Gazeteci – yazar Sadık Albayrak, son kitabı “Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar” ile yakın tarihin bilinmeyenlerine ışık tutuyor YİĞİT DÜŞTÜĞÜ YERDEN KALKAR Sadık Albayrak ilk meclisin kurulduğu 1920’den itibaren ülkeyi saran Sosyalist Enternasyonalizm akımına karşı İslam Enternasyonalizm tezini savunanların 1921 yılında Sivas’ta gerçekleştirdiği İslam Kongresinin ayrıntılarını yeni kitabı Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar kitabında anlatıyor. İslam Kongresine dair neredeyse hiç duyulmamış, yazılmamış belgelerin toplandığı Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar kitabı yeni Türkiye’yi anlamak isteyenler için önemli bir perspektif sunuyor. Sadık Albayrak, yeni kitabından pasajlar seçip Yeni Aktüel için yorumladı. Taha Dağlı MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN LİBYA’DA ŞEYHLERİ İKNASI “İlk meclisin kurulduğu yıllarda herkes bir buhran içerisinde, herkes bir arayış içerisinde. Çeşitli akımlar var, sosyalist enternasyonalizm gibi, Katoliklerin çalışmaları var, misyonerlik faaliyetleri var... Arap coğrafyasında ise Türklere karşı çatlak sesler, ayaklanmalar var. İşte bu ortamda Mustafa Kemal, kendisinden önceki İttihat Terakkiciler gibi Libya’ya, Bingazi’ye gidiyor. Ama kendinden öncekilerden çok daha emin bir şekilde karşı tarafı ikna eder halde gidiyor. Orada ayaklanan şeyhlere hilafete dokunulmayacağına dair garanti veriyor. Şeyh, koynundan bir Kuran çıkararak, “Halife Efendimize ilişilmeyeceğine dair bu kitap üstüne yemin eder misiniz” diye soruyor. Mustafa Kemal, Kuran’ı alıp öperek, “bu kitabı kutsal sayarım” diyor. “Onun ve kendi şerefim üstüne yemin ederim ki, bu kitabın içinde yazılı olan ilkeler gereğince Halife denilen adama ilişmeyeceğim”. Bunun üzerine Şeyh Mansur yapılan anlaşma sonucunda hükümet ve ordunun otoritesini tekrar tanıyor. Mustafa Kemal ise görevinin sonucundan memnun olarak Selanik’e dönüyor. İSLAM KONGRESİNE KARŞI İNGİLİZLERİN OYUNU Milli hakimiyet isteyenler, Batılı Engizisyon’dan kurtulmak için İslam Şurası’nı Anadolu’da toplamaya çalışırken, böyle bir oluşum karşısında harekete geçen batı, İngilizlerin önderliğinde İslam Birliğinin kurulmasına engel olmak amacıyla düğmeye basmıştır. İngilizlerin hesabı açıktır, Anadolu’da İslam Kongresi yapılıyorsa, Mekke’de de İngiliz Kongresi düzenlenecektir. İngilizler bu oluşum için kendilerine hizmet eden Mekke Şerifi Hüseyin’i görevlendirmiştir. Bu durumu Eşref Edip şöyle yorumlamıştı “Bugün gayet acayip bir mesele karşısında bulunuyoruz. İngiltere, İslam kisvesine bürünerek İslam alemine karşı müthiş bir tuzak hazırlıyor. İngiltere Mısır’ı denedikten sonra islama karşı hiyaneti sabit olan Mekke şerifi Hüseyin’e müracaat etti, Anadolu’da doğan güneşi karanlık bulutlarla kuşatmak, mahkum müslüman milletlerinin bir araya gelip dertleşmelerine, Müslümanlığın kurtuluş ve istiklaline çareler aramalarına meydan vermemek için Mekke’de bir İslam kongresinin toplanmasını teklif etti. Bu hizmet karşılığında Emir Hüseyin’e şu kadar milyon İngiliz lirasının havalesini de tevdi eyledi. Parasızlıktan bunalan Hüseyin derhal İngilizlerin emrine uydu ve mahkum Müslüman milletlerin boynundaki esaret zincirlerini takviye etmek üzere Mekke’de toplanmak için etrafa davet mektupları gönderdi”. CEMAATİ İSLAMİYE TEŞKİLATI İstanbul’un işgal altında olduğu yıllarda, Anadolu’da vaaz ve hutbelerle kurtuluşa giden yolda halka yeni bir dinamizm verilirken, arta kalan ve sansürlü matbuatla yaşamaya alışan ilmiye ve kalemiye sınıfı da yeni toplum ve sivil kurumlara ilgi duyarak değişimin ilk umutlarını saçıyordu. 