Uploaded by common.user18596

Tekke Tasavvuf Edebiyatı Analizi

Tekke
Tassavuf
Edebiyatı
+Türklerin İslamiyet'i kabulünün ardından X-XII. Yüzyıllar
arasında Türkistan'da ilk temsilcileri yetişmiş ve Türkiye'de XX.
Yüzyıl başlarına kadar etkisini sürdürmüştür.
+İslam dinene ait bilgi, ahlak ve tasavvuf ilkelerini, İslamiyet
öncesi Türk inanç, düşünce ve edebi geleneği ile
harmanlayarak sunar.
+Eserler genellikle öğretici ve telkin edici özellikler taşır.
Edebiyat tarihçileri bu birikimi bugüne kadar
farklı isimlerle anmışlardır:
"Dini edebiyat"
Çeşitli
Adlandırmalar
ve
Sınıflandırma
Sorunu
"İslami edebiyat"
"Tasavvufi edebiyat"
"Tekke edebiyatı"
"Dini tasavvufi edebiyat"
"Tasavvufi halk edebiyatı" vb.
Bu edebiyatın tasniflerdeki yeri konusunda bir fikir birliği yoktur.
Bazen Halk Edebiyatı altında. Bazen Eski Türk
Edebiyatı/Divan Edebiyatı altında. Bazen de Türk
Edebiyatı'nın bütünlüğü içinde bağımsız bir disiplin olarak ele
alınmıştır.
Mevcut Sınıflandırma Zorlukları ve
Eleştiriler
Sınıflandırma ve
incelemedeki sıkıntıların
temel nedenleri şunlardır:
Kültürel Süreklilik:
Toplumların eski kültür
birikimlerini yeni sosyokültürel yapılara uyarlayarak
koruması (Türk edebiyatının
bir bütün halinde incelenmesi
gerekliliği).
Ayrım Zorluğu: Yazılı ve
sözlü edebiyatların birbirini
derinden etkilediği, edebi
sahaların kesin hatlarla
ayrılamayacağı görüşü.
Dar Kapsamlı İnceleme:
Dinî-tasavvufi eksende ortaya
çıkan ürünlerin sadece
edebiyatın bir parçası olarak
(folklor'dan ziyade)
düşünülmesi.
Eski Yaklaşımlar:
**"Tezkirecilik mantığı"**nın,
yeni "antoloji" ve
"ansiklopedi" yöntemiyle bu
alana uygulanması.
Bağlam İhmali: Eserlerin
çıktığı kültürel çevrelerin ve
sosyo-kültürel değişimlerin
etkilerine yeterince
değinilmemesi.
Günümüzde ise
+Günümüz folklor araştırmacıları, "her metin sosyal bir çevrenin, bir
anlatı grubunun ürünüdür" düşüncesinden hareketle "doku, metin
ve bağlam" açılarından incelemeyi önermektedir.
+Her metnin, üretildiği ve tüketildiği çevrelerde "anlam" kazandığı ve
o çevrelerin ortak değerlerini yansıttığı kabul edilmelidir.
+Metinlerin sosyal ve kültürel zeminde üretilme sürecini vurgulamak
için "tekke-tasavvuf edebiyatı" ifadesinin kullanılabileceği
düşünülmektedir. Bu, öncelikle metinlerin hangi sosyal ve kültürel
zeminde üretildiği sorusunun cevaplanmasını gerektirir.
Tekke-Tasavvuf Edebiyatının Sosyal ve
Kültürel Zemini
+Tekke Tasavvuf Edebiyatı, bir yandan Türklerin İslam öncesi
milli kültür ve edebiyatından, diğer yandan İslam dini ve
tasavvuf düşüncesinden beslenmiştir. Ortaya konulan ürünler,
temel ideolojiler bakımından İslam dini ve İslam dini
bünyesinde gelişen tasavvuf yorumunu aktarırken: dil, vezin,
nazım şekilleri gibi dış özellikler bakımından da İslam öncesi
milli edebiyat geleneğini yansıtmaktadırlar.
İslamiyet'ten Önce Türk Kültürü
ve Edebiyatı
Türklerin İslam öncesi kültürüne Orta Asya bozkırlarındaki göçebelik ve
hayvancılığa dayalı hayat tarzının şekillendirdiği inanç ve uygulamalar yön
vermiştir. Kültüre yön veren tüm ögelerin toplumun kutsallarını belirlediği ve
böylece dini sistemleri şekillendirdiği yaygın bir görüştür.İnsanlığın ilkel
dönemlerinden beri süregelen merak ve bilme ihtiyacı, evrensel sorulara
cevap ararken bir "kutsal" anlayışı ve buna bağlı bir bilgi sistemi
oluşturmuştur. Bu sistem; duyu, hayal ve sezgilere dayanır. İlkel insan, dış
dünyadaki "gerçek" ile arka plandaki "asıl gerçek" (hakikat) arasındaki ilişkiyi
sorgular. Akıl ve mantıkla ulaşılamayan metafizik kavramları sezgi yoluyla
kavramaya çalışarak mistik bir düşünceye ulaşır. Bu inanışın özünde,
Yaratıcı'ya teslimiyet ve bunun kültürel uygulamalarla kitleselleştirilmesi
yatar.
Eski Türk Dini
+Türklerin en eski dinleri hakkında yeterli bilgi
bulunamamktadır. Fakat Aninizm, Naturizm, Totemizm,
Şamanizm gibi birbirinden farklı dini görüşlerşleri
bulundurduğu ileri sürülmüştür.
+ Türklerin ilk dini sisteminin "Atalar kültü", "Tabiat kültü", ve
"Gök Tanrı" inançlarının içerir.
Atalar Kültü
+Atalar kültü, ölen ecdadın üstün güçlerle ailesine yardım edeceği
inancına dayanan, saygı ve korkuyla şekillenen bir kutsama
biçimidir. Kuzey ve Orta Asya toplumlarında, özellikle de Hunlardan
beri Türklerde görülen bu kült, mezar ziyaretleri ve ayinlerle
sürdürülmüştür. Ruh göçünü içeren dinlerin Türklerde yayılmasında
etkili olmuş; zamanla gelişerek, İslamiyet'in kabulünden sonra
Tekke-tasavvuf edebiyatının merkezi karakteri olan "dervişveli" tipinin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Günümüzdeki evliya
ve türbe inanışları, bu kültün kültürel devamıdır.
Tabiat Kültleri
+İlk çağlardan beri insanın zihnini meşgul eden tabiat, tüm
toplumlarda kültler oluşturmuştur. Eski Türk dininde, tabiat
varlıklarının gizli güçlere sahip olduğu kabulüne dayanan Yer (dağ,
ırmak, ağaç) ve Gök (güneş, ay, yıldırım) kültleri mevcuttu. Bu
unsurlar canlı kabul edilmiş ve bizzat kendilerine değil, yaşamı
etkilediği varsayılan gizli güçlerine korku ve saygıyla yaklaşılmıştır.
Müslümanlaşan Türkler, bu ruh/gizli güç inançlarını İslam'ın cin ve
meleklere iman esaslarıyla ilişkilendirerek sürdürmüşlerdir. Orhun
Abideleri'nden Dede Korkut'a kadar pek çok metne yansıyan
Tabiat Kültleri, Türklerin inanç sistemlerinde önemli bir yer tutar.
Gök Tanrı İnancı
+Gök Tanrı inancı, Eski Türk Dinini'nin merkezidir ve kaynağı Asya bozkırlarına
dayanır. Bu inançtaki temel farklılık, gökyüzünün kutsal sayılması ve soyut bir
Tek Tanrı anlayışına ulaşılmasıdır. Türklerde göğün ve yerin tek bir yaratıcısı
(Kılıcısı) vardır.
