Arap Baharına/Suriye’ye Bakış ve Milli Olmayan Görüş Ma'ruf Yazıları Sinan Aksuhan sinanaksuhan@takvimhaber.com Oğuzhan Asiltürk’e Reddiye... Ağızdan çıkan her sözün sorumluluğu vardır. Hele de “Milli Görüş adına”, “Milli görüşü temsilen” konuştuğunuzu iddia ediyorsanız, sorumluluğunuz çok daha fazla artar. Zira kendi adına konuşan insan yanlış bir şey söylediğinde sadece kendisine inanıp güvenen kimseleri yanıltabilir. Halbuki Milli Görüş adına konuşan kimse bütün bir camiayı yanıltma, vebale sürükleme ve bunun ağır vebaline katlanma riskiyle karşı karşıyadır. Milli Görüşçüler, 42 yıl boyunca rahmetlik Erbakan hocamızın ardında inançla yürümüş ve o kutlu lider tarafından hiç yanıltılmamışlardır. Camianın büyük kısmı, buradan gelen bir güvenle ve iyi niyetle bugün de Milli Görüş adına konuştuğunu iddia eden kişilerin sözlerine itibar etmektedir. Halbuki bu kişilerden bazılarının günümüzde camiayı hayati öneme sahip bir takım konularda korkunç vebal getirecek şekilde yanılttıkları görülmektedir. Oğuzhan Asiltürk ve diğer bazı kimselerin Arap Baharı ve Suriye hakkındaki açıklamalarını da bu doğrultuda değerlendirmek gerekiyor. Bu kimselerin ümmeti ilgilendiren bu çok önemli konudaki açıklamaları, Erbakan hocamızın yolundan apaçık bir şekilde saptıklarını göstermektedir. Bu kimseler, Arap Baharı’nı yorumlama adı altında ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesini (kısaca BOP’u) ağızlarına sakız etmiş durumdadırlar. Arap ülkelerindeki siyonist uşağı, zalim ve kafir diktatörlere isyan eden Müslümanları, BOP’a hizmet etmekle suçlamaktadırlar. BOP ve Arap Baharı’nın alakası var mıdır?: ABD’nin on yıl kadar önce BOP olarak adlandırılan bir proje hazırladığı bilinmekte, ancak bunun detayları bilinmemektedir. Şimdi Asiltürk gibi kişiler: “Amerika on yıl önce bu bölgeyle ilgili bazı planlar hazırladığına göre, bugün ortaya çıkan gelişmeler mutlaka bu planın bir parçası olmalıdır” şeklinde bir düz mantık yürütmektedirler. Sadece bu zanlarından yola çıkarak zulme başkaldıran o Müslümanları karalamaktadırlar. Halbuki Rabbimiz Hucurat Suresi 12. ayeti kerimede “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Şüphesiz bazı zanlar günahtır....” buyurmuştur. Pekiyi BOP ve Arap Baharı arasında gerçekten bir alaka olamaz mı? Elbette olabilir. Görünen o ki ABD; bölgede kendi sadık uşakları olan, İslam düşmanı ve zalim diktatörlere karşı Müslüman halkın artık tahammülünün kalmadığını, bölgenin patlamaya hazır bir bomba haline geldiğini on yıl öncesinden tespit etmiş ve kendisini tedirgin eden bu gidişata karşı BOP projesini hazırlamıştır. Yani Amerika BOP’u hazırladığı için Arap Baharı gerçekleşmiş değildir. Aksine Arap Baharının ayak sesleri duyulmakta olduğu için, ona çare bulmak amacıyla Amerika BOP’u hazırlamıştır. Her şeyden önce, bugün Arap Baharı kıyamlarıyla devrilmekte olan din düşmanı zalim diktatörlerin Amerika’nın sadık uşakları oldukları bilinmelidir. Mısır’daki Hüsnü Mübarek, Tunus’taki Zeynelabidin bin Ali ve Yemen’deki Ali Abdullah Salih Amerika’ya ve Siyonizm’e hizmette kusur etmeyen diktatörlerdi. Kaddafi görünüşte Batıyla soğuk savaş yaşamasına rağmen, Müslüman halktan gasp ettiği yüz milyarlarca dolar parayı Amerika, İsviçre ve diğer Batılı ülkelerdeki bankalara yatıran, Fransa, İtalya gibi devletlerle çok iyi ilişkiler geliştiren bir ikiyüzlüydü. Suriye’deki Baas rejimi de tıpkı Kaddafi yönetimi gibi İsrail’le soğuk savaş oyunu oynayan bir diktatörlüktü. 1967 yılında Golan tepelerini tek kurşun atmadan İsrail ordusuna terk eden ve 46 yıldır burayı geri almak için İsrail’e tek kurşun atmayan bu firavun yönetim, Suriye’nin Müslüman halkına defalarca uçaklarla, tanklarla, füzelerle saldırmış ve toplamda yüz binlerce Müslüman’ı şehit etmişti. Amerika’nın, kendisine hiç bir zararı dokunmayan, aksine kusursuz bir biçimde hizmet eden bu diktatörleri devirip yerlerine Müslüman, antisiyonist iktidarlar getirmek istemesi mümkün değildir. Aksine her zaman bu işbirlikçi diktatör yönetimleri desteklemiş, onların hamisi olmuştur. O halde Amerika’nın on yıl önce BOP kapsamında bölgeye demokrasi götürmekten bahsetmesinin tek bir açıklaması olabilir. Amerika, Arap Baharı’nın gelmekte olduğunu anlamış ve bunun önüne geçmek, bu diktatörlüklerin isyanla ve devrimle, keskin bir şekilde gitmesini engellemek, kendi kontrolündeki demokratik bir süreçle gitmesini sağlayarak olayı yumuşatmak, istemiştir. Ancak bu diktatörler Amerika’nın