ORTAÇAĞ’DA İKTİSADİ DÜŞÜNCE Ortaçağ’da Feodal Siyasi ve Ekonomik Yapı . Ortaçağ döneminin kendi iç dinamikleriyle evrilen, dönüşen ve gelişen bir tarihsel dönem olduğu söylenebilir. . Ortaçağ’da yaşayan insanlarda yaşadıkları çağın ortada olduğuna inanıyorlardı. Ortadan kastettikleri şey, kendi yaşadıkları dönemin Hristiyanlığın ilk dönemleri ile bu dinin bir dünya dini ve devleti olacağı gelecek dönemler arasındaki bir ara dönem olmasıydı. Bu nedenle yaşadıkları dönem ortada idi ve Hristiyanlık bütün dünyaya egemen olunca dönem tamamlanacaktı. . Ortaçağ’ı dört döneme ayırmak mümkündür. Dönemler? . Siyasi yönetim biçimi olarak feodalizm. Ekonomik sistem olarak da manoryalizm uygulanmaktaydı. Feodalizm, siyasi egemenliğin kraldan başlayan ve en küçük soyluya değin zincirleme bir biçimde yayılan yönetim tarzıydı. Kral çoğu zaman sembolik bir kral kimliği taşıyordu ve en üstteki lorddu. Kral eşitler arasında birinciydi. Yoksa ne askeri ne de siyasi gücün mutlak bir yaptırımından söz edilemezdi. . Roma sonrası, ortaya çıkan güvensizlik ortamı feodalizmin oluşmasında en önemli etkendir. Feodalizm ile soylular, askerler, eski komutanlar kendi bölgelerine, malikanelerine ve köylerine sığınan insanları himaye etmek için bedel olarak korunma talep eden köylülerin emeklerini istenmektedir. Böylelikle feodal siyasi düzen ve manoryalizm ile üretime geçilmektedir. . Sonuç, köylülerin kendilerine sağlanan güvenlik hizmetine karşılık ayni, nakdi ve bedeni olarak vergilere ve çoğu zaman angaryalara maruz kaldıkları bir sistemin ortaya çıkması olmuştur. Feodalizmin eleştirilmesine rağmen savunanlarda vardı; lordun sağladığı güvenlik, adalet ve yönetim hizmeti ile köylülerin sağladığı ürünler anlaşmaya dayalı bir biçimde takas edilmekteydi. . Bu örgütlenme beraberinde piyasa ekonomilerinin dışında sınıflı bir sosyal yapıyı beraberinde getirdi. Nasıl? . Ortaçağ’ın bu ekonomik örgütlenmesinde bir piyasada ya da rekabetten bahsetmek mümkün değildi. Manor ekonomisinde ekim dikim işlemleri, değirmen gibi tesisler soylunun kontrolündeydi. . Şehirlerde ise esnaf örgütlenmeleri, kaynak dağılımını, üretimi, üretim tekniklerini, usta sayılarını, satış fiyatlarını belirlemek suretiyle bir otokontrol mekanizması kurmuşlardı. Bu lonca teşkilatı idi. . Ortaçağ’ın ekonomik yapısını tanımlamak gerekirse? . Ortaçağ’da toplumsallık ileri boyutlara ulaşmış ve bireycilik ötelenmiştir. Temel mantık, içinde bulunulan toplumun en uygun biçimde ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve yaşayabilmesi olarak belirlenmiştir. Bunun için rekabet ve çatışma önlenmiş, kardeşlik ve birlik ön planda olmuştur. . Sisteme ticaretin, paranın, pazarın ve özgür düşüncenin yokluğu damgasını vurmuştur. Üretim faktörleri kontrol altında ve istikrarlıdır. Akışkanlıkları ve özgürce hareket ederek yer değiştirmeleri mümkün değildir. . Küçük bölgesel ticaretin dışında uluslararası sayılabilecek uzun mesafeli ticarete rastlanmaz. . Toplumun büyük kısmı zirai sektör içinde olduğundan ekonomide belirleyici öğede ziraattır. Henüz ne fabrikadan ne sermayeden ne işverenden ne maliyetten ne de üretim artışı sağlayacak teknolojik gelişme ve makineleşmeden bahsetmek mümkündür. Bu görünüm iki kırılma ile dönüşüp yerini kapitalist ekonominin doğup gelişeceği bir ekonomik yapıya bırakacaktır. İki kırılma? Ortaçağ’da Skolastik Düşünce . Skolastik düşünce