerine geride kalanlar tarafından labirentler konuyordu. Böylece, labirent doğal bir şekilde ikinci bir anlam kazanıyor: Labirentler bizlere bir kişinin ya da bir topluluğun geçtiği bir sınavı anlatır. Özellikle bir kurban ayinini, bir günah keçisinin öldürülüşünü, bir hayaleti, bir mim oyuncusunu, bir olayın sahneye koyuluşunu veya grubun liderinin yeniden dirilmesine ve ayine katılanla­ rın olayları öğrenmesine imkan tanıyan temel bir cinayetin tasvirini betimler. Sonrasında aynı mantıkla devam edersek üçüncü bir anlam karşımıza çıkar: Her sınav, her kurban, bir yaratı­ ğa karşı kazanılan her zafer, her bir hazinenin fethedilişi bir "bilinçli veya bilinçsiz" inisiasyon, bu da demek oluyor ki insanlık durumunu 41 meydana getirir. Labirenti geçebilen artık bir inisiye* olmuştur ve yeni bir hayatın içine girer. Gerçekten de çok sayıda kültürde *lnsanlı!)ın fikirsel tarihi boyunca oluşan eski geleneklerin (tradisyonların) devamını sa!)layan ezoterik (gizli, batıni) bilgi, bu bilgileri ö!)reten mezhep- lere ba!jlanılmadan, girilmeden ö!)renilmezdi. Ancak mezhebe dahil olanlara verilirdi. Ezoteriklik (içreklik), bilinenlerin herkese açıklanmamasını gerektirir. Birçok şeyler gizli tutulur. Bu gizli tutulan şeylerin açıklandı!)ı sınırlı sayıdaki kimselere inisiye (başlayan, mürit) denir. lnisiyeyi yetiştiren inisiyatördür (başlatan, üstat, kılavuz). Bir inisiyatörün (mürşit, şeyh, büyük üstat) kontrölü altında geçirdikleri tek tek imtihanların sonunda, bireylerin kendi ruhlarında yaşadıkları hakikatlerin tümüne inisiyasyon denir. Jacques Attalı /.,nbiınılin 1hı-ilıi mağaralar inisiasyon* yerleriydi. Gençler bu mağaralara adsız olarak girerler ve bir yetişkin olarak mağaradan çıktıklarında bir adları olur, grup içinde yeniden doğmuş gibi olurlar ve topluluğun bütün haklarına sahip bir üyesi konumuna gelirlerdi. Sonra birinci anlamdan çıkarılan dördüncü bir anlam ortaya çıkar: Dirilme. Bir labirentin için girmek, ölme riskini almak, bir sınavdan geçmek, inisiye olmak, tüm bunlar, içerde rasgele dolaşan bir kahramanın hikayesine dönüşür. Bu da, ölülerin ülkesinde yeniden doğan, geri gelen ve belki de yeniden dirilen yeni birini yaratır.40 Böylece labirent çok doğal bir şekilde, bir iyileştirme hikayesinin, sonsuzluğa ulaşma yolunun, bir yeniden dirilmenin veya en azından kazanan açısından bir dönüşü­ mün, bir değişimin temsili haline gelir. Ayrıca yaşayanla­ rın dünyası ile ölülerin dünyası arasında bir sınır, bir geçiş, karşılaşma ve haberleşme yeri oluşturur. O yüzden burası çok tehlikeli bir yerdir. Sonuçta labirentlerle ilgili tüm efsaneler şu veya bu şekilde dört hikayedciı bahseder: Bir yolculuk, bir sınav, bir inisiasyon ve bir dirilme. Hepsi kahramanın ölümünü, onun kurban edilmesini, öğretici bir gizemi 51 keşfetmesini, değişimini anlatır. İşte labirentler bu yüzden her uygarlığın, hayat, ölüm, öt'eki dünya, dünyanın yaratılışı ve insanın kimliğiyle ilgili sırları çözme yöntemini anlamamızı sağlarlar. İlk cennetler, ilk cehennemler llk göçebe kabileler önce geçici bir süre yaşadıkları mağaralarda, daha sonra da elleriyle yaptıkları kulübelerde oturmaya başlayıp yerleşik düzene geçtiklerinde grubun üyeleri, daha önceki hayatlarından anımsadıkları kadaJacques Attali /,abi,t-mıti,ı Tarihi rıyla ve tamamen doğal bir şekilde duvarların üzerine la- s2 Jacques Attah birentler çiziyordu. Onlar mağaraların ve kuyuların içinde, atalarının geldiği ve öldüklerinde gittiği yer altı dünyasının giriş kapılarını, labirentimsi sınırlan görüyorlardı. Gerçekte Evren'in yaratılışı ile ilgili ilk hikayelerin tümü, günahlarıyla beraber yeraltından çıkan veya başka yerlerden gelip bu Dünya üzerinde yerleşik hayata geçen göçebelerin efsaneleriydi. Bu örneklerdeki gibi bugün hala varlığını sürdürebilen uygarlıkların az bulunur ayinlerini incelediğimizde hem bu dört anlamın hem de anlaşılır ya da anlaması güç olan labirentlerin her yerde var olduğunu görürüz. Bir ada ülkesi olan Vanuatu'daki Malakula adasında anlatılan çok ilginç bir efsanede labirentler hikayenin ana konusunu oluşturur. Efsaneye göre adada oturan herkes ölümden sonra ölülerin oturduğu bir mağaranın girişindeki Lenbutt Song kayasının yakınlarında, Temes Savsap adındaki dişi bir ruhla buluşmak üzere Serving ülkesindeki Wies'e gider. 30 Yeni geleni kabul edip içeriye almadan önce koruyucu ruh kumun üzerine "yol" anlamına gelen naha}, adında bir labirent çizer.1 14 Ruh ölüye labirenti incelemesi için bir süre verir ve sonra desenin yarısını siler. Ölü, parmağını kumun üzerinden kaldırma­ dan, tek bir hareketle labirenti yeniden oluşturmak 30 , sonra da onu merkeze götürecek yolu bulmak zorundadır. Eğer ölü, yaşadığı süre içerinde kendini yetiştirmiş, kutsal simgeleri, destanları, dansları, ayin şiirlerini yeterince çalışmış ise şekilleri ezberden bulur, onları kolaylıkla yeniden oluşturabilir ve içinden "geçebilir 114 ". Temes başarıyla bu sınavdan geçenlere mağaranın içine girmeleri için izin verdiğinde, ölüler orada atalarıyla buluşur ve sonsuza kadar uçacak bir tilkiye dönüşürler. Ay- /.abfrP11li11 Thrihi rıca eğer ölü gerçek hayatta bir kahraman ise zaferlerle dolu bir hayat geçirmek üzere ateşten bir adaya gider. 30 Tam tersine, eğer ölü deseni tamamlayamazsa koruyucu ruh onu yok eder ve boşluğun içinde onu ortadan kaldı­ rır. Malakula'da yaşayanlar için labirent ayinlerinin tam olarak bilinmesi ve hayatları boyunca onların sırlarının öğrenilmesi ruhun sonsuzluğu için kaçınılmaz bir koşul­ dur. Büyük Okyanus'taki bir başka takımadanın, Maluku takımadalarının bir üyesi olan Seram adasında anlatılan bir başka hikaye de 114 bu fikre ışık tutmaktadır. Zamanın başlangıcında, erkekler daha hala ölümsüz iken bir kız "Güneş'in adamı" olarak bilinen vahşi bir yaratık tarafın­ dan kaçırılır ve yine onun tarafından canlı canlı gömülerek öldürülür. Işte erkekler, bu ilk cinayetin cezasını, birer ölümlüye dönüşerek çekerler. Daha sonra eşitlik düşüncesiyle, kadınlar da aynı kaderi paylaşarak. ölümlü olurlar. O zamandan beri her yıl düzenlenen bir gece ayini bu genç kızı ve öldürülüşünün anısını insanlara hatırlatırken, öldürmenin onları ölümlülere dönüştürdüğünü hiçbir zaman unutmamaları gerektiğini hatırlatır. Bu tören süresince erkek ve kadın dansçılar dokuz kıvrımdan oluşan bir sarmal yapmak ve bir labirentten geçmek zorundadırlar. Sadece labirenti geçmeyi becerebilen dansçılar öldükten sonra insan olarak dünyaya geri gelecek ve diğerleri sonsuza dek hayvan veya ruh olarak kalacaktır.114 Bu örnekte de labirent, şiddeti bir yola koyan kurban törenini simgeler ve onu geçmesini bilenlere sonsuz bir hayat sağlar. Diğer pek çok kültürde labirentler ayrıca, ölülerin ikametgahına girişin simgesi olmuştur. Oraya ulaşmak için genellikle Dünya'nın en derin yerlerine inmek, ma- 53 Jacques Attalı Labiınıtin ToriJıi ğaraların ve yer yer tuzaklarla kaplı geçitlerin içinden geçmek gerekmektedir. Örneğin Bambaralar'da sarmal, dünyayı, ilk sözü ve doğurganlığı yaratan ruhu simgeler. Birbirinin ters yönde dönen iki sarmal ise yaratılışından sonra dünyayı düzene koyan evrensel hareketi temsil eder. Orta Amerika'nın yerlilerinden Mayalar'a kadar tüm toplumlarda ölülerin yolculuğu yeraltındaki bir labirent içindeki uzun bir yürüyüş olarak görülür. Birmanya'da, bugün hala görülen bir geleneğe göre, ölünün ailesi bir bambu labirentinden geçip, kaybettiği yakınına, bir başka labirenti geçmesi ve sonsuza dek dinleneceği mekanına ulaşması için yardımcı olmaya çalışır. Mısırlı­ lar'ın Ölüler Kitabı ise insanları, bitiminde en son krallı­ ğın bulunduğu, mağaralar, çıkmazlar ve insan yiyen yaratıkların yuvalarıyla dolu bir geçişe, dönüşü olmayan bir yolculuğa hazırlıyordu. 54 Giritlilerin sım Girit'te de labirentler bir yandan ölülerin yolculuğunu simgelerken bir yandan da genç insanların inisiasyon merkezleri olarak kullanılıyordu. Bütün Theseus efsanesi, ölüme doğru bir yolculuktan, bir kurbandan, bir yeniden doğuştan ve bir inisiasyondan bahseder. Burada Daidalos, öğreten ve yol gösterici, Minotauros cellat, Ariadne ödül, Theseus ise, çok sonraları, ne olursa olsun diyerek Cehennem'e kadar inip oradan sağ salim geri gelen bir inisiye olarak karşımıza çıkar. Gerçek labirent de Girit'te bir inisiasyon merkezi niteliğindeydi_14ı Genç Giritliler yetişkinlerin seviyesine ulaşmak için kutsal dağların tepelerine kadar çıkmak ve sonra mağaralardan ve dar geçitlerden geçerek aşağıya inmek zorundaydılar. Bu zorlu sınava hazırlanmak için topluluk halinde hareket Jacques Atıalı Ulhireııtüı Torilıi ederler, silahsız avlanmayı, kurnazlığa ve tuzaklara baş­ vurmayı, karanlıktan, yönlerini kaybetmekten korkmamayı ve canavar kılığına girmiş yetişkinlerle dövüşmeyi öğrenirlerdi. Yolculukları süresince aileleri onları ölmüş kabul ederlerdi. Mağaralardan zaferle çıktıklarında ise silahlarını ve yurttaşlık haklarını teslim alırlardı. 46 Sparta'da ergenlik çağına gelenler savaş silahlarını almadan önce devlerin tuzaklarından sağ salim kurtulmak, Girit'ten gelen bir boğayı yenmek ve bir labirenti geçmek zorundaydılar. Benzer bir tören bugün hala Girit adasın­ da, Knossos yakınlarındaki Skotino'da Ekdyasia adıyla her yıl 26 Temmuz'da yapılır. Gençler bu törende çocukluk elbiselerini tamamen bırakırlar ve bir ejderhayı yenen üçüncü yüzyılda yaşamış bir bakirenin, azize Parasceva'nın veya diğer adıyla Veneranda'nın anısına dans ederler. 141 Aynı hikayeleri yine aynı devirdeki çoktanrılı İskandinav kültürünün hikayelerinde de görüyoruz. 55 Binlerce sonsuzluk Girit kültürünün egemen olduğu bu devirde, labirentler ve ölülerin yolu arasındaki ilişkiye Babil kültüründe de rastlıyoruz. Gılgamış'ın düşmanı olan ve ölülerin ülkesini koruyan Humbaba adındaki şeytanın korkunç yüzü, iç organlardan ve çene resimlerinden yapılmış labirentvari bir çizimle betimlenmişti. 14 Gılgamış, Humbaba'nın hapsettiği bir kızı özgürlüğüne kavuşturmak için onun yuvasına, gizli merdivenler ve çıkışı olmayan yollarlal4 dolu sihirli ormanına doğru atılır. Gılgamış genç kızı kurtarır, Humbaba'yı öldürür ve tanrı olur. Theseus efsanesiyle bu hikaye arasındaki paralellik, ormanın burada labirent işlevi görmesiyle açıkça ortaya çıkar. Pek çok yerde ölülerin ruhlarını tuzağa düşürmek JacQues Attali J,ahiwııHn Taı·ilıi s& Jacques Attalı için evlerin önüne labirentler çizilirdi. Geleneklerine bağlı Çin'de, ölüye, öteki dünyaya yaptığı yolculuğunda yardım etsin diye küllerinin konduğu kavanozların üzerine bir sarmal çiziliyor ya da kazınıyordu. Dirilme Tibet'te ölülerin başına gelebilecek en kötü felaket olarak görülürdü. Ölüler Kitabı'nda anlatıldığına göre bu dünyadan ayrılanlar, bitmez tükenmez acılar ve ölümlerle dolu bir yaşam labirentine, doğum, ölüm ve dirilme çemberine girme tehditi altındadırlar. Bu tehlikeden kaçınmak amacıyla, samsaradan kurtulup onun varoluş nedenlerinin yok olması anlanuna gelen ve hayatın bir yadsıması olan nirvanaya ulaşmak için kutsal kitap ölüye hareketsiz kalmasını tavsiye eder. Onun için dua eden kişinin ise, ebedi uykunun simgesi olan merkeze konsantre olmasına yardım edecek bir mandala resmini seyre dalar ve insanların bu dünyadan çıkmasına ve sırası geldiğinde hareketsizliğe katılmasına yardım etmeye çalışır. Kulamlar olarak bilinen güney Hindistan yerlilerinin, ruhları tuzağa düşüren, onları hapseden, böylece evleri korum:ı altına alan ve tek bir parça halinde birbirine bağ­ lannuş çok sayıda halkadan oluşan bazı dövmeleri Malakula adasının "nahal"ları ile benzerlik gösterir. 30 En önemli efsanelerden Mahabharata'da on üç labirent deseni bulunmaktadır. 114 Bu desenler hem büyüleri tarif etmeye yarıyor, hem de iyi bir savaşçının düşmanını sürüklemek zorunda olduğu tuzakları ve çıkışı olmayan şekil­ leri temsil ediyordu. Efsanenin altıncı bölümü Bhagavadgita'da labirent bir silahtır, bir kaledir, bir askeri oluşumdur, insanı kendinden geçiren bir danstır ve Kurushabra savaşında büyücü Droma tarafından düşmanın kafasını karıştırmak için düşünülen bir kurnazlıktır. 30 Avustralya'nın Aborjinler'i tahta veya churinga taş pla- l.abire,ıliıı Tan'lti kalannın üzerine her biri bir kişiyi, bir eylemi veya bir yolculuğu simgeleyen sarmal, çizgi, kıvrım ve çemberler tarafından oluşturulan gruplar çizerler. Bu şekil grupları çeşitli labirentler meydana getiriyor ve her biri bir topluluğun hikayesini anlatır. 25 Diğer uygarlıklarda labirentler bir başka yolculuğu, evrenin yaratılışını ve hatta insanlığın doğuşunun hikayesini çağnştınrlar. Örneğin Kuzey Amerika'daki Pueblo yerlilerinden Hopi, Zuni ve Pima kabileleri dünyadaki hayata gelişlerini, Taiowa'ya verdikleri sözleri tutamayan insanların, yaptıkları hatalardan ötürü dört beş defa başarısızlığa uğrayan denemeleri sonrasında, yer altı mağa­ ralarından oluşan bir labirenti geçmelerinin hikayesi olarak anlatırlar. 129 Bu yolculukları ve göçebe hayatlarını hatırlamak için günlerin en kısa olduğu, o, insanın içine kasvet veren kışın tam ortasında yapılan Wuwuchim töreni sırasında Hopiler üçüncü mesalarında, mağaraların içindeki kutsal sunakların önünde yere çakılı bir kazığın üstüne kazınmış dairesel bir labirente karşı dua ederler. Bu tören Güneş-baba'ya gönderme yapar ve kış gündönümü sonrasında dünyanın yeniden doğuşunu simgeler. Hopiler başka durumlarda da Toprak-Ana'ya, mağara hayatına, bir dua ve dini tören yeri olan Kiva'ya göndermeler yapan, ama bu defa kare biçiminde resmedilen ve diğerlerine benzer şekildeki labirentleri çizerler. Romalılarda görülen Kozmos'un görüntüsünü ve insanlığın kaderini temsil eden labirentler de ölülerin yolculuğunu çağrıştırır. Örneğin Vergilius, Aineias'ın ölülerin krallığı Hades'in girişinde, Cumae'nin kapılarının üstündeki bir Girit labirentine rastlayana kadar bir labirentten başka bir labirente gitmeye mahkum edildiğini anlatmaktadır. 30 Aineias, girişi koruyan Sibylla'dan uzun 57 Jacques Attalı J,abinmti,ı Tarihi zaman önce ölmüş babası Anchise'i bir an için de olsa görmek için giriş izni ister. Kadın bunu kabul ettiğinde, bulduğu altın bir dal ona rehberlik eder, böylece babası­ nı bulur, sonra sonsuz uykunun iki kapısından biri olan fildişinden yapılma ana kapıdan geçerek Cehennem'den çıkar. 80 58 Jacques Attalı Sina yarımadası bir labirenttir Daha önce anlatılanlar Kutsal Kitap'ın insan aklının ürünü olan resimler arasından labirenti neden dışladığını açıklıyor. Ölülerin geçişi gibi bir olgudan hiçbir şekilde bahsetme ihtiyacı duymayan Kutsal Kitap'a inanan Yahudilere göre ölüler, sonsuzluk için beklerken kendilerine dua edilebilecek ruhlar olarak değil, bilinmeyen bir boşluğun, toplu bir yeniden diriliş için bekleyen soyut öğeleri olarak tanımlanırlar. Tanrı, yaşadıkları sürece insanlarla araya koyduğu peygamberler vasıtasıyla konuşur, ama hiç kimse öldüğünde dünyayla bağlantı kurup konuşamaz. işte bu, sarmal yerine düz çizginin, karanlık yerine şeffaflığın, dolambaçlı yollar yerine yalın yolların, çokluk yerine tekliğin seçimini açıklar. "Kitap"ın "Halk"ı düşüşten kurtuluşa kadar "Tarih"in yönünü ortaya koyan oka ihtiyaç duyar, çevrimsel ya da tersine çevrilebilir olanı reddeder. Yunanlılar'ın geometride yaptığı gibi, bu halk da bir şekilde tanrıbilimdeki düz çizginin mucididir. Bununla beraber, daha yakından bakıldığında Kutsal Kitap'ın da çölde yolunu şaşırmış göçebeleri, korkutucu bölgeleri, kutsal ve eğitici mağaraları anlattığını görürüz. Tanrının keşfi, kanunlarının ve ona olan aşkın öğrenilme­ si birbirini takip eden denemeler ve kurbanlar, inisiasyonlar ve yolculuklar, toplu bir yeniden dirilmenin son Lahinml'iıı Tarilıi bir umut olarak kaldığı dünyada gerçekleşir. Eğer labirent kavramı Kutsal Kitap'ta olsaydı, o zaman ölümün boşluğundan yeniden dirilişin büyük sevincine kadar tüm insanlığın yolculuğunu simgelerdi. Aslında böyle bir labirent var. Benim bildiğim kadarıyla, bugüne kadar hala labirent olarak tanımlanmamış olmasına rağmen bu devasa labirent tektanrıcılığın doğuşunda çok önemli bir dönemi oluşturur. Bu labirent, diğer kültürlerdeki labirentlerin işlevini tam anlamıyla yerine getiren ve Kutsal Kitap'ta hikayesi anlatılan Israiloğullarımn Mısır'dan çı­ kışından sonra geçtikleri Sina Yarımadası'dır. O, vaat edilen topraklara giden yolu insanlara kapayan bir labirent gibidir. (Firavun şöyle der: "Çöl onların üzerine kapandı") Kırk yıl boyunca tüm bir Yahudi nesli orada dolaştı durmuştur. Bu topluluk çölde bir çeşit Minotauros'la karşılaşır: Musa-Theseus'un devireceği altın buzağı. Ancak daha önceki kişisel denemelerden farklı olarak bu defa bütün bir ulus labirenti geçer ve kendi içinde tam anlamıyla yeniden doğar. Sina Yarımadası'na giren yetiş­ kinlerden hiçbiri oradan sağ çıkamaz. Musa bile vaat edilen toprakların eşiğinde ölür. Çöl-labirent, ölüler ülkesinden seçilmiş bir kavimi doğurur ve bu kavme mesihi bekleyen bir yaşam biçimini öğretir. Toplu dirilişin yararına kişisel yeniden doğuşu feda edebilmek için ortaya konulması gereken de tam olarak budur. 59 Hac yolculukları ve ayin alayları Yeni Ahit'in satır aralarında da labirent kavramı görülür. Isa bir mağarada doğar, aynı zamanda vücudu bir mağa­ ranın içine yerleştirilir. Onun çektiği acılar, zorlu deneyimlerden ve çarmıha gerilmeye götürülürken yaptığı duraklamalardan oluşan ve yeniden dirilişle sonlanan bir Jacques Attali Uıhirrnlin Tarilıi &o Jacque5 Attalı yoldur. Ama bu olay da sonralan yeniden kişiselleşir. Önceki çok tanrılı dinlerin efsanelerini sahiplenmekten kaygı duyan Kilise'nin halk tarafından benimsenen vaazlarında labirent tam olarak yerini alacaktır. Hıristiyanlık, çok önceden, mümin kişiye, kurtuluşa ermesi için yeni Theseus sayılan Isa Peygamber'in yolunu takip etmesini ve Meryem Ana'ya, yeni Ariadne'ye inanmasını tavsiye eder. Bu öğreti ancak, eski törenlerin içine işleyerek çoktanrılı dinlerin tapınaklarının zeminlerinde olduğu gibi kendi tapınma mekanlarının tabanlarında da labirentleri gösterdiği zaman, labirentlerle ilgili hikayelerin tercümesini kolaylıkla oluşturabildi ve bunu iman öğretisi için bir araç olarak kullanmaya başladı. Yüzyıllar boyunca dinin öğretisi sihirli pagan kültürüne yavaş yavaş sahip çıkmakla yetindi. Bu ilgi bazen bazen de, Hıristiyanlığı kontrol altına alma konusunda birbirleriyle zıtlaşan farklı mezhepler arasındaki savaşın yansıması olarak, gizli mesajlarla belirdi. Örneğin daha önce adı geçen eş-Şelif'teki kilisede Santa Eclesia yazı­ sı, Kutsal Kilise'nin Ariadne tarafından temsil edildiği agnostisizmi hatırlatırmışçasına dört büyük Yunan gamma harfine göre yerleştirilmişti.113 Labirentler önceki tüm dinsel yapılarda olduğu gibi kiliselerde de uzunca bir süre, temelde sadece kötü ruhları tuzağa düşürmeye ve bu ruhların zarar vermelerine engel olmaya yarayan sihirli bir işaret olarak işlev gördü. Kilisenin içerisine öylesine bir şekilde yerleştirilmişti ki mümin onu ne olursa olsun geçmeliydi. Daha sonra labirentler tam anlamıyla Hıristiyan kültürüne yerleşmiş ve yeniden doğuşun temsil edildiği sunağa kadar götüren kurtuluş yolu haline gelmişti. Zemine çizilen işaretlerin bu özel ayinsel işlevinin dönemin eserlerinde açıkça an- Uıbire,ıti,ı Tarilıi !atılması nadir olarak görülen bir durumdu çünkü labi- rentlerdeki inisiasyonun sırrı seçkin bir gizemin çok iyi saklanan bir ayrıcalığı olarak kalmalıydı. Belki de Kilise'nin, Isa'dan önceki bir dönemden kalmış bu simgeden kurtulamaması yüzünden çektiği sıkıntının bir sonucuydu. Örneğin 12. yüzyılda yaşamış başpiskopos Boisdefin de Lava!, Embrun labirenti hakkında şunları yazıyordu: "işte bu labirent ile anlamak mümkündür ki, doğru yönü ve sonsuz hayata giden yolu bulmak için Tanrı 'nın lütfu bize sunulmuşturıı4". Burada biz derken bir kişi mi, yoksa Hıristiyan topluluğu mu kastediliyor? Belirsizlik belki de faydalı ... Ve Embrun başpiskoposu özdeyiş olarak tam da Vergilius'un Jüpiter'e atfettiği bir cümleyi seçmişti: "Yazgı kendi yönünü bulmayı öğre­ necektir". Bu dönemden itibaren labirentlerin Hıristiyanlığa uygun hale getirilmesi çok daha açık bir şekilde fark edilir. Şimdi labirentin merkezinde Isa Peygamber, Theseus 'un, Meryem Ana, Ariadne 'nin ve günahkar insan ise Minotauros'un yerini alrnıştı. 114 Efsanenin tercümesi bile açıkça üstlenilmiştir. Münih'te bulunan, o dönemlerden kalma bir elyazmasında Theseus, Isa'nın bir önbelirtisi olarak tanıtılır, çünkü o da Isa gibi "ölümü yok etmiş ve hayatı özgürlüğüne kavuşturmuşturll 4 ". On dördüncü yüzyılda, Tanrı'nın ipi ve insanlığın yumağı sayesinde Minotauros'un, bir başka deyişle şeytanın üstesinden gelebilen Isa artık her yerde açıkça görülecek şekilde Thesesus 'un yerine geçmişti. Bazı durumlarda ise Pasiphae Kilise'ye dönüşüyor ve artık şeytan olan Poseidon tarafından aklı çeliniyordu. Bazen de Isa gökyüzüne doğru çıkan Daidalos'a, Ikaros ise yolunu şaşıran şeytana dönüşüyordu.113 Her durumda labirentler hacılara, Kilise'nin 61 Jacques Attalı IAb'İl'f'tılin Thıilıi varoluş amacının, hayatın karmaşıklığı içinde onları kor- kularından kurtarmak olduğunu anlatmak istiyordu. 62 Jacques Attali Bu desen artık günah ve dürtü çıkmazlarından korkan her Hıristiyanın hayatının bir betimlemesi olarak yer alır. Nitekim Langland, The Piers Plowman adlı kitabın­ da insanın yazgısını, içinden kaçıp kurtulmaya sadece Kilise'nin insana olanak vereceği, çekici ama ahlaki olarak tehlikeli bir labirent olarak tarif eder. 114 Bugün hala Lyon Müzesi'nde görülebilen bir mezar yazısında şu yazar: "Me caput april ex hoc requit labirento" (Nisan ayının başı beni bu labirentten çıkardı 113 ). Labirentler ayrıca, inananlara açıklamakta güçlük çekilen kararlarıy­ la Tanrı'nın kudretinin gizemini anlatmak için kullanı­ lır109: Merkeze yakın olduğunuzu düşündüğünüzde en uzaktasınızdır; tam tersine merkeze en uzak olduğunuzu hissettiğinizde ise aslında en yakındasınızdır. Sonraları labirentler, sadece metaforlu değil, aynı zamanda somut bir kullanım kazandılar. Kendi labirentleri boyunca gezinip duran, neredeyse hareketsiz kalan ve hem tapınma mekanlarının içinde düzenlenen ayin alayları sırasında Kudüs'e doğru sanal bir yolculuk yapan müminlere, hem de dışarıda özellikle hac yolculuğuna çıkmış hacılara rehberlik ettiler. Çünkü Avrupa yürümeye başlamıştı. Tüm bir kıtaya yayılan, tapınaklar, kutsal sandıklar ve mucizelerin gerçekleştiği mekanlar gibi çok sayıda merkeze doğru götüren karmaşık yollardan, çıkmazlardan, geçişlerden ve sı­ navlardan oluşturulmuş, insanın aklına gelebilecek en büyük labirent hacılar tarafından çizildi. Orta Çağ insanı bu kıvrımların arasından geçerek günlük sıkıntılardan kurtulmayı, öğrenmeyi, kurban edilmeyi ve sonsuz Hayat'a ulaşmayı denedi: lşte tüm bunlar zamanın başlan- J.abinmti11 Thı·ihi gıcından itibaren labirentlerin ardında koştukları hedef- lerin aynıydı. iki yüzyıl içinde ilerleyip gelişen bu labirentler, Goethe'nin diyeceği gibi, "Avrupa'yı yaratır". İnancın göçebe yaşamı sürdüğü kıta, içinden çıkılama­ yan yolların oluşturduğu karmaşık bir ağa dönüşür. Hacı orada tehlike içinde yaşar, kaybolur, ölür, Minotauros'a bedel bin bir türlü engelle karşılaşır. Bu arada yolun verdiği sarhoşlukla tüm sıkıntılarından, ailevi ve sosyal tüm sorumluluklarından kurtulur. Hayatın içinde ölüme gidermiş gibi yürüyen Orta Çağ insanına Tanrı'nın yaptığı yardım Ariadne'nin ipinin yaptığı yardıma benzer. 137 Yaş­ lanmış, hasta insanlar bitmek tükenmek bilmeden, kendilerini günahlarından kurtaracak acılara katlanmak, kendilerini bulmak ve arınmak için, ışığa doğru gidercesine gizemli bir çöl olan Avrupa'yı kat edip dururlar. Eski zamanlarda yaşamış göçebeler gibi bir belirsizlik içindedirler: Ölüm, yolculuklarının her dönemecinde onları bekliyor olabilir. 137 Önceden belirlenmiş bir güzergahları yoktur, sadece her zaman belirsizlikler içeren yollarının bitiminde buldukları tek bir hedefleri vardır. Ara sıra verdikleri molalar, konaklama veya güzergahlarının mantığına değil, daha çok kutsal bir mekanın ziyaret edilmesi amacına dayalıdır. 7 Bu amaç öncelikle kutsal eşya veya kalıntıların bulunduğu en yakın tapınak, sonra Kudüs ve Isa peygamberin Kudüs'teki gömütü, daha sonra ise özellikle Kutsal Topraklar'a ulaşmak mümkün olmadığında Santiago de Compostela olur. Devasa hacı yığınları buraya kimilerine göre lsa'nın kardeşi, kimilerine göre de lsa'dan sonraki ilk Hıristiyan şehidi olan, taş işçilerinin, serserilerin ve göçebelerin koruyucusu Büyük Yakup'un mezarı önünde dua etmek için gelir. On iki yüzyıl önce Galiçya kıyılarına geldiğinde tam da burada Girit ve 63 Jacques Attalı J,abirenliıı Turilıi Kelt adalarındakinin eşi, taşların üzerine kazılı ve sonraları Santiago de Compostela'nın hacılarının tanınma işa­ reti olan deniz kabuğu ile simgelenen beş bin yıllık bir labirent bulunuyordu.7 Tüm ayinlerin dışında dolaşıp duran diğer göçebeler düşman kabul edilir: Dilenciler, yabancılar, Yahudiler, bazen kahramanlar ve özellikle paralı askerler. Çalarlar; kötülüğü, hastalığı veya savaşı oradan oraya taşırlar. Bu yüzden herkes onlarla savaşır, onları kovalar ve tanrının merhameti ve sevgisi bahanesiyle bir yerlere kapatır.2 Kabala ve simya Aynı dönemde labirentler, bilgelik yolu görünümüne bü- 64 Jacques Attah rünerek, diğer iki tektanrılı sistemin en gizli düşünce biçimlerinin içine kadar sokulur. Görünürde birbirinden çok uzak anlamlara sahip sözcüklerin arasında bağlar kurarak, bu sözcüklerin harflerinin sayısal değerlerini karşılaştırarak, sözcükler ve birbirinden uzak kavramlar arasındaki mantığa meydan okuyan uyumlar oluşturarak; bilgeleri bir bilgiden başka bir bilgiye, mutlak bilgi noktası olan ilk harfe kadar bir harften başka bir harfe dolaştırarak bilgeliğin gizli yollarının arandığı, öğretisinde tam olarak labirent kavramı­ nın kullanıldığı Kabala adı verilen bir bilgelik önce Yahudilikte gelişip olgunlaştı. "Böylece insan, Tanrı 'nın ikamet ettiği Alef harfine yakuı,şacaktır". Daha da açık söylemek gerekirse, Kabala öğretisi tam olarak bir labirent simgesinin çevresinde oluşturulur. Bir "Hayat Ağa­ cı" Tanrı'nın on boyutunu, lbrani alfabesinin yirmi iki harfini temsil eden yirmi iki yolla birbirine bağlar. Bilge, hayatı boyunca ruhu simgeleyen taç Keter'den başlaya­ rak, maddeyi simgeleyen krallık Malkhout'a kadar, çok I.abin•ııtiıı 1<11'ilıi dikkatlice belirlenmiş bir güzergaha göre bu ağacı, bu labirenti geçmelidir. Bunun için bilge, "Parıltı" adı verilen, Tanrı'nm on boyutunu birbiri ardı sıra geçen ve sırasıyla önce dengeyi, sonra gelişmenin doruk noktasını ve en sonunda geri çekilmeyi harekete geçiren açıkça belirlenmiş bir yol dizisini takip etmek zorundadır. Kabalacı için bilgeliğin yolunu takip etmek hayatı gerektiği gibi kat etmenin tek yoludur. Onun sayesinde, inisiye sonsuz olur. Bilgisinin en üst seviyesinde iken, yeniden doğmayı bile umabilir ve hatta, bin yıldan beri üzerinde aralıksız çalı­ şılan, karanlık ve büyüleyici kitap Sepher Yetsira'nm ona öğrettiği gibi yirmi iki harf ve on yolu uygun bir şekilde kullanarak, kendi kendine hayatı yaratabilir. Bu şekilde yaratabileceği canlılardan biri de, bir sözcük labirentinin dibinde pusuya yatmış bir tür Minotauros olan Golem'dir. Aynı devirde, çölden doğan Islam'da da labirentler mevcuttur. Metinlerin güzelliğinde, şiirlerin dizeleriyle oluşturulan şekil-yazıların estetiğinde ve özellikle simyacıların gizemlerinde labirentler kendilerini sonsuzluk arayışı ayininin temel öğesi gibi kabul ettirmişlerdir. Süleyman'm sırrı, "çalışmanın, takip edilecek yolun toplam çalışması"nın görüntüsü olan labirent, hem ışığa hem de bilincin en dipteki merkezine doğru gitmenin bir aracıdır. Simyacılara göre ölülerin dünyasına da götüren bu yol, neredeyse her zaman bir sarmal ile betimlenen, gizemcilerin çölü geçme olgusu ile karşılaştırılabilir. Bu yolu adlandırmak için Avrupalı simyacı Latince "Visita interiora terrae rectificando invenis occultu lapidem" ( dünyanın dibini ziyaret et, arınma sayesinde gizli taşı bulacaksın) cumlesinin baş harfleriyle oluşturulan VITRIOL sö_zcügünü kullanır. 