Tekke Tassavuf Edebiyatı +Türklerin İslamiyet'i kabulünün ardından X-XII. Yüzyıllar arasında Türkistan'da ilk temsilcileri yetişmiş ve Türkiye'de XX. Yüzyıl başlarına kadar etkisini sürdürmüştür. +İslam dinene ait bilgi, ahlak ve tasavvuf ilkelerini, İslamiyet öncesi Türk inanç, düşünce ve edebi geleneği ile harmanlayarak sunar. +Eserler genellikle öğretici ve telkin edici özellikler taşır. Edebiyat tarihçileri bu birikimi bugüne kadar farklı isimlerle anmışlardır: "Dini edebiyat" Çeşitli Adlandırmalar ve Sınıflandırma Sorunu "İslami edebiyat" "Tasavvufi edebiyat" "Tekke edebiyatı" "Dini tasavvufi edebiyat" "Tasavvufi halk edebiyatı" vb. Bu edebiyatın tasniflerdeki yeri konusunda bir fikir birliği yoktur. Bazen Halk Edebiyatı altında. Bazen Eski Türk Edebiyatı/Divan Edebiyatı altında. Bazen de Türk Edebiyatı'nın bütünlüğü içinde bağımsız bir disiplin olarak ele alınmıştır. Mevcut Sınıflandırma Zorlukları ve Eleştiriler Sınıflandırma ve incelemedeki sıkıntıların temel nedenleri şunlardır: Kültürel Süreklilik: Toplumların eski kültür birikimlerini yeni sosyokültürel yapılara uyarlayarak koruması (Türk edebiyatının bir bütün halinde incelenmesi gerekliliği). Ayrım Zorluğu: Yazılı ve sözlü edebiyatların birbirini derinden etkilediği, edebi sahaların kesin hatlarla ayrılamayacağı görüşü. Dar Kapsamlı İnceleme: Dinî-tasavvufi eksende ortaya çıkan ürünlerin sadece edebiyatın bir parçası olarak (folklor'dan ziyade) düşünülmesi. Eski Yaklaşımlar: **"Tezkirecilik mantığı"**nın, yeni "antoloji" ve "ansiklopedi" yöntemiyle bu alana uygulanması. Bağlam İhmali: Eserlerin çıktığı kültürel çevrelerin ve sosyo-kültürel değişimlerin etkilerine yeterince değinilmemesi. Günümüzde ise +Günümüz folklor araştırmacıları, "her metin sosyal bir çevrenin, bir anlatı grubunun ürünüdür" düşüncesinden hareketle "doku, metin ve bağlam" açılarından incelemeyi önermektedir. +Her metnin, üretildiği ve tüketildiği çevrelerde "anlam" kazandığı ve o çevrelerin ortak değerlerini yansıttığı kabul edilmelidir. +Metinlerin sosyal ve kültürel zeminde üretilme sürecini vurgulamak için "tekke-tasavvuf edebiyatı" ifadesinin kullanılabileceği düşünülmektedir. Bu, öncelikle metinlerin hangi sosyal ve kültürel zeminde üretildiği sorusunun cevaplanmasını gerektirir. Tekke-Tasavvuf Edebiyatının Sosyal ve Kültürel Zemini +Tekke Tasavvuf Edebiyatı, bir yandan Türklerin İslam öncesi milli kültür ve edebiyatından, diğer yandan İslam dini ve tasavvuf düşüncesinden beslenmiştir. Ortaya konulan ürünler, temel ideolojiler bakımından İslam dini ve İslam dini bünyesinde gelişen tasavvuf yorumunu aktarırken: dil, vezin, nazım şekilleri gibi dış özellikler bakımından da İslam öncesi milli edebiyat geleneğini yansıtmaktadırlar. İslamiyet'ten Önce Türk Kültürü ve Edebiyatı Türklerin İslam öncesi kültürüne Orta Asya bozkırlarındaki göçebelik ve hayvancılığa dayalı hayat tarzının şekillendirdiği inanç ve uygulamalar yön vermiştir. Kültüre yön veren tüm ögelerin toplumun kutsallarını belirlediği ve böylece dini sistemleri şekillendirdiği yaygın bir görüştür.İnsanlığın ilkel dönemlerinden beri süregelen merak ve bilme ihtiyacı, evrensel sorulara cevap ararken bir "kutsal" anlayışı ve buna bağlı bir bilgi sistemi oluşturmuştur. Bu sistem; duyu, hayal ve sezgilere dayanır. İlkel insan, dış dünyadaki "gerçek" ile arka plandaki "asıl gerçek" (hakikat) arasındaki ilişkiyi sorgular. Akıl ve mantıkla ulaşılamayan metafizik kavramları sezgi yoluyla kavramaya çalışarak mistik bir düşünceye ulaşır. Bu inanışın özünde, Yaratıcı'ya teslimiyet ve bunun kültürel uygulamalarla kitleselleştirilmesi yatar. Eski Türk Dini +Türklerin en eski dinleri hakkında yeterli bilgi bulunamamktadır. Fakat Aninizm, Naturizm, Totemizm, Şamanizm gibi birbirinden farklı dini görüşlerşleri bulundurduğu ileri sürülmüştür. + Türklerin ilk dini sisteminin "Atalar kültü", "Tabiat kültü", ve "Gök Tanrı" inançlarının içerir. Atalar Kültü +Atalar kültü, ölen ecdadın üstün güçlerle ailesine yardım edeceği inancına dayanan, saygı ve korkuyla şekillenen bir kutsama biçimidir. Kuzey ve Orta Asya toplumlarında, özellikle de Hunlardan beri Türklerde görülen bu kült, mezar ziyaretleri ve ayinlerle sürdürülmüştür. Ruh göçünü içeren dinlerin Türklerde yayılmasında etkili olmuş; zamanla gelişerek, İslamiyet'in kabulünden sonra Tekke-tasavvuf edebiyatının merkezi karakteri olan "dervişveli" tipinin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Günümüzdeki evliya ve türbe inanışları, bu kültün kültürel devamıdır. Tabiat Kültleri +İlk çağlardan beri insanın zihnini meşgul eden tabiat, tüm toplumlarda kültler oluşturmuştur. Eski Türk dininde, tabiat varlıklarının gizli güçlere sahip olduğu kabulüne dayanan Yer (dağ, ırmak, ağaç) ve Gök (güneş, ay, yıldırım) kültleri mevcuttu. Bu unsurlar canlı kabul edilmiş ve bizzat kendilerine değil, yaşamı etkilediği varsayılan gizli güçlerine korku ve saygıyla yaklaşılmıştır. Müslümanlaşan Türkler, bu ruh/gizli güç inançlarını İslam'ın cin ve meleklere iman esaslarıyla ilişkilendirerek sürdürmüşlerdir. Orhun Abideleri'nden Dede Korkut'a kadar pek çok metne yansıyan Tabiat Kültleri, Türklerin inanç sistemlerinde önemli bir yer tutar. Gök Tanrı İnancı +Gök Tanrı inancı, Eski Türk Dinini'nin merkezidir ve kaynağı Asya bozkırlarına dayanır. Bu inançtaki temel farklılık, gökyüzünün kutsal sayılması ve soyut bir Tek Tanrı anlayışına ulaşılmasıdır. Türklerde göğün ve yerin tek bir yaratıcısı (Kılıcısı) vardır. + Bu güçlü inanç, İslami dönemde yeni dinin tek yaratıcı Allah inancıyla kolayca birleştirilmiş