tamamıyla Hristiyanlığın felsefi anlamda bir temele oturtulması çabalarından doğmuştur. Skolastizm, bir yandan felsefeyi dinin alanına uygulamak, bir yandan da aklı, inancın alanına uygulayarak buralarda yer alan problemleri anlaşılabilir kılmayı amaçlamaktadır. Bunun için skolastik felsefenin temel ilkesi anlamak için inanıyorumdur. Bu ilke aklın tanrısal buyrukların anlaşılabilmesi için kullanılmasını içerir. Artık insan aklı devreye girmişti ve bu sorgulayıcı bakış açısı her seferinde daha köklü ve yaygın bir biçimde insan düşüncesini etkileyecekti. . Dinin dogmatik yapısından kurtulmak ve yaşama akılcı bir şekilde yaklaşmak, bizatihi Tanrı’yı ve dini anlamak için gerekli görülmeye başlanmıştı. Bunun için ilk olarak felsefede daha sonrada da aritmetik, optik, geometri, fizik, astronomi ve tıp alanlarında atılımlar yaşanmaya başlandı. «Dinimize bu kadar bağlı olmamızın ardından, inandıklarımızı anlamak için çaba göstermezsek, bana öyle geliyor ki görevimizi yapmış sayılmayız». Böylece aklın inanç ile bağdaştırılmasına başlanmıştır. Skolastik Düşüncede Devlet, Özgürlük ve Toplumsal Sınıflar . Ortaçağ’a yön veren skolastik düşüncenin anlaşılabilmesi, düşüncenin ana kaynağını oluşturan Hristiyanlık dininin anlaşılmasını gerekli kılar. . Hristiyanlık insanı, devleti, özgürlüğü, eşitliği, dünyayı ve toplumsal sınıflaşmayı belirlerken, aynı zamanda Reform’a uzanacak sürecin yapıtaşlarını da döşemeye başlamıştır. . Bu tartışmalar sonradan biçim değiştirerek hem tartışma konularını dünyevi meselelere taşımış hem de etkinlik alanını artırarak içinde bulunulan merkezi otorite yokluğunda Avrupalı insanların pratik yaşamlarını belirlemeye başlamıştır. Bu belirleyiş zamanla masumiyetini yitirmiştir. Nasıl? . Reform? . Roma döneminde Hristiyanlar eşitsizliklere maruz kalmışlardır. Yaşamdaki eşitsizlikler ve sınıfsal farklılıklar insan günahkarlığının bir bedeli olarak algılanıyordu. Hristiyan alimler sınıfsal yapının ve mülkiyet eşitsizliğinin giderilmesi konusunda bir öneride bulunmuyorlardı. İnsanlar Tanrı’nın önünde eşittir ancak bu eşitlik pratikte de bir eşitliğin aranması anlamına gelmiyordu. . Bunlara ek olarak Ortaçağ toplumuna Hristiyanlığın dikte ettiği sınıflaşma, insanlar tarafından da normal olarak karşılanıyordu. Nasıl? . Hristiyanlığa göre devlet, Tanrı tarafından konulan iyileri geliştirmek ve kötüleri bertaraf sahip olarak, insanın zaten günahkar olarak gönderilmiş olduğu bu dünyadaki kurtuluşunu sağlamak görevine sahipti. . Bu dünyanın, yaşanacak sonsuz hayatın bir öncülü olmasının öne çıkarılması bütün ortaçağlar boyunca insanı, iktidarı ve dünyevi ilişkileri bir yandan edilgen bir konuma iterken diğer yandan kilisenin kontrolüne girmeye zorlamıştır (otorite boşluğu). Bu nedenle de Ortaçağ’ın iktisadi düşünceleri ve ekonomik pratikleri bu temel inançlar üzerine inşa edilmiştir. . Ancak Reform’un karşı saldırısı ile gelecek olan düzenlemeler bu yorumları değiştirecek ve devlet, insan, dünya, iman, çalışma vb. konularda Avrupalı insanların yeni bir rotaya girmesinin kapılarını aralayacaktır. . Aydınlanma, bu dünyanın öneminin öne çıkarılması, bilimlerdeki gelişmeler, Avrupa insanının zenginlik ve üretim konusundaki çabaları ve iktisat teorisine giden yolların açılması hep bu dönüşümlerin sonucudur. Ortaçağ’da Değer ve Adil Fiyat Düşüncesi . Ortaçağ iktisadi düşüncesinin üzerine eğildiği en