+ Bu güçlü inanç, İslami dönemde yeni dinin tek yaratıcı Allah inancıyla kolayca
birleştirilmiş ve İslamiyet'e geçişi belli ölçüde kolaylaştırmıştır. Kutadgu Bilig ve
Dede Korkut gibi metinlerde yansımaları görülür. Türklerin sosyal ve kültürel
yapısı, bu Gök Tanrı merkezli özgün inanç sistemi tarafından şekillendirilmiştir.
+ Son olarak, Türklerin bazı doğal varlıkları kutsal sayması "totemci" oldukları
yönünde fikirlere yol açsa da, kutsanan hayvanların (örn. kurt) genellikle
aşiretleri sembolize ettiği ve bir tapınma amacının bulunmadığı, bu durumun
daha çok atalar kültüne bağlı koruyucu ruh anlayışıyla ilişkili olduğu
belirtilmiştir.
Şaman Yöntemi
+Şamanizm, 19. yüzyıldan itibaren bir din olmaktan ziyade, kutsala ulaşmada
başvurulan bir yöntem ve bir "hayat tarzı" olarak kabul görmeye başlamıştır. Bu
sistem, doğuştan gelen özel kudretlere ve güçlü bir kişiliğe sahip olan, Tunguzca
kökenli "şaman" veya Türkçe karşılığı "kam" denilen kişi etrafında yoğunlaşır.
Şamanların, ruhlar ve gizli güçlerle iletişim kurup, Gök Tanrı'dan mesajlar
getirebilen olağanüstü şahsiyetler olduğuna inanılırdı.
+ Şamanlar, toplumun diğer üyelerinin erişemediği kutsal alana ulaşabilen
"seçilmiş" kişilerdir ve yaşadıkları esrime (extase) deneyimleri dini ideolojiyi
ve mitolojiyi güçlü bir şekilde etkilemiştir. Ancak Çin kaynakları, Şamanizmin
temelinin zaten var olan "Gök Tanrı inancı" ile birlikte güneş, ay, ata ve ateş
kültleri olduğunu belirtir. Bu bağlamda Şamanizm, Gök Tanrı merkezli sistemin,
dış etkilerle birleşerek Türk toplumunda dinî-mistik-sihri bir sistem şeklinde
oluştuğunu gösterir.
+Bir inancın şamanik karakter taşıması için, tanrı veya ruhlarla bağlantı
kurmak amacıyla yaşanan "ruhi miraç" (esrime) gereklidir. Şamanlar, bu
yetenekleriyle yaşayanlarla ölmüş atalar arasında manevi bir bağ kurar,
aynı zamanda kutsallarla insanlar arasındaki ilişkiyi de düzenler. Şaman
olmanın yolu, ya şaman ailesinden gelmek ya da ferdi kabiliyetle bu
mertebeye erişmektir.
+Şamanizm, teoriden ziyade pratiğe ("hal"e) yönelik olması ve gizliliğiyle,
diğer mistik akımlara ve tasavvuf düşüncesine benzerlik gösterir. Bu
yönüyle şamanlar, "din adamı" değil, "mistik" olarak değerlendirilir.
Geleceği görme, hava şartlarını değiştirme, hastaları iyileştirme gibi
olağanüstü özelliklere sahip Türk şamanları, İslamiyet sonrası dönemde
ortaya çıkan ve Anadolu'nun Türkleşmesinde rol oynayan "derviş-veli"
(Horasan Erleri) tipiyle önemli ortaklıklar taşır; hatta menkıbelerde adeta
yeniden hayat bulur. Son olarak, şamanların öteki âlemlerdeki
serüvenlerini anlatan esrime kökenli hikâyelerin, destanlar ve
masallardaki pek çok epik konu ve motifin kaynağı olduğu
düşünülmektedir.
Türk Kültüründe Görülen Diğer dinler ve
Etkileri
+Geniş coğrafyada yaşayan hareketli Türk toplulukları, tarih boyunca birçok farklı
inanç sistemiyle karşılaşmış ve benimsemiştir. Türk kültüründe dikkat çeken
özellik, yeni bir inancın kabulüyle eski inanç esaslarının tamamen unutulmaması;
aksine, çoğu zaman yeni dinin esaslarına uyarlanarak sürdürülmesidir. Bu
durum, her yeni inancın Türklerin düşünce ve hayat tarzını etkilemesine rağmen,
inancın da zaman içinde Türklere uygun bir yapı kazanmasıyla sonuçlanmıştır.
+ İslamiyet öncesinde, özellikle Maniheizm (Budizm ve Zerdüştlüğe tepki olarak
doğan) ve Budizm Türkler üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Bu dinlerin
benimsenmesinde "atalar kültü"nün belirli bir etkisi olmuştur. Budizm,
Uygurlar başta olmak üzere bazı Türk topluluklarında geniş yayılım göstermiştir.
Ayrıca Türkler; Mazdeizm/Mecusilik, Zerdüştlük gibi İran kültür çevresi
dinlerinden de etkilenmişlerdir. Batı Türkleri arasında ise Musevilik ve
Hıristiyanlığın çeşitli mezheplerini benimseyen topluluklar da bulunmaktaydı.
İnanç ve Edebi Metinleri
+Türkler Müslüman olduktan sonra, eski Uzak Doğu ve İran
dinlerinden gelen tenasüh (reenkarnasyon), hulül, şekil
değiştirme ve ateş kültü gibi inanç motiflerini yeni İslami
düşünce sistemi içinde eriterek Tekke-tasavvuf edebiyatı
eserlerinde yaygın olarak kullanmıştır.
+Aynı zamanda Hristiyanlık ve Musevilik gibi dinlerden
beslenen; göğe çekilme, ölü diriltme, suyu kana çevirme,
kuru odunu yeşertme gibi mucize (keramet) motifleri de bu
edebiyat çevresinde yer almıştır.
Edebi ürünler de bu kültürel çeşitlilikten
etkilenmiştir:
+Sözlü Gelenek: Türk edebiyatının ilk ürünleri, "şaman, kam,
baksı" gibi dinî kimlikli ozanların sığır, şölen ve yuğ törenlerinde
icra ettiği şiirlerden doğmuştur. Bu ürünler (destanlar, sagular,
kasideler) genellikle hece ölçüsü ve dörtlük nazım şekliyle
oluşturulmuştur. Bu döneme ait en eski yazılı izler Kaşgarlı
Mahmud'un Divan-ı Lügati't-Türk'ündeki şiir parçalarıdır.
+Yazılı Gelenek: Türk kültürünü aydınlatan en eski yazılı kaynaklar,
Göktürk dönemine ait Orhun Abideleri'dir. Ardından yerleşik
hayata geçen Uygurlara ait Budizm, Maniheizm ve Nesturiliğe ilişkin
dinî hikâyeler, ilahiler ve dualar gibi yazılı metinler günümüze
ulaşmıştır.
İslam Dİni ve Tasavvuf
+İslamiyet'in doğuşundan yaklaşık iki yüzyıl sonra ortaya çıkan Tasavvuf, İslam dünyasında
yüzyıllarca etkili olmuş bir düşünce ve yaşam biçimidir. Temelini Varlık Birliği (Vahdet-i
Vücut) anlayışı oluşturur; buna göre Allah tek vücuttur ve diğer varlıklar O'nun tecellileri
(görüntüleri) kabul edilir. Tasavvufun ana amacı, insanın benliğinin baskısından kurtulup
manen Allah'a ulaşması, yani "İnsan-ı Kâmil" mertebesine erişmesidir. Bu amaçla kişi,
duygu ve düşüncelerini kontrol ettiği Seyr-i Sülûk adı verilen manevi bir eğitim
sürecinden geçer.
