Yorum 10 Ekim 2005 ASYA-PASİFİK ZAMANI TÜRKİYE YİNE GEÇ KALMAMALI Asya-Pasifik bölgesinde muazzam bir ekonomik ve siyasal gelişme yaşanıyor. Türkiye artık bu bölgenin yükselen yıldızlarına daha aşina bir dış politika, ticaret ve tanıtım anlayışı geliştirmeli BAHADIR KALEAĞASI AB ile müzakereler başladı. Şimdi Asya Pasifik zamanı. Hindistan-Çin-Japonya eksenine daha fazla dikkat yöneltmek gerekiyor. Devleti, özel sektörü, akademik dünyası, medyası ve sivil toplum kuruluşları ile, Türkiye Asya-Pasifik bölgesini daha fazla tanımalı, anlamalı ve izlemeli. Daha fazla mevcut olmalı. Daha etkin olmalı. Asya-Pasifik bölgesi olarak tanımlanan dünyanın en geniş kara parçası topluluğu Pakistan’dan başlayarak doğuda okyanusa doğru açılan bir üçgen oluşturmakta. Bölge, dünya nüfusunun %56’sı, ulusal gelirler toplamının %25’i ve uluslararası ticaretin %22’sine sahip. Ülkeler birbirlerine göre çok önemli farklılıklar içeriyorlar: dünyanın ikinci büyük sanayi devi Japonya ve Güney Kore, Batı dünyasının uç noktaları Avustralya ve Yeni Zelanda, Güney Doğu Asya kaplanları Tayland, Malezya, Endonezya, Brunei ve Filipinler, kalkınmada gerilerde kalmış olan Pakistan, Bangladeş, Nepal, Laos, Burma, Vietnam ve Papua Yeni Gine, ve özellikle dünya ekonomisinin yükselişteki devleri Hindistan ve Çin. Küresel değişimin yönü Orada, insanlık uygarlığına 21. yüzyılda yön veren çok önemli gelişmeler yaşanmakta. Muazzam bir ekonomik galaksi ve siyasal astronomi yükseliyor. İşte birkaç temel veri ve öngörü: Dünya ekonomisine bugün AB %34, ABD %28 ve Japonya %12 oranlarında ulusal gelir toplamı ile hakim durumdalar. Çin ve Hindistan’ın payları ise %4 ve %2. Bugünden gözlemlenen eğilimlere göre, Çin’in payı yirmi yıl içinde %15’e, sonra 2050 yılında %28’e çıkacak. Hindistan’ın payı da aynı dönemde %17’ye erişecek. Bu arada, ABD %26, AB %17 ve Japonya %4’e düşmüş olacaklar. Satın alma gücü dikkate alınarak yapılan hesaplarda ise, Çin şimdiden %15 oranına yaklaşmış durumda. Çin’in dış ticareti 1970’lerde 20 milyar dolarken, 2004 sonunda 1.1 trilyon dolara ulaşarak, 55 katlık bir artışla ile rekor kırdı. Aynı dönemde dünyadaki toplam uluslararası ticaret hacmi yılda “yalnızca” 1.07 kat büyüdü. Nüfus olarak, Hindistan 2050’de 1,5 milyara ulaşarak Çin’i geçecek, her ikisinin toplamı dünya nüfusunun yarısını aşacak. Bu ülkelerin ekonomik kalkınmasında başta AB, ABD ve Japon sermayeli şirketler önplanda olurken, kendi özel sektörleri de dünya çapında güçlenecek. Çin sanayi üretiminde devleşirken, Hindistan ileri teknolojiler ve hizmet sektörleriyle büyüyor. Buna rağmen her iki ülkede geniş halk kitleleri hala çok fakir; giderek daha az fakir olacaklar. Hindistan’da şirketler daha karlı ve bankacılık daha sağlam bir yapıda, fakat Çin daha çok yatırım çekiyor. Son beş yılda, dünyadaki araştırma-geliştirme projesi yatırımlarının yarısından fazlası AsyaPasifik ülkelerinde gerçekleşti. Microsoft, Motorola, Ericsson ve Toyota gibi uluslararası şirketlerin ar-ge merkezleri bölgede