ve İslamiyet'e geçişi belli ölçüde kolaylaştırmıştır. Kutadgu Bilig ve Dede Korkut gibi metinlerde yansımaları görülür. Türklerin sosyal ve kültürel yapısı, bu Gök Tanrı merkezli özgün inanç sistemi tarafından şekillendirilmiştir. + Son olarak, Türklerin bazı doğal varlıkları kutsal sayması "totemci" oldukları yönünde fikirlere yol açsa da, kutsanan hayvanların (örn. kurt) genellikle aşiretleri sembolize ettiği ve bir tapınma amacının bulunmadığı, bu durumun daha çok atalar kültüne bağlı koruyucu ruh anlayışıyla ilişkili olduğu belirtilmiştir. Şaman Yöntemi +Şamanizm, 19. yüzyıldan itibaren bir din olmaktan ziyade, kutsala ulaşmada başvurulan bir yöntem ve bir "hayat tarzı" olarak kabul görmeye başlamıştır. Bu sistem, doğuştan gelen özel kudretlere ve güçlü bir kişiliğe sahip olan, Tunguzca kökenli "şaman" veya Türkçe karşılığı "kam" denilen kişi etrafında yoğunlaşır. Şamanların, ruhlar ve gizli güçlerle iletişim kurup, Gök Tanrı'dan mesajlar getirebilen olağanüstü şahsiyetler olduğuna inanılırdı. + Şamanlar, toplumun diğer üyelerinin erişemediği kutsal alana ulaşabilen "seçilmiş" kişilerdir ve yaşadıkları esrime (extase) deneyimleri dini ideolojiyi ve mitolojiyi güçlü bir şekilde etkilemiştir. Ancak Çin kaynakları, Şamanizmin temelinin zaten var olan "Gök Tanrı inancı" ile birlikte güneş, ay, ata ve ateş kültleri olduğunu belirtir. Bu bağlamda Şamanizm, Gök Tanrı merkezli sistemin, dış etkilerle birleşerek Türk toplumunda dinî-mistik-sihri bir sistem şeklinde oluştuğunu gösterir. +Bir inancın şamanik karakter taşıması için, tanrı veya ruhlarla bağlantı kurmak amacıyla yaşanan "ruhi miraç" (esrime) gereklidir. Şamanlar, bu yetenekleriyle yaşayanlarla ölmüş atalar arasında manevi bir bağ kurar, aynı zamanda kutsallarla insanlar arasındaki ilişkiyi de düzenler. Şaman olmanın yolu, ya şaman ailesinden gelmek ya da ferdi kabiliyetle bu mertebeye erişmektir. +Şamanizm, teoriden ziyade pratiğe ("hal"e) yönelik olması ve gizliliğiyle, diğer mistik akımlara ve tasavvuf düşüncesine benzerlik gösterir. Bu yönüyle şamanlar, "din adamı" değil, "mistik" olarak değerlendirilir. Geleceği görme, hava şartlarını değiştirme, hastaları iyileştirme gibi olağanüstü özelliklere sahip Türk şamanları, İslamiyet sonrası dönemde ortaya çıkan ve Anadolu'nun Türkleşmesinde rol oynayan "derviş-veli" (Horasan Erleri) tipiyle önemli ortaklıklar taşır; hatta menkıbelerde adeta yeniden hayat bulur. Son olarak, şamanların öteki âlemlerdeki serüvenlerini anlatan esrime kökenli hikâyelerin, destanlar ve masallardaki pek çok epik konu ve motifin kaynağı olduğu düşünülmektedir. Türk Kültüründe Görülen Diğer dinler ve Etkileri +Geniş coğrafyada yaşayan hareketli Türk toplulukları, tarih boyunca birçok farklı inanç sistemiyle karşılaşmış ve benimsemiştir. Türk kültüründe dikkat çeken özellik, yeni bir inancın kabulüyle eski inanç esaslarının tamamen unutulmaması; aksine, çoğu zaman yeni dinin esaslarına uyarlanarak sürdürülmesidir. Bu durum, her yeni inancın Türklerin düşünce ve hayat tarzını etkilemesine rağmen, inancın da zaman içinde Türklere uygun bir yapı kazanmasıyla sonuçlanmıştır. + İslamiyet öncesinde, özellikle Maniheizm (Budizm ve Zerdüştlüğe tepki olarak doğan) ve Budizm Türkler üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Bu dinlerin benimsenmesinde "atalar kültü"nün belirli bir etkisi olmuştur. Budizm, Uygurlar başta olmak üzere bazı Türk topluluklarında geniş yayılım göstermiştir. Ayrıca Türkler; Mazdeizm/Mecusilik, Zerdüştlük gibi İran kültür çevresi dinlerinden de etkilenmişlerdir. Batı Türkleri arasında ise Musevilik ve Hıristiyanlığın çeşitli mezheplerini benimseyen topluluklar da bulunmaktaydı. İnanç ve Edebi Metinleri +Türkler Müslüman olduktan sonra, eski Uzak Doğu ve İran dinlerinden gelen tenasüh (reenkarnasyon), hulül, şekil değiştirme ve ateş kültü gibi inanç motiflerini yeni İslami düşünce sistemi içinde eriterek Tekke-tasavvuf edebiyatı eserlerinde yaygın olarak kullanmıştır. +Aynı zamanda Hristiyanlık ve Musevilik gibi dinlerden beslenen; göğe çekilme, ölü diriltme, suyu kana çevirme, kuru odunu yeşertme gibi mucize (keramet) motifleri de bu edebiyat çevresinde yer almıştır. Edebi ürünler de bu kültürel çeşitlilikten etkilenmiştir: +Sözlü Gelenek: Türk edebiyatının ilk ürünleri, "şaman, kam, baksı" gibi dinî kimlikli ozanların sığır, şölen ve yuğ törenlerinde icra ettiği şiirlerden doğmuştur. Bu ürünler (destanlar, sagular, kasideler) genellikle hece ölçüsü ve dörtlük nazım şekliyle oluşturulmuştur. Bu döneme ait en eski yazılı izler Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lügati't-Türk'ündeki şiir parçalarıdır. +Yazılı Gelenek: Türk kültürünü aydınlatan en eski yazılı kaynaklar, Göktürk dönemine ait Orhun Abideleri'dir. Ardından yerleşik hayata geçen Uygurlara ait Budizm, Maniheizm ve Nesturiliğe ilişkin dinî hikâyeler, ilahiler ve dualar gibi yazılı metinler günümüze ulaşmıştır. İslam Dİni ve Tasavvuf +İslamiyet'in doğuşundan yaklaşık iki yüzyıl sonra ortaya çıkan Tasavvuf, İslam dünyasında yüzyıllarca etkili olmuş bir düşünce ve yaşam biçimidir. Temelini Varlık Birliği (Vahdet-i Vücut) anlayışı oluşturur; buna göre Allah tek vücuttur ve diğer varlıklar O'nun tecellileri (görüntüleri) kabul edilir. Tasavvufun ana amacı, insanın benliğinin baskısından kurtulup manen Allah'a ulaşması, yani "İnsan-ı Kâmil" mertebesine erişmesidir. Bu amaçla kişi, duygu ve düşüncelerini kontrol ettiği Seyr-i Sülûk adı verilen manevi bir eğitim sürecinden geçer. + Başlangıçta dünyaya yüz çevirip ibadetle meşgul olan "Züht" dönemi varken, IX. yüzyıldan itibaren bu hareket, Allah'a korku yerine sevgi/aşk ile yakınlaşma temelli mistik bir karaktere büründü. Sufiler, dışa açık (Zahir) bilginin ötesinde, Kur'an'ın gizli anlamlarını te'vil (öznel yorum) yoluyla keşfettikleri Bâtın bilgiye odaklandı. Bu durum, Ehl-i Bâtın (mutasavvıflar) ile Ehl-i Zâhir (fıkıh âlimleri) arasında sert tartışmalara yol açsa da, Gazali gibi isimler tasavvufu, imanın kalpte yaşanan bir hal olduğunu vurgulayarak şeriatla uzlaştırmıştır. + Tasavvufun en büyük işlevi, özellikle farklı inançlardan İslam'a geçen kitleler arasında bir çeşit "halk dini" oluşturarak İslamlaşmayı hızlandırmasıdır. Horasan Erleri adı verilen Türkmen dervişleri, eski inançları (Şamanizm, Atalar kültü) İslami esaslara uyarlayarak bu süreci yönetmiştir. XIII. yüzyılda ise Mevlana, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre gibi büyük mutasavvıfların Anadolu'ya gelmesiyle, bölgede farklı tasavvufi anlayışları birleştiren zengin bir Anadolu Tasavvufu ekolü oluşmuştur. Türkler ve İslam Kültür Çevresi +Türkler ile Araplar arasındaki dolaylı ilişkiler İslamiyet'in doğuşundan önceki Cahiliye dönemine kadar uzanır. Ancak Türklerin İslam diniyle ilk yoğun teması, Emevi ordularının Maveraünnehr'e girmesiyle savaş yoluyla gerçekleşmiştir. Bu dönemde Türkler topraklarını başarıyla savunmuş, ancak 751 yılındaki Talas Savaşı, Türklerin ezeli düşmanları Çinlilere karşı Müslümanlarla işbirliği yapmasıyla bir dönüm noktası olmuş ve Türklerin İslam'a yönelmesini sağlamıştır. + Türklerin İslam'ı kabul süreci, Emevilerin Arap milliyetçiliği ve istilacı ordular gibi davranmaları nedeniyle yavaş ilerlemiş, ancak Abbasi döneminde Müslümanlara tanınan imtiyazlarla hızlanmıştır. Karahanlılar, Harzemşahlar ve Gazneliler gibi devletler İslam'ı resmî din olarak benimseyen ilk Türk hanedanları olmuştur. Özellikle Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han'ın bu dini resmîleştirmesiyle birlikte, dervişler aracılığıyla yürütülen misyonerlik faaliyetleri sayesinde göçebe Türk boyları da yeni dine katılmıştır. +Türklerin İslam dünyasına göçü ve Selçuklu İmparatorluğu'nu kurması, İslam medeniyetinin duraklama ve çoğulcu bir kimlik kazandığı döneme denk gelmiştir. Selçuklu sultanları Sünniliği savunmasına rağmen, göçebe Türkmenler başlangıçta eski millî âdetlerinin etkisinde kalmış ve "kitabi dindarlıktan" ziyade eski kamların ve ozanların telkinlerine kulak vermişlerdir. +İslamiyet'in Tek Tanrı inancı, savaşın farz olması gibi özelliklerinin eski Türk yaşam tarzına uygun olması, diğer dinlere göre daha kolay benimsenmesini sağlamıştır. Eski Türk destanlarında yüceltilen "Alp" tipi kolayca "Gazi" (inanç uğruna savaşan) tipine dönüşmüş, bu yeni kahramanlık ruhu Müslüman Türk devletlerinin kurucu ideolojisi olmuştur. Tekke-tasavvuf kültür çevresinde ortaya çıkan **"gazavatname"**ler ise, eski destanların bu yeni Gazi tipi etrafında şekillenen devamı niteliğindedir. Tekke-Tasavvuf Edebiyatının İnşa Temeli +Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nın temelini, İslam uygarlığının önemli kurumları olan tekkeler (dergâh, hangâh, zaviye) oluşturur. Bu kurumlar, medreseler gibi İslam kültürünün ürünü olup, asırlar boyunca sosyo-kültürel hayatı yönlendirmiş ve Türklerin yerleşik hayata geçmeleri ve şehirleşmelerinde etkin rol oynamışlardır. +Temel Ayrım: Medreseler zahirî (dış/açık) ilimlerin merkeziyken, tekkeler mânevî ve ruhanî (bâtınî) ilimlerin ve tasavvuf düşüncesinin işlendiği, derinleştirildiği ve halka sunulduğu merkezlerdir. +Tasavvufi eğitimin vazgeçilmez parçası olan tekkeler, genellikle vakıf desteğiyle kurulur ve büyür. +H. II. yüzyıldan itibaren görülen bu yapılar, basit bir odadan ibaret mütevazı binalar olabildiği gibi, büyük bir alan üzerine kurulmuş, birçok birimden oluşan külliye şeklinde dergâhlar da olabilirdi. +Tarikatların yaygınlaşmasıyla (Mevlevilik, Kadirilik, Nakşibendilik gibi) tekkelerin sayısı artmış ve işlevleri renklenmiştir. +Buralarda günlük ibadet ve zikirlerin yanı sıra, belirli zamanlarda özel toplantılar (ihlâs geceleri) yapılırdı; bu nedenle bazı tekkeler toplantı günlerine göre adlandırılırdı ("Cuma Tekkesi" gibi). +Anadolu'daki Rolü: Orta Asya'dan gelen Türk dervişleri, Anadolu'daki ıssız yerlere yerleşerek bir çeşit "Türk manastırı" sayılabilecek tekkeler kurmuşlardır. Bu kurumlar, başlangıçta Anadolu'daki Türk devletinin kuruluşu ve ilerlemesi sırasında toplum içinde birlik ve bütünlük işlevini üstlenerek sosyal, kültürel ve sanatsal çekim merkezleri olmuşlardır. Ancak sonraki dönemlerde, belli oranlarda huzursuzluk ve parçalanma sebebi haline geldikleri de görülmüştür. Tekke-Tasavvuf Edebiyatının Tarihi Gelişimi ve İlk Ürünleri +Türkler, IX-X. yüzyıllardan itibaren Gök Tanrı merkezli sistemden İslam kültür çevresine girerek sosyal, kültürel ve kurumsal yapılarını bu yeni çevrenin etkisi altında düzenlemeye başlamıştır. Bu yeniden yapılanma döneminde, İslam bilgisinin ve tasavvuf anlayışlarının halka aktarılması amacıyla kurumsallaşan tekkeler çevresinde Tekke-Tasavvuf Edebiyatı oluşmaya başlamıştır. +Bu edebiyatın gelişim süreci üç ana devreye ayrılır: +Hazırlık ve Oluşum (X.-XII. yüzyıllar): İslam'ın resmen kabul edildiği Karahanlılar dönemiyle başlar. Bu dönemde Eski Türk Dini öğeleri korunmuş, milli edebiyat geleneği sürdürülmüş ve yeni Türk yazı dilinin ve edebiyatının temelleri atılmıştır. +Gelişme ve Yayılma (XIII.-XV. yüzyıllar): Tekke edebiyatının en olgun örneklerinin verildiği dönemdir. +Duraklama, Gerileme ve Dönüşüm (XVI.