28 Yıne burada da labirentin 65 Jacques Anali Labireııtin Th,-ihi özünü farklı dini düşünce biçimlerinin en uzak gizlerinin içine gömülmüş olarak buluyoruz. Her şey aydınlığa çıktığında ise, "Akıl" kurumu onu sürükleyip dağıtmıştır. 66 Jacques Attalı Labil'nılin Ttwih-i Ölmek Hönesans'ın başlamasıyla beraber, labirentler silinmeye başlar. "Akıl inanca, bilim hileye ve kurnazlığa, matema- tik pratik bilgiye, gerçek hayat sonsuz hayata, şeffaflık karanlığa ve düz çizgi ise çevre çizgisine üstün gelir. Artık söz konusu olan hayatın labirentini geçerek sonsuzluğa hazırlanmak değil, hayatın tadını çıkaracak yolları burada ve hemen şimdi biriktirmek ve onları gelecek kuşaklara taşımaktır. Düz çizgi gerçeğin ölçütü haline gelir, şeffaflık ahlaki bir gereklilik olarak yerleşir ve her ikisi de esi etik idealler olarak kendini kabul ettirir. 67 ~vrımlardan kurtulmak için Her ne kadar bir hatanın sonucu ise de, denizlerde, Yeni Dünya'nın keşfi, Odysseus ile başlayan amaçsız ve oradan oraya yapılan yolculukların sonunu belirler. Denizci şimdi en kısa, en ekonomik ve en düz yolu izlemeye çalışır, bunun için de, nihayet, icat edilmiş olan sekstant ve kronon'ıetreyi kullanarak kıyılardan uzak durmalıdır. Karada, uzunca bir süredir sabanın yerde bıraktığı iz, avcının takip ettiği dolambaçlı yolun yerini almıştır. Denizci ve tüccar uluslar göçebeliğin tipik özelliklerini göstermeye devam etmektedirler. Bu özelliklerden olan labirent gizemlerinin bilinmesi onlara denizde yön bulmaya, Merkür gezegeninin konwnlarını tanımaya, alı­ nan yolun süresini tahmin etmeye ve saati söylemeye izin verir. 87 Labirentvari deniz haritalarını bir pusula gibi değil, daha çok bir oktant gibi kullanırlar. Usta birer deJacques Attali L<ıbirnıfi,ı 1brihi &a nizci ve tüccar olan Giritliler, karayı görmeden yollarını bulmayı bildikleri için, zaten kendi zamanlarında, kıyıla­ rı gözden kaybetme cesaretini gösterebilen tek halktı. Isveç ve Iskoçya'nın denizcilerine gelince, onların, gemilerinin bordasına çıkmadan önce karmaşık bir yol boyunca uzanan bir yolculuğu taklit edip denizin tehlikelerini kendilerinden uzaklaştırmak amacıyla kıyıda taştan yapılma bir labirenti geçmek gibi bir adetleri vardı. Bu labirentlerden biri olan Visby'deki yassı çakıl taşından oluşturulmuş labirent, büyük ihtimalle ölüm cezasına çarptırılanları son yolculuklarına hazırlamak için bir darağacının dibinde kurulmuştu. Göçebe hayatını yaşamak, yerleşik düzene geçmişler arasında en kuvvetli olanların özelliği olarak kalır. Her zaman için, güç, fethetmek ve satmak için dolaşanlara, savaşçılara ve tüccarlara, her durumda denizcilere ait olmuştur. Vandallar, dilenciler, haydutlar gibi diğer göçebeler, kendilerini savunmak için güçlenen yerleşiklerin düşmanı haline gelir. Göçebeliğin en son biçimi olan ve kilise tarafından sahiplenen hac yolculuğu sorunların kaynağı haline gelir, ticareti engeller ve sosyal düzeni zayıflatır. Bu durum, sistemin savurganlık ve çocukları yüzüstü bırakmak için bahane olduğunu gören Luther ve sahip oldukları yol tekelini korumak isteyen tüccarlar tarafından eleştirilir. Artık hoşgörüyle karşılanan tek göçebelik biçimi mal ve para göçebeliği olmuştur. Düz gitmek Filozof bu yeni gücün uygulanışını kuram haline getirir ve düz gitmek akıl yürütmenin bir işareti haline gelir. Descartes, "Yöntem Üzerine Konuşma"nın üçüncü pasajında, "ormanda yolunu şaşırmış" yolculara şöyle Jacques Attali Uıbinmfi,ı 1hı-ihi tavsiye eder: "Kah bir köşeden kah başka bir köşeden dönerek dolaşıp durmamalı; ayrıca tek bir yerde durup kalmamalı, her zaman kendine, gidebilecek bir yön belirlemeli ve elinden geldiğince dümdüz ilerlemeli, gereksiz sebepler yüzünden bu doğrultu değişti­ rilmemeli (. .. ). Çünkü bu yolla her ne kadar istenilen yere ulaşılmasa bile büyük bir olasılıkla ormanın ortasında bulunmaktan daha iyi bir yere olunacaktır. 35" Açık bir benzetme: Descartes, en az Platon'un mağa­ rası kadar ışık geçirmez olan vahşi düşünce ormanının yerine, sadece düz çizgi şeklindeki bir yolun eninde sonunda ona ulaşabileceği, ağaçlardan arınmış bir düzlüğün şeffaflığının geçmesi gerektiğini önermektedir. Bundan böyle aklı kendisine rehber edinenler eğriyi, karmaşıklığı, karanlığı, bozukluğu, burgaçları, sarmalı, akıntıyı, çokluğu, anlamı belirsizleri, aşırılığı bir kenara koymuş- 69 lardır. Bilge artık düz çizgiyi, sağduyuyu, ilerlemeyi, şeffaflığı, tekilliği, mantığı ve kesin olanı aramalı veya yeniden keşfetmelidir. Platon, Aristoteles'in yerini alır. Dünyayı olduğu gibi kabul etmek yerine onu inşa etmek gerekir, her ne olursa olsun, temelde efsanelerle dolu bir dünyada yaşamaya devam edenler için değil de seçkin tabakanın ideal kavramı içinde. Düz çizgi Rönesans'tan itibaren saraydaki sanatsal anlatım biçimlerinin çoğuna hakim olmaya başlar. Mimari ve resim sanatında perspektifle, edebiyatta klasik drama ve Malherbe ve Boileau'nun yönergeleriyle, müzikte Haydn ve Haendel ile kendisini gösterir. Erasmus, Milton ve Locke ile beraber filozoflar bile dallanıp budaklanan, başladığı noktaya geri dönen mantık ispatlamaları yüzünden ilerlemeyen tartışmaları, kü- Jacques Attalı Labiınılin Tarihi 70 Jacques Attalı çümseyici bir şekilde "labirentvari düşünce 109 " olarak adlandırmaya başlarlar. Onu "Aristo'cu düşünce" diye gösterirler. Avrupa'nın tüm dillerinde labirent sözcüğü yapay karmaşıklıkların, gereksiz karanlıkların, dolambaçlı sistemlerin ve içine girilemeyen ormanların eş anlamlısı olarak geri gelir. "Açık" kelimesi mantığın eş anlamlısı haline gelir. İsviçreli hekim Paracelsus "Hekimlerin Labirenti" adında bir kitap yayımlar, Çek Komensk_ ise "Dünyanın Labirenti"ni kaleme alır, İspanyol Baltazar Gracian, Madrid'i "mükemmel bir labirent 109 " olarak tanımlar. İngilizce'de labirent kelimesi tuhaf anlamında­ ki "barok" kelimesinin eş anlamlısı haline gelir. Labirent şeklinde yapılmış bahçeleri tanımlayabilmek için labirent sözcüğü yerine şaşırmak anlamındaki maze, Truva şehrine gönderme yapan troytoussi, ipliğe geçirmek, iplikten çıkarmak ve başlamak anlamlarını çağrıştıran threading ve treading gibi daha az olumsuz sözcükler kullanılır. Günümüzde bu sözcük Fransızca'da, aynı İs­ veççe'de olduğu gibi, "Truva şehri" olarak adlandırılıyor. 16. yüzyıla kadar labirentleri anlatabilmek için "Daidalos'un evi" deyimi kullanılıyordu. "Labirent" kelimesi Fransızca'da ilk olarak 1418 yılın­ da, kesilmiş ağaçlarla çevrili ve içinden çıkılamaz yer anlamına gelen labarinte biçiminde ortaya çıktı. 1553'te Du Bellay artık karmaşıklık, anlaşılmazlık, birbirine dolaşma, yanılma anlamlarındaki labyrinth şeklinde kullanıyordu. 1677'den sonra sadece çözülemez düzenleri anlatmak için kullanıldı. Labirentin çok değerli anlamların­ dan hiçbiri yaşayamadı. Fransızların büyük Encyclopedie'sinde Corneille göreceli olarak kısa bir maddede, ama yine de onun değerini anlatabilecek şekilde Karun Gölü'ndeki büyük Mısır labirenti hakkında şunları yazar: Oyun ve hileyle dolu bin farklı yol Bu ünlü yapının her köşesini kesiyordu içinden çıkmak isteyenler dikkatli olmalıydı Başladıkları noktaya gelip duruyorlardı. Labirent kötülüğün simgesi haline geliyor Orta Çağ'dan çıkışta, tanrıbilim, labirenti aynı revizyondan geçirir. Labirent artık insan kaderinin görkemli bir metaforu değil, sefahatın, hataların ve günahın lanetlenmiş bölgesi haline gelmiştir. Artık özgürlüğe doğru giden bir yol değil, iyiliğin hapsedildiği bir hapishane olmuştur. Artık koruyucu değildir, kötülüğün barındığı yerdir. 109 Ve Kilise insanlığa, Tanrı tarafından istenen mükemmelliğe doğru götüren, yalın, düz bir yol üzerinde ilerlemeyi seçmesi için, çoktanrılı inanıştan kalma, içinden çıkılama­ yan, dolambaçlı labirentleri reddetmesini buyurur. insanın doğasının doğuştan kötü ve labirentler gibi karmaşık olduğu açıklanır. Cehennem bile bir labirent gibi tanıtılır. Günahkar, hatalarının cezası olarak sadece Tanrı'nın lütfu tarafından içinden çıkarılabileceği bir labirentte sonsuza kadar hapsedilmeyi göze alır. 73 Rönesans'a etkisi büyük olan Petrarca'nın arkadaşı ve Aziz Benoit tarikatına mensup Pierre Bersuire gibi kimi 14. yüzyıl Hıristiyan tanrıbilimcilerinf göre insanların yaptığı bir labirentten kaçıp kurtulmanın tek yolu onu küçümsemek, önemsememek, yalnızca ruh ve inancın gücüyle onu unutmaktı. 109 Daidalos gibi göklere doğru uçmak için düzenekler tasarlayan ve kuranlar sonunda yenilirler, düşüncesizce ve delice aşırılıklarının kurbanı olurlar. Artık labirentler kaderin bir simgesi olmaktan çıkmış; kötülüğün, düzensizliğin, itaat etmeyenlerin ve sadakat- 71 Jacques Attalı Labiw,ıti,ı Tarihi 72 sizlerin bir simgesi haline gelmiştir. İtalyan hümanist Petrarca, Liber sine Nomine adlı kitabında nefret ettiği Avignon papalık kurumunu bir batakhaneye benzetir ve bu kurumu "üçüncü Babil ve beşinci Labirentı 09 " olarak adlandırır. Boccaccio labirent sözcüğünü "şehvet düşkünlüğü, sapkın mezhep" ve "insan aşkı yüzünden doğru yoldan uşaklaşma" ile eş anlamlı olarak kullanır. Onun gözünde kötü insan kendi labirentinde ister istemez mahkum olarak kalmak durumundadır, çünkü Minotauros gibi onun da ruhu korkunç arzuların pençesindedir. ıo9 Jyi insan ise kendisini bu durumdan çekip kurtarabilir, çünkü onda kendini sapkınlıktan çıkaracak bir Theseus vardır. Günahın dolambaçlı, labirentvari yolları, hepimizin içindeki erdemin dümdüz ilerleyen yolunun karşı gelir. On sekizinci yüzyılda bir Rus ikonası, hayatı on. üç yollu bir labirent olarak tarif eder. Bu yollardan on iki tanesinin her biri, bir büyük günaha ve Cehennem'e doğ­ ru, sadece bir tanesi ise diğerlerinden ayrılarak Cennet'e doğru götürür. Labirentleri silmek Kilise'nin adamları katedrallerin şeffaflığından ve düz çizgiden oluşan planlarından çekip alabilecekleri faydaları anlamaya başlarlar. Nitekim onlar on beşinci yüzyıl­ dan itibaren, ilk Hıristiyanlığı kendinden önceki kanunlara bağlayan izleri, yani labirentleri yerlere çizmiş olmaktan pişmanlık duyacaklardı. Böylece on dördüncü yüzyıldan itibaren labirentler fiziksel olarak kiliselerin zeminlerinden silinmeye başladı. Yok edildiler, eğer yerinde kalan olduysa onlar da saçma ve gülünç oyunlar için bir bahane olmaktan öteye gidemedi. 1311 yılından başlayarak önce Viyana'da toplanan din bilginleri kilise Jacques Attalı Lab-irnılin Toı·ihi labirentleri üzerinde oynanan dans ve oyunları yasakladı. Fakat bu boşuna bir çaba oldu, çünkü iki yüzyıl sonra, 1538'de Paris Parlamentosu yine yasaklama kararı almak zorunda kaldı. Fransız devrimine kadar Reims'da ve Amiens'da, Paskalya günlerinde akşam duasından sonra rahip meclisinin üyeleri ve piskopos bir araya gelip labirent üzerinde açık havada bir tür tenis oynarken kilise korosu da org eşliğinde şarkı söylerdi. Hac yolculukları­ nın bitmesi ve ayinlerin seyrekleşmesiyle beraber labirentlerin yolları halıların ve sandalyelerin altında unutuldu gitti. Hatta bazen düzenli olarak tahribatlar yapılırdı: Kimi zaman silinirler, kimi zaman yerlerinden sökülüp çıkarılırlar, kimi zaman da beyaz mermer ile üstleri kaplanırdı. 1768 yılında Sens rahip meclisi katedralin labirentinin silinmesi emrini verdi. Saint-Martin ve SaintOmer manastırlarının labirentleri de tıpkı Poitiers, Toussaint, Auxerre ve Pont L'Abbe manastırlarındaki labirentler gibi aynı devirde ortadan kaldırıldılar. 1779 yılında Reims'da Jacquemert adındaki manastırın o dönemdeki baş papazı katedralin labirentini yok ettirdi, çünkü "çocukların ve ziyaretçilerin labirentin karmaşıklığını takip etmeye çalışırken pkardıkları gürültü kendinden geçmiş müminleri rahatsız ediyordu".· Arras'taki labirent 1791 yılında tahrip edildi, Amiens labirentine ise sıra 1825 yılında geldi. Bugün artık Fransa'da Saint-Quentin, Bayeux ve Chartres gibi birkaç örnek haricinde geriye bir şey kalmamıştır. 14 İtalya ve başka bölgelerde de evrim aynı şekilde işlemiştir, taş labirentlerin çoğu yok olmuş veya unutulmuştur. 73 Labirent bahçeleri Akıl ve mantığın zaferine inanan bu dünyada sadece inJacques Attali Ltıbirnıti,ı 1lııilıi 74 Jacques Attah san eliyle yapılmış küçük ormanlar, bir başka deyişle labirent bahçeleri bugüne kadar varlığını sürdürebildi. Toplumun bilinçaltında, içinde ejderha ve vahşi hayvanların, hırsızların ve cüzamlıların yaşadığı, haydutların ve dolandırıcıların, yerleşikleri korkutan göçebelerin saklandığı bir yer olan orman hem düşman gibi hem de kötülüğün ve tehlikenin yuvası olarak görünüyordu. Macbeth'in şatosunun üzerinde yürüyen ve Parmak Çocuk'u korkutan da yine oydu. Labirent bahçeleri bu korkutucu ormanı insanın kullanımına açar, güçlü olanın yerini sağ­ lamlaştırır, tehdidi düzene koyar ve düşmanca tavırlar sergileyen doğayı ustalık gerektiren bir oyuna dönüştü­ rür. Basit bir ürperme riski dışında başka bir tehlikenin bulunmadığı bu bahçenin içinde istenildiği gibi kaybolunabiliyordu. Bu yapay görünümler daha önceleri Keltlerin dünyasında ve Romalı askerlerin ordugahlarında bulunuyor, eğitim güzergahı olarak ve geceleri korunmak amacıyla kullanılıyordu. içlerindeki yolların kenarları bir siper, alçak yapılmış toprak bir duvar veya sıra sıra şimşir ağaç­ larıyla çevriliyordu. On beşinci yüzyılda yeni iktidarın mekanları olan şatoların parklarında labirent bahçeleri düzenlenmeye başladı. Sanki tüm iktidar sahipleri insan-~ ların çoğunluğu tarafından yasal ve meşru olarak tanın~ mak için kendi labirentlerini gösterip tanıtmak zorundaymış gibi, sanki labirentin gizinin karmaşıklığı bahçeye sahip olanın karmaşıklığının simgesiymiş gibi, sanki kötülüğü tuzağa düşürerek kendilerine tabi olanların içini rahat ettirebilmeleri sadece asilzadelere özgü bir yetenekmiş gibi her büyük derebeyi kendi bölgesinde bu bahçelerden bir adet olmasını istiyordu. İngiltere kralı II. Henry Plantagenet 113 Woodstock şa- Ltıhiıy,,ıfiu tosunun önüne metresi Rosemond Clifford ile buluşma­ sını sağlayan bir labirent bahçesi inşa ettirir. Akitanyalı kraliçe Eleonore labirenti metresin odasına bağlayan gizli geçidi keşfedince kadını öldürür.113 Fransa kralı Charles V Paris'teki Saint Paul bahçelerinde bir maison de Dedale (labirent evi), François I ise Louis-de-Savoie parkında bir dredalus yaptırır. Anjou'lu Rene Bauge konağındaki parkın içinde bir labirent bahçesi düzenlettirir.1 13 Oradan oraya dolaşmak zorunda kalan imparator Charles-Quint Brüksel'den Sevilla'ya, Viyana'dan Prag'a kadar kaldığı yerlerdeki bütün şatoların parklarında bu bahçelerin bulunmasından memnunluk duyar. On altıncı yüzyılın ikinci yarısında Lucrezia Borgia'nın oğlu Este'li kardinal Hippolytos Tivoli'de bu labirentlerden dört tane yaptırır. 14 Orsini kontu yüzyılın en karmaşık labirentini Viterbo'daki malikanesinde kurar ve içine insan ruhunu korkutan tehlikeleri temsil eden cüce ve yaratık heykellerinden koyar. Altı buçuk kilometre uzunluğundaki bir labirent Villa Pisani de Stra'da yapıldı. Brandenburg'lu Büyük Elektör Friedrich Wilhelm, evinde Rose-Croix'nın gizli planına uyarak labirent biçiminde bir bahçe çizer. Charles-Quint'in damadı Ottavio Farnese Theseus gibi üç balmumu topu ve bir iple çevrili bir topuzu amblem olarak, "bu araçlarla" anlamına gelen His Arbitus'u ise slogan olarak seçer. 91 Sayısız derebeyi bu devirlerde gizemli bir bağlılık işareti olan hırkalarının üzerine çizili labirentlerle temsil ediliyordu. 113 1583 yılında Anvers'de, Hans Vredeman de Vries tüm Avrupa'da gözlemleyebildiği bir dizi labirent bahçesini Historia viridiarorum formm adlı kitabında çizer.11 4 Fransız yazar Madame de Sevigne Bretanya'daki malikanesi Les Rochers'de bir labirent bahçesi düzenlettirir. Tarihi 75 Jacques Attalı /,uhiınıfiıı 1lırihi Fransız doğabilimci Buffon Paris'teki Ulusal Doğa Tarihi 76 Jacques Attalı Müzesi'nde bir tane labirent tasarlar_ıı3 Fransız mimar Gabriel Choisy-le-Roi'da, peyzaj mimarı Le Nôtre Chantilly'de labirent bahçelerini çizerler. Bu labirentlerden Versailles'dakini tasarlayan mimar Mansart ise yirmi dokuz hidrolik heykelle Ezop'un masallarını99 canlandır­ mış, ancak Marie-Antoinette bu labirenti 1774 yılında yıktırmıştı. Büyük Britanya'da da, örneğin Arley Hall'da, Somerleyton Hall'da ve Belton House'da bu labirentlerden yapılmıştı. Swainton'daki "Robin Hood'un koşu­ şu91" olarak biliniyordu. 1797'de tahrip edilen Nottighamshire'daki Sneinton labirenti özellikle çok ünlüydü. 1666 yılında yapılan Huntingdonshire labirenti bugün bile ayaktadır. Son olarak 1690 yılında inşa edilen Hampton Garden labirenti Ingiliz romancı Jerome K. Jerôme tarafından "Teknede Üç Kişi" adlı kitabında tarif edilmiş ve bilinen en ünlü labirent olarak kalmıştır.91 Ancak labirent bahçeleri kilise labirentlerinden çok daha kolaylıkla ortadan yok oluyorlardı. On altıncı yüzyılda Shakespeare'in peri kraliçesi Titania "Bir Yaz Gecesi Rüyası"nda labirentlerin bu geçici hayatlarından­ şöyle şikayetçi olur: "Sık çimenlerin zarif kıvrımları­ nın izleri artık ayırt edilemiyor 117". En güzel labirent bahçeleri arasında ilgisizlikten yok olan Essex'teki Saffron Walden ve daha önce adı geçen Sneinton labirentleriydi.14 Gelişen burjuvazi Avrupa'daki önemli bahçelerde bu labirentleri kurmaya devam eder. Hatta Amerika'daki Ingiliz kolonilerinde, örneğin Williamsburg'daki eski Britanya hükümetinin bahçelerinde hala bu labirentleri hayranlıkla seyretmek mümkündür.91 Labi,.,.,ıliıı Tnı-ih.i Panayırlar ve topluca oynanan oyunlar On dokuzuncu yüzyılda değişim dereceli olarak devam eder ve labirentler hoşça vakit geçirme ve eğlence araçlarına dönüşür. ilk olarak, hızlı bir şekilde büyük başarı kazandığı panayırlarda, hayvan gücüyle döndürülen atlı karıncalarınkine benzer bir işlev görüyordu. Eskiden köylü olup şimdi şehrin dışındaki işçi bölgelerine yerleş­ tirilmiş olan insan yığınlarına, hem değişik hayvan görüntüleri gösterilerek hem de ormana benzer bir ortam yaratılarak onların bu eğlence merkezlerine alışmaları sağlanıyordu. On beşinci yüzyılın sonundan beri "labirent oyunu" olarak bilinen, her oyuncunun sırası geldiğinde iki zar atarak piyonlarını hücrelerde ilerlettiği, her dokuz hücrede bir kaz resminin bulunduğu ve üzerinde "Minesthaurus140" adlı bir bölgenin yer aldığı "kaz oyunuı22"yla beraber labirentler kağıt üzerine geçer. "Kibarlar" akımının taraftarlarınca icat edilen ve üzerinde "tatlı davranışlar" dan "dedikodu"ya, "ihmalkarlık"tan "isteksizlik"e doğru giden labirentlerin bulunduğu "carte du Tendre" kartpostalları ile beraber labirentler, birbirlerine karşı duyarlı aşıklar arasındaki yazışmalara da aracı oldu. On dokuzuncu yüzyılda Paris sokaklarında "Girit Labirenti" başlığı altında 122 , içinde mitolojik göndermelerin bulunduğu bir başkent haritası satılıyordu. içinde "Ariadne ile randevu" ve "Minos Kapısı" yazılarının olduğu ve J.-B. Toselli adında bir istihkam subayı ve buz makinesi üreticisi tarafından çizilen bu labirent büyük bir başarı kazanmıştı. Aynı şekilde "Au Trocadero" başlıklı bir başka çizim 122 Paris haritasının üzerine uygulanmıştı ve uluslararası fuar anısı olarak otuz santime satılıyordu. On dokuzuncu yüzyılın sonunda labirentler artık sa- 77 Jacques Attali Labirmıliıı Tarilıi dece toplu olarak oynanan oyunlarda ve panayırlardaki eğlencelerde görülüyordu. Artık sadece bir oyundaki alaycı bir meydan okumaydı ve bilgelik yolları, üzerinden silinip gitmişti. Hız ve düz çizginin esiri olan sanayileşmiş toplumlar bütünlüğün anlamını, saklamanın tadı­ nı, sermenin zevkini, inisiasyonun yarattığı sersemliği ve öteki dünya korkusunu unuttular. Onlar yalını karmaşı­ ğa, kazanılan zamanı harcanan zamana tercih ettiler. Öteki dünya artık onlar için hazırlanılması gereken bir sonsuzluk değil, gelecek kuşaklara aktarılacak maddi varlıkların bir birikimiydi. Durmaksızın daha hızlı ve daha uzağa gidebilmek için ölçüsüz bir yarışta kıvrımlara yer yoktu. Her şey hızlı, yalın ve geçici olarak üretiliyordu. Aslında herkesin, sınırsız sayıda kıvrımdan geçmeyi umarak doğumdan ölüme kadarki süreyi mümkün olan en yavaş şekilde geçirmek istediği unutuluyordu. 78 Jacques Attali Labinml"i,ı Tarihi Girmek Labirentler düz çizgının yerini alarak, toplumun tüm alanlarında bütün güçleriyle geri geldiler. Günlük hayatı­ nuzda bile her birimiz gittikçe artan bir sıklıkla labirentlerden geçiyoruz ve çoğunlukla birimiz için çıkmaz olan bir durum başkası için bir amaç olabiliyor. Bazılarının içinde, bizlere tamamen kılavuzluk ediliyor. Örneğin bir telefon numarasını çevirdiğimizde, hatlar, bağlanmadan önce, çıkmazları olmayan ve tüm sapakların başlangıçtan itibaren programlandığı bir labirenti geçer. Bu bağlantıda her rakam önce bir ülkeyi, sonra bir şehri, sonra bir bölgeyi ve en sonunda aranılan kimseyi bir düzene koyar. Bütün telefon labirentlerinin her bir çıkmaz bölgesi de böylece bir sayı ile tanımlanabilir. Cep telefonlarının numaralandırmasında ise artık bölgeler değil, kişiler ayrıştırılarak sınıflandırma yapılıyor. Buna karşılık her birimiz kılavuzu olmayan diğer labirentlerde kaybolma tehlikesi ile karşı karşıyayız. Metroya binmek, otobüs değiştirmek, bir mahalleden ötekine yürümek, internette veya Fransa'da kullanılan Minitel sistemi üzerinde sunulan bir hizmeti aramak, büyük bir süpermarketin raflarından alışveriş yapmak, bir tren garında, bir havaalanında, bir eğlence parkında veya bir müzede gezinip dolaşmak, üniversitedeki bir kürsüde kariyer basamaklarını tırmanmak, bir iş aramak ve hatta dansetmek, satranç, futbol ve bilgisayar oyunları oynamak ... 79 Jacques Attah faıbirı:'1ılin Thı-ihi Öğrenmek, oynamak, rüya görmek, çalışmak, tüket- so Jacques Attalt mek, dans etmek, eğlenmek, keşfetmek, kendine bakmak gibi uğraşlar, şöyle ya da böyle bizlere labirentleri çağrıştırmaktadır. Hatta yemek ve sevmek bile böylesine bir yaklaşımla incelenebilir: Ilerde göreceğiz ki, yemek yapma sanatı ve cinsellik de inanılmaz derecede karmaşık labirentlerin içindeki öğrenme yolculuklarının kaynağı olabilir. Belli bir zaman boyunca, insanlar dünyayı düz çizgiler ve şeffaf pencerelerden yapılma, insan elinden çıkmış bir yapıya çevirebileceklerini zannettiler. Bu geçici bir aldanmaydı. Kıvrımlar bugün sadece günlük hayatımızın her anını değil, ayrıca bilim dünyasını, ekonomiyi, politikayı, şehirciliği, resim sanatını, edebiyatı ve sinemayı da yeniden ele geçirdi. Ve yavaş yavaş yeni binyıla şekil verecek göçebelerin dönüşüyle beraber, gizlenmeye çalışılmış akılcılığın ince kabuğu çatlıyormuş gibi, labirentler de, bizim dünyamızda kendilerine çok önemli bir yer bulacaklar. Labirentlerin antik çağlardan kalma bilgeliğini unutanlar, hala sonsuza kadar mantığın ve hızın dünyasında yaşayabileceğini zannedenler büyük bir kaybolma riskiyle karşı karşıyalar. Buna karşılık, geçmişin sırlarını sabır­ la yeniden keşfedecek olanlar, öğreten yolları takip etmeyi ve gizemleri çözmeyi bilenler geleceğin ormanları­ nı da geçmeyi bilecekler. I.abi.reııtüı nırih:i Keşfetmek Eskiler biliyorlardı Eskiler, ulaşılması zor görünen gerçeğe durmaksızın yaklaşıp uzaklaşmaktan ibaret olan keşfetme sürecinin labirentin yollarına benzediğini biliyorlardı. Onlar labirentlerden, Evren'i betimlemek ve kuramsallaştırmak için faydalanıyorlardı. Ama öncelikle binlerce yıl önce labirentlerin tasarlanmasına yardım eden olayları göstermek amacıyla kullanıldılar. Arşimet ve Lukretius'un bilimsel çalışmaları hidrolik ve astronomi bilimlerinin doğmasına yol açtı. 116 Bu bilim sayesinde Merkür gezegeninin bir yıl içerisinde kat ettiği yedi halkalı· bir labirente benzeyen yörüngesini tam olarak tanırnlayabilrnişlerdi. Zamanı, içine tütsü konulan labirentlerle ölçmüşlerdi. Labirentlerin anlaşılması güç iniş ve çıkışlarından yararlanarak gökyüzünüh ve yer altının kuvvetlerini birbirleri ile ilişkilendirdiler. Su burgaçlarını sarmallar ile simgelediler. a, Doğru, düz olana dönüşüyor Sonraları, Platon Aristoteles'e baskın geldiğinde, bilim rastlantıyı, karanlığı, karmaşığı ve eğriyi dışladı. Yalın olanı, düz olanı ve önceden kestirilebilir olanı aradı. Nedenler üzerinde araştırma yaptı ve maddeyi şeffaf, düzenli ve billur gibi bir gerçek olarak tanımladı. Bu yeni mantık önce geometride, sonra mekanik biliminde etkisini gösterdi ve Kepler ile Newton'a üzerlerinde çalışabi- Jacques Attalı IAbfrnıNn Thrihi lecekleri modeller sağladı. Işıklar felsefi akımını destekleyen filozofların temel fizik bilgisini oluşturabilmeleri için, Rönesans Avrupa'sında büyük bir zafer kazanan, bilimlerin kraliçesi, optik bilimi şeffaflığı ve düz çizgiyi birleştirdi. İnsan vücudu da kaldıraçlardan, düz çizgilerden, kapalı dairelerden ve çark düzeneğinden yapılma basit bir 82 makine gibi betimleniyordu. Astronomi ve hidrolik bilimi yerini mekaniğe bırakmıştı. On dokuzuncu yüzyılda termodinamik bilimi düz çizginin elde ettiği zaferi bir hamle daha öteye götürerek mekaniğin geriye döndürülebilen yapısı yerine, enerji ve düzenin yoğunluğundaki düşüşün geriye döndürülemezliği ilkesini ortaya koydu. Sürekli artan bir düzensizliğin ölçüsü olan entropi düşün­ cesini ortaya atan termodinamik bütün çıkmaz ve çatallanmaları yadsıyarak her türlü geriye dönüşü kesinlikle yasakladı. Carnot ve Lamarck kıvrımlarla dolu bir düşün­ cenin kalıntılarına karşı bir zafer kazandıklarına inandı­ lar. Canlılar dolambaçlı olarak kalır Bununla beraber aynı devirde labirentler düşünce dünyasında olduğu gibi bilim dünyasında da hala egemenliğini sürdürüyordu. Öncelikle bunun nedeni bilimsel bir kuramın ortaya çıkma sürecinin, tek tük yolu ve çok sayıda çıkmazıyla bir labirent olmaya devam etmesiydi. Ingiliz Thomas Stearns Eliot'ın "bilinmeyene ulaşmak için, bilgisizliğin yolunu a,nlamak gerekir" diye yazdı­ ğı gibi, hata ilerlemenin bir şartıydı. Sonraları labirentler bilimin bazı alanları için bir model oluşturdu. Kareler ve dairelerle insanı yeniden tarif etmeyi düşünenlerin büyük bir