GİRİŞ Yüce kitabımız Kur’an-ı kerim’in açıklamalarına göre, Hz. Peygamber son nebidir ve son Resuldür,1 ancak ilk peygamber değildir.2 Allahu teala ondan önce peygamberler göndermiş ve bütün peygamberler vahiy adını verdiği bir iletişim aracı ile gerekli gördüğü bilgileri iletmiştir. Hz. Peygamber’in Allah’tan vahiy yoluyla aldığı bilgilerin Kurandan ibaret olmadığı hem ilgili ayetlerden 3 hem de ona yüklenen vazifelerden ve bahşedilen vasıflardan anlaşılmaktadır. O’nu diğer insanlardan ayıran özellik vahya mahzar olmasıdır. 4Ancak bu onun yegane özelliği değildir.hem vahi alabilmek için O’nun daha bir çok üstün vasıf ve özellikler bezenmesi şanına uygun bir terbiye alması gerekmiş, bunlar da bizzat Allahu tealanın lütfu ile gerçekleşmiştir. O alemlere rahmettir.5 İnsanlar şahit müjdeleyici, uyarıcı Allah’ çağıran, davetçi ve çevresine ışık saçan kandil olarak gönderilmiştir.6 Belli bir kavme ve coğrafyaya değil, bütün insanları uyaran ve müjde veren bir peygamber olarak gönderilmiştir. 7 Yalnızca uyarmak ve müjdelemekle yetinmeyip Allah’ın iradesini yeryüzünde hakim kılmak için mücadele etme vazifesi ve kendisine itaat etme selahiyeti ile techiz edilmiştir.8 Ebedi saadete talip olanlar için en iyi örnektir.9 Yalnızca Kuranı tebliğ etmeyecek aynı zamanda onu açılayacaktır.10 Bir kimsenin hem Allah’ın razı olmadığı O’na itaatsizlik ve isyan teşkil eden fiiller işlemesi hem de insanlar örnek olarak gönderilmiş olması bir arada düşünülemeyeceği için Hz. Peygamber’in özelliklerinden biri de ‘ismet’ sıfatıdır. Bu sıfatı gereği olarak Hz. Peygamber kasten Allah’ın rızasına aykırı bir davranışta bulunmaz, unutma yanılma gibi elde olmayan sebeplerle hata ederse Allahu teala tarafından uyarılır. Hz, Peygamber’den zuhur eden hataları din kuralı dini hüküm ve örnek davranış olarak ümmete intikal etmez. 1 Ahzab 33/40, Maide 5/3 Yusuf 12/109 3 Şura 42/51, Enam 6/50, Yunus !0/15 4 Kehf 18/110 5 Enbiya 21/107 6 Ahzab 33/45-46 7 Sebe 34/28 8 Tevbe 9/33, Nisa 4/59 9 Ahzab 33/21 10 Nahl 16/44 2 Rasulullah (s.a.v.) tebliğ ettiği Kur’an’dan ayırmak mümkün değildir. Hz. Peygamber Kur’an-ı tebliğ etmenin yanında onu beyan etmiş, öğretmiş, kendisine havale edilen boşlukları doldurmuş onu yaşanan İslam olarak hayata geçirmiştir. Bu itibarla hz. Peygamber’in gerek hayatının gerekse sünnetinin özelde Müslümanlar, genelde de bütün insanlık için önemli bir yeri vardır. Din sürecini son kemal halkasını oluşturan, yıldızlar nisbetle güneşin doğuşu gibi kendisinden öncekileri hükümsüz klan Yüce Kur’an’a ulaşmanın tek yolu Resulullah’tır. 2 BİRİNCİ BÖLÜM 1. SÜNNET 1.1. SÜNNET KAVRAMI VE SÜNNETİN TARİFİ Sünnetin hukuki konumunu ifade etmeden önce kavramın içeriğine kısaca göz atmak yerinde olacaktır. Sünnet kelimesi Kur’an-ı Kerim’in sekiz suresinin 14 yerinde geçer. Bunlardan ikisi çoğul, diğer yerlerde ise tekil olarak zikredilir. 1.2. SÜNNETİN LUGAT TANIMI ‘s.n.n.’ kökünden gelen sünnet kelimesi sözlükte:tutulan yol, hal, tavır, gidişat, tavır, çığır, kanun, adet, hüküm, olaylar ve yol manalarında kullanılır.11 Kur’an’da ise ‘sünnet’ kelimeleri kullanılmıştır. 11 Hüseyin Hatemi, Hukuk Devleti Öğretisi, İstanbul 1998. 3 genelde değizmez kanunlar için 1.3. SÜNNETİN TERİM (ISTILAH) ANLAMI a. Hz Peygamber’in izlediği yol, hareket tarzları ve yaşayış halleridir.12 b. farz ve vacip dışında, Yüce Peygamberden südür eden söz, iş ve tasvip ettiği davranışlara denir. Bunlardan ibadet kastıyla olanlara ‘sünen-i hüda’ denir ki bunları yapmak dini kemale erdirir, mükemmel hale getirir. Terki ise kötü bir hal olup tenkidi icap ettirir. Adet şeklinde olanlara sünen-i zevaid enir ki, uygulaması iyi ve güzel kabul edilmiş, terki ise herhangi bir kınama gerektirmez. 13 Hanefi ulemasının büyük bir kısım, Hz. Peygamber’in dışında Ashab’ın uygulamasına da sünnet demişlerdir. Bu konuda şu hadisi şerifi delil gösterirler.’benin sünnetime ve benden sonraki raşid halifeleri sünnetine sarılın’14 Nitekim ashab bazı hükümler koymuşlar ve Müslümanlar bu hükümleri itirazsız benimsemişlerdir. Hz. Ali : ‘Peygamber şarap içene 40 değnek, Hz. Ebu Bekir 40 değneği uygulamış, Hz. Ömer ise bunu 80 değneğe çıkarmıştır’ buyurmuşlardır. Ramazanda teravih bugünkü şekliyle Hz. Ömer’in hilafetinin sonlarına doğru uygulanmaya başlanmış bir sünnettir.15 Ömer Nasuhi Bilmen de sünneti şöyle tarif etmektedir: dini islamda farz ve vacip olmadan Resul-u Ekrem efendimiz tarafından meslük ve mütehaz olan bir tarikten, bir meslekten ibarettir. Sünnet-i hüda ve sünnet-i zevaid nevilerine ayrılır.16 Günümüz araştırmacıları en geniş manada sünneti Hz. Peygamber’in kendi döneminde İslam toplumunun akide, ibadet, tebliğ, eğitim, ahlak, hukuk, siyaset, ekonomi gibi çeşitli alanlarda, kısaca bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere esas aldığı ilke ve prensipler bütününün oluşturduğu zihniyet yada dünya görüşü şeklinde tarif etmişlerdir.17 Al-i İmran 3/137, Fatır 35/43 Seyit Şerif Cürcani, Tarifat-ı seyidi, Muhammed Esad Mat. İstanbul, 1300.s.82. 14 İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Akçağ Basım, Ankara 1992.c. 2, s.330. 15 Muhammed Pezdevi, Keşfu Pezdevi, Şirket’i Sahafiyyei Osmaniye Mat, c.2, İst. 1308, s.308. 12 13 16 Nasuhi Bilmen, Dini Bilgiler, Doğuş Mat. Ankara, 1959, s. 109. 17 Hayri Kırbaşoğlu, ,İslam Düşüncesinde Sünnet, Genişletilmiş 2. bs., Ankara Okulu Yay. Ankara, 1996.s. 104. 4 1.3.1. USULCULER , HADİSCİLER VE FAKİHLERE GÖRE SÜNNET’İN TARİFİ 1.3.1.1. Usulcüler Göre sünnet usulcüler, İslam’ın ilk dönemindeki kullanımından hareketle sünnet kavramını yasama için Kur’an’dan hemen sonra gelen bir kaynak olarak ele almışlar ve onu şu şekilde tarif etmişlerdir. Sünnet: Nebi’den sadır olup gelen söz fiile ve onaylardır ki, bunlardan her biri Allah’ın dinini anlama ve uygulamada Nebi’nin yolunu gösterir.18 1.3.1.2. Hadisçilere Göre Sünnet Hadisçiler, usulcülerin tarifine bazı ilavelerde bulunmuşlar ve sünneti Nebi’ye izafe edilen söz, fiil, onay, sıfat ve siret şeklinde tarif etmişlerdir. Onlara göre sünnet bu beş hususu da içermektedir. Yine onların çoğunluğuna göre bu içeriğiyle sünnet kelimesi hadis kavramıyla eş anlamlıdır.19 1.3.1.3. Fakihler Göre Sünnet farz ve vacipler dışında Hz. Peygamber’den gelen hükümler sünneti meydana getirir. Başka bir ifadeyle Kur’an dışında Hz. Peygamber’in şer’i bir hüküm teşkil eden söz, fiil ve takrirlerine denir.20 18 Yusuf el-Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, 2. baskı, Kayseri,1993.s. 136. Kardavi, a.g.e. s. 137. 20 Kardavi, a.g.e. s. 137 19 5 İKİNCİ BÖLÜM 2.SÜNNET VAHİY İLİŞKİSİ 2.1. SÜNNETİN DE KUR’AN GİBİ VAHİY MAHSÜLU OLDUĞU GÖRÜŞÜ Genelde sünnetin vahiy oluşuna delil olarak ileri sürülen ‘o, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak bildiren vahiydir.21 ayetidir. Sünnet de alimlerin bir çoğuna göre Allah’ın Hz. Peygamber’e indirdiği bir vahiy ürünüdür. Ancak bu vahiy bir yönden Kur’an vahyinden farklıdır. Zira Kur’an vahyi muciz ve ibadetlerle okunma gibi niteliklere haizdir. Peygamberimizin Kur’an dışında vahiyler aldığı Kur’anda belirtildiği gibi bizzat Hz. Peygamber’in ifadeleriyle de sabittir. Mesala Hz. Peygamber bir münasebetle şöyle buyurmuştur. Allah bana sizin ancak gönüllü olmanızı vahyetti.22 Bu yüzden İslam alimlerinin çoğu vahyi ‘metluv’ ve ‘gayri metlüv’ olmak üzere iki başlık altında incelemişler ve sünneti Kur’an’dan sonra ikinci kaynak olarak kabul etmişlerdir.23 Ashabı kiramın uygulamaları da gerek Hz. Peygamber’in sağlığında gerekse vefatından sonra hep bu yönde olmuş, problemlerin çözümünde de önce Kur’an’a sora 21 Necm 53/2,3 Müslim, cennet, 64. Ebu Davut, Edep 48. 23 İzmiri, Muhammed Fadıl, Mir’atu’l Usul Haşiyesi, Bosnalı Hacı Muharrem efendi 22 6 Mat.s. 197. sünnete başvurmuşlardır. Nitekim Resulullah Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderdiğinde kendisine sorar: Sana bir dava getirildiğinde nasıl hükmedeceksin? ‘Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim’ der. Meseleyi Kur’an’da bulamazsan ? Resulullah’ın n sünneti ile hükmedeceğim der. Resulullah Hem kuran Hem de sünnette bulamazsan? Dediğinde kendi reyimle ictihad edeceğim hüküm vermekten geri durmayacağım demiştir. Muaz b.Cebel der ki: İşte o zaman Resulullah Memnun kaldı ve göğsüme eliyle vurup ‘Allah’ın elçisinin elçisini, Allah’ın elçisini memnun edecek şekilde muvaffak kılan Allah’a hamdolsun’ buyurdu.24 Bu olay ashabın kitaptan sonra ikinci temel kaynak ettiklerini bize göstermektedir. Çeşitli vesilelerle Ashab, Resulullah’ın davranışının vahye dayalı olduğunu ifade ediyorlardı. Mesela Hz. Ayşe bir arada yaşamamış olmalarına rağmen en çok Hz. Hatice’yi kıskandığını ifadeden sonra Peygamber’e onun hakkında vahy olunduğuna ve onu cennette bir konak verileceği müjdesinde bulunulduğunu söyler.25 Ebu Davut ve Beyhaki şöyle bir rivayete yer vermişlerdir. ‘ Cibril Resulullah’a aynı Kur’an’ı indirdiği gibi sünneti indirir ve Ona Kur’an’ı öğrettiği gibi öğretirdi. Sünnet hangi yaklaşım esas alınırsa alınsın Allah insanlara Resulullah’a itaat etmelerini farz kılmış ve sünnetin gereği ile onları ilzam etmiştir. Sünnet, kur’an’ın açıklamasıdır. Bu açıklama ise ya Allah’dan gelen risalet yoluyla ya ilham ya da kendisine tevdi eylediği bir emir ile gerçekleşir.26 Vahiy-sünnet müşterekliğini özellikle Hz. Peygamber’in koyduğu dini hükümler noktasında ele almamız, Kur’an’da 20 yerde geçen ‘hikmet’ kelimesini ayrıca kitap ile verildiği söylenen ‘nur’ kelimesini ve bu kelimelere yüklenen manaları İslam alimlerinin de görüşlerini ortaya koymak suretiyle dile getirmenin gerekliliğini ortaya koymuştur. İbrahim Canan,Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Akçağ Basım, Ankara1992. Buhari, Nikah, 108, (VI, 158) 26 Celaluddin Ebu’l Fadl b. Ebi bekr Suyuti, Miftahu’l-Cenne fi’l-ihticac Bi’s-Sünne, Beyrut 24 25 s.337. 7 1987. Kur’an-ı Kerim’in açıklamalarına göre Hz. Muhammed son nebidir.ve resuldür. Hz. Peygamber’in aldığı bilgilerin sadece Kur’an’dan almadığı ilgili ayetlerden hem de, ona yüklenen vazifeler ve bahşedilen vasıflardan anlaşılmaktadır. O’nu diğer insanlardan ayıran en önemli özelliği vahye mahzar olmasıdır.27 Hz. Peygamber’in vasıflarını göz önüne alarak sünnetin vahiy ile ilişkisini belirlemek gerekirse, sünnetin vahiy kaynaklı olduğu yahut da vahiy yoluyla kontrol edildiği ve ve gerektiğinde düzeltildiği rahatlıkla söylenebilir. 2.2. HZ. PEYGAMBERE KUR’AN DIŞINDA DA VAHİY GELDİĞİNE İŞARET EDEN AYETLER Kuran’a baktığımız zaman Hz. Peygamber’e Kur’an dışında da vahiy geldiğine işaret den pek çok ayet görmekteyiz. Şimdi bunları kısaca zikredelim. a. Kur’an’da. Allâh bir insanla (karşılıklı) konuşmaz. Ancak vahiyle (kulunun kalbine dilediği düşünceyi doğurarak), yahut perde arkasından konuşur; yahut izniyle dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir. O, yücedir, hüküm ve hikmet sâhibidir.28 buyurulur. Kur’an’ın bu yollarda 3. yolla Cibril ile geldiği açıkça belirtilmiş olduğuna göre 29 acaba peygamber birinci ve ikinci yolla da yani kuranın dışında hiçbir vahiy de almamış mıdır? Konu ile ilgili pek çok ayet ve hadisleri göz önüne aldığımız zaman bu soruya menfi cevap vermek mümkün değildir.30 Bundan başka Hz. Peygamber’e Kur’an’ın dışında da vahiy geldiğine delalet eden hususlardan biri de Kur’an’da Hz. Peygamber’e ve bazı diğer peygamberlere kendilerine verilen kitapların yanında bir de hikmet verildiğinin haber verilmiş olmasıdır. Nitekim Yüce Allah Hz. Peygamber hakkında şöyle buyurmaktadır. b.Allâh'ın sana lütfu ve acıması olmasaydı, onlardan bir grup, seni saptırmağa yeltenmişti. Onlar sadece kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allâh, Süleyman b. El-Eşas, es-Sicistani es-Ezdi Ebu Davut, es-Sünen, Mısır, 1950.s.96-97. Şura 42/51 29 Bakara 2/98, Necm 53/5 30 Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi, inkılap Yay. C. II., s. 545. 27 28 8 sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. Allâh'ın sana lütfu, cidden büyüktür.31 Bu ayetlerde gecen hikmetten maksat İslam alimlerinin bir çoğuna göre sünnettir. İma-ı Şafi bu konuda şöyle demektedir. Burada Allah kitabı zikretmiştir ki O da Kur’an’dır. Hikmeti de zikretmiştir hikmetten maksat da sünnettir. Kur’an ilmine vakıf olanlardan beğendiğim birinden ‘Hikmet Hz Peygamber’i sünnetidir’ dediğini işittim. Allah insanlara kitap ve hikmetin öğretilmesini onlara kendi lütfu olduğunu zikretmiştir. Buna göre de hikmetten maksat da Hz. Peygamber’in sünnetidir.32 c.‘Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzurunda durun. Eğer bir tehlikeden korkarsanız, yahut bilmiş olarak kılın. Güvene kavuştuğunuz ise bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah’ı anın.’33 Buradaki ‘Size öğrettiği şekilde’ ifadesi dikkat çekicidir. Bilindiği gibi namaz, Kur’an’da tafsilatlı şekilde öğretilmemiştir. O halde Hz. Peygamber’in bu konuda Yüce Allah’tan Cebrail vasıtasıyla bir takım emirleri almış olduğu muhakkaktır. Bun görüşü, Cebrail’in Hz. Peygamber’e gelip beş vakit namazı bizzat tatbikatlı bir şekilde öğrettiği rivayetleri 34 teyit etmektedir. Kısaca, ayette geçen ’Allah’ın size öğrettiği şekilde’ ifadesi Hz.Peygamber’e Kur’an dışında da vahiy geldiğine işaret etmektedir. Çünkü Cibril’in öğretmesi demek netice itibariyle Allah’ın öğretmesi demektir. d.‘O hevadan konuşmaz, O kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir.’35 Alimlerden bazıları ayetin siyak ve sibakını göz önüne alarak buradaki vahyin sadece Kur’an’ı içine aldığını,36 bazılarını da Kur’an’la birlikte Resulullah’ın ictihadı dışındaki sünnetlerini de kapsadığını belirtmektedirler.37 e.‘Senin üzerinde bulunduğun yönü (Kabe’yi), Resul’e tabi olanlarla iki topuğu üzerinde gerisin geri dönenleri bilesin diye kıble yaptık.’38 Bu ayet ilk kıblenin vahiy ile 31 Nisa 4/113 Muhammed b. İdris eş-Şafi, er’Risale, (thk. Ahmet M. Şakir), Kahire 1979., s.45. 33 Bakara 2/238-239. 34 Muhammed b. İsa et-Tirmizi, Sahibu’t-Tirmizi, İst. 1981, salat 149, Ebu Davud, Sünen salat 2, 393. 35 Necm 53/5. 36 İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’k Beyan, Neşr. Halil Eser, İstanbul, 1939, c.9. s.213. 37 Abdullah ibn Ahmed ibn Muhammed ibn İbrahim el-Bağdadi, el-Ma’ruf bi’l-Hazin Lubabu’t-Te’vil fi Menari’t-Tenzil, İstikamet mat., Kahire 1955, 1.bsk., c.4. 38 Bakara 2/243 32 9 bildirildiğini, ikinci kıblesini Resul’e gerçekten tabi olanlarla sırt çevirenlerin ortaya çıkması için Allah tarafından belirlendiğini sarahatle beyan eder. Bu ayet, Resul’e Kur’an dışında bir vahyin ulaştığını ortaya koymaktadır. İlk kıblenin tayin edilişi Kur’an’da zikredilmemiştir. Oysa biz ilk kıblenin Allah tarafından belirlendiğini bu ayetten anlamaktayız. Şüphesiz ilk kıblenin tayini Resul’e ulaşan bir vahiyle olmuştur. Mü’minler 14 yıl boyunca bu kıbleye doğru namazlarını ikame ettiler ve sonra kıblenin ikinci kez Allah tarafından belirlendiğini öğrendiler. Bu belirleme Kur’an vasıtasıyla yapıldı ki kimin Hz. Peygamber’e gerçekten itaatkar kimin isyankar olduğu anlaşılsın.39 2.3. HZ. PEYGAMBER’E KİTABIN YANINDA HİKMETİN VERİLDİĞİNİ İFADE EDEN AYETLERVE HİKMET-SÜNNET BÜTÜNLÜĞÜ a.