İZMİR ÖRNEĞİNDE AFRİKALI TÜRK OLMANIN DÜNÜ VE BUGÜNÜ Hazırlayan Öğrenciler: İlayda Vurucu İlhan Çamiçi Danışman Öğretmen: Serkan Sezgin İZMİR – 2012 PROJENİN AMACI………………………………………………………………………….4 PROJENİN ÖZETİ………………………....………………………………………………..5 GİRİŞ …………………………………………………………………………………………6 1. OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK. …………………………………………….……8 1.1 Osmanlı Devleti’nde Kölelik ve Köle Edinme Yöntemleri...………………..10 1.1.1. Savaşta Tutsak Alma……….…………………………………………......10 1. 1.2. Adam Kaçırma……………………………………………………………..10 1.1.3. Harç ve Vergi Ödemesi.…………………………………………………...11 1.1.4. Çocukların Terk Edilmesi ve Satılması…………………………………11 1.1.5. Kendini Köleleştirme………………………………………………………11 1.1.6. Doğum…………………………………………………………………….....12 1.1.7. Avrupa’nın Köleliği Kaldırma Çalışmaları……………………………...12 1.1.8.Osmanlı’da Asker Köleler………………………………………………....13 1.1.9.Tarımda Köleler……………………………………………………………...14 1.1.10.Sanayide Köleler…………………………………………………………..14 1.1.11.Devlet Yönetiminde Köleler……………………………………………..15 1.2. Osmanlı Köle Ticareti’nin Afrika’ya Kayması………………………………..15 1.3. Osmanlı’da Köle Ticaret Yolları………………………………………………...16 2. AFRİKA KÖKENLİ TÜRK OLMAK…………………………………………………...17 2.1 Köken ve Kimlik……………………………………………………………………17 2.2 İlk Yerleşim Yerleri………………………………………………………………...19 3. İZMİR’DE YAŞAYAN AFRİKALI TÜRKLER………………………………………..19 3.1. Yerleşim Yerleri……………………………………………………………………19 3.2 Toplumsal ve Ekonomik Yaşam………………………………………………...22 3.2.1. Aile, Akrabalık ve Komşuluk İlişkileri…………………………………..22 3.2.2 İnanış ve Ritüelleri………………………………………….………………23 a.Dana Bayramı……………………………………………………………..20 3.2.3. İş ve Meslekleri……………………………………………………………..26 3.2.4. Eğitim Hayatları…………………………………………………………….27 3.3. Sosyal Yaşama Uyum Süreçleri………………………………………….…….28 3.3.1. Ötekileştirilmeleri………………………………………………………….28 3.3.2. Aidiyet Duyguları…………………………………………………………..30 2 SONUÇ………………………………………………………………………………………31 YÖNTEM…………………………………………………………………………………….32 KAYNAKLAR……………………………………………………………………………….33 EKLER……………………………………………………………………………………….31 EK 1: AYHAN TÜRKKOLLU İLE RÖPORTAJ…………………………………………34 EK 2: MUSTAFA OLPAK İLE RÖPORTAJ……………………………………………36 EK-3 GAZETELER ……………………………………………………………………….38 EK-4 FOTOĞRAFLAR…………………………………………………………………….41 TEŞEKKÜRLER……………………………………………………………………………44 3 PROJENİN AMACI Toplumlar farklı farklı insanlardan oluşur. Toplumların farklı insanlardan oluşması, toplumu var eden olay ve olguların ürünüdür. Savaşlar, göçler ve daha birçok olay toplumların yeniden oluşmasını sağlamıştır. İmparatorluk sonrası bir coğrafyada toplumun çeşitli din, dil ve ırktan oluşması gayet doğaldır. İzmir bu kozmopolit yapının önemli bir parçasıdır. İzmir tarih boyunca her bakımdan Batı Anadolu’nun en önemli şehirlerinden biri olmuştur. Önemli bir liman kenti olan İzmir’de Rum, Ermeni, Yahudi, Arap ve Müslüman toplumlar bir arada yaşıyordu. Dilleri, dinleri, kültürleri birbirine benzemeyen bu insanların oluşturduğu kozmopolit yapı, aynı zamanda renkli bir sosyal hayat yaratmıştı. Bu renkli yapı içinde anavatanları olan Afrika’dan İzmir’e köle olarak getirilen zenciler de 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yerini alacaktı. Bu proje çalışmasına yönelmemizin en önemli nedenlerinden biri Reşat Nuri Güntekin’in Miskinler Tekkesi romanıdır. Romanda geçen Afrikalı Türkler ve onların sosyal yaşamları ilgimizi bir hayli çekti. Projeye başladıktan sonra ilgimiz ve heyecanımız daha da arttı. Gördük ki farklılıklarla dolu olan İzmir’de kültürler ve toplumlar iç içe olduğu kadar birbirlerine bir o kadar yabancı. Önceleri sokakta gördüğümüz, Amerikalı sandığımız zencilerin aslında bir buçuk asır önce buraya getirilmiş ve süreç içinde Türkleşmiş Afrikalılar olduğunu fark ettik. İşte bu projede amacımız üç kuşak önce vatanlarından koparılıp buraya getirilen ve artık “biz” olan Afrika kökenli Türklerin İzmir’e nasıl ve neden getirildiklerini, sosyal yaşama nasıl adapte olduklarını ve günümüzde toplum tarafından nasıl karşılandıklarını ortaya koymak, kısacası Afrikalı Türklerin dününü ve bugününü tarihsel ve sosyolojik açıdan incelemektir. 4 PROJENİN ÖZETİ Çevremizde nadiren rastladığımız, çoğu zaman turist zannettiğimiz ancak, artık bizden olan siyahî insanlar hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Bunun sebebi de Türkiye’de yaşayan zenciler konusuna araştırmacıların yeterince ilgi göstermemesidir. Zenciler Müslüman-Türk toplumu içinde değerlendirildiklerinden devletin resmi belgelerinde yer almamışlardır. Türkiye’de nüfusları bilinmeyen, bu nedenle net bir rakam verilemeyen Afrika kökenli Türklerin önemli bir bölümü Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan önce başlayan köle ticareti ile Anadolu topraklarına getirilmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu Döneminde ilk Afrikalıların geliş tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte arşivlerden yola çıkıldığında Sultan I. Beyazıt’ın sarayında Habeşistanlı bir Arap soytarısı olduğuna rastlanmaktadır. Yazılı kaynaklara göre 1850’li yıllarda özellikle Batı Anadolu’da yabancı sermaye yatırımlarının artmasıyla birlikte, tütün ve pamuk tarımında çalıştırılmak üzere Afrika’dan çok sayıda köle getirildiği bilinmektedir. Geçen yüzyıl sonunda “zencilerin” en yoğun yaşadığı kentlerden biri İzmir’dir. İzmir’in Torbalı ilçesine bağlı köylerde ve İzmir’in yoksul mahalleleri olan Sabırtaşı, Dolaplıkuyu, Tamaşalık, İkiçeşmelik, Ballıkuyu ve Eşrefpaşa gibi yerlerde yaşadıkları göze çarpmaktadır. Günümüzde kırsal alanda yaşayan 70 yaş üstündeki Afrika kökenliler tarım sektöründe çalışmaktadır.1970’li yıllarda İzmir’de köylerden kent merkezlerine göç eden Afrika kökenli erkek ve kadınların çoğu Tariş gibi kuruluşlarda işçi olarak çalışmış ve emekli olmuşlardır. Kentlerdeki eğitimli, sosyoekonomik durumları görece iyi olanlar genellikle öğretmen, hemşire, astsubay ve teknisyenlik yapmaktadırlar. Ancak bunların sayıları bir hayli azdır. Araştırmalarımız sonucunda ten rengi nedeniyle yaşamının herhangi bir döneminde çevresinden olumsuz bir davranış görmediklerini söyleyenlerin büyük kısmı köylerde yaşayanlardır. Ancak aynı şeyi kentlerde yaşayanlar için söylemek pek de mümkün değildir. Kentlerde yaşayanlar ten rengi nedeniyle olumsuz davranışlara maruz kalmış, özellikle çalışma ve eğitim hayatında sıkıntılar yaşamış ve yaşamaktadır. 5 GİRİŞ “Birinci kuşak yaşar, ikinci kuşak reddeder, üçüncü kuşak araştırır...” (Mustafa Olpak) “Kölelik, bir insanın başka birinin malı ve mülkü olmasıdır. Başka bir kişinin malı ve mülkü olan kişiye köle, memlûk veya kul; köle sahibine ise efendi veya mevla denir. Bazı durumlarda uşak ve hizmetçi de köle anlamına gelir. “Osmanlı Devleti’nde, köleliğe ilk olarak Osman Bey zamanında rastlanmaktadır. Ancak kölelik kurumu Orhan Bey zamanında sistemli hale getirilmiştir. Osmanlı Devleti’nde köle kaynakları genel olarak iki ana başlık altında toplanmaktaydı. Bunlardan birisi savaşlar diğeri de ticaret yoluyla ortaya çıkan kölelikti. Osmanlı Devleti’nde "Rusların Doğu Avrupa'ya egemen olmaları ile 1783'te Kırım'ı almaları, Tatarların Ukrayna ve komşu topraklardan yakaladıkları esirleri İstanbul ve diğer Osmanlı şehirlerindeki köle pazarlarında satarak yaptıkları ticarete son verdi. Orta ve Doğu Avrupa'nın bir zamanlar bol olan beyaz köleleri gittikçe azaldı ve Rusların 1801–1828 yılları arasında Kafkasya topraklarını işgal etmeleri sonucu olarak İslam dünyasının beyaz köle kaynakları azaldı ve sonunda bitti. Gürcü ve Çerkez köle kaynakları kuruyan Müslüman ülkeler bu kez zorunlu olarak Afrika'daki siyahî köle kaynaklarına döndüler. Mehmet Ali Paşa'nın Nil kıyılarında ilerlemesiyle siyahî köle ticareti daha da arttı.” Afrika kökenli Türklerin geçmişleri hakkında çok net bilgilere sahip değiliz. Sözlü tarih çalışmaları ile yaşlılarla yapılan görüşmeler neticesinde kökenlerinin Sudan, Nijerya, Fas, Cezayir, Libya, Tunus, Kenya ve Somali gibi ülkelere dayandığı tahmin edilmektedir. Türkiye’de nüfusları tam olarak bilinmeyen bu nedenle net bir rakam verilemeyen Afrika kökenli Türklerin önemli bir bölümü Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan önce başlayan köle ticareti ile Anadolu topraklarına getirilmişlerdir. Osmanlı topraklarına ilk Afrikalılar ne zaman geldi, tam olarak bilmek pek olası görünmüyor. Erken Osmanlı kaynaklarından biri olan anonim Tevarih-i Al-i Osman’da Sultan I. Bayezıd’ın Habeşistanlı bir “Arap maskarası”, yani soytarısı olduğunu öğreniyoruz. Bu kişinin köle olup olmadığını kesin olarak bilmek ise mümkün değil Özellikle 15. Yüzyılda Habeşistan’dan çok sayıda kölenin getirildiği bilinmektedir. Ancak 1800’lü yıllarda Afrika’dan getirilen köle sayısı bir hayli artmıştır. Osmanlı Devleti’nde kölelik başlangıcından itibaren azat sistemi ile birlikte ilerlemiş Osmanlı’nın dinsel hukuku gereği köle ticareti ve Afrika’dan köle getirilmesi önemli ölçüde 6 kabul görmüştür. Osmanlı Devleti’nde kölelik ağırlıkla Hicaz, Mısır, Trablusgarp ve Bingazi yollarıyla Sahraaltı Afrika’nın Kanem, Bagirmi, Vaday, Burnu, Darfur, Sudan, Habeşistan, Girit gibi orta ve doğu Afrika ülkeleri Zanzibar Sultanlığı’nı kapsamaktaydı. Yazılı kaynaklarda, 19 yüzyılın ikinci yarısında, özellikle Batı Ege’de yabancı yatırımların artmasıyla birlikte tütün ve pamuk tarımında çalıştırılmak üzere Afrika’dan çok sayıda köle getirildiği belirtilmektedir. . 