yıkıma uğramasıyla kan dolaşımının keşfi, Har- Jacques Attali I.abirentirı Toı·ihi vey'yi, insan vücudunu artık bir kaldıraç ve çark düzeneği olarak değil, hayatın kan, lenf, solunum, sinir ve sindirim sistemleri gibi karmaşık ağlar yoluyla içinde dolaştı­ ğı; pıhtılaşma, boğulma ve tıkanma gibi çıkmazların ölümcül olabildiği bir labirent olarak göstermeye yöneltti. Darwin'in devrimiyle beraber o güne kadar kabul gören canlıların tarihi kökünden sallanmaya başlar. Bu devrim düz çizgi yanılsaması ile arasındaki bağları koparır. Hem doğuştan gelen, hem sonradan oluşan rastlantı­ sal bir harita, en "iyiler''i, ya da bir başka deyişle içlerinde bazen bir engel yüzünden ortama uyum sağlamak için en büyük çabayı göstermeye zorlananların da bulunduğu, hayatta kalmayı en iyi becerenleri seçerek en basitten en karmaşığa doğru keskin dönüşler yaparak giden, çıkmazları ve yol ayrımları olan bir kazalar ve tesadüfler labirenti haline gelebilmek için türlerin mantıksal bir dizilişi olmayı bırakır. Darwin'in yeniden canlandırdığı labirent simgesi, hafızalarında mitolojik efsanelerin anılarını saklayanları şaşırtmamalıdır. Minos Poseidon için "en iyi" boğayı aramaktadır, Aigeus Atina'nın on dört "en iyi" gencini Minos'a kurban edilmek üzere gönderir. Theseus onlar arasında en iyisidir. Bu seçimi reddedenler elenir. Buna karşılık babasını ölüme terk eden ve Ariadne'yi yüz üstü bırakan Theseus zafer kazanır. işe yaramayanlar, yaşlılar ve kadınlar ortadan yok olur. Labirent fikri böyle bir durumda en kuvvetli düşünce sistemi olarak gözükür. Gerçekte Minotauros ve tanrılar karşısında en kurnazca olanıdır. Aynı belirsizliği Marx'ta da buluruz. Sonraları Marksistler tarafından maniciler seviyesine indirgenecek olan her kızgın düalistin ardında, yanlış tarafını içermeyen bir · 83 Jacques Attalı L<ıbinmtin Thri,h-i 84 Jacques Attah doğru olmadığı gibi yine içinde doğruluk tarafını bulundurmayan bir yalan da olmadığını düşünen diyalektikçi bir filozofla karşılaşırız. Marx, tarihsel determinizmin düz çizgisinden çok daha tuhaf bir biçimde, başlangıcı ve sonu olmayan, iyilik ve kötülüğün bulunmadığı, tanrıla­ rın ve kanunların olmadığı, ilerlemenin yollarının parlak bir geleceğin zaferlerle dolu yollarıyla değil de, insanların maruz kaldığı bir tarihin belirsiz kıvrımlarıyla kesişti­ ği bir tarihin içine, görecelilik ve tersine çevrilebilirlik kavramlarını ilk yerleştiren kişi olarak görünebilir. Dahası, labirent simgesi iki önemli bilim dalında, matematik ve fizikte tüm gücüyle geri gelmiştir. Bir taraftan, olasılıklar kuramı, bir olayın tek bir nedeninin ya da kesin bir mantığının bulunmadığı, ama farklı geleceklerin, bir matematiksel labirent haline dönüşen zaman içinde mümkün olduğu bir labirent matematiği yaratır. Diğer taraftan elektromanyetik dalgaların keşfi geometrinin ilkelerini alt üst eder, bir ağın etkili olabilmesi için artık düz bir çizgi biçiminde olmasına gerek yoktur, şek­ li ne olursa olsun bu ağı boydan boya geçmek için gereken zaman aşağı yukarı sabittir. O zamandan beri labirentler bilimden ayrılmamıştır. Eukleidesçi olmayan yeni geometriler, doğaları gereği labirent özellikleri gösteriyordu. Modern felaketler kuramları, fraktallar ve salınımlar kuramları da labirentleri çağ­ rıştırır. Parçacık fiziği düğüm kuramının kullandığı matematiğin aynını kullanır. Olasılık kuramı, artık çizgi halinde sıralanmış bir kristaller kümesi olarak değil de, içindeki her şeyin, adeta bir kritik yollar ve çıkmazlar topluluğu gibi, karmaşık bir ağdan ibaret olduğu sarmallardan oluşan, konumu belirsiz fraktal labirentler toplamı olarak gösterilen maddeyi de ele geçirir. Nükleer fizik, bilgi /,al>i'rrnli,ı Tarihi işlem ve hatta her ne kadar düz çizginin mükemmelliği­ ni temel alsa da optik bilimi, labirentleri birer metafor veya gerçek bir dayanak olarak kullanırlar. Örneğin hiçbir şey, transistor, silisyum, pentiurn işlemci, algoritmalar gibi öncel buluşların birbirleriyle etkileşimi olmadan tasarlanamayacak olan- ki kendileri de birer işaret labirenti, birer sapaklar silsilesi olup sonraları ses ve görüntünün şifrelenmesi yoluyla yaygınlaşmışlardır- bağlantı­ ların kesiştiği bir elektronik yongadan daha iyi bir labirent olamaz. Sayısal bilgi işlemin yaygınlaşmasıyla beraber her ses, her resim bir labirentin içindeki bir bitiş noktası, bin bir yola ayrılan bir ağ içerisinde bir adres olmuştur. Anatomi ve fizyoloji için her şey bir labirenttir. Öyle ki, uzun bir zamandan beri, parmak izinin, her insana özel bir kıvrım sistemi olarak değerlendirilebileceği kabul ediliyor. Beynin günümüzdeki en iyi betimlemesi de, "karmaşık bilgilerin içinde dolaştığı bir labirent" şeklinde yapılıyor. Ayrıca kahkahaçiçeği, çitsarmaşığı, ayçiçeği ve ananas gibi bitkilerde sarmal yapılar görülüyor. Hiç kuşkusuz, hayatın labirent biçimindeki kaynağı olan DNA bile, hem helezonik, hem sarmal, hem de örgülü bir forma sahip. 85 Genetik bile ... Hücreyi en iyi ne tarif edebilir? Bir labirent. Gerçekten de hücre, DN.Nnın bölümleri olan genler tarafından inşa edilmiş çok uzun moleküllerden, protein dizilerinden oluşmuştur. Her hücre kendi görevini çevreden gelen saldırılara tamamen meydan okuyarak yapar. Bunu yapabilmek için hücre, dışarıdan ve içeriden gelen farklı mesajların içinde dolaştığı yaklaşık on bin proteinden Jacques Attali IAbin-ntiıı TIH"ilıi oluşan karmaşık bir ağ sisteminden faydalanır. Hücrenin yaşayabilmesi için, bu labirentin içindeki her mesaj, yo- lunu tam olarak bulabilmelidir. Bazı proteinlerin kendi yapısından kaynaklanan veya sonradan kazandığı olum- s& Jacques Attali suz özellikler, bilgi geçişine imkan vermeyen türlü engellerin oluşmasına neden olurken, hücre ve onun içinde bulunduğu canlı, bütün işlevlerini durdurmak tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Daha da şaşırtıcı olan, eğer "hücre" sözcüğünü "organizma" ile, "protein" sözcüğünü de "hücre" ile değiştirirsek daha önce söylediklerimizin tümü yine doğru olacaktır: Canlı bir varlık, labirentlerin labirentidir.134 Bir hücrenin protein labirentinin içinde, olası bir engeli çevrelemeye olanak verecek ne kadar çok yol olursa, hücrenin yaşama şansı da o kadar çok olur. Bu protein yollarının şekli hakkında hala hiçbir şey bilmediğimiz ve genetik şifre içindeki hayat labirentinin biçimini hala tanıyamadığımız için sadece bu engellerin nerelere yerleşebileceğini tanımlamak yolunda çalışmalar yapabiliyoruz. Şehirlerde yapılan gerilla savaşları gibi, genetik mühendisliği de bir barikatın kurulmasını imkansız hale getirmek için iletişim yollarını genişletmeye veya başka bir' yol açarak bu barikatın çevresini sarmaya çalışmakta­ dır.134 Labirentleri temel alan bu düşünce tarzı, böylece, doğa bilimlerinin düşünme biçimlerinin tam ortasında yer alacaktır. Belki de yarın, protein labirentlerinin tamamını anlamayı ve onları genetik olarak onarmayı başaracağız. Mitolojik efsaneler bu konuda da uyarıcı bir nitelik taşı­ maktadır. Genetik labirentlerin gelecekteki yöneticisi, türlerin birbiriyle melezleştirilmesi yoluyla Minotauros'ları doğurtacak; hatta belki de, bir insanın bir hay- /..ııbi r-erıli n 1briJıi vanla melezleştirilerek, çok önceden ölmüş bir canlının spermiyle döllenmiş bir çocuğu dünyaya getirebileceği bir çeşit genetik göçebelik kurarak, bir türden başka bir türe labirentvari yolculuklar düzenleyecek. Işte burada da soy ağacının "düz akışı", yerini biyolojik bir labirente bırakacak. Daidalos, aynı anda hem heykeltıraş, hem mühendis, hem labirent mimarı olan yarının bilim adamının bir görünümüdür. Elinden her türlü iş gelen bu insanlar metallerin sanatını tanıyacaklar, bir biyolog olarak karıncala­ rın geleceğini söyleyebilecekler, sanatçı olarak parmaklarıyla her türlü balmumu şeklini oluşturabilecekler, denizci olarak ticaret ve alışveriş hakkında her şeyi bilecekler. 87 Jacques Attali l.abinmtin Tu.rih.i Takas etmek Bilimden ayrı olarak maddi ekonomi de tamamen labirentimsi bir hal alır. llk pazarlar 88 Pazar ve labirent arasındaki ilişki yeni değildir. Çok daha önceleri Girit seyyar bir uygarlıktı ve bu uygarlığın gemileri, zenginliklerini güven altına alan çok büyük ticaret ağları dokuyordu. Hiç kuşkusuz, Girit paralarının üzerine bir labirentin gururla kazınmış alınası nedensiz değil­ di. Tüm bu toplumlarda, zaten mülkiyet edinme yöntemleri birer labirent gibiydi. Karmaşık akrabalık kuralları feodal sisteme geçene kadar malların intikalini düzenliyordu. Kazanç, karanlıkla bulanıklık arasında bir yerde duruyordu. Labirentler konusunda uzman olanlar ticaretten en büyük kazancı sağlıyordu. Şeffaflık ve kar Sonra şeffaflık temel kural oldu. Saf ve mükemmel ticaret, ideal olarak, gereksiz aracılar olınadan düz çizgi halinde yapılmalıydı. Gelir, üretimden sonra aracısız olarak gerçekleştirilen kar tarafından mağlubiyete uğratılmış ve dışlanmıştı. Mülkiyet halka açık şirketlerin koyduğu kurallar tarafından yalın ve şeffaf bir şekilde düzenlenmiş­ ti. Ilk şirketlerin birbirini takip eden labirentlerden oluşan düzeni, yerini malların sınırlı sayıda kişide birikmesine yol açan doğrudan intikal yöntemine terk eder. Yüz- Jacques Attali IAJbinmliıı Thı-ilıi yıllar boyunca ekonomi, en azından kendi söyleminde, bu şekilde birbirine eklenen bir yapıda, düz bir çizgi boyunca ilerler. Göçebe ekonomisinin geri dönüşü Ekonomi bugün yeniden labirent haline dönmüştür. Endüstriyel ve ticari mülkiyet, gün geçtikçe birbirlerinin sahibi olan mali kuruluşlar ve holdinglerin karmakarışık düzeni içinde eriyip gitmektedir. Sermayenin gerçekte kimin elinde olduğunu bulmak, labirentler konusundaki uzmanlar hariç olmak üzere, neredeyse imkansız bir duruma gelmiştir. Üretim süreçleri, hammadde ile bitmiş ürün arasındaki mesafenin gezegenin tümüne yayılmış mekanlardan geçip gittikçe daha da dolambaçlı olan yollardan geçtiği karmaşık döngüler halinde çeşitlenir. Bilgi labirentler halinde dolaşır, enerji ise eskiden olduğu gibi düz çizgi halinde harcanır. Endüstri ve hizmetler için gerekli olan temel zenginlik olan bilgi her geçen gün daha da labirentimsi bir hal alıyor. Daha önce gördüğümüz gibi, özellikle gelişmenin anahtarı olan bilgi işlem tekniklerini bilmek de, fazlasıyla labirentimsi bir özelliktir. Katma değer, labirentlerin karmaşıklığı içinde kalır ve kar da buna bağlıdır. Onları çizmeyi ve inşa etmeyi, onlara nüfuz etmeyi, başkalarının ağları üzerinden onlardaki bilgileri çekip almayı bilenler, karı da denetim altına alacak- 89 tır. Büyük grupların denetimini elinde tutan teknokrasi, kendini operasyonel ve işlevsel sorumlulukların birbirine karıştığı, labirentlere benzeyen organizasyon şemaları içinde düzenleyecektir. Güç artık orada piramit biçiminde değil. Kariyer basamakları artık ne birbirine benziyor, ne sürekli yukarı tırmanıyor ne de düz bir çizgi üzerinde Jacques Atıah Labirf'rıriıı 1hrihi 90 ilerliyor. Bu yollar maceralardan, rastlantılardan, geriye dönüşlerden, sıçramalardan ve dönüşümlerden, çıkmaz­ lardan ve ileriye dönük planlardan, başarısızlıklardan ve geri gelmelerden oluşuyor. Daidalos yaşasaydı bugün finansal bir yapıyı, bilgisayar ürünlerini satan dünya çapında bir mağaza zincirinin kuruluşunu, devasa bir bilgisayarı veya dijital televizyon kanallarının ücretli program paketlerini tasarlayan büyük bir teknokrat olurdu. Bir patentin mülkiyeti üzerindeki bir anlaşmazlık sonrasında veya bir endüstriyel casusluk suçlaması yüzünden kaçmak zorunda kalırdı. Tele-satış ve evden çalışma yöntemleri, çalışanların ve tüketicilerin içinde yolculuk yapacakları labirentleri kurmaya başladı. Bunlar, karmaşık labirentlerden oluşan "kütüphaneler"de nesneleri ve işleri arayacaklar. Dolaş­ tıkları ortamlar da artık şeffaf ağlardan değil, içlerinde, zenginliğin tam anlamıyla kaynağını oluşturacak karmaşıklığın yer aldığı çok gelişmiş labirentlerden ibaret olacak. Telefondan proteze kadar kullanacağımız pek çok şey taşınabilir olacak. Yolculuklar yarı iş, yarı eğlence halinde yapılacak. Işte böylece hac yolculukları ve hippilerin "yol"larından sonra, şimdi de firma çalışanlarının "iş uçuşları", emeklilerin çıktıkları "tur"lar ve uyuşturucu kullananların "yolculukları"yla karşılaşıyoruz. 3 Finans merkezleri olan Wall Street, City, Frankfurt ve Tokyo 1da artık grafikler değil, borsacının sanal bir ortamda labirentler arasından geçip dolaşacağı "veri görünümleri" kullanılacak. Artık zamandan kazanmak gerekmeyecek, zamanı harcamak için değişik yollar bulma ihtiyacı doğacak. Bu bir açıdan, mümkün olduğunca çok hizmeti, verilen bir Jacques Attali Labireııiüı 7brilıi süre içinde üst üste yığmayı gerektirecek. Şimdi bile, büyük süpermarketlerde sadece tek bir giriş ve çıkış bulunmaktadır ve müşteri, satıcılar ve promosyon görevlileri tarafından çok dikkatlice düzenlenmiş ve işaretlenmiş labirentimsi bir güzergaha göre, tüm ürünleri görebileceği bir şekilde her doğrultunun önünden geçmek zorunda bırakılmaktadır. Hipermarketlerde uygulanan bu yöntem örnek alına­ rak müzecilik de labirentlerin özelliklerini kullanmaya başlamıştır ve her türlü sergileme yöntemi geçmişin fuarlarını ve uzak ülkelerdeki kapalı çarşıların yollarını yeniden canlandırmaktadır. Yarın sanal müzeleri, dünyanın dört bir köşesine dağılmış eserlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan, aslında var olmayan müzelerin yeniden inşa edilmiş görüntülerini ziyaret edeceğiz. Harcamalarımızı, gelecekteki tüccar labirentlerinin ilkel bir kopyası olan bugünkü katalogların yerine mektupla satış yöntemi tarafından önerilen sanal labirentlerin içinde dolaşarak yapacağız. Göçebe ekonomisi her yerde tüm gücüyle geri geldiğini ilan ediyor. Gelecekte, her zamankinden daha fazla, yolculukların egemen olduğu bir çağ olacak. Önce yarı­ dışlannuşların, toplumun dışında yaşayanların ve giderek azalmaya yüz tutan işlerin peşindeki geçici işçilerin tamamen gerçek yolculukları ile, sonra yeni eğlencelerin ve hayali gezilerin arayışında olan orta sınıfın sanal yolculukları ile ve en sonunda yeni karlar elde etmeye çalı­ şan ayrıcalıklı sınıfın yine gerçek yolculukları ile karşıla­ şacağız. Yüksek rekabet ve zayıf enflasyon içeren bu kapitalizm düzeninde yaşayan zengin göçebe, nakit sermayeye sahip olacak, ne borçları ne de taşınmaz malları bu- 91 Jacques Attalı /"ıtri reııl"i ,ı 1R'rihi lunacak; bir bilgi, belirli bir konuda ustalık veya bir fırsat olarak değerlendirilebilecek teknolojik bir avantajın gelirinden kar elde edecek; bilginin, sosyal bir labirent içinde dolaşmasına veya değerinin artmasına yarayacak bir araç olacak; yatırım, genetik, bilgi işlem, tiyatro veya sanat alanlarındaki herhangi bir yeniliği denetleyecek. Kı­ sacası o, gelecekteki çok sayıda labirentin ve onlardan kar elde etme yönteminin asıl bilgisine sahip olacak. 92 Jacques Attah Üst sınıf Bu labirentlerin sahipleri bir üst sınıf oluşturacaklar. Ayrıcalıkları ne üretim araçlarına sahip olmalarına, ne de bu araçları aktarabilmelerine bağlı olacak. Ne iş olanakları ve ortak zenginlikler yaratan girişimcilerden, ne de işçi sınıfını sömüren kapitalistlerden olacaklar. Ne bir fabrikaya, ne bir toprak parçasına, ne de bir yönetim yerine sahip olacaklar. Labirentlerin kanunlarını bilmeleri onların zenginliğini oluşturan taşınabilir bir değer olacak. Devletlerin hiçbir rolünün olmadığı günübirlik amaçlara ulaşmak için, değişken ortamlarda sermaye ve yetenekleri hızla harekete geçirmeyi bilecekler. Toplumsal olayları yönetmek gibi bir hırsa sahip olmayacaklar, çünkü politik tanınmışlık onlar için aslında büyük bir felaket olacak. Yaratmaktan, hayatın tadını çıkarmaktan, harekete geçmekten hoşlanacaklar, ama çocuklarına vasiyet olarak güç ve servet bırakmak için çok fazla vakit harcamayacaklar. Ayrıca zenginler, tükettikleri şeyleri genellikle seçmeksizin şatafatlı bir hayat sürecekler. Geleceği dert edinmeyen, rüyalarda ve şiddette bencil ve hazcı davranan, her açıdan göçebe bir kimliğe bürünmüş, geçici değerlere sahip bir toplum kuracaklar, en iyiyi ve en kötüyü yanlarına alarak yarınlara ilerleyecekler. Labfrentiu 7hrihi işbirliği yapmak, bir ağı paylaşmak ve iktidarları için ge- rekli olanlarla bağlantıya geçmek için örgütlenecekler. İnternet onların kulüpleri olacak. Bu üst sınıfın kanunları altında orta sınıf, hem dünyaya karşı sığındığı hem de dünyaya açılan pencere olarak gördüğü yuvasında, bir başka deyişle kendi mağarasında sanal bir göçebelik yaşayacak. iş, gezi, oyun, güç ve cinsel ilişki gibi her türden sanal yolculuğu tamamlamak için, ona saklanmaya çalışacak. Son olarak en fakirler, en alt tabakadaki göçebeler, güvensizliğin yollarına savrulacaklar. Geçici işler yüzünden, belirli bir ücretle çalışanlar yok olacak, herkes iş arzının bir sonraki kaprisini kollayacak. Muzaffer bir üst sınıfın, sefalet denizinin üzerinde gezineceği bir ortamda, birkaç kişinin başarısının bedeli, çok sayıda insanın toplum dışına itilmesiyle ve alt tabakadakilerin giderek artan şiddetiyle ödenecek. Buna karşılık, yeniliklere açık bir üst tabakanın, yaratıcı özelliklerini, dayanışma adına, başkalarının hizmetine sunacağı bir ortamda, bir kültürel devrim gerçekleşe­ cek, labirent ekonomisinin devrimi. Bu devrim, yeniliği iyi bir haber olarak, güvenilmez durumları bir değer olarak, istikrarsızlığı bir zorunluluk olarak, melezleştirmeyi ise bir zenginlik olarak kabul ettirecek ve her şeye uyum sağlayabilen, özgün dayanışmaların temsilcileri olan göçebe kabilelerin yaratılmasını destekleyecek. Labirentleri kullanmadaki ustalık gelişip ilerledikçe iş olanakları yeniden canlanacak. 93 Jacques Attalı l..ab-ireıılin Thrihi Baskın çıkmak tık güçler 94 Jacques Attali Ilk insan topluluklarında ekonomi gibi, iktidar da labirentlerin genel kabul görme sürecini takip ediyordu. Meşruluğunu, labirent efsanesine gönderme yapan bir sınava maruz kalarak elde ediyordu: Labirent sınavının üstesinden gelebilmek için oluşturulan kurban törenleri ile yeniden ortaya çıkan şiddeti belirli bir düzene koyan aslında bir prensti. Her yönetici kendisini kabul ettirmek ve yönettiklerinin gözünde resmiyet kazanabilmek için yeraltındaki kötülüklerin önünü kapatacak ve sonsuzluğa giden yolculuğa bir anlam verebilecek yetenekte olmalıydı. Nitekim, her dokuz yılda bir Girit'in hükümdarı sadece Boğa-tanrıya meydan okumak zorundaydı ve eğer bu karşılaşmayı sağ salim bitirebilirse bir dokuz yıl daha hüküm sürebiliyordu. Ayrıca Yunanistan'da, Babil'de, Hindistan'da ve Suriye'de boğa, genellikle iktidarın, meşrulaştırıcı tehdidinin simgesiydi. Geçmişe baktığımızda Giritli Minotauros, Babilli Enkil, Yahudilerin Altın Buzağısı gibi, prense, bir başka deyişle resmiyet kazanmış sisteme meydan okuyan çok sayıda kaba kuvvet biçimiyle karşılaşıyoruz. Mı­ sırlıların güneş-kralı da kraliçe-inek-ay ile birleşirken bir boğa biçiminde betimleniyordu ve Iason Altın Post'a ulaşmak için iki boğayı yenmek zorundaydı. 8 Bugün hala pelerinini ve özel giysisini giymiş matadorun karşısında­ ki hayvanların toynakları arenanın kumlarına izlerden ve kan lekelerinden yapılma labirentler çizer. 1.,abirnırin 1brilıi Mısır'ın on iki kralı Labirentler iktidarı da yüceltiyorlardı. Herodotos !kinci Kitap'ında, Mısır'daki labirent karşısında hayrete düştü­ ğünde, sadece baş döndürücü bir mezardan değil ayrıca Mısırlılara on iki kralın adını hatırlatmak ve bu kralların hükümdarlığını anmak için kurulan bir iktidar merkezin- den de bahseder: "Hephaistos'un hükümdarlığından sonra Mısırlılar kendilerini özgür zannettiler. Ama hiçbir zaman kralsız yaşayamadıkları için on iki bölgeye ayrılan Mısır'da onlara on iki kral verildi [. .. ]. Aldıkları kararlardan biri de geriye bırakacakla­ rı ve adlarını hatırlatacak bir eser yaratmaktı. Bu karardan sonra Karun Gölü 'nün üstünde ve Crocodilopolis şehrinin yakınında bir labirent inşa ettirdiler. 66" Böylece bu ilk labirent, birbirine geçmiş çok sayı­ da iktidar merkezinden ibaret olan piramit biçimindeki değil de labirent biçimindeki hiyerarşiye, imparatorluk otoritesinin karmaşık yapısına gönderme yapmaktadır. (Aynı tuhaf hikayeye önce Israil'in on iki kabilesinde, sonra da On Iki Havari'de rastlıyoruz.) Etrüsklerde olduğu gibi Kelt mitolojisinde de labirentler hala, kralın, yeniden dirilmek için içinden çıkabilecek bir yeteneğe sahip olmak zorunda olduğu mezarları betimlemektedir. Bu yüzden her prens mezar veya bahçe biçimindeki labirentler ile donanmak dileğindedir. Labirentler aynı zamanda iktidarın silahıydı; hem çok kuvvetliydi, hem de gizlilik gereksinimi yüzünden gözlerden ıraktaydı. Bu sınavların üstesinden gelmeyi bilenler orada korunurlar ve tecrit edilirlerdi. Milattan önce 270 yıllarında yaşamış tarihçi Philokhoros'a göre Giritliler, mahkumların hala madenlere çalışmaya gönderildiği bir devirde, labirentleri bir hapishane olarak da kul- 95 Jacques Attali Uıt>ir"Pnliıı Tcırilıi !anıyorlardı. "Giritlilere göre labirent, birisi bir kere içine kapatıldığında, dışarı kaçabilmenin imkansız­ lığından başka korkacak bir şeyin olmadığı bir hapishaneydi" diye yazıyordu Plutarkhos. 102 Ovidius ve Vergilius da bu yazılanları onaylıyordu. Hopi yerlilerinin efsanelerinde olduğu gibi Mahabharata'da da aynı kavramlara rastlanıyordu. Labirent şeklindeki savaş 96 Jacques Attah Askeri gücün uygulandığı zamanlarda gerekli olan sırları da labirentler sağlar: Her strateji sonuçta görünmez ve anlaşılmaz olma ilkesine dayanmalıdır. Mahabharata'da savaşçı-peder4° şöyle der: "Bugün öyle bir savaş düzeni kuracağım ki, tanrılar bile içine giremeyecek40". Aynı zamanda labirentler, şehri koruyan surlardır; "bazen bir merkezin, bir zenginliğin, bir değerin sihirli savunmasıdır". Örneğin Çin ve Ingiltere'deki surlar labirent şekillerine benzerlik gösterir. Savaş stratejisi, etrafını kuşatma ve kurnazlık stratejisi olarak kalır. Maginot hattının yer altı savunma düzeni veya "Atlantik Duvarı" gibi mevzi savaşlarındaki siper örgüsünden daha mükemmel bir labirent şekli olabilir mi? "Labirent" ismi, Rochincourt ve Neuville-Saint-Waast arasında bulunan ve 1915 yılında Fransız birliklerinin çok büyük zorluklarla ele geçirdiği güçlü Alman mevziine verilmişti. Avrupa kralları dinsel, politik ve askeri bir simge olan labirentleri ikamet ettikleri mekanlarda kurdular ve tahta çıkış ayinleri bu labirentlerden geçişi gerektirmeye başladı. Nitekim XVI. Louis hariç diğer Fransa kralları tahta çıktıkları gün yapılan ayinde, Reims katedralinin ana kapısından içeri girip tahta doğru ilerlerken, nefin büyük labirentini aşmak zorundaydılar. Bu geçiş o kadar /,,abirrtıl i ,ı Tm"iJıi önemliydi ki, 1594 yılında Reims Katolik birliği Ligue tarafından işgal edildiği için IV. Henri tahta çıkarken yine bir labirenti geçebileceği Chartres'da kutsandı. 1600 yı­ lında kraliçe Avignon'a girdiğinde tahtın üzerinde Fransa krallığının simgesi olan zambak çiçekleri değil dairesel bir labirent bulunmaktaydı.113 Karnımın gücü Burjuva toplumunda, iktidarın kendisini halktan yalıt­ mak veya onunla olan bağlarını koparmak iddiasını bı­ rakmasından hemen sonra labirentler anlamını yitirmeye başladı. Bu aşamadan sonra hükümdar, halkı, kendisine ulaşmak için geçilmesi gereken yolun, yalın, düz, denetimsiz, gösterişsiz ve herkese açık olduğuna boş yere inandırmaya çalıştı. Herkesin, kendisine kadar ulaşıp gelebileceğini, çocukluğundan itibaren her noktaya çıkabileceğini, hatta onun yerini bile alabileceğini umut etmesini istedi. Bunu yapabilmek için sadece düz bir yolda, bir düzen içerisinde yürümenin yeterli olduğunu savundu. Kapitalist toplumun, özellikle Amerikan kapitalizminin mekanizması işte bu bilinç içinde işliyordu. Fakat bu açıklama yetersizdi ve gerçekler sanıldığından çok daha karmaşıktı. Bireylerin büyük bir çoğunluğunun hayatı, bu rüyalardan çok daha az hoşnut eden çıkmazlarla son buluyordu. Çok azı "tünelin ucu"nu görebiliyordu. Çok azı kraliyet sarayına giden yola ulaşabiliyordu. 97 Politikanın gizleneceği yer Bugün diğer her şey gibi yeni iktidar da labirente dönüşüyor. Artık kimse onun nerede bulunduğunu bilmiyor. Bir merkez, alınacak bir Bastille var mı? Kim iş imkanları yaratacak iktidara sahip? Korkmaktan kurtulmak için Jacques Attalı l.abirnıtin Torihi 98 Jacques Attali kimi başa getirmek gerekiyor? İktidarın merkezde gizlenip pusuya yattığı tek merkezli labirentlerden, değişken ve çok sayıda merkez arasında iktidarların durmaksızın yer değiştirdiği labirentlere doğru bir geçiş yaptık. Bu iktidarlar, dışardan fark edilemeyen bir üst sınıfın, her yöne yayılan ve dışardan bakıldığında kavranılama­ yan ağları denetim altına aldığı karmaşık labirentlerde korunurlar. İktidarın uygulanmasının herkes tarafından görünür olacağı bir yeri, "bazı şeylerin değiştirilebilece­ ği" bir yeri gerekli gören demokrasi de bizatihi çekiciliği-· ni kaybetmektedir, çünkü böylesi bir yer bulunmamaktadır. İşte, çileden çıkmış ulusları yalın, düz çözümlere doğru umutsuzca zorlayanlar bunlardır. "Tarih"in kendisi de labirent haline dönüşür. Artık tek bir yönü yoktur. Mutlaka iyiye doğru gitmez. Onun için "llerleme" yoktur. "Tarih" çıkmazlar ve düş kırıklık­ larından ibarettir. Eğer "Tarih"in bir yönü olsaydı herhalde bu labirentin gösterdiği yön olurdu. İktidar yarın, kimi yollar üzerindeki dolaşımı kolaylaştıracak veya engelleyecek yeteneğe sahip olanlarda bulunacak. Bir "Devlet" iktidarını, sadece denetimi altın­ da tuttuğu ağlar yardımıyla uygulayacak. Denetimin imkansız olduğu durumlarda politik kurumlar geri döndürülemez bir şekilde zayıflayacak. Örneğin internette herkes daha şimdiden kendisine ait olan kişisel iletişim sistemini, asal sayılardan hareket ederek oluşturulan ve doğru yolu bulmadan önce milyarlarca seçeneğin denenmesini gerektiren, dolayısıyla herhangi bir iktidar odağı tarafından sistematik bir arama yapıldığında çözülemeyecek kadar uzun bir zaman dilimine ihtiyaç duyulan şifre labirentleri ile korumak isti- /,abirmıti1ı Tarihi yor. Savaş ve şiddet, kurnazca davranmaktan, kaçamak yollar bulmaktan, çıkmazlar yaratmaktan ve ağları ablukaya almaktan ibaret olan labirent sanatını yeniden kullanmaya başlayacak. Terörizm öncelikle, iktidarı ulaşım ağlarına, bilgisayar sistemlerine ve iletişim araçlarına saldırarak etkisiz hale getirmeye çalışacak. Gelecekteki iktidar odakları, engellemek, yasaklamak, bir caddeyi çıkmaza dönüştürmek, bir bilgi akışının yönünü veya bir insan yığınının yolunu değiştirmek gibi temel özelliklere sahip olacak. iktidar, ya bizzat inşa ettiği için, ya planını ele geçirdiği için, ya da başkalarını ustalığı konusunda ikna ettiği için labirenti tanıyan kişiye ait olacak. işte Rehber'in iktidarı yolunu şaşırmışları, bir barınak ve kalacak bir toprak bulabilmeleri için yeniden yönlendirmeyi bilenlerin, inisiyelerin, Musa'nın iktidarı ... 