-XVII. yüzyıllar ve sonrası): Özgün eser sayısının azaldığı, düşünce ve üslubun tekrara düştüğü, ancak dinî-tasavvufi konuların Divan Edebiyatı ve Aşıklık Geleneği içinde sürdürüldüğü dönemdir. Hazırlık Döneminin Baş Eserleri (Karahanlılar): +Kutadgu Bilig (Yusuf Has Hacib): İslam inancı ile Türk ahlak ve devlet anlayışını birleştiren, nasihatname ve siyasetname niteliği taşıyan didaktik bir eserdir. + Divan-ı Lügati't-Türk (Kaşgarlı Mahmut): Türkçe'nin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabı olmasının yanı sıra, sözlü kültürdeki ürünleri yazılı kültüre taşıyan ilk derleme eseridir. Türk kültür zenginliğini korumak amacıyla hazırlanmıştır. + Atabetü'l Hakayık (Edip Ahmet Yükneki): Ahlak ve öğüt kitabıdır. Dinî-ahlaki konuları ayet ve hadis tercümeleriyle destekleyerek, tamamen hikmet üslubuyla kaleme alınmıştır. Divan-ı Hikmet (Ahmed Yesevi): Bu dönemde özellikle Yukarı Türkistan'da, Yesevi tekkeleri çevresinde halk edebiyatının gelişmesine zemin hazırlayan, Ahmed Yesevi'nin dervişleri aracılığıyla yayılan hikmetlerinin toplandığı eserdir. Türk tasavvuf edebiyatının bilinen ilk örnekleri olarak kabul edilir ve sade dil, hece ölçüsü ve yerel motiflerle İslam'ı halka öğretmeyi amaçlar. + Bu ilk yazılı ürünler medrese çevrelerinde okunurken, halk ise manevi ihtiyaçlarını hece ölçüsünü koruyan sade ürünlerle karşılayan halk şairlerinin eserleriyle gidermiştir. XII. Yüzyıl +XI. ve XII. yüzyıllar, Aşağı Türkistan/Maveraünnehr bölgesinde yoğun bir kültürel hareketliliğin yaşandığı dönemdir. Fergana, Semerkant ve Buhara gibi kentler hızla kültür ve eğitim merkezlerine dönüşmüştür. Bu süreçte İslam dininin ve tasavvuf anlayışlarının etkisiyle sosyal yapıya yeni değerler katılmış, bilgi birikimi genişlemiştir. Özellikle tekkeler, medreselerle birlikte, tasavvufi bilgiyi geniş halk kitlelerine aktarma ve dinî-tasavvufi halk edebiyatını oluşturup geliştirme konusunda kritik bir işlev üstlenmiştir. Bu uygun kültürel ortam, bilginin hızla yayılmasını ve yeni edebî ürünlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ahmet Yesevi + Türk kültür tarihinin en önemli isimlerinden olan Ahmet Yesevi (ö. 1166/1167), Batı Türkistan'ın Sayram kasabasında doğmuş, küçük yaşta ailesini kaybettikten sonra Yesi şehrine yerleşmiştir. Hakkındaki bilgiler daha çok menkıbevi kaynaklara dayanmakla birlikte, çocukluğundan itibaren olağanüstü özelliklerle dikkat çekmiştir. Eğitimi, manevi babası olan Arslan Baba ile başlamış ve onun vefatından sonra Buhara'da dönemin önde gelen mutasavvıflarından Yusuf Hemedanî'ye intisap ederek eğitimini tamamlamıştır. +Yesevi, hocasının emriyle Yesi'ye döndükten sonra Yesevilik tarikatını kurmuş ve Kur'an ile Hadis'ten aldığı yeni bilgiyi, mensubu olduğu Türk toplumunun sosyo-kültürel çerçevesine uygun olarak şekillendirmiştir. Başlıca amacı, şeriat hükümlerini ve tasavvuf esaslarını kitlelere aktararak İslam'ı Türklere benimsetmek ve "Ehl-i Sünnet akidesini" yerleştirmek olmuştur. Şöhreti arttıkça mürit sayısı da çoğalmış, hatta Hz. Peygamber’in vefat yaşı olan altmış üçten sonra tekkesinin avlusunda hazırlattığı **"çilehane"**de ömrünün sonuna kadar ibadetle meşgul olmuştur. +Yesevi, irşat faaliyetlerinde Arapça ve Farsça bilmesine rağmen, halkın anlayabileceği sade Türkçe ile "hikmet" adı verilen şiirler söylemiştir. Bu şiirlerin toplandığı Divan-ı Hikmet, hece ölçüsünü, dörtlük esasını ve yarım kafiyeyi tercih etmesiyle milli edebiyat geleneğini İslami kültürle birleştiren Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nın ilk ürünü olması bakımından büyük önem taşır. Yesevi'nin üslubu, göçebe Türkmenler arasında büyük etki yaratmış, Moğol istilasından sonra Yesevilik Horasan, İran ve Azerbaycan'a yayılmıştır. Yesevi dervişleri (daha sonra "kolonizatör Türk dervişleri" olarak anılanlar) XII.-XIII. yüzyıllarda Anadolu'ya ulaşarak, Büyük Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunda, Türk birliğinin sağlanmasında ve Anadolu'nun İslamlaşmasında kilit roller üstlenmişlerdir. +Bu dönemin diğer önemli isimleri arasında Süleyman Hakim Ata (ö. 1186/1187) bulunur. Yesevi geleneğini devam ettiren Hakim Ata'nın sade Türkçe ile yazdığı dini-tasavvufi şiirleri, tartışmalı olsa da "Bakırgan Kitabı" adlı eserde toplanmıştır. + + Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip + Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte. + Riyazeti sıkı çekip, kanlar yutup + "İkinci defter" sözlerini açtım ben işte. + + Sözü söyledim, her kim olsa cemale talip + Canı cana bağlayıp, damarı ekleyip, + Garip, yetim, fakirlerin gönlünû okşayıp + Gönlü kırık olmayan kişilerden kaçtım ben işte. + + Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol + Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol + Mahşer günü dergahına yakın ol + Ben-benlik güden kişilerden kaçtım ben işte. + + Garip, fakir, yetimleri Rasul sordu XII. Yüzyıl +XIII. yüzyıl, Anadolu için siyasi ve sosyal hareketliliğin doruğa çıktığı çalkantılı bir dönemdir. Moğol istilası nedeniyle Horasan ve Maveraünnehr'den büyük göç dalgaları yaşanmış; bu dalgalarla birlikte pek çok din bilgini ve mutasavvıf Anadolu'ya ulaşmıştır. Bu siyasi karmaşa, sosyal düzensizliğe, huzursuzluğa ve yoksulluğa yol açmıştır. +Bu çalkantılı ortam, tam tersine Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nın en verimli ve olgun dönemini yaşamasına zemin hazırlamıştır. İnsanlar huzur ve emniyeti alimler ve mutasavvıfların etrafında toplanan dinî cemaatlerde bulmuşlardır. Bu sosyo-kültürel ihtiyaçlar çerçevesinde, tekkeler çevresinde gelişen halk edebiyatı, "Gazi" ve "Veli" tipleri etrafında oluşan anlatmalarla birlikte anlam yoğunluğuna ulaşmıştır. +Ahmet Fakih: Hayatı menkıbelere dayanan bir mutasavvıftır. İrşadı (manevi yol gösterme) ön plana çıkarmış, bu nedenle sade bir dil kullanmıştır. En önemli eseri, dünyanın faniliğini ve ibadet etmeyi öğütleyen ahlaki ve tasavvufi bir eser olan, klasik kaside tarzındaki Çarhname'dir. + Seyyad Hamza: XIII.