çoğalıyor. Özellikle Çin ve Hindistan “dünyanın laboratuarı” olma yolundalar. Gezegenin tüm önemli basketlerindeki resmi, özel ve akademik araştırmalar ve siyaset belgeleri aynı görüşte birleşiyor: “Asya-Pasifik bölgesinin ve özellikle merkezindeki Çin’in yükselişi dünyanın siyasal, ekonomik, ekolojik ve güvenlik geleceğini şekillendirecek”. Asya-Pasifik ne anlama gelmiyor? Asya-Pasifik zamanının gelmiş olmasının Türkiye açısından bir çok anlamı var. Bu konunun en iyi uzmanlarından Mehmet Öğütçü’nün 1995’de hazırladığı TÜSİAD Çin raporu, kitapları ve makaleleri, TİM rapor ve yayınları, Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın kapsamlı ve yol gösterici çalışmaları gibi bir çok temel kaynak, yazılacak çok yorum var. Fakat önce, Asya-Pasifik zamanının ne anlama gelmediğini saptamak doğru olur: Türkiye’nin Avrupa, Amerika ve komşuları ile ilişkilerine bir alternatif değil, bir sinerji söz konusu. 1. Avrupa zamanı bitmedi. Tam tersine, kısalan fakat ‘ince’ olmaya devam eden yolun en önemli evresine geldik. AB ile müzakereler Türkiye’nin artık önceliği değil, özü. Derin bir toplumsal dönüşüme başladık. AB mevzuat ve politikalarına uyum her Türk vatandaşı ve kurumunu doğrudan etkileyecek. Bu dönemde Türkiye’nin Asya-Pasifik açılım ve atılımlarının AB üyeliği süreci açısından üç önemli etkisi görülecek. Birincisi, uyum sağlanacak politikalar arasında AB’nin dış ekonomik ilişkileri ve dış politikası da bulunuyor. Bu kapsamda örneğin Çin ile AB arasında Dünya Ticaret Örgütü kapsamında bir çok sorun, eğitim gibi bir çok alanda ise işbirliği var. Japonya, G.Kore, Hindistan ve Güneydoğu Asya Ekonomik İşbirliği Örgütü ile AB arasında özel ilişki birikimi önemli. İkincisi, her AB ülkesi için olduğu gibi, aday ülkeler için de AB dışındaki ekonomik alanlarla olan ilişkilerin güçlenmesi hem kendi başına, hem de Avrupa dengelerindeki konumu açısından son derece yararlı oluyor. Üçüncüsü, müstakbel bir AB üyesi olarak, Türkiye kendini tanıtmakta henüz çok ileri gidemediği Asya-Pasifik havzasında yeni bir fırsat yakalamış oluyor. Bu arada, Avrupa tekrar ekonomik büyümeye doğru eğilim içindeyken, Asya-Pasifik’te de önemli bir ekonomik güç olarak beliriyor. 2. ABD’nin küresel liderlik konumu sürüyor. Washington’un Türkiye lehine AB başkentlerinde devreye girmesi bazen olumsuz tepkilere neden oluyorsa da, 3 Ekim’de müzakerelerin başlaması öncesinde yaşanan tıkanıklıkta Dışişleri Bakanı Condelezza Rice’ın telefon diplomasisi yararlı oldu. ABD-Türkiye ilişkilerinde yeniden karşılıklı güven ortamına yakın bir hava oluşmakta. Yeniden şekillenen Avrupa siyasetinde de, Irak krizinin transatlantik ilişkilerde yarattığı yaraların kabuk tuttuğu gözlemlenmekte. Kaldı ki, üyesi olma yolunda ilerlediğimiz AB ve stratejik bağlarımız malum olan ABD, birbirlerinin küresel düzendeki en önemli ekonomik ve siyasal ortağı olmaya devam ediyorlar. Dünya ekonomisinin temel direği olan transatlantik ilişkilerin yakın gelecekte bir ortak pazar hedefine yönelmesi olası. ABD zaten NAFTA ile Kuzey Amerika’da başlattığı ekonomik alanı güneye, Latin Amerika’ya yaymaya çalışıyor. AsyaPasifik ise, küresel ekonomik entegrasyonun en güçlü çekim merkezi olma konumunu pekiştirmekte ve ABD’nin yoğun siyasal ve ekonomik ilgi odağı durumunda. 