demokrasiye geçme talebini reddetmişler, koltuklarına yapışıp kalmışlar ve sonunda da Amerika’nın korktuğu başına gelmiş ve Arap ülkelerindeki bu zulme isyan hareketleri başlamıştır. Bunun üzerine Amerika gidişi artık kaçınılmaz olan diktatörleri terk ederek kaybeden tarafa değil, kazanan tarafa oynama görüntüsüne başlamış, iktidara gelmekte olan İslami hareketleri yumuşatma ve arayı düzeltme çalışmasına girişmiştir. Ancak Tunus ve özellikle Mısır gibi ülkelerde iktidara gelen Müslümanların altını oymayı, eski diktatörlerin kalıntılarını kullanarak bu ülkelerde karışıklık çıkarmayı da ihmal etmemiştir. Kısacası Arap Baharı hareketi Siyonizm’in aleyhinedir. Siyonizm’in bunu istemesi ve kendi elleriyle gerçekleştirmesi mümkün değildir. Ancak aleyhine olan bu gelişmelere seyirci kalması da düşünülemez. İşte bu noktada rahmetlik hocamızın “Biz her taşın altında bir Yahudi var demiyoruz ama Siyonizm hiç bir taşın altını boş bırakmaz” sözü tecelli etmektedir. Yani her şeyi yapan, siyonizm değildir. Siyonizmi, kadiri mutlak bir tanrı olarak göremeyiz. Yeryüzünde olan biten her şeyi, hatta firavunların devrilmesi gibi hayırlı olayları bile siyonizme mal etmek yanlıştır. Ancak bu durum, siyonizmin her şeye burnunu sokmaya çalıştığı gerçeğini de değiştirmez. Siyonizm, Arap baharı gibi hayırlı bir olayı madem ki engelleyememiştir, şimdi onu bozmak, karıştırmak, mümkünse kendi kontrolü altına almak için her şeyi yapacak, bunun için yeni projeler geliştirecektir. Pekiyi Oğuzhan beyin bu durumda o Müslümanlara önerisi nedir? O Müslümanlara “madem ki Siyonistler kendi işbirlikçilerinin, sizin tarafınızdan devrilmesine karşı yeni planlar geliştirmeye başladı, siz de onları devirmekten vazgeçin. O diktatörlerin küfürlerine, zulümlerine, siyonist uşaklıklarına katlanmaya devam edin. Eski siyonist planlar uygulanmaya devam etsin” mi demektedir? Bunun dışında somut bir önerisi varsa onu öğrenmek istiyoruz. Bu sorumuzu “Çözüm Milli Görüştedir” gibi sloganlarla değil, somut önerilerle cevaplamasını bekliyoruz. İyi bilinmelidir ki, Siyonizmin planları, projeleri bitmez. Eğer “Siyonistler bizim kıyamımıza karşı yeni projeler geliştirirler” korkusuyla onlara ve uşaklarına kıyam etmekten vazgeçecekseniz hiç bir yere kıpırdayamaz ve ilelebet zulümlerine maruz kalmaya devam edersiniz. Aynı mantıkla hareket edecek olursanız, Milli Görüş hareketini de lağvetmeniz gerekir. Zira Siyonizm, bu harekete karşı da sürekli planlar hazırlayıp mücadele etmektedir. O halde bugün Milli Görüşçüler olarak orada zulme isyan eden Müslümanlara hem zalim diktatörlere karşı, hem de Siyonistlerin yeni plan ve projelerine karşı destek verip fiilen yardım etmemiz gerekmez miydi? Siyonistlerin planları varsa bizim de küfre ve zulme karşı Müslüman’ın ve mazlumun yanında duracak kendi planlarımızın olması gerekmez miydi? Ömrü boyunca hep bunu yapan Erbakan hocamız bugün de yaşasaydı yine aynısını yapmaz mıydı? Zulme karşı savaşan o insanları oturduğunuz yerden Siyonist uşaklığıyla suçlamanız ve o Müslümanlarla zalim diktatörler arasında tarafsız kaldığınızı övüne övüne duyurmanız, Erbakan hocamızın talebesi olduğunu iddia eden insanlara yakışan bir tavır mıdır? Rahmetlik Erbakan Hocamızın Ömrü Boyunca Verdiği Mücadele: Erbakan hocamız, dünya hayatına Hak-Batıl mücadelesi penceresinden bakan bir önderdi. Küfre, kafirlere ve zalimlere karşı her daim bütün gücüyle İslam’ın, Müslümanların ve mazlumların yanında yer alırdı. Böyle bir mücadelede hangi gerekçeyle/bahaneyle olursa olsun kafirlerin ve zalimlerin yanında yer aldığı görülmediği gibi tarafsız kaldığı da görülmemişti. Bunun aksi yönünde tek bir örnek bile yoktur. Müslüman’a ve mazluma destek olurken ırk, devlet ayrımı yapmadığı gibi kafirin ve zalimin karşısında yer alırken de ırk, devlet ayrımı yapmazdı. Bunun içindir ki Rus, Sırp, Amerikalı, İsrailli olduğuna bakmaksızın İslam’a ve Müslümanlara saldıran her kafire ve yerli işbirlikçilerine karşı o hep Müslümanların yanında saf tutardı. O başımızdayken, bu camia da gerçekten Milli Görüşçü bir camiaydı. Afganistan’da Müslüman halk, komünist yönetime isyan ettiği zaman SSCB komünist yönetimin imdadına koşarken biz Milli Görüşçüler de diğer dünya Müslümanlarıyla birlikte Afganistanlı din kardeşlerimizin yardımına koşmuştuk. Bağnaz sol kafalar; ABD'nin mücahitlere lojistik destek veriyor olmasından hareketle o mücahitleri de bizi de Amerikan uşağı olmakla suçladılar. ABD'nin kendi hesapları