-XIV. yüzyıl şairlerindendir. Hem klasik şiire hem de Yesevi yolundaki hikmetlere/ilâhilere aşina olduğu düşünülür. Şairin en önemli eseri, Yusuf u Züleyha mesnevisidir. + Sultan Veled (1226-1312): Mevlana Celaleddin Rumi'nin oğlu olup, babasının ölümünden sonra Mevlevilik tarikatını kurumsallaştırmıştır. Kent kültüründe ve yüksek zümre sufîleri arasında ilk kez Türkçe şiirler yazmasıyla önemlidir. Eserleri arasında İbtida-name, Rebab-name ve Divan bulunur. + Hacı Bektaş Veli (XIII. Yüzyıl): Rum abdallarının piri ve büyük velisi kabul edilir. Bilgilerini Hoca Ahmed Yesevî ocağında edinmiştir. Alevi-Bektaşi inancının kurucusu sayılır ve düşünceleri İslam inancı ile Türk kültürünü yoğurarak birleştirmiştir. Hakkındaki bilgiler Vilayet-name gibi menkabelere dayanır. Mevlana Celaleddin Rumi (12071273) +Tasavvuf düşünce tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olan Mevlana Celaleddin Rumi, babası Bahaeddin Veled ile birlikte Anadolu'ya göç ederek Konya'ya yerleşmiştir. Eğitimi sırasında İslami ilimlerle tasavvuf düşüncesiyle ilgilenmiş, ancak hayatının dönüm noktası, karşılaştığı Şems-i Tebrizi olmuştur. Şems'in etkisiyle Mevlana'nın eski zühd ve takva anlayışı değişmiş; akıl yerine "aşk"ın, kitap yerine "şahsi hayat tecrübesinin" önemini kavramış ve sema etmeye başlamıştır. +Mevlana, düşünce sisteminin merkezine insanı koyar; çünkü huzursuzluğun, buhranın ve anlaşmazlığın nedeninin insan olduğunu düşünür. O, insanları "varlığın bilincine ulaşmaya" ve birbirlerine saygı ve sevgiyle bağlanmaya davet eder. Öğretileri; ilahi aşktan aldığı coşku, sonsuz hoşgörü ve insanî birliği hedefleyen geniş bir ahlak anlayışı üzerine kuruludur. Fikirlerini halka aktarma gayesiyle, felsefi tahlillere veya yoğun tasavvufi terimlere başvurmak yerine, halk dili ve psikolojisine uygun hikâyeler ve atasözleri kullanmıştır. +Mevlana, "ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol" ilkesini benimsemiş ve bunu yaşamına yansıtmıştır. Düşüncelerini tebliğ ederken eski şamanist tarzlardan gelen dans (sema) ve musikiyi bir vasıta olarak kullanmıştır. Bu tutumu, ona "toplumsal bir lider/merkez" olma özelliği kazandırmıştır. +Eserlerinde Farsça ve aruz veznini kullanan Mevlana'nın en önemli manzum eserleri: +Mesnevi: 25.618 beyitten oluşan, dinî-tasavvufi-ahlaki nitelikte eğitici bir eserdir. +Divan-ı Kebir: İlahi aşkı güçlü bir lirizm ile işleyen, mürettep divan özelliğini taşıyan ikinci önemli eseridir. +Mensur eserleri ise sohbetlerinden oluşan Fihi mâ Fih, vaazlarından oluşan Mecalis-i Seb'a ve dostlarına yazdığı mektuplardan oluşan Mektubat'tır. Duy şikayet etmede her an bu Ney, Anlatır hep bu ayrılıklardan bu Ney. Der ki; feryadım kamışlıktan gelir, Duysa her kim, gözlerinden kan gelir. Ayrılıktan parçalanmış bir yürek, İsterim ben, derdimi dökmem gerek. Şayet aslından biraz ayrılsa can, Öyle bekler, vuslata ersin zaman. Ağladım her yerde, hep ah eyledim, Gördüğüm her kul için, dostum dedim. Herkesin zannında dost oldum ama; Kimse talip olmadı esrarıma. + Yunus Emre +XIII. yüzyıl Tekke-Tasavvuf şiirinin en önemli şahsiyeti olan Yunus Emre'nin (yaklaşık 1250-1320) kesin doğum, yaşam ve ölüm yerleri bilinmemektedir. Anadolu'nun birçok yerinde makamının bulunması nedeniyle, onun tek bir yere ait sayılmasından ziyade, yaşatıldığı coğrafyalardaki ortak anlam ve işleviyle bütüncül olarak ele alınması gerektiği vurgulanır. +Yunus Emre, Anadolu'da yerleşik hayata geçiş sürecinin devam ettiği dönemde, tıpkı diğer dervişler gibi, toplumu aydınlatan ve yeni bir medeniyetin dünya görüşüne öncülük eden bir misyon üstlenmiştir. Şiirlerinde toplumun aksayan yönlerini eleştirmiş; gönlü İlahi aşk ve insan sevgisiyle dolu, güçlü bir şairdir. +Eğitimi konusunda farklı görüşler olsa da, şiirleri onun bilgi birikimini medreseden çok, mürşidi Tapduk Emre çevresindeki tekke kültüründe şifahen aldığını göstermektedir. Onun ilmi, aşk, ahlak ve mutlak hakikatten ibarettir. +Yunus Emre'nin iki eseri vardır: +Risaletü'n-Nushiyye (1307-8): Aruz vezniyle yazılmış, allegorik (temsili) üslubuyla ruh ve ahlak konularını işleyen bir tasavvufi nasihat-namedir. +Divan: Hem aruz hem de hece ölçüsüyle yazılmış şiirlerini içerir. +Yunus Emre, kullandığı Eski Anadolu Türkçesi ile Türk dilinin yazı dili olma niteliği kazanmasında önemli bir rol oynamış; tasavvuf düşüncesinin evrensel değerlerini gelecek nesillere ve tüm insanlığa aktarmış ölümsüz bir şahsiyettir. XIV. Yüzyıl +Syasi Dönüşüm: Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmasının ardından siyasi otoritenin beyliklere bölünmesi ve bunalımın sürmesine rağmen, Türkleşme ve İslamlaşma hareketi devam etmiştir. Kuzeybatı'da kurulan Osmanlı Beyliği, hızla genişleyerek Anadolu'da siyasi birliği yeniden sağlamış ve hareketi Rumeli'ye taşımıştır. + Sosyal Kurumlar: Bu yeni yapılanma sürecinde, eski "alp" tipinin devamı olan "Alp-eren" teşkilatları (Gazi-yan-ı Rum, Abdal-an-ı Rum vb.), hem askerî başarıda hem de iskân (yerleştirme) hareketlerinde önemli roller üstlenmiştir. + Edebî Durum: XIII. yüzyılda Mevlana ve Yunus Emre gibi şahsiyetlerin oluşturduğu hazır bir zemin bulunuyordu. Türkçe, yazı ve