‘Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız. Elçi de size şahit olsun. Biz, Elçi'ye uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğin Kabe'yi kıble yaptık. Bu, Allâh'ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allâh sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allâh, insanlara şefkatli, merhametlidir.40 b.Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Elçi gönderdik. 41 c.Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Elçi gönderdik.42 d.Andolsun ki, Allâh, mü'minlere büyük lütufta bulundu: Zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara, kendi içlerinden, kendilerine Allâh'ın âyetlerini okuyan, kendilerini yücelten ve kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi. 43 bütün bu ayetler göstermektedir ki Resulullah’a kitabın yanı sıra hikmet de verilmiştir. Diğer bir ifadeyle Kur’an öğretisine , uygulamaya yönelik, bir şekil vermek 39 Afzalurrahman, a.g. e.C. II. S. 543. Bakara 2/143 41 Bakara 2/151 42 Bakara 2/152 43 Al-i İmran 3/164 40 10 ve kendisine vahiy edildiği gibi hakk, adalet ve iyilik üzerine kurulu bir sistem oluşturmak için Hz. Peygamber’in yaptığı bütün çalışmalar onun özel muhakemesinde değil kendisine Allah tarafından verilen bilgi ve hikmete datalı idi. Bu hikmeti yalnızca kullanmakla kalmadı onu diğer insanlara da öğretti. Böylece ümmete Resulullah’dan iki tür vahiy ulaştı. İlki kitab, diğeri ise ister sözlü olsun isterse ameli planda olsun Hikmet. Bu ayetler hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde ifade etmektedirler ki Kur’an yalnızca Kur’an’a değil, Kur’an’ın beraberinde Resul’e verilen Hikmet’e de uymamızı ister. Bu ise Resulullah’ın davranışları, sözleri ve amelleri ile açıklanmıştır. Bütün bunlardan çıkan netice, Kur’an ve sünnet birlikteliğinin temelinde vahiy müşterekliği olduğudur. O halde sünneti hesaba katmaksızın islami duyarlılıktan söz etmek mümkün olmaz. 2.4. KUR’AN VE SÜNNET BÜTÜNLÜĞÜ İslam dini, Allah katında gerçek din olup44 onun hoşnut olduğu eksiksiz ve tam bir mükemmeliyet içinde vaz ettiği, Hz. Peygamber’i de onu tebliğe, ittibaya, ve bu konuda kullarını uyarmaya memur ettiği kutlu bir dindir. Kur’an’ı Kerim bu yüce dinin mukaddes kitabıdır. Bu kitab, Allah’ın Katından insanlığa uzanan sağlam bir iptir.45 Bu kitab sarılan daima aziz olur ve gözlerin göremediği ,,aklın tasavvur edemediği nimetlerle mükafatlandırılır. Kur’an kendisine tabi olanlara dünya ve ahiret saadetinin yollarını gösterir. Bu konuda genel kaideler ve külli prensipler koyar. Bazı meselelerde ise doğrudan düzenleyici normlar getirir.46 Hz. Peygamber ise Kur’an’ı Allah’ın kendisine verdiği görev istikametinde tebliğ etmiş, açıklamış ve bizzat yaşamıştır. Onun ahlakından sorulduğu zaman Hz. Ayşe: O’nun ahlakı Kur’an’dı47 buyurarak Hz. Peygamber’in Kuran ‘ı hayat onda nasıl yaşadığını çok açık bir şekilde anlatmıştır. Hz. Peygamber’in sözleri,fiilleri ve takrirleri demek olan ‘sünnet’ kavramı Allah’ın dinini anlama ve hayata tatbik etmede teorik ve pratik olarak Hz. Peygamber’in getirmiş olduğu nebevi metottur.48 Al-i İmran 3/19 Müddesir 74/1-3 46 Nur 24/30-31, Nisa 4/23 47 Müslim, Müsafirun, 139. 48 Yusuf el-Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, 2. baskı, Kayseri,1993.s.23. 44 45 11 Bu nebevi metod yani sünnet, Kur’an’ın mücmelini tafsil eder, müphemini açıklar ve pratik örneklerini ortaya koyar. Hz. Peygamber’in örnek şahsiyeti biz Kur’an ayetiyle tastik edilmiştir. Hz. Peygamber de pek çok hadislerinde dini kendisinin açıkladığını ve uyguladığı şekilde anlaşılıp yaşanmasını ifade etmiştir. 49 Benim nasıl namöaz kıldığımı görüyor iseniz sizde öyle namaz kılınız.50 Bana uyan cennete girmiş olur, asi olan ise emrine uymaktan imtina etmiş olur.51 buyurmuşlardır. Kısaca din yani İslamiyet Kur’an ve sünnet bütünlüğü içinde vaz edilmiştir. Kur’an’ı sünnetten ayrı düşünmek, Kur’an’ı anlamamaktır. Bu peygambersiz bir din hayal etmek olur ki, o da muhaldir. Kur’an’da bizzat Peygamber’e uyulması istenmiş, Kur’an ve sünnet bütünlüğü tekrar tekrar vurgulanmıştır. 52 2.5. KUR’AN KAŞISINDA SÜNNETİN DERECESİ bu konuda değişik görüşler bulunmaktadır. Bir çoklarına göre sünnet Allah’ın kitabından sonra İslam dininin en mühim kaynağıdır. Bu fikrin yanında sünneti hüküm bakımında Kur’an ile aynı tutanlar da vardır. Bu üçüncü gurup da sünnetin aşırılık yönünü tutarak onu delil sayamaya bile lüzum görmemişler. Son olarak sünnet in Kur’an’a hükümran olduğunu söyleyenler de vardır. 53 Gazzali’ye göre ‘dinde Allah’ın kitabı ile ilk mertebede üzerinde ittifak olunan ameli sünnet ikinci mertebede ahad hadisler ise üçüncü mertebededir.54 Tayyip Okiç’e göre Kur’an dışında Hz. Peygamber’e nice vahiyler gelmiştir. Bu suretle vahyolunan Kur’an’daki bazı ayetlerin diğer bazı ayetleri neshedebileceği kabul edilmektedir.55 Sünnet bir taraftan delilliğini Kur’an’ın onayından almakta öbür taraftan da Kur’an’ın beyanı onun açılımı, fiili hayata geçirilişi olmaktadır. Çok daha önemlisi Kur’an’ın Kur’an olduğunu bize Hz. Peygamber haber vermiştir. 49 Buhari, Ezan 18. Buhari, İ’tisam,1. 51 Buhari, İ’tisam,2. 52 Ali Çelik, Diyanet İlmi Dergi, C. 33, S. 2 53 Mahmut Denizkuşları, Sünneti terk Kur’an’la Amel Meselesi, Ribat Yay. 1992. s.66. 54 Mahmut Ebu Reye, Adva ales-sünen, Muhammediye, Kahire, ts. S.15 55 Tayip Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, Ankara,1959. 50 12 Bu itibarla sünneti Kur’an’dan koparmak olmaz. Bu iki yaklaşım yerine sünneti Kur’an’ın Kapsamı içinde fakat onun altında bir yerde kabul etmek daha uygun olur. böylece değişmez değerler dizisinde piramidin zirvesinde Kur’an yer almış olacak, onun diğerlerinin sıhhat ve ameli değerini belirlemede sağlıklı bir ölçüt olarak kullanılmasına imkan doğacak eşdeğerde olmadıkları için de hiçbir zaman Kur’an ile sünnet arasında gerçek anlamda bir taarruzdan bahsedilmeyecektir. Kur’an’ı sünnetsiz düşünmek mümkün değildir. Bunlar bir bütünün parçalarıdır. Sünnet Kur’an’ın tamamlayıcısı ve açıklamasıdır. Birini diğerinden ayırmaya imkan yoktur. Bunun için önemli olan bunları bir bütün olarak ele alıp, günümüze taşıyabilmektir.56 Sünnet’in Kur’an’dan sonra gelişine şu hususlar delalet eder: a. Kitap kat’i, sünnet ise zannidir. Bundan kitabın sünnet üzere takdimi lazım gelir. b. sünnet ya kitabı beyan etmektedir, ya da ona ilave bir hüküm getirmektedir. Eğer, kitabın içeriğini beyan mahiyetinde ise, o zaman sünnet dikkate alınma bakımından beyan edilen nisbetle ikinci derecede bir yere sahiptir. Eğer sünnet beyan edici bir konumda değil de kitaba ilave bir şey getiriyorsa o zaman ona itibaqr kitaba bakıldıktan ve aranılanın onda bulunmasından sonra olacaktır. Bu da kitabın mertebece sünnetten önde geldiğinin delilidir.57 c.Hanefi usulcülerinin taksiminde yer alan farz ve vacip ayırımı da kitabın sünnet üzere takdimi, kitaba itibarın sünnetten daha güçlü olduğu esasına dayanır.58 2.6. SÜNNET’İN KUR’AN DIŞINDA HÜKÜM GETİRMESİ İslam alimleri sünneti sadece Kur’an’ın mücmelini açıklayan, mutlağını mukayyet kılan veya umumiyet ifade kılan ayetlerini tahsis eden bir kaynak olarak değil, bunun yanı sıra Kur’an’ın hüküm getirmediği hususlar hüküm koyan, bağımsız Mehmed Erdoğan, Vahiy-Akıl Dengesi açısından Sünnet, M.Ü.İ.FV.Y. 90. ikinci baskı, İst. 2001. s.259. 57 Erdoğan, a.g.e. s.255. 58 Ebu İshak Şatıbi, el-Muvafakat fi usuli’ş-Şeria, Beyrut 1986.IV, 5-6. 56 13 hüküm koyan bir yasama kaynağı olarak da düşünülmüştür. Dolaysıyla sünnet Kur’an’ın sessiz kaldığı alanlarda hükümler koyan ve böylece Kur’an’ın hükümlerine ilavelerde bulunan bağımsız bir otorite vasfını da kazanmıştır. Şüphesiz ki Hz. Peygamber’in ictihatları, bir insan olarak yaptığı özel yada geçici uygulamaları gibi bir takım fiillerini bağlayıcılık anlamının dışında tutmalıyız.59 Sünnet ihtilaf düştükleri konularda insanları aydınlatan böylece onlar için hidayet ve rahmet kaynağı olan, Kur’an’ı Kerim’in kendisin indirildiği bir peygamberin sözü olarak üstün bir değer ifade ettiği gibi Kur’an’ı herkesten iyi anlayan ve ayetlerdeki ilahi maksadın ne olduğunu en iyi bilen Allah resulünün görüşü olarak da büyük önem taşır. Hz. Peygamberin insanlara sözleriyle açıkladığı fiilleriyle uygulanışını gösterdiği ilahi emirlerin başında namaz , zekat , hac gibi ibadetler gelir. Namazların hangi vakitlerde, kaçar rekat ve nasıl kılındığı, orucun nasıl tutulacağı, zekatın hangi mallardan ne kadar verileceği, haccın nasıl yapılacağı giib hususlar, Kur’an’da yer almayıp Hz. Peygamber’in Sünnetiyle açıklık kazanmış, İslam hukukunun bir çok meselesi hadislerde verilen bilgilerle sonuca kavuşturulmuştur. Ayrıca Kur’an’da birkaç türlü yorumlanabileceği için manası kolaylıkla anlaşılmayan ayetler, ‘zulüm’ kelimesiyle tefsir edilmesinde olduğu geniş kapsamlı ifadelerle daha dar anlamların kastedildiği ayetlerde hadis rivayetleri sayesinde yorumlanabilir. Sünnet aynı zamanda Kur’an’da yer almayan bir çok meseleye açıklık getirmiş, bu konulardaki uygulama şeklini göstermiştir. Mesela bir kadının adet halinde kılamayacağı namazları kaza etmeyeceği, bir erkeğin hanımının üzerine onun kardeşi ve teyzesi ile evlenmeyeceği, nesep yakınlığı sebebiyle de evlenmenin haram olduğu kimselerle süt yakınlığı sebebiyle de evlenmenin gibi hususlar, ayrıca şuf’a hakkı ile ilgili hükümler, nineye ve baba tarafından akrabaya düşecek miras gibi meseleler Hz. Peygamber tarafından halledilmiştir. Kur’an’da temas edilmekle beraber hakkında fazla bilgi verilmeyen ahiret hayatıyla ilgili hususlar, kabir hayatı, yeniden dirilme, mahşer, hesap, mizan cennet, cehennemdeki hayat gibi konular da Hz. Peygamber’in sünnetinden öğrenilmektedir. 59 Kamil Çakın, Hadis inkarcıları, Seba İlim Araştırmalar dizisi, 9, s.15. 14 Ahlaki vazifeler, manevi ve ruhi gelişimi sağlayacak kurallar, düzenli bir aile hayatı için gerekli olan davranış biçimleri, insanlar arasında insani ve ticari münasebetleri düzenleyen hükümler, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkiler vb. konularda da hadislerde geniş bilgi bulunmaktadır.60 Sünnet, Kur’an’ın hükümlerine uygun hükümler koyduğu gibi Kur’an’da olmayan konular hakkında da hüküm koyar. 61 Resulullah hatadan masum olduğuna göre müstakil hüküm koymasına bir mani yoktur. Onun görevi vahyi tebliğ olduğuna göre bunu hangi yolla yaparsa yapsın değişmez. İster kitapta olsun ister kitabın dışında olsun ahkamı tebliğle ilgili Allah’a aittir. 62 Kuranın hükmünün bulunmadığı yerde hüküm koyma yetkisi verilmiştir. İslam ansiklopedisi, c.14, T.D.V.Y., s.28. Ebu Muhammed İbn Hazm, Siretu’n Nebeviyye, c.1.s.14. 62 Sibai, sünnet, s.381. 60 61 15 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. Hz. PEYGAMBER VE SÜNNETİ 3.1. HZ. PEYGAMBER’İN İSMETİ VE ÖRNEK TEŞKİL ETMESİ Bir kimsenin hem insanlara örnek olarak gönderilmiş olması, hem de hoşnut olmayacağı ve günah saydığı fiilleri işlemesi birlikte düşünülemez. Bu sebeple bütün peygamberler ismet sıfatıyla muttasıftırlar. Bilerek veya kasten Allah rızasına aykırı bir davranış içinde bulunmazlar. Yanılmaları sonucu yaptıkları hatalar, unutmaktan kaynaklanan kusurları Allah tarafından uyarılmasına vesile olur. bu hata ve kusurlar öncelik veya ahkam konusu olarak ümmete yansımaz. Hz. Peygamber’i zedeleyecek herhangi bir şeyden masum olması Kur’an’ın delaleti ve ümmetin icmasıyla sabittir. Dolaysıyla bu konuda hata ve yanılmaya düşmekten korunmuş olduğu yönündeki görüş 16 en doğru yaklaşımdır. Peygamberin hataya düşmüş olabileceğini kabul edenlere göre ise böyle bir durumda Allah tarafından hemen uyarıldığı ve tashih edilip düzeltildiği hususunda icma vardır. Bu durumda tebliğle ilgili her haberin doğruluğunda Allah’ın katındakine uygunluğunda icma edilmiş olmaktadır. Hz. Peygamber’in şeriatı tebliğ konusunda masum olduğu ve Allah tarafından kendisine gelen vahye dayandığında hiçbir Müslüman şüphe etmez. Genel kabul gören anlayış ve yaklaşıma göre Hz. Peygamber’in bu konuda ortaya koyduğu sünnetleri de vahyin eseridir. Onun Allah’dan aldığı vahyin sadece Kur’an’dan ibaret olmadığı yine Kur’an ayetlerinden ve Allah tarafından kendisine bahşedilen vasıflardan anlaşılmaktadır. Kur’an’ın bir çok ayeti Hz. Peygamberin her söz ve davranışında Allah’dan bir beyine üzere olduğu açıkça belirtilir. Bu ayetlerden bir kaçının anlamı şöyledir: İşte sana da böyle emrimizden bir ruh (gönüllere can veren bir söz) vahyettik.63 Sana vahyolunana uy ve Allâh hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir. 64 Ben, Rabbimden (gelen) açık bir delil üzerindeyim.65 Tebliğ ile ilgili hususlardan durum böyle olunca, ümmete doğru olarak intikal etmiş, hatalı olduğu Allah tarafından ifade edilmemiş bütün sünnet çeşitlerinin ümmet için tüm çeşitlerinin her birinin bağlayıcılığının aynı olduğu söylemek mümkün değildir. Nitekim İslam alimleri başlangıçtan itibaren bu farklılığa dikkat çekmiş, sünnet bu açıdan bir ayırıma tabi tutmuşlardır. Tebliği zedeleyecek şeylerden ve günah işlemekten korunmuş olan bir peygamberin hayatının her safhası örnek alınmayı gerektirir. Bu örnek oluş mutlaka vacip sünnet ve mendupluk anlamına gelebilecek bir hüküm ifade etmez. Sadece ortaya konulan davranışta bir sakınca bulunmadığına mübahlığa ve irşadlığa delalet eder. 66 Şura 42/52 Yunus 10/109 65 Enam 6/57 66 Raşit Küçük, İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri Ve Değeri, TDV Yay. İstanbul, 2002, s. 294. 63 64 17 Sünnetin hüccet oluşunun delillerden biri Resulullah’ın bir peygamber olarak sahip olduğu ismet sıfatıyla her türlü hata ve yanılgıya düşmekten korunmuş olmasıdır. Hz. Peygamberin ictihadı da hatadan korunmuştur. Bu ya hata etmeyeceği esasına ya da hatasının üzerine bırakılmayacağı prensibine göredir. Resulullah, yalan, hata ve iftiradan beri olmasaydı onun söz, fiil ve takrirlerinin hüccet oluşluna ayet ve hadislerden yeterli delil bulamazdı. Cumhurun görüşüne göre peygamberler büyük ve küçük günahlardan korunmuşlardır.67 Biz, Hz. Peygamber’in tebliğe hale getirecek hata ve yanılmalardan uzak olduğunu biliyoruz. Bu durumda tebliği içeren bir haber doğrudur ve Allah nezdinde olanlarla mutabıktır. Öyle ise bunlara uymak vacip olur. tebliği içeren her haber doğrudur derken Resulullah’ın tebliğle ilgili işlerini, takrirlerini, ictihatlarını, emir ve yasaklarını da buna katıyoruz. Çünkü dini ilimlerin tebliği, söz , fiil, takrir, ictihad, emir ve yasakların herhangi biri ile gerçekleşir. Öyleyse bunların hepsi tebliğ şekillerinden birini oluşturur. Resulullah’a ait bütün bu tebliğ şekilleri Allah’ın onayını aldığı için hüccettir. 