99 Jacques Attalı l.ahiı-ı>ııliıt 1bı-ilti Yerleşmek İlk şehirler Ilk şehirler ortaya çıktığında labirentler göçebe ulusların yerleşme düzenini çoktan bir yapıya kavuşturmuştu: Ka- 100 Jacque~ Attali bilelerin pek çoğu, şefın çadırını ve kutsal sunağı korumak amacıyla, geçici veya mevsimlik konaklama yerlerini, uzun uzun düşünülüp ustalıkla tasarlanmış kale duvarları ile çevrili, labirent şeklinde olduğu açıkça görülen ve bölgeyi baştan başa dolaşan yollarla kaplı bir yapıya uygun bir şekilde düzenlerlerdi. 84 Bugün bile Masai ve Zulu kabileleri kadınlar tarafından yapılan kraal adı verilen geçici barınaklarda yaşarlar. Bu evler labirentlere benzeyen ağlar biçiminde düzenlenmiş, ortaya şefin evi yerleştirilmiş ve çevresine önceden düşünülmüş ve kuşaktan kuşağa geçerek bir çeşit zihinsel katalog içinde listelenmiş olan karmaşık yollar çizilmiştir. Konaklama yerinin planı sanki göçebelerin saldırılarından korunmak istermiş gibi oluşturulan savaş düzenini çağrıştırır. 84 Yerleşiklerin ilk köyleri doğal labirentler biçiminde düzenlenmişti. Üst üste getirilen mağaralarla oluşturu­ lan, Kapadokya'daki Kaymaklı ve Derinkuyu'da olduğu gibi Cilalı Taş Çağı'nda yerin altında on katlı olarak inşa edilmiş, yirmi bin insanı içinde barındırabilen; her işgal­ de, özellikle Roma ve Arap istilalarında daha da büyüyen yerleşimler ortaya çıkmıştı. 125 Bu örnekleri ayrıca Çin'de Ming ve Pinglerde, Afrika'da, Kuzey Amerika'da Anasaziler'de de buluyoruz. Labirent deseni, yerleşik düzene geçmişler iç:n, kay- /,(11,iırnli,ı Thrilıi bettikleri göçebe kültürünün anısını sürdürmenin bir aracı haline dönüştü. Yere bir labirent çiziyor ve bunu, köyünü kurmak, sonra onu ormandan ayırt etmek, Evren'in yapısına göre bir kopyasını çıkarmak, vahşeti ondan uzaklaştırmak ve yerleşiklerin düşmanı olan göçebeleri tuzağa düşürmek için kullanıyordu. Şehirlerin ilk surları saldırganların ilerlemesini geciktirmek için labirent biçiminde düzenlenmişti. Nitekim Kutsal Kitap'ta Ceriko şehrinin surlarının labirente benzeyen bir yapıda olduğu söyleniyordu. Aynı şekilde Homeros da Truva şehrini böyle anlatır. Sonraları şehirler büyüdükçe sokaklar da kendi çaplarında çok doğal labirentler oluştururlar. Öyle ki Homeros'a göre yüzden fazla şehrin bulunduğu Girit'te belki de bu sokaklar labirent düşüncesinin kaynağını oluşturuyorlardı. Baştan başa kıvrımlarla dolu, surlarla çevrili bu şehirlerle her yerde, özellikle Özbekistan'da, Ispanya'da, Arnavutluk'ta, Malezya'da veya Yemen'de karşılaşıyoruz. Bu bölgelerde yabancılardan korunmak için her türlü yöntemden faydalanılırdı. Örneğin kapılar, üstteki katlarda oturanlar tarafından binayı boydan boya geçen bir ipi çekerek ziyaretçiye açılırdı. Ilkçağlardan beri şehirler labirentlerin labirentiydi. Bir hedef için çıkmaz olan, bir diğeri için doğru yoldu. Bu düzenleme çok kısıtlı bir alanda sonsuz sayıda ağın yığılmasına, istiflenmesine imkan tanıyordu. ilk Çağ şe­ hirleri gibi Orta Çağ şehirleri de, isteyerek veya istemeyerek de olsa, boş ve dolunun, duvar ve yolun birbirine karıştığı labirentlerdi. Kuvvetlendirilmiş surlar adli sınır­ ları temsil ediyor; bir anayol, dışarıyı çan kulesine ve kiliseye bağlayarak temel etkinlikleri besliyor, bir noktada topluyordu. Ama surlarından çok planının karmaşıklığı 101 Jacques Attali U,binmti,ı 1Urilıi şehri 102 koruyordu: Mimar Francesco di Giorgio Martini "Sivil ve Askeri Mimarlık Üzerine Bir lnceleme" adlı kitabında "Bir müstahkem mevkiin kuvveti duvarları­ nın kalınlığından çok planının niteliğine bağlıdır" diyerek bunun öneminin altını çizer. George Lawrence Durrell "Justine"de bu olguyu "Şehir bir kafestir" diye tanımlayarak doğrular. .. Sokaklarda, halkın ilgi gösterdiği büyük bayramlarda, devlerin geçit yaptığı karnavallarda, kilisenin tören alayları açık havada bir kere daha tekrar edilir ve bu alaylar geçtikleri yerlere ve anayolların kıvrımlarına kutsal bir görünüm verir. Sokaklar insisiyelere kendi evlerinde rehberlik ederken yolunu şaşırmış, kendini kaybetmiş yabancıları da ortaya çıkarmalarına olanak verir. Her sokak bir sır gibidir, ama aynı zamanda bir karşılaşmanın umudunu da içinde barındırır. Prag, Paris'teki Saint-Louis ve Cite adalan, bazı Piemonte şehirlerinin merkezleri bu labirentlerin en güzelleri olarak kabul edilir. 32 Su labirenti Venedik, kuşkusuz bunlar arasında en zorlusudur. Lyon'daki oval Nantes avlusunun veya Troyes'daki "Mortier d'or" avlusunun çevresinde, Salzburg'da, Milano'da, Prag'da, daha yüzlerce örnek arasında, Lyon'da "traboule32"lardan, Italya'da "vicini"lerden, başka yerlerde ise kanallardan, evler, bloklar, semtler arasında gizlenmiş yarı­ özel geçitlerden oluşan gizli bir şehir ağı dallanıp budaklanıyor. Buralarda yolunu yitirip bulamamak yabancı olmak anlamına geliyor. Adresler ve şehir planlan Sonraları şehirler yavaş yavaş labirent kimliklerini kaybetmeye başladılar. Şeffaflık isteği şehir yetkililerini bir işaretleyici yöntemi kurmaya itti. Planlar ve plakalar so- Jacques Analı l.abirentüı 1brilıi kakları isimlendirdi, evleri numaralandırdı, hatta görkernlilerine bir de isim verildi. Okumayı bilenler için artık labirent diye bir şey kalmamıştı. Hemen ardından cahiller için "mutlak labirent", okumuşlar için ise "göreceli labirent" kavramından bahsetmek mümkün olmuştu. Rönesans'la beraber şehir planları çizilip satılmaya, şehrin gelecekteki yapısı önceden betimlenmeye başla­ mıştı. Nitekim meydanlar ve sokaklar inşa edilmeden önce kağıt üzerine çiziliyordu. Artık mimar inşa edici değil, bina kurulmadan önce taslaklarına bakılıp karar verilen bir sanatçıydı. Şeffaflığı, düzeni, sağlık ilkelerini, mülkiyetin korunmasını her geçen gün daha fazla gözeten. siyasi iktidar, dilencileri ve yabancıları, kısacası bilgiye sahip olmayanları kendi bölgesinden uzaklaştırdı.3 Haussmann' dan Le Corbusier'ye Sanayi Devrimi, labirentleri şehrin daha da dışına sürükledi. Sadece planları okumayı bilenler için değil, ayrıca okuma yazma bilmeyenler için de şehirler labirent havasından sıyrılmıştı. Bunun nedeni siyasi iktidarın, şehri insan eliyle düzenlemeye çalışması idi: Eski sokaklar yıkılıyor, dik açılı kavşaklar kuruluyor, dama tahtası gibi çok yalın bir plana göre dizilen binalar gittikçe daha da yüksek inşa ediliyordu. Kente enfarktüs geçirten trafiği ve barikatları engellemek için caddeler genişletiliyordu. Yoksullar şehirden uzaklaştırıldıktan sonra kıvrımlar yok edildi. Fransa'da baron Haussmann bu kentsel devrimin kuramcısı ve ustabaşısı idi. Artık ideal bir şehir, sokakların ve iç alanların birbirine dolaşması olarak kabul edilmiyor; atlı arabalar~, tramvayların ve sonra da otomobillerin yığınlar halinde işgal edeceği yollara açılan cep- 103 Jacques Attali Uıhirr.,ıUıı 7hrihi helerden ve ana caddelerden oluşan bir ağa dönüşmeye çalışıyordu. ,04 Özellikle yeni şehirlerin ortaya çıktığı yerlerde böylesi taslakları gerçekleştirmek kolaydı. Yeni keşfedilen bölgelerde, öncelikle Kuzey Arnerika'da sifırdan başlaya­ rak kurulan kentler kare kareydi. Washington, New York, Chicago ve Houston dünyadaki labirent karşıtı şehirlerin ilk örneklerini oluşturdular. Birleşik Arnerika'nın baş­ kentini düzenlemekle görevli Fransız mimarın bu konudaki söylemini aktarmamız gerekir: O, yeni demokratik iktidarın oluşturduğu kurumların bütün merkezlerini birbirlerine bağlayan, açık, düz, şeffaf yolları çizmeyi hayal ediyordu. 1930 yılında "Atina Yasası" şehirleri düzene koyma arzusunu daha da fazla kuramlaştırır ve hatta bu düşüncenin savunucularından Fransız mimar Le Corbusier şöyle yazar: "Dik açı meşrudur. .. ; ayrıca bir zorurıluluktur." Bir kentin düz bir doğrultu üzerinde kurulması ve üzerinde iletişim hatlarının bağlı olduğu, etrafında ışık yayılan bir ana cadde ile süslenmesi gerektiği­ ni açıklar. Bu düşünce ile Fransa'da Cergy, Brezilya'nın ortasın­ da Brasilia gibi yeni şehirler, vazgeçilmez banliyöler ve gösteriş merkezleri kuruldu. Bugün aynı tarzda yapılaş­ ma Arnerika'nın zengin semtlerinde ve Asya'da, Şang­ hay'daki Pudong bölgesinde devam ediyor. Geleceğin şehirleri Bununla birlikte, en yapay şehirler bile hiçbir zaman labirentten kurtulamadılar: Hayat düz çizgilerden yapıl­ mamıştı. Bir semtin gelişmesi hiçbir zaman bir planlamanın ürünü değil, çok sayıda oyuncunun 11 tasarladığı karmaşık bir gerçeğin sonucuydu ve bu kaçınılmaz olarak Jacques Attali J,tıbiı-,,ııtiıı nııihi labirentleri ortaya çıkarıyordu. Şimdilerde, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nin en zengin bölgelerinde yapay olarak eskitilmiş yeni semtler inşa etme noktasına bile gelindi. Tokyo bugün labirent şehirlerin en mükemmel örneğidir, çünkü bu şehirde işaret düzeni yoktur. Kavşaklar ve sokaklar isimsizdir, her bir parsel komşu parselle hiçbir ilgisi olmayan bir numara taşır. Şehir birbiri üstüne geçmiş semtlerden, merdivenlerden ve otoyollardan oluşur. Bu şehir, içinde yaşayanlar için bile bir labirenttir. Güney Kore'nin başkenti Seul de bu labirent şehirler­ den biridir. Sanki Asya kıtası böyle şehirl~r için biçilmiş bir kaftandır. Sanki kimse oralarda fazladan bir belleğe ve sadece yolunu sormak için bile olsa kibarlığa sahip olmadan hayatını sürdüremez gibi görünür. Bellek ve kibarlık: Büyük labirent şehirlerin sakinleri olacak göçebelerin hayatta kalma koşulları. Büyük şehirlerin çevresindeki kenar mahallelerde oturanlar, kendi semtlerinde sanki bir çıkmazdaymış gibi yaşarlar ve şehir merkezini yasak bir tapmak gibi görürler. Aralarında en güçsüz olup istemeden göçebe durumuna düşenler, içine girip sığınmak için, kullanılma­ yan eski metro istasyonlarında, şehri çevreleyen ana caddelerin altında, garların yakınlarında, kamuya açık bahçelerde, sağlıksız koşullardaki ev yığınlarında, inşaat alanlarında ve hatta kanalizasyonlarda kendi labirentlerini inşa ederler. Sonuçta, en zengininden en parasızma kadar herkes şehrin labirenti içinde, yabancıların baskınına, yoksulların saldırılarına, zenginlerin küstahlığına, büyük güçlerin bastırmasına karşı, hatta çok daha eski ve temel bir dürtünün etkisiyle, büyük doğal felaketlere ve tehlikelere 10s Jacques Attali Uıbinmti.n 11:ırihi 10& Jacques Attalı karşı kendine bir korunma, bir savunma alanı, küçük bir yuva arar. Yann şehir düzenlerinin bugünden çok daha fazla labirentleşeceğine emin olabiliriz. Gezegenimizin nüfusunun yarısı beş milyondan fazla insanın yaşadığı şehirler­ de oturacak ve her geçen gün genişlemesi daha da zorlaşacak mekanlara, daha da fazla insan istiflemek gerekecek.125 Dolayısıyla şehrin yeni bir boyuta ihtiyacı olacak. Bu durumda yerin altı ve üstü, üst üste gelen metrolarla, platformlarla, otoyollarla, ışık kaynaklarıyla, asma bahçelerle ve ayrıca içinde suyun, enerjinin, sıcağın ve soğuğun, sözlerin ve görüntülerin, paranın ve mesajların dolaştığı her türden ağla dolu, çok boyutlu bir düzene geçecek. Nükleer bir savaş olasılığına karşı daha şimdiden Çin'de onlarca şehir, yüzeydeki sokakların ismini taşıyan tünel ağlarıyla bulundukları bölgenin yüzölçümünü iki katına çıkardı.125 Vietnarn'da da savaştan kalma125, askeri amaçlarla kazılmış yer altı geçitleriyle, yüzlerce kilometre boyunca uzanan toplantı, yemek, dinlenme, tedavi odalarından oluşan bir ağ ile karşılaşıyoruz. Osaka'nın tıklım tıklım olan sokaklarının altında yer alan, iş yerleri ve çarşılardan oluşan üç katlı şehirler ise daha barışçıl amaçlarla kurulmuştur. 125 Tokyo'da, Shinjuku garının girişindeki üç boyutlu kare bir bahçe de bu geleceğin habercisidir. Montreal ve Toronto'da kar yağışı ve kış mevsiminin soğuğu şehir hayatını felç ettiğinde yer altındaki yollar, mağazalar, garlar ve restoranlar kapalı bir ortamda dilencilerden ve suçlardan uzak uygar bir hayata imkan tanırlar. Kuzeydeki kimi şehirler bu düşünceyle, içinde egzotik bir iklimin, astropik bir bitki örtüsünün, Polinezya göllerinin, sonsuz bir ilkbaharın tüm koşullarının yaratıl- Labirmtüı 1arilıi dığı, orta sınıfa dahil şehirlilerin hemen hemen sanala yakın bir çeşit göçebelik halinde gelip eğleneceği üç boyutlu labirentlere dönüşecek. Bu şehirlerde yolunu bulmayı bilenler orada erke, öncelikle iletişim erkine sahip olacaklar. 107 Jacques Attali [,abj,-p,ı/j,ı T,ı,-ihi İletmek İlk yazılar 1os Daha önce gördüğümüz gibi labirent ilk yazı biçimiydi ve sesleri kullanmadan anlatmanın yollarından biriydi. Mı­ sır'da dilin yapısı, kelimeleri ve nesneleri birbirine bağla­ mak için anlamları yakalayan bir file biçiminde gösteriliyordu.30 Yunanlılarda labirentler çokanlamlılığın, bolluğun ve de iletişimin tanrısı olan Hermes'in koruması altı­ na alınmıştı. O zamanlarda yaşamış her toplumda iletişim dolaylı ve dolambaçlı idi. Bu iletişim, içlerinden her birinin aynı hikayeyi kendince bir tarzda anlattığı aracılar gerektiriyordu. Papazlar, ozanlar, hikayeciler, şarkıcı­ lar, sözlü tarihçiler, peygamberler, Incil yazarları, hepsi dönüştürerek ve temsil ederek bu mesajların oluşturul­ masına katkıda bulunmuşlardır. Hiçbir şey söylentilerden ve ağızdan ağıza dolaşan sözlerden daha fazla labirente benzemez. Açıkça konuşmak Tüccar toplumların ortaya çıkmasıyla beraber iletişim ve karşılıklı ilişkilerde ideal durum düz çizgi ve şeffaflık oldu. Matbaa, neredeyse kimsenin ulaşamadığı bir metni yüksek sesle okuyan hikayeciyi ortadan kaldırdı. Kitaplar sayesinde bir yazarın eserine, eser değişime uğrama­ dan, doğrudan erişilebildi. Harf ve düşünce yan yana geldi ve belirsizliği, söz sanatlarının ürünlerini, doğaçlama­ yı kovup daha kısa ve açık yazmaya teşvik ettiler. Aynı Jacques Attalı /.tJbiınıliıı 1hrilti zamanlarda Protestan düşüncesi artık İncil ile inanan arasında bulunan aracı bir rahibin zorunlu olmadığını ileri sürüyordu. Hızın, en kısa yolun arayışı bir tutku haline gelmişti. Önce otomobiller, demiryolları, sonra uçaklar, hız, şeffaf­ lık, akla yatkınlık ıletişimin gelişmesinin temel taşları olacaktı. lletişimi kuran kişi, aracının arkasında kayboluyordu. Televizyon, mesajların iletiminde tüm aracıları ortadan kaldıran bu evrimin son aşamasıydı. Sulama kanalları Ama işte her zaman olduğu gibi yine labirentler geri geldi. lletişim kurmak sulamaya dönüştü ve en fazla sayı­ da şebekenin alanını işgal etmekle eş anlamlı oldu. Şaşı­ lacak bir paradoks: Göçebelerin yarattığı bu kavram yerleşik düzene geçmişlerin özelliği olan tarım için gerekli bile oldu. Tarımla ilgili bu benzetme yeni uygarlığın en iyi tarifini veriyor ve göçebelerin zamanı suladığını anla- 109 tıyor. Düz çizgi, elektriğin ortaya çıkmasıyla genel bir kural olmaktan çıkar. Çünkü elektrik için bir noktadan başka bir noktaya giden en kısa yol artık düz bir çizgi değildir. Böylece en dolambaçlı ağlar ekonomik olarak yeniden kabul edilebilir hale gelir. Sonra telefonun ortaya çıkışı iletişim kuranlar arasın­ da bir eşitlik ilişkisi yaratarak toplumsal düzeni alt üst etti. Herkes önceden, bu yeni tür labirentin içinde gideceği karmaşık yolu bir numarayı çevirerek belirler. Ama burada da düz çizgi genel kural değildir. Öyle ki cep telefonu, şehirde yaşayan göçebenin sahip olduğu Ariadne'nin görünmez ipi gibidir ve telesekreterlerin ve elektronik postaların sistemleri herkese, keyfıne göre "ulaşıJacques Attalı l.aMnmtiıı Tarihi labilir" veya "ulaşılamaz", kimileri için "orada", kimileri içinse "kayıp" olma imkanı tanır. İnternet'in labirentleri Yakın bir zamanda iletişimin temeli, labirent ile yeniden ilişki kuracak. Televizyon kanalları, taşıma sistemleri ve 110 Jacques Attah uzaktan kumanda edilen sayısız hizmet labirentlerden oluşacak. Otoyollar da artık düz bir çizgi halinde seyretmeyecek. Düz yollar, bir noktadan başka bir noktaya giderken seçenekleri arttıran ve araç yoğunluğunu bölüş­ türüp dağıtan dolambaçlı yollara göre aslında daha çok trafiğe ve sürüşte dalgınlığa neden oluyorlar. Günümüzün otoyolları labirentlerin, şeritlerin, kavşakların ve tek yönlü bağlantı yollarının üst üste gelmesiyle oluşan dolambaçlı sistemlerdir. Iletişim, temel olarak bireyleri, kütüphaneleri ve mahalleleri birbirleriyle ilişki içine sokmaktan ibaret olacak. Iletişimde labirentin yeniden kullanılmaya başlaması 1965 yılında hipermetin kavramının bulunmasıyla başla­ dı. Hipermetinler bilgisayar ekranları üzerinde bir metnin bir noktasından başka bir metnin diğer bir noktasına, metnin tamamını inceleme gereği olmaksızın geçmek için tasarlanmış bilgi işlem süreçleri idi. Böylece metinler arasında yolculuk etmek mümkün oluyor; yeni metinler eklenebiliyor, kesilip yapıştırılabiliyor ve geçişler arasında bağlantılar kurulabiliyordu. Hiperrnetin kavramı­ nın yaratıcısı Ted Nelson bu şekilde, mutlak bir kütüphanenin hayalini kuran Arjantinli yazar Jorge Luis Borges gibi, dünyadaki mevcut tüm metinleri birbirine bağlama­ nın düşünü kuruyordu.15 1969 yılında, sonraları adı Internet'e dönüşecek olan, bilgisayarları birbirlerine bağlamayı amaçlayan ve yanlış Labiıv>,ıl'in Tar·ihi bir şekilde bilginin "otoyol"u olarak adlandırılan bir iletişim sistemi doğar. Cerf ve Kahn adındaki iki Amerikalı mühendis TCP ile IP adı verilen ve bilgisayarları bağla­ mak için kurulmuş ilk şebekeye sınırsız sayıda "sokak" ve abone eklenmesine imkan tanıyan iletişim labirentlerinin yapısını ortaya koyar. 1980'de bu sistem toplumun kullanımına açılır. Gopher sistemi 1991 'de internet labirenti içinde, aralarında ilişki kurmayan yerleri birbirine bağlayan "tüneller"in yaratılmasına izin veriyordu. Aynı zamanlarda, açıkça bir örümcek ağını çağrıştıran "World Wide Web" ağı ortaya çıkıyordu. Artık burada söz konusu olan yan yana gelmiş düz çizgiler değildir. Tam tersine burada söz konusu olan dar sokakların ve çıkmazların oluşturduğu karışıklıklar, sonu çıkmazlarla biten ve bazen sonunda hiç beklenmeyen karşılaşmaların yaşandığı binlerce yoldur. Eski şehirlerdekine benzer bir durum bu. İnternet de yakında, gerçek anlamda bir mimarı olmayan bir Orta Çağ kentine benzeyecek. En yakındaki yerlere geziler düzenlemek yerine, orada burada yolculuk yapmamıza, başıboş dolaşıyormuş hayaline kapılmamıza ve elektronik sokak-labirentlerinin içinde gezinmemize yardımcı olacak. Ilerlemeyi tanımlamaya yardımcı olan en önemli benzetme düz çizgi olduğu için, yeni ortaya çıkan çoklu ortam ağlarını isimlendirmek zorunda olan tembel zihinlerde "otoyol" sözcüğü canlandı. Gerçekte internet, potansiyel olarak içerisinde sonsuz sayıda yön ve çatallanmış yol barındıran, "kütüphaneler"ine bağlı sınırsız kullanıcı­ sı olan bir bilgi labirentidir. Artık yolculuğun amacı sadece enerji ve zamandan tasarruf etmek değil, en çok sayı­ da bilgiyi olabildiğince açık bir ortamda üretip aktarmak ve yine bu bilgilere en kolay biçimde ulaşılmasını sağla- 111 Jacques Attali Labin•ııriıı Tu,-iJıi maktır. Orada 'yalın', en iyi olan değildir, 'en kısa' en doğ­ ru olan değildir. Zaten orada dolaşmak veya "sörf yapmak" için gerekli olan yazılımlar labirentlerin ortaya koyduklarına benzer türde problemleri çözmeyi amaçlamaktadır. 112 Jacques Attali Televizyon, bilgisayarla ve sanal görüntülerle hi,..met veren makinelerle birleştiğinde edilgen bir gösteri aracı olmaktan çıkacak. İnternet gelecekteki sanal göçebenin temel iletişim aracı olacak ve bu sayede o, dünyadaki tüm bilgisayarlara ve bPlleklere bağlanabilecek. Orada konuşacak, baştan çıkaracak, çalışacak, eğlenecek ve tüketecek. Herkes iletişim kurmak için gerçek veya sanal bir kimlik edinecek. Yalan söyleme ve şizofreni hastalık­ ları herkese açık bu karnavalda hoşgörüyle karşılanacak maskeler olacak. Her biri, iletişim kurmak istediği kişiyi seçmeden önce başkaları tarafından seçilebilecek. Ve sonra sıra öğrenmeye gelecek. Labiı'f'ıılüı 7h,-U,i Öğrenmek insanlık tarihinin çok büyük bir bölümünde, öğrenim ve inisiasyon birbirine karışmıştır. Doğal olarak öğretme, zorlu deneyimler, maskeler ve korkutmalarla dolu bir labirentin içinden geçiş olarak betimlenmişti. Girit'te, Hopi yerlilerinde, Bambaralar'da ve Seram adasında inisiasyon, iyi bir labirent eğitiminin onaylanması demekti. Öğ­ retmen ve papaz aynı kişiydi ve iman ile bilgi özdeşleşi­ yordu. lnisiye, artık bir yetişkin oluyor, böylece dua etme ve yaşama hakkını elde ediyordu. Daha sonra öğrenmek başka bir anlam taşımaya başladı ve bilgisizlikten bilgiye doğru giden düz ve şeffaf bir yolda, yıllar ve sınıflar arasında ilerleyerek, gizemlerinden arınmış bir bilginin toplanmasına dönüştü. Başarının ölçütü, eğitim alınan yılların sayısı idi. Mezun olma hakkı sınavlar ve yarışmalar sonucunda verilirdi. Bu eğitim sistemi yaşam boyu bir meslekte çalışma hakkı ve en azından toplum içinde ·sosyal bir konum sağlıyordu. En azından söylem buydu. Aslında gerçek bilgi karmaşık ve dolambaçlı bir labirentin yolları olarak kaldı. Öğrenmek için harcanan saatlerin sayısı onun ölçüsü değildi. Zaten bugün, diplomalar artık bir işin gara:ntisi olmaktan çıktı. Her şeyin geçici olduğu bir dünyada bilgi de tam kendisine ulaşıldığı anda kullanılmaz duruma gelebiliyor. Eğitim sistemi de yeniden labirentleşir. Artık üniversite kürsülerinde düz bir çizgi üzerinde ilerleme yoktur, aksine seçeneklerle, geçiş dersleriyle, sınıfta kalmalarla ve yeniden başlamalarla dolu karmaşık bir yol takip edilir. 113 JaCQU@S Attalı L.abiı"ffltiıı TuriJıi işler, burnunun diki doğrultusunda hızla ilerleyenlerden 114 Jacques Attali çok, bu yolları daha iyi anlayanlara ve yol almayı bilenlere gidecektir. Gelecekte başarının anahtarı durmaksızın dolaşıp durabilme, deneme yapabilme ve dayanabilme yeteneklerinde gizli olacaktır. Bu, her şey için bir defada bir diploma elde etmekten başka nitelikler gerektirecek. Durmaksızın yeniden öğrenmek ve kesinlikle içinden çıkıldı­ ğı zannedilen bir öğrenme sürecine yeniden başlamak zorunda kalınacak. Başarısızlığa değer vermek, bir çık­ mazdan, bir imkansızlıktan yarar sağlamak kaçınılmaz olacak. Geleceğin eğitimcisi sert bir öğretmenden çok dikkatli bir rehber olarak görünecek. Öğretim, kısmen uzaktan yapılacak. Öğrencinin bu durumda hareket etmeden bir yolculuk yapması, kütüphanelerin içinde yalnız başına gezinip durması ve yolda giderken bilgisayarından erişebileceği sanal labirentleri birbirine bağlayabilmesi gerekecek. Öğrenmek, mantıksal bilgileri üst üste yığmak yerine, denemelerden geçmeyi, kaybolmayı bilmeyi, her geçeni yakalayabilecek serbestlikte olmayı ve hatalarımıza karşı meraklı davranmayı gerektirecek. Öğrenmek her şey­ den önce bir yolculuk olacak. Öğrenmek, yolculuk yapmak ve eğlenmek arasındaki farklar belirsizleşecek. /,lJh-iı'nıti,ı nıri/Ji Eğlendirmek İlk hikayeler insan, ilk hikayenin dili olan labirent deseni yoluyla kendi kendisiyle konuşmaya başladı. Başkalarından öyküler dinlemek onun ilk eğlencesiydi, günlük hayattan ilk çıkı­ şıydı, ilk sanal göçebeliğiydi. Tüm efsaneler eğlenmenin bir başka biçimiydi; yani amaç ölümü düşünmemek veya onu uzakta tutmaktı. Bir kitabı açmak bir labirentin içine girmek gibiydi. Onu okumak ise labirenti geçmek dernekti. Büyük mitolojik hikayelerin tamamı aslında labirent geçişleri ile ilgili hikayele~e benzer bir biçimde yazılmıştır. 109 Bu hikayelerde bir giriş, bir yol, bir işaret noktası, engeller, çıkışı olmayan yollar, düş kırıklıkları, geri çekilmeler, vaat edilen topraklar ve hazinelerle karşılaşıyoruz. Zaman burada doğrusal bir yönde geçmez. ileri ve geriye doğru gidişler, olayları anımsamalar ve bazen de onları tekrar etmeler hikayenin içinde aralıksız bir biçimde devam eder. Hikayenin kahramanı, rastlantı ve bilgisizlik, istek ve ödül arasında ilerleyerek yol alır. içinden çıkılamaz çelişkilerin içine düşer, açıklanamaz olaylarla yüz yüze gelir, alt edilemeyen direnişlerle karşılaşır. Böylesi bir hikayenin okuyucusu, kendisini labirente yukarıdan bakıp inceleyebilen bir kişinin durumunda bulur. Labirentin tamamını görüp seyre dalabilir, gözleriyle içinde yol alabilir ve hatta yolculuğa sonundan başlayabilir. Daha· da iyisi labirenti içeriden takip edebilir, bilinmeyene meydan okuyabilir, sanki bir yolun köşesini dö- 11s Jacques Attali Labirrıııiu Thrilıi nüyormuş gibi, sanki labirentin çatallanan yolları arasın­ 11& Jacques Attalı da ilerliyormuş gibi sayfaları çevirir. En görkemli hikayeler okuyucunun dışarıya kaçıp kurtulamadığı, içinde kalıp çıkamadığı, tüm dolambaçlı yolları izlemek zorunda kaldığı, kaybolduğu halde yolun sonuna ulaştığına inandığı, kazasız belasız hedefe ulaşmak üzere iken kaybolmuş olmaktan korktuğu hikayelerdir. Sayısız hikaye, ana izlek olarak, açıkça veya üstü kapalı biçimde, bir tür labirentler formu kullanır. Bu türdeki ilk hikayeler arasında Gılgamış Destanı, Bhagavadgita ile Odysseus'un "kovalanan gezgin" olarak nitelendirildiği, savaş hilesi olan insan yapımı, içi boş Truva Atı sayesinde işgal edilen labirent biçimindeki Truva şehri­ nin anlatıldığı Odysseia sayılabilir. (Çok garip bir biçimde "truva" kelimesi, çok daha sonra arena ve dans pisti anlamlarına gelen eşsesli, eski bir Latin kelimesinden hareketle labirent anlamını kazanarak yeniden ortaya çı­ kacaktı). Altı yüzyıl sonra bile Vergilius'un Aeneis'i bir labirent hikayesidir. Girit'ten Cumae'ye kadar bir labirentten başka bir labirente dolaşıp duran ve soyut labirentlerden yakasını sıyırabilmeyi başaran Aineias evine döndüğünçie de bir labirent görür.109 Orta Çağ'da edebiyat sık sık labirentleri romansı anlatımın modeli olarak kullanır. Örneğin Dante "mezzo del camin di nostra vita ... " (hayat yolunun tam ortasın­ da karanlık bir ormanın içinde buluyorum kendimi, çünkü önümde giden yol kayboldu gitti. .. ) diye başlayan ilahi Komedya, kılavuzluğu Beatrice tarafından yapılan bir labirent geçişini anlatır.109 On üçüncü yüzyılın, yazarı bilinmeyen metni "Kutsal Kase'yi Arayış" dünyanın içinden geçişi bir çeşit ahlaki labirent olarak anlatır. 109 Geoffrey Chaucer'in Canterbury Öyküleri yolculuk, arama J,ahinmthı 1'ıırihi ve kaçış ihtiyaçlarını inceleyen ilk romansı yapıttır. 27 Saray edebiyatındaki baştan çıkarma hikayeleri genellikle karşılaşma umuduyla, kaybolmanın verdiği bir zevkle ve başarının coşkusuyla benzerlikler kurarak bir aşk labirentinden geçişi taklit eder. Fransız şair Ronsard'ın yazdığı gibi: "Ve tuttuğunuz kalbimi çıkarıp alınız/ Karmaşık yollarınızın labirentinde ... " Düz çizgide eğlendirmek Kuşkusuz belirli bir zaman süresince düz çizgi kendi kurallarını eğlenceye de kabul ettirdi. Özellikle tiyatroda mekan, zaman ve eylemin bütünleşmesi ile, sözdiziminde Fransız şair Malherbe ile ve düzgün söyleyişte yine Fransız bir şair ve edebiyat eleştirmeni olan Boileau ile kendisini gösterdi. Ancak bu okulların nitelikleri tamamen Fransa'ya özgüydü ve aynı devirde diğer ülkelerde barok ve romantizm akımları daha etkiliydi. Hatta bu iki akım aynı ülkede, aynı sanat dalında o devrin sanatçıları arasında yan yana boy gösteriyordu. 