önemli iki unsurdan biri faiz diğeri de adil fiyattır. Neden? . Adil fiyat kavramı bir değişim işlemi nasıl yapılmalıdır ki değişim sonucunda her iki tarafta bir zarara uğramasın? Sorusuna cevap arar. . Temel düşünce, alım satım işleminde tarafların zarar görmemesiydi. Fakat ticarete para aracılık edince değer de parayla ifade edilmeye başlanmıştı. O halde adil fiyat, bir değişim işleminde fiyatın malın değerini, malın da kendisine ödenen fiyatın değerini aşmaması, bu ikisinin birbirine denk olması şeklinde tanımlanabilirdi. Çünkü hukuk ve adalet anlayışı çerçevesinde alım-satım sonrasında, alıcı ve satıcının alım-satım öncesindeki ekonomik durumunun bozulmaması gerekiyordu. Ancak adil fiyat nasıl oluşacaktı? . Ortaçağ’da adil fiyat üzerindeki tartışmalar, hukukçular ve skolastikler tarafından yürütülüyordu. Adil fiyat ile ilgili çok sayıda tanım ortaya atılmıştır.? . Adil fiyatın ne olduğuna yönelik soruları cevaplama çabası yorumcuları arz ve talebe götürdü. . Ortaçağ’ın arz ve talep yorumu da net değildi. Hukukçular ve skolastikler, malların piyasa fiyatları üzerinde arz ve talebin etkisini tartışırken başka faktörleri de devreye soktular. Hangi faktörler? . Şu halde Ortaçağ’da bir malın değerinin belirlenmesinde alıcılar toplamının talep yapısı ile arzın birlikte değerlendirilmesi, neo-klasik iktisattaki piyasa fiyatı yorumuna çok yaklaşılmış oluyordu. Böylece ulaşılan noktada, bir malın piyasa fiyatının yani değerinin belirlenmesinde arz ve talep ile birlikte emek ve maliyette etkiliydi. Aynı görüş emeğin fiyatı olan ücrete de uygulandı, ücretlerinde tıpkı fiyatlarda olduğu gibi toplumdaki genel tahmin tarafından belirlenmesi gerektiği kabul edildi. . Piyasadaki adil fiyatın oluşumunu engelleyen unsurlar, monopol, toptancılık, bir şeyi önceden satın alarak fiyat yükseldiği zaman satmaktı. Bunlar suni kıtlık oluşturarak piyasada oluşan fiyatların yükselmesine neden olurdu. . Adil fiyatın, piyasada oluşan fiyat dışında ortaya çıkabileceği ikinci durum kamu otoritesi tarafından kamu yararı için belirlenecek bir fiyat ve ücrettir. . Bu görüşe göre kamu otoritesinin belirlediği sabit fiyat zenginliği, aylaklığı, açgözlülüğü, dürüst olmamayı, faizciliği önleyen bir uygulamaydı. Yani devletin piyasaya egemen olması nedeniyle bütün fiyatların kamu yararı için kamu otoritesi tarafından sabitlenmesi gereklidir. Neden? . Fiyatın yasal belirlenmemesi durumunda ortaya çıkan fiyatın bir tür piyasa fiyatı olacağı açıktır. Bu nedenle, oluşacak fiyatın maliyetten, teknolojiden, üretildiği miktardan ve halkın alışkanlıklarından bağımsız olarak ortaya çıkmayacağı kesindi. . Adil fiyatın piyasa fiyatı olup olmadığını anlamak için ? . Adil fiyatın oluşabilmesindeki üçüncü durum, fiyatın ya da ücretin serbest sözleşme yöntemi ile belirlenmesidir. Bu durumda oluşan fiyat genellikle iki kişi ya da grubun anlaşması sonucunda ve piyasa fiyatı ya da otorite tarafından belirlenen fiyat esas alınarak belirleniyordu. Ortaçağ’da Faiz ve Para Düşüncesi . Faiz düşüncesi Ortaçağ boyunca en çok tartışılan ve zaman içinde de fazlaca biçim değiştiren düşüncelerden birisidir. Tarihte ilk faiz uygulaması nasıl başladı? . Faiz Ortaçağ iktisadi düşüncesinde neredeyse 4. yüzyıldan başlayarak 15. yüzyıla kadar değişik yorumlara maruz kalan ve katı bir yasak konumundan yavaş yavaş meşru zemine kayan bir uygulama olmuştur. . İncil’e