68 Resulullah’ın tebliğ kastedilmeyen yeme içme günlük konuşma gibi tabi işerine gelince bunlar da istisnalarla beraber hatadan korunmuştur. Ancak bunların hüccet oluşu tartışma konusu olmakla beraber ibaha ifade etmekleri açısından şer’i hüküm olmalarında şüphe yoktur. Resulullah’ın yanıldığı , unuttuğu da olurdu. Bir defasında anamaz yanılması üzerine şöyle buyurmuşru: ben de ancak sizin gibi bir insanım, sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum.69 Zaten bizzat Kur’an’da da peygamber unutmak fiilinin nisbet edildiğini de görmekteyiz.70 Bütün bunların risalet görevinin tebliği dışında kalan alanlarda olduğunu ifade etmek durumundayız. Zira peygamberlik görevinin ifası alanında peygamberlerin korunmuşluğu söz konusudur. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Resulullah normal bir insandı. Vahiy karşısında peygamber olarak sahip olduğu yetki ve Ebu’l Hasen Ali b.Muhamed b. Salim Seyfuddin Amidi, el-İhkam fi Usuli’l-Ahkam, Mısır, 1914.s. 145-146. 68 Abdulgani, Hucciyye , s. 232. 69 Müslim, Mesaci, 92-94 70 Muhammed Fuad Abdulbaki, Mucemu’l Müfehres li elfazil Kur’an, Beyrut, 1989.s.700 67 18 sorumluluk dışında o da diğer insanlar gibi sorumlu idi. Resulullah’ın şu sözleri konuya ışık tutması açısından önem arzetmektedir. ‘Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övmede haddi aştıkları gibi siz de beni övmekte haddi aşmayın. Bilin ki ben sadece bir kulum. Benim hakkımda sadece Allah’ın kulu ve resulu deyin.’71 3.2. HZ. PEYGAMBERE VE SÜNNETE İTAATİN GEREKLİLİĞİ Herhangi bir dinin peygamberi olmadan insanlara ulaştırılması , anlaşılması, yerleşmesi ve kurumlaşması mümkün değildir. İslam dini de aynı şekildedir. Resulullah olmadan islamı düşünmek mümkün değildir. Zira İslam sadec kur’an değildir. O Resulullah’ın şahsında açıklanmış ve hayata geçirilmiş, bizzat onun öncülüğünde kurumalaşmış bir dindir. Resulullah bir taraftan Kur’an’ı tebliğ etmiş , bir taraftan onu beyan etmiş ve uygulamaya koymuş, diğer taraftan da onun kendisine havale ettiği boşlukları tamamlamış, böylece onu herkesin anlayabileceği bir mükemmelliğe ulaştırmıştır. Bu itibarla dinimizde Resulullah’ın ve dolaysıyla sünnetin önemli bir yeri vardır. Resulullah ve hikmeti içinde taşıyan sünneti olmadan, sadece Kur’an ile yetinecek bir Müslümanlık iddeasında bulunmak gerçekçi olmamak, Kur’an’ı ve Resulullah’ı tanımamak vahyin ve peygamberlik kurumunun mahiyetini bilmemek demektir. Kur’an’da Allah resulune itaat emredilmiş ve bu emir sık sık tekrar edilmiştir. 72 ayrıca getirdiği her şeyin alınması gerektiği, 73 emrine aykırı hareket edenlerin cezalandırılacağı74, zira onun vahyin dışında konuşmadığı75 da haber verilmiştir. Peygamberimizin kendisi de ‘ Bana verilen şey, sadece Allah’ın bana verdiği vahiydir’ buyurarak vahiy doğrultusunda hareket ettiğini söylemiştir. Buna göre Allah Resulullah’ın ister kitap dahilinde olsun ister kitap haricinde olsun , ne getirirse getirsin 71 Buhari, Enbiya, 48. Nisa 4/59, Enfal 8/ 46. 73 Haşr 59/7 74 Nur 24/63. 75 Necm 72 19 mutlak itaat edilmesinin gerekliliği ni gösterir. Peygamberler örnek edinme ve kendilerine uyulma konusunda önde gelen insanlardır. Mevdudi’ye göre ise: İnsanlar hiçbir zaman peygamberin sçz, emir ve yetkilerini sınırlandıramaz. Çünkü kendisini tamamıyla peygambere ve onun emrine tabidirler. İnsanlar için emirlere uymak ve teslimiyetten başka çare yoktur. Mü’minler peygamberin sadece din ve maneviyatla ilgili emirlerine uymakla mükellef değildir. Aksine zıraat , ticaret, eğitim gibi çok değişik konularda bile verdiği emre itaata mecburdurlar. Hiç bir konuda itiraz hakları yoktur.’ 76demektedir. 3.3. BAĞLAYICILIK AÇISINDAN HZ. PEYGAMBER’İN SÖZLERİ Sünneti doru anlayabilmek ve yanlışa düşmemek için hadisler arasında bağlayıcı olanla bağlayıcı olmayanı, yerel olan ile evrensel olanı birbirinden ayırt etmek gerekir. İslam dininin teşri de ikinci kaynağı sünnet olduğundan genel anlamda sünnet bağlayıcıdır. Ancak sünnetin bağlayıcılığı noktasındaki esas ihtilaf , sünnetin tamamı mı bağlayıcıdır, yoksa bir kısmı mı bağlayıcıdır? şeklindedir. Asıl tartışma bu noktada düğümlenmektedir. Hz. Peygamber’in emirleri, yasakları, yemesi, içmesi , oturması, kalkması, giyinip kuşanması, ve kendine özel zevkleri işerinin tamamına uymamız gerekli midir değil midir? Bunlardan hangisinin kendisini , hangisinin ümmetini bağladığını iyi tesbit emek zorundayız. Çünkü Hz. Peygamber’in baba, dede, ailereisi, muallim, devlet başkanı, hakim ve peygamber olarak yaptığı davranışlar ve söylediği sözler vardır. Bütün bunları aynı kategoride değerlendirmek mümkün değildir. Söylediklerini ve yaptıklarını hangi sıfatla yaptıklarını çok iyi tespit etmek gerekir ki bağlayıcı olan ile olamayan ortaya çıkmış olsun. Aksi taktirde konu açıklığa ve netliğe kavuşmamış olur. dolaysıyla hiçbir ayırım yapmadan şekilsel ve lafızcı bir yaklaşımla Hz. Peygamber’in her şeyini tıpa tıp yapmak sünnet değildir. Hz. Peygamber’in her sözünün, her hareket ve davranışının bağlayıcı olduğunu söylemeye imkan yoktur çünkü Hz. Peygamber’in bir beşer olarak yaptığı günübirlik işler, yaşadığı toplum ve şartların gereği olarak o bölgenin geleneklerine 76 Ebul Ala Mevdudi, Tarih boyunca Tevhid Mücadelesi Ve Hz. Peygamber, Ankara, 1983.s.1899 20 göre yapmak zorunda olduğu iş ve hareketler vardır. Ayrıca Hz. Peygamber’in kendine mahsus ‘Hasaisu’n Nebi’ dediğimiz ümmetini bağlamayan özel durumlar vardır. Yeme içme hususunda her insanda olduğu gibi onun da sevdiği sevmediği yemekler vardır. Örneğin keler yemeğinden hiç hoşlanmaz bu yemeği hiç yemezdi. Bütün bunlar onun özel şahsi zevkleri arasında yer alıp, başkalarını bağlamaz.insan olarak maddi ihtiyaçlarını bağlamada yaptığı işler , ev işleri, def-i hacet, ev edinme, tedavi olma, yeme ve içme o zamana mahsus ev eşyalarını kullanması, bütün bunların hepsi ibahaya delalet eden hareketler olup bağlayıcı değillerdir. 77 Hz. Peygamber belli bir dönemde, belli bir kültür ve coğrafyada yaşamış tarihsel bir şahsiyettir. Görevi ve bilgi kaynağının bir sonucu olarak kendisinden aktarılan bilgilerin önemli bir kısmı zaman ve mekan kaydı bulunmadan insanlığı saadete , hidayete ve cennete götürecek evrensel bilgiler, gerçekler ve talimatlar ise de bir kısmı tarihseldir. Bu durumda Hz. Peygamber’e atfedilen bütün rivayetlerin gerçeklik, bağlayıcılık ve evrensellik açısından aynı olmadığını söyleyebiliriz. Bu ayrım Hz. Peygamber de yapmıştır. Örneğin bazı söz ve davranışlarının vahiy olmadığını kendisinin şahsi görüşü olduğunu belirtmiştir.78 Sünnete uymak Hz.Peygamber’den gelen her şeyi hiçbir ayırıma tabi tutmadan ve bağlayıcılık açısından hepsini aynı düzeyde görerek harfi harfine adeta bir robot gibi taklit etmek değildir. Buna göre sünnet ortaya konurken ve uygulanırken onun bağlayıcı olan ve olamayan türleri bulunduğun göz önünde bulundurmak ve bunları bir birinden ayırt etmek büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü günümüzde bazı insanların sünnet kavramını bağlayıcılık açısından bir sınıflandırmaya tabi tutmadan sünnetin tamamını bağlayıcı gibi görerek yanlış telakkilere sahip olduklarını görüyoruz. Dolaysıyla sünnetin bağlayıcılık açısından sınıflandırılmaya tabi tutulması konunun daha doğru anlaşılması açısından bir nevi zorunluluktur. Nitekim, sahabinin bir kısmı sünneti bağlayıcılık açısından aynı görmemiş, değişik yönlendirmeye tabi tutmuşlardır.79 Saffet Sancaklı, İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, TDV Yay., İst. 2002. s.343. Yavuz Ünal, Hadisleri Tesbitte Yöntem Sorunu, Etüt Yay., Samsun 1999. 79 Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, Genişletilmiş 2. bs., Ankara Okulu Yay., Ankara, 1996, s. 90-91. 77 78 21 Vahyi açıklamakla görevli olan Hz. Peygamber’in açıklamalarına uymak gereklidir. Ancak uygulaması gerekli olan vahyin izahı niteliğindeki söz ve uygulamalarıdır. Adet türünden hükümlere uymak gerekli değildir. Bize emir-yasak edinilen şer’i meseleler ya Allah’a ibadettir ya bizi bir zarardan korumak ve kamu yararını korumak içindir. Allah’ın hukuku ve kamu yararı ile ilgisi olmayan eylemler şeriat değildir. Gelenekler sanatlar, deneyime dayalı bilim ve teknoloji gibi hususlarda insanların serbest oldukları gelenek türündendir. Bu konuda gelen emirler bağlayıcı değil, yıl gösterici niteliğindedir. Farz ve haram bildirmezler. Bunların yapılmasına sevap, yapılmamasına ceza verilmez. Ancak yasak bildiren sözden sonra yapana ahiret cezası bildirilmiş ise, o zaman onu yapmak deliline göre haram veya mekruh gibi bir hükümdür. Kuşkusuz Hz. Peygamber’in dini mahiyetteki sözleri Kur’an’ı kerimin tefsiri sayılır. Ama onun doğal ihtiyaçları için söylediği sözlerin vahiy olduğunu söylemek aşırılıktan başka bir şey değildir. Senedi sağlam ve metni de Kur’an’a uygun olan hadisler Kur’an’ın tefsiri ve yönetmeliğidir. Kur’an ayetleri yanında bunlar da İslam hukukunun diğer bir kaynağıdır. Çünkü haşr (97/7) suresinin 7 ayetinde ‘ Elçinin size verdiğini alınız sizi menettiğinden kaçınınız’ buyurulmaktadır. Alimler bu ayetin Hz. Peygamber’in emirlerini tutup yasaklarından kaçınmak gerektiği anlamını çıkarmışlardır. Buna göre peygamberlerin emirleri, gerek Kur’an’ın ayetleriyle gerek Allah’ın vahyine dayanarak emrettiği dini şeylerdir. Onun emirlerin uymak, yasaklarından kaçınmak her müslümanın görevlerindendir. Ancak peygamberin emri olarak aktarılan şeylerin doğruluğunun en sağlam ölçütü Kur’an’dır. Kur’an’a uyuyorsa ve senedi de sağlam ise onun sözüdür ve uygulanması gerekir. Fakat Hz. Peygamber’e dayandırıldığı halde Kur’an’a ters düşen sözler ona ait olamaz. Çünkü Hz. Peygamber’in Kur’an’a aykırı şeyler söylemesi düşünülemez. Zira Kur’an’da ona ‘ben ancak bana vahyolunana uyarım’ demesi emredilmiştir. En büyük amacı Kur’an’ı tebliğ edip insanları hurafeden, dar düşünceden saplantıdan kurtarmak olan Hz. Peygamber’in Kur’an’a aykırı hatta bazen Kur’an-ı nesheden insanların yollarını daraltan , gelişmekte olan toplumun sosyolojik gerçeklerine ters düşen sözler söylemesi mümkün değildir. 22 İnsanlığın ebedi ışığı Kur’an’da gelişmeyi engelleyen, frenleyen toplumu geri bırakacak ileri çağların sosyolojik gerçeklerine ters düşecek hükümler yoktur.80 Uyulması gereken sünnetin kapsamına Hz. Muhammed’in bir peygamber olarak söylediklerinin ve yaptıklarının girdiği, şeriatın tanınmış ilkelerindendir. Yani Hz. Muhammed kişisel olarak ne söylemiş yahut ne yapmışsa elbette ki saygıya layıktır. Ama uyulması mecburi değildir.81 3.4 PEYGAMBERLİK VAHİY ANLAYIŞLARININ SÜNNET ANLAYIŞIYLA İLİŞKİSİ Peygamberlik anlayışında en temel sorun, Hz. Muhammed’in misyonunun ne olduğudur. Bir uçta peygamberi sadece bir mesaj taşıyıcı, postacı gibi görüp ona Kur’an dışında hüküm yetkisi tanımayanlar ki bunlara göre Kur’an dışında sünnet diye bir kaynak yoktur. Hz. Peygamber ve o günkü İslam toplumunun pratikleri Kur’an’ın uygulamasıdır, hayata aktarılmasıdır. Bundan sünnet diye ayrı bir kategori çıkarmak doğru değildir. Karşı uçta ise peygamberin Kur’an dışında hüküm koyabileceği, bağlayıcılık açısından Hz. Peygamber’in hükümleriyle Kur’an’ın hükümleri arasında bir fark olmadığını savunanlar yer alır. Birinci görüşe göre Hz. Peygamber’in sözü Kur’an’dan ibarettir. İkinci görüşe göre sünnet Kur’an ile ilişkili Kur’an şemsiyesi altında fakat müstakil ve Kur’an’dan ayrı bir kaynaktır. Hz.Muhammed’e itaatin anlamı onun beyan görevinin ne anlama geldiği, ona verilen hikmetin ne olduğu onun örnek oluşunun niteliği üzerindeki tartışmalarda ileri sürülen farklı görüşler Hz. Peygamberlerin misyonu bağlamında ortaya çıkmaktadır. Peygamberlik anlayışında başka bir problem vahiy anlayışıdır. Burada bir uçta Hz. Peygamber’in vahiy olarak sadece Kur’an’ı aldığı Kuranın inmesi dışında Allah ile vahiy ilişkisinin olmadığını, karşı uçta Kur’an dışında da vahye muhatap olduğunu savunanlar yer alır. Yani birinci görüşü benimseyenler vahyi bir bilgilendirme olarak görürken ikinci guruptakiler vahyi 80 81 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba yay. S. 14, 2002. Ebul Ala Mevdudi, Tarih boyunca Tevhid Mücadelesi Ve Hz Peygamber, Ankara, 1983, s.37. 23 bir formasyon, mertebe Allah ilişki süreklidir. Sadece Kur’an vahyi Kur’an dışı vahiyden nitelik bakımından farklıdır.82 3.5. HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETE ÇAĞRISI Kur’an’ın yanı sıra Hz. Peygamber’inde Müslümanları sünnete uymaya çalışmaktadır. Bu çağrı, iman ibadet ve ahlak da dahil olmak üzere insan hayatının büyük bir bölümünü içine alacak kadar geniş bir çağrıdır. Nitekim peygamber bir hadiste: hiç birinizi benim bir emrim veya yasağım kendisine ulaşır da kodluğuna uzanıp ; bilemiyorum biz sadece Allah’ı kitabın bulduğumuza uyarız derken bulmayayım. 83 Bir başka hadiste de şöyle buyurulmaktadır. : Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur.84 demektedir. Hadis ve sünnetin bu önemi dolaysıyla söz ve fiillerin gelecek nesillere aktarılması ve böylece onların da sünnete uymaları, Hz. Peygamber’in arzu ettiği bir husus olmuştur. Hz. Peygamber bunu uygulamak için sahabeyi sünneti gelecek nesilleri aktarmayı tavsiye etmiştir. ‘Allah, benim bir sözümü işitip onu ezberleyen başkasına ulaştıran kişinin yüzünü ağartsın.’85 aynı şekilde ‘sözlerimi iyi belleyim.sözlerimi burada olmayanlara iletin ve ey insanlar! Size iki kıymetli şey bırakıyorum. Allah’ın kitabı ve benim sünnetim. Onları ifsat etmeyiniz.86 Gibi hadislerde hadis ve sünnetin önemine işaret etmekte ve inananları sünnete uymaya çağırmaktadır. Müslümanların kulluk görevlerini en iyi şekilde yapmaları hem en önemli vazifeleri hem de tabii haklarıdır. Müslümanlar bu hak ve ödevlerini sünnete tabi olmakla yerine getirirler. Sünnete tabi olma zorunluluğu ümmet olmanın ilk ve temel gereğidir.çünkü hiçbir ümmet veya kişi kendiliğinden in ortaya koymadığı gibi ibadet 82 83 84 Selatin Polat , İslamın Anlaşılmasında Sünnetin yeri ve değeri, T.D.V.Y., s:13. Ebu Abdillah, b. Yezit el-Kavzani İbn Mace, es-Sünen, Mısır 1954. Muhammed b. İsmail el-Buhari, el-Camiu’s-Sahih, İst. 1981.cihad, IV, 8. Süleyman b. El-Eşas, es-Sicistani es-Ezdi Ebu Davut, es-Sünen, Mısır, 1950 86 Kadı Iyaz, İlma, 9. 85 24 şekli ve görevi de tespit edemez. İlk Müslümanlar her konuda imkan nisbetinde sünnete uymayı prensip haline getirmişlerdir. 87 3.6. SÜNNETEİN GÖREVLERİ 3.6.1. SÜNNET , KUR’AN’DA ZİKREDİLEN KONUYU TE’YİD VE TE’KİT EDER Kur’an-ı Kerimde Allah: Ey iman edenler ! aranızda birbirinizin malını batıl yere yemeyin88 buyurmaktadır. Şu hadiste ise bu ayeti desteklemektedir. Hiç kimsenin malı diğerine helal değildir. Yalnız kendi isteği ve rızasıyla verdiği müstesnadır.89 Bu hadis ayette istenen batıl yolarla başkasının mallarını yeme zilletinden kaçınmayı anlatma ve emretme işinde ayrıva bir pekiştirici ve kuvvetlendirici unsur durumundadır. Bir diğer ayette ise Allahu Teala kadınlarla hoş geçinmeyi istemektedir. Onlarla (kadınlarla ) iyi geçinin. 90 buyurulmakta bu hadis mana itibariyle ayeti desteklemekte Allah’ın dilediği gibi davranma işini daha da kuvvetlendirmekte ve tamamlayıcı rol oynamaktadır. 