edebiyat dili olarak önem kazanmış; tekkeler ise bu dönemde yegâne sivil sosyal kurum olarak fikrî ve zühdî hareketleri yoğunlaştırmıştır. Tasavvufi düşünce ve ahlaki konuları işleyen didaktik mesneviler yoğunlukla üretilmiştir. Önde Gelen İsimler ve Eserleri +Âşık Paşa (1272-1332)Osman Bey ve Orhan Bey dönemlerinin fikir babası. Tasavvuf ve birlik fikrini halka yaymıştır.Garip-name (10 bin beyitlik mesnevi), Fakr-name.GülşehrîAhi Evran'ın dervişi. Dönemin yaygın Türkçesini kullanmıştır.Mantıku't Tayr (Tasavvufi mesnevi), Felekname.Abdal MusaMenkıbelerde piri Hacı Bektaş Veli olan "alp-eren" lideri. Elmalı'da dergâh kurmuştur.Nasihatname (Tartışmalı şiirleri toplanmıştır).Kaygusuz AbdalAlanya Beyi'nin oğlu. Abdal Musa'nın müridi. Yunus Emre tarzını sade Türkçe ile devam ettirmiştir.Divan, Gülistan, Budalaname (mensur).Kadı Darir (ö. 1392-3)Mesnevi ve tercüme alanında eserler vermiştir.Kıssa-i Yusuf (Mesnevi).Elvan ÇelebiÂşık Paşa'nın oğlu.Menakıbü'l Kudsiyye fî Menasıbü'l Unsiyye (Menakıbname). XV. Yüzyıl +Siyasi İstikrar ve İmparatorluk Düzeni: Ankara Savaşı (1402) ile zedelenen siyasi birlik, Çelebi Mehmet döneminde yeniden sağlanmış, ardından İstanbul'un fethi ile Osmanlı Devleti bir imparatorluk düzenine geçmiştir. Bu dönem, hem askerî hem de kültürel alanda büyük ilerleme devridir. + Türkçe'nin Resmîleşmesi: Sultan II. Murat'ın teşviki ve himayesiyle Türkçe, sadece halkın konuşma dili olmaktan çıkıp, edebî ve resmî anlamda kabul görmüş, eserlerde ve diplomatik yazışmalarda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. + Kurumsal Yapılanma: Merkezden çevreye doğru gelişen inşa, imar ve iskân (yerleştirme) faaliyetleri devam etmiş, medreseler ve tekkeler de yeniden yapılanmıştır. Bu süreçte, özellikle Bektaşilik gibi heterodoks tarikatlara bağlı dervişler, milli edebiyat geleneğini sürdürerek hızla yayılmıştır. + Edebî Üretim: Tasavvuf prensiplerini ve nefis terbiyesini halkın diliyle anlatan şairler öne çıkmış; menkabe tarzındaki anlatmalar yazıya geçirilerek yazılı kültür ortamına aktarılmıştır. Önde Gelen İsimler ve Eserleri + Hacı Bayram Veli (1352-1429/30)Bayramiyye tarikatının kurucusu. İlmi ve tasavvufu sentezlemiştir. Müritleri arasında Akşemseddin ve Eşrefoğlu Rumi bulunur.Şiirleri (Hece ve aruzla yazılmış, bestelenen ilahileri mevcuttur).Akşemseddin (1390-1459)Fatih Sultan Mehmet'in hocasıdır. İstanbul'un fethine manevi katkılarıyla tanınır.Din, tasavvuf ve tıp alanlarında çeşitli eserler.Süleyman Çelebi (1351-1422)Sünni gelenekte en saygı duyulan isimlerden biridir. Mevlit türünün ilk ve en popüler örneğini vermiştir.Vesîletü'n-Necât (Türk edebiyatındaki ilk ve en meşhur Mevlit metni).Eşrefoğlu Rumî (1353/73-1469/70)İznik'te Kadiriliğin bir kolu olan Eşrefiyye dergâhını kurmuştur. Yunus Emre'nin etkisinde kalmış özgün şairdir.Divan, Müzekki'n-Nüfus (Mensur tasavvuf eseri).Yazıcıoğlu Mehmet (ö. 1451)Hacı Bayram Veli'nin müridi.Muhammediye (8766 beyitlik mesnevi).Kemal Ümmi (ö. 1475)Yunus Emre tarzındaki ilahileriyle Anadolu dışında da (Kırım, Kazan) tanınmıştır.Şiirleri (İlahi tarzında başarılı). XVI. Yüzyıl +XVI. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu'nun en geniş sınırlara ulaştığı (Yavuz Sultan Selim ve Kanuni dönemleri) ve İstanbul'un siyasi, kültürel ve sanat merkezi olduğu bir dönemdir. Saray ve medrese çevrelerinin desteğiyle Divan Edebiyatı'nda (Fuzuli, Baki) zirveye ulaşılmıştır. +Bu gelişmelerin gölgesinde, Tekke-Tasavvuf Edebiyatı kurumsal olarak eski işlevlerini büyük ölçüde yitirmiş ve bir "gerileme ve çöküş" devresine girmiştir. Ancak geleneksel yapının etkisiyle önemli şahsiyetler yetiştirilmeye devam etmiştir. Edebiyatta bir dönüşüm yaşanmıştır: Yunus Emre tarzı (halk/hece) şiirler ile Divan Edebiyatı tarzı (aruz) eserler bir arada üretilmiş, hatta daha önce aruz kullanan Mevlevi şairler bile hece veznine yönelmiştir. Ayrıca Âşık Tarzı geleneğiyle verilen eserlere ilgi artmıştır. Öne Çıkan İsimler ve Eserleri Şah İsmail Hataî (1487-1524) Safevi Devleti'nin kurucusu. Şii-Alevi Türkmen aşiretlerini çevresinde toplamıştır. Azerbaycan Türkçesi kullanmıştır. Divan, Dehname (Mesnevi), Nasihatname. Aziz Mahmut Hüdayî (1541-1628) Mutasavvıf, âlim ve tabiptir. "Kutbü'l-aktâb" gibi unvanlarla anılmıştır. Ölümünden sonra Yunus tarzı şiirleriyle öne çıkmıştır. Divan, Tezakir-i Hüdayi (Türkçe eserler). Pir Sultan Abdal (XVI.-XVII. yy başı) Alevi-Bektaşi edebiyatının en ünlü şairlerindendir. Asıl adı "Haydar" kabul edilir. Sivas valisi Hızır Paşa tarafından asıldığı rivayet edilir. Sade halk dili ve hece vezniyle yazılmış nefesleri ve toplumsal şiirleri. Kul Himmet (XVI. yy. sonu-XVII. yy. başı) Alevi-Bektaşi felsefesine bağlı şairdir. "AllahMuhammed-Ali" üçlüsünün birliği şiirlerinin merkezindedir. Nefesler, Düvaz İmamlar, Ağıtlar (Şiirleri cönklerde toplanmıştır). Adem Dede Mevlevi şairi olup, bu dönemde Yunus tarzı söyleyişleriyle dikkat çekmiştir. Hece vezniyle şiirler. XVII. Yüzyıl +XVII. yüzyıl, Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nda önceki yüzyılların (özellikle Yunus Emre'nin) tarzını devam ettiren ve bu geleneği farklı tarikatlar içinde sürdüren şair-mutasavvıfların yetiştiği bir dönemdir. + Edebî Etki: Şairler, sade halk dilini kullandıkları hece vezniyle yazdıkları şiirlerde (ilahiler, nefesler), büyük ölçüde Yunus Emre'nin etkisinde kalmıştır. Buna karşın, aruz vezniyle yazdıkları şiirlerde ise Nesimî ve Fuzulî gibi Divan Edebiyatı temsilcilerinin etkileri görülmüştür. + Kurumsal Dağılım: Farklı tarikatlarda (Mevlevilik, Halvetilik, Bektaşilik) yetişen bu isimler, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde (Malatya, Bursa, Kütahya, Antalya) irşat faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. + İlişkili Akımlar: Tasavvuf şairlerinin yanında, Âşık Tarzı Edebiyatı temsilcileri de (Aşık Ömer, Gevherî vb.) dinî-tasavvufi içerikli şiirler yazarak bu kültürel etkileşimi derinleştirmiştir. Öne Çıkan İsimler ve Eserleri +Niyazi Mısrî (1618-1692)Tasavvuf bilgini ve şair. Sürgün hayatı yaşamıştır. Hem heceyle (Yunus tarzı) hem de aruzla (Nesimî tarzı) şiirler yazmıştır.Divan, Risaletü't-Tevhid, Şerh-i Nutk-ı Yunus Emre.Oğlanlar Şeyhi İbrahim (1591-1655)Halveti şeyhi. Aksaray'daki "Oğlanlar Tekkesi"nin şeyhidir.Divan, Vahdet-name/Tasavvuf-name (Manzum risale).