Karadeniz Müziği Giriş “Bir toplumda müzik bozulmuşsa, orada pek çok şey bozuk demektir.” Öncelikle bu milletin tarihini, kültürünü ve zaman içinde meydana gelen sosyal değişmeyi doğru okumak, doğru bilmek ve doğru yorumlamak bizlerin birinci amacı ve hedefi olmalıdır ki, söylenecek sözümüz olsun. İşte müzik de bu unsurların ve işaretlerin başında gelenidir. Ve sözlü kültürün irticalen ve çalgı aracılığıyla ifasıdır, icrasıdır. Müzik, toplumun sosyo-kültürel yapısının bir ürünüdür. Bu nedenle müziği toplumun diğer alanlarından soyutlanmış bir biçimde ele alamayız. Umumî bir bakış açısından sonra konun ayrıntılarına aşağıda gireceğiz. Ancak şimdiden belirtebiliriz ki; 80–100 yıl, özellikle 30–40 yıl, içinde memleketimizde diğer alanlarda olduğu gibi, müzik alanında da hızlı ve büyük bir gelişme/değişme olmuştur. Tarihi olaylar insanı etkilediği gibi onun uğraşı alanlarından, bulunduğu sosyal çevreyi, hayal dünyasını, çektiği sıkıntıları, duygu ve düşüncelerini dışarı vurduğu müziğini de etkiler. Müzik aynı zamanda gerek sözleriyle, gerek ezgileriyle millî ve manevî değerlerimizin özünü teşkil etmektedirler. Milletimiz türkülerle sevinçlerini, acılarını, kahramanlılarını, sevgilerini, nefretini, hoşgörüsünü anlayışını dile dökmüştür. Duygu ve düşüncelerin ses, söz ve ezgilerle anlatıldığı bir iletişim aracı olan müzik, aynı zamanda kültürün temel öğelerinden biridir. Düşüncenin ve felsefenin şekillendirdiği, beyinle doğrudan bağlantısı olan bir “gönül dili” olan müzik, aynı zamanda milletin ortak malı olarak da görülmektedir. Müzik, bir medeniyetin, inancın, edebiyatın ve hayat şeklinin meydana getirdiği yüce hislerinin en yüksek ifadesidir. Bizim geleneksel müziklerimiz; "Halk Müziği", "Klasik Türk Müziği" ve “Tasavvuf Müziği”dir. Geleneksel müzik içinde yer alan halk müziği; oluşup, üretildiği günden bugüne kadar yaşayan, bulunduğu yöre ve çevrelerde sevilerek çalınıp söylenen ve çoğunluğu yapıcıları belli olmayan anonim eserlerdir. Yöre insanları tarafından üretilen, söylenen ve çalınan, yöredeki insanların ortak eseri haline gelen ve kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşan bu müzikler, yerel kültürlerin ve kimliklerin izlerini taşıyacaktır ve taşıyorlar da. Halk müziğimizin en önemli özelliklerinden biri de yaşadığımız toplumun geçmişteki yaşantısı, zevki, eğlencesi, geleneği, göreneği ve başından geçen olayları, belirtmesidir. Bu açıdan türküler, sosyal ve tarihsel önem de taşımaktadırlar. Hepsinin dayandığı birer hikâyesi vardır. Bu hikâyeleri bilmeden, dinlemeden ve hissetmeden seslendirilen müzikler yavan kalır ve yavan olur. Yine bizim türkülerimiz yaşanılan olaylara, olayların geçtiği coğrafi bölgeye ve konularına göre değişiklikler göstermektedir. Bu değişiklikler bölgeden bölgeye, şehirden şehire, ilçeden ilçeye hatta köyden köye bile görülmektedir. Görülen bu değişim türkülerin ritimlerinde, usullerinde, ses genişliklerinde, ezgi yapılarında, konularında ve yörelere göre değişen ağız yapılarında görülmektedir. “ Tavır” dediğimiz bu farklı anlatım tarzı halk müziğimizin ne kadar zengin olduğunu göstermektedir. Nasıl ki, içtimai alanda bir değişme oluyor ve diğer alanları da etkiliyorsa, zaman içinde müziğimiz de bu değişmelerden olumsuz yönde, içerikte etkilenmiştir. Müziğimiz