3.6.2. SÜNNET KUR’AN’I BEYAN EDER Beyan, tebliğin anlaşılmasını sağlamaktadır. Buna ameli konularda icra biçimlerinin bilfiil gösterilmesi ve ümmete öğretilmesi de dahildir. Zaten bütün çeşitleriyle sünnet budur, buradan kaynaklanmaktadır. O halde beyan, dinin bizzat tebliğci tarafından yaşanması, tatbiki hususiyetlerinin kesin hatlarla belirlenmesi ve uygulamada mümkün olan şekillerin gösterilmesi demektir. Ümmet hayatının birlik ve bütünlüğünün temel şartı da budur. Hz. Peygamber’in ‘Benim kıldığım gibi namaz kılınız 92 hadisi ile amel etmek sünnet vasıtasıyla namazın keyfiyeti açıklanmıştır. Mahmut Denizkuşları, Sünneti terk Kur’an’la Amel Meselesi, Ribat Yay. 1992, s. 52. Maide 5/67 89 Ebu Davut, a.g.e., Manasik, 56. 90 Nisa 4/19 91 Buhari, Ezan, 18. 92 Darimi,Salat, 92. 87 88 25 91 Diğer bir ayette: Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir cezâ olarak ellerini kesin! Allâh dâimâ üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir. 93 buyurmaktadır. Bu ayette kesilecek elin sağ el oluşu.kesilecek el, çalınan mal ve kesmeyi gerektirecek miktar hep sünnet ile kayıt altına alınmıştır. 3.6.3. SÜNNET, YENİ BİR HÜKÜM ORTAYA KOYAR Bu konuda iki görüş ileri sürülmektedir. 1. Sünnet kitapta olmayan hususlarda hüküm koyar. Bunun için Allah bir çok ayette kendisine itaat ile Resulüne itaati emretmiştir. Resül de Muaz’ı Yemen’e gönderirken Kur’an’da bulmadığı konularda sünnete müracaatı istemişti. Sünneti terk edip yalnızca kur’an’a bağlanmayı da zemmeder. Bunun için ‘Bana Kur’an ile birlikte bir o kadarı daha verilmiştir’94 buyurmuştur. 2.Sünnet ancak Kur’an’da aslı olan hususlarda hüküm getirir. İster Kur’an’ın mücmelini tafsil, mutlakı takyit, isterse ammı tahsis etsin, ondan murat olanı açıklar. Şayet bu durum söz konusu değilse ya gizli bir aslın furuuna ilhak olunur veya birbirine benzeyen açık iki asıldan birine ilhak olunur. Böylece sünnetin getirdiği bu hükmün kitapta bir aslı olduğu, sünnetin görevi onun maksadını açıklamaya hizmet, usul ve kaidelerini tatbike yardım etmektir. 95 3.7. SAHABENİN SÜNNETE BAĞLILIĞI Sahabe Hz. Peygamber’in vefatından sonra Kur’an ile birlikte sünnete uymaya büyük bir dikkat göstermiş, gerek hilafet makamında , gerekse ferdi planda hadis ve sünnete başvurmayı ihmal etmemiştir. İlk halifenin hayatlarını incelediğimizde yönetim ile ilgili resmi işlerde Kur’an gibi hadise sünnete başvurdukları ve problemi bu iki kaynaktan hareketle çözmeye çalıştıkları görülmektedir. Burada konu ile ilgili meşhur bir misali hatırlamakta fayda vardır. Hz. Ebu Bekir halifeliği sırasında vefat etmiş olan torunun mirasından pay 93 Maide 5/38. Ebu Davut , Sünnet, 5. 95 Neysaburi, Marife, 60/141. 94 26 almak için kendisine başvuran bir nineye Kur’an’da geçmemesine rağmen sünnet uyarınca 1/6 pay vermiştir. Hz. Ali’nin birbirinizi ziyaret ediniz ve çokça hadis müzakeresinde bulununuz, eğer böyle yapmazsanız hadis kaybolup gider96 demesi de aynı hususu vurgulamaktadır. Hz. Ömer Haceru’l Evsetin yer aldığı taşına selam verirken söylediği söz onun sünnete bağlılığını vurgulamak için büyük öneme sahiptir. ‘ Biliyorum ki sen taşsın.Eğer Habibim seni öperken ve selamlarken görmemiş olsaydım seni selamlamaz ve öpmezdim. 97 Allahu Teala peygamberimize uyulmasını emretmiş ve sahabe de bu şekilde yaşamıştır. 96 97 Accac, Sünne, 86. Ebu Davut , Sünnet, 5. 27 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4. SADECE KUR’AN İLE AMEL 4.1. SADECE KUR’AN İLE YETİNİLEBİLECEĞİNİ SAVUNANLARIN GÖRÜŞLERİ Sadece kur’an ile yetinme dolaysıyla hadisleri devre dışı bırakma eğiliminin tarihi geçmişini araştırdığımızda bunun günümüzde ilk defa ortaya çıkmış bir eğilim olmadığını ve Müslümanların daha önce bu meseleyi zaman zamn tartışmış olduklarını görüyoruz. Hz.Peygamberin zamanına baktığımız zaman Hz. Peygamber’den rivayet edilen ve konuyla ilgili olan bir takım hadislerin olduğunu görürüz. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘ bilin ki bana Kur’an ile onun bir benzeri de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş bazı kimseleri ‘sadece bu Kur’an’a sarılın Kur’an’ın helal dediğini helal , haram dediğini haram kabul edin’ diyeceği zaman yakındır. Bilin 28 ki Allah resulünun haram kıldıkları da Allah’ın haram kıldıkları gibidir.98 Bu ve benzeri hadislerin değeri ile ilgili iki görüş vardır. Birincisi bu ve benzeri hadislerin sahih olmasıdır. Bu hadislerin sahih olduğu varsayımına göre Hz. Peygamber’in haber verdiği bu hususun hemen kısa bir süre sonra gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz. Nitekim, sahabi İmran b. Husayn’ın şu sözünde de bunu anlamaktayız. O muhtemelen sadece Kur’an ile yetinmek isteyen birisin şu cevabı vermiştir. Sen ahmak adamın birisin Kur’an’da öğle namazının dört rekat olduğunu ve kıratın alçak sesle yapılacağını bulabilir misin? . bu rivayetin İmran b. Husayn zamanında sünnete gerek o olmadığını ve sadece Kur’an ile yetinilebileceği düşüncesinin ilk izlenimlerini görmekteyiz. İkinci ihtimal ise yukarıda zikredilenin uydurma olmasıdır. Bu ihtimalin doğruluğu kabul edilecek olunursa mantığın bu hadislerin uydurulduğu dönemlerde Kur’an ile yetinme eğilimlerinin varlığı ve bu hadislerin söz konusu eğilimleri etkisiz hale getirmek için uydurulduğunu kabul etmemizi gerekli kılar. Her iki ihtimalde de Kur’an ile yetinme eğiliminin islamın ilk dönemlerinde ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Buradan günümüzdeki tartışmaların geçmiştekilerin bir uzantısı olduğu anlaşılmaktadır. Geçmişteki tartışmalarla günümüzdeki tartışmalara baktığımızda hadislere karşı olumsuz tavır takınanların geçmişte olduğu gibi günümüzde de rasyonalist bir zihniyete sahip oldukları ve itirazın genelde bu akılcı zihniyetten kaynaklandığı gözden kaçmamaktadır. 99 4.2. KUR’AN İLE YETİNME FİKRİNDE OLANLAR Hz. Peygamber’in sağlığında cereyan eden bazı hadiseler onda sadece Kur’an ile yetinme fikrinde kişilerin olabileceği fikrini uyandırmıştı. Bu konuda İrbad b. Sariye şöyle der: Resulullah ile Hayber’de beraber konakladık. Yanında sahabeden bazıları vardı. Azgın bir inkarcı olan Hayber Melik’i Nebi’ye gelerek ‘Ey Muhammed! Develerimizi kesmeye meyvelerimizi yemeye ve kadınlarımızı dövmeye ne hakkınız var?’ dedi. Resulullah sinirlenerek ibn Avf’ı çağırarak: atına bin ve git Müslümanları çağır. ‘ buyurdu. Namazı kıldırdıktan sonra ayağa kalkarak oradaki Müslümanlara ‘ 98 99 Ebu Davut, es-Sünen, Mısır, 4606, 1950 Kırbaşoğlu, a.g.e. s., 162-165. 29 yoksa içinizde koltuğuna kurularak Alllah’ın Kur’an’dakiler dışında hiçbir şeyi haram kılmadığını sayanlar mı var? Şuna dikkatinizi çekerim. Ben de bazı şeyleri emreder, yasaklar, ya da tavsiyede bulunurum. Bunlar da en az Kur’an’daki emir ve yasaklar kadar bağlayıcıdır. Şüphesiz Allah izinsiz olarak ehli kitap olanların evlerine girmenizi, kadınlarını dövmenizi ve borçları ödedikleri taktirde de meyvelerini yemenizi haram kılmıştır.’100 buyurdu. Muhtelif devirlerde yalnızca Kur’an ile yetinme fikrinde olan bir cereyan zaman zaman görülür. Hatta bir gurubun bütün ahad haberleri inkar edip Kur’anı anlayışlarına göre ve akıllarına uygun şekilde tatbikata yöneldikleri ve neticede şu ayete dayanarak şarabı mubah kıldıklarını müşahade ediyoruz: İnanıp iyi işler yapanlara bundan böyle (kötülüklerden) korunup inandıkları ve iyi işler yaptıkları, sonra (yasaklardan) korunup (onların yasaklığına) inandıkları ve yine korunup iyilik ettikleri takdirde (daha önce) yediklerinden ötürü bir günâh yoktur. Allâh güzel davrananları sever. 101 İşte bunlar ve bunun gibiler hakkında Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Sakın ha , sizi koltuğuna yaslanmış benim emir ve yasaklarıma ait bir şey kendisine ulaştığı vakit biz (Kur’an’dan başkasını bilip) ona uymayız. Allah’ın kitabında ne bulmuşsak ona uyarız derken bulmayım.102 Şatıbi Kur’an ile yetinme fikrine sahip olanların sünnetten ayrılan nasipsiz kişiler olduğunu söyledikten sonra, bit at ehlinden bir çoğu hadisi terk edip Allah’ın kitabını tevile uygun olmayacak şekilde tevil ederek hem kendiler i sapıttı, hem de başkaların saptırdılar der.103 Ebu Davut, İmare 32. Maide 5/93 102 Ebu Davut, Sünne, 5. 103 Şatıbi, a.g.e., c.IV, s.17,-18. 100 101 30 4.3. KUR’AN İLE YETİNME FİKRİNDE OLANLARIN AYETLERDEN DELİLLERİ VE BUNLARA CEVAPLAR Birinci delilleri: Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır.104 İkinci delilleri: Açık kanıtları ve Kitapları. Sana da o Zikr'i indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, tâ ki düşünüp öğüt alsınlar.105 Bu ayetler Kur’an’ın din ile ilgili her şeyi kapsadığını, hükümlerin her şeyi açıklayıp aydınlığa çıkardığını belirlemektedir. Öyle olmasa Kur’an’ın atladığı bir çok şeylerin olduğu ve her şeyi açıklamadığı hususu ortaya çıkar ki bu da Allah’ın bildikleriyle çelişir. Bunun ise düşünülmesi mümkün değildir. Bu bakımdan dini hükümler koyacak ve onu açıklayacak sünnet gibi bir şeye ihtiyaç yoktur. Üçüncü delilleri: O Zikri (Kitap)ı biz indirdik biz; ve O'nun koruyucusu da elbette biziz!106 Ayeti de Kur’an’ın özellikle kendisi (Allah ) tarafından korunacağını sünneti zikretmeden belirtmiştir. Eğer sünnet Kur’an gibi hüccet olsaydı onun da korunmasını alırdı. Delil olarak gösterdikleri ayetlere verilen cevaplar : Birinci delillerinde geçen ‘kitap’ tan maksat levhi mahfuzdaki Kur’an’dır. Her şeyi ihtiva etmiş, mahlukatın bütün hallerine büyüğü küçüğü geçmişi, geleceği ve o andaki durumuna bütün tafsilatı ile şamildir. İkinci olarak ayetten delillerine ise şöyle cevap verilir: kur’an dinin usul ile ilgili yönünün yanı sıra genel hükümlerin ilkelerini kapsamaktadır. Bunların bir kısmını açıklıkla belirlerken diğer bir kısmını açıklamasını Hz. Peygamber’e bırakmıştır. Şüphesiz Allah, Hz. Peygamber’i insanlara dinlerini açıklamak için göndererek ona uyulmasını zorunlu kıldı. Hz. Peygamber’in ahkamı açıklaması bir bakıma Kur’an’ın açıklamasıdır. Şu halde delil olarak öne sürdükleri bu ayetten murad, şeriatın bütün hüküm ve asıllarıdır. Yoksa onların teferruatı değildir. Bunları sünnet ortaya koymuştur. Üçüncü olarak ayetten delillerin şöyle cevap verilir. Delil olarak öne sürdükleri bu ayetteki zikrin muhafazasından maksadın sünnet olmayıp sadece Kur’an olduğu 104 Enam, 6/38. Nahl 16/44 106 Hicr 15/9 105 31 söylemek hatalı bir istidlaldir. Çünkü zikirden murad şeraittir. Onun kaynağı ise Kur’an ve sünnettir. Zikirden murad kitap ve sünneti ihtiva eden vahiydir. Kuran sünnete zikir ismini vermiştir. 4.4. KUR’AN İLE YETİNME FİKRİNDE OLANLARIN HADİSLERDEN DLİLLERİ VE BUNLARA VERİLEN CEVAPLAR ‘Siz benden gelen hadisi Kur’an’a arz ediniz. Şayet onda aslını bulutsanız onu alınız aksi halde onu reddediniz.’ 107 ‘Ben ancak Allah’ın kitabında helal ettiğini helal eder Kitabında haram ettiğini de haram ederim.’108 ‘Benden hadis rivayet edecek, kurana uygunsa bendendir. Kurana muhalif ise benden değildir. 109 Bu delillere verilen cevaplar şöyledir. Aslı bilinmek şartı ile olsun ister kavli olsun ister fiili Hz. Peygamber’in hadisinin hüccet olduğunu inkar eden küfre girer. İslam dairesinden çıkar. Yahudi, Hıristiyan ve kafir fırkalardan biriyle haşrolunur. Kur’an şeriatın kaynağıdır. Bütün hükümler ona döner. Ancak bütün hükümleri tafsilatıyla açıklamayı kendisi yapmaz. Sünnete ictihada yer bırakır. Kur’an umumi ahkam kurallarını ve dinin temelini ihtiva eder. Kur’an’da ahkamla ilgili ayetlerin bazısı açıktır, bazısının açıklaması da Resulullah’a bırakılmıştır. Allah, elçilerini şeriatını açıklamak için göndermiş ve onlara itaati de farz kılmıştır. Resulullah’ın ahkama dair bütün açıklamaları Kur’an’ın açıklamasından ibarettir. Kur’an, sünnet, icma ve kıyastan biriyle elde edilen ahkam Allah kitabının hükümlerindendir. İster nass ister işaret yönünden olsun aynıdır.110 Delil oluş açısından kuran ile sünnet arasında bir fark Ebu Muhammed İbn Hazm, İhkam ,c.II, s.76. Şafi, a.g.e., s.224. 109 Sünenu’d- Darakutni, IV, 208. 110 Mustafa Sıbai, es-Sünnetü ve Mekanetüha fi’t-Teşrii’l-İslami, el-Mektebetü’l-İslami, s. 153- 155 107 108 32 yoktur.111 Ancak şeriat hükümlerinin çoğu sünnetle sabit olmuştur. Kur’an’daki hükümler ise genellikle mücmel ve külli kaideler şeklindedir. 112 4.5. SÜNNETİN SADECE O GÜNÜN İNSANINA YÖNELİK OLDUĞU İDDAASI sünnetin sadece o günün insanına yönelik olduğu iddiası dayanaktan yokundur. Sünnette yer alan bazı hükümlerin belli ibadetlere, belli şartlara bağlı olduğu malumdur. Aynı şey kur’an için de söz konusudur. Hz. Peygamberler hayatta iken bile, sahabilerin bazı emirleri farklı şekilde anlayıp uyguladıklarına dair bir çok örnekler vardır. Bunun yanında önceki durumla mukayese edilmeyecek kadar çok hükmün ise peygamberlik süresi içinde farklı zaman ve yerlerde aynı şekilde uygulandığı görülmektedir. Zamanın ilerlemesi veya kültürel ortamın değişmesi bunların uygulama şekillerinde değişikliğe yol açmıştır. Örnek olarak Medine dışına gönderilen görevlilere verilen talimatları zikredebiliriz. Bunlarda mekan ve ona bağlı olarak değişen kültürel ortamın değişmesi sebebiyle bir değişiklik yapılması söz düşünülmemiştir. Özellikle yazılı bir kültüre sahip olduğu bilinen Yemen’e gönderilen görevlilere ildirilen talimatlar zikredilmeye şayandır. Şu halde Müslümanlığın 23 yıllık uygulama süresi olan asrı saadetteki bu vakıa belirleyici olmalıdır. dolaysıyla bütün insanlığa gönderilmiş ve kıyamete kadar baki kalacak son din islamın Kur’an ve sünnette yer alan hükümleri asrı saadette farklı coğrafyalarda aynı şekilde uygulandığı gibi ileriki asırlarda da aynı şekilde geçerli olmalıdır.113 bazılar Kur’an’ın bütün ahkamı ihtiva ettiğini, sünnete ihtiyaç duyulmadığını, dolaysıyla subuti zanni olduğunu ileri sürerek sünnetin hüccet olamayacağını ileri sürerler. Çağdaş yazar Muhammed Tevfik Sıdkı: ‘İslam tek başına kurandan ibarettir’ başlığı altında yayınladığı bu tezi savunmuştur.114 İslamda kurandan sonra ikinci delil olan sünnet, islamı anlama ve yaşamada ümmeti Muhammedin güvencesi, yegane örneği ve tek yoludur. Bu sebepledir ki ne 111 112 Nahl 16/44-99 Abbas Mütevfelli Hamade, Es-Sünnetü’n-Nebeviyye Ve Mekan-ı Teşri,s.141-142. Kahire, 1990. Abdullah Aydınlı, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, TDV yay., İst. 2002. s.151 114 Sıbai,a.g.e., s.153, 1978. 113 33 takva gerekçesi ile ne de ihmal ve tembellik neticesinde sünnet dışında yaşamaya çalışmak ümmet olmakla bağdaşmamaktadır. Zira ‘Peygamberler mü’minler için öz nefislerinden önce gelir’115 onun hayatı, sözleri, tavsiyeleri, tebşir ve sakındırmaları kendine duyulan sevgiye dayalı olarak, mü’minlerin hayatında büyük bir hüsnü kabul görecektir. Peygamberler i dikkate almadan Müslüman olunamayacağı gibi onun sünnetine rağmen veya sünneti dikkate almadan da müslüman olunmaz. Sünnet, Hz. Peygamber’in ortaya koyduğu hayat modeli, islamın pratik örneği iken, onu mü’minler için örnek olmaktan çıkarmaya din için delil olmaktan uzak tutmaya çalışan düşünce ve beyanla, Peygamber’e rağmen peygambersiz bir Müslümanlık hayalidir. 