1880’li yıllarda Afrika kökenli kölelerin yoğun bir biçimde azat edildikleri ve azat edilen kölelerin kendi aralarında dayanışma kurarak yaşadıkları bilinmektedir. Batı Anadolu’da yabancı sermaye yatırımlarının artması ve kapitalist ilişkilerin yoğunlaşmasıyla birlikte, tütün ve pamuk tarımında çalıştırılmak üzere Afrika’dan çok sayıda köle getirildiği belirtilmektedir. Bu yatırımcılar kendilerine gerekli işgücünün büyük bir kısmını Afrika’dan getirilen “zenci” kölelerle karşılıyorlardı. Günümüzde Torbalı, Söke, Ödemiş, Tire, Akhisar gibi Batı Anadolu’nun önemli tarım merkezlerinde, bahsedilen süreçte Afrika’dan getirilen insanların soyundan gelen çok sayıda aile bulunmaktadır. Geçen yüzyıl sonunda “zencilerin” en yoğun yaşadığı kentlerden biri İzmir’di. İzmir “zencileri” Afrika kökenlidir.19. yüzyılın sonlarında özgürlüğe geçişle birlikte İzmir’de bulunan zenciler daha çok Türk mahallelerinde yoğun olarak yaşamışlardır. Özellikle İzmir’in yoksul mahalleleri Sabırtaşı, Dolaplıkuyu, Tamaşalık, İkiçeşmelik ve Ballıkuyu, Eşrefpaşa zenci yerleşim alanları olarak göze çarpmaktaydı. Bu tarihlerde bu yerlerde yaşayan zencilerin nüfusu hakkında kesin rakamlar vermek güçtür. Pertev Naili Boratav’a göre yaklaşık 2000 civarında aileden oluşmaktadır. Günümüzde 1990 sonrası gerçekleşen iç göç nedeniyle daha çok yoksul Kürt ailelerinin yaşadığı bu mahallelerde bugün sadece birkaç Afrika kökenli yoksul aile yaşamaktadır. Geçmişte olduğu gibi, bugün de İzmir’in Torbalı ilçesinde, Naime, Hasköy, Yeniçiftlik, Şubaşı, Çırpı köy ve beldelerinde Afrika kökenli aileler yaşamaktadır. Ayrıca İzmir’in köylerinden İzmir kent merkezine göç süreci Afrika kökenli yurttaşları da etkilemiş, çocuklarına daha iyi eğitim ya da yeni iş olanakları sağlamak isteyen ailelerin bir bölümü 70’li ve 80’li yıllarda İzmir’in Çimentepe, Eşrefpaşa, İkiçeşmelik,Yapıcıoğlu, Karabağlar, Hatay gibi semtlerine göç etmiştir. Bugün İzmir’in Balçova, Bornova, Hatay, Eşrefpaşa, Çimentepe, Karabağlar, Basmahane, Yapıcıoğlu, Yeşilyurt ve Yurtoğlu gibi semtlerinde baba ya da anne tarafından Afrika kökenli olan kişiler Anadolu’nun pek çok yöresinden göç etmiş ailelerle birlikte yaşamaktadır. Geçmişleriyle bağları kopma noktasına gelmiş olan bu insanlar, şimdi atalarını arıyor ve geçmişini sorguluyor. Mustafa Olpak’ın da dediği gibi birinci kuşak o dönemi bizzat yaşamış, ikinci kuşak farklı sebeplerle Afrikalı olduğunu reddetmiş, ama üçüncü kuşak ise atalarının nereden nasıl geldiğini sorgulamış ve halen sorgulamakta. 7 1. OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK Kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; “kölelik ve köle ticareti her türüyle yasaktır.” İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi “Kölelik, bir insanın başka birinin malı ve mülkü olmasıdır. Başka bir kişinin malı ve mülkü olan kişiye köle, memlûk veya kul; köle sahibine ise efendi veya mevla denir. Bazı durumlarda uşak ve hizmetçi de köle anlamına gelir. Kadın kölelere cariye denir.” Osmanlı topraklarına ilk Afrikalılar ne zaman geldi, tam olarak bilmek pek olası görünmüyor. Erken Osmanlı kaynaklarından biri olan anonim Tevarih-i Al-i Osman’da Sultan I. Beyazıt’ın Habeşistanlı bir “Arap maskarası”, yani soytarısı olduğunu öğreniyoruz. Bu kişinin köle olup olmadığını kesin olarak bilmek ise mümkün değil. Osmanlı'da köleliğe kurucusu Osman Bey zamanında da rastlanmakla beraber, kölelik kurumu Orhan Bey zamanında yerleşmiştir. Osmanlı devletinde köle kaynakları genel olarak iki ana başlık altında toplanmaktaydı. Bunlardan birisi savaşlar diğeri de ticaret yoluyla ortaya çıkan kölelikti. Haremin ortaya çıkması ise Fatih Sultan Mehmet döneminde gerçekleşmiştir. Bunda artan fetihler ve genişleyen topraklar önemli bir rol oynamaktaydı. Bu tarihlerden sonra kölelik ve bununla birlikte köle ticareti Osmanlı Devleti’nde yerini alıyor ve köle ticareti devletin de dolaylı olarak destek verdiği bir uygulama oluyordu. Osmanlı’daki kölelik anlayışı Avrupa’daki kölelik anlayışından farklıydı. Avrupa’da köleler sahiplerine bir ömür boyu hizmet etmek zorunda kalıyordu ama Osmanlı’da durum farklıydı. Osmanlı’da belli bir süre çalışan ve sahiplerine yeterli hizmeti ettiği düşünülen köleler azat edilirlerdi. Çünkü “İslam yasaları, eskiye ve koloni sistemine göre köleye bazı yasal haklar tanıyor, bazı yükümlülükler getiriyor ve köle sahibine de haklar veriyordu. Kölenin azat edilmesi tavsiye ediliyor, emredilmiyordu ve kölelik kurumu şeriat yasasıyla düzenlenmişti”. 1 “Osmanlı Devleti, kölelerin belirli bir çalışma süresi sonunda azat edilmesi, kölelerin evlenme haklarının sahiplerince karşılanması gibi düzenlemelerle, köle ticaretini kısıtlamaya ve kölelere yapılan kötü muameleleri önlemeye çalıştı. Bu amaçlarla birçok ferman yayınladı.” 2 1 Lewis Bernard, Orta Doğu’da Irk ve Kölelik, Truva Yay., İstanbul 2006, s.171. 2 tr.wikipedia.org/wiki/Kölelik 8 “İslam köleciliği açık sistem olarak tanımlanır. Atlantik köleciliği ise kapalı sistemdir. Kapalı sistemde köle, hayat boyu köledir ve köle sahibi kölelerini kendi aralarında evlendirerek çoğaltabilir. Kapalı sistemde, kural olarak, kölelerin özgür insanlarla evlenmesi söz konusu değildir. Azat edilseler bile siyah kölelerin beyazlarla evlenmesi yasaktır. Bu acımasız ve düpedüz ırkçı bir sistemdir. Bu sistemin hâkim olduğu Amerika’da bugün derisinin rengini ve kimliklerini koruyabilen milyonlarca Afrikalı vardır. Türkiye’de ise yüzyıllar boyu binlerce Afrika kölesi gelmesine karşın derisinin rengini koruyabilen azınlıktadır. Çünkü açık sistemde kölenin kurallara göre belirli bir hizmet süresinden sonra azat edilmesi ve evlendirilerek toplumun içine karışması gerekir. Bu süre Osmanlı’da beyazlarda yedi, siyahlarda dokuz yıl olarak normlaşmıştı. Ama tabii uygulamada bu kurallara uymayanlar cezalandırılmıyordu. Bu nedenle bugün Türkiye’deki ataları Afrika’dan gelen kişilerin sayıları tam olarak bilinmemektedir. Melezleştikleri için de görünürlükleri yoktur.” 3 “Afrika’dan getirilenlerin üçte ikisi kadındı. Zamanla Osmanlı’da erkek köle kullanımı daha da azaldı. Zira yeni yerler fethedemeyen Osmanlı yöneticileri devşirme yapabilecekleri çocukları bulamaz hale geldiler. Ayrıca üretimde köle kullanımı da azaldı (Erdem,1996). Bunun bir nedeni de bu yüzyılda Kırım, Kafkasya ve Balkanlar’dan Osmanlı topraklarına kitleler halinde gelen Müslüman göçmenlerdi. Üretimde işgücü ihtiyacı yeni gelenle karşılanıyordu. On dokuzuncu yüzyılda kölelerin önemli bir bölümü ev kölesi olarak kullanılan kadınlardı. Osmanlı sarayında siyah ya da beyaz olsun haremde çalışan erkek kölelerin önemli bir kısmı hadım edilmişti. Evlerde kullanılan erkek kölelerin bir bölümünün de hadım edildikleri bilinmektedir. Siyah kölelere uygulanan kastrasyon işleminin beyazlara göre daha ciddi biçimde olduğu ifade edilmektedir. Melez evliliklerin yaygınlığının bir nedeni de evlenip çocuk yapabilecek Afrikalı kölelerin azlığıdır”. “Osmanlı toplumunda “köle” sözcüğü pek kullanılmaz. Ev işlerinde ilk gelenler acemi statüsündedir. İşi öğrendikçe kalfalığa yükselirler. Özel işlevleri olan ve dolayısıyla o işlevleri ile anılsın istenen köleler de vardır. Dadı, aşçı, bacı gibi. Bu hitap biçimi nedeni ile köleciliğin olumsuz yönü sanki saklanmış olur. Cumhuriyet döneminde kalfa, dadı, aşçı, bacı gibi lakaplarla anılanların Osmanlı artığı köle mi, ücretli hizmetçi ya da evlatlıklar mı olduğu belirsizleşti. Kölelik böylece toplumsal hafızadan silindi”. 4 3 Özbay Ferhunde, Kölelikten Evlatlığa Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölecilik ve Dönüşümü,Boğaziçi Üniversitesi, 2007, s.3. 4 Özbay,Ferhunde,a.g.m.,s.5 9 1.1 Osmanlı Devleti’nde Köleleştirme ve Köle Edinme Yöntemleri Osmanlı Devleti’nde köleleştirme ve köle edinme yöntemleri genel olarak aşağıdaki gibidir. 1.Savaşta tutsak alma 2.Adam kaçırma 3.Haraç ve vergi ödemesi 4.Borç 5.Suçun cezalandırılması 6.Çocukların terk edilmesi ve satılması 7.Kendini köleleştirme 8.Doğum 1.1.1. Savaşta Tutsak Alma “Osmanlı’da özellikle yükselme döneminde en önemli köle edinme ve köleleştirme yöntemi buydu. Osmanlı savaş tutsaklarını köleleştirmekten 1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda vazgeçti. Sonraki Kırım Savaşı’nda ele geçirilen tutsaklar köleleştirilmedi. Üstelik Osmanlı yönetimi müttefiklerinin teşvikiyle Rus uyruklu Gürcülerin satışını ve köleleştirilmesini tamamen yasakladı ve bu savaş sırasında Çerkez alım satımını teşvik etmedi. Gayrimüslim tebaanın isyana kalkışması üzerine köleleştirilmesi, savaş sırasında köleleştirmenin bir başka biçimiydi”. 5 1.1.2. Adam Kaçırma “Adam kaçırma, köle toplama bölgeleriyle sınırdaş olan belli sınır bölgesi halkları tarafından, Osmanlı yönetiminin yaklaşımı dikkate alınmaksızın az çok düzenli olarak uygulanmaktaydı. Anadolu’nun kuzeydoğu ucundaki halkların özellikle Lazların Çürüksu sakinlerinin adam kaçırmayı alışkanlık haline getirdikleri biliniyordu. Bölge halkı Tanzimat döneminde de bu üne yakışır şekilde davranmayı sürdürdü. Aynı şey, Sudan krallıklarına akınlar düzenleyerek bu bölgelerdeki pagan, bazen de Müslüman halkı köleleştirerek hayatını kazanan Trablusgarplılar ve Kızıldeniz’in kıyı şeridindeki Araplar için de geçerliydi. Sınır toplumuna özgü yaşam koşulları elbette halkı adam kaçırmaya yöneltiyordu; zaman zaman bunun karşılıklı bir misilleme biçimini aldığını belirtmek de yanlış olmayacaktır. 5 Erdem Hakan , Osmanlıda Köleliğin Sonu: 1800-1909, Kitap yay.,İstanbul,2004,s.64. Yayınevi. 10 Batum’daki İngiliz konsolos yardımcısının 1841’de gönderdiği bir rapora göre, Gürcüler eskiden köle almak üzere Osmanlı topraklarına akınlar düzenliyormuş; ancak Rus iktidarının tesis edilmesiyle birlikte bu önlenmişti”. 6 1.1.3. Haraç ve Vergi Ödemesi “Osmanlı İmparatorluğu haraç ödeyen bir devlet olmadığı için, bu yöntem köleleştirme amaçlı kullanılmamıştı. Ne var ki Osmanlılar kendilerine bağımlı ya da daha önemsiz dost devletlerden köle kabul ediyorlardı. Dolayısıyla haraç, köle edinmenin dolaylı bir yöntemi olarak kısmi bir yol oynadı. Kırım Hanlığı, 1783 yılında Rusya tarafından ilhak edilmeden önce Osmanlı sarayına armağan olarak sık sık kadın köleler göndermişti. Garp ocakları ve bu ocaklar aracılığıyla bazı Afrika prenslikleri de haraç olarak köle gönderen diğer kaynaklardı.” 7 1.1.4. Çocukların Terk Edilmesi ve Satılması “İmparatorluğun Müslüman ve Hıristiyan tebaasının yoksulluk yüzünden çocuklarını satmak zorunda kaldığı zamanlar olmakla birlikte, bu yöntem Çerkezlerin 19. Yüzyılın ikinci yarısında imparatorluğa göçünden önce yaygın olarak uygulanmadı. İslam, hür doğmuş Müslümanların ve zimmî gayrimüslimlerin köleleştirilmesini yasaklamaktaydı. Osmanlılar Çerkezlerin kendi çocuklarını ve yakınlarını satmasının, her ne kadar kendileri başlıca müşterileri olsalar da, “acayip bir adet” olduğunu düşünüyorlardı. Çerkez toplumunun temelde hür ve köle sınıflarından oluşan ikili yapısı, çocuk ve akrabaların satılmasında bazı yasal boşluklar oluşturmaktaydı. Çerkez köle sahipleri henüz Kafkasya’dayken köleleri üzerinde daha sıkı bir denetime sahiptiler. Kölelerinin çocuklarını satan ve bu satışı denetleyen de yine onlardı. Göç sonrasında Osmanlı toplumuyla bütünleşme süreci, yönetici sınıfın- köle sahiplerinin insan kaynağı üzerindeki denetimini gevşetmesine neden oldu. Kuramsal olarak yalnızca köle sınıfı alınıp satılabiliyordu. Aslında hür sınıftan gelen pek çok Çerkez özellikle göç kargaşasında çocuklarını satmak zorunda kalmıştı”. 