ritim, melodi, söz, kaynak açısından kirlenmiş, pop müziği adı altında yozlaştırılmıştır. Müziğin yozlaşması bu milletin değerlerinden kopması ve koparılması ile başlamıştır. Kuşkusuz bir toplumun sosyal yapısında meydana gelen erozyonlar o toplumun ekonomisini, hukukunu, dinî yaşayışını ve dine bakışını, dilini ve kültürünü etkilediği gibi sanatını da etkiler. Elbette bu sanatların içinde müziğimiz de vardır. Türkiye’de içinden geçilen süreçlerin, cumhuriyet ve hatta Tanzimat da dâhil, etkisiyle müzikte bir tür kirlenme, yozlaşma oluşmaya başlamıştır. Melodi, ritim ve söz açıdan kalitesiz eserler ortaya çıkmaya başlamıştır. Birbirinin benzeri, otantik/özgün değerlerinden mahrum/yoksun eserlere bolca rastlanılmaktadır. Basitçe oluşturulmuş altyapıları, milletin sevk ve ahlâkına aykırı, Türk dil yapısıyla örtüşmeyen söz yığınları ve her türlü otantiklikten mahrum melodileri toplumca tutulur hale gelmiştir. Daha da kötüsü fizikî görünüm önemli bir ölçü olmuştur. Bu şekilde halk, düşünmek ve sorgulamaktan uzak tutulmak maksadıyla, çoğunluğu tempolu şarkılar eşliğinde pavyonlarda, gazinolarda, barlarda, açık hava konserlerinde, dar televizyon stüdyolarında, yayla şenliklerinde, düğünlerde ilh. oyalamaya terk edilmiştir. Yozlaşmanın ve taklitçiliğin başladığı devir, yaygın kanaatin aksine, 1950’ler değil, Cumhuriyet ve cumhuriyet öncesi devirlere kadar gitmektedir. “devrimler”den biri de müzik alanında olmamış mıdır? Türk sanat musikîsi radyolardan yasaklanmış, okullarda öğretilmesi tek parti döneminde kaldırılmamış mı? Müzikle haşır-neşir olanların ortak görüşü şudur; Türk musikisinin tabii seyrinin batılılaşma politikaları uğruna cumhuriyet devrimleriyle kesildiğini ve yerine yeni bir şeyin konulamadığını, yapılanların da batı müziğinin çok ama çok kötü bir taklidi olduğu yönündedir. Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya 1934 yılında bir genelge yayımlayarak, radyo programlarında "alaturka musikinin tamamen kaldırılması ve yalnız Garp tekniğiyle bestelenmiş musiki parçalarımızın Garp tekniğini bilen sanatkârlar tarafından çalınması" uygulamasını başlatmıştır. Bu yasak yalnızca radyoyla sınırlı kalmamış, yurt çapında bir yasak olarak algılanmıştır. Özellikle 1960'lardan başlayıp yakın yıllara gelinceye değin önce Polis radyosu, daha sonra da tam bir gelişigüzellikle mantar gibi biten özel radyo ve TV'ler, yoğun biçimde arabesk denilen yoz müziği yayınlaştırmışlardır. TV programlarında gerçek müzik sanatı ürünlerine değil, yozlaşmış zevklere seslenen çığırtılara yer verilmesi başlı başına bir sorumsuzluktur. Bugün her türlü televizyon ve radyo yayınlarında sunulan bu sözde müziğin özellikle cinselliğe bunca batmış olması da düşündürücüdür. Anne, baba, arkadaş ve insan sevgisini; tabiat sevgisini; güneşi, ayı, denizi, dağı; bilgeliği, adaleti, yiğitliği, barışı ve bunların karşıtlarını sesler dünyasının imkânlarıyla anlatamayan bir toplumun müzik "sanatına" sahip olduğu söylenebilir mi? Meselâ sinema ve benzeri görsel sanat ürünlerinde bir sevinç ya da korku heyecanını, bir gerilim durumunu, bir kovalamacayı, bir yardımlaşmayı…izleyiciye daha iyi duyurabilmek için, dahası herhangi bir TV ve radyo programının tanıtım parçasını oluştururken hemen Batı Müziği denilen çok sesli müzik parçalarına başvurmak