116 4.6. ‘KUR’AN İSLAMI’ SÖYLEMİNİN TARİHİ GERÇEKLERE AYKIRILIĞI Hz. Peygamber’in sünnetinin bir tarafı salt Kur’an metnine dayalı bir İslam anlayışı oluşturma düşüncesi ve bunun ‘Kur’an İslam’ı’ gibi bir takım söylemlerle dile getirilmesi Kur’an’ın nazil olduğu 23 yıllık tarihi geçekler ile Peygamberin ve nebevi sünnetin içerisinde yaşanılan gerçeklikteki konuma açısından bakıldığında hiçbir anlam ifade etmemektedir. Çünkü Hz. Peygamber’i bir postacı gibi Kur’an’ı insanlara tebliğ eden Kur’an’ın lafızları doğrultusunda amel eden bizim gibi bir insan konumuna düşürür. Böylesine bir düşünce Allah’ın kendisine yüksek otorite verdiği Peygamberler i ve onun yaşam tarzını göz ardı etmektir ki bu zaten Kur’an’ın temel prensibine aykırıdır. Halbuki Hz. Peygamber’in içerisinde yaşadığı gerçeklikteki konumu ve onun sünneti, o dönemin mü’minleri arasında örnek alınacak bir vasıfta idi ki Kur’an da mü’minlere bunu tavsiye etmiştir. Zira gerek Hz. Peygamber döneminde gerekse onun ölümünden sonra sahabe bir problemle karşılaştığı zaman aklına gelen ilk şey Hz. Peygamber’in bu konuda uygulaması olup olmadığıydı. Yani Hz. Peygamber’in sünneti idi. Sahabe dini konudaki bir hükmü ya Hz.Peygamber’den nakledilen bir hadis nakledilip nakledilmediğini sorarak veya lafız yada mana olarak rivayet edilen bir metin olmadan onun sünneti olması ile de yetinerek hareket ediyorlardı. Hz. Peygamber’in 115 116 Ahzab 33/6 İ. Lütffi Çakan, Antınoluk Dergisi, Ekim, 1990, s. 6. 34 sünneti ve islamın temel hükümleri bu şekilde nesiller boyu tevatür yoluyla nakledilmişlerdir. 117 4.7. SÜNNET’İN VAHİY SAYILAMSINA KARŞI ÇIKANLAR. Bu görüşün sahipleri, sünnet vahiy eseri değildir derler. Fakat görüşlerini ciddi bir esere isnad edemezler. Sünnetin vahiy sayılmasına kısmen karşı çıkan Suphi esSalih, Ebu Beka’nın Külliyat’taki ve İbn Hazm’ın ihkam adlı açıklamalarında sünneti vahiy olarak kabul edişlerini mübalağa olarak nitelendirmekte, ilahi vahiy ile hadislerin, ayrı mütalaa edilmeleri gerektiğini savunmaktadır. Hz. Peygamber’in de bizzat bu ayırımı tatbik ettiğini söyleyen Suphi es-Salih, Şafi’nin ‘hikmet sünnettir’118 prensibini delil olarak kabul etmektedir. Sünnetin vahiy olup olmadığı noktasında aşırı gidenler olduğu gibi orta yolu tutanlar da vardır. Bu meselede mutedil sayılabilen, Abdu’l-Azim ez-Zerkani’nin vahiy ile ilgili taksimi biraz daha farklı görüşe sahiptir. Bu alim ‘Hadislerde vahiy unsuru görüldüğü gibi insani bir unsur da görülür’ demektedir. Hadis nebeviler bazen vahiy yoluyla bir imla bazen de peygamberin benliğinde bir parıltı, bir tecelli şeklinde meydana gelir. Aynı zad, burada bahis mevzuu olan vahyi celi ve hafi kısımlarına bölmektedir.119 Bu ve benzeri aşırı yaklaşımlar, karşı aşırı yaklaşımları doğurmakta ve bu kez sünneti tamamen dışlayan, onu kaynak ve örnek uygulanma olarak gören, ona tamamen tarihsel gözle bakan, sadece Kur’an ile yetinmek gerektiğini savunan iddialar ortaya çıkmaktadır. 120 Sünnetin dinde şer’i bir delil olup olmayacağı konusunda eskiden beri süregelen tartışmaların varlığı bu sevdada olan insanları ilzam edici hadislerin varlığı Mustafa Ertürk, İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, s. 230, T.DV.Y. İst. 2002. 118 Şafi, er-Risale, s.78. 119 Muhammed b. Abdü’l-Azim Zerkani, Menahilü’l- İrfan fi ulumi’l-Kur’an, s. 60, Beyrut 1943 120 Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 144, 146. 117 35 sırf bunun hadislerin yazılması böylesi ekollerin mevcudiyeti,121 bu iddeaların zaman içerisinde ciddiye alındığını gösterir. Sünneti bir tarafa atıp sadece Kur’an ile yetinme imkanı yoktur. 122 zira şeri hükümlerin çoğu sünnetle sabit olmuştur. Sünnet, Kur’an’ın bir şerhi, açıklaması ve açılımı olması itibariyle onun tamamlayıcısıdır. Sünnet, bu yeri hem peygamberlik makamının tabii bir gereği olarak hem de Kur’an’ın tefviz ve tasvibi ile almıştır. Nitekim İmam-ı Şafi, ‘ Resulullah ‘dan kabul eden Allah’ın farzı ile kabul etmiştir.’123 der. İbn Teymiyye bu konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır. ‘hiç kimse Hz. Peygamber ve onun götürdüğü hakikatlere inanmadıkça ve ona iç ve dış alemiyle uyup bağlanmadıkça Allah’a dost olamaz bu itibarla Allah’a sevgi ve dostluğu iddia edip de Hz. Peygamber’e ve onun sünnetine tabi olmayan kimse Allah’ın dostlarından değildir. Bilakis ona muhalefet edenler Tanrının düşmanı şeytanın öz arkadaşı olurlar.124 Tusi, itaat kavramı ile ilgili olarak şöyle demektedir.: taat emre uymak demektir. Allah’a itaat onun emir ve yasaklarına uymak, Peygambere itaat de aynı şekildedir, onun emirlerini yerine getirmektir. 125 Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. kim yüz çevirirse biz seni onların üzerine bekçi olarak göndermedik.’ 126 ayeti bu gerçeği vurgulamaktadır. Demek oluyor ki, Kur’an açısından bakıldığında Allah’ı sevdiğini ileri sürmek işi için yeterli olmamaktadır. Aynı zamanda Hz.Peygamber’e ve onun sünnetine uymak gerekmektedir. Bir insan öncelikle Hz. Muhammed’in Peygamber olduğunu kabul etmeli ki Kur’an’a uyabilsin. Bu nedenledir ki kur’an Müslüman olmayanlara çağrısında ‘Allah’a ve Peygamber uymayı’ daima beraber zikretmektedir. Kur’an’ın Allah’a ve Peygambere itaat çağrısı Müslüman olmayanlara olduğu gibi Müslümanlara da yöneltilmiştir. Ey inananlar, Allah'a itâat edin, Elçiye ve sizden Kırbaşoğlu, a.g.e. s. 135. Yusuf el-Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, s.96. 123 Suyuti, miftahu’l Cenne,s. 42. 124 İbn Teymiyye, a.g.e. s.21. 125 Denizkuşları, a.g.e. s. 14. 126 Nisa, 4/80. 121 122 36 olan buyruk sâhibine itâ'at edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız -onu Allah'a ve Elçiye götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.127 4.8. SÜNNETİN İSLAM TEŞRİİNDEKİ YERİ VE GÜCÜ İslam’da kanun koyma teşri Allah ve Resulullah’ ait bir salahiyettir. Sünnet kendi başına müstakil kanun ve düsturlar manzumesi değildir. O Kur’an ve islami bir fiil yaşayarak tebliğ eden bir peygamberin yine Kur’an’a dayanan yaşayışı ve beyanlarıdır. Kur’an üslup ve metot itibariyle teferruata dalamaz, kısa hatta mücmel beyanlarla yetinir. Tafsilat ikinci derecedeki şari’ durumundaki Hz. Peygamber’e verilmiş bir vazifedir. Peygamberimiz hem beyan edecek hem o hükmü ve o akideyi yaşayacak, hem etrafına gösterecek ve hem de inanan zümrenin ve topluluğun fiilleri ve maddi- manevi şahsiyetlerini temizliğe tavsiyeye kavuşturacak cemiyeti ideal ve mükemmeliyete eriştirecektir.128 İslam hukuk siteminde hadislerin teşrii kaynağı olduğu görüşü ayet ve hadislerden çıkarılmaktadır. Bu iki kaynakta Allah ve onun emirlerine itaatle resulü ve onun emirlerine bağlanma zikredilmektedir. Bu iki itaat kaynağından islamın müdevven kanunları sudur etmektedir. Sünnetin de ilahi kaynaktan sudur ettiği şu hadisle sabittir: Bana Kur’an ile birlikte bir onun kadarı daha verildi.129 Usulcüler, sünnetin teşri kaynaklarından ikinci bir kaynak olduğu kabul ederler. Mücdehit, kendisine arz edilen vakanın hükmünü beyan eden bir nassı Kur’an’da bulamazsa sünnete müracaat eder. 130 ima-ı Şafi’nin dediğine göre peygamber ancak Allah’ın helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılmış ve öyle tebliğ etmiştir.131 Hz. Peygamber, elçi olarak en önemli görevinin ümmetine ilahi mesajı tebliğ etmek olduğu şu ayetle belirtilir; “Ey Peygamber, Rabbin tarafından sana tebliğ 127 Nisa 4/59. Denizkuşları, a.g.e. s.23. 129 Ebu Davut, es-Sünne, 5. 130 Hüseyin Hamid Hasan, Usul-u fıkh, s. 282. Kahire, 1970 131 Şafii, a.g.e. , s.21. 128 37 edileni en güzel şekilde tebliğ et.”132 “Ben ancak Allah’dan ve gönderdiklerinden tebliğ yaparım.”133 sünnetin teşri kaynaklarından ikincisi olduğuna dair hadislerden birkaç örnek verebiliriz. Resulullah, Muaz’ı yemene göndereceği zaman ‘ne ile hükmedeceksin? Diya sorduğunda , Muaz,. Allah’ın kitabıyla cevabını vermiş. Resulullah ya onda bulamazsan deyince Muaz: Resulullah’ın sünneti ile demiş. Onda da bulamayınca ictihad edeceğini belirtmiş. Hz. Ömer Küfe’ ye gönderdiği Şüreyh’ e yazdığı mektubunda şöyle dedi: Allah’ın kitabıyla hükmet şayet onda bulunmayan bir mesele ise Allah resulunun sünnetine göre hükmet.134 Abdullah b. Ömer, Basra fukahasından Cabi b. Zeyd’e ‘ Ancak kur’an ve sünnetle fetva ver, başka türlü hareket edersen sen de helak oplursun , başkalarının da helakine sebep olursun.135 demiştir. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer kur’an’da bulamadıkları meseleyi sünnette arar ona göre hüküm verirlerdi.136 132 Maide 5/67. Cin 72/23. 134 Ebu Yusuf en –Nemevuri İnb Abdil Berr, Camiu’ul Beyan-ı İlm,.314, Medine 1968. 135 Suyuti, Miftahu’l Cenne, s.76. 136 Abdul Kerim Zeydan, el-Veciz fi Usuli’-Fıkh, s.174. İst. 1979. 133 38 BEŞİNCİ BÖLÜM 5. HZ. PEYGAMBERİN HÜKÜM KOYMA YETKİSİ 5.1. SÜNNET’İN ALLAH ADINA BEYAN OLMA DEĞERİ Resulullah, kendisine verilen yetkiye dayalı olarak Allah adına beyanda bulunabilmektedir. Bu bağlamda hüküm koyma yetkisi yalnız Allah’a ait olmasına rağmen Resulullah da ‘şari’ kapsamına mecazen de olsa girmektedir. Resulullah’ın mecazen de olsa hüküm koyma yetkisine sahip olup olmadığı muhtelif tartışmalar vukua gelmiştir. Şatıbi, sünnetin mana bakımından sonuç itibariyle Kur’an’a raci olduğunu savunur ve sünnetin müstakil teşri kaynağı olmadığını, sünnete yer alan şöyle ya da böyle Kur’an’a bir aslının bulunduğunu söyler. Bunun tabii sonucu olarak da sünnet, dikkate alma bakımından kur’an’dan sonra gelir ve sıhhatinin tesbiti konusund a Kur’an’a ters düşmemesi şartı aranır. 39 Çoğunluk alimler ise, Resulullah’ın böyle bir yetkisinin olduğunu savunmaktadır. Mesela Şevkani, sünnetin müstakil teşri kaynak olmasının dini zaruret olduğunu bun sadece İslam dininden nasibi olmayanların karşı çıkacağını söyler. 137 Ali o. Koçkuzu, , ise şöyle der: insanları cenabı Hakk ile tanıştıran ilk ve tek kaynak Hz. Muhammed’dir. Onun peygamberliği tastik edildikten sonra fertler ve ilim artık ona teslim olacaktır. Onun koyduğu hüküm hükümdür. Haram kıldığı haram , helal kıldığı helaldir. Sonuç olarak şunu diyebiliriz: peygamberimiz dinimizde şaridir. Haram ve helal tespit eder. Bizler için zorluk ondan gelen haber ve hadisin gerçekliğinin tespitinde ortaya çıkmaktadır. 138 Kanaatimize göre fakihin hiçbir zaman hüküm koyma yetkisi yoktur. Hakim ya da şari, sadec ve sadece Allah’tır. 139 Buna Resulullah’ın dahi hakikat anlamda ortaklığı yoktur. Hem dinin sahibi de Resulullah değildir. Din ancak Allah’a aittir. belik şeriatları peygamberler yad kavimlere nisbet etmek doğru olabilir. Müctehid için hüküm koyma değil, hükmü ortaya çıkarma yetkisidir. Resulullah’ın dolaysıyla sünnetin teşri yetkisi yoktur diyenlerin kastettikleri işte bu olup, onun ibtidaen bir tavırla ihdas anlamına gelen hüküm koyma yetkisi yoktur demektir. Yoksa ayetten murad-ı ilahinin ne olduğunu beyan etme, ortada bulunan ve bizce bilinmeyen şeyleri hükmü belli iki uca katma cüzileri asıllara kıyas yolu ile katma, külli esasları örneklendirme şeklinde onlara açıklık getirme gibi yolara faaliyette bulunması elbette ki inkarı kabul olmayan bir hakikattir. Hiçbir kimsenin Hz.Peygamberin bu tür faaliyette bulunduğunu inkara kalkışması zaten mümkün değildir. Resulullah’ın vahiy dışı kalan tasarruflarında ulema onun varisi konumundadır. Eğer Resulullah’ın vahye müstenid olmadan müstakil olarak hüküm koyma yetkisi var idiyse, bunun ona halef olan müctehidler için de aynen söz konusu olması gerekir. 140 Öbür taraftan biz itibar bakımından sünneti kur’an’dan sonra gelen ve ona raci olan ve Muhammed b. Ali Şevkani, İrşadü’l Fuhul, s.29. Ali Osman Koşkuzu, Rivayet İlimlerinde Haberi Vahitlerin İtikat Ve Teşri Yönünden Değeri, Ankara, s.107, 1998. 139 Enam 6/57 140 Şatıbi, Muvafakat, c.II, s.249. 137 138 40 kaynağını onun onayı ile almış ikincil bir kaynak olarak kabul etmezsek, sıhhati sabit ileri sürülen hadislerin şayet Kur’an’a ters halinde Kur’an vahyine eş değerde sayılacakları için gerçek anlamda ona bir tearuz oluşturacaklarını kabullenmiş oluruz. Bunun için halen elimizde mevcut hadis külliyatının sahipleri zayıf ve uydurmasından ayırabilmekte imkanına sahip olduğumuz bir kıstası kaybetmiş olacağız. Bütün bunların içinden çıkılmaz sonuçlar doğuracağı açıktır. Zira bizzat Kur’an Resulullah’ın tefsiriyle Allah’dan alınan bir yetkiye dayanmadan helalleri haram, haramları da helal kılmaya Rablik olarak nitelemekte 141.ve bunu uluhiyyete ters görmektedir. İki rabli bir şeriatın olmayacağı açıktır. Bu arada yüce Allah’ın Hz. Peygamber’i sırf kendisi ile ilgili konularda uyardığı ve eşlerin rızasını gözeterek Allah’ın sana helel kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun Allahbağışlayandır acıyandır’ buyurduğunu hatırlarsak herkei yükümlülük altına sokacak bir tasarrufa girişmesi halinde uyarılacağı ve buna imkan verileceği aşikar olacaktır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Resulullah ve ona halef olan müctehitlerin vahiyden gerçek anlamda bağımsız olarak hüküm koyma yani teşri yetkileri bulunmaktadır. Bu yetki ancak Allah’a aittir ve hakikat anlamda şari ancak ve ancak Yüca Allah’dır. Hz. Peygamber ve müctehitleri gerçek anlamda vahiyden bağımsız olarak nitelemek hem yanlış hem de sakıncalar içermektedir.142 5.2. HZ. PEYGAMBERİN HAKEMLİĞİ VE VERDİĞİ HÜKÜMLERİN KABULU Yüce Allah, Hz. Peygamber’ izaha muhtaç ayetleri beyan etme yetkisi verdiği gibi onun hakemliğini ve verdiği hükümlerin kabulünü de vurgulu bir şekilde öngörmüş, bunu imamın gereklerinden saymıştır. Bu durumda onun Kur’an’ın dışında hüküm koyma yetkisine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Onun verdiği hükümler hiç şüphesiz ki vahyin kontrolü altında idi. Nitekim onun bazı küçük yanılgıları bile vahiy ile tamamen düzeltiliyor, ve ikaz ediliyordu. Bu yüzden onun verdiği hükümlerin tamamı vahyin tastikinden geçmiş oluyordu. Şimdi genel olarak ise Hz. Peygamber’in 141 142 Tevbe 9/31 Mehmed Erdoğan, Vahiy Akıl Dengesi Açısından Sünnet, s. 239. 41 hüküm verme yetkisini ve verdiği hükme razı olmanın gerekliliğini dile getiren ayetleri görelim. Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme, içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyle teslim olmadıkça inanmış olmazlar.143 Görüldüğü üzere ayeti kerimede insanlar arasındaki ihtilafları Hz. Peygamber’e getirmeleri ve onun getirdiği hükme tam bir teslimiyetle teslim olmaları ve o hükmü gönülden kabul etmeleri istenmekte ve aksi davranışta bulunanların imanlarının geçersiz olacakları buyurulmakta bu uyarı ayrıca yemin ile pekiştirilmektedir. Evlerinizde oturun, ilk câhiliye(çağı kadınları)nın açılıp kırıtması gibi açılıp kırıtmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itâ'at edin. Ey Ehl-i Beyt (ey peygamberin ev halkı), Allâh sizden, kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. 