117 Romanlar ve öyküler Benzer bir şekilde ilk modern romanların yapısı da labirentlere benzer. Romanlar yine "kovalananın yolculuğu"nu anlatır. Don Quijote kuşkusuz bir labirent-romandır. Sonraları Doktor Faustus, David Copperfield, Sefiller, Monte Kristo Kontu, Seksen Günde Devri Alem gibi romanlar gelir. Aynı şekilde, diğerleri ile karşılaştırıl­ dığında belki de en önemli roman olan Melville'in Moby Dick adlı yapıtında labirent efsanesinin benzer tüm öğe­ leri kullanılmıştır. Alice Harikalar Diyarında'nın öyküsünde ise labirentin özellikle yetişkinliğe geçme ve yeniden dirilme aracı olduğunu görürüz. Franz Kafka Şato'da Jacques Attalı l.abirnıfi,ı nırilıi 11 s Jacques Attali Prag şehrini "bizi bırakmayacak" bir labirent olarak tanımlar. Edwin Muir ve Borges'in labirentleri 15 korku mekanları gibidir. Joyce'un Ulysses adlı eserinde76 Stephen Dedalus, Dublin labirentinde kaybolur. Ayrıca, diğer tüm roman kalıplarından farklı olarak polisiye romanların kurgusu labirent biçiminde düzenlenir. Soruşturmayı yapan, merkezde gizlenmiş suçluyu gün ışığına çıkarmak için ona doğru yavaş yavaş ilerler. Çocuklar için yazılmış masalların önemli bir bölümü de eski zamanların içinden çıkıp gelen labirent örgüsüne sahiptir. Örneğin Parmak Çocuk masalı bu türün tüm bileşenlerini bünyesinde toplar: Orman, canavar, hile, dönüş yolunu bulabilmek için küçük çakıl taşlarından oluşan bir "ip" ve labirentin üzerinde bir uçuş. Diğer masallar arasında, Pamuk Prenses ve Küçük Denizkızı hakkında da aynı şeyleri söylememiz mümkün. Günümüzde labirent kavramının kullanıldığı eğlenceler yeniden her yerde ortaya çıktılar ve labirente ilk işle­ vini, yani ölüme bir anlam yükleme işlevini geri verdiler. Cennetleri olmayan toplumlarda yeniden dirilmeyi beklemek yanıltıcı olduğundan son yolculuğu unutturmak için eğlencelerden faydalanılır. Sonsuzluğa doğru bir kapı açamadığı için labirentler insanları eğlendirmek zorundadır. Modern sanatın içinde, özellikle günümüzün mağaralarını temsil eden "karanlık salonlar"ın sanatı sinemanın başarısında· labirentlerin elde ettiği konumun nedeni işte budur. 107 Altına Hücum'dan Metropolis'e, Yurttaş Kane'den, En Tehlikeli Oyun'a, Şangaylı Kadın'dan Ressamın Kontratı'na, Satyricon'dan Shining'e kadar pek çok filmde sinema sanatının yapılan­ dırdığı labirent kalıpları görülür. Labirmıtin TariJıi Eğlencenin sanal yolculukları Eğlenmek, sanal olarak yolculuk yapmaktır, yol ayrımla­ rıyla, çıkmazlarla ve tuzaklarla dolu bir labirenti geçen ve yolculuk yapan bir başkası olmayı kabul etmektir. Eğ­ lenmek, kendisine yabancılaşmak, maske takmak ve bir başkası olmaktır. işte Marksizmin temelinde yatan bu modası geçmiş yabancılaşma düşüncesi, kendini aşma­ nın, gerçekleşmesi imkansız fikirlerin, yeni yaşam tarzı­ nın anahtarı konumuna yükselmiştir. Şimdiden, yarının eğlencelerinin daha da fazla labirent özelliklerine sahip olacağını görüyoruz. Dolambaçlı bir gösteri sırasında sıradan bir seyirci olmak yerine, farklı yol ayrımları arasında seçim yapılabilecek. Yemek yapma sanatı ve erotizm de dahil olmak üzere zevk ve eğlenceye dair tüm davranışlar bu labirentleri anlatacak. Artık bir amaç uğruna dümdüz gidilmeyecek, aksine ertelemeler yapılacak, eğlencenin tadına varılacak, vazgeçilecek, geri çekilinecek, çevresinden dolaşılacak, geriye dönülecek, ustalığın, özenin ve ince düşüncenin verdiği zevkler içinde kaybolunacak. Önce istenmeyecek ama sonra bu tüketilecek. Bu yeni eğlencelerin izleyicisi, kimi zaman hayatın gerçek oyunlarında, kimi zaman da katedralin zeminindeki labirentin karşıladığı işlevi yeniden sunan sanal yolculukların içinde kendisini tanıyacağı sanal yolları seçecek. 119 Jacques Attali l.ahirr,ıl"iır Tarihi Kendini bilmek 120 Jacques Attalı Deli ve bilge "Neredesin?". Tanrı'nın Adem'e sorduğu ne garip bir soru! Her şeyi bilen Tanrı, onun nerede olduğunu bilmiyor mu? Yoksa bu soruyu sadece insanı, labirentlere geri dönerken kendi kimliğini aramaya, kendi içinde araştırma yapmaya ve kendini bulmaya götürmek için mi soruyor? insanın kendini tanıması binlerce yıl boyunca labirentler yoluyla oldu. Bu normal olmanın şartıydı, labirentleri tanımayan kendi grubuna yabancı oluyordu, yetişkin kabul edilmiyordu ve dışlanıyordu. Kabilesi tarafından kabul edilmek için insanların dolambaçlı yollarda ilerlemeyi bilmesi gerekiyordu. Rönesans'tan on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar ahlaki doğruluk akıl sağlığının bir ölçütüydü, şeffaflık ise kentsel değerlerin bir koşuluydu. insanı hayvandan ayı­ ran şey onun kendi kendine düz yürüyebilmesini sağla­ yan manevi yeteneğiydi. Bu düzende labirentin yeri yoktu. O sadece aykırılığın ve deliliğin simgesiydi. Bilge düz yürüyendi. Deli ise kayıp düşen, kaçan, raylardan, doğru yoldan çıkandı. Sonra, insana kendi karanlık tarafıyla yüzleşebilmeyi, bilinçaltının mağaralarının içine girmeyi ve kendisinin de bir labirent olduğunu kabul etmeyi öğreten psikanaliz bilimi ortaya çıktı. Bununla beraber bu düşüncenin psikanalizin ilk bilginlerinin aklına gelmediği görünüyor. Freud, efsanele- J,ııbiırnthı Trnihi rin cinsel anlamını açıklamak istediğinde, bu konudan sadece neredeyse bir fıkra gibi bahseder. "örneğin Labirent'in hikayesinin anal doğumun bir betimlemesi ortaya çıkar. Dolambaçlı yollar bağırsakla, Ariadne'nin ipi göbek bağıyla özdeşleşir. 55" Oysa, labiolduğu rentlerin gerçekte onun bütün düşünce sisteminin temelini oluşturup anlaşılır kıldığı çok açıktır. Fransız psikiyatr ve psikanalist Lacan'ın görüşlerini açıklayabilmek için bilinçaltının labirent yapısından faydalanılır. Dolambaçlı bir yol olarak kadınlık Önce Sigmund Freud'un başını çektiği akımın ilgi alanı cinsellikle başlayalım. Düz çizgi erkekliği, yolculuğun simgesi labirent ise doğum ve rahmi çağrıştınr. Eğer çocuk, rahimde geçirdiği dokuz ayın anılarını saklayabilseydi, bu anne karnındaki labirentin anıları olurdu. Yarık, mağara, in sözcükleri düzdeğişmece örnekleri olduğu gibi aynı zamanda anne simgesi, kadınlık ve doğur­ ganlık imgesidir. Labirenti geçmek kadın cinsel organlarını geçmek gibidir. içine girmek, sokmak, içinden geçmek gibi cinsellikle ilgili yaygın kullanılan sözcükler de bunun doğal bir sonucu olarak labirentlerle ilgili sözcüklere çok yakındır. Hopi yerlilerine göre kareyi eğri şekil­ leriyle çevreleyen dairesel bir labirent, anneyi simgeler. Bazı toplumlarda labirent öylesine belirgin bir cinsel imge durumundadır ki ahlak dışı bir boyut kazanır. Hatta bazen bu imge bir çeşit ensest ilişki özlemini ifade eder. Labirent ve cinsellik arasındaki bu ilişki evrenseldir. Mısır'da tanrıça lsis, insana içinde tanrı Osiris'in bulunduğu bir labirentin merkezine kadar rehberlik eder. Finlandiya ve Isveç'te labirentler "bakirelerin dansları"dır. Girit'te Lineer B yazısı ile yazılmış Da-pu-ri-ti-jo keli- 121 Jacques Attali Labin'1"ıtiıı 1Urihi 122 mesi yerin altından gelen dişi tanrısallık Potnia ile ilişki­ lendirilir. Gilbert Lascault çok güzel bir biçimde Ariadne'nin kendisinin de labirent olduğunu ve cinsel organı­ nın Theseus'un yolunu şaşırdığı yerdeki giriş olduğunu yazar. "Sevilen her beden, seni büyüleyen ve yolunu şaşırtan, her zaman neyi çevrelediğini, neyi uyardı­ ğını bilemeyen sevginin duyarlılığını arttırdığı eğri ve kıvrımlardan oluşan bir labirent haline dönüşebi­ lir. 84 " Sayısız efsanede labirentin merkezinde bir boğa­ nın değil, daha çok bir kadının fethedilmesi gerekmektedir. Yunan mitolojisinde kadınlık, efsanelerin temel direklerinden biridir. Örneğin Theseus, Ariadne'nin kendisine olan aşkı olmadan labirentten çıkamazdı. O labirentin ödülüydü, bekaretini aldıktan sonra kendisini Naksos adasında terk eden adamın oyuncağıydı. Olayların akışı onu Ariadne'nin cinsel organının içine sokmuştu. 'Kadın erkeğin bilinçaltı mı' diye sorgulayan mitoloji bu soruya, 'evet, ona meydan okumak, onu etkisiz hale getirmek gerekiyor' diye cevap verir. Cinsellik başka binlerce labirent yolculuğunun da ödülüdür: Theseus'un arayışı bir kadın yüzünden oldu, tıpkı Orpheus'un oradan oraya dolaşması gibi. llyada destanını ise, bir kadının, bir labirent kalenin içindeki Helena'nın yeniden elde edilmesi olarak özetleyebiliriz. Vanuatu'daki Malakula adasında, Maluku takımadaları­ nın üyesi Seram adasının efsanelerinde, Avustralya'nın Aborijinlerinde, bir örümcek-kadının yer altı labirentinden çıkmaları için kılavuzluk ettiği Hopi yerlilerinde de durum böyledir. Cinsiyetin peşine düşmek Yahudi-Hıristiyan kültürünün cinsiyete ait suçluluk duyJacques Attah Lrıbimııtiıı Trırilıi gusu düz çizgi tarafından temsil edilen erkekliğin zaferini onayladığı günden itibaren, labirentler artık sadece lanetli bir şehvet düşkünlüğü ve bir kenarda tutulan kadın benzetmesi olarak kalmıştır. Bu düşünce Petrarca, Dante ve Boccaccio tarafından da kabul görmüştür. 109 Aşk oyunlarından bahseden Orta Çağ edebiyatından sonra, on altıncı yüzyılın sevgiyi anlatan düzyazı akımının üyelerinden Beroald de Verville kadının cinsel organını "cinsel isteklerin değerli labirenti" olarak tanımlarken sonraları Voltaire "lwş bir labirent"ten bahsedecek, Willert de Grecourt ise "bu güzel labirentı 09 " diyecektir. Düşler ve hayaller Günümüzde labirentler, psikanaliz biliminin tüm söylemlerine gönderme yapmaya devam ediyor. Nitekim temellerinde çok açık bir şekilde labirent özellikleri bulunan rüyaları önce Freud açıkladı. Thomas Stearns Eliot ise bir psikiyatra şunları söyletmiştir: "Bu macera sadece 123 efsane ve imge deyimleri ile anlatılabilir. Onun hakkında konuşulduğunda karanlıktan, labirentten, Minotauros 'lardan, korkudan konuşulur." Sonra Büyük Britanyalı psikiyatr Laing, bireyler arası ilişkilerdeki yanlış anlamaları "düğüm, arapsaçı, çıkmaz, ayrılma ve kısır döngü 83 " olarak tanımlar. Lacan bilinçaltının "Bor- romeo düğümleri"nden bahseder. Özellikle Jung'a göre77 ortak bilinçaltının içinde yerleşik duran labirent ef- sanesi psikanalizin en temel örneği olup rüyalarda görünür. Jung, labirentin, bir kadın büyücü veya bir kuleye hapsedilmiş bir prenses tarafından temsil edilen dişi "anima" ile, onu gelip kötülükten kurtaran koruyucu erkek animus'u birbirine bağladığını ileri sürer. Labirent animus'un anima'ya kavuşmasına, kendi içindeki labiJacques Attah LabiTP11liıı 7hrihi renti araştırmasına, çıkmazları ve dolambaçlı yolları tanı­ masına, kendi bilinçaltının gizlendiği yeri keşfetmesine imkan verir. Kendisinin de bir labirent olduğunu bilmek, herkesin kendi etnik, estetik, psikolojik ve cinsel maskesini taktı­ ğı bir karnavalda çeşitli özelliklere sahip olduğunu kabul etmek... lşte labirente girmenin ve bilgeliğin yollarında ilerlemenin şartı, giriş şifresi budur. 124 Jacques Attali J,abfreııtüı 1hrihi Yol almak Bir yolcu için tavsiyeler Acemi ve cahil olan, kapının önünde karanlık girişe bakarken, yalnızca tuzaklarla dolu, çıkışı olmayan bir tünel görür. Eğer vazgeçip geri dönerse hayatın kapıları yüzüne kapanır. !çeri girerse; şaşkınlığını, hayallerini, ve korkusunu yenebilirse; kendi içinde düğümler yaratmazsa; bugünlerde pek önem verilmeyen yeteneklerinden faydalanmayı kabul ederse hayallerin ona öğrettiğini, korkunun onu kuvvetlendirdiğini, hataların onu büyüttüğü­ nü, şaşkınlığın onu değiştirdiğini keşfedecek .. Bir defa bilgiyi elde ettiğinde, geriye bile dönebilecek, daha uzağa gidebilmek için yoluna yeniden başlayabilecek, hatta başkalarına onun içinden nasıl geçilebileceğini öğretecek ve böylece labirentin efendisi olacak. Bunu yapabilmek için onun, sanayileşmiş toplumun çokça övdüğü nitelikleri, hızı, aklı, mantığı, şeffaflığı bir kenara bırakması ve labirentleri keşfe çıkanların özelliklerini; sabrı, ağır hareket edebilmeyi, kötülük eğilimini, merakı, kurnazlığı, esnekliği, doğaçlamayı ve kendisine hakim olmayı, Ilk Çağ insanlarının göçebe köklerini ve erdemlerini unutmamaları sayesinde bu zamana kadar yaşayabildikleri gerçeğini çocuklarına hatırlatmak amacıyla ayin ve danslar ile onlara aşıladıkları nitelikleri yeniden bulması gerekecek. Geleceğin sayısız labirentinin içinden geçmeye davet edilen yarının yolcularına şimdi burada bazı tavsiyelerde 12s bulunacağım. Jacques Attalı IAıtıin•,ı/i,ı '/iırilıi 126 Göçebe hayatı yaşamak Fiziksel olarak bu dolambaçlı yolların ne olduğunu anlamak için modern labirentin girişinin önünde, önce ilk Çağ göçebelerinin anlayışına kendimizi bırakıp teslim etmemiz yerinde olur. Görünüşte karanlık olan bu macera, yapıcı bir ilerlemeye dönüşür, bu geçişi bir özgürlüğe kavuşuyormuş gibi yaşatır, ona bir anlam verir, onu yaratı­ cı kılar. Kabile halinde seyahat etmenin şartlarını yeniden bulmayı öğrenmek, göçebe gerçeklerine dönmek ve onların dört temel özelliğini yeniden keşfetmek. gerekecektir. ilk olarak göçebenin hafif kalması gerektiğini hatırla­ malıyız. Yolculukları sırasında onu engelleyecek maddi zenginlikleri değil, sadece fikirleri, deneyimleri, bilgileri ve ilişkileri üzerinde biriktirebilir. Onun kimliği, korunması gereken bir bölge ile değil, yanında taşıdığı bir kültürle, bir düşünce sistemiyle, bir tanrıyla veya çadırları toplayıp çekip gitmesi gerekse bile savunmak zorunda olduğu bir kabile ile tanımlanır. Gerçek göçebe hiçbir zaman bir toprağı savunurken ölmez, ama bu toprağı terk etme hakkını korumak için ölebilir. ikinci SJrada göçebenin konuksever, nazik, başkaları­ na karşı açık, hediye verirken dikkatli olması gerektiğini hatırlamalıyız. Çünkü kendi hayatını sürdürebilmesi, davranışları karşılığında gördüğü misafirperverliğe bağlı­ dır. Eğer göçebe, arkasında hoş bir izlenim bırakmazsa, en son geçişinde her şeyi yakıp yıkmışsa kuyulara ulaş­ ması yasaklanacaktır. Pek çok efsanede anlatılanın aksine kimse göçebeden daha fazla medeni değildir. Mitoloji bize bunu gösteriyor: Misafirperverliğin kurallarına aykı­ rı davranarak Minos'un oğlu Andregeos'u katlettikleri için gökyüzünün laneti Atinalıların üzerine çöktü. Ayrıca Jacques Attali J,abiınıtin 1'ıııihi Minos da Daidalos'a ev sahipliği yapan Sicilya kralı Cocalos'a savaş açtığı için öldü. Üçüncü sırada, göçebenin pusuda beklemek zorunda olduğunu hatırlamalıyız. Onun kamp kurduğu yer savunmasızdır; ne bir surla çevrilidir ne de çevresinde tuzaklar vardır. Her ne kadar çadırını kurmak için açık bir alan seçse de, kendisini konuksever olarak gösterse de düş­ man her zaman, her yerden ansızın çıkıp gelebilir. lşte bu yüzden göçebe, her an çadırlarını kaldırıp bölgesini terk etmeye veya çölden, ormandan gelen düşmanla karşılaşmaya hazır olmalıdır. Dördüncü ve son olarak göçebe diğerleriyle dayanış­ ma içinde olmalıdır. Göçebenin beraberce yolculuk yaptığı, yükleri ve umutları paylaştığı başkalarına ihtiyacı vardır. Gözetleme olmaksızın göçebe hayatı olmaz. Sıra­ sıyla nöbet tutmadan, yani dayanışma olmadan da gözetleme olmaz. Hafif, nazik, her an hazır, dayanışmacı: lşte göçebenin en önemli nitelikleri. Labirentin yolcusu önce bu nitelikleriyle onun karşısına geçmek zorunda kalacaktır. 121 .Karşısına geçmek Kapının karşısına geçilse bile yine de içeriye girmek için cesarete sahip olmak gerekir. Labirentler, düz bir çizgi boyunca ilerleyen büyük caddelere alışık olan bugünün insanını korkuttuğu için içeri girmek büyük bir cesaret ister. Önlerinde yalnızca bir dönemeç veya çok büyük ve karanlık bir yarık gördüklerinde ilerlemeyi istemezler. Bir defa içeriye girdikten sonra yollarını şaşırıp çaresiz kalacaklarını bilirler. Yanına yaklaşan herkesi yuttuğunu öğrendiler. Minos orada karısını, bir oğlunu ve bir kızını, Daidalos oğlunu, Ariadne aşkını, Theseus oğlunu ayJacques Attali Labin.-ntin TiıriJıi 12s Jacques Attalı betti. Seram ve Malakula adalarında, Afrika'da, Amerika'da, Avustralya'da tüm destanlar, tüm mitolojik efsaneler onun içine girildiğinde kaybolup ölüneceğini, sadece boşlukla veya yılanın zehri ile karşılaşılacağını anlatır. Orada, yerleşik düşüncelere karşı çıkma cesaretini gösterenleri bile geri çekilmeye iten bir şey var. Neden yerleşik düzenin rahatlığından çıkılsın? Neden bu dolambaçlı yollara girilsin? "Sağduyu" ile yetinenler bir adım daha atmak istemeyeceklerdir çünkü onların amacı güvenlikte olmaktır. Onların istediği "haklar"dır. Onlar belirsizlikleri ve seçenekleri istemezler. Eğer onların üzerine çok gidilirse, en sonunda seçmek zorunda kalacakları bir noktaya gelmemek için özgürlüklerini yardı­ ma çağırırlar. Bazıları çevresinden dolaşmayı deneyecektir. Ama hayat öylesine tasarlanmıştır ki, onun içinden geçip yol almayı reddetmek mümkün değildir. Tabii yaşamayı reddederek, en kısa yolu seçip intihar etmedikçe. Başkaları, Descartes'ın tavsiye ettiği gibi kuvvet kullanıp kendilerine bir yol açarak hayatı düz çizgi doğrul­ tusunda geçmeyi deneyeceklerdir. Genellikle başarısızlı­ ğa uğrayacaklardır: Düz yol gerçekle beraber yaşamak isteyenler için kapalıdır. Kendi labirentinden kaçmak için uçan Daidalos başaramaz. Gordion'un düğümünü kesip atarak Asya'da sadece geçici bir zafer kazanan Büyük Iskender de başarılı olamaz. Planını bilmeden bir şehrin içinden geçme, önceden kazanılanları iyice ölçüp biçmeden bir bilgiyi kullanma, gelenek ve görenek labirentlerini tanımadan bir ülkeyi yönetme girişimlerinin tamamı başarısızlığa mahkumdur. Kimileri de labirentin içine girmeyi kabul eder ve so~ korkup geriye döner. Cezalandırılmaları korkunç ' /,ıılıirnıliıı Tarihi olur. Örneğin Orpheus sevgilisini kurtarabilmek için Ölüler Ülkesi'nin labirentine meydan okur, ilk çıkmazların üstesinden gelir ve aşağıya iner. Ama dönüşte geriye bakar, sevdiği her şeyi kaybeder ve parçalanarak öldürülür. Sonuç olarak bazıları da bir kere labirentin içine girdi mi, artık dışarı çıkmaya çalışmadan, dışarıdaki tehlikelerle karşılaşmaktansa ömür boyu hapishanede kalmayı kabul ederek sonsuza dek labirentin dolambaçlı yolları­ nın içinde yaşamaya boyun eğerler. Tam tersine, tek uygun davranış biçimi labirentin içine girmek, ona karşı durmak, o andaki durumu ne olursa olsun göçebe dünyasına meydan okumak, yerleşik düzenin silahlarım unutmak, labirenti bir problem gibi değil bir çözüm gibi görmektir. Ve bunun için ilerlemek ve kaybolmayı istemek gerekir. Kaybolmak 129 Odysseus kaybolduğunda eşine olan aşkının farkına varmıştı, Kristof Kolomb kaybolduğunda Arnerika'yı keşfetmişti, Newton kaybolduğunda yerçekimini kavramıştı, Yahudi halkı çölde yolunu şaşırmışken kanunlarına kavuştu, Kelt bilgeliği de bu konuyu şöyle açıklamaktadır: "Bazı yolculuklarda, yo/cular yollarını kaybettikleri zaman kürekleri gemiye alırlar, artık hiçbir yere gitmedikleri zaman muhteşem adalara ulaşırlar. 30 " Sanayileşmiş toplumlarda kaybolmak, kaybetmek de- mektir. Zamandan ve paradan kaybetmek demektir. Günümüzün modern toplumları yolunu şaşırmayı bir başa­ rısızlık, hatta bir delilik olarak görmektedir. Onlara göre her zaman düz bir doğrultuda yürümelidir, nereye gidildiği bilinmelidir, kaybolunduğu hiçbir zaman kabul edilmemelidir. Jacques Attalı f.abfrmlitı Turilti 130 Jacques Attali Ama buraya kadar bahsettiğim tüm labirentler başka bir davranış biçimi gerektirir. !çeriye girerken, yönünü kaybetmeyi, zaman ve mekanın dışında yaşamayı, sersemleme duygusunu, baş dönmesini, önceden süreyi ve yolu bilmemeyi, merkeze çok yaklaşmış olmayı umarken aslında uzaklaşmakta olabileceğini kabul etmek gerekir. Bazı diller bu kavramları iyi anlamışlar ve labirent anlamını veren sözcük ile yolunu şaşırma tanımını veren sözcüğü birbiri ile ilişkilendirmişlerdir. Örneğin Almanca'da her ne kadar labyrinth sözcüğü bulunsa da, özellikle başıboş dolaşmak anlamındaki irren fülinden gelen irrıveg ve irrgaten sözcükleri kullanılır. Bu fiil aynı zamanda sanki hatanın koruyucu bir özelliği varmış gibi, koruyan anlamına da gelir. İngilizce'de labirent anlamına gelen maze sözcüğü de yolunu şaşırma anlamına gönderme yapar. Çince'de labirent Mi ve kung sözcüklerinin ilişkilendirilmesiyle oluşturulmuştur. Ilk sözcük yolunu şaşırmak, kaybolmak, kafası karışmak, heyecanlanmak, büyülenmek, mutlu olmak, çılgınca sevmek ve tutkunun esiri olmak anlamlarına gönderme yaparken ikinci sözcük tapınağa, saraya ve rahme gönderme yapar. Gerçekte, kaybolmak hiçbir zaman bir başarısızlık değildir. Geri çekilmek, beklenilmeyen bir yere gitmek, kendini bulmak için bir fırsattır. - Kaybolmayı istemek, hatta bundan zevk almak bile gerekir. Bir geçiş bir kavgaya değil, meraklı bir bekleyişe dönüştürülmelidir. Bu yolda kaybolmuş olmaktan, yalnızlıktan korkulmaz; bilinmeyenin korkusu bastırılır, düşmanın belki de bir sonraki dönemeçte pusuya yatmış olmasına rağmen görmeden ilerlemeye itiraz edilmez. Bilimde, aranmayan hiçbir şey bulunamaz, yolu kaybetmeden hiçbir şey keşfedile­ mez. Sanatta, kaybolmak yaratıcılığın koşuludur. Başarı- l..abire1tli11 1'arihi sızlıklar olmadan, öğrenme süreci içinde hiçbir şey öğre­ nilmez. Kaybolmayı sevmek, merak gibi özel bir niteliğe sahip olmayı gerektirir. Merak, kaybolmuşluğun içinde öğren­ meye, bilinmeyenin içinde keşfetmeye, bilgisizlik içinde bulmaya fırsat tanır. Merak, başkaları ile ilgilenmektir, onlara kendi yolunu birden kabul ettirmeye çalışmamak­ tır, tüm farklılıkları sezinleyecek şekilde pusuda beklemektir, karşılaştığı yabancının özgünlüğünü anlamak için onun yerine kendisini koymaktır. Merak, göçebenin hayati bir niteliği ve geleceğin yolcusunun temel özelliğidir. Birçok bilgisayar oyunu bu gerekliliğe uygun olarak bizleri oldukça iyi eğitir. Ben onlarda, öylece oturup televizyonu seyretmekten çok daha fazla eğitici olan bir çalışma bile görüyorum. Böylesine bir teknolojinin, yarı­ nın yetişkinleri için sağladığı tüm öğretici özelliklerinin tam zamanında ortaya çıkması ilginç bir rastlantı. Bir şehirde kaybolarak istediğimizi buluruz. Örneğin Fransız yazar Rabelais "labyrinthe" sözcüğünden türettiği "Labyrinther" fiilini kullanır. Ayrıca Lyon'da birbirine geçmiş sokakları tanımlamak için kullanılan "traboule" sözcüğünden türetilmiş "trabouler32 " fiili, sokaklar arasında öylesine dolaşmak anlamını vermek için söylenir. Bu bir çeşit kendi isteğiyle kaybolmaktır. lnternette kaybolarak bilmek zorunluluğunda olma- 131 dığımıza inandığımız şeyleri öğreniriz. Kendi içimizde kaybolarak belki bir gün ne olduğu­ muzu kabul ederiz. Ne olduğumuzu kabul etmek Günümüzün insanı yalnızlığın ihtişamını unuttu. Modern toplum, insanı ailesel, ekonomik, sosyal, düşünsel Jacques Attali Labiı-nıriıı nırilıi 132 Jacques Attah ve dinsel diye adlandırdığımız yapısal ağlarla kuşatmış­ tır. Her şey onun, yalnız olmayı sevmemesi ve yalnızlık içindeyken kendisini sevmemesi için yapılmıştır. Bu durum ona bir başarısızlık, ölümden önceki son aşama ve intiharın anlaşılabilir ve haklı bir doğrulaması gibi gösterilir. Ve toplum, kendisini meşgul eden nesnelerle veya sağır eden hizmetlerle yalnızlığını doldurmak için her şe­ yi yapar. Yalnızlığın reddedilmesi tüketimin itici gücüdür. Her ne kadar kabile halinde yaşamını sürdürse de, her ne kadar onun ve kabilesinin hayatta kalma koşulu dayanışma olsa da, göçebe yalnızlıkla da beslenir. Yalnız­ lık onun yolculuk arkadaşıdır. Onu hoşgörüyle karşıla­ malı, tadına varmalı ve bunun için kendisini kabul etmeli, kendisine inanmalı ve bazen dışarıda kalmış bir Ariadne'ye olan aşkının rehberliğiyle ayakta kalabilmelidir. Şunu önceden bilmek yararımıza olur: Geleceğin labirentlerinin karşısına tek başımıza çıkacağız. Bu ise diğer­ lerinden farklılığımızı kabul etmeyi, başkalarının bakışla­ rından rahatsız olmamayı, kendimize hoşgörüyle bakmayı, yapılması gerekeni yapmayı, kendimizle beraber yaşamayı bilmeyi, kendimizi dinlemeyi, kendimizi sevmeyi, dünyanın geri kalanının bizi unutmasından korkmamayı gerektirir. Labirent oyunu bu kendini tanıma sürecine, çıkmaz­ lar karşısındaki düş kırıklıklarımızın üstesinden gelmeye, kendimizi keşfetmeye, kendimize hoşgörü göstermeye, zayıflıklarımızla beraber yaşamayı öğrenmeye, serbest olabilmeye, kendimizi kabul edebilmek için bir veya birçok adım atmaya yardım eder. Bu bize dayanma gücü vermek içindir. /,atıin'ııliıı 1iırilıi Azmetmek Düş kırıklığı yaşamak Labirentin içine bir kere girildiğinde, içinde kaybolmaya rıza gösterildiğinde, yalnızlığın verdiği zevkler bir kere tadıldığında; güçlüklere karşı dayanmayı, başarısızlıklara ve düş kırıklıklarına karşı direnmeyi, vazgeçmemeyi öğ­ renmek yine de gerekli midir? Ne kapitalizm ne de demokrasi bu konuda bir hazırlık yapar. ikisi birden kaprisin egemenliğini inşa etmiştir; her şeye hemen sahip olmak veya en azından çıkışın, "tünelin ucu"nun her zaman görünebilir olması istenir. Aksi taktirde hedef değiştirilir. Arzularında güven vermeyen, tutkularında kaprisli olan bu toplum bizi labirentin yollarının karşısına çıkmaya hazırlayamaz. Oysa geleceğin bitmek bilmeyen sonsuz yollarını geçebilmek için dayanmayı, başarısızlığı kabul etmeyi, düş kırıklığı karşısında bırakmamayı, yorgunluğa direnmeyi, "ignore" fiilinin İngilizce'deki anlamı olan önemsememeyi, aldırmamayı, yani duyarsız olmayı, görünmeyen bir hedefin üzerine içerden sabitlenmiş bir bakışla ve geleceğin açık bir zihinsel imgesi etrafında düzenlenmiş bir hırsla ilerleyip ilerlemediğinden emin olamadan karanlı­ ğın içinde ilerlemeyi bilmek gerekecek. Göçebe için hiçbir şey hiçbir zaman kaybedilmiş sayılmaz, her hata giderilebilir. Herkes yaşadığı sürece umutla beslenmelidir. Direnip sabretmeli ve bunun için de umut etmelidir. Kristof Kolomb şaşırtıcı bir tavırla "Umut sadece yolculukta olabilir," der. 133 Jacaues Attalı Labinmtin Tarihi Yunan mitolojisinden üç örnek verebiliriz. Atina'yı başındaki felaketten kurtarmak isteğiyle Theseus'un yaptıkları politik direnmenin bir örneği olarak gösterilebilir. Onun Ariadne'yi terk etmesinin nedeni ulusunun küçük düşürülmesinin intikamını almaktır. "Bin bir hünerli adam" Odysseus yurtseverlik sabrının bir örneğidir. 47 Sevdiği kadını yeniden bulabilmek için on yıl boyunca 134 okyanustan çıkmaya çalışır. Kalypso, Kirke ve Nausikaa çekiciliklerine, denizcilerinin kulaklarını balmumu ile tı­ kayarak denizkızlarına direndi. Bir Giritli47 olmasına rağ­ men Theseus'a benziyordu. Theseus gibi o da kendisini suda boğmaya çalışan Poseidon tarafından takip ediliyordu ve yine onun gibi ölülerin ruhlarına danışıyor ve Hades'in yargıç olduğu yeraltındaki Ölüler Ülkesine iniyordu. Son olarak Polyphemos'un kızı, Poseidon'un torunu Penelope de sabır gösterir, dayanır ve kendisine talip olanları denemek için labirentleri çağrıştıran boynuzdan bir yay ve on iki tane çift taraflı balta getirtir. 47 Odysseus gibi hayat yolculuğunu dolu dolu yaşamak, Theseus gibi tehditlere ve korkulara kulağını tıkamak ve Penelope gibi acının verdiği yalnızlığa meydan okumak gibi sabır, inatçılık ve kararlılık örnekleri direnebilme erdeminin belirtileridir. Zaman uzayın bir parçasıdır Tüm bu nitelikler sanayileşmiş toplumun zaman kavramı ile kurduğu ilişkiden tamamen farklı bir anlayış gerektirir. Ilk labirentlerin önceden bizlere öğrettiği bir kavramdır bu. Çünkü onlar elle tutulabilen, somut olarak görülebilen mekana dönüşen zamandı. Bir çeşit su labirenti olan su saatleri ve duman labirenti olan tütsü kutuları ile zaman, mekan olarak ölçülüyordu. Aslında labirentler Jacques Attalı /,abi,-e,,ti,ı 1h,ilıi kum saatinin bir benzeridir. Biri mekan içinde zaman, diğeri zaman içinde mekandır. Kum saati gibi labirent de bir gidiş ve bir geliş gerektirir. Labirent gibi kum saati de kapalı bir mekandaki zamanın sonsuz ölçüsüdür. 