3. Türkiye yakın coğrafyasında güçleniyor. Asya-Pasifik ve Amerika için olduğu gibi, Türkiye’nin komşuları ile ilişkilerinde de AB sürecinin anlamı, ‘alternatif’ değil, ‘tamamlayıcılık’. Balkanlar, Karadeniz, Hazar ve Doğu Akdeniz’den oluşan hilal ekseninde Türkiye bir ekonomik büyüme alanı ve Avrupa-Asya arasında yumuşak geçiş bölgesi olarak güçleniyor. Çevrede kuşkusuz en önemli ülke Rusya. Türk şirketlerin bu ülkedeki başarıları AB ile ilişkiler için de çok olumlu etkiler saçmakta. İran ile ise, zor dönemler sürecek. AB perspektifi olmasaydı, Türkiye’nin belki de nükleer güç geliştirmesi kaçınılmazlaşacaktı. BakuTiflis-Ceyhan boru hattı ile Avrupa enerji coğrafyası değişiyor. İsrail ve Orta Doğu ile ilişkilerde Ankara’nın siyasal hareket alanı genişledi. Yakın çevresi ile ilişkilerinde zemini sağlamlaşan bir Türkiye, daha ötede, çok daha küresel ufuklara, daha güvenle açılabilecektir. Bu arada Asya-Pasifik’in halen önderi olan Japonya’nın Türkiye’ye olan ekonomik ilgisinin özünde, gümrük birliğinden beri derinleşen AB üyeliği süreci ile yakın coğrafyadaki Avrasya merkezi konumunun bileşkesi var. Tokyo’nun bu bakış açısı yakında Bejing ve Yeni Delhi’ye de yön verebilir. Türkiye’nin zamanı Bu gerçekler bir diğerini geçersiz kılmamakta. Türkiye AB’ye tam üyelik sürecinde ilerlerken, ABD ile ilişkileri derinleştirmeli, yakın komşularına daha fazla açılmalı ve Asya-Pasifik’te geleceğe uzanan değişimi yakalamalı, fırsatları değerlendirmeli. Asya-Pasifik bölgesinde 44 ülkeye ihracatımız 2004 yılında ancak 2,6 milyar euro düzeyinde gerçekleşti. Yirmibeş AB ülkesine olan toplam ihracatımızın onikide biri. Yalnızca Hollanda’ya bile daha fazla mal satıyoruz. Bölge ülkelerinden ithalatımız ise, 12 milyar euro civarında gerçekleşerek, önemli bir açık veriyoruz. Türkiye’nin en önemli ihraç ürünleri demir, demir dışı metaller, taşıt araçları ve otomotiv yan sanayi sektörü. Dış Ticaret Müsteşarlığı, 2005'te başladığı ihracat stratejisiyle Asya-Pasifik ülkelerine ihracatı, beş yılda 7-8 milyar euroya yükseltmeyi hedefliyor. Bu kapsamda, Çin ve Hindistan için 'pazara giriş eylem planları’ yapıldı. Asya-Pasifik bölgesinin değişik yerlerinde görevli dış ticaret temsilciliklerimiz var: Tokyo, Seul, Hong Kong, Şanghay, Pekin, Melburn, Sydney, İslamabat, Kuala Lumpur ve Manila. Artık bu kentlere daha aşina bir dış politika, ticaret ve tanıtım anlayışı geliştirmek gerekiyor. Amerika-Avrupa-Asya küresel üçgeninde Türkiye varolmalı, güçlü olmalı. Türkiye Avrupa zamanını geç yakaladı. Kaybettiği zamanın peşinde çok koştu ve koşuyor. Belki, öngörüşlü bir Asya-Pasifik hamlesi için geç kalmayabilir. Ayrıca, Çin artık uyandığına göre, Türkiye de Çin gerçeğine uyanmalı. Dr. Bahadır Kaleağası Brüksel kaleagasi@tusiad.org .