da, solcuların suçlamaları da umurumuzda değildi. Biz, Milli Görüşçü’ydük. Başımızda Erbakan vardı ve zalimin her türlüsüne karşı mazlumun, kafirin her türlüsüne karşı Müslimin yanındaydık. Erbakan hocamız; “Müslümanların zalim yöneticiye isyan etmeleri caiz midir, bu olay Amerika’nın planı mıdır, Amerika’nın orada hesapları var mıdır?”, gibi bahanelere sarılmaksızın ve hiç tereddüt etmeden küfre ve zulme karşı tavrını koymuştu. Sonra Bosna, Çeçenistan, Kosova gibi Müslüman ülkelerin bağımsızlık savaşları başladı ve biz, tüm gücümüzle onların da yardımına koştuk. Bağnaz sol kafalar, bu işlerin Balkanları ve Kafkasları bölüp parçalayarak kendi güdümüne almak isteyen ABD tarafından tezgahladığını ileri sürerek yine hem oralardaki Müslümanları hem de bizi Amerikancı ilan ettiler. Ama bu da umurumuzda olmadı. Zira liderimiz Erbakan’dı ve Amerikalıların, Sırpların ve Rusların hesaplarına karşı bizim de hesaplarımız vardı. Timsahın alt ve üst çenesi olan Kapitalizme de Komünizme de karşıydık. Her daim İslam’ın ve Müslümanların yanındaydık. Zira; Afganistan’a, Bosna’ya, Çeçenistan’a destek olduğumuz gibi ABD – İsrail şer eksenine karşı Filistin’e ve Irak’a da bütün gücümüzle destek veriyorduk. Elbette ki Siyonizm’i biliyor ve bir düşman olarak önemsiyorduk. Rahmetlik hocamız; Türkiye’de insanların sağcı ve solcu olarak ikiye bölündüğü; mason, kapitalist, ırkçı ve dindar kesimlerin ABD şemsiyesi altında tek saf olup “sağcı” sıfatını gururla taşıdığı bir dönemde siyaset sahnesine çıkmış ve dindarları bu zilletten kurtarmaya çalışmıştı. İnançlı insanlardan oluşan geniş halk kitlelerine ABD ve İsrail’in ne olduğunu O anlatmış, toplumdaki anti Siyonist bilinci O yeşertmişti. Ve bu bilinç; zulme ve katliama uğrayan bazı din kardeşlerimize “ABD’de onların yanında görünüyor” bahanesiyle yüz çevirmemize sebep olmuyordu. Çünkü biz Hakk’ı üstün tutuyorduk ve değişmez doğrularımız vardı. Doğrularımızı ABD isimli kötülük tanrısının (!) zıddıyla belirleme acziyetinden berîydik. ABD, meleğin yanında ve şeytanın karşısında görünse, “esas olan ABD’nin karşısında yer almaktır” diyerek şeytanla işbirliği yapma zilletini aklımızdan bile geçirmezdik. Rasulullah (sellallahu aleyhi vesellem) efendimizin sünnetine de uygun olarak bir kafirin saldırısına karşı başka bir kafirle işbirliği yapabilir ama asla bir Müslüman’a karşı kafirle işbirliği yapmaz, onun zulmüne ortak olmaz ya da sessiz kalmazdık. Şimdi O yok! Meğer Milli Görüşçü kalabilmek birileri için ne kadar zormuş! Meğer AKP’nin Amerikancı eksene kaymasını eleştirip de kendileri ulusalcı sol gömleğini giymek için hocamın vefatını bekleyen ne kadar çok insan varmış! Hocamın bilmediği (!) hesap kitapları İşçi Partisi’nden öğrenmek, onların “sözüne gelmek” için sabırsızlanan ne kadar çok insan varmış! Bunlar şimdi dünyayı “Hak ve Batıl” ayrımıyla değil, “Amerika ve diğerleri” ayrımıyla algılıyorlar. Yeter ki Amerika’nın karşısındaymış gibi görünsün, Müslümanlara zulmeden her türlü kafirle aynı safta yer almaya ya da lütfedip onun zulmüne karşı sessiz kalmaya hazırlar. Erbakan hocamız onları komünistler karşısında Amerikancı olmaktan kurtarmıştı ama onlar şimdi Amerika karşısında bütün İslam düşmanlarına meyledebiliyorlar. Hud Suresinin 113. ayet-i kerimesindeki “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez” ikazını akıllarına bile getirmiyorlar. Bugün Suriye’yi silah zoruyla işgal altında tutan Baas rejiminin en az Amerika, Rusya, Sırbistan ve İsrail kadar zalim, katil ve kafir olduğunda şüphe kalmamıştır. Afganistan’da Rusların ya da Bosna’da Sırpların yanında yer almakla bugün Baas rejiminin yanında yer almak arasında fark yoktur. Aynı şekilde Afganistan’da ve Bosna’da tarafsız kalmakla bugün Suriye’de tarafsız kalmak arasında da bir fark bulunmamaktadır. Amerika’nın bölgeyle ilgili hesaplarını bahane göstermek nasıl geçmişte Rusların ya da Sırpların yanında yer almayı ya da onların zulümlerine sessiz kalmayı meşru kılmıyorsa aynı bahane bugün de Baas kafirlerinin yanında yer almayı ya da onların zulümlerine sessiz kalmayı meşru kılmaz. Bizler her zaman olduğu gibi yine Erbakan hocamızın yolunda yürüyerek bu kafirlere karşı Müslim’in ve mazlumun yanında yer almaya devam ediyoruz. Ancak hala Milli Görüşçü olduğunu iddia eden birileri şimdi İşçi Partililerin yanına geçmiş, onlarla bir ağız olmuş, bizi Amerika’nın hesaplarına hizmet etmekle suçluyorlar. Biz faniler için gayb olan geleceğin hesabına öyle