+ Başlangıçta dünyaya yüz çevirip ibadetle meşgul olan "Züht" dönemi varken, IX.
yüzyıldan itibaren bu hareket, Allah'a korku yerine sevgi/aşk ile yakınlaşma temelli
mistik bir karaktere büründü. Sufiler, dışa açık (Zahir) bilginin ötesinde, Kur'an'ın gizli
anlamlarını te'vil (öznel yorum) yoluyla keşfettikleri Bâtın bilgiye odaklandı. Bu durum,
Ehl-i Bâtın (mutasavvıflar) ile Ehl-i Zâhir (fıkıh âlimleri) arasında sert tartışmalara yol açsa
da, Gazali gibi isimler tasavvufu, imanın kalpte yaşanan bir hal olduğunu vurgulayarak
şeriatla uzlaştırmıştır.
+ Tasavvufun en büyük işlevi, özellikle farklı inançlardan İslam'a geçen kitleler arasında bir çeşit "halk dini" oluşturarak
İslamlaşmayı hızlandırmasıdır. Horasan Erleri adı verilen Türkmen dervişleri, eski inançları (Şamanizm, Atalar kültü) İslami
esaslara uyarlayarak bu süreci yönetmiştir. XIII. yüzyılda ise Mevlana, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre gibi büyük
mutasavvıfların Anadolu'ya gelmesiyle, bölgede farklı tasavvufi anlayışları birleştiren zengin bir Anadolu Tasavvufu ekolü
oluşmuştur.
Türkler ve İslam Kültür Çevresi
+Türkler ile Araplar arasındaki dolaylı ilişkiler İslamiyet'in doğuşundan önceki
Cahiliye dönemine kadar uzanır. Ancak Türklerin İslam diniyle ilk yoğun teması,
Emevi ordularının Maveraünnehr'e girmesiyle savaş yoluyla gerçekleşmiştir. Bu
dönemde Türkler topraklarını başarıyla savunmuş, ancak 751 yılındaki Talas
Savaşı, Türklerin ezeli düşmanları Çinlilere karşı Müslümanlarla işbirliği
yapmasıyla bir dönüm noktası olmuş ve Türklerin İslam'a yönelmesini sağlamıştır.
+ Türklerin İslam'ı kabul süreci, Emevilerin Arap milliyetçiliği ve istilacı ordular gibi
davranmaları nedeniyle yavaş ilerlemiş, ancak Abbasi döneminde
Müslümanlara tanınan imtiyazlarla hızlanmıştır. Karahanlılar, Harzemşahlar ve
Gazneliler gibi devletler İslam'ı resmî din olarak benimseyen ilk Türk
hanedanları olmuştur. Özellikle Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han'ın bu dini
resmîleştirmesiyle birlikte, dervişler aracılığıyla yürütülen misyonerlik
faaliyetleri sayesinde göçebe Türk boyları da yeni dine katılmıştır.
+Türklerin İslam dünyasına göçü ve Selçuklu İmparatorluğu'nu
kurması, İslam medeniyetinin duraklama ve çoğulcu bir kimlik
kazandığı döneme denk gelmiştir. Selçuklu sultanları Sünniliği
savunmasına rağmen, göçebe Türkmenler başlangıçta eski millî
âdetlerinin etkisinde kalmış ve "kitabi dindarlıktan" ziyade eski
kamların ve ozanların telkinlerine kulak vermişlerdir.
+İslamiyet'in Tek Tanrı inancı, savaşın farz olması gibi özelliklerinin
eski Türk yaşam tarzına uygun olması, diğer dinlere göre daha
kolay benimsenmesini sağlamıştır. Eski Türk destanlarında
yüceltilen "Alp" tipi kolayca "Gazi" (inanç uğruna savaşan) tipine
dönüşmüş, bu yeni kahramanlık ruhu Müslüman Türk devletlerinin
kurucu ideolojisi olmuştur. Tekke-tasavvuf kültür çevresinde ortaya
çıkan **"gazavatname"**ler ise, eski destanların bu yeni Gazi tipi
etrafında şekillenen devamı niteliğindedir.
Tekke-Tasavvuf Edebiyatının İnşa Temeli
+Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nın temelini, İslam uygarlığının önemli
kurumları olan tekkeler (dergâh, hangâh, zaviye) oluşturur. Bu
kurumlar, medreseler gibi İslam kültürünün ürünü olup, asırlar
boyunca sosyo-kültürel hayatı yönlendirmiş ve Türklerin yerleşik
hayata geçmeleri ve şehirleşmelerinde etkin rol oynamışlardır.
+Temel Ayrım: Medreseler zahirî (dış/açık) ilimlerin merkeziyken,
tekkeler mânevî ve ruhanî (bâtınî) ilimlerin ve tasavvuf
düşüncesinin işlendiği, derinleştirildiği ve halka sunulduğu
merkezlerdir.
+Tasavvufi eğitimin vazgeçilmez parçası olan tekkeler, genellikle
vakıf desteğiyle kurulur ve büyür.
+H. II. yüzyıldan itibaren görülen bu yapılar, basit bir odadan ibaret
mütevazı binalar olabildiği gibi, büyük bir alan üzerine kurulmuş,
birçok birimden oluşan külliye şeklinde dergâhlar da olabilirdi.
+Tarikatların yaygınlaşmasıyla (Mevlevilik, Kadirilik, Nakşibendilik
gibi) tekkelerin sayısı artmış ve işlevleri renklenmiştir.
+Buralarda günlük ibadet ve zikirlerin yanı sıra, belirli zamanlarda
özel toplantılar (ihlâs geceleri) yapılırdı; bu nedenle bazı tekkeler
toplantı günlerine göre adlandırılırdı ("Cuma Tekkesi" gibi).
+Anadolu'daki Rolü: Orta Asya'dan gelen Türk dervişleri,
Anadolu'daki ıssız yerlere yerleşerek bir çeşit "Türk
manastırı" sayılabilecek tekkeler kurmuşlardır. Bu kurumlar,
başlangıçta Anadolu'daki Türk devletinin kuruluşu ve
ilerlemesi sırasında toplum içinde birlik ve bütünlük işlevini
üstlenerek sosyal, kültürel ve sanatsal çekim merkezleri
olmuşlardır. Ancak sonraki dönemlerde, belli oranlarda
huzursuzluk ve parçalanma sebebi haline geldikleri de
görülmüştür.
Tekke-Tasavvuf Edebiyatının Tarihi Gelişimi
ve İlk Ürünleri
+Türkler, IX-X. yüzyıllardan itibaren Gök Tanrı merkezli
sistemden İslam kültür çevresine girerek sosyal, kültürel ve
kurumsal yapılarını bu yeni çevrenin etkisi altında
düzenlemeye başlamıştır. Bu yeniden yapılanma döneminde,
İslam bilgisinin ve tasavvuf anlayışlarının halka aktarılması
amacıyla kurumsallaşan tekkeler çevresinde Tekke-Tasavvuf
Edebiyatı oluşmaya başlamıştır.
+Bu edebiyatın gelişim süreci üç ana devreye ayrılır:
+Hazırlık ve Oluşum (X.-XII. yüzyıllar): İslam'ın resmen kabul
edildiği Karahanlılar dönemiyle başlar. Bu dönemde Eski Türk
Dini öğeleri korunmuş, milli edebiyat geleneği sürdürülmüş ve
yeni Türk yazı dilinin ve edebiyatının temelleri atılmıştır.
+Gelişme ve Yayılma (XIII.-XV. yüzyıllar): Tekke edebiyatının
en olgun örneklerinin verildiği dönemdir.