4 Labirentler zaman düşüncesine karşı çok özel bir yaklaşım gerektirir ve bu yaklaşımın özelliklerini belirler. Ondan tasarruf edilmez, tam tersine o ele geçirilir ve tüketilir. "Hayatın süresi insanın sahip olduğu tek şey­ dir. Onu tam olarak, dibine kadar kullanmak gerekir, 115" diye yazar Romalı Seneca arkadaşı Lucilius'a. İş­ te bu tam anlamıyla göçebenin ahlakıdır. Romalı soylu, bu düşünceyi betimlemek için çok doğal bir biçimde ve farkında olmadan, labirentin olabilecek en güzel tanımı­ nı yapar: "Bu sınırlı mekanda sonsuz sayıda yol yaratmak113". Söz konusu olan Epikurosçular gibi bugünkü zamana bakıp gözlerini kamaştırmak değil, aksine hayatın tüm zamanını sınır tanımadan ve sabırsızlık göstermeden sonuna kadar doldurmaktır. Bir göçebenin hayatını geçirdiği zaman, ölçülü kullanılan bir zaman değil, üzerinde yatırım yapılan bir zaman olmalıdır. Öne alınan bir gelecek değil, tepeden tırnağa dolaşılan bir mekan olmalıdır. Gerçekte göçebe, çöldeki vahayı yeniden bulup ona ulaşana kadar zamanın dışın­ da yaşar. Zamanı idareli kullanmaya çalışmaz, aksine onu en iyi şekilde doldurmaya, yaşamı boyunca süresini ve 135 yoğunluğunu arttırmaya çalışır. Labirentler hiç acele etmeyen, yayılan, başladığı noktaya geri dönen, oradan oraya dolaşan ve kaybolan bir zamana gönderme yaparlar. Aceleciliği inkar ederler. Tam bir duraksama ve geri dönüş oyunu ile bir fikrin olgunlaşmasına imkan tanırlar. Dayanıklılık göstererek zaman kaybedilmez, uygulamaya geçmeden önce düşüneJacaues Attalı IAıhiıv.mtiıı Thrilıi rek zamandan kazanılır. Azmetmek, aynı amaca doğru gidip gelmek "altın çocuk"un özelliklerinden biri değil, kararsızlıktan bir erdem oluşturmayı bilecek yarının bilge kişisinin özelliğidir. Azmetmenin göçebeye yük olacak maddi zenginlikleri biriktirmek gibi bir amacı yoktur. Tam tersine azmetmenin amacı deneyimleri biriktirmek, dolayısıyla yeni şeyleri sürekli olarak denemektir. Amaca ulaşmak ve cesaret kırıklığına dayanabilmek için şu anın önüne geçen bir amaca, gösterilen çabayı haklı kılan bir tutkuya ihtiyaç vardır. Bu aynı zamanda kendi kimliğini aramak için başkala­ rı tarafından ayarlanan zamandan çıkmaktır. içimizdeki bir yolun karmaşık labirentlerini takip etmek için saatlerin doğrusal ilerlediği bir yolda gitmeye artık izin vermemektir. Bu öncelikle kendini anımsamaktır. 136 Jacquec; Attah Uıhinmri,ı Thrihi Anımsamak Bellek ya da ölüm Bir labirentin içinden gözü kapalı geçmek ve sonra rastlantısal olarak ters yönde yeniden geçmek mümkündür. Ama sonsuza kadar dönüp durmaktan ve aynı hataları tekrarlamaktan kaçınmak isteniyorsa yardım almak gerekir. Göçebenin işaretlere ve rehberlere gereksinimi vardır. Eğer o bir sihirli ip, bir ok, bir çakıl taşı, bir kıla­ vuz, bir plan bulamazsa belleğine ihtiyaç duyacaktır: Bellek sadece insanın bir özelliği değildir. Karıncalar ve fareler on farklı seçenek içeren bir labirentin doğru yolunu anımsama, sonra çıkmaz sokakların içlerine girmeyip duraksamadan önlerinden geçip gitme yeteneğine sahiptirler. Onlarda, bir engelin çevresinden dolaşmayı düşünebilme becerisi vardır. Günümüz insanının başka türlü güçlükler içeren diğer labirentler önünde gereksinim duyacağı bellek çok daha karmaşık olacaktır. Sayısız labirentin içindeki göçebe her zaman belleği­ ni geliştirmeyi bilmiştir. Sadece yolu hatırlamak, vahaların nerede olduğunu bulmak, kılavuzluk edecek ağaçları ve kayaları yeniden bulmak için değil, ama aynı zamanda kendisine yük getirecek hiçbir şeyi taşıyamadığı ve kullanımları gerekli olduğu zaman en fazla sayıda teknik nesneyi belleğini kullanarak yeniden bulmayı bilmesi gerektiği için. Göçebe, toprağın üstünde sahip olduklarıyla değil, kafasının içinde, belleğinde tuttuklarıyla göçebedir. Onun kimliği, belirli bir bölge ile tanımlanamaz. Gö- 131 Jacques Attalı J..abimııüı Tarihi 13a çebe bir manzaraya bakarken, bir mezarlığı ziyaret ederken, bir evi gezerken kimliğini yeniden bulur. Kökleri öykülerde, şarkılarda, danslarda, törenlerde, yöntemlerde, özellikle her gittiği yerde ona eşlik eden bir Tanrı'da bulunur. Bu Tanrı en az onun kadar göçebedir ve bu yüzden kaçınılmaz bir biçimde hem evrensel ve hem de tektir. tık anısı ve temel inancı olan bu Tanrı ona bavulları­ nı bırakabileceği bir "Dünya" vaat eder. Labirent göçebeye çoktanrıcılık düşüncesinden kurtulması için yardım ederken aynı zamanda onu anımsamaya teşvik eder: "Mısır ülkesinde köle olduğunu hatırla," (Tesniye, 2224). Göçebe, anımsamak zorunda olduğu her şeyi kabilenin üyeleri arasında paylaştırma tehlikesini bile göze alamaz, çünkü her an, bağlı bulunduğu topluluğun gözleri önünde dağılıp gittiğini görmekten korkar. Tamamen bir başkasının üzerine devredebileceği hiçbir şey yoktur. Ayrıca ne hocası ne de papazı vardır. Kendi belleğini iyi durumda tutmak onun için bir ölüm kalım sorunudur. Belleği, onun yalnızlığa dayanabilmesini, aynı hatalara yeniden düşmemesini sağlar. Labirentin artık onun için bir gizemi kalmadığında ise onu bir inisiye haline getirir. Ezbere öğrenmek Çok sayıda kültürde belleğin eğitimi, ergenlik döneminde bulunan gençlerin yetişmesindeki temel öğeydi. Labirent resimleri ile bellekleri çalıştırılıyordu. Nitekim Afrika'da, Polinezya'da veya Tibet'te, bir "nahal"ın, bir "kulam"ın veya bir "mandala"nın içinden geçmek belleğin ayrıcalıklı bir çalışma tarzıydı. Eski Çağ Avrupası'nda bellek, yine labirentler aracılığıyla, metinleri, yani sözcük labirentlerini, özellikle uyaklarla süslenmiş şiirleri Jacques Attalı lAıbinmlin Thrihi anımsaması konusunda eğitilirdi. Sınırlı sayıda kopyası bulunan bir şiire veya bir metine her an sahip olabilmek için onları belleğe yerleştirmek gerekiyordu. Hükümdarlar ve ruhban sınıfı hariç olmak üzere, insanın elde edebildiği tek kişisel kütüphane bellekti. ıaı Eski Yunanlılar ve Romalılar, belleklerini eğitebilmek için labirentleri hayal etmeyi ve anımsamayı umdukları metnin bir parçasını her bir geçitle, her bir dönemeçle, her bir odayla ilişkilendirmeyi öğreniyorlardı. Bu yöntemler, bu "bellek sanatı 131 " tüm bir edebiyatın konusu olmuştur. Örneğin Cicero Ars memorativa adlı eserinde okumuş, kültürlü birisinin kilometrelerce uzunluktaki bir zihinsel labirenti anımsamayı nasıl öğrenebileceğini anlatır. Labirent ve bellek arasındaki bu bağ daha derinden incelenmeyi hak ediyor. Beynin günümüzdeki betimlemesini kim incelerse incelesin, belleğin hiç kuşkusuz labirent gibi bir yapıya sahip olduğunu sezinleyecektir. Aziz Augustinus, Confessiones adlı kitabında belleğin tarifini görkemli bir şekilde yaparken onu birbiri ardına dizilmiş mağaralar olarak tanımlar. Uzun da olsa aktarmakta yarar var: "içinde, algılanmış her şeyden elde 139 edilerek oraya getirilmiş sayısız imgeden oluşan hazinelerin bulunduğu belleğin alanlarına ve geniş saraylarına ulaşıyorum. [. .. ] Orada ayrıca yedek olarak depolananları ve henüz unutkanlık tarafından yutulup gömülmem işleri de görüyorum. [. .. J Ovalarda, inlerde, belleğimin, hesaplanamayacak kadar çok sayıda şeyle dolu sayısız mağarasında [. .. J bütün bu şeylerin arasından koşuyorum, uçuyorum, bir oraya bir buraya, dalabildiğim kadar derine dalıyorum ve hiçbir zaman bir sınıra ulaşamıyorum" (X, 17). ZaJacques Attalı LahiıY'tıtüı Tarihi ten Aziz Augustinus'a göre Tanrı'yı bu bellek labirentinde aramak gerekir131 : "Benim belleğime gelip yerleşerek şeref verdin, ama Sen hangi bölgedesin? işte ben de bunu soruyorum kendime. Çünkü Sen'i düşünürken hayvanların bulunduğu bölgelerden uzaklaştım, çün- kü Sen'ifiziksel nesnelerin imgelerinin arasında bulamıyordum. Aklımın içinden gelen duyguları açıp söylediğim bölgelere ulaştım ve Sen 'i orada bulamadım. Aklımın merkezine bile girdim ... Orada da yoktun. Nerede oturduğunu neden daha fazla arayayım? Sanki orada bir yer varmış gibi ... Öyle bir yer yok. ilerliyoruz, geriliyoruz ama öyle bir yer yok ... " Akıl 140 Jacques Attalı labirentinin farklı "semt"lerinin psikanaliz biliminin gerçek bir habercisi tarafından yapılan muhteşem bir betimlemesi. Aynı zamanda Tanrı'yı arayıştaki13ı başarısız­ lığın tespiti: "O" anıla,·da değildir, "O" anılarda bir boşluktur. Bir "yokluk"tur. Bütün Orta Çağ boyunca diğer yazarlar labirentleri bellek eğiten bir araç olarak önermeye devam ettiler. Örneğin Magnus Albertus, gerçek ve görkemli yapıları "etkin" zihinsel labirentler olarak kullanmayı önerrnektedir.131 Düşsel bir labirent icat etmeye ihtiyaç yoktur, diye açıklar. Ona göre büyük bir yapıyı, yani dinsel bir yapıyı anımsamak ve her bölümüne anımsanması istenen paragrafları yerleştirmek yeterlidir. Nitekim Aquino'lu Tornrnaso'nun Summa'sının tamamını, sadece, her bir satırbaşını, tüm detaylarını bildiği Chartres gibi gotik bir katedralin özel bir bölümü ile ilişkilendirerek ezberlemeyi becerdiğini iddia eder. Ondan sonraki diğer kuramcılar bu bellek sanatını daha da karmaşıklaştırdılar. Ölümünden kısa bir süre önce yazılan son kitabı De imaginum signorum et ide- faıbin!ııtiıı 1hıilıi arum compositione'de Giordano Bruno sihirli bir ge- ometrik yapıya göre düzenlenmiş odaların bulunduğu, "bellek kanatları"nın yirmi dört odaya bölüştürüldüğü, bu odaların da dokuz "bellek bölgesi"ne ve on beş "campi"ye bölündüğü, onların da dokuz bölge ve otuz cubiculce'ye ayrıldığı ve böylece devam eden inanılmaz dere- cede karmaşık bir sistem düşünür. 1 3 1 Labirentler dünyasının bir kenara çekilmesiyle beraber bu bellek gereksinimi ortadan yok olmuştur. Yerleşik düzene geçen yolcu kendi anılarını dolduran şeylerden kendini kurtarır ve önce bilgeliğini, sonra kültürünü, sonra da bilgisini kendi yanına koyar. Kendisini önce eskilerin, papazların ve ustaların belleğine, sonra da kitaplara, disklere ve en sonunda bilgisayarlara emanet eder. Bellek yitimi kapitalist ekonominin iyi işlemesi için bile gereklidir. Ona sadece istiflenmiş ürünleri pazarlamak için mükemmel bir bahane sağlamakla kalmaz, ayrıca nesnelerin değerini bellekten silerek onların değerini düşürür veya geçici kılar. Anılar satıcının düşmanıdır. Sürekli değişen moda ve en çok satan şarkı listesi, mal ve sermayenin dolaşımını hareketlendirir. Pazarda her şey, tüketicileri bellek için çaba göstermekten kurtarmak için yapılmalıdır. işaretler, planlar, kataloglar, etiketler, kullanım kılavuzları tıpkı kütüphaneler ve bilgisayarlar gibi, insanları anımsama kaygısından kurtarmayı amaçlamak- 141 tadır. Anımsamanın geleceği Bugün, şehirde, okulda, iş hayatında, internette dolaş­ mak için bir göçebe belleğinin gerekliliği, belleğe yeniden hayat verme ihtiyacı yeniden hissedilmektedir. Ama bu aynı zamanda ait olmak için de gerekmektedir; her Jacques Attali Labirentin Tarihi 142 Jacaues Attah bir farklı kimlik bir kültürdür, bir kabileye ait olmak ortak bir kültür ve sonraki kuşaklara aktarılacak bir bellek gerektirir. Bellek ayrıca yaratıcılığın temel bir aracıdır. Araların­ da hiçbir ilişki bulunmayan şeyler arasında köprü kurmanın yöntemidir. Oysa, nasıl ki gelecekteki o gün için yeterli sayıda bölgede, yeterli sayıda gerçeği bilmek ve onlar arasında yeni ilişkiler kurmak gerekiyorsa, yarın da el yordamıyla sonsuza kadar gitmeye gerek kalmadan labirentlerin labirentlerinde dolaşabilmek ve her seferinde daha da uzağa gidebilmek için yeterli sayıda şebekeyi tanımak, yeterli sayıda algoritmayı, bilgisayar yollarını ezberlemek gerekecek. Mutlak veya göreceli olarak belleğini yitirmiş olanlar, labirentlerin içinde yolunu bulma yeteneğine sahip olmayanlar, gelecekteki yeni dışlanmışlar ve baş özürlüler olacaklar. Belleği eğitmek, unutulmuş ve değerini yitirmiş çalış­ maların zamanındaki zevklere kendini bırakmayı gerektirecek: Ezbere öğrenmek, detayları anımsamak, bellek oyunları oynamak. Hiç kuşku yok ki, öğleden sonralarını bilgisayar karşısında oyun oynayarak kaybeden çocuklarını görüp çileden çıkmış ana babaların içini rahatlatması gereken bilgisayar oyunlarının en önemli özelliklerinden biri işte budur. Labirentler sayesinde evde, okulda ezberlemeyi yeniden öğrenmek gerekecektir. Ama bunun da ötesinde belleği bedenin içine yerleştirmek, bir başka deyişle dansetmek de gerekecektir. Labirenli,ı Thrihi Dans etmek Bir yolun anısı bedenin içine, belleğin içine kazındığın­ dan daha iyi kazınır. Orada dans sanatı başlar. Çok eski bir figür ile geleceğin önemli yeteneklerinin bu ilginç buluşması bilgeliğin yollarından biridir. Dans etmek bir labirent boyunca harekete geçmektir ve tüm mitolojik efsaneler dansın kökeninde labirentin olduğunu göstermektedir. Theseus dansı icat etti Girit'ten kaçıp Ariadne'yi Naksos adasında bıraktıktan sonra Delos adasına gelen Theseus, Apollon sunağı çevresinde arkadaşları ile beraber, arka arkaya durup bir çember oluşturarak, "birbiriyle uyumlu art arda yapılan dairesel hareketler üzerine kurulu 102" bir dansa başlar. Ariadne'nin ipini, labirentin içindeki kıvrımlı yolları, erkek turna kuşunun kur yapmasını çağrıştıran bu dans, Knossos'taki Daidalos tarafından yapılan inşa edilen bir alan üzerinde Ariadne'den öğrenilmiştir. Theseus tuzaktan kurtulmanın ve Minotauros'u yenmenin verdiği sevinci böyle dans ederek gösterir. Bu kahinlere özgü ve eğitici dans daha sonraları uzunca bir süre Delos adasında ve Atina'da Oschophoria festivali sırasında yer almıştır. Eustachius bu konuda şöyle yazar: "Yedi genç adam ve yedi bakire Labirent'ten kurtarıldığı sırada Knossos yakınlarındaki Theseus ilk defa olarak Daidalos 'un yönetiminde dans ediyordu... Ve şimdi hala çok sayıda insan, özellikle denizciler, mağarayı ziya- 14 3 Jacques Attali /,atJirNtlİII 1'aı-iJıi ret etmek için iskeleye yanaşıyor ve Labirent'in kıv­ rımlarını taklit etmek isteyen dönüşlerle dolu, karmakarışık bir dansı icra ediyor. 114" 144 Jacques Attalı Tören alayları ve boğa güreşleri Dans ve labirent arasındaki bu ilişki her yerde görülüyor. 'I'ruvalılar, Ankhises'in mezarı çevresinde, mezardan düzenli olarak ortaya çıkan yılanı taklit ederek dans ediyorlardı. Latin şehirlerinin kurucuları da bu türden bir açı­ lış dansını uygulamaya koyuyorlardı. Labirentin çoğun­ lukla bir arena gibi kullanıldığı ve bu arenanın içinde bir dansçının Güneş'in hareketlerini taklit ettiği Asur ve Babil'de de böylesi labirentleri çağrıştıran tören ayinlerinin izlerine rastlıyoruz. Maluku takımadalarındaki Seram adasında sarmal figürlü bir dans, canlı canlı gömülen genç kız Heinwele'nin öldürülüşüne gönderme yapar. Malakula'da, Selebes adasında dans nahal resimlerini hatırlayabilmek için çok önemli bir alıştırma ve sonsuzluğa erişebilmek için gerekli bir koşuldur. Amerika'da Zuni ve Hopi yerlileri, kış gündönümü sırasında, yılanla­ rın önemli bir rol aldığı sarmal figürlü danslara kendilerini bırakır. Kış gündönümünün bir sarmal tarafından simgelendiği Mayalardaki bir dans Güneş'e yeniden doğabilme gücü vermektedir. Aynı izlerin görüldüğü Afrikalıların ve Avustralyalı Aborijinlerin eğitici törenlerinde de adayların her biri bir koreograf, bir ressam ve bir büyük aşıktır. 8 Mısır'da bu türden bir dans düzeni, Kral'ın yerine kutsal boğanın kurban edilmesi sırasında gerçekleştirilir. Filistin'de, Yeremya Peygamberin sakınılmasını istediği kuştan esinlenilerek "keklik" adı verilen bir dans 28 , "kekliğin topallaması" anlamına gelen pessech adındaki Ay-Tanrıça'nın onuruna sergilenir. Roma'da, Lahiınılin Jrırilıı Vergilius, dansçıların · hareketleri "ördüğünü" yazar. Benzer bir dans, Akdeniz'den gelen işgalciler ile Britanya'ya ulaşmıştı; Bronz Çağının Kelt labirentleri de, lsveç'teki, Galler ülkesindeki, Rusya'daki ve ltalya'daki labirentler gibi dans alanlarıydı. 11 9 Hıristiyan Avrupası'nda labirent dansı kilisenin ayini haline gelir ve Karnaval'ın şiddetini belirli bir zamana ve mekana doğru yönlendiren, ayini bilmeyeni inançsız olarak gösteren temel bir görev üstlenir. Dans her zaman ve her yerde rahatlatıcıdır, kendinden geçmenin kaynağıdır, bedenin yükselmesidir, öteki dünya ile iletişim kurrr.aktır. Tanrı ile iletişim kurmak için, ibadetin bir tamamlayıcısı olarak, hatta ibadet yerine dansı kullanan, İslam topraklarındaki dervişlerden Doğu Avrupa'daki Hasidilere kadar herkes bunu bilir. "Her gün, düşüncelerimizde bile olsa, dans etmeliyiz," diye açıklıyordu çok güzel bir şekilde büyük Yahu- 14s di tanrıbilimci Nachman. 94 Sanki tam olarak bir labirenti düşünmeyi ve dünyevi Jrnrkulardan kurtulmak için onun içinden düşünce yoluyla geçmeyi öneriyordu. Boğa güreşi de, daha önce belirtildiği gibi hem labirentin kızı hem de bir tür iİlisiasyon dansıdır. Orada boğa; arenaya baskın yapmadan önce şehrin içinde kat ettiği bir labirent içinde peşinden koşulan canavardır. Gösterinin en son bölümü canavarla karşılaşmayı, prensin boğa ·ne savaşını, törensel kurban dansını taklit eder. Arena labirentin merkezidir. Önceden düzenlenen tüm dans figürleri, prens tarafından gerçeğin sınanmasını, "Güç" ve "Ölüm"ün danslı savaşını, bugüne kadar tüm toplumlarda en iyi gizlenebilmiş sırlardan birini görmeyi kabul eden izleyiciyi büyüler. Sonra dans, tüm kutsal sanatlar gibi, tören boyutunJacque5 Attalı /.abir,,nfin Thrilıi dan gösteri boyutuna geçmiştir. Labirentler dansçılara rehberlik eden yalın bir zihinsel taslağa, bir koreografın çalışma planına dönüşme eğilimindedir. Bedeni ayırt etmek 146 Bugün, labirentlerin geri dönüşü, bizleri dansın özel niteliklerini yeniden bulmaya her zamankinden daha fazla teşvik etmektedir. Bir ustanın öğrencisini yetiştirmesi gibi kendi bedenine egemen olmak ve gelişmek için ondan yararlanma düşüncesi, dansa her geçen gün artan ilgiyi açıklamaktadır. Çünkü dansçı sadece bedeninden ibaret değildir. Hatta dansçı bedeninin dışındadır ve onunla iletişim halindedir. Dansçı bedeninden durmaksızın başka yerlere gitmesini istemektedir. Labirentin yolcusu gibi dansçı da önce kendisini kabul etmeli ve azmetmelidir. Tıpkı onun gibi simgesel olarak ölür. O, ölülerin krallığına erişecek ve inisiye olmuş olarak oraya geri dönecektir. "Dans zaman ve mekanı birleştirir," der Maurice Bejart. Dans etmek, düşünceyi hareketle birleştirmenin, "bedeni ruhun bir müttefiki yapma"nın yollarından biridir; yolunu bulmak için boşuna çabalamak zorunda kalırken ağır­ lığını kaybeden, daha hafifleşen ve böylece bir göçebe haline dönüşen dansçıyı özgürlüğüne kavuşturur ve ruhunu yüceltir. Bu amaçla gereksiz hareketleri engellemek ve azaltmak, toprağa bağlı kökünden kurtulmak, yolunu uzatmak, havayı bir labirentteymiş gibi bedeni içerisinde dolaştırmak, yerden yükselen sarmal gibi çevrilerek dönmek zorundadır. Bedenin labirentinden mükemmelliğiyle uzayı dolduran, tamamen işgal eden saf bir davranış doğar. Öyleyse dans etmek, kendi bedeninden ayrılma, acı Jacques Attali lAhinmtirı Taı-ilıi veya zevk gibi başına gelen olayları kendisinin dışında olduğunu varsayma sanatıdır. Bedeninin dışında olmak, insanı kendinden dışarı çıkmaya ve labirent özelliklerine sahip kendi iç organlarının çürümüşlüğünden kurtulmaya iten dansın akla ve mantığa aykırı gerçeğidir. Bu aynı zamanda orada, bedeninin ve davranışlarının dışındaki bir karnavalı yaşayabilmek için kendi kendisinin temsili olmayı kabul etmektir. Bir başkası olmaktır. Hatta maske ve labirent arasındaki ilişkiyi yine orada onaylamaktır. Dansın yanında diğer bedensel uygulamalar da labirentvari figürler ve kendi dışındaki dünyanın öğrenilme­ si ile ilgili çağrışımlar yapar. Şan, mim, yoga, judo, aikido ve şintaido, her biri kendi tarzında, insanın kendisini anımsaması yoluyla, davranış bilimini ve bedene olan uzaklığı öğretir. 147 Jacques Attalı faJbire-rılirı T{Jrihi Oyun oynamak İlk oyunlar Labirentler sadece bir aşkınlık veya bir tören metaforu olarak düşünülmemelidir. Onlar aynı zamanda gizemli bir oyundur. Dolambaçlı yollarla her geçen gün daha da fazla işgal edilen dünyamızda hayat, şiddetin olmadığı bir ortamda, bir karşılık beklenmeden, yarattığı iç sıkın­ tısından kaçıp kurtulmaya imkan veren bir oyun gibi yaşanmalıdır. 148 Jacques Attali Oyun masum bir etkinlik değildir. Çağlar ötesinden gelir ve kaynağını kutsal kavramlardan alır.. Oyunların çoğunluğu ayinsel törenlerden ve dinsel eğitimlerden doğmuştur. Örneğin Hopi yerlilerinin çocukları efsanelerini taklit eden oyunlar ve ruhların görüntüsüne benzeyen kachina adlı oyuncak bebekler yardımıyla ayinlerini öğrenirler, Dünya'nın yaratılışı ile ilgili hikayeleri kavrarlar. Labirentler her yerde dinsel oyunlardır. insanların, "Büyük Geçiş" sırasında ruhların onlardan isteyeceği şeyleri önceden bilmeleri için hazırlık yapmalarına yarı­ yorlardı. Örneğin Malakula adasında, günü geldiğinde Ölüm ruhunun karşısında anımsayabilmek için, sürekli nahal çizme oyunu oynanıyordu. Aynı şekilde Zulu yerlileri de kenevir içtikten sonra doğaçlama yoluyla zemine, usogexe adını verdikleri labirent resimleri çizmeyi severler. Resmi yapan kişi, diğerlerine resmin merkezindeki "kralın mekanı"na ulaşmaları için meydan okur. Bir oyuncu başarısız olduğu zaman diğerleri ona "Labirent /,tJl>irnıti,ı Tarihi seni aldı!" anlamına gelen "Waputra usogexe/14" diye bağırır. Oyun saatler boyunca sürekli olarak yeniden başlar ve esrarın dumanı bir söz gibi yayılır. Burada da labirentler dilin yerine geçiyormuş gibi görünür. 3 Komşuları olan Cafre kabilesinin üyeleri de tozun üzerine çizilen labirentlere meydan okurlar. Arizona'daki Pirna yerlilerinde de, yaşamın temel labirentlerinin öğretildiği bir yaklaşıma sahip olan benzer bir oyun görülür_!4 Kutsal oyunlar ve labirentler aynı izlenimleri uyandı­ rır: Sersemleme ve yanılsama.22 Aziz Augustinus çok daha önceden, "Bir şey ne kadar zorlukla aranırsa, keşfe­ dildiğinde de o kadar büyük zevk verir," diye konuya dikkat çekiyordu. Tanrılar veya Tanrı, büyük amaçlar, kendinden geçmenin ve ahiret mutluluğunun kaynakları da bu düşüncenin örnekleridir. Çok daha sonraları kilise ve bahçe labirentleri hem oyun alanları olarak kullanıldılar, hem de günahın, hidayetin ve yeniden doğuşun öğrenilmesi için bir araç oldular. ° 149 Seksek ve kaz oyunu Ve sonra panayırlardaki labirentler ve ayna labirentleri açıkça eğlence yerleri olarak ortaya çıktı. Kristal Saray adıyla 1850 yılında Sydenham'da açılan ilk eğlence parkında çok büyük ilgi gören bir labirent yer alıyordu. Oyuncular burada yanılsama, sersemleme, şaşkınlık, korku ve yatışmanın verdiği zevklerle karşılaşıyorlardı. Sonraları tüm bu duygular Japonya ve Birleşik Devletler'de Wooz (Wild and original object with zoom) adıy­ la bilinen diğer eğlencelerde de görüldü. Bazen bu labirentler biçim değiştiriyorlardı ve bu da bir başkası olmanın yöntemlerinden biriydi. Pek çok labirent, içinde geJacques Attalı /,ahiıt'11fin Tarihi 1so zinirken kendi kendine şekil değiştirebiliyordu. Sonuçta bunlar her panayırın vazgeçilmez eğlenceleridir. Bu oyunlar, çocuklara veya yetişkinlere gazetelerde ya da kitaplarda sorulan bilmeceler biçiminde de görülür. Örneğin France de Ranchinl07 ve Greg Bright'ml7 yaptıkları gibi bazı bilmeceler özellikle çok zekice hazır­ lanmıştır ve çözülmesi çok güçtür. Başka bir grup oyun ise, labirentler gibi, başlangıç noktasına kadar geri götüren dönüşlere yol açabilen tuzakların yer yer geçiş yolu üzerine serpiştirilmesiyle oluşturulur. "Labirent" olarak nitelendireceğim bu oyunlar, engelleri olmayan bir yolun mümkün olan en kısa zamanda geçilmesine dayalı diğer "düz" oyunların tam tersi özelliklerine sahiptir. Seksek oyunu hiç kuşku yok ki labirent oyunlarının en eskisidir. Bu oyunda Cehennem'den Gökyüzü'ne kadar giden ve ilerlerken kaybolma tehlikesi ile karşı karşı­ ya kalman bir yolun geçilmesi amaçlanır. Seksek oyunun bilinen en eski resmi dört bin yıl önce Mısır'da, El Mahaswa'da çizilmiştir. Çok sayıda başka örnek Girit'te, Roma'da, Yunanistan'da, Hindistan'da, Rusya'da, Çin'de ve Latin Amerika'da bulunmuştur. En ilkel olanları labirentler veya "salyangoz"lardı. Daha sonra bir kilise nefinin şeklini aldılar. Senet adında benzer bir oyun Mısır'daki mezarlarda keşfedildi. Ölüler bu oyunu tanrılara ulaşmak için oynuyorlardı. Fildişi Kıyısı'nda doğan Awele adlı bir diğer oyunda ise oyuncular çıkmazların ve dönüşlerin bulunduğu iki sıra çakıl taşını geçmek zorundaydı. . Çok ünlü bir başka labirent oyunu da "Kızma Birader"e benzeyen kaz oyunudur. 122 Efsaneye göre Yunan ordularında, Truva kuşatması sırasında strateji ve sabrı Jacques Attali /,alıinmti'rı nırilıi öğretmek için ortaya çıkmıştır. Bu oyun on beşinci yüz- yılda, içlerinden bazılarının çıkmazlar halinde olduğu ya da bir geri dönüşle sonlandığı kutulara bölünmüş bir sarmal biçiminde yeniden belirmiştir. Bu kutulardan on dördü kazları temsil ediyordu. Bu sayı aynı zamanda Minotauros'a kurban edilen gençlerin toplam sayısı ve Yunanlılardaki ergenliğe ulaşma yaşıydı. 122 Kutulardan birinin adı Minesthaurus idi. Oyun, talihin belirleyici olduğu bir "iz sürülen bir yolculuğu", bir tarihi anlatır. Bazı kaz oyunları Yüzyıl Savaşları'nı, diğerleri de Cizvitler ve Jansenistler arasındaki anlaşmazlığı dile getiriyordu. Sonraları, "Kibarlar" akımının icat ettiği ve on üçüncü Louis'nin tutkunu olduğu "Carte du Tendre"ı22 oyunu aşk hikayelerinin konusu olur. "Odalarına hapsedilen kralın büyük gelini kaz oyununda kendisine teselli arıyordu, 122" diye yazıyordu Saint-Simon. Philippe d'Orleans bu oyundan zevk alıyordu. Arnaud'ya göre Napolyon, "güneye özgü bir heyecanla kendisini oyuna 1s1 veriyor, bir acemi gibi orta parmağıyla kutuları sayıyor, zarlar istediği gibi gelmediğinde canı sıkılıyor, her 'meyhane'ye öfkeyle giriyor, 'kuyu'ya düşmekten ve 'hapishane'ye girmekten korktuğu için hile yapıyor, 'ölüm 'e korkusuzca meydan okuyor ve bu büyük mücadelenin getirdiği beklenmedik olaylar onun büyük çelişkilerle dolu karakterini tamamen ortaya çı­ karıyordu.122" Yirminci yüzyılın, Monopoly, Kızma Birader ve Katil Kim gibi yeni oyunları da engellerle ve denemelerle dolu bir yolu kat etmeyi gerektirir. iskambil oyunlarında elde edilen başarı hiç kuşkusuz tek başına geçilen bir labirentin en güzel örneklerinden biridir. Çoğunlukla, adımlarını yavaşlatmadan ve başlanJacques Attah l..abirnı!iıı 'lhrilıi gıç noktasına geri dönmeden mümkün olan en uzun yo- lu gerçekleştirmek gerekir. Çıkmaz yol, sahte bir zaferdir; vaktinden önce hedefe varıştır. Birden fazla oyuncunun yer aldığı iskambil oyunları ise az çok savaşları andı­ rır. Ölüm, girilmesi gereken labirentin içinde, yani rakibin oyununun içinde pusuya yatmıştır. Talihsizlik -veya destek kuvvet- dağıtılan ve yerde kalan diğer kağıtlarda saklı durmaktadır. 