zorunda kalınması, kültür ve sanat üzerine nutuk çekenleri düşündürmeli, değil mi? Günümüzde “şarkı” türü, bütün türlerin yerini almış ve yaygınlaştıkça popülerleşmiştir. Ama popüler müzik eserlerinde Türkçe'nin yanlış kullanılması ve argo kelimelerin çokluğundan kültürel değerler ve geleneksel müzik “yozlaşmaktadır” ve insanlar bu olumsuz değişime karşı koyamamaktadır. Günümüzde yozlaşmış, içerik ve işlevi değişmiş müzik türleri geleneksel müzik diye sunulmaktadır. Yıllardır müziğin bir tüketim aracı olarak görüldüğü bir kültürün içinde yaşıyoruz. Türkücü derlerdi bizim küçüklüğümüzde, şimdinin “sanatçı” dediklerine. Şimdikiler ise, ideolojilerini öne çıkarmışlar. Bizim türkücülerimiz var. Sanatçılarımız çok az. İyi bir kemençe çalabilirler ama müzisyen ve de sanatçı olmaları imkânsızdır. Müzik bir eğlence kültürüne ve sektörüne dönüştürülmüştür. Eğlence sektörünün en önemli bölümlerinden birisi pop müziktir. Pop müzik, pazarlanabilir unsurlarla, yani metalarla uğraşan bir popüler kültür ürünü, tüketim kültürüdür. Bu tüketim kültürü zamanla eski geleneksel müziğimizi değiştirilerek farklı şekillerde tekrar tekrar pişirilerek önümüze yeni bir müzik tarzıymış gibi sunularak çözülmeye çalışmıştır. Karadeniz halk müziğinde de yapılan aynen budur. Bu gün baktığımızda, farklı çalgılarla-çok sesli dediğimiz çalgılarla- var olan söz, ritim ve melodi tekrar edilerek otantik yapıdan gittikçe uzaklaşılmaktadır. Türkiye'de zaten henüz sayıları çok az olan eğitimli, güzel sanatların değerini bilen, gerçek müziği yoz müzikten ayırdedebilen insanları eğlence ve dinlenme yerlerinin dışına itmiştir. Onların yerini bar kapatan, masa dağıtan, uyuşturucu alan, düğünlerde dolar saçan, ama bir bilim, sanat ya da sağlık .. kurumu kurmayı ya da desteklemeyi aklından geçiremeyen, her dıngırtıyı müzik sanan, cinsellik, din ve ideoloji sömürüsü yapan … ve düne kadar dürüstçe vergi bile vermeyen görgüsüz "paralılar"dan kurulu bir kesim almıştır. "Güzel zaman geçirme"nin ne demek olduğunu bilenlerden yoksun kalan eğlence yerlerinin, gerçek sanatçılar ve sanatseverler için özendirici olması beklenemezdi. Son yıllarda yerel televizyonların boy göstermeleriyle ortaya çıkan türkücü furyasında herkese müzisyen, dememeli. Hele hele sanatçı hiç dememeli. Müziğin ticaretini yapan, müzikle pek kaygıları olmayan, müziği kullanarak kendi ceplerini dolduran, egolarını tatmin edenlere tam aksine müzikçi, türkücü demeliyiz. Müzisyen veya sanatçı, ilgili olduğu alanda tarihî, milletlerarası karşılaştırmalar yapacak seviyeyi yakalamış, icra ettiğin sanatın bütün anlatım yollarını incelemiş şahsiyetlerdir. “Sanatçı, bir toplumun yükünü çeken, o toplumu omuzlayıp bir yerden daha yüksek bir yere taşıyan kimsedir.” Öncüsüdür yaşadığı toplumun. O herkesten önce hisseder... Herkesten önce farkeder. Sanatçı toplumunun özünden ayrılmaz, inkâr etmez. Yaratanından bir ruh taşır. Sanî sıfatının kendinde tecelliği ettiğine imanı tamdır. … Yukarıda bir nebze de olsa değindiğimiz gibi, sanatın önemli bir dalı olan müzikte kirlenme, sosyal alanda kirlenme, basında kirlenme ve teknik alanda kirlenme olmak üzere üçe ayrırmak gerekebilir. Buna göre, müzikte kirlenmenin teknik unsurlarını ise, melodik dokuda, ritmik yapıda, söz unsurunda ve icra şekillerindedir. Türkiye'de