düşmüşler, “ya şöyle idiyse ya böyle idiyse, ya ileride şu olursa, bu olursa” hesaplarına öyle kapılmışlar ki; bugün yaşanan somut zulmü, katliamları, İslam’a ve Müslümanlara ilan edilen açık savaşı göremiyorlar! Oğuzhan Asiltürk’ün Suçlamaları: Oğuzhan bey Arap ülkelerinde zulme isyan eden Müslümanları karalarken, “internette gördüğü” bazı çok önemli bilgi (!) lerden yola çıkıyor. İnternette, Arap baharı başlamadan önce “Tunus’tan birçok sivil toplum örgütü mensuplarının Amerika’ya götürüldüğü ve eğitildiği” yazıyormuş. Şu internetin çok faydalı (!) bir şey olduğunu itiraf etmek gerekiyor. Orada istediğiniz türden dedikoduya rastlayabilir ve eğer kendinize yakıştırabiliyorsanız bu dedikoduları birilerini karalamak için kullanabilirsiniz. Amerika’nın sadece Tunus’tan değil, aklınıza gelebilecek her ülkeden her zaman birçok kimseleri alıp eğittiği ve bunları uşak olarak kullandığı zaten bilinen bir gerçektir. Bunu bilmek için internette okumaya gerek de yoktur. Ancak Tunuslu bazı kişilerin Amerika’da eğitilmiş olmasını Arap baharını karalamak için delil sayıp kullanmak insafsızlıktan başka bir şey değildir. Böyle bir iddia, birisinin kalkıp ; “internette okuduğuma göre bu sabah dünyada güneş doğmuş, falanca yerde deprem olmasının sebebi de buymuş” demesine benzer. Asiltürk, Tunus’ta cinnet geçirerek intihar eden ve protesto gösterilerinin kıvılcımlanmasına bilmeden vesile olan Muhammed Buazizi hakkında da “bu genç ani bir tepkiyle kendini yakmadı. O şahsı özel telkinlerle etkileyerek bu olayı gerçekleştirdiler” buyuruyor! Kesin bir bilgi imiş gibi açıkladığı bu iddiayı hangi kaynağa dayandırdığı merak konusudur! Ya Buazizi, Asiltürk’ün rüyasına girerek bu itirafta bulunmuş ya da “onu özel telkinlerle etkileyerek” kendisini yakmaya ikna eden kişiler hayrına Asiltürk’e bu gizli bilgiyi sızdırmış olmalıdırlar! Bugün Milli Görüş camiasının böyle hayalperest bir anlayışla yönlendirilmeye çalışılması ne kadar esef vericidir! Aynı karalama metni içerisinde intiharın caiz olmadığının ciddi ciddi anlatılması da ayrıca ibret verici bir hadisedir. Sanki Arap Baharını savunan kişiler intiharın caiz olduğunu iddia etmektedirler. Sanki Arap Baharı denilen olay bir intihar furyasıdır da ona katılan insanlara “aman yapmayın, etmeyin, o gencin yaptığı caiz değildi, onu kendinize örnek almayın” denilmektedir! O mağdur gencin cinnet geçirerek kendisine kıyması zalim yönetime karşı protestoların sadece kıvılcımını ateşlemiştir. Onun intiharının caiz olmaması, sonrasında zalim yönetime karşı gerçekleştirilen protesto ve isyanların da caiz olmadığı anlamına gelmemektedir? Sayın Asiltürk “Büyük İsrâil’i kurma hedefine ulaşma yolunda adım adım ilerleniyor. Önce Afganistan halledildi. Arkadan Irak halledildi. Sonra Libya halledildi. Mısır’ı halletmek için bütün güçleriyle uğraşıyorlar. Henüz başaramadılar. Mısırda şuurlu bir Müslüman topluluk var. İnşaallah İslam düşmanlarının oyununu bozarlar. Şu anda Suriye’de aynı proje uygulanıyor” diyor. O konumdaki bir insanın sapla samanı birbirine bu kadar karıştırılabilmesi gerçekten hayrete şayandır. Dünya meselelerini böyle bir kafayla yorumlayanların yön vereceği bir hareketin vay haline! Öncelikle; Afganistan ve Irak işgalleri ile Libya, Mısır ve Suriye devrimleri birbirine paralel değil, zıt gelişmelerdir. Bunun en bariz delili; Afganistan ve Irak işgallerine karşı direnen ve binlerce ABD askerini öldürerek işgalcileri geri çekilmeye zorlayan mücahit grupların daha sonra Libya ve bugün de Suriye’de zalim idarecilere karşı fiilen savaşmalarıdır. Buna karşılık Irak’ta ABD tarafından işbaşına getirilen kukla Başbakan Maliki, bugün Suriye’de Baas diktatörlüğüne destek vermektedir. Irak’ta Amerika’ya karşı cihat edenlerin aslında Amerikancı, bunun aksine Irak’ta Amerika’ya hiç direnmeyip onunla işbirliği yapanların aslında Amerika karşıtı olduklarına inanabilmek, en iyi ihtimalle saflıktır. Meseleleri hiç bilmeyen birisi Asiltürk'ün bu sözlerini okusa Arap Baharı’yla birlikte Tunus va Libya’da Müslüman yönetimlerin devrildiğini, Mısır’da ise “şuurlu Müslümanların” buna karşı direnmeye devam ettiğini zannedebilir. Halbuki aksine Tunus, Libya ve Mısır’da İslam düşmanı yönetimler Müslümanlar tarafından devrilmişlerdir ve Mısır’da bunların uzantıları Müslümanlara karşı direnmeye devam etmekte, kaybettikleri yönetimi bu “şuurlu Müslümanlardan” geri almaya çalışmaktadırlar. Üstelik Mısır’da Arap Baharı’yla iktidara gelen ve