Âdem DedeMevlevi olmasına rağmen, tarikat çevresinde hece ile ve Yunus tarzında ilahiler söyleyen önemli bir şahsiyettir.İlahiler.Kul NesimîBektaşi şairi. Hurufiliği ayrıntılarıyla bilen, Seyyid Nesimî'yi örnek alan güçlü bir lirik şairdir. Hz. Ali ve On İki İmam sevgisini dile getirir.Nefesler ve tasavvufi şiirler.Gaybî Sunullah (1615?1663?)Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi'nin halifesidir. Melâmet neşesini temsil etmiştir.Divan, Ruhü'l-Hakika, Sohbet-name. XVIII. Yüzyıl +XVIII. yüzyıl, Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nın "dönüşüm" evresine girdiği, dil ve üslup bakımından özgün eser sayısının azaldığı bir dönemdir. Tekke kültür çevresi mensuplarının ortaya koyduğu eserler, genellikle eski bilgi ve akideleri tekrarlamaktan öteye geçememiştir. Özgünlük arayışı, Divan Edebiyatı çevresindeki Şeyh Galip gibi mutasavvıf şairlerin eserleri dışında pek görülmez. Öne Çıkan Temsilciler ve Eserler +Bursalı İsmail Hakkı (1653-1724): Bir şairden çok mutasavvıftır. Eserlerinin çoğu şerh (açıklama) mahiyetindedir. En tanınmış eserleri Tefsir-i Rûhu'l-Beyân, Rûhu'l-Mesnevî ve Şerh-i Muhammediye'dir. +Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1772): Araştırmacı ve mutasavvıf bir kişiliğe sahiptir. En tanınmış eserleri Divan'ı olan İlâhî-nâme ve ansiklopedik nitelikteki Mârifetnâme'dir. +Kul Şükrü, Süleyman Nahifî, Esrar Dede ve Necîb-zâde Şeyh Rıza gibi isimler de bu yüzyılın diğer temsilcileridir. XIX. Yüzyıl +XIX. yüzyıl, Osmanlı'da Batılılaşma hareketlerinin başlamasıyla, Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nın edebi yapısının büyük ölçüde zayıfladığı bir geçiş dönemidir. Batılılaşmaya karşı Tekke ve Medrese çevreleri birleşerek tepki göstermiş, ancak değişimin kaçınılmaz olduğunu savunan Kuşadalı İbrahim gibi bazı yenilikçi çabalar sonuçsuz kalmıştır. +Edebî yapı, son birkaç temsilcisi dışında varlık gösteremese de, çeşitli tarikatlara bağlı şairler Divan, Halk ve Yeni edebiyat alanlarında tasavvufi içerik üretmeye devam etmiştir. Temsilciler +Tekke Şiiri Temsilcileri: Erzincanlı Salih Baba, Bitlisli Müştak Baba. +Âşık Tarzı Temsilcileri: Seyranî, Ruhsatî, Kul Himmet Üstadım, Âşık Veli, Esirî, Cemalî Baba, Mihrabî. +Divan Edebiyatı Temsilcileri: Keçecizade İzzet Molla, Şeyhülislam Ârif Hikmet, Adile Sultan. XX. Yüzyıl +XX. yüzyıl başlarında tekkelerin kapatılmasına rağmen, dinîtasavvufi konularda eser verme geleneği tamamen sona ermemiş, yalnızca yeni bağlamlara dönüşmüştür. +Bu gelenek, günümüzde özellikle cemevleri, ilahi topluluklar ve mevlit/tevhit törenleri etrafında varlığını sürdürmektedir. Bu yüzyılda Yozgatlı Hüzni, Edib Harabi, Vahit Lütfi Salcı ve Zeynel Uslu Baba gibi farklı çevrelerden gelen temsilciler dinî-tasavvufi mahiyette eserler vermişlerdir. Özellikle Alevi-Bektaşi kültürüyle yetişen pek çok temsilci, hem sözlü hem de yazılı ve elektronik kültür ortamlarını kullanarak eser üretmeye devam etmektedir. Tekke-Tasavvuf Edebiyatı Ürünleri +Tekke-Tasavvuf Edebiyatı, İslam dini ve tasavvuf düşüncesinin yayılması amacıyla, âlimler, mutasavvıflar ve dervişler tarafından sanatın ve edebiyatın gücü kullanılarak oluşturulmuştur. Tekke kültür çevresine mensup şahsiyetler, dönemin sosyo-kültürel şartlarına ve ihtiyaçlarına göre mensur (düzyazı), manzum (şiir) ve bazen de mensur-manzum karışık eserler vermişlerdir. Bu eserler, hem sözlü kültür ortamında dilden dile dolaşarak hem de yazılı aktarma vasıtaları kullanılarak günümüze ulaşmıştır. Oluşturuldukları dönemde üstlendikleri sosyal, psikolojik ve kültürel işlevlerin yanı sıra, yeni ürünlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaları bakımından da büyük önem taşıyan bu ürünleri temel olarak mensur ve manzum eserler olmak üzere iki ana grupta toplamak mümkündür. Tekke-Tasavvuf Edebiyatının Mensur Ürünleri +Mensur (düzyazı) ürünler, İslamiyet sonrası Türk edebiyatının ilk dinî-tasavvufi örnekleridir. XI. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya yerleşen Türklere İslam'ı öğretmek amacıyla oluşturulan, genellikle destani anlatmaların ve menkabelerin karışımından meydana gelen eserlerdir. Bu eserler, alplık geleneğinin yeni bağlamdaki "Gazi," "Veli," veya "Derviş-Gazi" tipleri etrafında şekillenmiştir. +Menakıb-nameler / Vilayet-nameler / Velayet-nameler: Velilerin hayatlarını, kerametlerini ve olağanüstü olaylarını nakleden biyografik hikâyelerdir. Türk-İslam dünyasındaki büyük pirlerin ve şeyhlerin adına tertip edilmiştir. Anadolu'nun iç durumunu, sosyal tabakalarını, inançlarını ve ekonomisini yansıtan önemli tarihî belgelerdir. (Örn: Vilayetname-i Hacı Bektaş Veli, Menakıb-ı Hacı Bayram Veli). + Cenk-nameler: XIII. yüzyıldan itibaren edebiyatımıza kazandırılan, kaynaklarını İslam tarihi ve Arap-Fars edebiyatından alan eserlerdir. Özellikle Hz. Ali (at Düldül ve kılıç Zülfikar ile) ve oğlu Muhammed Hanefî'nin kahramanlıklarını anlatır. Manzum, mensur veya karışık şekilde yazılmıştır. + Hamza-name: Hz. Peygamber'in amcası Hamza'nın cesaret, yiğitlik ve savaşçılık özellikleri etrafında oluşan menkıbevi anlatmalardır. İslamî destan kahramanlarının anlatıldığı ilk eserlerdendir. + Abu Müslim-name: İslam dünyasında yönetimin Emeviler'den Abbasiler'e geçişinde rol oynayan Abu Müslim Horasanî'nin etrafında gelişen anlatmalardır. Abu Müslim, daima hakkı savunan, zulme karşı çıkan ideal bir kahraman olarak gösterilir. +Battal-name: Arap emiri olarak nitelenen Battal Gazi'nin Müslümanlar ve Bizans'a karşı yaptığı mücadelelerde gösterdiği başarıları içeren menkabeler mecmuasıdır. Battal Gazi, Müslüman Türklerin gözünden bir destan kahramanı olarak yüceltilmiştir. + Danişmend-name: Başta Danişmend Ahmed Gazi olmak üzere, Danişmendli beylerinin kahramanlıkları etrafında meydana gelen anlatmalardır. Battalname'nin Türk destan üslubuyla devamı kabul edilir ve kahramanlarının tarihî şahsiyetler olmasıyla önemlidir. + Saltuk-name: Sarı Saltuk adlı bir Türk "gazi-dervişi"nin hayatını anlatan dinidestani eserdir. İslamî Türk destanlarının son halkasını oluşturur ve gaza-cihat fikrini beslemek amacıyla yayılmıştır. + Gaza-nameler / Gazavât-nameler: Tek bir savaşın veya savaşlar silsilesinin tasvir edildiği eserlerdir. + Fetih-nameler: Bir şehrin veya kalenin alınmasını (fethini) anlatan eserlerdir. + Fütüvvet-nameler: Fütüvvet (yiğitlik, cömertlik, ahlak) ehlinin hayatına ilişkin bilgileri ve meslek ahlakını ihtiva eden eserlerdir. Maznum ürünler +Mutasavvıf şairler, öğretilerini aktarırken şiirin duyguları coşturan gücünden faydalanmış; dinî ve ahlaki kabullerini, tarikatların adap ve erkânını şiirlerle aktarmışlardır. Bu manzum ürünler, dil ve üslup bakımından genellikle sade, eğitici ve öğreticidir. Şairler, az sözle ilahi düzeni ve tasavvuf anlayışının temel ilkelerini aktarmayı amaçlamışlardır. +Çifte Beslenme: Metinler, İslam öncesi millî edebiyat geleneği (Halk şiiri) ile İslam kültür çevresinin (Arap-Fars edebiyatları ve Divan şiiri) çeşitli ögeleriyle beslenmiştir. Bu nedenle şairler hem Divan şiirinin hem de geleneksel Halk şiirinin şekil özelliklerine göre eser vermişlerdir. +İç ve Dış Çatışması: Tekke şairinin zihnini şekillendiren temel kaynak İslam tasavvufudur. Bu anlayışa göre önemli olan "dış" (söz, şekil, nazım biçimi) değil, insanın gönlünde tecelli eden Tanrı'ya yönelmek olan **"iç"**tir. Dışa dönük, sembolik formlar sadece içteki duyguyu ve "hakikati" aktarmada kullanılan yardımcı vasıtalardır. Bu vasıtalar, hitap edilen çevrenin zevkine ve anlayışına uygun olmalıdır. +Biçim: Mutasavvıf şairler, Divan ve Halk şiirinde kullanılan nazım şekillerini, vezin ve kafiye gibi unsurları kullanarak anlatmak istediklerini sade ve samimi bir ifadeyle ortaya koyarlar. Nazım Şekilleri +Tekke-tasavvuf edebiyatı temsilcileri, tek bir nazım şekliyle sınırlı kalmamış, hem Divan edebiyatı hem de Halk edebiyatı nazım şekillerini bir arada kullanmıştır. +1. Halk Şiiri Nazım Şekilleri: +Mâni +Koşma +Destan: Halk şiirinin en uzun nazım şeklidir. Dörtlüklerden oluşur ve kolay hatırlanması için zincirleme yazılır. Tekke şiirinde özellikle "devir nazariyesi" ve insanın hayat evrelerini anlatan **"âşnâmeler"**de kullanılmıştır. Divan Şiiri Nazım Şekilleri: +Gazel: Tekke şairlerinin en çok kullandığı Divan şiiri nazım şeklidir. + Kaside + Kıt'a + Musammat + Murabba + Terkib-i Bend + Terci-i Bend + Rubai + Tuyuğ + Mesnevi Nazım Türleri +Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nda, ezgi ağırlıklı türlerin yanı sıra konu ağırlıklı ve tarikatların özel tercihlerine göre adlandırılan pek çok manzum tür kullanılmıştır. "İlahi" gibi ezgi ağırlıklı türler, bu gelenekte müzik aleti olmasa dahi hiçbir zaman ezgisiz okunmamıştır. +Bu edebiyatta, Allah'ın varlığını, peygamberlerin hayatını, dinî inançları ve tasavvufi konuları işleyen başlıca nazım türleri şunlardır: +Tevhid: Allah'ın varlığını ve birliğini (vahdaniyetini) anlatan şiirlerdir. + İlahi: Tekke edebiyatının en yaygın türü olup, Allah aşkını, sevgisini ve yüceliğini dile getiren ezgili şiirlerdir. + Münacat: Allah'a yakarış ve dua etme amacıyla yazılan şiirlerdir. + Naat: Hz. Muhammed'i övmek, ona duyulan sevgiyi dile getirmek amacıyla yazılan şiirlerdir. + Hikmet: Özellikle Ahmed Yesevi geleneğinde görülen, tasavvufi, ahlaki ve didaktik (öğretici) konuları işleyen manzumelerdir. + Devriye: Varlığın Allah'tan gelip tekrar O'na dönmesi (devir kuramı) fikrini işleyen şiirlerdir. + Şathiye: İnançlardan alaycı ve nükteli bir dille söz ediyor gibi görünen, ancak derin tasavvufi anlamlar taşıyan şiirlerdir. + Nutuk: Tarikata yeni giren dervişlere tarikat adabını, kurallarını ve mertebelerini öğretmek için şeyhler tarafından söylenen şiirlerdir. + Mevlid: Hz. Muhammed'in doğumu, hayatı ve mucizelerini anlatan uzun manzumelerdir. + Miraciye: Hz. Muhammed'in Miraç olayını anlatan manzumelerdir. + Hilye: Hz. Muhammed'in fiziksel ve ahlaki güzelliklerini anlatan şiirlerdir. + Gevhername, Dolapname, Esma-i Nebi, Sîretü'n-Nebî, Mu’cizât-ı Nebî, Hicretname, Kırk Hadis, Methiye, Mersiye, Maktel-i Hüseyin, Menakıbname, Velayetname, Vücûdname, Nasihatname, İbretname, Faziletname, Fütüvvetname, Gazavatname, Mansurname, Minbername, İstihracname, Tâcname, Nevruziye, Tahassurname, Fetvaname, Tarikatname, Vasiyetname, Kıyafetname, Mahşername, Şefaatname ve Peltek-name gibi çok sayıda konu ve türe özgü eserler bu nazım türleri arasında yer alır.