+Duraklama, Gerileme ve Dönüşüm (XVI.-XVII. yüzyıllar ve
sonrası): Özgün eser sayısının azaldığı, düşünce ve üslubun
tekrara düştüğü, ancak dinî-tasavvufi konuların Divan
Edebiyatı ve Aşıklık Geleneği içinde sürdürüldüğü dönemdir.
Hazırlık Döneminin Baş Eserleri
(Karahanlılar):
+Kutadgu Bilig (Yusuf Has Hacib): İslam inancı ile Türk ahlak ve devlet anlayışını birleştiren,
nasihatname ve siyasetname niteliği taşıyan didaktik bir eserdir.
+ Divan-ı Lügati't-Türk (Kaşgarlı Mahmut): Türkçe'nin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabı olmasının yanı
sıra, sözlü kültürdeki ürünleri yazılı kültüre taşıyan ilk derleme eseridir. Türk kültür zenginliğini
korumak amacıyla hazırlanmıştır.
+ Atabetü'l Hakayık (Edip Ahmet Yükneki): Ahlak ve öğüt kitabıdır. Dinî-ahlaki konuları ayet ve
hadis tercümeleriyle destekleyerek, tamamen hikmet üslubuyla kaleme alınmıştır.
Divan-ı Hikmet (Ahmed Yesevi): Bu dönemde özellikle Yukarı Türkistan'da, Yesevi tekkeleri
çevresinde halk edebiyatının gelişmesine zemin hazırlayan, Ahmed Yesevi'nin dervişleri aracılığıyla
yayılan hikmetlerinin toplandığı eserdir. Türk tasavvuf edebiyatının bilinen ilk örnekleri olarak
kabul edilir ve sade dil, hece ölçüsü ve yerel motiflerle İslam'ı halka öğretmeyi amaçlar.
+ Bu ilk yazılı ürünler medrese çevrelerinde okunurken, halk ise manevi ihtiyaçlarını hece ölçüsünü
koruyan sade ürünlerle karşılayan halk şairlerinin eserleriyle gidermiştir.
XII. Yüzyıl
+XI. ve XII. yüzyıllar, Aşağı Türkistan/Maveraünnehr bölgesinde
yoğun bir kültürel hareketliliğin yaşandığı dönemdir. Fergana,
Semerkant ve Buhara gibi kentler hızla kültür ve eğitim
merkezlerine dönüşmüştür. Bu süreçte İslam dininin ve tasavvuf
anlayışlarının etkisiyle sosyal yapıya yeni değerler katılmış, bilgi
birikimi genişlemiştir. Özellikle tekkeler, medreselerle birlikte,
tasavvufi bilgiyi geniş halk kitlelerine aktarma ve dinî-tasavvufi halk
edebiyatını oluşturup geliştirme konusunda kritik bir işlev
üstlenmiştir. Bu uygun kültürel ortam, bilginin hızla yayılmasını ve
yeni edebî ürünlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Ahmet Yesevi
+ Türk kültür tarihinin en önemli isimlerinden olan
Ahmet Yesevi (ö. 1166/1167), Batı Türkistan'ın
Sayram kasabasında doğmuş, küçük yaşta ailesini
kaybettikten sonra Yesi şehrine yerleşmiştir.
Hakkındaki bilgiler daha çok menkıbevi
kaynaklara dayanmakla birlikte, çocukluğundan
itibaren olağanüstü özelliklerle dikkat çekmiştir.
Eğitimi, manevi babası olan Arslan Baba ile
başlamış ve onun vefatından sonra Buhara'da
dönemin önde gelen mutasavvıflarından Yusuf
Hemedanî'ye intisap ederek eğitimini
tamamlamıştır.
+Yesevi, hocasının emriyle Yesi'ye döndükten sonra Yesevilik
tarikatını kurmuş ve Kur'an ile Hadis'ten aldığı yeni bilgiyi,
mensubu olduğu Türk toplumunun sosyo-kültürel çerçevesine
uygun olarak şekillendirmiştir. Başlıca amacı, şeriat
hükümlerini ve tasavvuf esaslarını kitlelere aktararak İslam'ı
Türklere benimsetmek ve "Ehl-i Sünnet akidesini"
yerleştirmek olmuştur. Şöhreti arttıkça mürit sayısı da çoğalmış,
hatta Hz. Peygamber’in vefat yaşı olan altmış üçten sonra
tekkesinin avlusunda hazırlattığı **"çilehane"**de ömrünün
sonuna kadar ibadetle meşgul olmuştur.
+Yesevi, irşat faaliyetlerinde Arapça ve Farsça bilmesine
rağmen, halkın anlayabileceği sade Türkçe ile "hikmet" adı
verilen şiirler söylemiştir. Bu şiirlerin toplandığı Divan-ı
Hikmet, hece ölçüsünü, dörtlük esasını ve yarım kafiyeyi tercih
etmesiyle milli edebiyat geleneğini İslami kültürle
birleştiren Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nın ilk ürünü olması
bakımından büyük önem taşır. Yesevi'nin üslubu, göçebe
Türkmenler arasında büyük etki yaratmış, Moğol istilasından
sonra Yesevilik Horasan, İran ve Azerbaycan'a yayılmıştır.
Yesevi dervişleri (daha sonra "kolonizatör Türk dervişleri"
olarak anılanlar) XII.-XIII. yüzyıllarda Anadolu'ya ulaşarak,
Büyük Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunda,
Türk birliğinin sağlanmasında ve Anadolu'nun
İslamlaşmasında kilit roller üstlenmişlerdir.
+Bu dönemin diğer önemli isimleri arasında Süleyman Hakim
Ata (ö. 1186/1187) bulunur. Yesevi geleneğini devam ettiren
Hakim Ata'nın sade Türkçe ile yazdığı dini-tasavvufi şiirleri,
tartışmalı olsa da "Bakırgan Kitabı" adlı eserde toplanmıştır.
+
+ Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip
+ Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte.
+ Riyazeti sıkı çekip, kanlar yutup
+ "İkinci defter" sözlerini açtım ben işte.
+
+ Sözü söyledim, her kim olsa cemale talip
+ Canı cana bağlayıp, damarı ekleyip,
+ Garip, yetim, fakirlerin gönlünû okşayıp
+ Gönlü kırık olmayan kişilerden kaçtım ben işte.
+
+ Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol
+ Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol
+ Mahşer günü dergahına yakın ol
+ Ben-benlik güden kişilerden kaçtım ben işte.
+
+ Garip, fakir, yetimleri Rasul sordu
XII. Yüzyıl
+XIII. yüzyıl, Anadolu için siyasi ve sosyal hareketliliğin doruğa çıktığı
çalkantılı bir dönemdir. Moğol istilası nedeniyle Horasan ve
Maveraünnehr'den büyük göç dalgaları yaşanmış; bu dalgalarla birlikte
pek çok din bilgini ve mutasavvıf Anadolu'ya ulaşmıştır. Bu siyasi karmaşa,
sosyal düzensizliğe, huzursuzluğa ve yoksulluğa yol açmıştır.
+Bu çalkantılı ortam, tam tersine Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nın en
verimli ve olgun dönemini yaşamasına zemin hazırlamıştır. İnsanlar
huzur ve emniyeti alimler ve mutasavvıfların etrafında toplanan dinî
cemaatlerde bulmuşlardır. Bu sosyo-kültürel ihtiyaçlar çerçevesinde,
tekkeler çevresinde gelişen halk edebiyatı, "Gazi" ve "Veli" tipleri
etrafında oluşan anlatmalarla birlikte anlam yoğunluğuna ulaşmıştır.
+Ahmet Fakih: Hayatı menkıbelere dayanan bir mutasavvıftır. İrşadı (manevi yol
gösterme) ön plana çıkarmış, bu nedenle sade bir dil kullanmıştır. En önemli
eseri, dünyanın faniliğini ve ibadet etmeyi öğütleyen ahlaki ve tasavvufi bir eser
olan, klasik kaside tarzındaki Çarhname'dir.