1921 yılında İkdam gazetesinde çıkan “Teşekkür ve takdire şayan bir girişim” başlıklı bir haber, İslam Toplumu, Halka Hayata Hazırlama Cemiyetinin kuruluşunu yazıyordu. Cemiyet Şeyhülislam Haydarizade İbrahim Efendi’nin başkanlığında olmak üzere memleketin aydın kişileri tarafından, cemiyetler kanununa uygun olarak ve Dışişleri’ne tevdi olunan beyanname üzerine hükümetin verdiği izinle kurulmuştu. Cemaat teşkilatının esası, dinin muhafazası ve yükselmesi gayesiyle olacaktı. Bu cihetle bir mahalledeki İslami cemaatinin asıl vazifesi o mahalledeki cami ve mescidlerin maddi bakımdan imarına ve imarının devamına ve oralardaki hizmetlilerin en iyi bir şekilde seçilmesine ve hakkıyla hizmet ifa edebilmelerinin sağlanmasını amaçlıyordu. GENÇ HRİSTİYANLAR CEMİYETİ Kitapta en çok ilgi çeken bölümlerden biri de o dönemde İstanbul’da kurulan Genç Hristiyanlar Cemiyeti. Sadık Albayrak, bu misyonerlik faaliyetiyle ilgili Sebilürreşad Dergisinde yayınlanan bir makaleye yer veriyor. İşte Mecdüttin el-Hadi imzasıyla yayınlanan ve ‘Müslümanların ibrat nazarlarına’ yan başlığını taşıyan beyanname: “İstanbul’da, Divanyolu’nda İslam Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’nin karşısında “Genç Hristiyanlar Cemiyeti/ Y. M. C. A.” adı ile bir cemiyet kurulduğunu ilk defa Mehmet Ali Aynî Bey tarafından “İkdam” Gazetesi’nde yazılan bir makaleden anlamıştım. Mehmet Ali Aynî Bey bu makalesiyle mahut cemiyetin tehlikesini kapalı bir surette anlatıyordu. Cemiyete girenlerin ekseriya İslam ve Türk gençleri olduğunu öğrenmemiş olsaydım belki o kadar alakadar olmayacaktım. Halbuki daha sonra arz edeceğim istatistiklerden de anlaşılacağı üzere “Genç Hristiyanlar Cemiyeti” ne kayd olan azanın % 46’sı İslam ve Türk gençleri idi. Bunun içindir ki bu cemiyet hakkında esaslı bir incelemede bulunmayı dinî bir vazife bilerek doğruca cemiyetin Divanyolu’ndaki merkezine gittim. İdare memurunun delaletiyle reisin yanına çıktım. Cemiyete kayd olacağımı, fakat önce bazı sorular sormama müsaade etmesini söyledim. “Reis sorularıma şu şekilde cevap veriyordu: “1) Genç Hristiyanlar Cemiyeti, beyne’l-milel/Uluslararası bir cemiyettir. Azası, karşılıklı ıslahat ve manevî ilerleme uğrunda müttefiktirler. Gerçi bu cemiyetin idaresi Hristiyanların nezareti altında bulunuyor ise de, her millet ve mezhebe mensup bir delikanlı oraya aza olabilir. 2) Cemiyetin maksadı bedenen, fikren, ve manen kuvvetli gençler yetiştirmeye ve onları gerek kendilerine ve gerek diğerlerine yardım etmeye teşvik etmekten ibarettir. 3) Şu anda hemen bütün Avrupa, şimalî ve cenubî Amerika, Hindistan, Çin, Japonya, Kore, Avustralya, Yeni Zelanda, Filistin, Mısır, ve Afrika’da pek (çok) büyük şubeleri vardır. 4) Cemiyet bugün 27 muhtelif memlekette 9065 şubesi, 1.330.532 üyesi, 120.540.049 Dolar varidatı vardır. Azalar üç kısımdır: A’za-yi hamiye, a’za-yi fe’ale, talebe a’za. Hamiye üyeden senede 10, faal üyeden 5, talebe üyeden de 2 lira alınır. Ders için vereceği para tabii başkadır. 