dayandırılan ve kilise hukukçuları tarafından geliştirilen faiz ile ilgili yorumlar gittikçe kesinleşerek çeşitlendi ve faizin yasaklığına ilişkin kesin bir kararname yayınlandı. Tefecilerin tövbe etmesi zorunlu hale getirildi, kamusal olarak suçlanmalarının ve yargılanmalarının önü açıldı. . Faiz adalet ile ilişkilendiriliyor, doğal ve yasal olmaması gerektiği savunuluyordu. Faiz bir yandan insanların yardım duygularını öldürerek, zengin kimsenin kendisine verilen zenginliği fakir komşusuna satması, alınan ve verilen şeylerin eşit olmasını önleyerek adaletin gerçekleşmesini engelliyordu. . Ancak gelişen bu bakış açısı ekonomik ve sosyal şartların da etkisiyle karşıt düşünceleri tetiklemeye başladı. Özellikle merkezi devletlerin oluşmaya başlaması ile ortaya çıkan finansal ihtiyacı karşılamak için tefeciler yöneticiler tarafından korunmaya başladılar ve toplumda önemli bir konuma yükseldiler. Hatta artık kilise mensupları da almış oldukları görevler karşılığında papalığa yapmak zorunda oldukları ödemeler için tefecilerden faizle borç almaya ve zenginliklerini faizle borç vererek kullanmaya başladılar. . 16. yüzyıla gelindiğinde faiz tartışmaları boyut değiştirmeye başladı. Faiz üzerinde düşünce geliştirenler her zaman borç alanın değil kimi durumlarda borç verenin de, borç vermekten dolayı sıkıntıya düştüğünü bu durumunda tıpkı öncekinde olduğu gibi adalet ve eşitliği bozduğunu ifade etmeye başladılar. . Artık yalnızca aldığı borçtan dolayı faiz ödeyenlerin değil, ama aynı zamanda borç verdiği için bir olumsuzlukla karşı karşıya kalanların durumları da tartışılmaya başlandı. Borcun geri ödenmesinin reddedilmesi, ödemenin geciktirilmesi, bankacılık gibi oluşumlar da artık tartışılmaya başlandı. Faiz konusunda ki yasakların artık gevşemeye başladığı görülmektedir. . Faiz tartışmaları 15. yüzyıla gelindiğinde tam olarak sonuçlanmasa da hız kesti ve faiz birçok formu ile Avrupa ekonomik yapısına dahil oldu. Ekonominin nakdileşmesi, ticaretin genişlemesi, pazarların büyümesi, sektörlerin çeşitlenmesi ve dış ticaretin artmasının bu durumda önemli rolü olmuştur. Artık bundan sonra iktisadi düşünce tarihinde faizin yasaklığı değil ama ekonomik yapı içinde ki rolü ve etkileri tartışılacaktı. . Ortaçağ’da paranın ne olduğu, hangi maddeden yapılması gerektiği, değerinin nasıl saptanacağı konuları da tartışılmıştır. Buna göre, Aquinas, para değerinin prens tarafından belirlenmesi gerektiğini, William, para değerinin onu kullananlar tarafından oluşturulacağını, Oresmus, resmi otoritenin parayı basma hakkı vardır ancak para piyasaya sürüldüğü andan itibaren toplumun malıdır, bu aşamadan sonra paranın değerinin bozulması topluma zarar verir, Buridan, paranın tabiatta az bulunan bir madenden yapılmasını savunur. Bu düşünürlerin görüşleri henüz gelişmiş bir düzeyde değildir. Ortaçağ’da Ticaret ve Kar Düşüncesi . Ekonomilerin kapalı aile üretimi biçiminde örgütlendiği ve üretimin ancak ihtiyaçları gidermek için yapıldığı dönemlerde düşünürler, insanların faaliyetlerini anlamlandırmakta biraz sıkıntıya düşmüşlerdir. Neden? . Bu nedenle hep bu duruma yönelik ayrımlar yapılmıştır. Üretken emek, üretken olmayan emek, verimli sınıflar, verimsiz sınıflar ve üretken faaliyetler, üretken olmayan faaliyetler ayrımları hep bu yaklaşımın sonuçlarında yapılmıştır. Bu ayrımlarda henüz hizmet üretiminin yeteri derecede