8 1.1.5. Kendini Köleleştirme “Kaynaklar, beyaz köleler söz konusu olduğunda, kölelerin gönüllülüğü öğesini vurgulamakta birleştikleri gibi bazen bunu fazlasıyla abartırlar. Dikkatli gözlemci İngiliz Lady Bunt yeni iskân edilmiş Çerkez göçmenlerle karşılaştığında, bir kız çocuğu kendisini hizmetine alması için ona yalvarmış, “Burada can sıkıntısından ölüyorum.” demişti, “Bu korkunç ve tuhaf yerde, beni İstanbul’a götürebilecek hayırsever bir kişi tarafından satın 6 Erdem Hakan, a.g.e.,s.66. Erdem Hakan, a.g.e.,s.68. 8 Erdem Hakan, a.g.e.,s.69. 7 11 alınmak veya kurtarılmak gibi bir ümidim ya da fırsatım yok.” Neden satılmak için ısrar ettiğini sorusuna, “ümitsiz bir ifadeyle” şu yanıtı vermişti: “Kimse artık Çerkez göçmenlerin kızlarını satın almaya cesaret edemiyor.” Bazı Çerkez kızlar daha iyi bir yaşam arayışıyla gönüllü olarak İstanbul’a kölelik yapmaya geliyordu ve aralarında “soylu kökenliler” bile vardı. Kendini köleleştirmeye, Çerkez cemaatlerinde düzenli olarak rastlanıyordu ve imparatorluğun tebaası arasında Çerkezler dışında bu uygulamaya başvuran pek yoktu. Kıtlığın ya da başka şeylerin yol açtığı olağandışı koşullar başlıca nedendi. Son olarak, hiç değilse Tanzimat Dönemi’nin ilk yıllarında Anadolu’nun kuzeydoğu ucunda yaşayan halk için küçük çapta bir köle kaynağı oluşturan Rus asker kaçakları, kendini köleleştirmeye bir örnek olarak değerlendirilebilir”. 9 1.1.6. Doğum İstanbul hukukuna göre ebeveyni köle olan çocuklar köle statüsünü tevarüs ediyorlardı. Özgür bir erkekle bir başkasına ait bir kadın kölenin beraberliğinden doğan çocuklar da köle sayılıyordu. Dolayısıyla İslamiyet’te köle üretme teknik bakımdan olasıydı ve bazı Müslüman halklarda, örneğin Çerkezlerde, köleliğin kalıtsal olduğu bir kast bulunuyordu. 1.1.7. Avrupa’nın Köleliği Kaldırma Çalışmaları “19. yüzyılın başlarında köleciliğin ortadan kalkmasında Fransız İhtilali’nin ortaya attığı insan hakları fikrinin yaygınlaşması olduğuna inanılır. Yüzyılın ilk yarısında hemen her ülkede kölecilik yasaklanmış ve özellikle İngiltere’nin dayatması ile Osmanlı’da da benzer bir yasağın konulması için sözleşmeler yapılmıştır. Kimileri 1839 Tanzimat Fermanı’nı Osmanlı’da köleciliğin yasaklanması için atılan ilk adım olarak yorumlamaktadır. 1846’da esir pazarları kapatılarak köle ticareti resmen yasaklansa bile bu tarihten sonra esirci kadınların evlerde yetiştirdikleri köleleri el altından satmaya devam ettikleri ve sarayın buna göz yumduğu bilinmektedir. 10 "19. yy.da köle ticaretine karşı başlayan mücadele hareketi İngiltere'de ve daha sonra başka Batı ülkelerinde güçlü bir engelleme hareketine dönüştü ve bu da İslam ülkelerini etkilemeye başladı. İstenen şey, köle ticaretini önce biraz engellemek, kısıtlamak ve daha sonra da tamamen yok etmekti. İslam yasaları, eskiye ve koloni sistemine göre köleye bazı haklar tanıyor, bazı yükümlülükler getiriyor ve köle sahibine de haklar veriyordu. Kölenin azat edilmesi tavsiye ediliyor, emredilmiyordu ve kölelik kurumu şeriat yasasıyla düzenlenmişti. 9 Erdem Hakan, a.g.e.,s.73. Özbay Ferhunde, Kölelikten Evlatlığa Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölecilik ve Dönüşümü, Boğaziçi Üniversitesi, 2007, s.3. 10 12 Belki de bu yüzden, kölelik kurumu İslam toplumlarında, eski sistemden ve on dokuzuncu yüzyıl Amerika'sı sistemden daha iyi durumdaydı. “Bir kölenin Müslüman toplumda yaşamı, fakir bir özgürden belki daha iyiydi ama kölelerin yakalanması ve köle pazarlarına götürülmesinde büyük zorluklar vardı ve köleler çok acı çekerlerdi. Avrupa'daki kölelik karşıtlarının dikkatini çeken de bir durumdu ve köleliği engelleme çabaları özellikle Afrika'ya yöneltildi". 11 “1864’te kölelikten evlatlığa geçiş açısından önlemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten bir süre önce Ruslardan kaçan ve sayılarının bir milyon civarında olduğu ileri sürülen Çerkez mülteciler Osmanlı’ya sığındı. Çoğu kadın ve çocuklardan oluşan göçmenler arasında Çerkez köleler de vardı. Çerkezlerde, Osmanlı toplumunun aksine, özgür ve köle olarak doğanlar diye temelde iki kast sistemi vardır. Açlık ve sefalet içinde olan kimi göçmenler önce kölelerini, sonra da aileden kadın ve çocuklarını köle olduğunu ileri sürerek satmaya başladı. Bunların gelişiyle, yasaklanmış olmasına karşın, yeniden esir pazarları kuruldu. Osmanlı yönetimini ciddi biçimde endişelendiren yalnızca köle satışlarının yeniden meşruiyet kazanması değildi. Onlarla birlikte köleliğin bir kast sistemi olarak toplumda yeşermesi tehlikesiydi. Bir fermanla esir pazarları kapatıldı ve tüm satışa çıkan Çerkez köleler belli bir harç karşılığında ailelere evlatlık adıyla dağıtıldı. Ömer Şen bu tarihten sonra köle satışlarının ciddi biçimde azaldığını ileri sürer. 1864 tarihi evlatlıkların köle olarak kullanılabileceğinin devlet tarafından onaylanmasıdır. Bu isim değişikliği yönetim açısından bazı kolaylıklar da getirmişti. Böylece yabancı ülkelerin yasaklama baskısından büyük ölçüde kurtulmuşlardı”. 12 Osmanlı Devleti’nin sanayisi Avrupa devletleri kadar gelişemediği için getirilen köleler genellikle işçi olarak çalıştırılmamışlardır. Bunun yerine Osmanlı kölelerinin büyük çoğunluğu ev dışı işlerde ya da bir üretim sektöründe istihdam edilmediği için ya çok küçük ölçekli tarımsal ve sanayide istihdam ediliyordu ya da evde Osmanlı ailelerinin yanında hizmetçi olarak çalışıyorlardı. 1.1.8.Osmanlı’da Asker Köleler “Osmanlı’da özel kişilere ait köleleri imparatorlukta askerlik hizmetinden muaf tutuluyordu. Bunun nedeni efendiyi kölelik hizmetinden mahrum bırakmamak olduğu kadar, kölenin savaşta ölmesi halinde bir tazminat sorunu çıkmasını önlemekti; ancak köleler askerlik 11 12 Lewis Bernard, Orta Doğu’da Irk ve Kölelik, Truva Yay., İstanbul 2006, s.171. Özbay Ferhunde, Kölelikten Evlatlığa Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölecilik ve Dönüşümü,Boğaziçi Üniversitesi, 2007, s.7. 13 hizmetine girdiklerinde otomatik olarak özgürlüklerini kazanıyorlardı. Bir kölenin askerlik hizmetine girebilmesinin bir yolu, askere çağrılmış bir hür kişi yerine “bedel olarak” gönderilmekti”. 13 Bir köle askere giderse sıradan kölelerden farklı bir statüde yer alıyordu. “Padişah tarafından hiçbir şekilde başkasına devredilemiyor, üstleri dışında kimse tarafından cezalandırılamıyordu. Silahlı ve kusursuz bir birlik duygusu içinde olmaları, yalnızca günümüz araştırmacılarının değil, efendilerinin de onları sıradan köle olarak görmelerini imkânsız kılıyordu. Diğer yandan köleliği çağrıştıran birkaç ritüel, yeniçeri ordusu feshedilinceye değin ocakta varlığını gösterdi. 14 1.1.9.Tarımda Köleler Osmanlı’da Ortakçı Kullar adı verilen bir grup köle büyük çiftliklerde çalışıyorlardı ve askeri ya da siyasi hiçbir görevleri yoktu. Savaş sonrasında padişahın payına düşen savaş tutsakları çoğunlukla Trakya, Batı Anadolu en çok da İstanbul çevresindeki hassa köylerinde iskân ediliyordu. Bu sistem sırf padişahla sınırlı değildi. Osmanlı ordu komutanları yine aynı şekilde kendi paylarına düşen köleleri getirip kendi çiftliklerine yerleştirebiliyordu. Köle pazarlarından köle edinmiş zengin kişiler de aynı şekilde onları çiftliklerinde çalıştırabiliyordu. Bu tür köleler toprakla birlikte satılabiliyor veya arazi sahibi toprağını vakfetmek istediği takdirde köle sahipliği toprakla birlikte vakfa geçiyordu. Bununla birlikte padişahın köle satın almasına pek gerek kalmıyordu çünkü başka kaynaklardan yeterince köle temin edebiliyordu. 1.1.10.Sanayide Köleler Osmanlı’da sanayi köleliği kentlere özgü bir durumdu. Edirne, Ankara, Konya ve hepsinden önemlisi büyük bir dokuma merkezi ve çeşitli ülkelerden gelen tüccarların buluşma noktası olan Bursa gibi büyük Osmanlı kentlerinde nitelikli iş gücüne talep vardı. Bu talep tamamen köle işgücü tarafından karşılanmıştı. Aslında tam da dokuma tezgâhlarının belli bir uzmanlık düzeyi gerektirmesi yüzünden, zanaatkârlar ve imalatçılar nitelikli olarak yetiştirmek amacıyla köleleri istihdam etmiş olabilirler. Bu bağlamda köle işgücünün hür işgücü karşısındaki üstün yanları yeterince açıktır. Köleler özgür olmadıkları için, efendilerinin talimatlarını özgür bir çırağa göre daha özenli yerine getirmek zorundaydı. Kölelerin mevsimlik göçle ilgileri olmadığı için, dokumacılar köle işgücünden yararlanarak piyasadaki dalgalanmalardan uzak durabiliyordu. Köle sahipleri, “mükatebe” diye bilinen, sözleşmeye dayalı azat sistemi sayesinde kölenin işini isteksiz yapmasına engel olabiliyor ve köle 13 Erdem Hakan , Osmanlıda Köleliğin Sonu: 1800-1909, Kitap yay.,İstanbul,2004,s.89. 14 Erdem Hakan,a.g.e.,s.25. 14 işgücünün hür işgücüne göre daha üretken olmasını sağlayabiliyordu. Köleler, önceden kararlaştırılmış bir bedeli efendilerine ödedikten sonra azat ediliyordu. 15 1.1.11.Devlet Yönetiminde Köleler “Osmanlı yönetimi kölecilikle temellendirilmişti. Osmanlı İmparatorluğunun gelişme döneminde “devşirme sistemi” olarak adlandırılan sistemle fethedilen topraklardaki buluğ çağındaki Hıristiyan çocukları ailelerinden alınarak sarayda yönetici olarak yetiştirilirdi. Bunlar sultanın köleleriydi. Zamanla devşirme sistemi ortadan kalktı. Ama yönetim sistemi bütünüyle değişmedi. Devşirme sisteminin dışında da saraya erkek köle satın alınır ve yönetici olarak yetiştirilirdi. Örneğin hadım edilmiş olan harem ağalarının devlet yönetiminde önemli görevleri bulunurdu.” 16 Sultanın kendisinin dışında, yönetimin üst kademelerindeki kadın ve erkeklerin büyük çoğunluğu köleydi. İktidarı paylaşmak isteyen özgür yöneticilere yalnızca “damatlık kurumu” açıktı. Padişahın kadın akrabaları ve saraydan azat edilmiş kölelerle evlenme yoluyla yönetime katılanların ne kendileri ne de çocukları için daha fazla bir güç elde etme olanağı vardı. 1.2. Osmanlı Köle Ticaretinin Afrika’ya Kayması "Rusların Doğu Avrupa'ya egemen olmaları ile 1783'te Kırım'ı almaları, Tatarların Ukrayna ve komşu topraklardan yakaladıkları esirleri İstanbul ve diğer Osmanlı şehirlerindeki köle pazarlarında satarak yaptıkları ticarete son verdi. Orta ve Doğu Avrupa'nın bir zamanlar bol olan beyaz köleleri gittikçe azaldı ve Rusların 1801–1828 yılları arasında Kafkasya topraklarını işgal etmeleri sonucu olarak İslam dünyasının beyaz köle kaynakları azaldı ve sonunda bitti. Gürcü ve Çerkez köle kaynakları kuruyan Müslüman ülkeler bu kez zorunlu olarak Afrika'daki siyahî köle kaynaklarına döndüler. Mehmet Ali Paşa'nın Nil kıyılarında ilerlemesiyle siyahî köle ticareti daha da arttı.” 