5) Gerçekte bu şube açılırken, bu isimde epeyce münakaşa oldu. Leh ve aleyhte sözler söylendi. Fakat maksat sizin hatırınıza geldiği gibi değildir. ”Genç İnsanlar” yahut “Gençler” Cemiyeti demekte de bir mahzur yoktur. Lakin bunun ilk kurucusu Hristiyan olduğu cihetle ona hürmeten bu isim muhafaza olunmuştur. 6) Cemiyetin “ müselles” işaretini alamet-i farika olarak kabul etmesindeki maksat şudur: Bir insan üç ayak üstünde durabilir: İlim, ahlak, sihhat. Bunun biri noksan olursa, asla o adam sağlam bir adam sayılamaz. Ve hayatta daima noksandır. 7) Şimdiye kadar muhtelif milletlere mensup hayli aza yazılmıştır. Bunların % 46’sı Türklerdir.” YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU: “TARİKAT YERİNE RUS DANS OKULU” Sadık Albayrak’ın kitapta dönemin iki farklı görüşünü savunan yazarlarını konuşturduğu bölüm de çok ilgi çekici... Önce Yakup Kadri’den bir alıntı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kadıköy’de Apollo tiyatrosunda Dans-Raks okulu tarafından gerçekleştirilen bir müsamerenin ardından şöyle bir yazı kaleme almıştır: “Bizim tekkelerimizdeki ayinlerden de asıl maksat bu değil mi? Mevlevi ne için dönüyor? Rufai ateş etrafında neden zikrediyor? Bektaşi neden cemin sofrası önünde semaa kalkıyor”. Bu yazıya cevap Mehmet Ali Ayni’den gelir: ”gelelim Yakup Kadri Bey Efendi’nin geçenlerde Kadıköy’de temaşa ettiği oyunlar hakkındaki mülahazalarına. Ey Bey Efendi, farz ediniz ki Ayasofya Camindesiniz. Tepenizde 50 metre yüksekliğinde muazzam ve muhteşem bir kubbe var. Etrafınızı sanatın şaheserlerinden sayılan heybetli ve gönül çekici sütunlar sarmış, başınızın üzerinde binlerce kandil yanıyor, sağınızda solunuzda, önünüzde ve arkanızda sizin gibi pak ve temiz binlerce insan dizilmiş, hepiniz birden kıbleye yönelmiş olarak huşu içinde bekliyorsunuz. Derken ta önde bir adam sizi kumanda ile toptan ayağa kaldırıyor, biraz sonra ikinci bir kumanda ile eğilip, o mağrur alnınızı kulluk ve mahviyet toprağına sürüyorsunuz. Acaba kamil ve mutlak eşitliğe tabi muazzam bir cemaatin muayyen mekan ve zamanlarda böyle peşi sıra ve düzenli olarak hareketlerindeki kuvvet ve azametin ruh ve manasını o Moskof Efendi’nin size gösterdiği hareketlerle mukayese edebilir misiniz?” “İSLAM DÜNYASININ LİDERİ ANADOLU’DUR” 1920’de kurulan ilk meclisin milletvekillerinden olan Sivas Mebusu Mustafa Taki Efendi’nin meşhur bir hutbesi var. İslam Dünyasının lideri Anadolu’dur, Taki Efendi buna vurgu yapmıştır ve hutbesi sosyalist enternasyonalizme karşı İslam enternasyonal manifestosu heyecanı uyandırmıştır. Zira Türk topraklarında Katoliklerle beraber Bolşevik tehlikesi de kol gezmektedir. Mustafa Taki Efendi hitabesinde, “Ey Müslümanlar, şimdiki tehlikeyi birkaç asırdır münkariz olan İslam hükümetlerinin yıkılışına kıyas etmeyiniz. Allah korusun bu tehlike bütün İslam aleminin inkıraz tehlikesidir ki zaten emperyalistlerin tek gayesi de budur. Yalnız bizim yetiştiğimiz şu 40-50 senelik bir zamanda 30-40 kadar hükümet ve İslam kavmi söndü gitti. Son müstakil İslam hükümeti olan koca Osmanlı şehinşahlığı parçalandı. Arnavutlar, Boşnaklar, Araplar Türklerden tefrik edildi. O tefrikle de kalmadı, vaad olunan müstakil bağımsız Arap Hükümetinin parlak bir hayalden ibaret olduğu