Asiltürk’ün “şuurlu Müslüman” olduğunu itiraf ettiği grup, Suriye’deki devrimi de desteklemektedir. Yani bugün şuurlu Müslümanların destekledikleri Suriye devrimine şuursuz Müslümanlar karşı çıkmaktadır. Oğuzhan bey, Suriye’deki muhalif gurubun içinde temiz Müslümanların yanı sıra farklı görüşte insanların da bulunduğunu ifade ettikten sonra “Amerika’nın muhaliflerin yönetiminde şuurlu Müslümanlara kesin olarak yetki verilmemesi için baskı yaptığı da biliniyor” diyor. Pekiyi madem ki muhalif gruplar içinde böyle bir güç mücadelesi yaşandığını biliyorsunuz, Milli Görüşçüler olarak oradaki “temiz” Müslümanlara bütün gücünüzle destek olmanız, diğerlerine karşı onların elini güçlendirmeye çalışmanız gerekmez miydi? Halbuki siz; “şuurlu Müslümanlar çatışan gurupların hiçbirinin yanında olamazlar” diyorsunuz. Oradaki mazlum ve mağdur Müslümanlara kafir Baas rejimine karşı kıyamlarında destek vermediğiniz gibi muhalif gruplar arasında ellerini güçlendirecek bir desteği de çok görüyorsunuz. Şimdi bu Milli Görüşçü bir tavır mıdır? Irak’a saldırmakta tereddüt göstermeyen ve işgal sonrasında yönetimi İran uzantısı işbirlikçilere devreden Amerika, sırf yönetim Müslümanların eline geçer korkusuyla Suriye’ye müdahaleden kaçınıyor. Çünkü Suriye’de muhalefetin büyük ölçüde Müslümanların elinde olduğunu, kendisiyle işbirliği potansiyeli taşıyan grupların ise daha küçük ve etkisiz olduğunu biliyor. Amerika Müslümanlardan korktuğu için Suriye’ye müdahale etmiyor ama bizim basiretsizler o Müslümanları Amerikancılıkla, Siyonizm’in güdümünde olmakla suçlayabiliyorlar. Amerika, İsrail ve bizzat Baas rejiminin kendisi defalarca bu yönetim devrilirse İslamcıların iş başına gelme tehlikesinin (!) büyük olduğunu ilan etmişlerdir. Örneğin Beşşar'ın teyzesinin oğlu, Baas rejiminin en etkili isimlerinden, ülkenin bir numaralı milyarder işadamı Rami Makluf Suriye Devlet Televizyonundaki bir programa katılarak; “bizdeki durum Mısır ve Libya'ya benzemez, Suriye coğrafi yapısıyla İsrail'in komşusu, rejim giderse yerine gelecek olanlar İslamcılar ve bu en çok İsrail'in başını ağrıtır”, “İslamcılar yönetime gelirse, ilk 5 yıl içinde Kudüs'ü ele geçirmek için harekete geçecekler yani İsrail'i hedef alacaklar”, “sadece İsrail değil batılı devletlerin tamamı için bir tehlike oluşturacaklar”, “Esat'ı devirdikten sonra silahlar İsrail'e yöneltilecek”, “İsrail için en iyisi ve en güvenlisi Suriye'de olası İslamcı yönetim değil mevcut rejimdir” demişti. Makluf daha önce, Suriye’deki isyanın yeni başladığı dönemlerde de “Suriye'de rejim çökerse, en büyük zararı İsrail görür, bizim güvenliğimiz, İsrail'in güvenliğidir” açıklamasını yapmıştı. Bu açıklamalar, İsrail Başbakan Yardımcısı Moşe Yaalon’un “Suriye'deki kimyasal silahlar şu an kontrol altında ama rejim devrilir de kimyasal silahlar teröristlerin eline geçerse, o zaman İsrail için tehdit oluşturur” sözleriyle de paralellik taşıyor. Netanyahu ise 24.03.2013 tarihli açıklamasında; “Benim Türkiye'den özür dilememin sebebi, Suriye'deki krizdir. Türkiye ile İsrail bölgesel meydan okumalar üzerine konuşabilmelidir”, “Suriye'deki krizin derinleşmesi, üç yıldır Türkiye ile İsrail arasındaki ayrılığa son verilmesinde en büyük etken olmuştur”, “Türk-İsrail ilişkilerinde üç yıldır sürmekte olan ayrılıktan sonra, bu ilişkileri onarmanın zamanının geldiğine karar verdim. Etrafımızdaki gelişmeler bizi bölge ülkeleriyle olan ilişkilerimizi yeniden ele almamızı gerektirmiştir. İsrail'in geçen üç yıl içinde Türkiye ile olan ilişkileri düzeltme girişimleri olmuştu. Suriye'de an be an yaşanan gelişmeler benim bu kararı almamda büyük etken olmuştur”, “Değişen gerçekler, bölgedeki ülkelerle ilişkilerimizi yeniden ele almamızı gerektirdi. Suriye krizinin sürekli kötüleşmesi en önemli kaygımız”, “En çok korktuğumuz da kimyasal silahların 'terör” gruplarının eline geçmesidir”, “Suriye ile sınıra sahip olan Türkiye ve İsrail'in iletişim halinde olması önemli” demiştir. Bunlara ilaveten Türkiye’deki komünist yayın organları bangır bangır orta doğuda laikliğin son kalesinin İslamcılar tarafından ele geçirilmeye çalışıldığını ilan ediyor. THKPC/ACİLCİLER isimli terör örgütünün Hatay’lı Nusayri lideri Mihraç Ural, kurduğu çeteyle Suriye’ye gidip Banyas’ta sivil Müslüman katliamı yapıyor. Görüldüğü gibi saflar gayet nettir. Herkes kimin yanında niçin yer aldığının bilincindedir. Kafir niçin kafirin yanında yer aldığını, Müslüman niçin Müslüman’ın yanında