algılanamadığı ve bu nedenle de hizmetlerin toplum refahını artırıcı etkilerinin göz ardı edildiği görülmektedir. . Faaliyetlerin bu şekilde ayrıştırılmasının bir diğer nedeni de dinseldir. Hristiyanlıkta da, Müslümanlıkta da emek kutsal sayılmış ve insanların çalışmaları ve emek kullanarak geçimlerini temin etmeleri desteklenmiştir. . Ortaçağ’da da sınıflı bir toplum yapısı vardır ve bu yapı doğal bir yapı olarak kabul edilmektedir. Piyasa kavramının ve dolayısıyla piyasanın ne üretilecek sorusuna cevap vermediği bir ortamda, toplumun ihtiyacı olan çeşitli malları üretebilmek ancak sınıflı bir toplum yapısının kabulü ile sağlanabilmiştir. . Burada temel problem ticaretin ne olduğu, hangi tür faaliyetleri içerdiğidir. Bir malı alarak üzerine kar ekleyip diğer insanlara satmak nasıl yorumlanmalıdır? . Bu konuda uzun yıllar geçerli olan ilk yorum Aristo’dan gelmiştir. Nasıl? . Bu konuda ki düşünceler gelişen ticaretle birlikte değişinceye kadar Ortaçağ’da da ticaret kısır ve faydasız bir faaliyet olarak nitelenmiş ve hor görülmüştür. Aquinas? . Ticaret aynı zamanda adil fiyat düşüncesine de aykırıdır. Neden? Ortaçağ’da Mülkiyet Düşüncesi . Genel olarak Ortaçağ düşünürleri Aristo’nun da etkisi ile mülkiyeti meşru bir hak olarak kabul etmişlerdir. . Aquinas özel mülkiyeti savunmaktadır. Ona göre mülk sahibi olmak ile o mülkiyetin kullanımı birbirinden ayrılabilecek şeylerdir. Yani bir kimse bir malın mülküne sahip olabilir ama o malın kullanımını da bir başkasının elinde bulunabilir. Eğer özel mülkiyete konu olan mallar topluma yarar sağlayacak bir şekilde kullandırılıyorsa özel mülkiyet sakıncalı değildir. Aquinas buna kullanımda ortak mülkiyet adını vermektedir. . Aquinas’a göre insanlar mülk edinmeleri söz konusu ise kendilerini çalışmaya verecek, herkes kendi sahip olduklarıyla yetindiği zamanda toplumsal barış sağlanmış olacaktır. Yeni Bir Mezhebe Doğru: Reform . Hristiyanlığın, özellikle Avrupalı ulusların ekonomik gelişmeleri üzerinde derin etkileri olmuştu. Hristiyanlık insanlar arasında eşitlik düşüncesini getirdi. Özellikle kölelik ya tamamen ya da kısmen reddedildi ve Hristiyanlaşmak köleliğin kalkması için yeter şart gibi göründü. . Hristiyanlığın doktrini kardeşlik üzerine kurulunca mülkiyet yapısı olarak komünal mülkiyet (toplumun ortak malı) önerildi. . Kilise insanlar üzerinde güçlü, evrensel ve despot bir etkiye sahipti. Her alana nüfuz etmiş durumdaydı. Hayatın bütün eylemleri hatta en din dışı alanlar bile dinin egemenliğindeydi. Kilise, çalışma ve dinlenmeyi, tüketim biçimini ve hayat tarzını ayrıntılarına kadar düzenledi. Bütün Avrupa’daki eğitim öğretim işleri kilisenin tekeli altındaydı. . Ancak kilisenin bu iktidarına Reform hareketi ile karşı çıkılmaya başlandı. Kilisenin bütün dünyevi otoritelerin kendine bağlı olduğu iddiası ilk kez 1296 yılında örselendi. . Fransa Kralı ile Papa ortaya çıkan çatışma, kralın din adamlarını vergilendirilip vergilendirmeyeceği etrafında toplandı. Kralın da destek bulması ile birlikte sorun 1297 yılında kral lehine çözüldü. . Bu olaylardan sonra iktidarın nasıl biçimlenmesi gerektiği ve bu iktidarda krallığın ve papalığın rolünün ne olacağı tartışmaları da gündeme geldi. . Hristiyanlığın uygulamalarında bir yeniliği ifade eden reform hareketi 1517’de Martin Luther’in kilise kapısına astığı bir bildirge ile başladı. . Luther, bildirgesinde tek