yayınlanmakta olan müzik türleri incelendiğinde, Türk müziğinde kirlenmenin büyük boyutlarda olduğu görülmektedir. Müzikte kirlenme ile ilgili sosyal boyuttaki bir gözlemimiz de şudur: Sanatçı aldığı eğitim doğrultusunda toplumu yönlendiren, eğiten, üreten, kültürel alanda karizması olan kişidir. Müzik dünyasında sanat icra eden kişilerdeki mesleki cehalet, kirlenmenin boyutlarına, daha başka boyutlar da ilave etmektedir. Bu tanımlara göre, müzikte kirlenmenin sosyal kirlenme ile başladığını söylemek mümkündür. Çünkü toplumun aile yapısında, eğitim kurumlarında, hukuk anlayışında, dilini kullanmasında, manevi değerlerinde, düşünce yapısında, örf-adet ve geleneklerine bakış açısında meydana gelen yozlaşmalar zincirinin bir halkasını da sanat anlayışındaki çözülme oluşturmaktadır. Müzik için film ile film için müzik ayırımına uymayan, öz ve söz ile bağdaşmayan klipler de kirlenmeyi arttıran nedenler arasındadır. Solistte solist, eserlerde de eser niteliği olmayınca, müzik yapımcıları da akıllara durgunluk veren yönetmelerle bunları kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Müstehcenliğe varan erotik görüntüler eşliğinde müzik, ''dinlenme'' vasfını yitirerek, “seyredilir” bir meta haline getirilmektedir. "Kültürünüz, sanatınız aslında yaşam tarzınızın ifadesidir. Bakın televizyona her yerde ‘bilinçli’ olarak yedirilmeye çalışılan kalitesiz bir müzik var. Kendi öz ezgilerinden koparılmış, özenti mahsulü bir müzik. Bu gidiş de kültürel yozlaşmayı getiriyor.” Bu zaman kadar söylediklerimizden Karadeniz Müziği’ni ayrı tutamayız. İlk bakışta, Karadeniz müziği… Bölgesel müzik… Bunlar etnik müzik olayını hatırlatıyor gibi... Aslında müzik insanın sosyal hayatının bir parçası… dinî düşüncesini, bağlı olduğu ideolojiyi, sahip oldu kültürü yani hayat felsefesini ifade ettiği bir san’at ve bir alan… “Ülkemizin geleneksel müzik yönünden en zengin yörelerinden biri Karadeniz Halk Müziği’nde de ne yazık ki bu değişiklikler yapılmaktadır. İcrada mükemmeliyetten uzak sözlerde ve estetikteki bozukluklar üstelik eğitici hiçbir değeri olmayan bu tarz halka kötü zevkler aşılamaktadır. Elbette ki halk müziğimizin ezgilerinden yararlanarak sağlam eserler oluşturmak mümkündür (Enstrümantal topluluklar, folklorik operalar ve benzeri). Fakat halk ezgilerini alıp yozlaştırmaya çalışmak ciddi bir sorundur.” Karadeniz Müziği içerisinde birçok türler vardır. Horon, karşılama, atma, sürmeli, seyran, fingil ve benzeri. Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi’nde mani atma şeklinde yapılan, belli bir konu üzerinde irticalen söylenen maniler bir kemençe, kaval ve tulum eşliğinde çok bildik melodilerle (o yörede çok bilinen) seslendirilir. Bunlar seslendirilirken genellikle oyun ve eğlence ön planda olduğu gibi birilerine söz söyleme, cevap verme, taşlama gibi amaçları vardır. Bu nedenlerden dolayı mani atma geleneği içerisindeki sözleri ve melodileri, yörenin icracıları çok kolay bir şekilde irticalen çalıp söyleyebilmektedirler. Genellikle bunların içerisinde coşkulu melodi ve sözler vardır. Çoğunlukla eğlence ortamlarında yapılan bu tarz günümüzde pop alt yapılarıyla, üzerine sadece bir kemençe sesi kaydedilerek kolaylıkla yapılabilmektedir. Alt yapılara bakıldığında, hareketli dansları içeren bu müzik formu