yer aldığını çok iyi bilmektedir. Bir tek bizim basiretsizler, küfür ve zulüm karşısında sessiz ve tarafsız kalmakla “hem de Milli Görüş adına” iftihar ediyorlar. Allah bunları ıslah eylesin. Oğuzhan Asiltürk ve diğerleri, Batı uşağı zalim diktatörlere karşı başlatılan bu kıyam hareketlerine en baştan beri karşı durmuş ve gölge düşürmeye çalışmışlardır. “Tunus başta olmak üzere bu ülkelerde istikrarın bozulduğundan” dem vurmuşlardır. Evet, önceden Tunus’ta, başörtüsünü sokaklarda bile yasaklayan bir küfür rejiminin istikrarı vardı. Bugün o istikrar (!) bozuldu ve Müslümanlar iktidara geldi. Milli Görüş, İslam’ın siyasal bilincini kamil manada temsil eden, Hakk’ı üstün tutan görüş iken; bırakın bir Milli Görüşçüyü, kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan herhangi bir Müslüman’ın bile bu gelişmelerden rahatsız olabilmesi mümkün değildir. Tunus’ta iktidara gelen Nahda hareketinin lideri Raşid el Gannuşi Erbakan Hocamızdan bahsederken; “Biz kendisinden çok şey öğrendik. Biz O’ndan razıyız, Allah’ta O’ndan razı olsun. O İslam dünyasının müceddidiydi. Türkiye’de ve İslam dünyasında yaşanan gelişmelerde Erbakan Hocamızın ektiği tohumların etkisi büyüktür. Biz Nahda Hareketi olarak kendisine çok şey borçluyuz” diyor ama kendilerini Milli Görüşçü zanneden bu taife, Zeynel Abidin firavununun devrilip yerine bu adamların gelmesinden dolayı (istikrar bozuldu diye) hayıflanabiliyor. Ne Tunus ne Mısır ne Libya ne de Yemen’de Asiltürk’ün iddia ettiği gibi bir bölünme söz konusudur. “Bakın biz haklı çıktık” diyebilmek için Libya’da bir bölünme olmasını sabırsızlıkla bekleyen bu taifeyi yalancı çıkaran rabbimize hamd-ü senelar olsun. Ancak onlar, yalancı çıktıklarını fark edip mahcup olma, yüz kızarıklığı yaşama faziletinden bile yoksun olduklarını göstermişlerdir. Libya’daki muhtemel bir bölünme; devrimi karalamaya çalışan bu zevatın değil, o devrimi dışarıdan destekleyen “şuurlu Müslümanların” arabuluculuğuyla engellenmiştir. (Olabilecek en kötü ihtimal gerçekleşip Libya ikiye bölünseydi bile bu durum, devrimi karalamaya yetmezdi. Zira tek parça olup Kaddafi zulmü altında inlemektense, iki parça olup insanca/Müslümanca yaşamak Libya vatandaşları için daha hayırlıdır). Bütün bu gerçekler bir yana: Velev ki yukarıda saydıklarımızın hiç birisi gerçek olmasaydı, Arap Baharını isteyen ve çıkaran güç (Asiltürk ve diğerlerinin iddia ettiği gibi) Amerika olsaydı bile bugün bize düşen görev, imtihanın en ağırıyla karşı karşıya kalan Müslüman kardeşlerimizin yanında yer almak olurdu. O Müslümanlar, yaptıkları stratejik bir hata sonucunda, oyuna gelerek bu duruma düşmüş olsaydılar dahi biz “ne halleri varsa görsünler” diyemez, onları bugün maruz kaldıkları zulüm ve katliamdan kurtarmak ve firavuna karşı onlara yardım etmekle mükellef olurduk. Oğuzhan Asiltürk’ün Dini (!) Delilleri: Sayın Asiltürk; “İslam’a göre idare zalim de olsa idareye karşı silahlı eylem yapılamaz. Tebliğ görevi yerine getirilir. Kur’anın ifadesiyle araları düzeltilir. İdare zulmüne devam etse bile silaha sarılmak yasaktır. Ya hicret edilir veya hadisin ifadesiyle fitneden uzaklaşılarak Allah’a iltica edilip kurtuluş beklenir. Silahlı mücadele yapma görevini Allah diğer Müslüman topluluklara vermiştir” diyor. Suriye’deki o Müslümanlar, yönetimi darbe yoluyla ele geçirmiş olan kafir Baas diktatörlüğünün zulmüne tam 50 senedir katlanıyorlar Oğuzhan bey! İnsanların birbirleriyle havadan sudan konuşmaya bile korktuğu, herhangi bir sebeple alınıp götürülen bir insandan bir daha haber alınamadığı, can, mal, namus güvenliğinin olmadığı bir ülkeden bahsediyoruz. Burada yaşayan 22 milyon insan nereye hicret etsin? Kurulduğunuz rahat koltuktan böyle nutuk atacağınıza o insanlara “hicret edecek, fitneden uzaklaşarak Allah’a iltica edip kurtuluşu bekleyecek” bir yer gösterseydiniz ya! Madem ki “silahlı mücadele yapma görevini Allah diğer Müslüman topluluklara vermiştir”, gidip o Müslümanları kurtararak görevinizi yerine getirseydiniz ya! Madem ki bunları yapamıyorsunuz, bari bu bitmeyen ve kendiliğinden bitecekmiş gibi de görünmeyen karanlıktan kurtulmak için kıyam eden o Müslümanları suçlamayın! İslam’a göre hüküm verme iddiasında bulunan Asiltürk’ten, zalime kıyamın yasak olduğuna dair iddiaları için ayet ve hadislerden delil getirmesini beklerdik. Laf arasında atıf yaptığı Hucurat Suresi 9. ayeti kerimede geçen “aralarını düzeltme” ifadesi ise karşı karşıya gelen iki Müslüman topluluğa