otoritenin kutsal kitap olduğunu, kurtuluşun kilise aracılığı ile değil imanla olacağını, tarikatların merkezi rolünün reddedilmesi gerektiğini, otoritenin kilise dışına çıkması gerektiğini ısrarla belirtiyordu. Luther’in en çok itiraz ettiği konu kilisenin dünyevi bir otorite haline gelerek vergi gelirlerine ortak olması ve din ticaret yapmasıydı. Papa da bir insandı ve diğer insanlar gibi hata yapabilirdi. Kilise ilk kez bu kadar açık bir meydan okuma ile karşılaşmıştı. . Yeni akım, siyasi ve toplumsal organizasyonları da kökünden sarmaya başladı. Luther ve diğerlerinin daha önceki dini reformların başarısız olmasına rağmen başarı kazanmalarının nedeni açıktı. Onlar başlattıkları savaşta önceki reformcuların aksine kilisenin siyasi ve ekonomik baskısından zaten bunalmış olan soyluları da yanlarına çekmiş ve onların otoritelerini tehdit eden bir tavır içinde olmamışlardı. . Luther kutsal kitaba dönüşü önerdi ve kilisenin bulaşmış olduğu bütün yolsuzlukları ve çıkar faaliyetlerini kınadı. İnsan günlük faaliyetlerini özgürce yapabilmeliydi. Luther’e göre hangi insanın günahkar hangisinin seçilmiş olduğunu bilmek mümkün değildi. O halde kilisenin insanları kurtuluşa eriştirmesi, hele bunu para karşılığında yapması tam anlamıyla saçmaydı. . Luther’in kilise anlayışı manevi bir birliği temsil eder. Bu nedenle de kilise iman birliğini temsil edecek ve yönetme, cezalandırma, yargılama faaliyetleri laik dünyevi iktidara bırakılacaktı. Luther’in reformunun başarısı bu noktada gizlidir. . Reformun ilk iktisadi sonucunda insanlar zincirlerinden kurtulmuşlar, bir yandan kilisenin baskısı bitmiş, diğer yandan da tatminkar bir hayat sürerek öteki dünyayı kazanma inancı örselenmişti. O halde çalışmak ve zengin olmanın önünde engel yoktu ve bu, dini inançla da uyum içindeydi. . Reformun ikinci iktisadi sonucu, artık araştırma yöntemi ve bilimin faaliyeti ciddi bir dönüşüm sürecine girecekti. Rönesans ve Reform: İktisadi Düşüncede Dönüşüm . Reform, insanların üzerindeki düşünsel ve dinsel baskıyı kaldırırken Rönesans, Avrupa insanına yeniliklerle dolu bir yaşam biçiminin kapılarını aralamıştır. İnsanın akıl gücü ve önemi ön plana çıkarılmış ve aydınlanma felsefesi bu dönemde oluşmaya başlamıştır. . Rönesans döneminde gökbilimciler, fizikçiler, matematikçiler yanında sanatçılar, ressamlar bulunmaktadır. Bunlar ortaya koydukları eserler ve ileri sürdükleri düşünceler ile dış dünyanın insanlar tarafından daha fazla ilgi çekmesine, insanın bilime olan merakının dış dünyayı anlamaya yönlendirilmesine katkıda bulunmuşlardır. . «Doğayı incelemeliyiz, geri kalmamızın sebebi yüzyıllar boyunca o koca doğayı bir yana bırakarak boşuna Aristo ve Platon ile vakit geçirmiş olmamızdır. Doğayı incelemek bizleri kolaylıkla kesin bir bilime götürür.» . Skolastik dönemde felsefe kilise hizmetinde olan bir felsefeydi. Oysa Rönesans dönemi felsefesi kendini her türlü bağımlılıktan, otorite ve yetkiden kurtarmak ve özgür olmak isteyen bir yapıdaydı. Aklın ve deneyin sağladığı doğrular bulunmaya çalışıldı. . Artık eski dönemin inanan insanının yerini düşünen insan almıştır. Önceden dünyanın merkezinde Tanrı ve kilise varken şimdi dünyanın merkezine insanın kendisi ve onun aklı, bireyin istekleri, beklentileri ve zevkleri oturmuştur. . Bu dönemde artık iktisadi faaliyetlerin de bağımsız incelenmesi gerektiği düşüncesi dile getirilmiştir.