üzerinde bir kemençe sesi veya zurna, kaval gibi enstrümanlarla bu bildik melodilerin icrası mani atma geleneğindeki sözler güncelleştirilerek Karadeniz ağzıyla okunmaktadır. Bu yapılan da aslında Karadeniz Pop’udur. Ne yazık ki bu da türküleri geliştirmek değil değiştirmektir. Popüler Karadeniz müziği geniş kitlere belki hitap etmeyi başarmıştır, bunun sonucunun tek yararı da bu müzik türünden bihaber olanlara az da olsa Karadeniz müziği ritminin farkında olmadan öğretmesi yatmakla beraber, icra geleneğinin ve söz söylemenin de bir dejenerasyonu söz konusudur. ( Kurt, İ: 2003 ) Adsız kahramanların yarattıklarını bu halka ve gelecek nesillere doğru olarak iletmemiz kutsal bir görevdir. Elbette ki türkülerimizi geliştirmekte görevimizdir, ancak bazı sanatçılar ki onlara sanatçı demeğe de pek dilim varmıyor, geliştirmekle değiştirmek arasındaki farkı henüz kavrayabilmiş değiller.( Sönmez, K: 2002 ) Sanatın gerçek sahibi kitlelerdir. Oysa günümüzde bu gün kalitesiz ve kösüz anlayışlar ile birleşen kitle iletişim araçları toplumun doğurganlığını öldürmektedir. Eskiden her evde bir müzisyen varken bugün çoğumuz pasif biraz izleyiciyiz. Elbette ki ürünü kitlelere beğendirmek içinde sanatçının kendini sınırlamaya ya da zorla basit ürünler vermeye de çalışmaması gerekir. Sonuç Olarak; Dinleneceği yerde tüketilen bir meta konumuna getirilen müzikte kirlenme, sosyal ve ahlaki kirlenmenin bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Müzik zevkten önce kültür meselesidir ve gelişmiş bir müzik kültürü için zamana ve paraya ihtiyaç vardır. En önemli nedenlerden biride, Türkiye’de kültür yorumcuklarının Popüler yazılar yazamaması, halkın ulaşabileceği kanallarda kültürle ilgili kapsamlı tek bir değerlendirme yazısına ya da ( televizyon ya da radyo için ) konuşmasına bile ulaşmaya imkân yok. Kültür konularında Türkiye’de kitleleri tereddüde sevk edecek, gördüklerinden, sunulandan “başka” şeyler de olduğundan, olabileceğinden haberdar edecek tek bir kanal bile yok. Türkiye’de sanat hala elite ait görülüyor oysa sanat sokağa ve halka aittir. Karadeniz Müziği halka meal edilmeye çalışılırken köklü geçmişinden koparılmıştır. Doğurganlığı, yukarıda bahsettiğimiz gibi, kaybolmuştur. Bugün ise yüksek bir zevk ve hissiyat olarak(!) “Çakkıdı” müziğine gelmiş ve geçmiş durumda bulunuyoruz. Ne Karacaoğlan’daki insan ve doğa sevgisi, Ne Dadaloğlu’ndaki yiğitlik, kahramanlık, ne Yunus Emre’deki ilahî aşk, ne Dede Efendi’deki üstün sanat, ne de Itri’nin mistisizmi… Anadolu’da yani duyguların beşiğinde, bugün maalesef halkın gündeminde bu üstün anlayıştan eser yok. Derin bir yozlaşma var müziğimizde. Sözlerinde sevgisizlik, aşağılama, aldatma zevki, nefret, müstehcenlik, yalan; bestesinde gürültü, ahenksizlik, uyumsuzluk, dengesizlik, teneke yuvarlanması gibi bir şey… Gerçekleştirilen ve adı pop-rock olan ve aslımızla alakası bile bulunmayan bu gürültülerin hem ahengi yok, hem sözleri manasız, hem de bir araya getirilmiş saçma sapan kelimelerden örülü, bir örümcek ağı kadar ömrü olan, bir yaratık… Bu topraklarda elbette ki hâlâ içinde bulundukları toplumun özelliğini taşıyan ve onların duygularına tercüman olan gerçek sanatçılar var. Ancak Onlar’a ne televizyonda, ne gazetede, ne de radyoda pek yer yok. Ama gerçek sanatkârları bu