ilişkindir. Ayeti kerimede mealen “Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah'ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, âdaletli davrananları sever” buyrulmaktadır. Asiltürk gibilerinin anlamamakta ısrar ettikleri nokta; Suriye’deki Baas rejiminin İslam’a ve Müslümanlara açıkça savaş ilan eden bir rejim olduğudur. Baas askerlerinin yakaladıkları Müslümanları “lailaheillaesed” demeye zorlamaları, onları Esed’in resimlerine secde ettirmeye çalışmaları, yine bu Müslümanları işkenceyle şehit ederken bir yandan da Allah’a, peygambere, Kur-an’a hakaret etmeleri, bütün bu zulümleri kameraya çekip dünyaya ilan etmeleri Suriye’de bir kardeş kavgası olmadığının en açık ispatıdır. Zulmün sembolü olan İsrail bile İslam’a bu kadar alenen hakarete cesaret edememiştir. Bir küfür ve zulüm ordusunun içine zorla ya da dünyevi menfaat kaygısıyla sokulan Müslümanlar (!) olabilir. Aynı şekilde küfre ve zulme karşı savaşanların içine de Münafıklar ya da menfaatçiler sızmış olabilir. Bunlar asrı sadet döneminden başlayarak İslam tarihinde örnekleri çokça yaşanmış hadiselerdir ve zulme karşı verilen savaşın meşruiyetine asla gölge düşüremezler. Bütün bu gerçekleri görmezden gelerek Suriye’de savaşan iki tarafın da (Asiltürk’ün iddia ettiği gibi) Müslüman olduğunu varsaysak bile, şu an Asiltürk’ün sergilediği tavır bu ayeti kerimeye açıkça aykırı düşmektedir. İnsanları toptan katleden, kadınlara tecavüz eden, çatışma alanının dışındaki camileri bile namaz vaktinde uçaklarla bombalayan Baas ordusunun “haddi aştığı” açık değil midir? Bugün kendisine hala Mili Görüşçü diyebilen bu insanlar niçin ayette emredildiği üzere haddi aşan tarafa karşı savaşmamakta, aksine savaşanları suçlamayı marifet bilmektedirler? Yüce rabbimiz Nisa Suresi 75.ayet-i Kerimede “size ne oluyor da, Allah yolunda ve, ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” buyuruyor. Ayrıca efendimiz de bir hadis-i şerifinde “Her kim, bir mümin yanında zelil edildiği halde ona yardımcı olmazsa, Allah da onu kıyamet gününde yaratıkların huzurunda zelil eder.” (Müsned, İmanı Ahmed, o. III, sh, 487;) buyurmaktadır. Hanbeli mezhebine göre de, bir Müslümanın, saldırıya uğrayan başka bir Müslümana yardımcı olma hak ve yetkisi vardır. (İbn Kudame, c. VIII, slı. 328-332) Oğuzhan bey ise yukarıda zikredilen ayet ve hadis-i şeriflerin gereğini yerine getirmekten kaçındığı gibi bir de emre icabet ederek oraya gidip savaşan Mücahitleri suçluyor. Halbuki; “Suriye dışında eğitilmiş silahlı guruplar Amerikan Merkezî Haberalma Teşkilatı ve İsrâil’in MOSSAD’ı kanalıyla Suriye’ye girmeye başladı” diyerek karalamaya çalıştığı o insanlar; Afganistan’da, Irak’ta ve Gazze’de Amerika ve İsrail’e karşı cihat eden mücahitlerdir. Asiltürk; “Resûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü’min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur. Mümin olarak akşama erer sabaha kâfir çıkar. O fitnede oturan ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Âdem’in iki oğlundan hayırlısı olun (ölen olun öldüren değil)” (Ebu Davud, Fiten 2, Tirmizi Fiten) hadisini delil göstererek İslam’ın zulme boyun eğmeyi emreden bir din olduğunu anlatmaya çalışıyor.Halbuki rabbimiz: “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın” (Bakara 190) buyurmaktadır. “Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeğe gücü yeter” (Hac 39) buyurmaktadır. “Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler (saygı gösterilmesi gereken şeyler) kısas kuralına tabidir. O halde kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın. Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir” (Bakara 194) buyurmaktadır. “İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır” (Nisa 76) buyurmaktadır. Aynı şekilde Hadisi şeriflerde de; “Kim bize silah çekerse o bizden değildir” (Tirmizi, Kit. Hudud, bab: 26, hn. 1459; İbn Mâce, Kit. Hudud, bab: 19, hn. 2575, 2576, 2577; Nesei Kit. Tahrim, bab: 26.) “Kim silah çeker, onunla insanlara vurmaya girişirse onun kanı helaldir” (Nesei, Kit. Tahrim, bab: 26) “Kim silahını yukarı kaldırıp insanlara vurmaya başlarsa onun kanı hederdir” (Nesei, Kit. Tahrim, bab: 26) “Müslümanlardan her kim dini müdafaa yolunda öldürülürse şehiddir” (Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 29, hn. 4772; Nesei, Kit. Tahrim, bab: 24, hn. 4049; Tirmizi, Kit. Diyat, bab: 22, hn. 1421) “Müslümanlardan her kim, malını muhafaza uğrunda öldürülürse, şehiddir. Her