144 Bu ayette de ‘Allah ve resulü bir şeye hükmettiği zaman’ ifadesi Allah yanın da Hz Peygamberin de hüküm koyma yetkisine sahip olduğunu ortay koymakta onlara verdiği hükme uyulması ve başka bir ihtimalin sapıklık olacağı ifade edilmektedir. Ey inananlar, Allah'a itâat edin, Elçiye ve sizden olan buyruk sâhibine itâat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız -onu Allah’a ve Elçiye götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir. 145 Bu ayette müminlerin aralarında çekişip durdukları konularda hükmü Hz. Peygamber’e terk etmeleri, Allah’a ve Ahiret gününe inanmakla eş değerde tutulmaktadır. 143 Nisa 4/65 Ahzab 33/36 145 Nisa 4/59 144 42 Bu ayeti tefsir ederken Ebussuud şunları söylemektedir: bu ayet gereğince şer’i hükümler üçtür. Kitap ile sabit olanlar, sünnet ile sabit olanlar, bir de bu iki ana kaynağa irca ile sabit olanlar.146 Elçinin, aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Elçisine çağırıldıkları zaman inananların sözü ancak: "İşittik ve itâ'at ettik" demeleridir. İşte umduklarına erenler bunlardır, bunlar. 147 Görüldüğü gibi bu ayette de Allah Resulunun verdiği hükme razı olunması Yüce Allah tarafından istenmekte ve bu durum Allah’a ve ahiret gününe inanmakla irtibatlandırılmaktadır. Bu ayette geçen Allah’a çağrılmak Kur’an’a Resul’e Çağrılmak da sünnete çağrılmak demektir. 5.2.1. HZ. PEYGAMBER’İN VERDİĞİ HÜKME RAZI OLMAYANLARIN DURUMUNU İFADE EDEN AYETLER Kim de Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelir, O'nun sınırlarını aşarsa, Allâh onu, sürekli kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azâb vardır. 148 Nankörlük edip, (Allâh'ın) Elçi(sin)e karşı gelenler, o gün yerin dibine geçirilmeyi isterler ve Allah'tan hiçbir söz gizleyemezler. 149 Kim Elçi'ye itâ'at ederse Allah'a itâ'at etmiş olur. Kim de yüz çevirirse (bil ki), biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. 150 Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Elçi’ye karşı gelir ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir orası! 151 Ebus’s-Suud, Muhammed b. Muhammed el-İmadi, İrşad ü akli Sahafiyye, Osmaniye, c.III, İstanbul, 1308, s.363. 147 Nisa 4/51 148 Nisa 4/14 149 Nisa 4/42 150 Nisa 4/80 151 Nisa 4/115 146 43 Bilmediler mi ki kim Allah'a ve Elçisine karşı koymağa kalkarsa onun için sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte, büyük rezillik budur. 152 Benim yapabileceğim sadece Allah'tan (bana vahyedilenleri) size duyurmak ve O'nun elçilik görevlerini yerine getirmektir. Artık kim Allah'a ve Elçisine baş kaldırırsa, ona içinde sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır. 153 Hz. Peygambere itaati emreden ve ona karşı gelmeyi yasaklayan bu ayetler, ona itaatin isteğe bağlı değil, zorunlu olduğunu keşsin bir şekilde ortaya koymaktadır.bu da elbette ki ona inanmanın ve onu Allah’ın buyurduğu gibi en güzel örnek olarak kabul etmenin zorunlu bir sonucudur. 5.2.1.1. HZ. PEYGAMBERE HELAL VE HARAM KILMA YETKİSİNİN VERİLMESİ Hz. Peygamber hüküm verirken bazen doğrudan doğruya bir ayete dayanmış bazen Kur’an dışı bir ayete isnat etmiş, bazen de dinin ruhuna en iyi hakim olan zat olarak kendi ictihadı ile hareket etmiştir. ama her halukarda onun peygamberlik görevi ile ilgili bütün tasarrufları vahyin kontrolünden geçmiştir. Hz. Peygamber’in Kur’an’da olmayan hususlarda vermiş olduğu hükümlere örnek olarak, beş vakit namazın zamanı, rekatları, nasıl kılınacağı, vitir namazının vacip oluşu, namazlarda Kabe’den önce Beyt-i Makdis’e yönelme, orucu bozan ve bozmayan şeyler, kimlere zekatın farz olduğu, miktarı, şer’i boşanmanın şekli, diyetlerle ilgili bir çok hükümler, içki içmenin cezası, hırsızın hangi miktarda ceza yaparsa cezalandırılacağı, hayızlı kadının namaz kılmaması, büyük annenin mirası gibi hususlardır.154 Hz. Peygamber genel olarak tatbikatta ortaya çıkan konularda hüküm koyma yetkisi verildiği gibi, Kur’an’da bulunmayan hususlarda da ayrıca hüküm koyma yetkisi verilmiştir. Nitekim aşağıdaki ayetler bu hususu açık bir şekilde ifade etmektedir. 152 Tevbe 9/63 Cin 72/23 154 Mevlüt Güngör, Sünetin Dindeki Yeri, Ensar neşriyat, İstanbul 1997, s. 66. 153 44 O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri harâm kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O'na inanan, destekleyerek O'na saygı gösteren, O'na yardım eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felâha erenler onlardır.155 Bu ayette dikkati çeken husus, o peygamber kendine temiz şeyleri helal kılıp, pis şeyleri haram kılar, ifadesi ile Yüce Allah’ın helal kılma ve haram kılma yetkisini, doğrudan doğruya Hz. Peygamber’e izafe etmesidir.bunu teyit eden bir başka ayette de şöyle buyurulmaktadır. Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allâh'ın ve Elçisinin harâm kıldığını harâm saymayan ve gerçek dini din edinmeyen kimselerle, küçül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın. 156 Aynı şekilde bu ayette de Yüce Allah, haram ve helal kılma yetkisini kendisinden sonra Resulüne izafe etmektedir. İşte bu ayetleri görmezlikten gelmek ve tek hüküm koyucunun Allah olduğunu söylemek aksi bir durumu ise anonim bir şirkete benzetmek gibi bir anlayışın Kur’an’a dönmek gibi bir slogan ile hiçbir alakası yoktur. Aksine böyle bir anlayışın Kur’an’a dönmek değil, Kur’an’ı devre dışı bırakmak, onun anlaşılması üzerine set çekmek, ve Kur’an’a istene bütün düşünceleri söyletmek isteyenlere yardım yolunda atılan bir adımdan başka bir görüntüsü olmadığını düşünüyoruz. Hz. Peygamber hüküm koyarken, bu hükümleri kendi kafasından koymamıştır. Resulullah’ın KurA’an ışında onda olmayan hükümleri koyması da elbetteki bir vahyin mahsülüdür ve Hz. Peygamber’in bu noktada koymuş olduğu hükümler ‘ o size temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar’157 ayetine racidir. Nitekim Hz.Peygamber bir hadisinde: Haberiniz olsun! Bana bir kitab ve bir o kadar da sünnet verildi. Haberiniz olsun rahat koltuğu üzerinde karnı tok bir halde 155 Araf 7/157 Tevbe 9/29 157 Araf 7/157 156 45 kurulmuş kişinin , ‘Bu Kur’an’a sarılın. Onda nelere helal denmişse onları helal edinin nelere de haram denmişse onlara haram edinin’ diyeceği zaman yakındır. Haberiniz olsun ehli eşeğin eti size helal değildir. Yırtıcı hayvanlardan köpek dişli olanlar da helal değildir. Anlaşmalı olanların yitikleri de helal değildir. Ancak sahipleri tarafından ihtiyaç duyulmadan atılan müstesna. Kim bir topluma misafir olarak inerse onu ağırlamaları o topluma gerekli bir görevdir. Şayet misafir etmezlerse hak ettiği miktar kadar onları cezalandırır.’158 buyurmuştur. Hz. Peygamber’in Kur’an dışında koyduğu hükümlerin geçersizliğini iddaa edenlerin diğer bir iddaaları da bu hükümlerin Kur’an’a aykırı olduğu şeklindedir. Elbetteki Hz. Peygamber’in koyduğu hükümlerin Kur’ana aykırı olduğu düşünülemez. Bu noktada yapılan en büyük yanlışlık, peygamberin Kuran’da olmayan bir hükmü ortaya koymasının Kur’an’a aykırılık noktasında ele alınmasıdır. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi Hz. Peygamber’e genel olarak ortaya çıkan bazı konularda hüküm koyma yetkisi verildiği gibi Kur’an’da olmayan hususlarda ona haram ve helal kılma yetkisi verilmiştir. 5.2.1.2.HZ. PEYGAMBERİN TEŞRİİN ÖRNEKLERİ Resulullah’ın kur’an dışında hükümler vazettiği bütün bu açıklamalar ile ortaya çıktıktan sonra onun teşriinden birkaç örnek verelim. Kur’anda zikredildiği gibi ‘ Allah arınanları sever.’ Ve ‘namaza kalktığınız zaman ellerinizi ve yüzünüzü yıkayın’ emri verilmektedir. Bu gayeyi gerçekleştirmek için ihtiyacı giderildikten sonra abdest almakla bedeni ve giysileri temizlemekle ve en azından haftada bir kez yıkanıp Cuma günleri gusletmekle ilgili ayrıntıları açıklayıp beden ve elbisenin nasıl temiz tutulacağı, bizzat Hz. Peygamber kendi yaşantısıyla göstermiştir. Temizlik: İbadeti yerine getirecek temizlikte olmamanın ne anlama geldiği, hangi durumlarda arınılacağı, hangi şartlarda arınmanın gerekmediği ve temizlenmede kullanılacak usul ve ayrıntılar yine Resulullah tarafından bizzat açıklanmıştır. 158 Ebu Davut, 6 (4604) 46 Abdest: Kur’an, namaz için kalkındığında abdest alınması emrettiğinde Resulullah ağzın ve burnun çalkalanması ile burnun temizlenmesinin yüzü yıkamaya dahil olduğunu, kulakların başa ait olmaları nedeniyle ıslak elle baş mesh edilirken abdestin ne zaman bozulduğuna ne zaman bozulmadığına, hangi suyun tamiz, hangi suyun kirli olduğunu açıklamıştır. Miras: Kur’an’da açıklandığı kadarıyla miras hukuku, eğer bir merhum ardından erkek bırakmaksızın yalnız bir tek kız bırakmışsa kız çocuğu mirasın yarsını ikiden fazla kız çocuğu bırakmışsa bunların mirası üçte ikisini alacağını belirtir. 159 ancak iki kız evladın mirası nasıl paylaşacakları Kur’an’da açıklanmamıştır. Bunların ikiden fazla kız çocuklarına benzer şekilde hisse sahibi oldukları Resulullah tarafından açıklanmıştır. Yasaklanan Evlilikler: Kur’an iki kız kardeşin aynı anda evli olmasını yasaklar.160 Resulullah da hala ve yeğenin yahut teyze ile yeğenin aynı anda bir nikah altında tutulmalarının da yasaklanmış olduğunu beyan eder. Hacc: Kur’an hac farizasını genel ifadelerle anlatır. Faka bu yükümlülükten kurtulabilmeleri için mü’minlerin bir yıl mı yoksa ömürlerinde bir kez mi hac yapacakları açıklanmaz. 161 Resulullah bu farziyetin güç yetirenler için hayat boyunca bir kez olduğunu beyan etmiştir. Hırsızlık: Kur’an, hırsızların cezasını zikredip ellerin kesilmesini emreder.162 Ancak ellerin kesilmesi için çalınmış olması gereken minumum miktarı veya değeri belirtmez. Belirli bir değerden az hırsızlık, yahut çocuklar veya fkir kimseler tarafından yiyecek çalınması vb. durumlarda elleri kesilmeyeceğini Resulullah açıklamıştır. Namaz: Kur’an mü’minlere namazın şeklini, zamanını, namazda na okunacağını gibi detaylı bilgileri zikretmeden namazı ikame etmelerini, zekatı 159 Nisa 4/11 Nisa 4/23 161 Al-i İmran 3/97 162 Maide 5/38 160 47 vermelerini, hacı yerine getirmelerini, emreder. Namazın niteliği, şekli namazda ne okunacağı, ve zekatla ilgili en ufak ayrıntıları açıklayan Resulullah’dır. Hac esnasında giyilecek elbiseler ve haccı oluşturacak diğer esaslar, Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır. Hz. Peygamber’in beyanları olmadan mü’minler bu ibadetlerin gerçek niteliğini kavrayamazlar. 5.2.1.3. KANUN KOYUCU VE UYGULAYICI OLARAK HZ. PEYGAMBER Hz. Peygamber Kur’an’ın hükümlerini tefsir etmiş, ve hayatın fiili problemlerine bu hükümlerin uygulanış tarzı hakkında izahlarda bulunmuştur. Kur’an’ın ihtiva ettiği ilahi ahkamın herhangi birini değiştirmemiş, akine onun tefsir ve izah edicisi, olarak hareket edip onu tatbik etmiştir. ilahi hükmün tatbikini gösteren ilk şahıs Resulullah’dır. Allah resulu olması sebebiyle Allah’ın kanunlarının uygulanmasını en iyi bilen de odur. Unun hayt tarzı ve uygulamaları Müslümanlar üzerine bağlayıcı kılınmıştır. Kur’an bu bağlayıcılığı şu ifdelerle açıklar: Kim Elçi'ye itâ'at ederse Allah'a itâ'at etmiş olur. Kim de yüz çevirirse (bil ki), biz seni onların üzerine bekçi göndermedik.’ 163 ve ‘Elçi size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allâh'ın azâbı şiddetlidir.164 Hz. Peygamber in kanunları dünyevi ve uhrevi hayatın her bölüm ve alanını kapsar. Bu şeref dünyada başka bir kanun koyucu veya nebiye değil, yalnızca Hz. Peygamber e atfedilebilir. Hz.Peygamber’in ortaya koyduğu kanun manzumesi bütün gelişim potansiyelini barındırır. Şayet onu yaşama prensipleri olarak kabul eden ilk Müslümanların durumunda olduğu gibi doğru şekilde takip edilirse insanları ilerlemeye ve şerefin doruğuna iletir. Şimdiki Müslümanların ekonomik ve politik alandaki başarısızlıkları Kur’an ve sünnetin kurallarına değil, aksine Müslümanların bu kurallara olan güvenlerinin eksikliğine ve onu hakiki anlamına göre hareket etmemelerine bağlıdır. 165 163 Nisa 4/80 Haşr 59/7 165 Siret Ansiklopedisi, Hz. Muhammed, İnkılap Yay., İst. 1996. s.516. 164 48 Allah teala Kur’an’da Hz. Peygamber’den bahsederken şöyle buyurmuştur.: ‘ O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten men eder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri harâm kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O'na inanan, destekleyerek O'na saygı gösteren, O'na yardım eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felâha erenler onlardır. 166 Bu ayette Allah tealanın Hz. Peygamber’e kanunları hazırlama ve uygulama yetkisi verdiği açıkça ifade edilmiştir. Demek ki kanun hazırlayıcısı ve uygulayıcısı sadece Allah değildir. Allahın emrettiği, yasakladığı, helal ettiği, haram ettiği aynı önemi taşımaktadır. Hz. Peygamber Allah’dan aldığı yetki ile bazı şeylerin gerekli bazı şeylerin gereksiz olduğunu belirtmiş, bu hususta çeşitli kaide ve kurallar meydana getirmiştir. Bunlar, Allah’ın kanunları ve şeriatın birer parçasıdır. Bu ve benzeri ayetlerde Hz. Peygamber’in bir takım kanunları çıkarma ve uygulama yetkisine sahip olduğu açıkça anlatılmıştır.167 Allah teala koymadığı bazı hükümleri ersulu vasıtasıyla koyar. Dolaysıyla resulun koyduğu hükümler Allah’ın koyduğu hükümlerdir.168 Resulullah Allah’ın kitabıyla kanun koymuştur. Yani koyduğu kanunun aynısı Kur’anda yoktur. Bir başka ifadeyle Kur’an nassının olmadığı yerde sünnet kanun koymuştur. Resulullah da ne kanun koymuşsa Allah bizi ona uymaya mecbur etmiş ve ona uymayı kendisine itaat saymıştır. 5.2.1.4. SÜNNETİN KUR’AN’DA YER ALAN BAZI HÜKÜMLERİ NESHETMESİ Sünnet, kitabın müphem, müşkil ve mücmelini açıkladığı ammını tahsis mutlakını takyid etiği gibi cumhura göre nasih ve mensuhu da bildirir. 169 Yani biz nasih ve mensuhu sünnet vasıtasıyla öğreniriz. 170 Sünnetin dördüncü görevi de mütevatir sünnetin Kur’an’ı neshetmesidir. 171 166 Araf 7/157 Mevdudi, a.g.e. s. 236. 168 Şafi, Risale, s. 51. 169 Ebu Zehra, a.g.e. s. 99. 170 Şafi, a.g.e. s.103. 171 Abdulhalik Abdulgani, Huccetu’s Sünne, Beyrut, 1986. s.394. 167 49 Hz. Peygamber kendiliğinden bir ayeti neshedemez. O vahiy ile konuşur. 172 ve vahye tabi olur.173 Öyle ise vahyi nesheder. Sünnet ve Kur’an vahye dayalı oldukları için birbirlerini neshedebilirler. 174 Nesh şeri ahkamın yerleşmesini temin maksadıyla ilahi hikmet gereği gerçekleştirilmiş şer’i bir tasarruftur. Nesh, üzerinde düşündüğümüzde bu uygulamanın islama yeni girenler için gerçekleşmiş olduğunu göreceğiz. Mesela, önceleri kıble Beyti makdise karşıydı. Sonra Kabe oldu. Bunu örnekleri çoktur 175. Eğitim ve öğretimde önemli bir yer işgal eden, nesh kavramının anlamı ve buna dair örnekler üzerinde birkaç söz etmenin yararlı olacağı kanaatindeyiz. Nesh kelimesi lugat manası açısından yok etmek, izale etmek ve ayazmak anlamlarına gelmektedir. Istılahi anlamda nesh, şer’i bir hükmün daha sonra gelen şer’i bir hükümle kaldırılmasıdır. 176 Alimler arasında kitabın, kitabı; sünnetin de sünneti neshi konusunda ihtilaf yoktur. Bazı ayetler, bazılarını neshettiğine dair usul kitaplarında örnekler verilmiştir. Sünnetin sünneti neshi konusunda da, mütevatirin mütevatiri , ahadın ahadı neshetiği kabul edilmiş ve ‘sizi kabir ziyaretinden nehyetmiştim, onları ziyaret ediniz.’ 