1s2 Çok daha farklı bir kategoride olan bilardo da bir labirent oyunudur. Ama oyunlar arasında en gelişmiş olanı satrançtır. Bu oyunda hem şaha yaklaşabilmek için rakip tarafından durmaksızın yeniden oluşturulan bir labirenti geçmek, hem de kendi şah taşını rakibin saldırıları­ na karşı korumak için başka bir labirenti oyun ilerledikçe inşa etmek gerekir. Satranç, yanında taşıması kolay, gidilen her yere götürülebilen bir göçebe oyunudur. Hamlelerin akılda tutulması, öğrenilenlerin anımsanma­ sı, sebat gibi özelliklerinden dolayı satranç bir inisiye oyunudur. Aynı zamanda kibar şampiyonların kaybederken oyunu bıraktıkları, bu durumda galip gelenin öldürmekten vazgeçtiği, çok sayıda hamle sonrasında bile olsa kaçınılmaz sonun görünmesiyle beraber yarışmacıla­ rın oyunu terk ettiği mükemmel bir yarışmadır. Satranç belki de labirentlervari stratejileriyle savaşın yerine geçen ilk kavramlardan biridir ve savaşın ilk "sanallaştırıl­ ma"sıdır. Ayrıca, labirent gibi karmaşık bir resmi yeniden oluş­ turmayı amaçlayan yap-boz oyunları da bir labirenti ge- çerken gerekli olan özelliklere sahip olmayı şart koşar: Yöntem, sabır, azim ve sistematik düşünce. Bu noktada, sade bir şekilde ve ustalıkla düğümlen­ miş tek bir sicimden bir girişik süsleme elde etme amaJacquec; Attalı /,abirnıl"in Thı-ihi cını taşıyan, atalarımızdan kalma ip oyunlarından da ye- niden söz etmek gerekir.30 Spor: hızdan labirentlere Tüm bu oyunlar daha uzağa, daha hızlı, daha yükseğe gitmek ya da atmak hedefini güden düz çizgideki sporlarla rekabet içindedir. Örneğin olimpiyat etkinliklerinin tümü, temel başarı ölçütleri olarak kabul edilen doğru­ luk, şeffaflık ve hızı savunan bir düşünce çevresinde oluşturulmuştur. Bu sporlar ne bir hileyi ne de labirentin istediği herhangi bir özelliği gerektirir. Buna karşılık, görünüyor ki düz çizgide oynanan bir oyun bulunmamaktadır. Çünkü oyun oynamak her zaman, az ya da çok, bir engelin etrafından dolaşmaya çalışmaya veya bir gizemi çözmeye dönüşür. Labirent sporları uzun zamandan beri var. Futbol ve rugby gibi topla takım halinde oynanan tüm oyunlar rakibin labirentini geçmeye çalışırken, satrançta olduğu gibi, karşılarında başka bir geçilmez labirent oluştururlar. Golf oyunu da çok sayıda çıkmazla dolu bir yoldan ibarettir. Bazı "düz çizgi" sporları her zaman, basit bir hız yarışının aksine, engelli koşu, atlama, rafting, otomobil yarışları olarak karmaşıklaşır ve bir labirent haline dönü- 153 şür. Labirent oyunlarının diğer tüm oyunlar karşısında bundan sonraki galibiyeti üzerine hiç çekinmeden bahse gireceğim. Çünkü oyunlar her zaman taklit etmeyi, dolayısıyla oyuncuları gerçek hayata hazırlamayı amaçlamaktadır. Labirentte oynamak Yeni labirent oyunları eğlence dünyasındaki yerini almak Jacques Attali Whin1?1liu 1lırih.i üzere. ilk olarak, yeni yeni ortaya çıkan bilgisayar oyunları bizleri sınavlardan geçirmeyi amaçlıyor. Doom, Mario, Street Fighter, Alone in the dark, Virtual Fighter gibi oyunlar hızla büyümekte olan bu pazarda büyük başarı sağladılar. Aynı şekilde CD-Rom bir labirent gibi tasarlanmıştır ve "labirentleri düşünme"yi öğretir. Yakın bir gelecekte çocukların temel oyun alanının, içinde kaybolacakları, kendilerini bulacakları ve birbirinden çok farklı biçimlerdeki oyunları icat edecekleri "internet" olması gerekiyormuş gibi görünüyor. Aşırı televizyon seyretmenin tehlikeleri daha önce söylediğim gibi, çok abartılıyor. Günümüz toplumunun çocukları labirentlere meydan okumanın ve onların gizlerini ortaya çıkarmanın yollarını arayacaklar. Oyun içinde etkin olarak yer alacaklar ve bir yetişkin gibi labirentlerin içerisinde ölüm cezasına çarptırılacaklar. 154 Jacques Attah Her şey labirent oyunlarına dönüşecek. Oyunlarla tedavi edilecek ve iyileştirileceğiz. Çoktan bir oyun haline gelen eğitim, CD-Rom'ları kullanarak, oyunla öğretim tekniklerini açıklıyor. Ingilizce'de bu teknik, eğitim anlamına gelen "education" ile eğlence anlamına gelen "entertainment" kelimelerinden türetilen "edutainment" diye adlandırılıyor. Oyun savaşın bir görüntüsü olduğu için bir anlamda onun düşmanıdır da. Bir kuralı kabul etmeyi gerektirdiği için aynı zamanda bir incelik ve kibarlıktır da. Oyunları en çok seven uluslar en az savaşçı ve en uygar olan uluslardır. Yarın bilgisayar oyunları bizlere savaşın, terörizmin ve şiddetin ne olduğunu bugünkünden çok daha açık bir biçimde bildirip gösterecek. Ama oyun oynamak sadece eğlenmek değildir. Yarı­ nın labirentlerinde oyun oynamak, yaşamın ahlaki bir /,,abiınıtin Thıihi değerine, özgür olma yöntemlerinden birine ve hatta maddi değerlerin de ötesinde, düşünmenin, meydan okumanın ve kurnazlık yapmanın tadını çıkarabilmeye dönüşecektir. 155 Jacques Attali /,nbiı'nıfin Tıırihi Kurnazlık yapmak Yolu bulmak Her şeyden önce, bir labirenti geçmek için hiç de zeka ıs& Jacques Attalı gerekmemektedir; ilerlemek yeterlidir. Eğer labirentte çıkmazlar varsa, orada şans, azim ve bellek gerekli olacaktır. Ama önceden hiçbir şey mantıklı bir şekilde bir yolun diğer yollar yerine neden seçileceğini açıklaya­ maz. Çıkmazların ve dallanıp budaklanan yolların karmaşıklığı labirenti yapanın keyfi dışında hiçbir kurala uymaz. Her şey yapısı ile ilgili olarak düşünebildiklerimize bağlıdır. Duvarları düz müdür? İstemeden de olsa yerlere bir işaret bırakılmış mıdır? Dönemeçlerin şeklinin bir anlamı var mıdır? Sola doğru daha çok dönmek sağa doğ­ ru dönmekten daha iyi bir seçenek midir? Bu tarz sorulara cevap verebilmek için, bir karara varmadan önce tüm varsayımları değerlendiren algoritmaları takip ediyormuş gibi mümkün olan tüm seçeneklerin sistematik bir araştırmasını yapmaya kalkışabiliriz. Bu çoğunlukla boşuna yapılan bir çalışma olur. Doğru yolu düşünmek için zeka kullanmak daha iyidir. Ama hangi zekayı? Burada mantık faydasızdır. Labirentin akla yatkın bir yapısı yoktur. Görmek, dokunmak ve hissetmek gerekir. Dinlemek de gereklidir: Kulak zaten iki buçuk oktavlık bir sarmal, bir labirent değil midir? Gamın en yüksek ve en alçak notaları hem birbirlerine çok uzak, hem de birbirlerine çok yakın olan labirentin iki noktası gibi de- IAıbireıılül Tarilıi ğil midir? Kurnaz olmak Daha da fazlası gerekir. Bütün duyular tetikte olmak üzere hem şimdiki zamanı hissederek, hem de uzun vadeli bir bakış açısıyla dolaşmayı öğrenmek. Gerekli zeka biçimi mantığa değil; denizcide, avcıda, göçebede görülen önseziye dayalıdır. Bunu kötülük veya kurnazlık olarak adlandırabiliriz. Eski Yunanlılar mantığın karşısına koydukları bu zekayı daha önce tanımlamışlardı. Zeus'un, onun güçlerine sahip olabilmek için yuttuğu ve diğer tanrıların kurnazlıklarını önceden görmesini sağlayan, aynı zamanda kızı Athena'nın annesi olan ilk karısının adından hareket ederek bu kavrama metis adını vermişlerdi. 36 Kurnazlık, devingen olanın, önceden kestirilemeyenin bilimidir, uygulamada etkinliğin, eylemde başarının araştırılmasıdır. En beklenmedik olaylara hemen bir göz atıp onları çarçabuk kavramayı gerektirir. Kurnazın kulağı her zaman kiriştedir, durmaksızın alternatif yolları düşünür ve değerlendirir, her birinin olası sonuçlarını ve tehlikelerini ölçüp biçer. Düğümleri çözmeyi, belirsizliklerin içinden çıkabilmeyi, hamleleri önceden görmeyi, labirentlerin üstesinden gelmeyi bilir. Hareketleri hızlıdır ve bir bakışta doğruyu anlar. Onu sürekli sınayan bilgisi sayesinde, yanıltıcı belirtilerden ve yanlış haberlerden yararlanmayı bilir. Kurnazlık yapmak yalan söylemek değildir. Satrançtaki gibi önceden çok sayıda hamle yapabilmek için baş­ kalarının art dµşüncelerini okumaya çalışmaktır. Aynı zamanda tuzakları bulundukları yerden çıkarıp atmaya, maskeleri çıkarmaya, yalanları bozmaya, yanlış yollardan 157 Jacques Attalı l.ıabirnıtiıı Tuı-ilıi uzaklaşmaya, bir rehber bulmaya, gizemlerin üstündeki örtüyü kaldırmaya ve bir planı bulup onun şifresini çözmeye çalışmaktır. Yalancılara gelince, Theseus ve Odysseus onlara kendilerini bekleyen yazgının ne olduğunu göstermiştir: Minos, Poseidon'a söz verilen boğayı kurban etmeyi reddettiği için cezalandırılmıştır. Truvalılar da kendilerine bir sur yapmalarına yardım eden Poseidon'a verdikleri sözü yerine getirmedikleri için yok olmuşlardır. Deniz tanrısı Poseidon, yalancılardan intikam almaları için kurnaz Odysseus ve Theseus'a yardım etmiştir. Denizciden diplomata 158 Kurnazlık denizcilerin en önemli özelliğidir; dümencinin gemiye volta vurdurarak bile olsa yönünü koruması­ na, kimi unsurların önceden kestirilemeyen ve istikrarsız durumuna en iyi uyacak biçimde ayarlanmış bir güzergahla geminin gideceği yere varmasına olanak sağlar. Sophokles, denizciliği, pantaporos 'yani yolların şifrele­ rini çözen kişi' diye adlandırdığı "çarelerle dolu" insanın yetenekleri arasında birinci sıraya koyar36: "Bir poros, bir yol, bir çare veya bir çıkar yol bulmak, rüzgardan sinsice faydalanmak, durmaksızın tetikte olmak, harekete geçmek için en acil durumu önceden görmek, tüm bu çalışmalar ve tüm bu manevralar çok yönlü bir zekayı gerektirir." "Her çeşit oyunu bilen", "gizlice planlar yapmayı bilen", "bin bir hünerli" adam Odysseus denizcilerin ilk örneğidir. 36 Pindaros onu, karı­ sına talip olanlara tuzak kuran, "her kalıba giren düzenbaz" diye tanımlar. (Bu durumda tuzak bir ağdır, sepetteki balığın hareketlerini ima eden bir yeni labirent irngesidir. )36 Jacques Attali L<ıbiı'f'ııliıı Tarihi Kurnazlık, ticaret için de gerekli bir özelliktir; belirli bir mantık temelinde değil, kötülük -etmek niyetiyle yapılır. Bir anlaşma veya bir satış üzerinde pazarlık yapmak için, el yordamıyla ilerlemek, sonucun tahmini değerini hesaplamak, mantıksal akıl yürütmelerle yetinmemek, ilerlemek ve geri çekilmek, vermek ve geri almak, çok dile düşürmeden ardından koşulan hedefin çevresinde dönmek gerekir. Kurnazlık diplomatın da birinci özelliğidir. O, değiş­ ken koalisyonları biraz önceden düşünmeli, gelecek olanı görmeli, davet etmeli, kandırmalı, övgülere boğmalı, uzlaşmaya varmalı, tuzak kurmalı, karşısındakinin ne istediğini önceden sezinleyip aslında sadece bir uzlaşma­ dan ibaret olan şeyi bir zafer olarak kabul etmesi için onu ikna etmeli. Kurnazlık hekimin de başlıca özelliklerinden biridir. Teşhisin hazırlanması tamamıyla bir labirentten geçiş gibi gelişir. iyi bir pratisyen hekim bilinmeyeni araştırmasına, farklı yolları izlemesine, hedefe ulaşmadan önce çıkmazları fark etmesine imkan tanıyan bu değişken ve sezgisel zekayı kullanır. Kurnazlık içermeyen politika da yoktur. Çok daha önce, Aristoteles "metis"in, "başarısı, sarsılmaz bilgiye 159 değil, olayları bir bakışta değerlendirmeye bağlı olan36 " politika için zorunlu olduğunu açıklıyordu. Kurnazlığın olmadığı bir savaş yoktur. Bir kez daha, kuvvet artık zaferin temel koşulu değildir. Uygun zamanda uygun yere ulaşabilmek gerekir. işte bu terörizmin, ve yarın hayatta kalmayı başaracak az sayıdaki devletin silahıdır. Jacques Attalı 1-Aıbire,ıliıı Ttu-ihi Akıllıca casusluk yapmak 160 Jacques Attali Kurnazlık ekonomik ilerleme için de gerekli en önemli nitelik olacaktır. Göçebe ekonomisinin başlıca zenginliği stratejik bilgilerin, yani birbirine bağlı teknolojik "labirentler"in içinde bulunduğundan, bu şebekelerin işleyi­ şini bilenler artı değerin temel kaynağını denetim· altın­ da bulunduracak. Bu bilgiyi ec:linmek kesinlikle kurn~zlık isteyecek. Öncelikle, laboratuvar ortamında bu labirentlerin yaratılması, rasyonel olmayan bir zeka ve yanı sıra "ufak tefek işler yapma" konusunda gelişmiş bir beceri gerektirecek. Sonra, başka yerlerde icat edilenleri bulup ortaya çıkarmak ve aynı zamanda kendi sahip oldukları bilgiyi, çalma girişimlerinden uzak tutmak zorunda olan casuslardan ve araştırmacılardan oluşan dünya ölçeğin­ deki bir "zeka" şebekesi sayesinde başkalarının kurnazlıklarından korunmak, bilgileri sahiplerinden veya yaratıcılarından çalarak onlara sahip çıkmak, kılavuzlar veya planlar keşfetmek için de yine kurnazlık gerekecek. Yeni bilgilerin düğümlerini çözmeyi ve yeniden düğümlemeyi öğrenmek için de. J,ahiı-eııli,ı 7bı-ihi Düğümü çözmek insanı başladığı noktaya geri getirerek kendisini bulmasını sağlayan ip, hem en uzun hem de labirentin çıkışına ulaşıp düğümün içinden çıkmak ve gizi çözmek için en kestirme yol gibi görünür. Düğüm atmak Labirentleri geçmek için gerekli olan özelliklerin en yakın benzerliklerini düğüm atma ve düğüm açma sanatın­ da buluyoruz. Aslında düğüm labirente benzer. İçinde kavşaklar, girişik süslemeler, kıvrımlar vardır. Düğüm ayrıca tüm enerjilerin yoğunlaştığı bir yerdir. Labirent gibi düğüm de içinde bir giz barındırır. Bir olayda "düğümün çözülmesi"nden, bir problemin "düğüm"ünden bahsedilir. Çok sayıda uygarlıkta düğüm ve labirent kaderin iki ayrı benzetmesidir. Düğüm, labirent gibi, ölüme gönderme yapar; kah onun habercisi olur, kah ondan korur. Kimi uluslar için üzerinde bir düğüm bulundurmak, labirentin yaptığı gibi, kötülüğü tuzağa düşürüp hapsettiği için uğursuzluk getirebilir. Hindistan'da düğümler aynı zamanda ölüm ile ilişkilendirilir. Iran'da ve hatfa Avustralya Aborijinleri'nde, sadece, düşüncelerini birisi üzerinde yoğunlaştırarak bir düğüm atmak bile o insanı uzaktan öldürmek için yeterlidir. Yunanhlarda kader tanrıçaları Moiralar ipler ve düğümler aracılığıyla kaderi belirliyorlar ve ölüm saatini sabitliyorlardı. 1&1 Jacques Attalı Ullıin·ııtiıı Tıırilıi Nazarlıklar Diğer kültürlerde ise tam tersine ama yine aynı nedenle -kötülüğü tuzağa düşürdüğü için- düğüm bir nazarlıktır. Onun varlığı ölümü kovar. Arabistan'da bir büyücü, uzaklaştırır. Bir hacı Mekke yolunda iken giysilerinin üzerinde düğümler olmalı, ama Kabe'nin önüne geldiğinde onları çözmelidir. Fas'ta hastalıklardan kurtulmak için ailenin bireyleri ağaçlara düğümler asmalıdır.2 8 Aynı inanış, Çin'de ve Hindistan'da bir düz çizgi üzerinde hareket eden kötü ruhların yönünü değiştirmek için evlerin çatı­ sının üzerine çizilmek zorunda olan labirentlerde de bütünüyle görülür.2s Felsefi Hindu metinleri Upanişadlar'da bir düğümü çözmek çoğunlukla iyileşmek anlamına gelir. "Kalbin düğümünü çözmek" ise "ölümsüzlüğe ulaşmak"tır. Düğüm insanı Tanrı'ya, her brahmanı Brahma'ya bağlar ve uzun yaşamın simgesidir. Aynı düşünceyi Kabala geleneğinde de buluyoruz. Abraham Abulafia'ya göre hayatın amacı "gerçek hayat"a başlamak için ruhu "yerinden çı­ karmak", onu sımsıkı saran "bağları çözmek"tir. Birkere bu düğümler çözüldü mü, insan toprakla olan bağla­ uğursuzluğu buğday başaklarını düğümleyerek 28 162 rından kurtulacaktır. Bazen düğüm hayat verir. Bambaralar'da Amsa tanrı­ sı insanlara bir ipe asılı duran bir kutsal sandık gönderir. Mısır'da özel bir düğüm Seth tarafından kesilip parçala- ra ayrılan Osiris'in bedeninin bölümlerini birbirlerine bağlar ve onun dirilmesini sağlar. 30 Tekstil ve tekst Çok sayıda kültürde düğüm, labirent gibi, dilin ilk yapı­ sını oluşturmuştur. Örneğin Dogonlar'da üç dilin sırasıyJacques Attalı I.atrinmtin Trırihi la ortaya çıktığı anlatılır; örme, dokuma ve ip oyunu.30 11ki, anneleri olan Dünya'nın eteğinin, iki ikiz tarafından, çok daha önceden Gökyüzü'nde yaratılmış bitkilerden elde edilen lifler yardımıyla üretimi sonucunda ortaya çı­ kar. Yaptıkları hurmalar tanrıların sözü için geçiş yoluydu. İkinci dil sözcüklerin dokunmasıyla belirir. Üçüncüsü ise ip oyunları veya "kedi yuvaları30 " ile beraber oluşmuştur. Diğer çok sayıda kültürde, İnkalar'da ve özellikle sayısız denizci ulusta düğüm bir yazı biçimidir. Dokuma kumaş çoğunlukla, aynı zamanda bir metni tanımlamak için kullanılan bir sözcük ile tanımlanır. Doku ve dokuma sözcükleri de birbirine yakındır. İnternet, metinlerden yapılma bir kumaştır. Dokuma, Cilalı Taş Devri'nde, tamamen labirentlerle aynı zamanda Peru'da ve Yakın Doğu'da ortaya çıktı. Odysseus deniz labirentini geçerken Penelope örgü örer ve Ariadne, Theseus'a bir iplik verir. Çok sayıda kültürde, örneğin Panama açıklarında San Blas adasının sakinlerinde, Nijerya'daki Yorubalar'da, Benin'deki Fonlar'da, Gana'daki Futiler'de, Zaire'deki Bakubalar'da labirent şeklindeki desenlerle süslü kumaşların dokunduğu görülür. Düğüm atmak ve çözmek her şeyden önce dişi bir etkinliktir. Bu bilgeliğe götüren tek yol değildir. Dünya, birbirine bağlı sayısız bilgisayardan oluşan bir dokuma tezgahının ürettiği ipliksiz bir kumaş (bir .IK!) ile kaplanmak üzeredir. Labirentleri resmetmek ve mimari yapılarını tasarlamak için dokumanın kanunlarını ve el çabukluklarını bilmek gerekecek. Ağları düğümlemek ve düğümünü çözmeyi bilmek katma değeri ve karı yaratarak önemli bir bilgi birikimi oluşturacak. Yazılımlar ip oyunlarına benzeyecek. Ayrıca bu bilim terörist ağlarının 163 Jacques Attalı Labir'eıı.lirı 1brihi ipliğini pazara çıkarmaya yarayacak. Düğümler labirentleri geçmek için gerekli olan en son özelliği ortaya koyuyor; sistematik düşünceyi kullanarak, olayların sırasına dikkat ederek, sabrı yitirmeden hareket etmeye imkan veren "titizlik". Karmaşık düğümleri çözmeyi öğrenmek geleceği denetim altında tutmaya yarayan felsefi bir çıraklık dönemidir. Bu ise sakinliği, dinginliği, azmetmeyi, uzakta durmayı, bakışta keskinliği ve labirentlerin önceden fark edilmesi için gerekli olan tüm özellikleri kapsar. Şüphe­ siz bu yaklaşımı okul günlerinden itibaren geliştirmek ve aynı zamanda her geçen gün daha da karmaşıklaşan sır­ ları açıklığa kavuşturmayı öğretmek mümkündür. 164 Jacques Attali I.abirP11ti,1 Thri/ıi Sırları açıklığa kavuşturmak Gerekli tüm özellikleri toplamayı bilenler için yolun sona ereceği zaman geldi. Labirentin içindeki insan çıkışa doğru ilerleyen özgürlüğünün sadece bir aldatmaca olmasından çekinir. Gerçekten bir çıkışa doğru mu yöneldiğini, yoksa girişe doğru geri mi döndüğü­ nü bilmiyordur. Ama geçişin olasılıklar içinde bulunduğunu ve her labirentin kuramsal olarak bir çözümün konusu olabileceğini anlamıştır. Bir resimden dışan çıkmak Bunun uygulanabilirliği nedir? Her türlü labirentten çıkmak için çözümler var mıdır? Tamamen değil. Çıkmazlarını ve kıvrımlarını karalayarak ve böylece sadece doğru yolu ortaya çıkararak çizilmiş bir labirenti çözmek mümkündür. Bir başka çözüm ise hedeften itibaren yolu ters yönde izleyip girişe doğru dönmektir. 165 Koridorları geçmek Labirentlerin keşfi, Greg Bright'm önerdiği gibi, bir kağıt yaprağında kesilip açılan ve çizim boyunca kaydırılan bir "göz"ün, oyuncuyu gerçekten labirentin içinde bulunan birinin yerine koymasıyla yapılabilir.17 Gerçekte bunun için, bilgisayar oyunları için olduğu kadar lunapark ve bahçe labirentleri için de çok sayıda yöntem bulunmaktadır. Hiçbiri kesin bir sonuç veremez. Birinci yöntem, Jacques Attalı J,abi.reııti,ı '.lhı·iJıi 1&& Jacques Attalı bir eli, duvarın yüzüyle sürekli temas halinde tutarak ilerlemekten ibarettir. Bu yöntem sadece; hedeften geçmeyen bir yol ile birbirine bağlı iki giriş varsa veya her labirent yaratıcısının sıkça kullandığı bir yöntemle oluştu­ rulan, yani hedefin etrafında kıvrılıp duran ve sonra hedefe ulaşan bir yol varsa işlevlik kazanır. 87 Fransız matematikçi Tremieux farklı bir yöntem önerir ve hemen hemen sonuca götüren genel bir çözüm sunar. 87 Yolcuya sürekli olarak koridorun sağ tarafıyla temas halinde · kalmasını ve ilerlemesini önerir. Eğer bir çıkmaz sokakla karşılaşırsa elini hala aynı duvarda tutmayı sürdürerek başladığı noktaya geri gelmelidir. Daha önce geçtiği bir yola geldiğinde, yine duvarı bırakmadan geri dönmelidir. Önceden karşılaşılan bir yol ayrımına gelindiğinde, eğer varsa, yeni bir yolu seçip gitmelidir veya daha önce her iki yönde de gidilmiş bir yolu yeniden takip etmeme koşuluyla başka herhangi bir yolu seçmelidir. Doğaldır ki bu yöntem her durum için bir çözüm sağlamaz veya en iyi yolun bulunmasına dair bir güvence veremez.114 Göçebe hayatı yaşamak, yüzleşmek, kaybolmak, kendini kabul etmek, azmetmek, anımsamak, dans etmek, oynamak, kurnazlık yapmak, sırları ortaya çıkarmak ... Tüm bu özellikleri kendisinde toplamayı başaran insan, sayısız hata yapsa bile, bir değeri olan tek sorunun, "Ne olmak istiyorum?"sorusunun yanıtına doğru ilerlemek için tüm fırsatlara sahip olacaktır. Lı.ıhirr,ıfin raı-ihi Labirent yapmak Bir labirentten çıkışta ne hissedilir? Bir rahatlama mı? Bir bütünlük duygusu mu? Yoksa tam tersine bir kayıp, bir eksiklik, bir şaşırma duygusu mu? "Labirent kaybolunan yer değil, aksine içinden her çıkıldığında kaybolunmuş hissi veren yerdir," diye yazar Michel Foucault. Ne olursa olsun bir kere bile labirenti geçmek, bilince sonsuza dek başka bir görünüm verir. Kaybolduktan sonra, insan, içinin tüm kapılarını açar, kendisini keşfe­ der. "Kovalanan yolcu 40 " gerçeği bulamadı, onun yerine daha zor bir soruya doğru giden bir yol keşfetti. "Deneyimin gerçekliğiyle karşılaştığı 76 " andan itibaren "labirentin içindeki insan hiçbir zaman gerçeği aramaz, sadece ve her zaman Ariadne'sini arar-05". Aslında o sonunda başka bir labirente götüren bir yola varır. Karşısına çıktığı kişinin iyileşmesine imkan tanıyan labirentin büyük gizemi işte budur. 167 Jacques Attali l.ahin:mlüt 1bı-ilıi İyileştirmek İlk büyücüler 1&s Jacques Attalı En eski bilgiler bizlere bir labirentin geçişinden iyileşmiş olarak çıkmanın mümkün olduğunu göstermektedir. Onlar, sadece gözle labirentin içinde yol almaktan ibaret olan basit bir zihinsel alıştırmanın sakinlik ve dinginlik getiren bir içsel yolculuğa başlamaya imkan tanıdığını gözlemlemişlerdi. Bunu bilen eski zamanların ulusları bedenin ve ruhun her hastalığı için uyarlanmış labirent şekillerini çizmeyi öğrenmişlerdi. Yunanistan'da, hekimlik tanrısı Asklepios'a adanan kutsal yerde, Epidauros'taki Thalos tapınağında hastalar hastalıklarından kurtulmak için bir labirentin yollarını izliyorlardı.113 Bu aynı zamanda kilise labirentlerini arşın­ layan çok sayıda hacının da umuduydu. Navaho yerlileri ı32 bugün bile hastaları labirent desenleri ile dünyanın kaynağına götürmeyi amaçlamaktadır. Büyücü-doktor bu sırada bir hastalığı tanımlar ve ona neden olan şeyin dengesini bozar. Hastalığın doğasına göre seçilen şarkı­ ları söylemeye ve dans etmeye başlar. Tören, hastalığın önemine göre iki, üç, beş veya dokuz gün sürer. Sonuncu günde büyücü-doktor hastanın çıplak bedeninin üzerine onu arındırmak için kömür, çiçek ve mısır boyalarıy­ la renklendirilmiş kumları akıtırken ayrıca uğursuz varlıkları tuzağa düşürdüğü, labirent biçiminde kumdan bir resim çizer. Sonra resim dağıtılarak bozulur. Kumun dağıtıldığı sırada, ayinin en güzel anında iyileştirme gerçekleşir. ı32 Zulular dövme yapmayanları kör eden bir Uıbire,ıtin Thrilıi tanrıçadan ruhlarını- korumak için kendilerine labirent ve sarmal dövmeleri yaparlar. Labirentler Kuna kadınla­ rını hastalıklardan korur. Nazcalar da gücüne sahip olmak istenen bir hayvanı betimleyen bir labirent içinde yol alırlar. Çinliler farklı hastalıkları iyileştirmek için "labirent dansları" yapar ve evlerinin girişine uğursuz güçlere karşı koruma sağlamak için labirentler çizer. Güney Hindistan'daki kadınlar "tehlikeli ay" süresince oturdukları yerin zeminine erkeklerin geçmek zorunda oldukları labirentleri resmederler. Mahabharata'daki labirent Chrakra Vyuha, bir kadına zor bir çıkış göstererek doğum yaptırtmaya yarar. Tibet'te mandala, bir meditasyon desteği ve Tanrı'ya götüren bir yol olarak hizmet etmesinin dışında22 , aynı zamanda korumaya ve düşünce­ yi bir noktada toplamaya da yardım eder. Düşünceye dalanın yoğunlaşmak zorunda olduğu merkezi nokta olan bindu enerjileri toplar. Hasta, mandala üzerinde derin düşünceye dalarak kendi dışından kendi içine doğru gider ve bütünlüğe ulaşır. Bindu'yu seyre dalma, insanın içinde güvenlik hissini, dünyanın düzenine, fiziksel ve zihinsel bütünlüğe geri dönüş duygusunu uyandırır. O, sağlığın bir koşuludur.122 169 Bilgisayarlı tedavi Bugün çok özel bilgisayar oyunları hasta çocukların, kendi virüslerine karşı "oynayarak" hastalıklarının sorumluluğunu üzerilerine almalarına yardım etmek için kullanılmaktadır. Burada kendi kendine öğrenme, tedavi etme görevini üstlenir. Tehlike durumlarını canlandır­ mak için sanal imgelere sahip olan labirentler de kullanı­ lır. Örneğin hastalar sanal tehlikelerle dolu labirentlerin içinden geçirilerek şaşırtma, boşluk korkusu ve Ikaros Jacques Attalı Lahireııli11 Thrihi kompleksi ile de iyileştirilebilir. Labirentler her zaman kötülüğün hapishanesi ve Castaneda'nın alacakaranlık hakkında söylediği gibi iki dünya arasındaki bir gedik olacaktır. Teselli eden özelliğiyle labirentler kıskançlığın, tutkunun, nefretin, gururun, aptallığın ve rekabet duygusunun tedavi edilmesine yardımcı olur. Her birimizin onun araçlarını iyi kullanmayı öğrenme­ si, kendi zihinsel labirentini yaratması, aklın bir çeşit günlük egzersizi içinde gözleriyle labirent yollarını izlemesi gerekiyor. Herkesin sonunda kendi labirentlerini oluşturmayı, "labirent yapmayı" öğrenmesi gerekiyor. 170 Jacques Attalı {,nbiınıti,ı ToriJıi Labirent yapmak Bir labirent nasıl yaratılır? Özgürlüğün en son uygulanma biçimi labirentleri yaratmak olacaktır. Bu bir aldatmacadır, bir alıştırmadır ama aynı zamanda teknoloji ve politikanın en önemli ödülüdür. Çünkü herkes, insanın içinde bulunduğu her türlü etkinlikte başarılı olmak için bu bilgiye ihtiyaç duyacaktır. Gözü kapalı bir halde veya sanatsal bir önseziye itaat ederek veya teknolojik kurallara uyarak ve hatta çok eski çağlardan kalma ilkeleri uygulayarak labirent çizme alıştırmaları yapılabilir. ilk Çağ bilgelikleri, hem estetik hem de karmaşık labirentleri çizmek için 114 önce doldurulacak yüzeyin tanımlanması ile başlamanın, sonra bu yüzeyin herhangi bir biçimde olabilecek sınırlarını belirlemenin, dik veya eğri, yol şekillerinin bütünlüğüne karar vermenin, keşfedilecek bir merkez veya geçilecek bir bölge gibi bir hedef ile bir veya birden fazla giriş noktasının belirlenmesinin gerektiğini söylerler. Bu noktadan itibaren önce hedefe doğru götüren yolu, sonra da çıkmazları çizmek yerinde olur. Doğru parçalarını uzun tutmaktan kaçınmak, çıkmazların kolay bulunmasını engellemek, tekrar eden eşdeğer çıkmazları ortadan kaldırmak gerekir. Ayrıca bazı kurnazlıklardan da faydalanılmalıdır. Örneğin labirent yolcularının sağa doğru dönmeye, sola doğru dönmekten daha istekli oldukları bilindiği için çıkmazları sağ taraf ve doğru yolu sol tarafa koymak daha yerinde olur. En sonunda yüzeyin her bölümünü 111 Jacques Attali Labin>ııliıı 1b1·ihi 112 Jacques Attalı eşit büyüklükte yollarla aynı derecede doldurmak ve yüzeyde boş veya unutulmuş bölgeler bırakmamak gerekir_! 