+ Seyyad Hamza: XIII.-XIV. yüzyıl şairlerindendir. Hem klasik şiire hem de Yesevi
yolundaki hikmetlere/ilâhilere aşina olduğu düşünülür. Şairin en önemli eseri,
Yusuf u Züleyha mesnevisidir.
+ Sultan Veled (1226-1312): Mevlana Celaleddin Rumi'nin oğlu olup, babasının
ölümünden sonra Mevlevilik tarikatını kurumsallaştırmıştır. Kent kültüründe ve
yüksek zümre sufîleri arasında ilk kez Türkçe şiirler yazmasıyla önemlidir.
Eserleri arasında İbtida-name, Rebab-name ve Divan bulunur.
+ Hacı Bektaş Veli (XIII. Yüzyıl): Rum abdallarının piri ve büyük velisi kabul
edilir. Bilgilerini Hoca Ahmed Yesevî ocağında edinmiştir. Alevi-Bektaşi
inancının kurucusu sayılır ve düşünceleri İslam inancı ile Türk kültürünü
yoğurarak birleştirmiştir. Hakkındaki bilgiler Vilayet-name gibi menkabelere
dayanır.
Mevlana
Celaleddin
Rumi (12071273)
+Tasavvuf düşünce tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olan
Mevlana Celaleddin Rumi, babası Bahaeddin Veled ile birlikte
Anadolu'ya göç ederek Konya'ya yerleşmiştir. Eğitimi sırasında İslami
ilimlerle tasavvuf düşüncesiyle ilgilenmiş, ancak hayatının dönüm
noktası, karşılaştığı Şems-i Tebrizi olmuştur. Şems'in etkisiyle
Mevlana'nın eski zühd ve takva anlayışı değişmiş; akıl yerine
"aşk"ın, kitap yerine "şahsi hayat tecrübesinin" önemini kavramış
ve sema etmeye başlamıştır.
+Mevlana, düşünce sisteminin merkezine insanı koyar; çünkü
huzursuzluğun, buhranın ve anlaşmazlığın nedeninin insan
olduğunu düşünür. O, insanları "varlığın bilincine ulaşmaya" ve
birbirlerine saygı ve sevgiyle bağlanmaya davet eder. Öğretileri;
ilahi aşktan aldığı coşku, sonsuz hoşgörü ve insanî birliği
hedefleyen geniş bir ahlak anlayışı üzerine kuruludur. Fikirlerini
halka aktarma gayesiyle, felsefi tahlillere veya yoğun tasavvufi
terimlere başvurmak yerine, halk dili ve psikolojisine uygun
hikâyeler ve atasözleri kullanmıştır.
+Mevlana, "ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol"
ilkesini benimsemiş ve bunu yaşamına yansıtmıştır. Düşüncelerini
tebliğ ederken eski şamanist tarzlardan gelen dans (sema) ve
musikiyi bir vasıta olarak kullanmıştır. Bu tutumu, ona "toplumsal
bir lider/merkez" olma özelliği kazandırmıştır.
+Eserlerinde Farsça ve aruz veznini kullanan Mevlana'nın en önemli
manzum eserleri:
+Mesnevi: 25.618 beyitten oluşan, dinî-tasavvufi-ahlaki nitelikte
eğitici bir eserdir.
+Divan-ı Kebir: İlahi aşkı güçlü bir lirizm ile işleyen, mürettep divan
özelliğini taşıyan ikinci önemli eseridir.
+Mensur eserleri ise sohbetlerinden oluşan Fihi mâ Fih,
vaazlarından oluşan Mecalis-i Seb'a ve dostlarına yazdığı
mektuplardan oluşan Mektubat'tır.
Duy şikayet etmede her an bu Ney,
Anlatır hep bu ayrılıklardan bu Ney.
Der ki; feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.
Ayrılıktan parçalanmış bir yürek,
İsterim ben, derdimi dökmem gerek.
Şayet aslından biraz ayrılsa can,
Öyle bekler, vuslata ersin zaman.
Ağladım her yerde, hep ah eyledim,
Gördüğüm her kul için, dostum dedim.
Herkesin zannında dost oldum ama;
Kimse talip olmadı esrarıma.
+ Yunus Emre
+XIII. yüzyıl Tekke-Tasavvuf şiirinin en önemli şahsiyeti olan Yunus
Emre'nin (yaklaşık 1250-1320) kesin doğum, yaşam ve ölüm
yerleri bilinmemektedir. Anadolu'nun birçok yerinde makamının
bulunması nedeniyle, onun tek bir yere ait sayılmasından ziyade,
yaşatıldığı coğrafyalardaki ortak anlam ve işleviyle bütüncül
olarak ele alınması gerektiği vurgulanır.
+Yunus Emre, Anadolu'da yerleşik hayata geçiş sürecinin devam
ettiği dönemde, tıpkı diğer dervişler gibi, toplumu aydınlatan ve
yeni bir medeniyetin dünya görüşüne öncülük eden bir misyon
üstlenmiştir. Şiirlerinde toplumun aksayan yönlerini eleştirmiş;
gönlü İlahi aşk ve insan sevgisiyle dolu, güçlü bir şairdir.
+Eğitimi konusunda farklı görüşler olsa da, şiirleri onun bilgi
birikimini medreseden çok, mürşidi Tapduk Emre çevresindeki
tekke kültüründe şifahen aldığını göstermektedir. Onun ilmi, aşk,
ahlak ve mutlak hakikatten ibarettir.
+Yunus Emre'nin iki eseri vardır:
+Risaletü'n-Nushiyye (1307-8): Aruz vezniyle yazılmış,
allegorik (temsili) üslubuyla ruh ve ahlak konularını işleyen bir
tasavvufi nasihat-namedir.
+Divan: Hem aruz hem de hece ölçüsüyle yazılmış şiirlerini
içerir.
+Yunus Emre, kullandığı Eski Anadolu Türkçesi ile Türk dilinin
yazı dili olma niteliği kazanmasında önemli bir rol oynamış;
tasavvuf düşüncesinin evrensel değerlerini gelecek nesillere
ve tüm insanlığa aktarmış ölümsüz bir şahsiyettir.
XIV. Yüzyıl
+Syasi Dönüşüm: Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmasının ardından siyasi
otoritenin beyliklere bölünmesi ve bunalımın sürmesine rağmen, Türkleşme ve
İslamlaşma hareketi devam etmiştir. Kuzeybatı'da kurulan Osmanlı Beyliği,
hızla genişleyerek Anadolu'da siyasi birliği yeniden sağlamış ve hareketi
Rumeli'ye taşımıştır.
+ Sosyal Kurumlar: Bu yeni yapılanma sürecinde, eski "alp" tipinin devamı olan
"Alp-eren" teşkilatları (Gazi-yan-ı Rum, Abdal-an-ı Rum vb.), hem askerî
başarıda hem de iskân (yerleştirme) hareketlerinde önemli roller üstlenmiştir.
+ Edebî Durum: XIII. yüzyılda Mevlana ve Yunus Emre gibi şahsiyetlerin
oluşturduğu hazır bir zemin bulunuyordu. Türkçe, yazı ve edebiyat dili olarak
önem kazanmış; tekkeler ise bu dönemde yegâne sivil sosyal kurum olarak fikrî
ve zühdî hareketleri yoğunlaştırmıştır. Tasavvufi düşünce ve ahlaki konuları
işleyen didaktik mesneviler yoğunlukla üretilmiştir.