ortaya çıktı. Irak, Suriye’den, Suriye Tihame’den ayrıldı. Bütün Müslümanlar Kabe’lerinden Ravza-i Mutahharelerinden ayrı bırakıldı.Bu parçalar da yine kendi içlerinde müstakil bırakılmadı. Birer ecnebi müstemlekesi haline konuldu. Şimdi o ayrılma ve istiklal sevdasında bulunan çaresiz Arap kardeşlerimiz Osmanlı hakimiyetini, o İslam camiasını ışık yakıp arıyorlar. Fakat heyhat…” BUHARA MÜSLÜMANLARININ MECLİS ZİYARETİ: “MUSTAFA KEMAL’E KILIÇ VE KURAN-I KERİM HEDİYESİ” Aynı dönemde meclis kurulduktan sonra Buhara’dan da bir temsilci Ankara’ya gelerek meclisi ziyaret etti. Bugünkü Özbekistan olan Doğu Türkistanlı Müslümanlar, Türk meclisine bağlılıklarını bildirdiler, kendilerinin hem Müslüman hem de aslen Türk olduklarının altını çizdiler. O dönem sayıları 5 milyon olan Buharalıların temsilcisi, “Buharalılar Şarklı oldukları gibi Türk neslindendir, Buhara İslam memleketi olduğu için öteden beri İslamiyet’in muhafızı olan Türklerle manevi rabıtaları kavidir” açıklamasını yapmıştır. Heyet ayrıca meclise hediye olarak Kuranı Kerim ve kılıç getirmiştir. MUSTAFA KEMAL’İN TEŞEKKÜRÜ: Buharalıların meclis ziyareti üzerine Mustafa Kemal Paşa bir teşekkür konuşması yapmış ve “ Buhara ahalisinin Türkiye’deki Türk ve Müslüman kardeşlerine hediye olarak gönderdiği Kuranı Kerim ile Türkiye Halk Ordusuna takdir ve tebrik nişanesi olarak sundukları Kılıç, Hak din ve Hakka hadim kuvveti temsil eden fevkalade muazzam ve kıymetli iki yadigardır. Bu emanetleri elinizden alırken kalbim heyecan ile doldu” demiştir. Buharalılar bu ziyaretin ardından umutlanmış, kendilerinin Müslüman Mücahitlerin karargahında toplandıklarını söylemişlerdir. ATATÜRK’ÜN TARİHİ BEYANNAMESİ: Yıllar süren savaş dönemi ve Yunanlıların yakıp yıktığı yerler derken, Anadolu İslam dünyasından gelen yardımlarla ayakta duruyordu. Hem maddi hem nakdi yardımlarla TBMM desteleniyordu. İşte bu yardımlara Mustafa Kemal Paşa, 28 Eylül 1923 tarihinde Hakimiyeti Milliye’de yayınlanan beyanname ile teşekkür ediyordu: İşte beyannamenin içeriği: “Türk Milleti, Allahın inayetine güvenerek hayatını kurtarmaya, yaşamak hakkına malik olduğunu dünyaya göstermeye azm ettiği gün biliyorsunuz ki bütün vasıtalardan mahrum, yalnız istiklal iman ve aşk kuvvetine malikti. Türkler bu sayede elde ettikleri zaferle mücahedelerini taçlandırırken İslam Alemi’nin pek ulvî bir alaka ile mütehassis olduklarını şükranla görmüş ve bunu daima minnetle yad etmekte bulunmuştur. İşte bu alakaya istinaden şimdi de bütün din kardeşlerimizden yine kendi kardeşleri için şefkat ve merhamet rica ve tavassutunda bulunacağım.” “Türk Milleti zafere kavuştu, fakat bugün muazzam bir iş karşısındadır: Yunan idaresi altındaki mazlum dindaşlarımızın mübadelesi ve Türk toprağına iskânları… Bu kardaşlerimiz bugün Yunan zulmü altında inliyor. Bütün gün muhtelif mahallerden gelen feryadnameler her müslümanın kalbını rikkate getirecek, her müslümanı ağlatacak derecede acıklıdır. Bunların bir an evvel kurtarılmaları artık her şeyden evvel dinî bir vecibe olmuştur. Siz (in) gibi bir yuva sahibi olan ve yekünü 600. 