MARXİZMİN KAÇINILMAZA BAĞLILIĞI, KADERCİ DEĞİLDİR, BİLİMSELDİR, TAŞIDIĞI İYİMSERLİK DE BU BİLİMSELLİKLE BAĞLIDIR Bu gün, reel sosyalizmin yıkılmış olduğu koşullarda, insanoğlunun önündeki gerçeklik nedir, neyi göstermek gerekiyor, bu, hangi dersler ile yüklü bir gerçekliktir? Üzerinde durmak gerekiyor. Bir, Marxizmin teorik olarak ortaya koyduğu sosyalizmin, işçi sınıfının düzeni olduğu gerçekliği, artık pratik olarak sınanmıştır ve sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğu şüphe götürmez ve çürütülemez bir açıklıkta ortadadır. Bunu Sovyet sosyalizmine borçluyuz. Peki, borçluyuz da, neden yıkıldı? Sorudur, ama cevapsız değildir ve yıkılması Marxizmin temellerinin sağlam olmadığını göstermiyor. Başka ifadeyle, mademki sosyalizm işçi sınıfının düzenidir, Sovyet işçi sınıfı neden düzenini koruyamadı diye de sorulabilir. Bunun da cevabı var, kapitalist restorasyona Sovyet işçi sınıfı sonuna kadar karşı çıkmıştır, ancak karşı çıkarken savundukları noktalar eksik kaldıysa, bu, bilincinin derinleşememiş olmasına bağlanabilir. Bunun nedenini de, ancak Sovyet devriminin sürekli olarak yeni alanlarda derinleşememiş olmasına bağlamak gerekiyor. Diğer yandan, Batı Avrupa'daki Cephe politikalarının ve geri ülkelerde kapitalist olmayan yolun, sosyalizmin temel politikalarının yerini alması, Barış ve Demokrasi programının sosyalizm programına kalıcı olarak yerleşmesi Sovyet işçi sınıfının daha ileri bir sosyalizme sahip çıkmasının önünü tıkamıştır. Ancak Sovyet işçi sınıfı, sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğunu gösterebilmiştir. İki, emek süreçleri belirleyicidir ve hala belirleyiciliğini koruyor. Bu gün hem topraklarımızda ve hem de gelişmiş, gelişmemiş bütün kapitalist dünyada, kapitalistlerin bütün kaygıları emek süreçlerinden kaynaklanmakta, bütün tedbirler emek süreçlerine yönelik olmaktadır. Eğer böyle olmasa idi, ne Amerikan emperyalizmi yarım milyonu bulan paralı askerlerini Arap çöllerine yığardı, ne de ülkemizde olduğu gibi, bütün reformlarını işçilerin, emekçilerin ücretlerini düşürmek ve emeklilik yaşlarını uzatmak için gerçekleştirirken, buna işçilerin ve emekçilerin itiraz etmelerini engellemek için tüm örgütlenme kanallarını tıkamaya yönelik, baskı mekanizmaları kurma çabalarını yükseltirken, ideolojik olarak hegemonyasını kurmaya çalışırdı.. Sözün kısası, bu gün bütün dünyada, belirgin olarak görünen o ki, sınıf bilincini ortadan kaldırmak için, kapitalistlerin ideolojik saldırısının göbeğine yerleşmiş olan din alanının genişletilmesi çabaları, dün burjuva devletin dayanaklarından iken, artık bir devlet durumu olarak işlemektedir. Laik devlete hücum sadece bizim topraklara has bir olgu değildir, bizde aceleleri olduğu için daha belirgin olarak öne çıkmaktadır. Oysa bu gün dinsel akımlar, özellikle de gelişmiş kapitalist ülkelerin devletinin desteği ile toplumu sarmaktadır, dün sosyalist düzende özgürlüklerin kısıtlandığı demokrasinin olmadığı, insan haklarının olmadığı yollu harekete geçen, barış ve insan hakları gibi, af örgütü gibi dinamikler, artık din alanının özgürlüklerden, insan haklarından sayılması yollu hareket halindedir ve din alanının genişlemesi için her türlü çabayı göstermektedirler. Hepsi bir arada, emperyalist kapitalizmin ideolojik saldırısını oluşturuyor. Üç, tarihin lokomotifi, hâlâ işçi sınıfıdır bu gerçeklikten kıl kadar bile sapmış olmak veya kuşkuya düşmek, vagonları emperyalist kapitalizmin peşine takmak demektir. Bu gün, ikinci sırada da aktardım, sınıf mücadelesini köreltmek, gelişmiş-gelişmemiş bütün kapitalist ülkelerdeki sermayenin politikalarının odağını oluşturmaktadır. Bu, yalnızca bu mekanizmanın, yani işçi sınıfının, tarihin lokomotifi olarak hâlâ işler halde olduğunu göstermektedir. Bunlar, Marxizmin temellerinin sağlam olduğunu ve dimdik ayakta durduğunu göstermektedir. Bilimsellik, hep kaçınılmazı bulup ortaya çıkarmayı ifade etmektedir. Marxizm de, kaçınılmazı ortaya çıkaran bir teorik