Önde Gelen İsimler ve Eserleri
+Âşık Paşa (1272-1332)Osman Bey ve Orhan Bey dönemlerinin fikir
babası. Tasavvuf ve birlik fikrini halka yaymıştır.Garip-name (10 bin
beyitlik mesnevi), Fakr-name.GülşehrîAhi Evran'ın dervişi. Dönemin
yaygın Türkçesini kullanmıştır.Mantıku't Tayr (Tasavvufi mesnevi), Felekname.Abdal MusaMenkıbelerde piri Hacı Bektaş Veli olan "alp-eren"
lideri. Elmalı'da dergâh kurmuştur.Nasihatname (Tartışmalı şiirleri
toplanmıştır).Kaygusuz AbdalAlanya Beyi'nin oğlu. Abdal Musa'nın
müridi. Yunus Emre tarzını sade Türkçe ile devam ettirmiştir.Divan,
Gülistan, Budalaname (mensur).Kadı Darir (ö. 1392-3)Mesnevi ve
tercüme alanında eserler vermiştir.Kıssa-i Yusuf (Mesnevi).Elvan
ÇelebiÂşık Paşa'nın oğlu.Menakıbü'l Kudsiyye fî Menasıbü'l Unsiyye
(Menakıbname).
XV. Yüzyıl
+Siyasi İstikrar ve İmparatorluk Düzeni: Ankara Savaşı (1402) ile zedelenen siyasi birlik,
Çelebi Mehmet döneminde yeniden sağlanmış, ardından İstanbul'un fethi ile Osmanlı
Devleti bir imparatorluk düzenine geçmiştir. Bu dönem, hem askerî hem de kültürel
alanda büyük ilerleme devridir.
+ Türkçe'nin Resmîleşmesi: Sultan II. Murat'ın teşviki ve himayesiyle Türkçe, sadece
halkın konuşma dili olmaktan çıkıp, edebî ve resmî anlamda kabul görmüş, eserlerde ve
diplomatik yazışmalarda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.
+ Kurumsal Yapılanma: Merkezden çevreye doğru gelişen inşa, imar ve iskân
(yerleştirme) faaliyetleri devam etmiş, medreseler ve tekkeler de yeniden yapılanmıştır.
Bu süreçte, özellikle Bektaşilik gibi heterodoks tarikatlara bağlı dervişler, milli edebiyat
geleneğini sürdürerek hızla yayılmıştır.
+ Edebî Üretim: Tasavvuf prensiplerini ve nefis terbiyesini halkın diliyle anlatan şairler
öne çıkmış; menkabe tarzındaki anlatmalar yazıya geçirilerek yazılı kültür ortamına
aktarılmıştır.
Önde Gelen İsimler ve Eserleri
+ Hacı Bayram Veli (1352-1429/30)Bayramiyye tarikatının kurucusu. İlmi ve
tasavvufu sentezlemiştir. Müritleri arasında Akşemseddin ve Eşrefoğlu Rumi
bulunur.Şiirleri (Hece ve aruzla yazılmış, bestelenen ilahileri
mevcuttur).Akşemseddin (1390-1459)Fatih Sultan Mehmet'in hocasıdır.
İstanbul'un fethine manevi katkılarıyla tanınır.Din, tasavvuf ve tıp alanlarında
çeşitli eserler.Süleyman Çelebi (1351-1422)Sünni gelenekte en saygı duyulan
isimlerden biridir. Mevlit türünün ilk ve en popüler örneğini
vermiştir.Vesîletü'n-Necât (Türk edebiyatındaki ilk ve en meşhur Mevlit
metni).Eşrefoğlu Rumî (1353/73-1469/70)İznik'te Kadiriliğin bir kolu olan
Eşrefiyye dergâhını kurmuştur. Yunus Emre'nin etkisinde kalmış özgün
şairdir.Divan, Müzekki'n-Nüfus (Mensur tasavvuf eseri).Yazıcıoğlu Mehmet
(ö. 1451)Hacı Bayram Veli'nin müridi.Muhammediye (8766 beyitlik
mesnevi).Kemal Ümmi (ö. 1475)Yunus Emre tarzındaki ilahileriyle Anadolu
dışında da (Kırım, Kazan) tanınmıştır.Şiirleri (İlahi tarzında başarılı).
XVI. Yüzyıl
+XVI. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu'nun en geniş sınırlara ulaştığı (Yavuz
Sultan Selim ve Kanuni dönemleri) ve İstanbul'un siyasi, kültürel ve sanat
merkezi olduğu bir dönemdir. Saray ve medrese çevrelerinin desteğiyle
Divan Edebiyatı'nda (Fuzuli, Baki) zirveye ulaşılmıştır.
+Bu gelişmelerin gölgesinde, Tekke-Tasavvuf Edebiyatı kurumsal olarak
eski işlevlerini büyük ölçüde yitirmiş ve bir "gerileme ve çöküş"
devresine girmiştir. Ancak geleneksel yapının etkisiyle önemli şahsiyetler
yetiştirilmeye devam etmiştir. Edebiyatta bir dönüşüm yaşanmıştır:
Yunus Emre tarzı (halk/hece) şiirler ile Divan Edebiyatı tarzı (aruz)
eserler bir arada üretilmiş, hatta daha önce aruz kullanan Mevlevi şairler
bile hece veznine yönelmiştir. Ayrıca Âşık Tarzı geleneğiyle verilen
eserlere ilgi artmıştır.
Öne Çıkan İsimler ve Eserleri
Şah İsmail Hataî (1487-1524)
Safevi Devleti'nin kurucusu. Şii-Alevi Türkmen
aşiretlerini çevresinde toplamıştır. Azerbaycan
Türkçesi kullanmıştır.
Divan, Dehname (Mesnevi),
Nasihatname.
Aziz Mahmut Hüdayî (1541-1628)
Mutasavvıf, âlim ve tabiptir. "Kutbü'l-aktâb" gibi
unvanlarla anılmıştır. Ölümünden sonra Yunus tarzı
şiirleriyle öne çıkmıştır.
Divan, Tezakir-i Hüdayi (Türkçe eserler).
Pir Sultan Abdal (XVI.-XVII. yy başı)
Alevi-Bektaşi edebiyatının en ünlü şairlerindendir.
Asıl adı "Haydar" kabul edilir. Sivas valisi Hızır Paşa
tarafından asıldığı rivayet edilir.
Sade halk dili ve hece vezniyle yazılmış
nefesleri ve toplumsal şiirleri.
Kul Himmet (XVI. yy. sonu-XVII. yy. başı)
Alevi-Bektaşi felsefesine bağlı şairdir. "AllahMuhammed-Ali" üçlüsünün birliği şiirlerinin
merkezindedir.
Nefesler, Düvaz İmamlar, Ağıtlar (Şiirleri
cönklerde toplanmıştır).
Adem Dede
Mevlevi şairi olup, bu dönemde Yunus tarzı
söyleyişleriyle dikkat çekmiştir.
Hece vezniyle şiirler.
XVII. Yüzyıl
+XVII. yüzyıl, Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nda önceki yüzyılların (özellikle Yunus Emre'nin)
tarzını devam ettiren ve bu geleneği farklı tarikatlar içinde sürdüren şair-mutasavvıfların
yetiştiği bir dönemdir.
+ Edebî Etki: Şairler, sade halk dilini kullandıkları hece vezniyle yazdıkları şiirlerde
(ilahiler, nefesler), büyük ölçüde Yunus Emre'nin etkisinde kalmıştır. Buna karşın, aruz
vezniyle yazdıkları şiirlerde ise Nesimî ve Fuzulî gibi Divan Edebiyatı temsilcilerinin
etkileri görülmüştür.