000’i geçen bu kardeşlerimizi Türk toprağına kavuşturmak, sefaletlerine hatime vermek pek büyük bir iştir.” “Kardeşler! Türk Milleti ne kadar vasıtalara malik olursa olsun, bu vasıtalar yine yeterli değildir. Harp esnasında Yunanlıların ayak bastıkları Anadolu ma’mureleri bugün birer virane olmuştur. Yunan hırs ve cinayetlerine kurban kardeşlerin toprakları da harabeye dönmüştür.” (*) “İşte kardeşler, bu yerleri imar etmeye, düçar oldukları mahrumiyet ve sefaletten bir dakika evvel halâs edilmeleri lazım gelen Yunan idaresindeki Müslümanları buralarda iskana, 600. 000 kişiye ekmek vermeye, me’va bulmaya çalışan Türkler, kardeşlerinin sefaletten telef olmamaları için, İslam Alemi’nin mürüvvetine müracaat ediyor.” “Dindaşlık kutsal rabıtasının feyyaz tecelliyatına ümitvarım.” “Bu zavallı kardeşlerimiz için müşterek hayır ve şefkat müessesesi olan Hilal-i Ahmer’in vaki olacak teşebbüslerine bütün İslam Alemi’nin seve seve kemal-i memnuniyetle zahir olacağında şüphe yoktur. Hilal-i Ahmer bu dinî vazifesinde muvaffak olması için İslam Alemi’nin lütuf ve muavenetine arz-ı ihtiyaç ediyor.” “Yapacağınız en ufak bir yardımın birkaç Müslüman ailesinin hayatını kurtaracağını düşününüz. Doğrudan doğruya aynen ve nakden gönderilecek yardımlar şükranla kabul edilecektir. Bugün ezici bir cereyan içinde bulunan ve yarın iskan ve iaşe edilmek için bin müşkilatla pençeleşecek olan Rumeli Müslümanları’nın yegane istinatgahları imanları ve yegane ümitleri din kardeşlerinin ulviyet ve necabetidir.” “Cenab-ı Kibriya cümlemizin yardımcısı olsun!” (TBMM Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa) ****KUTU******* “BAHÇEDE YENİ ÇİÇEKLERLE MEYVELER YETİŞTİRECEK BAHÇIVAN İÇİN 70-80 YIL BEKLEMEK GEREKİYORMUŞ” “İşte İslamiyet’in 20. Yüzyılın başından itibaren Türklerle başlayan acıklı serüveni, 1920’li ve 30’lu yıllarda noktalanan talihsizliği sonucu bir türlü bahçesinde yeni çiçeklerin açması ve meyvelerin yetişmesi için bahçıvanlarını yetiştirememişti. Bunun için 70-80 yıl beklemek gerekiyordu. Çünkü o yıllarda sürüp giden birlik, sivil kurum ve sosyal dayanışma arayışları alanında en büyük darbeyi Müslümanlar yemiş; tam tersi dinleri “kişisel İslam”dan çok “toplumsal İslam”ın evrensel ilkelerini ilan ve tebliğ etmesine rağmen. Cenneti kendi için isteyen Müslüman, cennette yalnız yaşamaya mahkumdur. Halbuki cennet tüm Müslümanlara vaad edilmiş bir huzur ve kardeşlik alemidir. Orada yeryüzünde toplumsal İslam’ın mücadelesini verenlere yer vardır. Bugün de İslam birliği yolunda aynı şeylerin tartışılır olması ve bu yolda bunca çabaya rağmen yapılan çalışmaların bir sonuç vermemesi bunun bir kanıtıdır”. ****KUTU******* YİĞİT DÜŞTÜĞÜ YERDEN KALKAR’IN ÖYKÜSÜ Kütüphanemde tam olarak inceleyip tahlil edemediğim eserler varmış meğer... Öyle ki bundan birkaç yıl öncesinde kütüphanemdeki eserleri karıştırırken “Yeni Alem-i İslam” adlı eserin çok ilginç bir konuya parmak bastığına şahit oldum. Eser, 1921’de New York’ta basılmış ve bir yıl sonra “Türkçe”ye çevrilmişti. Onun 273’üncü sayfasında, Sivas’ta bir “İslam Şurası”nın daha doğrusu “İslam Birliği”nin toplanma çalışmalarına “İslam Enternasyonalizmi” için Anadolu’da çalışmaların başladığına dikkat çekiliyordu. Bu ifade ve değerlendirme benim de ilgimi çekmişti. Aynı şekilde, “Hakimiyet-i Milliye”de aynı üslupla dönemin moda tabiri üzere Sosyalist Enternasyonalizm’e bir alternatif olarak “İttihad-ı İslam”a çağdaş bir tabir ve veche vermiş oluyordu: “İslam Enternasyonalizmi”