yapıdır. Marxizmin kaçınılmaza bağlılığı, kaderci değildir, bilimseldir, taşıdığı iyimserlik de bu bilimsellikle bağlıdır ve Marxizmin kaçınılmazı bulurken takip ettiği bilimsellik, kapitalizmin gelişmesindeki yıkıma giden yolun, kaçınılmaz olarak yeniye açılan bir kapıyı açtığına işaret etmektedir. Kapitalizmin ideologları ve bilim adamları hep insanlığın yıkıma sürüklendiğinden dem vururken, Marxizmin kurucuları, yıkıma gidenin Kapitalizm ve kapitalistler olduğunu bulup çıkarmış ve öyleyse, insanlığın önündeki ve kapitalizmin yıkımına açılan kapının, iyimserliğimizin kaynağı olduğunu göstermiştir. Kapitalizmin ideologları kadar, sahtekâr solcular ve elbette Marxizmi, Marxist kılıkla tahrif etmeye mahkûm olan oportünistler, idealizmin kaderciliği ile Marxizmin kaçınılmazı işaret etmesini özdeşleştirmeyi pek bir cingözlük sayarlar. Buradan hareketle de, sosyalizmin eninde sonunda geleceğini ve lokomotifinin işçi sınıfı olmadığını, burjuvazinin de buna katılacağını, o nedenle de işçi sınıfının tek başına kuracağı iktidarının yadsınmasını, yerine burjuvazinin de ortak olduğu "özgürlükçü sosyalizm" modelinin konulması gerektiğini öne çıkarmaktadırlar. Dolayısıyla tarihin lokomotifi olarak işçi sınıfı "out", insan "in" olmaktadır. Yani işçi insan ile burjuva insan el ele sosyalizmi kuracak ve kardeşçe yaşayacaktır ki, ilaveten dindar işçi ve dindar burjuva eninde sonunda dünyadaki kötülüklere karşı, deccalin yeryüzünü talan etmesine karşı, elbirliği ile mücadele edecek ama etse de, mesih inmeden deccal ile baş etmesi mümkün olmayacak, dolayısıyla da işçilerle, işverenlerin kavgasına da gerek yoktur. Çünkü asıl düşman, insanlığın ve dünyanın düşmanı olan deccaldır ve mesih inmezse insanlık bir şey yapamaz. Yani dünyayı, işçiler, emekçiler, burjuvalar yani bütün insanlar, elbirliği ile yok etmektedir. İşte kapitalizmin ideolojik hegemonyasının yönü hep bu üç temel noktaya yöneliktir. İşte S.S.Önderlerin sosyalizm mücadelesinde Nurculuğu işaret etmesi, Halil Berktayların, dindar solcuyu işaret etmesi, Nabi Yağcı ile başlayan Mülakat furyası ile dinci akımların yayın organlarında solun rengine yönelik mülakatlar verilmesi, hatta mürteci olmaya aday olunduğunun mesajlarının verilmesi ve en son olarak bir komünist partinin, kuruluşunu müjdelerken, başka bir komünist partinin isim hırsızlığının dinci akımların yayın organları yanında, 12 Eylül düzeninin diktatoryal konumunu demokrasi görünümüyle sürdürmesinin en önemli kuvveti durumunda olan tekelci medyaya şikâyet ederek mülakat vermesi, sözünü ettiğim hegemonyanın, Marxizmin hâlâ dimdik ayakta duran üç temelinin çürük olduğunu göstermeye, en azından akıllardan uzaklaştırmaya yönelik olarak sürdüğünü kuşku götürmez biçimde göstermektedir. Bu, diğer yönüyle bu üç temelin sapasağlam ayakta durduğunu ve sosyalist iktidar perspektifini elden bırakmayanlar için, önemli ve belirleyici bir iyimserlik kaynağı olduğunu da kuşkuya yer vermeyecek biçimde göstermektedir. Burada keskin laflar etmek veya keskin ifadelerle veya doğru tahlillerle yüklü programlar üretmek, işin örtüleme kısmıdır ki, her halde açık açık işçi sınıfına, “haydin burjuvazi ile barışalım” demeleri beklenemez ki, onu da diyecekleri zaman gelecektir. Komünistler iyimserdir ve ancak geçmişe bakarak ve günü kurtarmak için değil, gelecek açısından iyimserdirler ve hiçbir zaman ne burjuvaziden, ne de dindar insanlardan medet beklerler, ancak ve ancak bilimin, aynı anlama gelmek üzere Marxist teorinin yol göstericiliğinden medet beklerler. Marxist teoridir ki, hiçbir güçlük karşısında morali bozmamayı içerecek kadar iyimserlik kaynağıdır, güçlükler karşısında moralli olmak ve iyimser olmak, hem yürek işidir ve hem de akıl işidir. Ancak akıl taşıyarak yüreklerindeki ateşi alevli tutanlar yeni bir düzeni kurmaya inat ederler. Bunu Marxizm düşüncesi vermektedir. Marxizm güçlüdür ve hâlâ en ileri, en bilimsel en devrimci düşünce olarak gücünü korumaktadır. Fikret Uzun 2 Mart 2012