17Osmanlı’da köle ticareti bu şekilde bir canlanma yaşamıştır. Mısır’ın Sudan’ı işgali de köle ticareti açısından önemli bir olaydır. İşgal sonrasında Mısır pazarına çok fazla köle gelmiştir ve bu kölelerden pek çoğu Anadolu’ya ve Rumeli kentlerine ulaşmıştır. Aynı zamanda Trablusgarp’ın 1835’te tekrar işgal edilmesi sonrasında Trablusgarp köle ticaretinde bir artış yaşanmıştır. 15 16 17 Erdem Hakan,a.g.e.,s.30. Özbay Ferhunde, Kölelikten Evlatlığa Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölecilik ve Dönüşümü,Boğaziçi Üniversitesi, 2007, s.2. Lewis Bernard, Orta Doğu’da Irk ve Kölelik, Truva Yay., İstanbul 2006, s.159. 15 Köle ticaretinde bir dönüm noktasıysa 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılması ve Yemen Hicaz arasında sefer yapan buharlı gemi şirketlerinin kurulmasıydı. Buharlı gemiler, kölelerin Arap illerinden merkeze gönderilmelerini kolaylaştırmıştır. “Bir yanda İzmir ve İstanbul ile diğer yanda Hudeyde, Cidde, Yanbu, İskenderiye, Trablusgarp ve Bingazi gibi köle deposu kentler arasında etkin bir buharlı gemi ulaşım ağının kurulması, imparatorluğa yönelik köle ticareti hacmindeki artışta önemli bir etken olmuştu.” 1.3. Osmanlı’da Köle Ticaret Yolları “Ortaçağ'da klasik köle ticareti yolları Batı Afrika'dan Sahra, Fas, Cezayir ve Tunus'a; Sudan'dan Mısır'a; doğuda da Kızıl Deniz'den Irak, İran ve Hint Okyanusu'ndan daha da ileriye uzanıyordu. Daha sonradan Kano’dan, Agades ve Ghadames yoluyla Tripoli'ye, Waday ve Darfur'dan Borku ve Tibesti yoluyla Kufra ve Cyreniaca'ya da köle ticareti yolları açıldı." 18 Osmanlı’da köle ticaret yolları çok geniş bir alana yayılmıştı. Kuzeyden Çerkez ve Gürcü beyaz köleler, güneyden ise siyah köleler geliyordu. “Toledano, Mısır hariç olmak üzere, imparatorluğa ithal edilen siyah ve beyaz köle sayısının 19. yy.ın üçüncü çeyreğinde yılda 13.000, 19. yy.ın büyük bir bölümünde ise 10.000 civarında olduğunu kesin olmamakla birlikte ileri sürer”. 19 Osmanlı’daki köle ticaret yollarını 4 temel başlık altında toplayabiliriz: 1-Kuzey Afrika Ticareti 2-Kızıldeniz Ticareti 3-Basra Körfezi-Irak Ticareti 4-Çerkez ve Gürcü Ticareti Öncelikle Orta Afrika ve Kafkasya’daki köle toplama yerleri padişahın yetki alanı dışında kalıyordu bu nedenle buradaki köle ticareti genellikle dış ticarete özgüydü. Çoğunlukla askeri amaçla kullanılan, “haremağası veya cariye olan” kölelerin ağır işçi olarak çalıştırıldığına dair bir kanıt yoktur. 20 Özellikle Kırım Savaşı sonrasında Ruslardan çok sayıda Çerkez göç etmiştir ve 1860’lı yıllarda bu doruk noktasına ulaşmıştır; bu sayede Osmanlı beyaz köle kaynağının kendisini elde etmiştir. Bunun yanı sıra Osmanlı Devleti 19. yy.ın son yarısında Çerkez köleciliğini 18 Lewis Bernard,a.g.e.,s159. Erdem Hakan , Osmanlıda Köleliğin Sonu: 1800-1909, Kitap yay.,İstanbul,2004,s.77. 20 Ok Sema,Köle Pazarından Saraya Cariyeler,Kamer yay.,İstanbul,1996,s.22 19 16 geliştirmek yerine bu kölelik düzeninin dağılması için çalışmıştır. Devlet göçmenlerin köle satmasını teşvik etmemiştir ve tarım kölelerine özgürlük vermiştir. Buna rağmen kölelik sistemi düzenini korudu ve Osmanlı’nın son yıllarında bile devam edebildi. 2. AFRİKA KÖKENLİ TÜRK OLMAK Batı Ege Bölgesi, başta İzmir, Aydın ve Muğla olmak üzere Afrika kökenli nüfusun yoğun olarak yaşadığı yerlerdir. Ayrıca Antalya ile Adana dolaylarındaki bazı köy ve beldelerde de Afrika kökenliler yaşamaktadır. 21 Ancak birçoğumuz onların kim olduğundan haberdar değildir. Gördüğümüz her siyah tenliyi yabancı zannetmemiz olasılık dâhilindedir. Yeni bir işte çalışmak ya da yükseköğretim için Doğu Karadeniz’e ya da İç Anadolu’ya giden siyah tenli bir kişiyseniz, “Ne güzel Türkçe konuşuyorsunuz, nerede öğrendiniz?” gibi tepkilerle karşılaşmanız ya da yeni taşındığınız mahallede size isminiz yerine, “Pele ya da Arap bacı” diye seslenilmesi mümkündür. Afrikalılar Dayanışma Derneği üyelerinden Beyhan Türkkollu ile yaptığımız röportajda; Bazen çocuklar kendi aralarında iddiaya giriyorlar, Türkçe bilip bilmediğim konusunda, tabi Türkçe konuşunca çok şaşırıyorlar. “Ne güzel Türkçe konuşuyorsunuz, nerede öğrendiniz?” gibi tepkilerle karşılaşıyorum. “Biz sizi Amerikalı zannetmiştik” diyorlar. Bu durum gösteriyor ki toplum birbirine yabancı ve habersiz. Geçmişimizi bilmemiz bizleri zenginleştirerek, farklılıklarımızı yadırgamadan karşılıklı saygı ve hoşgörü çerçevesinde bir arada yaşayabilmemizi sağlayacaktır. 2.1 Köken ve Kimlikleri Afrika kökenli Türklerin geçmişleri hakkında çok net bilgilere sahip değiliz. Sözlü tarih çalışmaları ile yaşlılarla yapılan görüşmeler neticesinde kökenlerinin Sudan, Nijerya, Fas, Cezayir, Libya, Tunus, Kenya ve Somali gibi ülkelere dayandığı tahmin edilmektedir. Türkiye’de nüfusları tam olarak bilinmeyen bu nedenle net bir rakam verilemeyen Afrika kökenli Türklerin önemli bir bölümü Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan önce başlayan köle ticareti ile Anadolu topraklarına getirilmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilk Afrikalıların geliş tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte arşivlerden yola çıkıldığında I. Bayezid döneminde sarayda Habeşistanlı bir Arap soytarısının olduğu görülmektedir. Özellikle 15. yüzyılda Habeşistan’dan çok sayıda kölenin getirildiği bilinmektedir. Ancak 1800’lü yıllarda Afrika’dan getirilen köle sayısı bir hayli artmıştır. 21 Sessiz Bir Geçmişten Sesler, Afrika Kökenli ‘Türk’ Olmanın Dünü ve Bugünü, Tarih Vakfı,2007,s.9 17 Osmanlı Devleti’nde kölelik başlangıcından itibaren azat sistemi ile birlikte ilerlemiş, Osmanlı’nın dinsel hukuku gereği köle ticareti ve Afrika’dan köle getirilmesi önemli ölçüde kabul görmüştür. Osmanlı Devleti’nde kölelik ağırlıkla Hicaz, Mısır, Trablusgarp ve Bingazi yollarıyla Sahraaltı, Afrika’nın Kanem,Bagirmi,Vaday, Burnu, Darfur,Sudan,Habeşistan, Girit gibi Orta ve Doğu Afrika ülkeleri ile Zanzibar Sultanlığı’nı kapsamaktaydı. 22 Yazılı kaynaklarda, 19 yüzyılın ikinci yarısında, özellikle Batı Ege’de yabancı yatırımların artmasıyla birlikte tütün ve pamuk tarımında çalıştırılmak üzere Afrika’dan çok sayıda köle getirildiği belirtilmektedir. 1880’li yıllarda Afrika kökenli kölelerin yoğun bir biçimde azat edildikleri ve azat edilen kölelerin kendi aralarında dayanışma kurarak yaşadıkları bilinmektedir.1890’lı yıllarda ise aralarında İstanbul ve İzmir’in de bulunduğu 56 bölgede misafirhanelerin kurularak azat dönemi sonrasında barınma sorunlarına destek verildiği ve bu misafirhanelere gelen kişilere çeşitli mesleki eğitimler verilip evlenmeleri sağlanarak Aydın civarında devlet arazilerine yerleştirildikleri bilinmektedir 23. Yukarıda vermiş olduğumuz bilgiler yazılı kaynaklardan hareketle ortaya çıkan verilerdir. Ancak günümüzde ataları farklı yerlerden getirilen bu Afrikalı Türkler kendi geçmişleri ve kökenleri hakkında neler söylemektedirler. Asıl sorulması gereken soru da budur. Afrikalılar Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa Olpak ve birkaç Afrika kökenli Türk aile ile yaptığımız görüşmelerde önemli sonuçlara ulaştık. Mustafa Olpak’a göre;“Ülkemizde yaşayan Afrikalı Türklerin bir kısmı atalarının köle olarak bu topraklara getirildiğini söylemekte mazur görmezken hatırı sayılır bir kesimde köle ve kölelik gibi kavramları kullanmaktan rahatsızlık duymaktadır. Özellikle yaşlı kuşak kendisini “Arap” olarak tanımlamakta, kentte yaşayan genç kuşak ise Afrika kökenli olduğunu söylemekten çekinmemektedir. Özellikle bu tanımlamanın yapılmasında kişilerin eğitim düzeyi ve yaşadığı çevrenin sosyoekonomik koşulları belirleyici olmuştur. Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi 1926’daki Medeni Kanun’la birlikte köle statüsünde bulunan herkesin özgür vatandaş kimliği alması ve eşit vatandaşlık statüsünü yasal olarak kazanmasına rağmen günümüzde hala bazı Afrikalı Türklerin köken, kimlik ve geçmişleriyle ilgili konularda çekinceleri bulunmaktadır. Öte yandan günümüzde bu insanların geçmişleri ile olan bağları bir hayli zayıflamış durumdadır. Sadece çok sınırlı sayıda bulunan yaşlıların anlatımları ile geçmişlerine ilişkin bilgilere ulaşma şansı bulmaktadırlar. 22 23 Anadolu’daki Afrikalıların Dünü ve Bugünü, Afrikalılar Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Anadolu’daki Afrikalıların Dünü ve Bugünü, Afrikalılar Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği 18 2.2 İlk Yerleşim Yerleri Geçmişten bugüne Afrika kökenli “Türklerin”, İç Anadolu, Kuzey Anadolu ya da Doğu Anadolu gibi Türkiye’nin diğer bölgeleri yerine, neden ağırlıklı olarak Batı Ege Bölgesi’nde yaşadıkları sorusunu tarihi kaynaklar kısmen aydınlatmaktadır. Yazılı kaynaklara göre 19. yüzyılın ikinci yarısında özellikle Batı Anadolu’da yabancı sermaye yatırımlarının artması ve kapitalist ilişkilerin yoğunlaşmasıyla birlikte, tütün ve pamuk tarımında çalıştırılmak üzere Afrika’dan çok sayıda köle getirildiği belirtilmektedir. Bu yatırımcılar kendilerine gerekli işgücünün büyük bir kısmını Afrika’dan getirilen “zenci” kölelerle karşılıyorlardı. Günümüzde Torbalı, Söke, Ödemiş, Tire, Akhisar gibi Batı Anadolu’nun önemli tarım merkezlerinde, bahsedilen süreçte Afrika’dan getirilen insanların soyundan gelen çok sayıda aile bulunmaktadır. Örneğin, Torbalı’ya bağlı, halkın çoğu “zenci” olan Subaşı, Naima, Kırba, Hasköy, Tulum, Yeniçiftlik köylerinde yaşayanlar, atalarının köle olarak yaptıkları işi bugün Tariş Pamuk Birliği’ne bağlı üreticiler olarak yapmaktadırlar. . Geçen yüzyıl sonunda “zencilerin” en yoğun yaşadığı kentlerden biri İzmir’di. İzmir “zencileri” Afrika kökenlidir. Osmanlı Devleti zamanında bu insanlar esir satıcıları ya da korsanlık yoluyla Afrika’nın çeşitli yerlerinden Osmanlı topraklarına getirilmişlerdir. Esir pazarları yoluyla da kente dağıtılmışlardır. Bu insanlar Padişah Çiftlikleri ve Mısır Hidivi’nin sahibi olduğu topraklarda çalıştırılırlardı. Günümüzde özellikle Muğla ve çevresinde yaşayan Afrikalı Türkler bu şekilde buralara getirilmişlerdir. Ayrıca Mustafa Olpak’a göre Afrikalı Türklerin bir kısmı da mübadele yoluyla bu topraklara gelmişlerdi. Özellikle Çeşme, Ayvalık, Cunda Adası, Samsun, İzmir ve İstanbul mübadillerin durak noktalarıydı. Bu bölgelere gelen köleler, ya sonradan azat edilmiş ya da hala bir ailenin yanında köle olan kişilerdi. Bu mübadillerin gelme yerleri genellikle Girit, Kıbrıs, Yunanistan’dı. Bazıları da kaldıkları ortamdaki kötü koşullardan kaçarak Kemal’in topraklarına sığınmak amacıyla gidiyordu. Bu yolla da çok sayıda Afrikalı Türk Anadolu topraklarına gelmiştir. 