millet hafızasına kazıyacaktır. Milletleri millet yapan, ortak ve millî bir hafızaları olmasıdır. Bu hafıza bir insanın hafızası gibidir ve yıllar geçse de kalitenin hakkını verir. Popüler hale getirilenler ise, bir günde tek bir nakarat bölümü sayesinde bir süre ekranlarda radyolarda boy gösterecekler. Açık saçık bir klip çekip müzik kanallarından hiç düşmeyecekler, Talk Showlar’da dans eşliğinde tüm acemilikleri ile parçalarını yorumlayacaklar, gecelere akacaklar, bardan bara kaçamak yapacaklar. Sonra ne mi olacaklar? Unutulup gidecekler tabi. … Bazıları, türkü söyleyen küçücük çocukların çığlıklarını topluma müzik diye sunmuş ve kabul de ettirmişlerdir. Sanat ve sanatçı tanımları maalesef ülkemizde birçok farklı dalda olduğu gibi elde edilmesi son derece basit kavramlar halini almıştır. Artık dinleyici yerini müşteri diye adlandırılan kimselere bırakmak zorunda kalmıştır. Özellikle özel radyo-televizyon yayınlarının kalitesizliği, ülke genelinde bir ''Estetik'' boşluğun oluşmasına adeta yardımcı olmuştur Eser yapma ve icra gücünün estetik duygularla beslenmemesi sonucunda, yeni eser üretimi durma noktasına gelmiştir. Müzikte özgürlük adına yapılan uygulamalardaki sanatçı yetiştiren kurumların azlığı göze çarpar duruma gelmiştir. Gazel ve ilahiler bugün ya unutulmuş, ya mevlithanlarca dinî gün ve gecelerde söylenir olmuş ya da diskotek müziğine dönüşmüştür. Günümüze bakacak olursak karşılıklı etkileşim yerini tek taraflı bir etkilemeye, daha başka bir deyişle taklitçiliğe bırakmıştır. Halkın bağrından çıkmayan, beğenisini kazanmayan ve beslenmeyen her şey insanımıza zorla zerk edilmeye çalışılmaktadır. Karadeniz müziği pop müziğe dönüşmüş ve dönüştürülmüştür. “Ne yazık ki Karadeniz pop müziği toplumsal yapının bugünkü sonucudur. Ne olduğu belirsiz bu müzik türü özellikle gençlerde çürümeğe yol açmaktadır. Geleneksel halk müziğinin sınırlarını gevşeterek yozlaştırmakta, sanat tekniğine ve estetiğe zarar vermektedir. Dikkat edilirse, popüler müzikte yozlaşmanın içinde bulunanlar genç nesillerdir ki “yaşları 25 civarındadır” bu da geleceğimizde önemli ölçüde yozlaşma demektir.(Kaygısız, M 2000: 389, 390)” Tavsiyeler Müzik milletin maldır. Halk ezgilerinin eğitici, estetik yönden kontrolünü yapacak bir üst kurul kurulmalıdır. “Yozlaşma” ile ilgili konunun her kesimce değerlendirmeye alınması ve sosyo-kültürel boyutu üzerinde düşünülmesi ve acil tedbirler alınması gerekmektedir. Geleneksel müziğimizin korunması için “eğitim”de müziğe daha fazla önem verilmelidir. Ayrıca müzik piyasasına yönelik denetimler de artırılmalıdır. Tarama yapılarak seslerin kayıt edilebilmesi gerekmektedir. Müziğin, cehalet eseri olan eğlencelere alet olunmasının önüne geçilmelidir. Müzik zevk unsuru olmaktan ve emirle gelişme gösteren bir yapıdan kurtulmalıdır. Yapılacak büyük bir iş de pop'a değil, gerçek ve kaliteli müziğe yönlendirme yapılmalıdır. Müziğimiz, eski şiiri ve edebiyatı güncelleştiren bir araç olabilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Argo kelimelerden, kavramlardan kurtularak hayatın gerçeklerini anlatmalıdır. Usta-çırak ilişkisi devam etmelidir. Ses kadar kişideki karakter ve duruş da önemsenmelidir. Yazı: Ahmet TESNİMÎ (Sakarya,18/07/2010) Tarih: 18.7.2010 http://www.catak.info/ http://www.catak.info/