14 Dairesel bir labirenti çizmek özellikle basittir ve bu kitabın sonuna kadar gelen herkes tarafından denenmeyi hak etmiştir. Labirent yapmak için ilk alıştırma iç içe geçmiş daireler çizmek ve sonra yolları oluşturmak için içlerinde gedikler açmaktır. Üç halkalı bir labirenti87 çizmeye yarayan çok eski bir başka yöntemde ise önce bir haç çizilir ve sonra oluşturulan dört bölümün her birine bir nokta yerleştirilir. Haçın tepe noktasından başlayarak tam sağ tarafa yerleştirilen noktaya kadar giden bir yarım daire, saat yönünde çizilir. Sonra sol üst bölümde bulunan nokta haçın ilk sağ kolu ile birleştirilerek yeniden başlanır. Böylece ara vermeden sol taraftaki her nokta sağ taraftaki en uygun uç ile birleştirilir. Sonuçta Girit'te, Isveç'te ve Arizona'da görülenlere benzeyen üç halkalı bir labirent elde edilir. Yedi halkalı bir labirent oluşturmak istenildiğinde ise haçın oluşturduğu her bir bölüme bir "L" eklemek yeterli olacaktır. Bir "L" daha eklenirse on bir halkalı labirente ulaşılacaktır. s1 Labirentleri yapanlar sonlu olanı neredeyse sonsuza dönüştürür ve insanın, eşyalarının içine zamanı istiflemesine benzer bir biçimde sınırlı bir alanın içine zamanı doldurur. Yalın olanı karmaşık olana çevirir, hayat verir ve tanrı olur. Daidalos heykellere hayat verir ve bir ineği canlandırır; Leonardo Da Vinci, labirentlerinde ipleri ve dalları, insan elinden çıkanları ve doğadakileri karıştır­ mıştır. ıs O zamanlarda labirentleri yaratmak alaycı ve kutsal bir sanat haline dönüşmüştür. Daidalos, Ecarlate, yazılımların ve bilgisayar ağlarının mimarları yüzyıllar boyunca bu yolculukların efendisi oldular. Yarın eskiden l.,ııhimııli,ı Tuı·ilıi olduğu gibi labirentlerin yaratıcıları güzel ve zor şeyler yapacaklar. Labirentlerin güzelliği onların zorluklarında yatacak: Per ardua ad astra. Labirent sanatın çıkış noktasında mıdır? Bir maske, bir kurnazlık, aldatmacaların ortasında gerçek yolun gizlenmesi, bir tuzaktır o. Tarih öncesinde ve sonra Ilk Çağ'daki Aborijinlerin, Afrikalıların, Kızılderililerin, Keltlerin sanatsal olarak tanımlanabilecek ilk hareketlerinin hepsi labirentlerden etkilenmişti. Aralarında en belirgin olan Avustralya Aborijinlerinin sanatında "geleceğin yetişkinine zihinsel gelişiminde rehberlik edebilen8" çok sayıda labirent kullanılıyordu. Girit'teki labirent mühürlerini oyanların sanatında simetriden kaçınılıyor ve her mühürden eşsiz bir sanat eseri, onları tanımlamaya imkan veren bir arma çıkıyordu. Daha genel olarak açıklamak gerekirse tüm sanatsal çalışmalar labirent düzeni içinde yapılır. Sanatçının yalnızlığı, şüpheleri bir labirentin içinde yol alan ve önceden bir çıkış veya bir çözüm bulup bulamayacağını bilemeyen bir araştırmacının duyguları ile aynı düzende yer alır. Sanat eseri bir labirent geçişinin sonucudur. Bir tabloya bakma eylemi bile labirentin izlediği yola benzer. Göz onu bu şekilde bir kere "süpürdüğünde" resmi kendi bütünlüğü içinde yeniden inşa etmek mümkün olacaktır. Borges'in tanımladığı gibi estetik olgusu "görünmeyen bir vahyin çok yakında olmasıı5"dır. Burada da tam olarak labirent yolcusunun duygularını görüyoruz. Bu aynı zamanda, beynin kıvrımları içinde gidip bilgiyi arayarak ve onun farklı dış bölgeleri arasında pek olası gözükmeyen bağlantılar yaratarak diğer tüm problemlerin sırlarım çözmek için de gereklidir. işte bu çok küçük çocukların yapmayı başardıkları şeydir ve yaratıcılık 113 Jacques Attali l.,<ılıirNılin Tmilıi sürecinin anahtarıdır. Beyaz bir sayfanın karşısında labirent, yine çocuğun ilk yaratıcı çizimidir. Ressam, şehirci, koreograf, ağların mimarı, geleceğin tüm seçkinleri onun taklitçisi olacaktır. 174 Sanat ve maske Bütün toplumlar bıraktıkları sanatsal izlerle ölçülür ve değerlendirilir. Bugün sanat, labirentlere, Jackson Pollock'ın yapıtları için şimdilerde söylenilen "taşınabilir Jreskler"e geri dönmektedir. Escher'in en önemli konularından biri labirenttir ve gerçeküstü resimde, örneğin Delvaux'da, birbirinden en uzak olan noktalar, bir engelle tamamen geleneksel biçimde ayrılmış ve gerçekte birbirine en yakın noktalardır. Zaire'deki Bakubalar'ın kumaşları üzerindeki labirent resimleri, özellikle Shuralar'ınki, Sonia Delaunay'e, Kandinsky'ye, Dubuffet'ye, Klee'ye ilham vermiştir. Klee, ilkel sanatın labirentler açısından en açık tanımını verir: "Başlangıçta ne vardı? Nesneler ne bir düz çizgi ne de bir eğri üzerinde, sanki tam bir .özgürlük içinde deviniyorlardı. Baştan aşağı hareketli olarak tasarlanmış olmalıydılar. Amaçsızca, isteksizce, hiçbir şeye boyun eğmeden dolaşmak için oradan oraya gidiyorlardı. Bu devinmenin doğal görünümünün, ilk hareketin durumunun bir ifadesiydi. B" Francis Bacon da şunları yazarken aynı düşüncede­ dir: "Tablolarımda bir adamın onların içine bir sümüklüböcek gibi sızdığını ve sümüklüböceğin arkada bıraktığı sümüğü gibi orada insan varlığının ve geçmiş olayların bir izinin bırakıldığını hissettirmek isterdim." Jacques Attali J.t1hirnıti,ı. ih,-ihi Aynı düşünce müzikte de görülür. Uzun bir süre oradan oraya gezip duran müzik, en uçtaki biçimi fügleri ile labirent tarzının son temsilcisi olan Bach'a kadar, bilinen bir temadan başlayarak serbestçe dolaşılan, doğaçlama yapılan bir sanattı ve bu sanatın zamanı insanlara alıştı­ ran bir tarzı vardı. Sonraları kurallara bağlanan mimari ve uyum yaklaşık iki yüzyıl hüküm sürdü. Ama sonra, bu yüzyılın başında, ilkelcilikten esinlenen bir müzik Debussy ve Ravel'in Bolero'su gibi _örneklerle beraber labirentin geri dönüşünü ilan etti. Luciano Berio bu konuda şunları yazar: "Labirent, cazdaki doğaçlamalar gibi çok sayıda yoruma imkan tanıyan açık bir biçim- dir.107" Böylece müzik "büyük", "popüler" ve diğer bi- çimlerde gelişmeye devam ediyordu. Bu biçimlerin tamamı çıkmazlar ve geri dönüşlerden oluşuyordu. Yarının sanat ve estetik anlayışı işte bu kavramlardan oluşacak. 11s Geleceğin göçebe labirent yaratıcıları vakit geldiğin­ de bir maske taşıma hakkını kazanacaklar. Çocuktan anneye, yerden göğe giden yolları çizmeyi bilecekler, korkuyu hesaba katacaklar, düğümleri çözecekler ve Cennet'in kapılarını açacaklar. Genç Hopiler gibi, oynadıkla­ rı oyuncak bebeklerin, "kachinalar"ın en yakın akrabaları ve ruhlar olduğunu keşfedecekler. Dünyadan dışarı çıkmayacaklar, hayatın temelinin harekette, arayışta olduğunu unutmadan büyüyüp yetişecekler. Mahkumların hücre duvarlarına yazılar kazıması gibi, eski insanlar da bütün bu duvarlar üzerinde çizimler yapmıştır. Bu çizimleri bizlere bırakmış olmalarının nedeni, onların geçmişten günümüze kadar seslenerek insan soyunun ölümsüzlük mesajlarını, eski bilgeliklerini unutmamamız gerektiğini söylemek istemeleridir. Bu Jacques .ı\ttali binmti,ı Thrilıi 76 acques Attali bilgelikler, ne olduğunu bilmek, zamanı mekan gibi yaşa­ mayı öğrenmek, hatalardan bir güç kazanmak, hayatını bir labirent gibi çizmek, durmadan doğaçlama yapmak, onu bir oyun, bir sanat eseri haline çevirmek, Platon'un dediği gibi "kendinden geçmek", huzur dolu mükemmelliğinin yollarını uzak bir kaderde, göçebe bilgilerinin anı­ larında, başarısızlığın ve kaybolmanın zevklerinde aramaktır. Yerleşik düzendeki insanın en son ve kaçınılmaz yolculuğuna hazırlanmak için bile olsa. Göçebe, Tanrı'nın yaratıcısıdır. O'na ihtiyacı vardır. O birleşme noktasıdır, göçebenin bakışının yöneldiği umuttur, göçebeyi teselli eden ve ona kılavuzluk yapandır. Yalnızlık yarının çöllerinin labirentlerinde dayanışma­ ya, yardımlaşmaya, aidiyete, dine gösterilen ilgiye, taşı­ nabilir bir Tanrı'ya veya onun teknolojik görüntüsüne olan ihtiyacı yeniden yaratacaktır. Ama ne olursa olsun, yarının göçebe insanı kutsal ekmeği yeniden omuzlarına koymaya ve Tanrı'yı yanında götürmeye ihtiyaç duyacaktır. "Walkman"den sonra öteki dünya ile iletişim kuran taşınabilir bağ "walkgod" gelecektir. Bu anlamda üçüncü binyıl gizemli olacak çünkü göçebe karakterini gösterecek. Her varlık kendi yalnızlığı içinde bir kumaşın ipi, bir metnin sözcüğü, canlı bir organizmanın hücresi, onu kapsayan ve ona üstün gelen bir labirentin noktası haline dönüşecek. Her biri yanında taşıyacağı Tanrı'nın küçük bir parçası olacak. Yine bu binyıl çok büyük bir olasılıkla, orada burada gelişip büyüyecek en uçtaki totalitarizmleri, dar kafalı ve karanlık yobazlıkları, korkunç şiddetleri görecektir. Ama yarının labirentlerini tarihsel ve mitolojik süreklilikleri içine yerleştirmeyi ve bu çok uzun süren değişikliklerin faıhirr>,ıtiıı Tarihi mirasçısı olduklarını kabul etmeyi bilenler, en fütürist ekonominin, en öncü bilimkurgunun, en az gerçekçi jeopolitik yaklaşımın, çok eski bir geleneğin yeni görünümleri gibi, insanlık tarihi tarafından örülen ipliklerde yerini aldığını anlayacaklardır. Unutkanlık insanı öldürebilir. Kendinden önce gelen göçebelerin adımlarında okuduğu anılar, yarattıklarının uygarca tüketilmesinin, eğlence ekonomisinin, özgürlüğün ve mizahın yolunu açarak onu kurtaracaktır. Orada cesaret gerekecek, çünkü insan her labiren- tin çıkışında, her zaman başka labirentler bulacaktır. Labirentlerin labirentleri. Kimileri orada Tanrı'ya, kimileri gerçeğe, kimileri ise alaycı bir kuşkuculuğa ve panik içinde bir umutsuzluğa rastlayacaklarma inanacaklar. Ve sonunda, kimileri, orada, bilgeliğe doğru giden gizemli ve kırılgan yolu bulmayı ümit edecek. 177 Jacques Attali Jacques Attali 1943'te Cezayir'de doğdu. Paris ve Cezayir'de öğrenim gören Attali, maden mühendisi olduktan sonra idari bilimlerde doktorasını yaptı. Özel danışmanlık yaptı ve yanı sıra üniversitede ders verdi. Dünyanın önemli sorunları hakkındaki görüşlerini kitaplarıyla geniş bir kitleye duyurmasıyla tanınan Attali, esas olarak ekonomi ve p<_>litika üzerine yazılarıyla bilinmekle birlikte, gerçek bir aydın sıfatıyla, müzikten edebiyata kadar birçok sanat alanında da denemeleriyle ün kazanmıştır. Diğer Eserleri: 178 Analyse economique de la vie politique PUF, 1973; Les Moddeles politiques, PUF, 1974; L'Anti-economique (avec Marc Guillaume), PUF, 1975; La Parole et l'outil, PUF,1976; Bruits, 1977; La Nouvelle economie française, Flammarion, 1978; L'Ordre cannibale, Grasset, 1979; Les Trois Mondes, Fayard, 1981; Histories du Temps, Fayard 1982; La Figure de Fraser, Fayard, 1984; Un Homme d'influence, Fayard, 1985; Au propre et au figure, Fayard, 1988; La Vie eternelle, roman, Fayard, 1989; Lignes d'horizon, Fayard, 1990; Le Premier Jour apres moi, roman, Fayard, 1990. TEŞEKKÜR Bu kitabın düzenlenmesine yapmış oldukları katkı­ dan dolayı özellikle Jeanne Auzenet'ye, Frederique Jourdaa'ya et Josseline Riviere'e teşekkür ediyorum. Jacques Attali • IAbirMıti,ı Thrihi KAYNAKÇA 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. ANTIER Gilles, "Pekin et Shanghai", Herodote, n° 49. ATTALI Jacques, L'Ordre cannibale, Grasset, Paris, 1979. ATTALI Jacques, Lignes d'lwrizon, Fayard, 1989. ATTALI Jacques, Histoire du temps, Fayard, Paris, 1982. AUDOUZE Jean, CASSE Michel, CARRIERE Jean-Claude, Conversations sur l'invisible, Plon, Paris, 1996. BALANDIER Georges, Le Dedale. Pour en finir avec le XXe siecle, Fayard, 1994. BARRAL I., ALTET Xavier, Compostelle. Le grand chemin, Decouvertes Gallimard, 1993. BAROU Jean-Pierre, L'CEil pense, Balland, 1993. BAYARD Jean-Pierre, La 1'radition cachee des cathedrales, Dangles, 1990. BAYARD Jean-Pierre, Le Monde souterrain, Flarnrnarion, 1961. BOFILL Ricardo, VERON Nicolas, L'Architecture des villes, Odile Jacob, 1995. BOITARD Roger, L'Art de composer les jardins, Beaubourg. BONNET Roger M., Horizons chimeriques, Dunod, Paris, 1992. BORD Janet, LAMBERT J.-C., Labyrinthes et dedales du monde, Paris, Presses de la Connaissance, 1977. BORGES Jorge Luis, L'Aleph, "L'Imaginaire", Gallimard, 1977. BOURDARIAS Jean, Guide europeen des chemins de Compostelle, Fayard, 1996. BRIGHT Greg, Les Labyrinthes, Presses de la Connaissance. BRION Marcel, L'Artfantastique, Albin Michel, 1-989. BUBER Martin, Le Chemin de l'lwmme d'apres la doctrine hassidique, Le Rocher, 1989. Gavrinis tümülüsüne ayrılan bülten, Association archeologique Kergal, Mayıs 1977. CAILLOIS Roger, CEuvres completes, Gallimard, Bibliotheque de la Pleiade, 1955. 181 Jacques Attah ıhirnıtiıı 1h1ihi 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. !2 32. 33. CAILLOIS Roger, Les Jeux et les hommes, Gallirnard, 1977. CAMPBELL Joseph, The Masks of God, vol. I: Primitive Mythology (New York, 1959) - Les Heros sont eternels, Seghers, 1987. CANTEINS Jean, Dedale et ses c:euvres, le potier demiurge, Maisonneuve et Larose, 1986. CARUANA Wally, L'Art des aborigenes d'Australie, Thames & Hudson, Paris, 1994. CHAMPION Alex, Earth Mazes, Albany, Kaliforniya, 1990. CHAUCER Geoffrey, Les Contes de Cantorbery, Peeters, 1983 ve 1996. CHEVALIER Jean, GHEERBRANT Alain, Dictionnaire des symboles, Robert Laffont, 1970. COMTE-SPONVILLE Andre, Le Mythe d'Icare, PUF, 1984. CONTI Patrick, La Geometrie du labyrinthe, Albin Michel, 1996. COOK Thomas Genn, Koster. An Artifactual Analysis of Tow Arclıaic Plıases in Western Illinois, Evanston, il 1., 1976. DEEDS C.N., Labyrinths and Mazes. DEJEAN Rene, Les Traboules de Lyon. Histoire secrete d'une ville. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. 41. :aues Attali DELFT Pieter Van, BOTERMANS Jack, Mille casse-tete du monde entier, Le Chene, 1987. DESCARTES Rene, Discours de la metlwde, Corpus de philosophie en langue française, Fayard, 1987. DETIENNE Marcel, VERNANT Jean-Pierre, Les Ruses de l'intelligence, la Metis des Grecs, "Champs", Flammarion, Paris, 1989. DIEL Paul, Le Symbolisme dans la mytlwlogie grecque, Pa yot, 1966, 1989. DIODORE DE SiCiLE, Bibliotheque historique, Belles lett res. ECO Umberto, Apostille au Nom de la Rose, Poche/Essais, 1987. ELIADE Mircea, L'Epreuve du labyrinthe, Belfond, 1978, 1985. ELIADE Mircea, Le Mythe de l'eternel retour: Archetypes et /,llbin•ııliıı 1<1dhi repetition, Gallimard, 1969, 1989. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. 54. 55. 56. 57. 58. 59. 60. 61. 62. 63. 64. 65. ELIOT Alexander, CAMPBELL Joseph & ELIADE Mircea, L'Universfantastique des mythes, Ed. Sous-le-Vent, 1976. ELKIN A.P., Les Aborigenes australiens, Gallimard, 1968. La Mythologie generale, Larousse, 1935, 1992. FAURE Elie, L'Esprit desformes, Paris, 1964, 1989. FAURE Paul, La Vie quotidienne en Crete au temps de Minos, Hachette, 1973 FAURE Paul, Ulysse le Cretois, Fayard, 1980. FISCHER Adrian, GESTER George, The Art of the Maze, Londra, 1990 FISCHER Adrian, The Art of the Maze. FOCILLON Henri, Le Moyen Age roman. Le Moyen Age gothique, Livre de Poche, 1988. Fondation DAPPER, Abstraction au royaume des Kuba, 1990. Fondation DAPPER, Au royaume des signes, 1992. FOREST Philippe, Textes et labyrinthes. FRASER J.T., Time, British Library. FREUD Sigmund, CEuvres, PUF. FRONTISI-DUCROUX Françoise, Dedale: Mythologie de l'artisan en Grece ancienne, La Decouverte, Paris, 1975. FULCANELLI, Le Mystere des cathedrales, Pauvert, 1965, 1983. GAUDIN Henri, La Cabane et le labyrinthe, Mardaga, 1973, 1984. GiDE Andre, Thesee, Gallimard Folio, 1981. GRAVES Robert, Les Mythes grecs, Fayard, 1967. GRAVES Robert, La Toison d'or, Gallimard, 1964; Les Mythes hebreftX, Fayard, 1987; La Deesse blanche, Le Rocher, 1979. GRAVES TOM, The Diviner's Handbook, Thorsons/fhe Aquarian Press, 1986; Needles of Stone Revisited, Gothic Image, 1986 GRIAULE Marcel, Dieu d'eau, Fayard, 1966. GRIMAL Pierre, Dictionnaire de la mythologie grecque et romaine, PUF, 1951, 1990. GUENON Robert, Les Symboles fondamentaux de la sci- 183 Jacques Attali Labiıtmtiıı Tarihi 66. 67. 68. 69. 70. 71. 72. 73. 74. 184 75. 76. 77. 78. 79. 80. 81. 82. 83. 84. 85. 86. acques Attalı ence sacree, Gallirnard, 1962. HERODOTE, Histoires, Belles lettres. HOCKE G.R., Labyrinthe de l'artfantastique, Gonthier/De noel, 1967, 1977. HOFSTADTER Douglas, Gödel, Escher, Bach: les brins d'une guirlande eternelle, Intereditions, 1985. HOMERE, lliade et Odyssee, La Pleiade, Gallimard, 1955. JABES Edmond, Le Livre des questions, "L'Imaginaire", Gallimard, 1963. JACQUARD Albert, LACARRIERE Jacques, Sciences et croyances, Ecriture, Paris, 1994. JAMES John, Les maitres-constructeurs de Chartres, J.-M. Gamier, 1990. JAYNES Julian, The Origin ofConsciousness in the Breakdown of the Bicameral Mind, Bostan, 1976. JOHNSON Stewart, The Ancien City of Suzhou. Town Planning in the Sung Dynasty. JONG J. de, Le labyrinthe, Paris, 1963. JOYCE James, Dedalus, NRF, 1924; Ulysse, NRF, 1937. JUNG Cari Gustav, L'Ame et la vie, Buchet-Chastel, 1963, 1985; Les Racines de la conscience, Buchet-Chastel, 1971, 1983. KERENYl, Labyrinthe, Studien, 2. baskı, Zürih, Rhein VerIag, 1950. KERN Hermann, Labyrinthe, Preste! Verlag, Münih, 1982. KNIGHT W.F., Cumean Gates, Basil Blackwell, Londra, 1936. KRAFT John, The Goddess in the Labyrinth, Abo Akademi, lsveç, 1985. LACARRIERE J., L'Envol D'Icare, Seghers, 1993. LAING Ronald D., Nreuds, Stock-Plus. LASCAULT Gilbert, Boucles et nreuds, Balland, 1981; Architecture primitive, Beaubourg, Choisy-le-Roi fuar kataloğu: "Dedale et Ariane", 1985. LECLERC S. et PERRAULT C., Le labyrinthe de Versailles, lmprimerie Royale, 1779. LHOTE Jean-Marc, Le Symbolisme des jeux, Berg international, 1976. Lalı'inmliıı 87. 88. Tarihi LONEGREN Sig, Les Labyrinthes, mythes traditionnel.s et applications modernes, Dangles, 1991. MALE Emile, L'Art religieux du Xllle siecle en France, A. Colin, 1948, 1986. MALLET Robert, Jardins et paradis, Gallimard, 1959. MARSHACK Alexander, The Roots of Civilization, New York, 1972. 91. MATTHEWS W.H., Mazes and Labyrinths, Longmans Green, Londra, 1922. 92. MATTHEWS W.H., Mazes and Labyrinths: their history and development, New York, 1970. 93. MORRISON Tony, The Mystery of the Nasca Lines, Nonesuch Expeditions, 1987. 94. NACHMAN DE BRESLAU Rabbi, La C/ı!l,ise vide, La Table Ronde, 1996. 95. NIETZSCHE Friedrich, Ariane a Naxos. 96. OVIDE, Les Metamorphoses, Paris, Flammarion, 1966. 97. PASQUIER Gilles, L'Entree du labyrinthe, Dervy, 1992. 98. PENNICK Nigel, Labyrinths: their geomancy and symbo lism, Runestaff, 1986; Mazes and Labyrinths, Londra, 1990. 99. PHILIBERT Myriam, La Naissance du symbole. Les racines du sacre, Dangles, 1991. 100. PIEPER Jan, Das Labyrintische, Bibliotheque Nationale .. 101. PLiNE L'ANCIEN, Histoire naturelle, Paris, Belles lettres. 102. PLUTARQUE, Vie de Thesee, Paris, Belles Lettres, 1957. 103. POPPER Kari, L'Univers irresolu: plaidoyer pour l'indeterminisme, Hermann, 1984. 104. PURCE Jill, Le Voyage mystique, Le voyage itinerant de l'ame, Paris, 1974. 105. QUEAUX Philippe, Le Virtuel, vertus et vertiges, "Milieux", !NA, Paris, 1993. 106. RAGON Michel, L'Homme et les villes, Albin Michel, 1975. 107. RANCHIN France de, Labyrinthes, Hatier, 1983; Les Nouveaux Labyrinthes, Höebeke, 1989. 108. RAVETZ Alison, Delivrance and Disciplines, Review of 89. 90. 185 Recent Works on Vandal{sm. 109. REED DOBB Penelope, L'Idee du labyrinthe de l'Antiquite Jacques Attalı lahirenti,ı Ilıı-ilıi 186 Jacques Attalı au Moyen Age, Cornell University Press, New York, 1990. 110. ROBBE-GRILLET Alain, Dans le labyrinthe, Minuit, 1959. 111. ROBINSON James M., The Nag Hammadi Library, San Francisco, 1977. 112. ROSSEL Andre, Labyrinthes, 18 jeux du temps passe, Paris, 1968. 113. SAINT-HILAIRE Paul de, L'Univers secret du labyrinthe, Robert Laffont, 1992. 114. SANTARCANGELI Paolo, Le Livre des Labyrinthes, Gallimard, 1974. 115. SENEQUE, Lettres d Lucilius (1-29), Flammarion, Paris, 1992. 116. SERRES Michel, La Naissance de la physique dans le texte de Lucrece: fleuves et turbulences, Minuit, 1977. 117. SHAKESPEARE William, Le Songe d'une nuit d'ete, Belles lettres, 1990. 118. SOYEZ Edmond, Les Labyrinthes d'eglise, Yvert et Tellier, 1896. 119. STEINSALTZ Adin, Le Maıtre de priere, Albin Michel, 1994. 120. STERN Thomas, Thesee ou la puissance du spectre, Seghers, 1981. 121. TAYLOR Mark C., Errance, Lecture de Jacques Derrida, Cerf, 1985. 122. THIBAUD Robert-Jacques, Le Jeu de l'oie, Dervy, 1995. 123. TRUNGPA Chögyam, Schambhala, Seuil, 1990. 124. TURNER A.J., The Time Museum, Rockford, 1984. 125. UTUDJIAN Edouard, L'Urbanisme souterrain, PUF, Que sais-je?, 1952. 126. VAN ZUYLEN Gabriel, Tous les jardins du monde, Decouvertes Gallimard, 1994. 127. VIOLLET-LE-DUC, Dictionnaire raisonne de l'architecturefrançaise, "Labyrinthe", t.VI. 128. VIRGILE, Eneide, Gallimard, 1974. 129. WATERS Franck, Livre du Hopi, Nuage Rouge, Le Rocher, 1992. 130. WEILLER Daniele, BOYER Michel-Antoine, La Dimension urbaine, Vincent. Lahirr,ıtin 1b1"ihi 131. YATES Frances, L'Art de la memoire, Gallimard, 1966. 132. ZOLBROD Paul, Le Livre des indiens Navajos, Le Rocher, 1992. Diğer kaynaklar 133. Archeologia, Haziran 1969. "Un bien curieux monument, le labyrinthe d'eglise", R.P. A.-R. VERBRUGGHE. 134. COHEN Daniel: conversation avec l'auteur. 135. Ar'Site, Haziran 1996. 136. L'Histoire mysterieuse, "Un voyage interieur. Spirales et labyrinthes", Temmuz 1993. 137. Chemins de France et pelerinages, n° 1. 138. Remıe d'Esthetique, "Entrelacs et labyrinthe chez Vinci", BRION Marcel, vol. 1, Ocak-Mart 1952. 139. Choisy-le-Roi fuar kataloğu, Dedale et Ariane, 1985, Bibliotheque nationale. 140. FERAUD Jacqueline, Jeu de l'oie, le fil d'Ariane oujouer le jeu pour vivre le mythe, Bibliotheque nationale. 141. FAURE Paul, "Dans le Labyrinthe", L'Histoire n° 197, Mart 1996. 187 Jacques Attali Okuyan Us Yayınlanan Kitaplar: SANAT 123- Desen mi Demesen mi? Cem Mumcu, Yıldırım B. Do!jan Desenler: Selçuk Demirel Artrit ve Sanat, Kolektif Çocuk ve Sanat, Kolektif ROMAN 1- Planımız Katliam, Haldun Aydıngün 2- 7, Cem Akaş 34- Altın, Blaise Cendrars - Çeviren: Nuriye Yi!jitler Bir Kuzgun Yaz, Mehmet Ünver Mariella, Max Gallo - Çeviren: Asena Sarvan Mathilde, Max Gallo - Çeviren: Işıl Bircan Sarah, Max Gallo - Çeviren: Asena Sarvan Ziyaretçiler, Giovanni Scognamillo 9Salta Dur, Semra Topal 10Pus, Mehmet Ünver 11Kentlerin Kraliçesi, Hakan Senbir 12- Cowrie, Cathie Dunsford 13Selkie'lerin Şarkısı, Cathie Dunsford istifa, Akça Zeynep 1415Acayip Hisli, Kate Atkinson Çeviren: Devrim Kılıçer Yarangümeli 16Makber, Cem Mumcu (7 Baskı) 17- Kötü Ôlü, Erkut Deral (2 Baskı) 17Boşlukta Sallanan Adam, Saul Bellow PSiKiYATRi 1Majör Depresif Bozukluk Hastalarının Tedavileri için Uygulama Kılavuzu - Çeviren: Ayla Yazıcı 2Şiir ve Psikiyatri Kavşagında, Yusuf Alper 3Terapi Şeysi, Cem Mumcu, Yıldırım B. Do!jan Desenler: Mehmet Ulusel 4Duygudurum Bozukluklarında Atipik Antipsikotik Kullanımı, Editör: Simavi Vahip 5ôteki Peygamberler, Anthony Storr - Çeviren: Aslı Day 6Biz - Romantik Aşkın Psikolojisi, Robert A. Johnson Çeviren: Işılar Kür 7Buradan Böyle I Hayatın Psikososyopolitigi, Erol Göka 8iç Bahçe, Betül Yalçıner, Lütfü Hano!jlu (2 Baskı) 9Psikiyatri ve Sinema, Krin O. Gabbard, Glen Gabbard (2 Baskı) Çevirenler: Yusuf Eradam, Hasan Satılmışo!jlu 10Psikiyatri Tarihi, Ali Babao!jlu (2 Baskı) 11Yaşlılık ve Depresyon - Cem Mumcu, Ça!jrı Yazgan (Tükendi) 12Kadın ve Depresyon - Cem Mumcu, Suzan Saner, Peykan G. Gökalp (Tükendi) 13- Az Rastlanır Psikiyatrik Sendromlar - David Enoch, Hadrian Bali Çeviren: Banu Büyükkal (Tükendi) 14Nöroloji ve Psikiyatrinin Örtüşen Yüzleri - Betül Atabey Yalçıner, Lütfü Hano!jlu (Tükendi) s- 678- 15- Aşiyan'daki Kahin - Tevfik Fikret'in Melankolik Dünyası, 16- Aşk ve Kıskançlık, Ayala Malach Pines - Çeviren: Canan Yonsel Serol Teber · Kozmik Kahkaha, Vamık D. Volkan - Çeviren: Banu Büyükkal Cesur Yeni Beyin, Nancy C. Andreasen Çeviren: Yıldırım B. Do!jan 19- Atlarla Yaşayan Kadın, Vamık D. Volkan Çeviren: Banu Büyükkal 20"Bilimsel Bir Peri Masalı"- Sigmund Freud'un "Aile-ve Tarihsel Romanı", Serol Teber 21Kusursuz Kadının Peşinde, Vamık D. Volkan Çeviren: Banu Büyükkal EDEBiYAT 1Kahramanlar Kitabı, Kolektif Editörler: Cem Mumcu, Nida Nevra Savcılıo!jlu ÖYKÜ 1Beyoglu Kabusları ve Diger ôyküler, Giovanni Scognamillo 2Bir Gamze-Bir Kuştüyü Yastık, Gülseren Tu!jcu Karabulut 3Üçüncü Sayfa Güzeli ı Binbir insan Masalları-/, Cem Mumcu (3 Baskı) Cinsel ôyküler, Kolektif - Editör: Cem Mumcu 45- Hepimiz Gogol'un Palto'sundan Çıktık, Süreyyya Evren 6Muallakta, Araf'ta ve Düşlerde I Binbir insan Masalları-il, Cem Mumcu (4 Baskı) 7- r, Cem Akaş Aşık ôyküler, Kolektif - Editör: Sevengül Sönmez 89Deli ôyküler, Kolektif - Editör: Cem Mumcu 10Suçlu ôyküler, Kolektif - Editör: Halil Gökhan 11Gelecek Ôyküler, Kolektif - Editör: Deniz Koç 12Erotik ôyküler, Kolektif - Editör: Halil Gökhan 13- Sahici Aşklar Külliyatı/ Binbir insan Masalları-il/, Cem Mumcu (7 Baskı) 14- Absürd ôyküler, Kolektif, Editör: Nida Nevra Savcılıo!jlu 15Sidre, Berrin Karakaş 16Aşk ve Ôbür Duygular, Türkay Demir 1718- Ml2AH 12- 345- Yamyamın Yemek Kitabı, Yusuf Eradam Kafadanbacaklılar, Mehmet Ulusel f, lzel Rozental Geç, Kadir Do!jruer 8, lzel Rozental ŞIIR 1- Ahkam Vakti Tohumları, Yusuf Eradam 2Ene/ Aşk, Yelda Karataş FELSEFE 1Bir Sevda Yorumu Kitabı, Ahmet inam TARiH 1- Medya Tarihi I Diderot'dan lnternete Frederic Barbier, Catherine Bertho Lavenir Çeviren: Kerem Eksen 2Türkiye'nin Çıplak Tarihi, Kolektif Editör: Cem Mumcu MINERVA 1- Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması Samuel P. Huntington - (3 Baskı) Çevirenler: Cem Soydemir, Mehmet Turhan EROTiK US 1Kadınlar için Erotik Astroloji, Olivia - Çeviren: Işılar Kür 2Yatagında Yalnız mısın? Eski Japon Ozanlarından Aşk ve Özlem Şiirleri - Çeviren: Cel.lıl Üster 3Kimsenin Konuşmadıgı Dil, Eugene Mirabelli Çeviren: Ahu Antmen 4Çifte Alev/ Aşk ve Erotizm, Octavio Paz·- Çeviren: Tomris Uyar 5Ezgiler Ezgisi 'Neşideler Neşidesi' - Çeviren: Samih Rifat 6Bahar Noktası, William Shakespeare - Can Yücel 7Sevda lügati, Mehmed Cel.lıl Günümüz Diline Aktaran: Sevengül Sönmez 8- Samuraylar Arasında Aşk, lhara Saikaku Çeviren: Fatih Özgüven ANI 1- Şanslı Adam, Michael J. Fox - Çeviren: Oytun Süngü ÖZEL DiZi 1Mazruf, Enis Batur iNCELEME 1ütopya: Hayali Ahali Projesi, Akın Sevinç FOTOc'iRAF 1Bedava Gergedan, Orhan Cem Çetin AFORIZMALAR 1Bu Kalem Un(ufak), Enis Batur DÜŞEN YAZI 1- Koşarak Geldim Çorabı Deldim, Kornet ... ŞEYSi 1Terapi Şeysi, Cem Mumcu, Yıldırım B. Do!jan Desenler: Mehmet Ulusel 2Hukuk Şeysi, Kadir Şinas PENDULUM 1Paşama Mektuplar, Ayşe Nil SATIŞ DiŞi DERGiLER 1- Artimento, 1-12 (Satış Dışı) 2Şizofreni ve Sanat, (Satış Dışı) 3DermoArt, 1-6 (Satış Dışı) 4Dôrt Mevsim, 1-3 (Satış Dışı) SPendulum, 1-3 (Satış Dışı) KiTAPLAR 1- Çocuk ve Sinema, Kolektif (Satış Dışı) 2- Çocuk ve Müzik, Kolektif (Satış Dışı) 3Çocuk ve Edebiyat, Kolektif (Satış Dışı) 4Edebiyatçı Psikiyatristler, Kolektif (Satış Dışı) 5Şair Psikiyatristler, Kolektif (Satış Dışı) 6Fotografçı Psikiyatristler, Kolektif (Satış Dışı) 7Çizer Psikiyatristler, Kolektif (Satış Dışı) 8- Filmimin Hikayesi, Kolektif (Satış Dışı) Yayına Hazırlanan Kitaplar: EROTiK US Cinse/ligin Mitologyası, Sarah Denning, Çeviren: Ayşegül Hatay TARiH intihar Tarihi, Georges Minois - Çeviren: Nermin Acar Amma Tarih, Bernard Chambaz - Çeviren: Işık Ergüden PSiKiYATRi Hayatı Kararanlar için Depresyon Atlası, Andrew Solomon - Çevirenler: Çapçıo!)lu, Dedea!)aç, Tatar insan ve Sembolleri, Cari G. Jung - Çeviren: Ali N. Babao!)lu Aşk ve irade, Rollo May - Çeviren: Şaban Deniz "0"Kitaplar Yayınlanan Kitaplar: SAl';LIK/Y AŞAM 1Fark Etmeden Diyet, Selahattin Dönmez (2 Baskı) KÜLTÜR 12- , Z "Son insan" mı?, Hakan Senbir (2 Baskı) Poplisans, B. Volkan Yücel ROMAN 1 Güllerim Açtı Seni Gôrünce, Hande Özcan Evden Uzakta, Cathie Dunsford EDEBiYAT 1 Sallama Klasikler, Greg Nagan