3. İZMİR’DE YAŞAYAN AFRİKALI TÜRKLER 3.1. Yerleşim Yerleri Coğrafi bakımdan İzmir, Anadolu yarımadasının batısında, Ege kıyılarının tam ortasında yer alır. Kuzeyden Balıkesir, doğudan Manisa ve güneyden Aydın illeriyle çevrilidir. Kuzeyden güneye uzunluğu yaklaşık 200 km, batıdan doğuya genişliği 180 km olan ilin yüzölçümü 12.012 km2’dir. Bugün yönetsel bakımdan 28 ilçe ve 595 köyden oluşan İzmir, 19 Osmanlı klasik döneminde yönetim bakımından Anadolu Beylerbeyliği ’ne bağlıydı. 1811’de yapılan yönetsel düzenlemede, Anadolu Beylerbeyliği eyaletlere ayrılmış ve İzmir, Aydın Eyaleti’ne bağlanmıştır. İzmir, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ardından yapılan yeni yönetsel bölümlemede merkezi Aydın’da olan Aydın Eyaleti’ne bağlı kaldı. 1841’de Aydın Eyaleti’nin merkezi Aydın’dan İzmir’e taşındı, ama üç yıl sonra merkez yeniden Aydın’a alındı. 1846’da Aydın Eyaleti’nin merkezi bir kez daha İzmir’e taşındı. 1867’deki düzenlemeyle, merkezi İzmir olan Aydın Vilayeti, İzmir Merkez Sancağı, Aydın Sancağı ve Menteşe (Muğla) Sancağından oluşan bir yönetsel yapıya kavuşturuldu. O dönem için İzmir Sancağının Kuşadası, Çeşme, Tire, Ödemiş, Urla, Foça ve Menemen olmak üzere 7 kazası vardı. 1903 yılına gelindiğinde ise İzmir Sancağının kaza sayısı (Nif/Kemalpaşa, Kuşadası, Çeşme, Tire, Ödemiş, Urla, Foça, Bayındır, Bergama, Menemen, Seferihisar ve Karaburun olmak üzere) 12’ye ulaşmıştı. 24 Geçen yüzyıl sonunda Afrika kökenli Türklerin en yoğun yaşadığı kentlerden biri İzmir’dir. İzmir tarih boyunca birçok bakımdan Batı Anadolu’nun en önemli kentlerindendir. Kent yüzyıllar boyunca Asya ile Avrupa arasında yapılan ticari faaliyetlerin Akdeniz’e açılan kapısı işlevini üstlenmiştir. Ticari gelişmenin paralelinde Osmanlı Devleti’nin pek çok kentinde göze çarpmayan farklılıklar İzmir’de rahatlıkla fark edilmekteydi.19. yüzyıl sonlarında İzmir’de İngiliz, Fransız, İtalyan, Hollanda kökenli Avrupalılar dışında Ermeni, Rum, Yahudi gibi azınlıklar gruplar da yaşamaktaydı. Dilleri, dinleri ve kültürleri birbirinden çok farklı bu insanların oluşturduğu kozmopolit yapı, aynı zamanda renkli bir sosyal yaşamın oluşmasına neden olmuştu. Bu mozaik içinde 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren siyah tenleriyle zencilerde yerini almıştır. 25 Batı Ege Bölgesi'ndeki Afrika kökenli genç ve yaşlı kuşakların nerelerde yaşadıklarına baktığımızda yerleşim yerlerinin kuşaklar arasında farklılık gösterdiği açıktır. Türkiye genelindeki iç göçün nedenleri ve dönemleri ile Afrika kökenli ailelerin yer değiştirme hareketleri birbirine benzer özellikler göstermektedir. Eski adıyla Tepeköy, yeni adıyla Torbalı ve çevresindeki köylerde geçimlik tarım ve hayvancılık yapan ve görece az tarım arazisine sahip Afrika kökenli ailelerin bir kısmı, sosyal güvencesi olan ücretli bir iş edinebilmek ya da çocuklarının eğitimi için 1970'lerin sonu ile 1980'lerin başında İzmir'in alt gelir gruplarının yaşadığı mahallelere göç etmişlerdir. Benzer nedenlerle Balıkesir/Ayvalık'tan, Aydın/Söke veya Bağarası'ndan ya da Muğla/ azımsanmayacak 24 düzeydedir. Milas, Bunun yanı Bafa'dan İzmir'e gelenlerin sayısı da sıra nüfus hareketliliği sadece İzmir'in Sessiz Bir Geçmişten Sesler, Afrika Kökenli ‘Türk’ Olmanın Dünü ve Bugünü, Tarih Vakfı,2007,s.12 25 Güneş Günver, Kölelikten Özgürlüğe İzmir’de Zenciler ve Zenci Folkloru, Toplumsal Tarih Dergisi, Şubat 1999,s.4. 20 çevresindeki kentsel ve kırsal alanlardan İzmir'e doğru olmamış, Torbalı çevresinde yaşayan bazı ailelerin Muğla/Dalaman'a göç ettikleri de görülmüştür. Geçmişte Manisa'nın Gölmarmara Beldesinde de çok sayıda Afrika kökenli olduğu söyleniyor, ama bugün bu kişiler aileleriyle birlikte diğer yerlerdekiler gibi İzmir ya da Aydın'a göç etmişler. İzmir’de yaşayan zenciler Afrika kökenlidir. Osmanlı Devleti döneminde Afrika’nın çeşitli yerlerinden köle tacirleri tarafından getirilen bu insanlar daha çok satın alama yoluyla Osmanlı topraklarına getirilmişlerdir.19.yüzyılın sonlarına doğru köleliğin kaldırılmasıyla birlikte önce devlet tarafından oluşturulan misafirhanelerde bir süre yaşamını devam ettiren ve ihtiyaçları karşılanan bu insanlara bir süre sonra yine devlet tarafından geçici olarak işlemeleri ve yerleşmeleri için topraklar verilmiştir. Bu şekilde koruma altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. 19. yüzyılın sonlarında özgürlüğe geçişle birlikte İzmir’de bulunan zenciler daha çok Türk mahallelerinde yoğun olarak yaşamışlardır. Özellikle İzmir’in yoksul mahalleleri Sabırtaşı, Dolaplıkuyu, Tamaşalık, İkiçeşmelik ve Ballıkuyu, Eşrefpaşa zenci yerleşim alanları olarak göze çarpmaktaydı. Bu tarihlerde buralarda yaşayan zencilerin nüfusu hakkında kesin rakamlar vermek güçtür. 26 Pertev Naili Boratav’a göre yaklaşık 2000 civarında aileden oluşmaktadır. Bu bilgide gösteriyor ki Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde zenci nüfusun en yoğun yaşadığı kent İzmir’dir. Günümüzde 1990 sonrası gerçekleşen iç göç nedeniyle daha çok yoksul Kürt ailelerinin yaşadığı bu mahallelerde bugün sadece birkaç Afrika kökenli yoksul aile yaşamaktadır. Geçmişte olduğu gibi, bugün de İzmir’in Torbalı ilçesinde, Naime, Hasköy, Yeniçiftlik, Şubaşı, Çırpı köy ve beldelerinde Afrika kökenli aileler yaşamaktadır. Ayrıca İzmir’in köylerinden İzmir kent merkezine göç süreci Afrika kökenli yurttaşları da etkilemiş, çocuklarına daha iyi eğitimya da yeni iş olanakları sağlamak isteyen ailelerin bir bölümü 70’li ve 80’li yıllarda İzmir’in Çimentepe, Eşrefpaşa, İkiçeşmelik,Yapıcıoğlu, Karabağlar, Hatay gibi semtlerine göç etmiştir. Bugün İzmir’in Balçova, Bornova, Hatay, Eşrefpaşa, Çimentepe, Karabağlar, Basmahane, Yapıcıoğlu, Yeşilyurt ve Yurtoğlu gibi semtlerinde baba ya da anne tarafından Afrika kökenli olan kişiler Anadolu’nun pek çok yöresinden göç etmiş ailelerle birlikte yaşamaktadır. 26 Güneş Günver,a.g.m.,s.5. 21 3.2 Toplumsal ve Ekonomik Yaşamları İzmir’de yaşayan Afrikalı Türkler yaşadıkları mahallelere göre cemaatlere ayrılmıştı. İzmir zencileri kendilerini Borno, Afini, Tağali, Cengi gibi isimlerle ayırıyorlardı. İstanbul’daki saray ve konakların dadı, helayık ve harem ağalarına karşılık İzmir’de daha eski tarihlerden başlayarak ev bark kurmuş, her türlü mesleklere girmiş zenciler vardı. Ancak azat edilmelerinden sonra epey bocalamışlar ve karın tokluğuna sefalet içinde yaşamak zorunda kalmışlardır. Kırsal kesimde yaşayan Afrikalı Türklerin önemli bir kısmı ise pamuk, tütün, zeytin tarımının yapıldığı topraklarda çalışmaktaydılar. Batı Ege Bölgesi'nin yer şekillerine uygunluğu nedeniyle karayolları ulaşım ağı gelişmiştir. Türkiye'de ilk demiryolu İzmir-Aydın arasında yapılmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarsında batı Ege'de bir İngiliz şirketi tarafından yaptırılan bu demiryolu aracılığıyla yörede yetiştirilen pamuk ve tütün İzmir Limanı'na oradan da Avrupa'ya taşınırdı. Günümüzde halen kullanılmakta olan bu demiryolu hattı yöreyi Anadolu'nun diğer bölgelerine bağlayan demir yollarıyla ilişkilendirilmiştir. Geçmişte çiftliklerde çalışan Afrika kökenlilerin topladıkları pamukları İzmir Limanı'na ulaştıran demiryolu, karayolları yapımı sonucunda önemini yitirdi. 1930'lu yılların başında İzmir-Menemen ve Kemalpaşa-Karabel-Torbalı karayollarının yapımında siyah tenli yurttaşlar da işçi olarak çalıştılar. Günümüzde anne ya da baba tarafından Afrika kökenli olan ailelerin dikkate değer bir bölümü Torbalı çevresindeki köylerde yaşamakta ve tarımla uğraşmaktadır. Köle olmaları nedeniyle eğitim hakkından mahrum kalan bu insanların Cumhuriyetle birlikte eşit vatandaş statüsü kazanmalarına rağmen okuma yazma oranları da bir hayli düşüktü. Yukarıda genel hatlarıyla değindiğimiz başlıkları daha ayrıntılı bir biçimde anlatmaya çalışacağız. 3.2.1. Aile, Akrabalık ve Komşuluk İlişkileri Proje kapsamında Afro Türk aileleriyle yapılan görüşmelerin birçoğunda aile bağlarının çok sağlam olduğu göze çarpan en önemli özelliklerden bir tanesi. Bir Afro -Türk olan Ayhan Türkkolllu ile yaptığımız röportajda bunu net olarak gördük.Ayhan Türkkollu dört kardeşi ve iki yeğeni ile birlikte aynı çatı altında yaşamakta. Mustafa Olpak’a göre Afro Türkler yaşadıkları çevrelerde pek sorun yaşamıyorlar çünkü komşuları veya tanıdıkları onların kökenlerini biliyor. Ama sokağa çıktıklarında Türk olup olmadıklarıyla ilgili iddiaya giren kişilerle karşılaşıyorlar. Yanlarındaki insanlar çoğu zaman onlar için Arap, zenci gibi ifadeler kullanıyor ve bu ifadelerin kullanılmasından hoşlanmıyorlar. 22 3.2.2 İnanış ve Ritüelleri a. Dana Bayramı Türkiye’de, Afro-Türkler kimliğini taşıyan siyahlardan çok azı, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana uzanan öykülerini bilmektedirler, fakat bu kişiler de bu öyküleri canlı tutmamaktadırlar. Unutulmaya çalışılan Afrikalılık ve renk değil, asıl konu kölelik tarihi ve renginden dolayı toplumda kabullenilme zorluklarıdır. “Dana Bayramı” kaybolmaya yüz tutmuş geleneklerin en önemlisidir. Afrika’nın birçok bölgesinde hala kutlanan ve doğaya duyulan şükranın gösterildiği Nevruz, Hıdrellez gibi günlere benzeyen bir gün olan Dana Bayramı geleneğini İzmir ve İstanbul’daki siyahlar sürdürmeye çalışmıştır. İmparatorluk yılda bir gün, o dönemde köle olarak çalışan AfroTürklerin bu geleneğini gerçekleştirmesine izin verilmekteydi. Şamanizm ritüellerine benzeyen dini ritüeller de taşıyan bu bayramda, bir doğal lider olan Godya, trans içerisinde anrı ile konuşarak halkı için sağlık ve af dilemekteydi. Bir dananın süslenip ev ev dolaştırıldığı bayramda danaya takılan ve genelde yiyecek olan bağışlar Godya’nın himayesindeki yoksullara ve sahipsiz çocuklara veriliyordu. Sonunda bu dananın Godya tarafından kesilerek dağıtıldığı bayramda danslar edildiğine ve ateşin üstünde yüründüğüne dair bilgiler yer almaktadır. Anadolu’da kutlanan Dana Bayramı’nın en önemli özelliği, Godya aracılığıyla Afro-Türklerin birbiriyle iletişimi sağlaması, insanların bir araya gelmesi, birbirlerini görmesi ve haber alışverişinde bulunmasıdır. Dana Bayramlarında herkes Godya’ya kendisinden ve tanıdıklarından doğum, vefat, medeni durum değişikliği haberlerini iletir, Godya da diğer Godyalarla bu bilgileri paylaşır, böylelikle çok uzaktaki akrabalar, birbirine uzak düşmüş aile üyeleri birbirlerinden haber alır. Türkiye’nin özellikle Ege ve Marmara bölgesinde yoğun olarak yaşayan Afrika kökenlilerinin Ege Bölgesi’nde yoğun olarak yaşadığı yerler Torbalı, Tulum, Hasköy, Yeni Çiftlik ve Çırpı köyleridir. 