177 hadisi örnek verilmiştir. Yalnız alimler arasında Ebu Müslim el- İsfehani neshin varlığını inkar eder. 178 Kur’an’ın sünneti ve sünnetin Kur’an’ı neshi hususu ise ihtilaflıdır. İbn Hazm, Kur’an ve sünnetin vahye dayandığını ileri sürerek birbirlerini neshetmelerinin caiz olduğunu savunur.179 Gazali ve Amidi de Kur’an ve sünnetin birbirlerini neshedebileceğini söyler. Bilindiği gibi Hanefiler, mütevatir ve meşhur sünnet ile kitabın neshedebileceği kanaatindedirler. Onlara göre nesh bir hükmün son bulduğu açıklamadan ibaret olunca, 172 Necm 53/3-4 Enam 6/50 174 İbn Hazm, İhkam, c. S. 522. 175 Şatibi,a.g.e. c.IV, s. 78-79. 176 Şatibi,a.g.e. c.II, s. 80. 177 Müslim, Cenaiz, 6. 178 Sıbai, Sünnet, s.394. 179 İbn Hazm, İhkam, c.I, s118. 173 50 kitaptaki bir hükmün sona erdiğini peygamber açıklayabilir.zaten peygamberimizin görevi ilahi hükümleri açıklamak değil midir? Ancak şunu belirtmek gerekir ki sünnet ile nesih, kitabın sadece hükmünde cari olur, nazmında olmaz. Zira sünnet ile kitabın nazmının değiştirme ve ortadan kaldırma caiz değildir. 180 İma-ı Şafi ise sünnetin Kur’an’ı neshedemeyeceğini savunur.181 Netice olarak şunu söylemek mümkündür. Cumhura göre Kur’an’la Kur’an’ın, Kur’an’la sünnetin, sünetle de Kur’an’ın neshi caizdir. Zira her ikisi de vahiy ile gelmiştir. 182 Bunlar çeşitli örnekler verilmiştir. Biz her üçüne sırayla birer örnek verelim.kur’an’da içki yasağı ile ilgili inen ayetler dört tanedir. Birinci ayet: ‘üzümlerden içki ve güzel rızık elde edersiniz.183 İkincisinde: ‘Sana içki ve kumardan soruyorlar. Deki o ikisinde büyük günah vardır. İnsanların bazı faydaları varsa da günahları faydasından büyüktür.184 Üçüncüsü: ‘Ey iman edenler sarhoş iken namaza yaklaşmayın.185 Sonuncusu ise, ‘Ey iman edenler içki kumar , dikili taşlar, şans okları, şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının.186 Buyurulmakta ve dördüncü ayette diğerlerinin hükmü kaldırılarak içki yasaklanmaktadır. Beytul Makdis’in kıble olarak tayini sünnetle bilinmektedir. Ayetlerde oraya dönüleceğine dair malumat yoktur. Ancak bu sünnetin ‘Mescidi Haram tarafına yüzünü çevir.187 ayetiyle neshedildiğini nakledilmiştir. ’188 Sünnetle Kur’an’ın neshedildiğine dair de şu örnek vardır. ‘Birinize ölüm yaklaştığı zaman eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde Nasuhi Bilmen, Dini Bilgiler, Doğuş Mat. Ankara, 1959.c., s. 100-103. Şafi, a.g.e., s.55. 182 İbn Hazm, a.g.e., c.I, s. 519. 183 Nahl 16/67 184 Bakara 2/129 185 Nisa 4/43 186 Maide 5/90-91 187 Bakara 2/180 188 Amidi, ag.e. c.II, s.135. 180 181 51 vasiyet etmek Allah’dan korkanlar üzerine borçtur.189ayetinin hükmü ‘ Varise vasiyet yoktur. Hadisiyle neshedilmiştir.190 189 190 Buhari, a.g.e. vasaya, 6. Gazali, a.g.e. c.I, s. 124. 52 ALTINCI BÖLÜM 6. HZ. PEYGAMBER’İN KONUMU VE YÜKÜMLÜLÜĞÜ 6.1. HZ.PEYGAMBER’İN BEYANI Hz. Peygamber’in beyan faaliyeti, onun bir bir peygamber olark üstlendiği vahyin tebliği yanında hemen onun kadar önemli olan bir görevi olmaktadır. Bizim, Resulullah’ın beyanlarından sarfı nazarla Kur’an’a ulaşmamız onu anlamamız ve onu yaşanabilen bir hayata geçirmemiz mümkün değildir. Resulullah, gerek sözleriyle gerek fiilleriyle Kur’anı bize açıklamıştır.’Sünnet Kur’an’ın açılımıdır’ sözüyle kastedilen budur. Nasıl ki Kur’an kendi içinde birbirini açıklıyorsa Medeni süreler Mekki süreler in açılımı mahiyetinde ise Medeni süreler olmadan Mekki sürelerden yaşanabilir, mükemmel ir hayat mümkün değilse sünnet olmadan da Kur’an’ı anlamak ve onu hayata geçirmek mümkün değildir. Çünkü sünnet yaptığı beyan göreviyle Kur’an’ın açık bıraktığı alanları doldurmakta ve din böylece tamamlanmaktadır. Vahyin aynı zamanda inkılapçı özelliğiyle her zaman toplumun arkasından gelmemekte aksine çoğu zaman başı çekerek toplumu belli bir hedefe doğru yönlendirmekte, ileri hedefler vermekte, ulaşılacak seviyelere ilişkin hükümleri işin aciliyetine de bağlı olarak bir ön hazırlık yapılmadan daha başta indirebilmektedir. Bu durumda vakıadan hareket etmek zorunda kalan peygamberin, belirlene hedeflere 53 ulaşabilmesi için işin başında ortamın gereklerini dikkate almış olması ve ona uygun bir uygulamaya girişmesi 191 ve fakat zaman içinde ilerledikçe bunları terk etmesi mümkün olabilir. Bu itibarla biz Resulullah’ın beyanlarını uygulamadan ayırmak istiyoruz. Beyanın vahye dayalı olduğunu fakat uygulamanın ortamla yakın ilişkisi olduğunu dolaysıyla hiçbir uygulamanın kendi ortamından soyutlanarak evrenselleştirilmesinin mümkün olmayacağını düşünüyoruz. İmam-ı Şafi’nin ‘ her kim Resulullah’dan kabul etmişse Allah’dan kabul etmiştir’ 192 sözünün beyana yönelik sünnet olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu noktada konunun zorluğu, bu ikisinin aradı ayırabilmektedir. Bundan çıkış da yine ancak vahiy külliyatının istikrası sonucu elde edilecek olan külli esasların kıstas olarak kullanılması ile mümkün olabilecektir. Bu noktada toptancı ve aceleci davranmamak gerekecektir. Herhangi bir sünnetin Kur’ani bir esas ters düşmesi halinde hükümde aceleci olmamak aksine o sünnetin başka bir Kur’ani esasa uygun düşüp düşmeme ihtimalinin bulunup bulunmadığını araştırmak gerekir. Aslında sözünü ettiğimizde bu konu sadece sünnete has değildir. Vahyin şeriat boyutunda farklılık esasıdır. Bu farklılığın sebebi de vahyin inmesinde etkin olan gerçekçiliktir. Yani şeriatlar belli bir zamanın ve mekanda belli bir kültüre sahip insanların ihtiyaçlarını karşılamak için gelir ve her şeriat, dini içinde taşır. Bir benzetme yapacak olursak, şeriat dinin belirli şartlar içerisinde bedenleşmiş şeklidir diyebiliriz. Bu itibarla ruha nisbetle bedenlerdeki farlılık gibi vahiyde de sosyal gerçeklikten kaynaklanan, dolayısıyla izafi ve tarihsel öğelerin bulunması tabiidir. Dini özünde taşıyan şeriat bedenine uygun elbise dikmek ise başka bir şeydir. 191 192 İbn Aşur, a.g.e. s.205-206 Şafi, a.g.e., s.33. 54 6.2. RASULULLAH’IN VAHİYDE TASARRUFTA BULUNAMAMASI Hz. Peygamber’in vahiyde herhangi bir şekilde şöyle yada böyle oynama, değişiklik yapma yetkisi bulunmuyordu. Rasulullah vahyin ilk muhatabı, ilk mümini ve gereği ile sorumlu ilk yükümlü sıfatıyla vahiy üstü değildi. Vahye mutlak itaatle görevli idi. Bu konuda doğrudan ona yönelik ayetler bulunmaktadır: Rabbinden sana vahyolunana uy;193 Aralarında Allâh'ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allâh'ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın! Eğer dönerlerse bil ki Allâh, bazı günâhları yüzünden onları felâkete uğratmak istiyordur. Zaten insanlardan çoğu, yoldan çıkmışlardır.194 Onlara açık âyetlerimiz okunduğu zaman, bizimle buluşmayı ummayanlar: "Bundan başka bir Kur'ân getir veya bunu değiştir." derler. De ki: "Onu kendi tarafımdan değiştiremem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Şâyet ben Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azâbından korkarım." 195 Elbette onun sağ(elini veya kuvvet)ini alırdık. Sonra onun can damarını keserdik. Sizden hiç kimse buna engel olamazdı.196 Aynı manayı teyid eden bizzat Resulullah’ın kendi beyanları da bulunmaktadır. Resulullah bir defasında mescidde hissettiği aşırı sarımsak kokusu üzerine ‘Kim bu pis kokulu bitkiden yiyecek olursa sakın mescidde bize yaklaşmasın’ buyurur. İnsanlar sarımsak haram kılındı, sarımsak haram kılındı derler. Bu Resulullah’ın kulağına gider bunun üzerine şöyle buyurur: Ey insanlar! Allah’ın bana helal kıldığı bir şeyi benim haram kılma yetkim yoktur. Şu var ki ben bu bitkinin kokusundan hoşlanmıyorum. 197 193 Enam 6/106 Maide 5/49 195 Yunus 10/15 196 Hakkı 69/47 197 Müslim, Mesacid, 76. 194 55 Yukarıda ayetlerde Allahu teala bize peygamberine, kendisine indirilen vahye uymayı emrettiğini ve ona vahiyde herhangi bir değişiklik yapma yetkisi tanımadığını çok açık bir şekilde ifade etmektedir. 198 Resulullahın vahiyde herhangi bir değişiklik yapma yetkisinin olmayışı onun istek üzerine değişikliğe gitmek gibi bir surette tecelli eden sözlü tasarruflarının vahye dayalı olmadığını gösterir. Hz. Peygamber’in Kur’an’a ekleme yapmamasında maksat, beyan yada yorum anlamında olmayıp vahye kendi sözünü sokuşturmak, Allah’a iftirada bulunmak, Risalet görevleri ile ilgili yapması gerekenleri yapmayıp yapmaması gerekenleri yapmak, kısaca vahiy üzerinde oynama yapmak anlamındadır. Resulullah, Kur’an vahyini tebliğ etmekle memur biri sıfatıyla onu ilga ve iptal etme yetkisine sahip değildir. Vahyin ilk muhatabı olan Hz. Peygamber ona herhangi bir değişiklik yapma yetkisi olmadığı gibi, onun gereğini harfiyyen uygulamak ve hayata geçirmekle de sorumluydu. 6.2.1. RESULULLAH’IN ŞURA YETKİSİNE BAŞVURMASI Resulullah, olaylar karşısında ilke olarak aceleci davranmayıp vahyin gelmesini beklerdi. Buna rağmen vahiy gelmediği zaman özellikle önemli konularda ‘onlara iş(emr) konusunda danış’199 buyruğu gereğince Ashabı ile iştişare yoluna giderdi. Akılların aşılanması200 demek olan şura esas itibarıyla farklı görüşlerin ortaya konulması esasına dayanır. Danışman konumunda olan kimse her türlü güvenceye sahip olması seçerken danışma üyelerinin ileri sürdüğü görüşler arasında en uygun olanını seçer. Tabi söz konusu olan İslam’sa seçilecek görüşün Kur’an’ın ruhuna amacına,onu izlediği teşrii siyasetine en uygun olması gerekir. Şafi, a.g.e. s.107. Al-i İmran, 3/159 200 Serahsi, Usul, II, 34. 198 199 56 Resulullah vahiy ile müeyyeddi. Bununla birlikte hemen her alanda istişareye büyük önem verir, böylece bunun bir esas olarak ümmete hem öğretilmesi, hem de alışkanlık olarak kazandırılmasını amaçlardı. O ibadetlerin düzenlenmesi, dini şeairin belirlenmesi, gibi konularda dahi istişare etmiş, Şura’nın islamın önemli bir umdesi olduğunu bizzat kendi uygulamalarıyla göstermiştir. İnsanları görüş bildirme teşvik etmiş, bu halde yanılmaları halinde dahi ecir alacaklarını bildirmiştir. 6.2.2. HZ.PEYGAMBERİN ŞURASINDAN ÖRNEKLER a. Namaz çağrısı ezanın tespiti: Resulullah,m namaza çağrı gibi çok önemli olan ve ileride islamın en belirgin şiarı haline gelecek olan ezanın belirlenmesi için ashabıyla istişare etmiş ve onların u konudaki teklifini almıştı. Yapılan teklifler tartışıldı ve tam bir karar alınamadan toplantı dağıldı. Sonra Abdullah b. Zeyd el- Ensari’nin ‘hak rüyası’ an dayalı olarak bugünkü icra edilmekte olan ezan vahyin de onayı ile İslam çağrısı olarak kararlaştırılmış oldu.201 b. Aile hayatıyla ilgili bir örnek: Sevgili eşi Hz. Aişe validemize çirkin bir iftira atılmıştı. Medine bu haberle çalkalanmış, mü’minler çok üzülmüş, münafıklar ise içten içe sevinmişti. Ve bu asılsız haberi içten içe körüklemişlerdi. Resulullah tam bir ay boyunca vahiy beklemiş, fakat vahiy bir türlü gelmemişti. Bunun üzerine yakınlarından olan Hz. Ali ile Usame’ye danışmış onlara ne yapması gerektiği hakkında onlarla istişarede bulunmuştur. Bürün bunlardan sonradır ki bizzat Kur’an ile validemizi temize çıkarmıştır. 202 c. Yönetimle ilgili konularda istişare ederdi: Bilindiği gibi İslam’da yönetim şura esası üzerine kurulmuştur. Şekli zamanla insanların emrine bırakılmıştır. Fakat önemi Kur’anda defalarca vurgulanmıştır. ‘Allâh'ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurların)dan geç, onlar için mağfiret dile. İşini onlara danış, karar verince de Allah'a dayan; çünkü Allâh kendine dayanıp güvenenleri sever’203 201 Ebu Davud, Salat, 28(499) Nur 24/11-12 203 Al-i İmram 3/159 202 57 ‘Onların işleri aralarında danışma iledir.’204 Bu meyanda olmak üzere Resulullah’ın Bedir, Uhud, Hendek gibi savaşalar hakkında ettiğini biliyoruz. Hendek savaşının sona erdirilmesi amacıyla Medine hurma mahsulunün bir kısmının savaş alanına terk etmeleri karşılığında Feraze Oğulları’na verilmesi konusunda sa’dlerle istişare etmiş, ve onların görüşü doğrultusunda hareket ederek kendi düşüncesinden vazgeçmiştir. 205 Resulullah’ın şuraya götürmekle memur olduğu konular, elbette ki hakkında vahiy olmayan konulardı. Hakkında vahiy bulunan konularda vahyin gereğini yerine getirmek zorundaydı. Nitekim ifk hadisesinde iftiracılar had cezası tatbik etmiş, istişare sonucu ortaya sunulan fikirlere aldırmamıştı.206 Keza o azmettikten sonra kararından dönmemekle memur bulunuyordu.207 Uhud savaşı öncesi yapılan şurada kendi reyi Medined kalıp savunma savaşı yapmaktı. Fakat özellikle gençle düşmanla dışarıda karşılaşmak istiyordu. Resulullah sonunda dışarı çıkmaya karar verdi ve zırhını giydi. Sonra ashab belki yanlış yaptıkları gerekçesiyle Resulullah’dan Medine’de kalmak istediklerini belirtseler de artık karar verilmişti. Allah ne taktir etmişse onu göreceklerdi. 6.2.3. RESULLAH’IN REY VE İCTİHADI Resulullah olaylar karşısında eğer mevcut vahiy ile bir çözüm bulamamış, ve belli bir süre de geçtiği halde vahiy gelmemişse o taktirde rey ve ictihadı ile hareket ederdi. Resulullah’ın sözünü ettiğimiz bu şartlarda ictihad etmesi, çok tabi ve vahyin amacına uygun bir tavırdır. Onun ictihada olan ihtiyacı diğerlerine nisbetle daha çoktur. Zira vahiy, Kur’an’da da ifade edildiği gibi208 insanlık için gerekli bütün tafsilatı vermemektedir. Zaten verecek olsa rahmet olmaktan çıkar, haşa insanlığa bir zahmet ve yük olurdu. Şura 42/58 Serahsi, Mebsud, XVI, 70, 206 Nadiye Şerif el Ömeri, İctihadu’r -Resul, 124. 207 Al-i İmram 3/159 208 Kehf 18/109 204 205 58 Vahyin amacı belli bir tekamülden sonra insanların artık kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlamak ve belirlenen hedefe doğru çizilen yolda verilen usul ve ilkelerle yol almalarını sağlamaktadır.vahiy nazarı esasları vermekte bunun hayata geçirilmesini ise Resulullah ve ümmeti gerçekleştirmektedir. Bu bağlamda Hz. Peygamber vahiy meleği elinde bir kukla değildir.209 Elbetteki uygulamadaki pek çok problemlerle pek çok olaylarla karşılaşılır. İşin tabiatı budur. Bu durumda Resulullah’ın ve sonrasında onun yerini alacak olan ulemanın nazari esasları hayata uyarlama esnasında bazı yetkiye sahip olmaları re’sen bazı kararlar alabilmeleri pek tabiidir. Resulullah’ın ictihad etmesini gerekli kılan bu gerekçeye karşılık , onun cevazına mani herhangi bir şey yoktur. Zira bu haddi zatında ne muhaldir. Ne de muhale yada mefsedete götürecek bir şeydir.210 İctihada dayalı görüş beyan etmek ne Hz. Peygamber ne de sonraki müctehidler içi heva ve hevese uyma anlamına gelemez. Eğer mesele vahiy ile ilgili ise yani bir meselenin ibtidaen konulmasını yada bir usul bir esas bir ilke bir hedef belirlemesini gerektiren bir alanda ilgili ise o zaman Resulullah da vahyi beklemek durumundadır. dolaysıyla ashabında elbette kendilerini aşan bu gibi konularda vahye ve vahyin temsilcisi durumunda olan Resulullah’a başvurmaları gerekecektir. Yok böyle değil de uygulama mahiyetinde ise bir yargıyı bir tedbiri gerektiriyorsa dinin günlük yaşantıya aktarılmasında bir çıkış yolu aranıyorsa o zaman ashab ,Resulullah’dan da aldıkları cesaretlendirici teşvikle bu gibi alanlarda ictihad etmişler, bunda bir sakınca duymamışlardır. Dinin yaşanabilirliği de zaten bu anlayışa bağlıdır. Her şeyi en ince ayrıntılarına kadar ortaya koymayı ilke olarak benimseyen vahyin isteği de budur. Resulullah, vahiy olan vahye dayalı konuşan ve içinde yanılmazlık ve hatadan beri olma vasfının yanında, fani bir kul yanılabilen, unutabilen bir insan olma özeliğini211 de taşıyordu. Ancak o hiçbir zaman vahyin kontrolü dışında değildi. Hayatın acı-tatlı bütün yönlerinin ashaba öğretilmesi zaruriyyeti onun böylesine bir insan peygamber olmasını gerektiriyordu. Yani her şey vahyin sihirli değneği ile çözümlenmeyecek, insanlara, insani melekelere, insani gayretlere ve katkılara iş İsa Abdulcelil, İctihatu’r-Rasul, Mısır, ty., s. 23. Gazali, a.g.e. C.II, s. 903. 