+ Kurumsal Dağılım: Farklı tarikatlarda (Mevlevilik, Halvetilik, Bektaşilik) yetişen bu
isimler, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde (Malatya, Bursa, Kütahya, Antalya) irşat
faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
+ İlişkili Akımlar: Tasavvuf şairlerinin yanında, Âşık Tarzı Edebiyatı temsilcileri de (Aşık
Ömer, Gevherî vb.) dinî-tasavvufi içerikli şiirler yazarak bu kültürel etkileşimi
derinleştirmiştir.
Öne Çıkan İsimler ve Eserleri
+Niyazi Mısrî (1618-1692)Tasavvuf bilgini ve şair. Sürgün hayatı
yaşamıştır. Hem heceyle (Yunus tarzı) hem de aruzla (Nesimî tarzı) şiirler
yazmıştır.Divan, Risaletü't-Tevhid, Şerh-i Nutk-ı Yunus Emre.Oğlanlar
Şeyhi İbrahim (1591-1655)Halveti şeyhi. Aksaray'daki "Oğlanlar
Tekkesi"nin şeyhidir.Divan, Vahdet-name/Tasavvuf-name (Manzum
risale).Âdem DedeMevlevi olmasına rağmen, tarikat çevresinde hece
ile ve Yunus tarzında ilahiler söyleyen önemli bir şahsiyettir.İlahiler.Kul
NesimîBektaşi şairi. Hurufiliği ayrıntılarıyla bilen, Seyyid Nesimî'yi
örnek alan güçlü bir lirik şairdir. Hz. Ali ve On İki İmam sevgisini dile
getirir.Nefesler ve tasavvufi şiirler.Gaybî Sunullah (1615?1663?)Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi'nin halifesidir. Melâmet neşesini
temsil etmiştir.Divan, Ruhü'l-Hakika, Sohbet-name.
XVIII. Yüzyıl
+XVIII. yüzyıl, Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nın "dönüşüm" evresine
girdiği, dil ve üslup bakımından özgün eser sayısının
azaldığı bir dönemdir. Tekke kültür çevresi mensuplarının
ortaya koyduğu eserler, genellikle eski bilgi ve akideleri
tekrarlamaktan öteye geçememiştir. Özgünlük arayışı, Divan
Edebiyatı çevresindeki Şeyh Galip gibi mutasavvıf şairlerin
eserleri dışında pek görülmez.
Öne Çıkan Temsilciler ve Eserler
+Bursalı İsmail Hakkı (1653-1724): Bir şairden çok
mutasavvıftır. Eserlerinin çoğu şerh (açıklama) mahiyetindedir.
En tanınmış eserleri Tefsir-i Rûhu'l-Beyân, Rûhu'l-Mesnevî ve
Şerh-i Muhammediye'dir.
+Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1772): Araştırmacı ve
mutasavvıf bir kişiliğe sahiptir. En tanınmış eserleri Divan'ı olan
İlâhî-nâme ve ansiklopedik nitelikteki Mârifetnâme'dir.
+Kul Şükrü, Süleyman Nahifî, Esrar Dede ve Necîb-zâde
Şeyh Rıza gibi isimler de bu yüzyılın diğer temsilcileridir.
XIX. Yüzyıl
+XIX. yüzyıl, Osmanlı'da Batılılaşma hareketlerinin
başlamasıyla, Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nın edebi yapısının
büyük ölçüde zayıfladığı bir geçiş dönemidir. Batılılaşmaya karşı
Tekke ve Medrese çevreleri birleşerek tepki göstermiş, ancak
değişimin kaçınılmaz olduğunu savunan Kuşadalı İbrahim gibi
bazı yenilikçi çabalar sonuçsuz kalmıştır.
+Edebî yapı, son birkaç temsilcisi dışında varlık gösteremese
de, çeşitli tarikatlara bağlı şairler Divan, Halk ve Yeni edebiyat
alanlarında tasavvufi içerik üretmeye devam etmiştir.
Temsilciler
+Tekke Şiiri Temsilcileri: Erzincanlı Salih Baba, Bitlisli Müştak
Baba.
+Âşık Tarzı Temsilcileri: Seyranî, Ruhsatî, Kul Himmet
Üstadım, Âşık Veli, Esirî, Cemalî Baba, Mihrabî.
+Divan Edebiyatı Temsilcileri: Keçecizade İzzet Molla,
Şeyhülislam Ârif Hikmet, Adile Sultan.
XX. Yüzyıl
+XX. yüzyıl başlarında tekkelerin kapatılmasına rağmen, dinîtasavvufi konularda eser verme geleneği tamamen sona ermemiş,
yalnızca yeni bağlamlara dönüşmüştür.
+Bu gelenek, günümüzde özellikle cemevleri, ilahi topluluklar ve
mevlit/tevhit törenleri etrafında varlığını sürdürmektedir. Bu
yüzyılda Yozgatlı Hüzni, Edib Harabi, Vahit Lütfi Salcı ve Zeynel
Uslu Baba gibi farklı çevrelerden gelen temsilciler dinî-tasavvufi
mahiyette eserler vermişlerdir. Özellikle Alevi-Bektaşi kültürüyle
yetişen pek çok temsilci, hem sözlü hem de yazılı ve elektronik
kültür ortamlarını kullanarak eser üretmeye devam etmektedir.
Tekke-Tasavvuf Edebiyatı Ürünleri
+Tekke-Tasavvuf Edebiyatı, İslam dini ve tasavvuf düşüncesinin yayılması
amacıyla, âlimler, mutasavvıflar ve dervişler tarafından sanatın ve
edebiyatın gücü kullanılarak oluşturulmuştur. Tekke kültür çevresine
mensup şahsiyetler, dönemin sosyo-kültürel şartlarına ve ihtiyaçlarına
göre mensur (düzyazı), manzum (şiir) ve bazen de mensur-manzum
karışık eserler vermişlerdir. Bu eserler, hem sözlü kültür ortamında
dilden dile dolaşarak hem de yazılı aktarma vasıtaları kullanılarak
günümüze ulaşmıştır. Oluşturuldukları dönemde üstlendikleri sosyal,
psikolojik ve kültürel işlevlerin yanı sıra, yeni ürünlerin ortaya çıkmasına
zemin hazırlamaları bakımından da büyük önem taşıyan bu ürünleri
temel olarak mensur ve manzum eserler olmak üzere iki ana grupta
toplamak mümkündür.
Tekke-Tasavvuf Edebiyatının Mensur
Ürünleri
+Mensur (düzyazı) ürünler, İslamiyet sonrası Türk edebiyatının
ilk dinî-tasavvufi örnekleridir. XI. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya
yerleşen Türklere İslam'ı öğretmek amacıyla oluşturulan,
genellikle destani anlatmaların ve menkabelerin karışımından
meydana gelen eserlerdir. Bu eserler, alplık geleneğinin yeni
bağlamdaki "Gazi," "Veli," veya "Derviş-Gazi" tipleri
etrafında şekillenmiştir.
+Menakıb-nameler / Vilayet-nameler / Velayet-nameler: Velilerin hayatlarını,
kerametlerini ve olağanüstü olaylarını nakleden biyografik hikâyelerdir. Türk-İslam
dünyasındaki büyük pirlerin ve şeyhlerin adına tertip edilmiştir. Anadolu'nun iç
durumunu, sosyal tabakalarını, inançlarını ve ekonomisini yansıtan önemli tarihî
belgelerdir. (Örn: Vilayetname-i Hacı Bektaş Veli, Menakıb-ı Hacı Bayram Veli).
+ Cenk-nameler: XIII. yüzyıldan itibaren edebiyatımıza kazandırılan, kaynaklarını
İslam tarihi ve Arap-Fars edebiyatından alan eserlerdir. Özellikle Hz. Ali (at
Düldül ve kılıç Zülfikar ile) ve oğlu Muhammed Hanefî'nin kahramanlıklarını
anlatır. Manzum, mensur veya karışık şekilde yazılmıştır.