1924 yılında Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile birlikte Afrika kökenli yurttaşların bu geleneklerini orijinal ismi olan Dana Bayramı olarak kutlaması kesintiye uğramıştır. Bu gelenek, her yıl mayıs ayının ilk hafta sonu kutlanan bir bahar bayramına dönüşmüştür.( Bu bayram her bölgede farklı isim aldı. Örneğin; İstanbul’da Arap Bayramı olarak kutlanmaktadır.) Türkiye’de yaşayan Afrika kökenli halka, 1936 yılındaki Nüfus Kanunu ile kimlik verilmiş, ancak Evlatlık Yasası 1964 yılına kadar uygulamada kalmıştır. Her şeye rağmen 1940’larda Torbalı’nın Tulum Köyü’nde bu bayramın geleneksel biçimde kullanıldığı bilinmektedir. 1940’lardan sonra ülkenin yaşadığı kriz ortamında Afro-Türklerin geleneklerini koruma 23 çabasını sürdürmeleri pek mümkün olmadığından, uzun yıllar tüm Afrika kökenlileri bir araya toplayan bu ritüelin gerçekleştirilemediği görülmektedir. Dana bayramı Reşat Nuri Güntekin’in Miskinler Tekkesi adlı romanında da geçmektedir. Bu romanında Güntekin, İzmir’de Kadifekale eteklerindeki zenci mahallelerinden Tamaşalık’ı anlatırken Dana Bayramı’ndan söz eder: “Tamaşalık’ın her yıl meşhur Dana Bayramı vardır ki, herhalde Afrika’dan getirilmiş bir putperest ayini olacaktı. Şehirde ve hatta civar kasaba ve köylerde ne kadar Arap varsa Tamaşalık’a akın eder, bunlara bir o kadar da beyaz seyirci katılırdı. Bayramın hazırlığı aylarca evvelden başlar, Tamaşalık’ın inişli, yokuşlu sırtlarına seyirciler için, seyyar kahveler kurulurdu. Kadınlar, Hama kumaşından kabuk gibi çarşaflar, Hacı Efendiler İngiliz şayağından elbiseler, Ankara sofundan latalarla ortada salınırlar, küçük kızlar satentilyon entariler, erkek çocuklar kısa kadife pantolonlar giyerlerdi. Bayramın asıl ağırlık merkezi olan mukaddes danaya gelince; onun bayramı çok evvelden başlamış bulunurdu. Bir kalabalık boynunda ve boynuzlarında kırmızı gaz bombeleriyle haftalarca sokak sokak dolaştırırlar; zilsiz tefler çalarak, oyunlar oynayarak evlerden kendileri için para; yorgunluk ve açlıktan kaburgaları çıkmış hayvan için zerzevat kabuğu toplarlardı. Fakat oyunların asıl büyüğü o gün Tamaşalık’ın orta meydanında dananın etrafında oynananlardı. Havadaki toz toprak bulutlarını bir kat daha ağırlaştıran sıcak günlük dumanları arasında zilsiz tefler dövülür, hep bir ağızdan şimdiki dans havalarına benzeyen birtakım şarkılar okunur; dananın etrafında iç içe birkaç daire teşkil eden erkek Araplar, oldukları yerde zıplayıp dönerek ve ellerindeki sopaları birbirine vurarak acayip bir horon oynarlardı. Sonra bu sesler arasında dana kesilir, akla sığmayacak bir süratle yüzülüp parçalanır, kenardaki çalı çırpı ateşinde pişirilerek yenir. “ 27 Halid Ziya Uşaklıgil’in İzmir Hikâyeleri’nde ise Dana Bayramı’ndan şu şekilde bahsedilmektedir: “Civelek Ziver’in öyküsü gene böyle bir gezinti sırasında başlamıştı. Zencilerin bir tane bayramı olurdu ki İzmir’in sayılı günlerinden biriydi. Onların Afrika geleneklerinden getirdikleri bir tören Kadifekale sırtlarında, İzmir’in Bahribaba sırtlarında denize bakan bir noktasında yapılırdı. İzmir’de ne kadar değişik ve çeşitli kabilelerden gelme erkek-kadın zencileri varsa burada toplanırlar; yerler, içerler, oynarlardı. İzmir halkından bir büyük kalabalık da bunları seyretmek ve garip oyunlarını görmek için orada toplanırlardı. Özellikle borulu ( sıla özlemiyle 27 Güntekin Reşat Nuri,Miskinler Tekkesi,İnkılap yay.,İstanbul,1994,s.86. 24 zaman zaman sara nöbetleri geçirmeleri hali. Bu ürkütücü- acındırıcı bunalım nöbeti geçirenlere İzmir’de “borulu” denirdi). zenciler bu törenin en başta gelen öğeleri idiler. 28 Bir gün, bir Dana Bayramı’nı görmek için Yavuz İbrahim, yanına kahvesinin müşterisi olan gençlerden beş tanesini alarak ve onlar için Kadifekale’de yakın tanıdıklarından birinin bağında bir yemek düzenleyerek bir gezintiye çıkmıştı. Yemek yenip bittikten sonra zencilerin gürültülü bayram yerine doğru indiler. İzmir’de yaşayan zencilerin kutladıkları bu bayrama ilişkin Rauf Beyru 19. Yüzyılda İzmir’de Yaşam adlı kitabında; “İzmir’de yaşayan zencilerin kutladıkları bir de Dana Bayramı vardır.1889 yılında bu dana bayramlarından ikincisinin, yani İkiçeşmelik Danası’nın Nisan ayının 12. Cuma günü Katipoğlu mevkiinde kutlandığını belirten gazete bu kutlamaların Göztepe ötesindeki mesire yerlerinde gerçekleştirilmesinin daha uygun olacağını ileri sürmektedir. Dana Bayramlarında zencilerin genelde Tamaşalık’ta toplandıkları ve bu sırada danaların süslerle donatıldığı, sürdürülen çeşitli eğlencelerin ardından bunların kesilip pişirilmesiyle törenin bir ziyafete dönüştürüldüğünü” anlatmaktadır. 29 Bu konuya bilimsel bir katkı Pertev Naili Boratav tarafından yapılmıştır. Boratav, İzmir zencilerinin semtlerini Kadifekale yakınlarındaki Sabırtaşı, Dolaplı Kuyu, Tamaşalık ve Ballı Kuyu olarak sıraladıktan sonra sözü Dana Bayramı"na getirir. Bu törenin dört hafta boyunca sürdüğünü belirten Boratav bayramın doruk noktasını şöyle aktarır: "Dördüncü Cuma, ortak aldıkları danayı süslerler; boynuzlarına teller, pullar, mendiller takarlar ve alay halinde, yine sazlarını ve çalparalarını çalaraktan Sabırtaşı"ndaki topluluk, dana ile birlikte Tamaşalık"a varırdı. Orada Godiya (zencilerin çoğunlukla kadın olan bir nevi kolbaşısı) danayı törenle keser, yüzerdi. Dana alanda kurulmuş olan kazanda pişirilirdi. O gün Tamaşalık bir bayram yeri halini alırdı. Bütün zenciler ve seyre gelmiş beyazlar bir arada eğlenirler, sazlar ve çalparalar çalınarak dans ederlerdi. Dana kazanda iyice piştikten sonra alanda kurulmuş olan sofralara dağıtılır, herkes ne kadar düşerse bu etten yerdi. Yemek faslı sona erince de bayram sona ermiş olur, herkes dağılırdı." Dana Bayramı ve diğer zenci gösterilerinin baş müzisyenleri Kabakçı Araplardı. Münir Süleyman Çapanoğlu, Kabakçı Arapların çaldıkları aletin adının “Bodengo” olduğunu söyler: "Bodengo, içi boş bir bal kabağına, uzun bir sap geçirilmiş, üzerine üç dört tel takılmış bir sazdı." Malik Aksel de kabak çalanın yanında bir de tef çalan zencinin bulunduğunu belirtir. Ayrıca "kabak çalanın başında bir tilkikuyruğu vardır" diye ekler. Kapakçı Araplar yaz 28 29 Uşaklıgil Halid Ziya,İzmir Hikayeleri,İnkılap yay.,İstanbul,1991,s.140. Beyru Rauf, 19. Yüzyılda İzmir’de Yaşam,Literatür yay.,İstanbul,2000,s.327. 25 aylarında Boğaziçi köylerinde, özellikle de Haydarpaşa ve Kadıköy yakasında dolaşarak sanatlarını icra ederlermiş. Çapanoğlu bunların çarlistonvari bir havada, "kantomsu değil, manimsi değil, isimlendirmesi mümkün olmayan" bir şeyler okuduklarını söyler. Bunlar şarkı söyledikleri mekânın özelliklerini de sözlerine ekleyerek, bir nevi ozanlık da yaparlarmış. 30 Örneğin bir yalının önünde şöyle sözler uydururlarmış: Vekilharç para çalmaz, Dingala kabak, dingala! Kazevi açar, yarısını çalar, Dingala kabak, dingala! Küçük hanımın kalbi atar, Dingala kabak, dingala! Evlenmek için kısmet bekler, Dingala kabak, dingala. Bu bilgilerden hareketle İzmir’in sosyal yaşamında farklı işlevleri yerine getiren dana bayramları kalabalık grupların kaynaşmasında önemli bir role sahip olduğu görülüyor. Müslüman Mahallerindeki dini bayramlar dışında İzmir kentinde dana bayramları halkın en önemli eğlence araçları arasında gösterilebilir. Cumhuriyetin işlk yıllarında yasaklanana ve daha sonraki süreçte unutulan bu geleneksel bayram günümüzde Afrikalılar Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği tarafından tekrar canlandırılmaya çalışılıyor.İlki 2008 yılında gerçekleştirilen bu bayramın bundan sonraki yıllarda aralıksız devam etmesi dileğiyle. 3.2.3. İş ve Meslekleri 19. yüzyılın ikinci yarısında özellikle Batı Anadolu’da yabancı sermaye yatırımlarının artması ve kapitalist ilişkilerin yoğunlaşmasıyla birlikte, bu yörede plantasyon köleciliğine de rastlanmaya başladı. Bu yatırımcılar kendilerine gerekli işgücünün büyük bir kısmını Afrika’dan getirilen “zenci” kölelerle karşılıyorlardı. Günümüzde Torbalı, Söke, Ödemiş, Tire, Akhisar gibi Batı Anadolu’nun önemli tarım merkezlerinde, anılan süreçte Afrika’dan getirilen insanların soyundan gelen çok sayıda aile bulunmaktadır. Örneğin, Torbalı’ya bağlı, halkın çoğu “zenci” olan Subaşı, Naima, Kırba, Hasköy, Tulum, Yeniçiftlik köylerinde yaşayanlar, atalarının köle olarak yaptıkları işi bugün Tariş Pamuk Birliği’ne bağlı üreticiler olarak yapmaktadırlar. İzmir’de daha eski tarihlerden başlayarak ev kurmuş, çeşitli mesleklere girmiş “zenciler” vardı. Ama bazıları da iyi halli evlerde dadılık ve lalalık yaptıktan sonra azat edildiklerinde epey bocalamışlar, yoksulluk içinde yaşamışlardır. Kentte en zor işler “zenciler” tarafından yapılıyordu. “Zenci” kadınlar görece daha iyi koşullarda çalışma şansı bulmuşlardı. Hamamlarda, düğünlerde susam helvası, leblebi, çerez satarak geçimlerini sağlayan kadınların yanında, Eşrefpaşa semtinin üst taraflarında, Nohutçu Tarlası denen yerde kırık cam parçalarını eritip mavi, kırmızı ve yeşil renklere boyayarak renkli ve süslü bilezik 30 http://www.istanbulefendisiardiyesi.tr.gg/DANA-BAYRAMI.htm 26 yapanlar da bulunuyordu. Bu bileziklere halk arasında “helhel” deniliyordu. Bazıları da çiçek satarak geçimini sağlıyordu. Ayrıca, “zencilerin” bir kısmı mayıs ayının ortalarında, Dana Bayramı’nı kutladıktan sonra hasat işlerinde çalışmak üzere kentten ayrılırdı. Günümüzde Batı Ege Bölgesi’ndeki en önemli ekonomik faaliyetlerden biri tarımdır. Kırsal alanda yaşayan 70 yaş üstündeki Afrika kökenlilerin çoğu ücretli tarım işçisi ya da kendi tarım arazisini işletiyor. 1970’li yıllarda İzmir ilinde köylerden kent merkezlerine göç eden Afrika kökenli erkek ve kadınların çoğu Tariş gibi kuruluşların fabrikalarında işçi olarak çalışmış ve bugün emekli olmuşlardır. 