211 Hamidullah, a.g.e. c.II, s. 903. 209 210 59 düşecekti. İşte Resulullah hayatın bu yönüyle de insanlığa örnek olmuş, onlara ictihad etmeyi bilfiil öğretmişti. Hayatın sonsuza dek yürümesi için yapılacak olan buydu 6.2.4. HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETİNİN VAHYE DAYALI OLUP OLMADIĞINI AYIRMANIN FAYDASI Resulullah’ın vahiy tarafından onaylanmış olan sünneti tümüyle kendi tabii ortamında ve özel şartla içerisinde doğrudur,yerindedir ve her zaman için ideal bir örnektir. Yoksa faklı ortamlarda olduğu gibi taşınması gerkli evrensel mahiyeti şeri hükümler değildir. Aksine şer’i hükümlere kaynak olacak peygamberi çözümlerdir. Burada bir noktayı daha belirtmek gerekir. Mutlak hakikat tektir ve hiçbir zaman ve mekana göre toplumlara nisbetle değişiklik arzertmez. Fakat bu mutlak hakikatın tezahürü başka bir ifadeyle sosyal gerçekler, toplumlara zaman ve şartlarına göre değişir. Dolaysıyla sosyal alanlarda doğruluğun tekliği gibi bir zorunluluğun ve buna bağlı olarak da izafiliğin esas olduğu unutulmamalıdır. Bir konuda pek çok birbirinden farklı ictihadi çözümlerin bulunabilmesi ve bunlarla amel eden her insanın yükümlülüğünü yerine getirmiş, kulluk görevini hakkıyla ifa etmiş sayılması212 bu anlayışın sonucu sayılmaktadır. Görülüyor ki insanlar sadece imkanları doğrultusunda kullukta bulunmakla yükümlüdürler. Allah’a götüren vasıtaların çok olduğu da bilinmektedir. Dolaysıyla Resulullah’ın vahye dayalı olarak ortaya koyduğu tebliğ ve beyan tasarrufları dışında ictihadi tasarruflarının vahyin takriri sonucunda doğru olduğunun sabit olması, ictihada dayalı o tasarrufun aynı zamanda evrensel ilahi bir hakikat mahiyeti olmasını gerekli kılmaz. Zaten Resulullah’ın bütün ictihatları belirli esasların uygulanması nassların belirli şartlar , özel konumlar müvacehenesinde yorumlanması, yahut da tamamen akıl ve tecrübenin ilgi alanına bırakılmış olan hususlarda ilgilidir. Evrensellik arzetmek zorunda olan bir nassın ideal tatbikinin her zaman ve her mekan için tek olduğunu söylemek yanlıştır. Resulullah’ın bütün ictihadi çözümleri doğru ve isabetli çözümlerdir. Ancak yegane çözümden ibaret değildir. Resulullah’ın bu 212 Karafi, İhkam, s.221. 60 tür ictihadi sünnetnin diğer beşeri çözümlerden ayrıca farkı da bulunmaktadır. O da hatasızlığı kesin olarak bilinen örnek olmasıdır. Diğer ictihadi beşeri çözümlerde ise isabet edilmişliğin bir garantisi yoktur. O yüzden de onların ictihadi sünnetin aksine herhangi bir kaynak değeri yoktur. 6.3. RESULULLAH’IN BİR İNSAN OLARAK DİĞER İNSANLARDAN FARKLI OLMAYIŞI Resulullah, kırk yaşına kadar sadece bir kul hayatı yaşamıştı. O zamana kadar herkes ne yapıyorsa o da öyle davranıyordu. Hayvan otlatmasından tutunuz uluslararası ticarete bir çok iş yapmış, geçimini temin için çalışmıştı. Evlenmiş ve çoluk çocuk sahibi olmuştu. Kırk yaşında peygamberlik göreviyle ortaya çıktığında melekleşmemiş yine insan olarak ortay çıkmıştı. Diğer insanlar gibi yemek yiyor çarşıda dolaşıp geziniyordu.213 Onun da cibilli olarak bazı şeylerden hoşlanmaması, bazı şeyleri sevmesi insan olmasının bir gereğiydi. Cibilli olarak sevmediği m şeylerin sevilmemesi de Resulullah’a muhalefet sayılmasın. Bunlar zaten elde olmayan şeylerdir. Bu itibarla ‘kabağı sevmem diyenin küfründen korkulacağı’ gibi sözler insanları korkutup ürkütmenin anlamı yoktur. Bu tür çabalar sözde Resulullah sevgisi adına bütün insan mizaclarını resul’ın mizacı içinde toplamaya çalışma insanların yaradılış farklılıklarını dikkate almama demektir ki bu da fıtrat yasasına aykırıdır. Dolaysıyla genel refah düzeyinin yükselmesi sonucu insanlar israfa kaçmadan beyaz buğday ekmeği yemeye ve elek kullanmaya başlamışlarsa bu bidat anlamına gelmez. Sadece şükri gerekli kılan bir nimet olur. Allah’ın nimetine de doyum olmaz. Resulullah eşleri arsında adalete son derece önem verirdi. Buna rağmen Müslümanlar Resulullah’ın Hz.Ayşe’ye olan farklı sevgisini bilirlerdi. Çünkü bu cibilli olup kendi elinde değildi. Elinde olmayan şeyler konusunda sorguya çekilmemesi için dua ettiğini de bilmekteyiz. 213 214 214 Kendince hoşlanmadığı dinlenme şekilleri vardı. Sabah Furkan 25/7 Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercümesi Ve Şerhi, İstanbul, 1975, c.VII, s.162. 61 namazından sonra sağ tarafına uzanması ile ilgili rivayetler. Yine kendisine has yürüyüş şekli, yolculuğu esnasında bineğe biniş şekli gibi şeyler de bu kabildendir. 215 Hz. Peygamber diğer insanlar gibi heyecanlanıp telaşa kapılabilirdi. Rivayete göre güneş tutulması sırasında telaşından yanlışlıkla hanımına ait bir elbiseyi üzerine geçirmişti.216 Resulullah, gülerdi ağlardı, öfkelenirdi, kızardı. Ayağına basan birine kızmış, kırbacıyla iteklemiş ve acıttığını söylemişti. 217 Resulullah’ın yanıldığı ve unutulduğu da vardır. Bir defasında namazda yanılması üzerine şöyle buyurmuştu. ‘ ben de ancak sizin gibi bir insanım sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum’218 Zaten bizzat Kur’an’da da peygamberler unutmak fiilinin nisbet edildiğini görüyoruz.219 Bütün bunlar risalet görevinin tebliği dışında kalan alanlarda olduğu muhakkaktır. Zira peygamberlik görevinin ifası alanında peygamberlerin korunmuşluğu söz konusudur. Bütün bunlardan sonra anlaşılıyor ki Resulullah da normal bir insandı. Vahiy karşısında peygamber olarak sahip olduğu yetki ve sorumluluk dışında o da diğer insanlar gibi sorumlu idi. Yükümlülük bakımından kapsam dışı değildi. 6.4. HZ. PEYGAMBERE HAS İŞLER Bazı işler vardır ki özel olarak Resulullah’a emredilmiştir. Diğer insanlar bununla mükellef değildir. Mesela dörtten fazla kadınla evlenme , visal orucu gibi. Bazıları da diğer peygamberlerle ortaktır. Mucizeler de bunun konusunu teşkil eder. Diğer bazıları ise ümmetiyle ortak olup diğer peygamberlerde de bulunmayan özelliklerdir. Mesela peygamberimizin : düşmanlara karşı bir aylık mesafeden korkuyla yardım alınması, yeryüzünün kendisine ve ümmetine temiz kılınması, ganimetlerin helal olması ve bütün insanlar gönderilmesi buna örnektir.220 İbn Aşur, a.g.e. s. 88. Müslim, Küsüf, 16.(V, 91) 217 Darimi, Mukaddime, 12( 1, 35) 218 Müslim, Mesacid, 92-94. 219 Abdulbaki, a.g.e. n-s-y maddesi s. 700. 220 Buhari, Teyemmüm, 1. 215 216 62 6.5. RESULULLAH’IN EVRENSEL OLUŞU Evrensellikten kastedilen resulullah’ın bütün zamanların ve bütün insan ların peygamberi oluşudur. Şu halde sünnet bütün zamanlara ve bütün insanlara yönelik ve kucaklayıcı olmalıdır. Bunun ise anca amaçlar, ilkeler, esaslar ve yöntem düzeyinde mümkün olabileceği bir gerçektir. Bunların içini doldurabilen uygulamaya gelince, onlar günümüze taşınırken dikkatli olunmalı ve ancak ortam birliği varsa gerçekleştirilmelidir. 63 bu SONUÇ Yüce Allah’ın beşere kendi içinden birini örnek seçerek bir peygamber göndermiş olması insanlık için en büyük bir lütuftur. Ona inanmak sadece onun peygamber olduğunu tastik etmek olmayıp onu Kur’anda çizilen bütün yönleriyle birlikte kabul edip itaat etmeyi de gerektirir. Yüce Allah, Hz. Peygamber’i bizzat kendisi tespit etmiş kitabında onun üstün bir ahlak sahibi olduğunu ve örnek olarak alınması gerektiğini ifade etmiştir. ayrıca ona bir peygamber olarak verilen bilgiler sadece Kur’an’dan ibaret olmayıp bunun dışında da kendisine pek çok bilgi verilmiştir. Kaldı ki onun kendi ictihadıyla yapmış olduğu işler ve söylemiş olduğu sözler de vahyin kontrolü altında olduğundan ‘zelle’ diye tabir edilen küçük hataları bile vahiy ile düzeltilmiş ve böylece onun yapmış olduğu fiiller ve söylemiş olduğu sözler her türlü hatadan arındırılmıştır. Hz. Peygamber’e bizzat Allah tarafından ayetleri açıklama yetkisinin verilmesi onun tefsirlerinin bir başka ifadeyle sünnetinin insanları bağladığını göstermektedir. Yine ayetlerde Hz. Peygamber’e itaatın Allah’a itaatle birlikte zikredilmesi ve Resul’e itaatin Allah’a itaat demek olduğunu net olarak belirtilmesi onun sünnetine verilen değeri açıkça ifade etmektedir. Bu itaat elbette sağlığındayken bizzat şahsına vefatından sonra da sünnetine uymakla gerçekleşir. Bundan başka Kur’an’da olmayan hususlarda Hz. Peygamber’e hüküm koyma haram ve helal tayin etme yetkisi bizzat Allah tarafından verilmiştir. Bu itibarla kuranda bulunmayn hususlarda peygamberin sünneti şeri bir kaynaktır. Hz. Peygamber vasıtasıyla bize ulaşan ilahi öğret iki şekildedir. İlki tamamıyla Resulullah’a vahyedilen kelimelerle Allah’ın emir ve hükümlerini ifade eden Kur’n’dır. İkincisi Kur’an’ın gayesini aydınlatıp açığa çıkaran Resulullah’ın sünneti ve siretidir. Resulullah Allah’ın mesajını ilettikten n sonra artık başka bir fonksiyonu kalmayan bir elçi değildir. Kur’an’ın anlattığı kadarıyla Hz. Peygamber yalnızca Allah’ın bir elçisi değildir. O aynı zamanda Allah tarafından görevlendirilen ve Müslümanlar için boyun eğme ve itaatin zorunlu olduğu rehber, yönetici ver öğretmendir. Yaşantısı bütün insanlar için örnek teşkil eder. 64 BİBLİYOGRAFYA Abdulbaki, Muhammed Fuad, Mucemu’l Müfehres li elfazil Kur’an, Beyrut, 1989. Abdulcelil, İsa, İctihatu’r-Rasul, Mısır, ty. Abdulgani, Abdulhalik, Huccetu’s Sünne, Beyrut, 1986. Accac, Muhammed, el-Hatib, Es-Sünne, Kalbe’t-tedvin, Kahire, 1963. Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi, inkılap Yay. C. II. Amidi, Ebu’l Hasen Ali b.Muhamed b. Salim Seyfuddin, el-İhkam fi Usuli’lAhkam, Mısır, 1914. Ateş, Süleyman, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba yay. S. 14, 2002. Aşkar, Muhammad Süleyman, Ef’alu’r-Resul ve Delaletuha Al’el Ahkami’şŞeria, 2. baskı Beyrut 1988. Aydınlı, Abdullah, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, TDV yay., İst. 2002. Baci, Ebu’l- velid Süleyman, İhkami’l-Fusul fi Ahkami’l-Usul, ( tah. Amedullah Muhammed el-Ceburi) 1.bsk., Beyrut 1989. Bağdadi, Abdullah ibn Ahmed ibn Muhammed ibn İbrahim, el-Ma’ruf bi’lHazin Lubabu’t-Te’vil fi Menari’t-Tenzil, İstikamet mat., Kahire 1955, 1.bsk., c.4. Başaran, Selman, Hadis Usulu ve Tarihi, U.Ü. Bursa, 1993. Bilmen, Nasuhi, Dini Bilgiler, Doğuş Mat. Ankara, 1959. Buhari, Muhammed B. İsmail, el-Camiu’s-Sahih, İst. 1981. Bursevi, İsmail Hakkı, Ruhu’l Beyan, Neşr. Halil Eser, İstanbul, 1939, c.9 65 Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Akçağ Basım, Ankara 1992. Cürcani, Seyit Şerif, Tarifat-ı seyidi, Muhammed Esad Mat. İstanbul, 1300. Çakan, ,İ. Lütffi, Antınoluk Dergisi, Ekim, 1990. Çelik, Ali, Diyanet İlmi Dergi, C. 33, S. 2 Darugudni, Ali b. Ömer, es-Sünen, Medine, 1966. Darimi, Ebu Muhammed, Abdullah b. Abdurrahman, es-Sünen, İstanbul, 1981. Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim, tercümesi ve şerhi, İstanbul, 1975. Denizkuşları, Mahmut, Sünneti terk Kur’an’la Amel Meselesi, Ribat Yay. 1992. Ebu Davut, Süleyman b. El-Eşas, es-Sicistani, es-Ezdi, es-Sünen, Mısır, 1950. Ebu Reye, Mahmut, Adva ales-sünen, Muhammediye, Kahire, ts. Ebus’s-Suud, Muhammed b. Muhammed el-İmadi, İrşad ü akli Sahafiyye, Osmaniye, İstanbul, 1308. Ebu Zehra, Muhammed, Fıkıh Usulu, Ankara, 1979. Erdoğan Mehmed, Vahiy Akıl Dengesi açısından Sünnet, M.Ü.İ.FV.Y. 90. ikinci baskı,İst. 2001. Ertürk, Mustafa, İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, T.DV.Y. İst. 2002. Gazali, Ebu Hamid Muhammed, Kitabu’l Mustasfa, Min ilmil Usul, Bulak, 1924. Mevlüt Güngör, Sünetin Dindeki Yeri, Ensar neşriyat, İstanbul 1997. 66 Hamade, Abbas Mütevfelli, Es-Sünnetün nebeviye ve Mekan-ı teşri, Kahire, 1990. Haseballah, Ali, Usulu’t teşrii İslam Mısır, 1971, Hasan, Hüseyin Hamid, Usul u fıkh, Kahire, 1970 Hatemi, Hüseyin, Hukuk Devleti Öğretisi, İstanbul 1998. İnb Abdil Ber, Ebu Yusuf en –Nemevuri, Camiu’u Beyan-ı İlm, Medine 1968. İbn Hazm, Ebu Muhammed, Siretu’n Nebeviyye, İbn Mace, Ebu Abdillah, b. Yezit el-Kavzani, es-Sünen Mısır 1954., . İslam Ansiklopedisi, c.14.T.D.V.Y. İstanbul, 1996. İzmiri, Muhammed Fadıl, Mir’atu’l Usul, Haşiyesi, , Bosnalı Hacı Muharrem efendi Mat. Kadı iyaz, Musa el Yahsubi, el-ila’ila Marifetir Rivaye ve Takyidi’s-Sema. Kahire,1970. Karafi, Ahmed bin İdris, el-ihkam fi Temyiz’i Fetava, Halep 1967. Kardavi, Yusuf, Sünneti Anlamada Yöntem, 2. baskı, Kayseri,1993. Kırbaşoğlu, Hayri, İslam Düşüncesinde Sünnet, Genişletilmiş 2. bs., Ankara Okulu Yay. Ankara, 1996. Koşkuzu, Ali Osman, Rivayet İlimlerinde Haberi vahitlerin İtikat ve Teşri Yönünden Değeri,Ankara, 1998. Küçük, Raşit, İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve değeri, TDV Yay. İstanbul, 2002. 67 Mevdudi, Ebul Ala, Tarih boyunca Tevhid Mücadelesi Ve Hz Peygamber, Ankara, 1983. Müslim, Ebu’l Hüseyin Müslim Bin Haccac el- Küşeyri, El-Camiu’s- Sahih, Mısır 1955. Neysaburi, EbuAbdullah el-Hakim, el-Mustedrek Ala Sahihayn, Beyrut,ts. Okiç, Tayip, Bazı Hadis Meseleleri üzerine tetkikler, Ankara,1959. Ömeri, Nadiye Şerif, İcdihadü’r-Rasul, Beyrut 1985. Polat, Selatin, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin yeri ve değeri, T.D.V.Y.s:13. Pezdevi, Muhammed, Keşfu Pezdevi, Şirket’i Sahafiyyi Osmaniye Mat, c.2, İst. 1308. Sancaklı, Saffet, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, TDV Yay., İst. 2002. Serahsi, Ebu Bekr Muhammed b. Ebu Sehl, Usulu’s-Serahsi, Beyrut 1973. ______, Kitabü’l-Mebsud, İst. 1983. Sıbai, Mustafa, es-Sünnetü ve Mekanetüha fi’t-Teşrii’l-İslami, elMektebetü’l-İslami, 1978. Siret Ansiklopodisi, Hz. Muhammed, İnkılab Yay., c.2, İst. 1996. Sönmez, M.Ali, Hadis Usulu ve Tarihi, U.Ü., Bursa 1993. Suyuti, celaluddin Ebu’l Fadl b. Ebi bekr, Miftahu’l-Cenne fi’l-ihticac Bi’sSünne, Beyrut 1987. _______, Esbabü vurdi’l Hadis, Beyrut 1984. 68 Şafi, Muhammed b. İdris, er’Risale, (thk.Ahmet M. Şakir), Kahire 1979. _______, el-Umm, Bulak 1325H. Şatıbi, Ebu İshak, el-Muvafakat fi usuli’ş-Şeria, Beyrut 1986. Şevkani, Muhammed b. Ali, İrşadü’l Fuhul ila Tahkikul Hakk Min İlmu’lUsul, Mısır 1978. Tirmizi, Muhammed b. İsa, Sahibu’t-Tirmizi, İst. 1981. _______, Sünen, Çağrı Yay., İst. 1981. Tusi, Ebu Cafer Muhammed b. El-Hasen, Tefsiru’t-Tibyan, Necef 1957. Ünal, Yavuz, Hadisleri Tesbitte Yöntem Sorunu, Etüt Yay., Samsun 1999. Zerkani, Muhammed b. Abdü’l-Azim, Menahilü’l- İrfan fi ulumi’l-Kur’an, Beyrut 1943.. Zeydan, Abdul Kerim, el-Veciz fi Usuli’-Fıkh, İst. 1979. 69