+ Hamza-name: Hz. Peygamber'in amcası Hamza'nın cesaret, yiğitlik ve
savaşçılık özellikleri etrafında oluşan menkıbevi anlatmalardır. İslamî destan
kahramanlarının anlatıldığı ilk eserlerdendir.
+ Abu Müslim-name: İslam dünyasında yönetimin Emeviler'den Abbasiler'e
geçişinde rol oynayan Abu Müslim Horasanî'nin etrafında gelişen
anlatmalardır. Abu Müslim, daima hakkı savunan, zulme karşı çıkan ideal bir
kahraman olarak gösterilir.
+Battal-name: Arap emiri olarak nitelenen Battal Gazi'nin Müslümanlar ve
Bizans'a karşı yaptığı mücadelelerde gösterdiği başarıları içeren menkabeler
mecmuasıdır. Battal Gazi, Müslüman Türklerin gözünden bir destan kahramanı
olarak yüceltilmiştir.
+ Danişmend-name: Başta Danişmend Ahmed Gazi olmak üzere, Danişmendli
beylerinin kahramanlıkları etrafında meydana gelen anlatmalardır. Battalname'nin Türk destan üslubuyla devamı kabul edilir ve kahramanlarının tarihî
şahsiyetler olmasıyla önemlidir.
+ Saltuk-name: Sarı Saltuk adlı bir Türk "gazi-dervişi"nin hayatını anlatan dinidestani eserdir. İslamî Türk destanlarının son halkasını oluşturur ve gaza-cihat
fikrini beslemek amacıyla yayılmıştır.
+ Gaza-nameler / Gazavât-nameler: Tek bir savaşın veya savaşlar silsilesinin
tasvir edildiği eserlerdir.
+ Fetih-nameler: Bir şehrin veya kalenin alınmasını (fethini) anlatan eserlerdir.
+ Fütüvvet-nameler: Fütüvvet (yiğitlik, cömertlik, ahlak) ehlinin hayatına ilişkin
bilgileri ve meslek ahlakını ihtiva eden eserlerdir.
Maznum ürünler
+Mutasavvıf şairler, öğretilerini aktarırken şiirin duyguları
coşturan gücünden faydalanmış; dinî ve ahlaki kabullerini,
tarikatların adap ve erkânını şiirlerle aktarmışlardır. Bu manzum
ürünler, dil ve üslup bakımından genellikle sade, eğitici ve
öğreticidir. Şairler, az sözle ilahi düzeni ve tasavvuf anlayışının
temel ilkelerini aktarmayı amaçlamışlardır.
+Çifte Beslenme: Metinler, İslam öncesi millî edebiyat geleneği
(Halk şiiri) ile İslam kültür çevresinin (Arap-Fars edebiyatları ve
Divan şiiri) çeşitli ögeleriyle beslenmiştir. Bu nedenle şairler hem
Divan şiirinin hem de geleneksel Halk şiirinin şekil özelliklerine göre
eser vermişlerdir.
+İç ve Dış Çatışması: Tekke şairinin zihnini şekillendiren temel
kaynak İslam tasavvufudur. Bu anlayışa göre önemli olan "dış"
(söz, şekil, nazım biçimi) değil, insanın gönlünde tecelli eden
Tanrı'ya yönelmek olan **"iç"**tir. Dışa dönük, sembolik formlar
sadece içteki duyguyu ve "hakikati" aktarmada kullanılan yardımcı
vasıtalardır. Bu vasıtalar, hitap edilen çevrenin zevkine ve anlayışına
uygun olmalıdır.
+Biçim: Mutasavvıf şairler, Divan ve Halk şiirinde kullanılan nazım
şekillerini, vezin ve kafiye gibi unsurları kullanarak anlatmak
istediklerini sade ve samimi bir ifadeyle ortaya koyarlar.
Nazım Şekilleri
+Tekke-tasavvuf edebiyatı temsilcileri, tek bir nazım şekliyle sınırlı
kalmamış, hem Divan edebiyatı hem de Halk edebiyatı nazım
şekillerini bir arada kullanmıştır.
+1. Halk Şiiri Nazım Şekilleri:
+Mâni
+Koşma
+Destan: Halk şiirinin en uzun nazım şeklidir. Dörtlüklerden oluşur
ve kolay hatırlanması için zincirleme yazılır. Tekke şiirinde özellikle
"devir nazariyesi" ve insanın hayat evrelerini anlatan
**"âşnâmeler"**de kullanılmıştır.
Divan Şiiri Nazım Şekilleri:
+Gazel: Tekke şairlerinin en çok kullandığı Divan şiiri nazım şeklidir.
+ Kaside
+ Kıt'a
+ Musammat
+ Murabba
+ Terkib-i Bend
+ Terci-i Bend
+ Rubai
+ Tuyuğ
+ Mesnevi
Nazım Türleri
+Tekke-Tasavvuf Edebiyatı'nda, ezgi ağırlıklı türlerin yanı sıra
konu ağırlıklı ve tarikatların özel tercihlerine göre adlandırılan
pek çok manzum tür kullanılmıştır. "İlahi" gibi ezgi ağırlıklı
türler, bu gelenekte müzik aleti olmasa dahi hiçbir zaman
ezgisiz okunmamıştır.
+Bu edebiyatta, Allah'ın varlığını, peygamberlerin hayatını, dinî
inançları ve tasavvufi konuları işleyen başlıca nazım türleri
şunlardır:
+Tevhid: Allah'ın varlığını ve birliğini (vahdaniyetini) anlatan şiirlerdir.
+ İlahi: Tekke edebiyatının en yaygın türü olup, Allah aşkını, sevgisini ve yüceliğini dile getiren ezgili şiirlerdir.
+ Münacat: Allah'a yakarış ve dua etme amacıyla yazılan şiirlerdir.
+ Naat: Hz. Muhammed'i övmek, ona duyulan sevgiyi dile getirmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
+ Hikmet: Özellikle Ahmed Yesevi geleneğinde görülen, tasavvufi, ahlaki ve didaktik (öğretici) konuları işleyen
manzumelerdir.
+ Devriye: Varlığın Allah'tan gelip tekrar O'na dönmesi (devir kuramı) fikrini işleyen şiirlerdir.
+ Şathiye: İnançlardan alaycı ve nükteli bir dille söz ediyor gibi görünen, ancak derin tasavvufi anlamlar taşıyan
şiirlerdir.
+ Nutuk: Tarikata yeni giren dervişlere tarikat adabını, kurallarını ve mertebelerini öğretmek için şeyhler tarafından
söylenen şiirlerdir.
+ Mevlid: Hz. Muhammed'in doğumu, hayatı ve mucizelerini anlatan uzun manzumelerdir.
+ Miraciye: Hz. Muhammed'in Miraç olayını anlatan manzumelerdir.
+ Hilye: Hz. Muhammed'in fiziksel ve ahlaki güzelliklerini anlatan şiirlerdir.
+ Gevhername, Dolapname, Esma-i Nebi, Sîretü'n-Nebî, Mu’cizât-ı Nebî, Hicretname, Kırk Hadis, Methiye,
Mersiye, Maktel-i Hüseyin, Menakıbname, Velayetname, Vücûdname, Nasihatname, İbretname, Faziletname,
Fütüvvetname, Gazavatname, Mansurname, Minbername, İstihracname, Tâcname, Nevruziye, Tahassurname,
Fetvaname, Tarikatname, Vasiyetname, Kıyafetname, Mahşername, Şefaatname ve Peltek-name gibi çok
sayıda konu ve türe özgü eserler bu nazım türleri arasında yer alır.