1980’li ve 1990’lı yıllarda ise yağ, pamuk, dokuma, deri fabrikalarında ya da tarım alanında işçi olarak çalışanlar ağırlıktadır. Kentlerdeki eğitimli, sosyoekonomik durumları görece iyi olanlar genellikle öğretmen, hemşire, astsubay ve teknisyen. Ancak bunların sayıları bir hayli az. Afrikalılar Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa Olpak, Afrikalı Türklerin büyük bir kısmının okuma yazma düzeylerinin düşük olması sebebiyle daha çok geri hizmetlerde çalıştığını belirtti. Ancak az sayıda da olsa üniversiteye gidip buralarda eğitim gören ve meslek sahibi olanlar da var. Afrikalılar Dayanışma Derneği üyesi Beyhan Türkollu da Ege Üniversitesi Turizm ve Otelcilik bölümünden mezun. Kendisiyle yaptığımız röportajda; Siyah tenli olmamın hiçbir zaman dezavantajını yaşamadım. Okul hayatım boyunca mizacım gereği hep arkadaşlarıma liderlik ettim. Gurup tarafından çok sevildim ve kabul gördüm. Evet buradan da anlaşılıyor ki az sayıda üniversite ve yüksekokula gitmiş Afrikalı vatandaşlarımız var. Ama eğitim hayatlarında farklı renkte olmalarının bazen avantajlarını bazen de dezavantajlarını görmüşler. Bunun yanı sıra marangozluk yapan ya da balıkçıkla uğraşanlar da var. Bugün yaşları 40–50 arasında olanların bir kısmı 1990’ların başında Batı Ege’de yeni filizlenmeye başlayan turizm sektöründe garson, şoför, barmen vb. olarak çalışmışlardır. Bunun yanı sıra lise mezunu Afrika kökenli gençler büyük alış veriş merkezlerinde kasiyer, tezgâhtar, satış temsilcisi olarak çalışmaktadırlar. Yapılan görüşmelerde bazı Afrikalı Türkler siyahî olmanın iş ve meslek edinmede sorunlara neden olduğunu ve renkleri nedeniyle işe alınırken zorluk çektiklerini belirttiler. 3.2.4. Eğitim Hayatları Afrikalı Türklerin eğitim hayatları daha önce değindiğimiz gibi bazı imkânsızlıklar nedeniyle ya sekteye uğramış ya da bazıları hiç okula gidememiştir. Özellikle yaşlı kesimin anlatıları dikkate alındığında kırsal kesimde (İzmir Torbalı’nın Naime, Yeniçiftlik, Çırpı vb. köyleri) yaşayanların ulaşım olanaklarının yetersizliği ve ekonomik nedenlerden dolayı okula gidemedikleridir. Kentte yaşayanlar ilkokula gidebilme, eğitim alabilme bakımından köyde ya da küçük bir yerleşim yerinde yaşayanlara göre daha fazla olanağa sahiptiler. . 1960’lı ve 27 1970’li yıllarda Torbalı, Söke, Milas, Dalyan ve Ortaca köylerinde ilkokul, ilçe merkezlerinde ortaokul bulunduğu, lise için İzmir ya da Denizli’ye gidildiği anlatılarda yer almaktadır. Afrika kökenli yurttaşların yaşlı kuşağı arasında üniversite mezunu olanlar çok azdı ve bunlar da İzmir’de yaşayan varlıklı ailelerin çocuklarıydı. Günümüzde kırsal kesimde yaşayan ve 20 yaş üstü olan Afrikalı Türklerin bir kısmı ulaşım olanaklarının yetersizliği nedeniyle lise eğitimi alamamışlardır. 20 yaş altındakiler ise günümüzde toplu taşıma araçları ya da okul servisleriyle gidebiliyorlar. Ancak hala Torbalı’da yaşayan ve ekonomik durumu iyi olmayan bazı aileler çocuklarını okula gönderememektedir. yapmış olduğumuz bazı röportajlarda yeni neslin bir öncekine nazaran daha eğitimli olduğunu gördük. Bir önceki döneme nazaran günümüzde üniversiteye giden Afro-Türk sayısında önemli bir artış var. Dernek çatısında yaptığımız görüşmelerde üniversite mezunu olan kişilerle görüşme imkânı bulduk. Ancak bu kişiler resmi kurumlarda çalışmalarından dolayı projede isimlerinin verilmesini istemediler. Mustafa Olpak’a göre üniversite eğitimi için İzmir dışına giden Afrikalı Türkler renkleri nedeniyle önemli sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bizce bu durumun en önemli nedeni Afrikalı Türklerin yaygın olarak Ege Bölgesi’nde yaşamalarıdır. Anadolu’da yaşayan halkın başlangıçta böyle bir reaksiyon vermesi bir ölçüde kabul edilebilir. Önemli olan bu durumun sürekli olmamasıdır. Akademisyenlerin yetiştirildiği bu kurumlarda ön yargıların olmaması gerekmektedir. 3.3. Sosyal Yaşama Uyum Süreçleri 3.3.1. Ötekileştirilmeleri Tarih Vakfı, tarafından yürütülen proje kapsamında elde edilen sonuçlara göre Türkiye’de Amerika’dakine benzer bir ırk ayrımcılığı söz konusu değil. Aslında aynı şeyi Osmanlı Devleti dönemi için de söylemek mümkün. Bunun temel nedeni ise Amerika’daki gibi yaşam alanlarının ayrışmaması ve burada karışık evliliklerin yapılması. Örneğin 19 yy sonunda, İzmir’deki siyahlar Türk mahallerinde oturuyorlardı. 70 yaş üstü kişilerin anlatılarına bakıldığında, çocukluklarındaki komşularının karışık olduğunu, mekânsal ayrışmanın ten renginden çok sosyo-ekonomik statüden kaynaklandığını belirtmektedirler. Ten rengi nedeniyle yaşamının herhangi bir döneminde çevresinden olumsuz bir davranış görmediklerini söyleyenlerin büyük kısmı köylerde yaşayanlar. Ancak aynı şeyi kentlerde yaşayan Afrikalı Türkler için söylemek pek de mümkün değil. Kentlerde yaşayanlar ten rengi nedeniyle sözlü ya da fiili olumsuz davranışlara maruz kalmışlar. Ten renkleri özellikle şehirde yaşayanlar için çalışma ve eğitim hayatında sıkıntılar yaşatmıştır. Eğitim veya iş 28 nedeniyle şehir dışına çıkan kişilerin anlattıklarına bakıldığında ise durum biraz farklılaşıyor. Afrikalı Türkler, yaptığımız röportajlarda kendilerine “yabancı” olarak bakıldığını, Türkçe konuştukları duyulduğunda ise insanların çok şaşırdıklarını, çevrelerinin onlara “Pele”, “Esmeray, Arap kızı, Arap oğlu” diye isim taktıklarını belirttiler. Daha önceki yıllarda bu durumun daha belirgin olduğunu söylediler. Evliliklerde ten rengi ya da köken farklılığından çok esas belirleyici faktörün sınıfsal farklıklılar olduğunu söylemek mümkün. Yapmış olduğumuz röportajlarda siyah tenliler ile beyaz tenlilerin evlenmiş olduklarını gördük. Mustafa Olpak’ın vermiş olduğu bilgilerde kırsal bölgelerde karışık evliliklerin daha doğal karşılandığı, kentlerde ise kısmen sorun yaşandığı ortaya çıkıyor. Bu alanda sözlü tarih çalışması yapmış olan Gülay Kayacan’ın vermiş olduğu bilgilerde oldukça dikkate değerdir. Evliliklerinde sıkıntı yaşadığını söyleyen kesimin kentte yaşayan, görece yüksek eğitimli, meslek sahibi ve eşlerini kendi seçenler olduğunu belirten Kayacan, aileler arası ilişkiyi kurmanın ve aracılarla karşı tarafı ikna etmenin en önemli araçlarından birinin de dini kimlik olduğunu söylüyor. Araştırmalar sonucunda elde edilen başka bir bilgi ise 18 yaş altı genç siyah kızların, İç Anadolu, Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinden genç erkeklere kaçma olgusu oluyor. Ancak bu genç kızların kısa bir süre sonra terk edilerek, bebekleriyle birlikte ailelerinin yanına dönmelerinin sık rastlanılan bir durum olduğu araştırmada belirtiliyor. Mustafa Olpak ise bize bu konuda şunları söyledi: “Afro Türkler Anadolu’ya ilk geldiği zaman çok fazla sıkıntı çekiyorlardı. Özellikle “Arap” gibi aşağılayıcı tabirlerin kullanılması onları çok üzüyordu. Bu yüzden kendilerine bir çözüm buldular. Beyaz tenli erkeklerle veya kadınlarla evlenme sonucu doğan çocukların ten rengi açılmaya başladı. Bu yüzden şu an Afro Türk sayısı bayağı az. Aynı zamanda Kuran’daki kölelik sistemi de bunu etkilemişti. Şeriata göre kölelik sistemi daha farklıdır. Köleler belli bir süre sonra azat edildikleri için köleler evlenebilir ve çocuk sahibi olabiliyorlardı. Sonuçta da çocukların ten renkleri de açılmaya başlardı”. Yukarıdaki bilgiler ışığında genel bir değerlendirmeye varmak gerekirse Afrikalıların bu topraklarda yaşadıkları zorluklar elbette yadsınamaz. Ancak dünya geneline bakıldığında ülkemizde yaşayan Afrikalıları nispeten dünyanın diğer bölgelerindeki Afrikalılara göre daha insanca bir yaşam sürdüklerini söylemek de yanlış olmasa gerek. 29 3.3.2. Aidiyet Duyguları Nedir aidiyet aslında söze bununla başlamak gereiyor.Kaba tabirle aidiyet kişinin kendini bir yere veya bir şeye ait hissetmesidir. Peki şuan İzmir’de yaşayan Afrikalı Türkler kendinilerini bu ülkenin bir parçası olarak görüyorlar mı? İşte bu soruyu bir Afro Türk olan Ayhan Türkkollu’ya sorduk. Aldığımız yanı oldukça netti. “Askerliğimi bu ülkede yaptım. Elbette kendimi bu ülkenin bir parçası olarak görüyorum”. Burada yaşayan insanların renklerinin siyah oluşu dışında, zaten birçoğunun rengi de evlenmelerden dolayı açılmış durumda. Atalarının geldiği topraklarla hiçbir bağlantıları yok. Tamamen Türk kültürünü benimsemiş, Atatürk’ü seven, Türk bayrağına ve Atatürk ilkelerine bağlı insanlar.Bu sözlerin sahibi Mustafa Olpak. Mustafa Olpak’ a yönelttiğimiz önemli sorulardan bir tanesi de Afro Türklerin Mustafa Kemal Atatürk hakkında neler düşündükleriydi. Bize bu konuda önemli ve bir o kadar da anlamlı şeyler söyledi. “Bu ülkede yaşayan bütün Afrikalı Türklerin Atatürk ilkelerine ve yeniliklerine bağlı olduklarını düşünüyorum.Çünkü Mustafa Kemal yaptıklarıyla her zaman mazlum milletlere yol gösterici olmuştur.Ayrıca aidiyetten bahsetmişken Milli Mücadele yıllarında bazı Afrikalı Efelerin de olduğunu söylemekte yarar var.Bu insanlar çok uzun yıllardır buradalar elbette bu ülkenin bir parçası olarak görüyorlar kendilerini .Ancak şunu belirtmeden de geçemeyeceğim uzun yıllar boyunca Afrikalı Türklerin görmezden gelindikleri de bir gerçektir.Bütün bunlara rağmen kendimizi bu ülkenin bir parçası olarak görüyoruz”. Verilen bu bilgiler de gösteriyor ki bütün olumsuzluklara ve önyargılara karşın bu insanlar bu ülkenin önemli renkleri.Bütün önyargılara rağmen kendilerini bu ülkeye ait hissetmekteler. 30 SONUÇ Ülkemizde yaşayan Afro-Türkler Türkiye Cumhuriyeti döneminde özgür ve eşit vatandaş statüsüne sahip olmuşlardır. Bununla birlikte Afro-Türkler siyah olmalarından kaynaklı Anadolu genel halklarından farklılıklarını gizleyememişlerdir. Türkiye’nin kültürel çeşitliliği içinde Arap kızı, Arap oğlu olarak bilinen Afro-Türkler günümüzde yaygın olarak Antalya, Bursa, Burdur, Konya, Karaman, Adana, Dalaman, İzmir, Muğla, Aydın, Balıkesir illeri ve bu illere bağlı çeşitli ilçelerde yaşamaktadırlar. Eşit vatandaş statüsünü yasal olarak kazanmalarına rağmen hali hazırda renklerinden ötürü tarihsel algıların beraberinde getirdiği ön yargılardan kurtulamamaktadırlar. Öte yandan tarihsel geçmişleri ve kültürel yapılarındaki devamlılık aksamış, üç kuşak öncesinde köle olmaları nedeni geçmişleriyle olan, kültürel ve tarihsel bağları zayıflamış, günümüzde ise çok sınırlı sayıda bulunan yaşlıların anlatımları ile geçmişlerine ilişkin nereden geldikleri ve nasıl geldiklerine ilişkin kısmi bilgilere ulaşma şansı bulmaktadırlar. Afrika kökenli Türkler ilk sivil toplum girişimlerine üç yıl önce Balıkesir merkezli kurdukları Afrikalılar Kültür, Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği ile başlamışlardır. İzmir’de de bu derneğin bir şubesi açılmış ve faaliyetlerini yoğun biçimde sürdürmektedir. Gerek kendi bünyelerinde gerekse kendileri ile ilgili çalışma yürüten kurum ve kuruluşlara destek vererek kendi geçmişleri ile ilgili hafızalarda kalanları derlemeye çalışmaktadırlar. Afrika kökenli Türkiyelilerin geçmişleri ve bundan sonraki yaşamları üzerine yeterlilik sağlayan bir çalışma henüz yapılmamıştır. Sözlü tarih yöntemi ile yaşlılarla yapılan kısıtlı görüşmeler sonucunda kökenlerinin Sudan, Kenya, Nijerya, Mısır, Fas, Cezayir, Libya, Tunus ve Somali gibi ülkelere dayandığını tahmin etmektedirler. Öte yandan gerek literatüre dayalı, gerekse Afrika kökenli yurttaşların geldikleri ülke uzmanları ile ortaklaşa bir çalışma aracılığı ile bilinmez olarak duran geçmişlerinin aydınlatılmasına ihtiyaç vardır. Bizler de farklılıkların yaşamımıza renk katacağı ilkesinden hareketle İzmir’de ve Anadolu’nun diğer bölgelerinde yaşayan bu insanların, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerini ve geleneklerini araştırmalı sonraki kuşaklara bunları anlatmalı ve aktarmalıyız. Unutmamalı ki hayat renkliliklerle çok daha güzel ve anlamlı. 31 YÖNTEM Maalesef ülkemizde bu konu ile ilgili yapılan araştırma ya da yazılan eser sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az. Kölelikle ilgili yazılmış çok sayıda kaynak olmasına rağmen doğrudan Afrikalı Türklerle ilgili yazılmış eserler ya da yapılmış çalışmalar bir kaç sözlü tarih çalışması ve birkaç makale ile sınırlı kalmış. Projeyi hazırlarken yaşadığımız en büyük sınırlılık konuya ilişkin kaynakların yok denecek kadar az olmasıydı. Bizde projeyi hazırlarken ilk önce var olan kaynakları tespit ettik. Sonraki süreçte şehrimizde yaşayan Afrikalı Türklerle irtibata geçtik. Kaynak bulma konusunda yaşadığımız sınırlılığı röportaj ve görüşmelerle minimize etmeye çalıştık. Afrikalılar Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği ile kurmuş olduğumuz irtibat, projede ilerlememizde bize önemli kolaylıklar sağladı. Dernek çatısı altında birçok kişiyle görüşme ve tanışma fırsatımız oldu. Bu kişilerin bazılarıyla röportajlar yaptık. Bu insanlar bize bildikleri kadarıyla geçmişlerini ve bugün yaşadıklarını anlattılar. Yapmış olduğumuz röportajların bir kısmını raporda kullandık. 32 KAYNAKLAR 1- Beyru, Rauf(2000), 19. Yüzyılda İzmir’de Yaşam, Güzel Sanatlar Eğitim ve Kültür Vakfı, İstanbul 2- Çelebi,Evliya.(1992),Seyahatname,Morpa Kültür yay.,İstanbul 3- Erdem, H. (2004), Osmanlıda Köleliğin Sonu: 1800–1909, Kitap Yayınevi İstanbul 4- Güneş, G. (1993), “İzmir’de Zenciler ve Unutulan Bir Bayram, İzmir Dergisi, sayı: 7–8, Ekim-Kasım. 5- Güneş, Günver,(1999), Kölelikten Özgürlüğe İzmir’de Zenciler ve Zenci Folkloru, Toplumsal Tarih Dergisi, Şubat. 6- Güntekin, Reşat Nuri. (1994), Miskinler Tekkesi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 7- "İzmir," Yurt Ansiklopedisi, Anadolu Yayıncılık, 1982–1983, c. 6, s. 4242. ,İstanbul 8- Lewis,Bernard.(2006),Ortadoğu’da Irk ve Kölelik,Truva Yayınları.,İstanbul 9- Martal, A. (1996), 19. yy.da Kölelik ve Köle Ticareti, Tarih ve Toplum, 10- Ok,Sema.(…)Harem Dünyası Haremağaları,Kamer Yayınları., İstanbul 11- Ok,Sema.(1996) Köle Pazarından Saraya Cariyeler,Kamer Yayınları., İstanbul 12- Olpak, Mustafa. (2008),Kenya’dan İstanbul’a Köle Kıyısı,Punto Yayınları.,İstanbul 13- Özbay,Ferhunde,(2007),Kölelikten Evlatlığa Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölecilik ve Dönüşümü,Boğaziçi Üniversitesi 14- Parla,Jale.(2005),Efendilik,Şarkiyatçılık,Kölelik,İletişim Yayınları.,İstanbul 15- Sessiz Bir Geçmişten Sesler, Afrika Kökenli ‘Türk’ Olmanın Dünü ve Bugünü, Tarih Vakfı,2007, 16- Toledano, E. (1994), Osmanlı Köle Ticareti, 1840–1890, Tarih Vakfı Yurt Yayınları. İstanbul 17- tr.wikipedia.org/wiki/Kölelik 18- Uşaklıgil, Halid Ziya.(1991), İzmir Hikâyeleri( Anısal Öyküler), İnkılâp Kitabevi, İstanbul 19- Anadolu’daki Afrikalıların Dünü ve Bugünü, Afrikalılar Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği 33 EK–1: AYHAN TÜRKKOLLU İLE RÖPORTAJ Projemizi yaparken Eşrefpaşa’da Afrika kökenli bir ailenin evine konuk olduk ve Ayhan Türkkollu ile bir röportaj yaptık. İlhan Çamiçi: Aileniz buraya nereden nasıl gelmiş? Ayhan Türkkollu: Dedem Makedonya’dan anneannem de Somali’den Selanik’e gelmiş. Orada tanışıp evlenmişler, sonra da mübadele ile buraya gelmişler. Annem ve babam da burada doğmuş. İ.Ç: Ailenizin buraya ne zaman geldiği ile ilgili bilginiz var mı? A.T: Tarihi net değil, kesin bir şey söyleyemiyoruz. İ.Ç: Türklerden en çok hangi alanlarda etkilendiniz? A.T: Biz aslında Türk kökenliyiz çünkü Türk örf ve adetlerine göre yetiştik, Türkiye’de askere gittik bu yüzden buna pek etkilenme diyemeyiz. İ.Ç: Sosyal hayatınızda ve çevrenizde hiç sıkıntı yaşıyor musunuz? A.T: Ege Bölgesi’nde böyle bir sıkıntı olmuyor. Çünkü Ege Afrika kökenlilere daha alışkın ama bir gün doğuya gittiğimde bana çok farklı baktılar çünkü doğuda siyah tenli yoktu. Askerliğimde de hep güler yüzlüydü insanlar bana karşı, herkes beni sevip sayıyordu. Kısacası bir tepki veya dışlanma yoktu. Komşularımızla ilişkilerimizde de aynı şekilde hiçbir sıkıntı yok. Ama bazen dışarı çıktığımızda çarşıda pazarda başkaları el kol işaretleri ile bizi gösteriyor: “A bak, Arap Arap!” diyor. İ.Ç: Kültürünü yaşatmaya çalışıyor musunuz? A.T: Yaşlı kesimde(2. Kuşakta) kendi kültürünü öğretme geleneği vardı ama 1924’te Dana Bayramı’nın yasaklanmasıyla geleneklerin kuşaktan kuşağa aktarılması zorlaştı. Dana Bayramı’nın başlangıcı tam olarak bilinmese de Nijerya yöresinin bir geleneği olduğunu biliyoruz. Osmanlı döneminde her mayıs İzmir ve İstanbul’da Dana Bayramı kutlanıyordu. Bayramın İstanbul’daki ismi Arap Düğünü idi. İzmir’de bu bayram 60–70 yıl boyunca kutlanmıştır. Hatta Bayramyeri semti ismini bu bayramda almıştır. Sonra 2006’da dernek kuruldu. 2007’de de Dana Bayramı tekrar kutlanılmaya başladı. İ.Ç: Dana Bayramı’nın kutlanılmasının amaçları nelerdir? A.T: Dana Bayramı’nın üç temel amacı vardı. Bunlardan biri iz sürmeydi. Aileler köle pazarlarında satıldıktan sonra dağılıyordu ve senede bir gün buluşabilen köleler, aradığı 34 kişilerin isimlerini yazdırabiliyordu bu bayramda. İkinci amaç ise yardım toplamaydı. Köleler kendi kazançlarından biriktirerek birbirlerine yardım ediyordu. Üçüncü amaç ise kendi öz kültürlerini yaşatmaktı. 35 EK–2: MUSTAFA OLPAK İLE RÖPORTAJ Afro Türkler Kültür ve Dayanışma Derneği kurucusu Mustafa Olpak ile yaptığımız röportajda Mustafa Olpak bize Afro Türkleri anlattı. İlayda Vurucu: Afro Türkler günümüzde geleneklerini yaşatıyorlar mı? Mustafa Olpak: Afro Türkler artık geleneklerine sahip çıkmıyorlar, içlerinden çiftetelli oynayanlar var, dilleri tamamen asimile olmuş durumda ve kendi kültürlerine özgü yemekleri bile yapmıyorlar artık. İ.V. : Afro Türklerin eğitim düzeyleri hakkında bilgi verir misiniz? Yüksek mevkilerde Afrika kökenli Türkler var mı? M.O. : Özellikle kırsal kesimde yaşayan Afro Türkler genellikle tarımla uğraşıyorlar. Bir avukat bir doktor veya bir memur olan Afro Türk sayısı çok az. Tarımla uğraşan kesim “toplumun en yoksul kesimi” çünkü hiçbir zaman büyük toprak sahibi olamamışlar. İ.V. : Afro Türkler sosyal yaşamda ya da yakın çevrelerinde zorluklar yaşıyorlar mı? M.O. : Afro Türkler yaşadıkları çevrelerde pek sorun yaşamıyorlar çünkü komşuları veya tanıdıkları onların kökenlerini biliyor. Ama sokağa çıktıklarında Türk olup olmadıklarıyla ilgili iddiaya giren kişilerle karşılaşıyorlar. Yanlarındaki insanlar çoğu zaman onlar için Arap, zenci gibi ifadeler kullanıyor ve bu ifadelerin kullanılmasından hoşlanmıyorlar. İ.V. : Afrika’dan Osmanlı topraklarına getirilen ilk kölelerin asimile edildiklerini düşünüyor musunuz? M.O. : Gayri Müslimler köle satın alamıyordu bu yüzden sadece Müslüman aileler köle alabiliyordu. Ama Afrika’dan gelen köleler satıldıkları andan itibaren Türk ve Müslüman olmak zorunda bırakıldılar çünkü başka şansları yoktu. Kısacası köleyi satın alan kişi kölenin ismini, dilini ve dinini değiştiriyor. Bu nedenle asimile edildiklerini söylemek mümkün. Ancak bu dünyanın her yerinde böyleydi. Sadece Osmanlı’ya has bir durum değildi. I.V. : Bir konuşmamızda bazı Afrikalı Türklerin mübadele ile geldiklerini belirmiştiniz. Biraz açar mısınız? M.O. : Çeşme, Ayvalık, Cunda Adası, Samsun, İzmir ve İstanbul mübadillerin durak noktalarıydı. Bu bölgelere gelen köleler, ya sonradan azat edilmiş ya da hala bir ailenin yanında köle olan kişilerdi. Bu mübadillerin gelme yerleri genellikle Girit, Kıbrıs, Yunanistan’dı. Bazıları da kaldıkları ortamdaki kötü koşullardan kaçarak Mustafa Kemal’in topraklarına sığınmak amacıyla gidiyordu. 36 İ.V. : Osmanlı Devleti’nde köleliğin kaldırılmasına en çok karşı çıkan kesim hangisiydi? Osmanlı’da köleliğin kaldırılmasına en çok karşı çıkan kesim ulemalardı. Onlar Kuran’ın ve şeriat kanunlarının köleliği meşru kılmasını temel alarak köleliğin kaldırılamayacağını ileri sürüyordu. Osmanlı’da köleliğin kaldırılması cumhuriyet dönemine denk gelir. İ.V. : Günümüzde beyaz tenli Afrikalılar var mı? Bunun nedeni sizce nedir? M.O. : Elbette var. Afro Türkler Anadolu’ya ilk geldiği zaman çok fazla sıkıntı çekiyorlardı. Özellikle “Arap” gibi aşağılayıcı tabirlerin kullanılması onları çok üzüyordu. Bu yüzden kendilerine bir çözüm buldular. Beyaz tenli erkeklerle veya kadınlarla evlenme sonucu doğan çocukların ten rengi açılmaya başladı. Bu yüzden şu an Afro Türk sayısı bayağı az. Aynı zamanda Kuran’daki kölelik sistemi de bunu etkilemişti. Şeriata göre kölelik sistemi daha farklıdır. Köleler belli bir süre sonra azat edildikleri için köleler evlenebilir ve çocuk sahibi olabiliyorlardı. Sonuçta da çocukların ten renkleri de açılmaya başlardı. 37 BASINDA AFRİKALI TÜRKLER Hürriyet Gazetesi 2 Mart 2008 Ege Üniversitesi Haber Ajansı 2 Mart 2008 38 Ege Telgraf Gazetesi 1 Mart 2008 Milliyet Gazetesi 2 Mart 2008 39 Yenigün Gazetesi 2 Mart 2008 Posta Gazetesi 2 Mart 2008 40 FOTOĞRAFLAR Ataları Kenya’dan getirilmiş olan Afrikalılar Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa Olpak Türk gelenekleriyle doğmuş,büyümüş Afrika Kökenli Emine Türkkollu 41 Afrikalılar Dayanışma Derneği Üyesi Beyhan Türkkollu Ataları Sudan’dan getirilmiş olan bir Afrikalı Türk, Ayhan Türkkollu 42 Afrikalılar Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa Olpak ile ölümsüzleştirdiğimiz o an Bir Afro-Türk olan Ayhan Türkkollu ile yaptığımız röportajdan bir kare 43 TEŞEKKÜRLER Bu projede; Konunun seçiminde ve çalışmanın bu duruma getirilmesi sürecinde bizi yönlendiren, eksiklerimizi gidermemizde yararlı katkılarını esirgemeyen öğretmenimiz Serkan Sezgin’e, bizi evlerine konuk eden Ayhan Türkkollu ve ailesine, proje süresince bize her türlü yardımı yapan ve yol gösteren Afrikalılar Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Mustafa Olpak’a ve dernek üyesi Beyhan Türkkollu’ya, ayrıca Bilim Kuruluna ve bizi bilimsel çalışmalara teşvik eden ve bu konuda her türlü desteği veren okul yöneticilerimize teşekkür ederiz. 44