kim dinini müdafaa yolunda öldürülürse, şehiddir. Her kim namusunu müdafaa için öldürülürse, şehiddir.” (Ebû Dâvûd, Kil. Sünnet, bab: 29, hn. 4772 Nesei, Kıl. Tahrim, bab: 24, iın. 4049; Tirmizi, Kil. Diyat, bab: 22, hn. 1421) “Her kim ehlini ve namusunu korumak için öldürülürse şehiddir...” (Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 29, hn. 4772, Nesei, Kit. Tahrim, bab: 24, hn. 4049) “Kimin malına saldırılır ve kendisiyle savaşılır da o da saldırana karşı savaşır ölürse şehiddir” (îbnMâce, Kit. Hudud, bab: 21, hn. 2851) buyrulmaktadır. Ebu Hureyre (ra) diyor ki; "Bir adam Resulullah'a geldi ve ona; “Ey Allah'ın Rasulü! Eğer bir kişi gelir de malımı almak isterse ne yapayım” dedi. Resulullah “Malını ona verme” dedi. Adam: “Ya benimle savaşırsa ne yapayım?” dedi. Resulullah: “Sen de onunla savaş” dedi. Adam: “Beni öldürür ise?” dedi. Resulullah: “Sen şehid olursun” dedi. Adam: “Ben onu öldürürsem” dedi. Resulullah: “O cehennem ateşindedir” buyurdu” (Müslim, Kit. İman, bab: 225, hn. 140) Oğuzhan beyin zikrettiği o hadisi şerifi bu çok sayıdaki açık ve net ayeti kerime, hadisi şeriflerle birlikte okuduğumuz zaman şunu anlarız: Bir Müslüman için zalim olmaktansa mazlum olmak, haksız yere katil olmaktansa maktul olmak elbette ki daha hayırlıdır. Ancak İslam her Müslüman’a; dinini, namusunu, canını ve malını savunma hak ve yetkisini de vermiştir. Bunlara bir saldırı olduğunda, Müslüman’a savaş açıldığında o da saldırgana karşı kendisini müdafaa eder, etmelidir. Bu uğurda ölürse şehit olur, öldürürse karşısındakini cehenneme postalar. Diğer Müslümanlar da saldırıya uğrayan bu Müslüman’a yardım etmekle mükelleftirler. Hangi bahaneyle olursa olsun zalimin yanında yer alma ya da tarafsız kalma gibi bir lüksleri yoktur. Sonuç olarak: Oğuzhan bey ve onun gibilerinin sözüne bakarak yanlışa düşen, vebale girenler bilmelidirler ki; Suriye’de 48 yıl boyunca zulüm altında inleyen o Müslüman halk, firavun rejimine karşı keyfinden silahlı direnişe geçmemiştir. Diğer Arap ülkelerindeki firavunlara karşı başarıya ulaşan kıyam hareketlerinden cesaret alarak onlar da sadece bazı reformlar istemiş, biraz daha insanca koşullar altında yaşama talepleriyle gösterilere başlamışlardır. Cami çıkışlarında gösteri yapan bu Müslümanların üzerine aylarca ateş açılmış, ateş açmayı reddeden askerler dahi hemen oracıkta diğer askerler tarafından kurşuna dizilmiştir. Yüz binlerce Müslüman tutuklanıp hapishanelere doldurulmuş, o Müslümanlara işkence, kadınlarına-kızlarına tecavüz edilmiştir. Sonunda bu zulme isyan eden Müslüman askerler silahlarıyla birlikte kaçıp karşı tarafa geçmeye başlamışlar ve böylece direniş silahlı bir boyuta kavuşmuştur. Diğer ülkelerdeki mücahitlerin de gelmesiyle direniş güçlenmiş, İslam beldesi Suriye bu kafirlerin 50 yıllık işgalinden adım adım kurtarılmaya başlamıştır. Elbette ki savaş; Rusya, İran, Çin gibi ülkelerden dış destek alan, hele de böylesine kalleşçe saldıran bir düşmana karşı kolay yürümemektedir. Müslüman halk, çoluk çocuk ayrımı yapılmaksızın bu zalimler tarafından katledilmektedir. Din kardeşlerimiz, Bosna Hersek’te olduğu kadar kafir ve zalim bir düşman karşısında ve en az orada olduğu kadar zor şartlar altında mücadele etmektedirler. Bu işler, bilip bilmeden ahkam kesebileceğiniz, oturduğunuz yerden hüküm verebileceğiniz işler değildir. Yanlış yerde durduğunuz takdirde sizin için ağır vebali olan işlerdir. Yeryüzünde Hakk’ı hakim kılma mücadelesi, bir futbol takımı tutma meselesi gibi değildir. Milli Görüş davası, bilinçsizce oynanacak bir anti-siyonizm oyunu zannedilmemelidir. Efendimiz (sellallahu aleyhi vesellem); “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onu düzeltmeye çalışsın; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğz etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir” (Müslim, İman, 78; Tirmizi, Fiten, 11; Nesai, İman, 17; İbn-i Mâce, Fiten, 20) buyuruyor. Yine başka bir hadis-i şerifinde “Ya iyiliği emreder ve kötülükten alıkoymaya çalışırsınız veya Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir de dua edersiniz ama duanız kabul edilmez” (Ebu Davud, Melâhim, 16; Tirmizi, Fiten, 9) uyarısında bulunuyor. Bugün Milli Görüş camiasının bir kısmı Suriye’deki zulme yani kötülüğe bırakın eliyle ya da diliyle karşı çıkmayı, kalbiyle dahi buğz edemeyecek hale gelmiştir. Eskiden benzeri durumlarda eliyle yardım gönderen, diliyle yüz binlik mitinglerde haykıran bu kitle şimdi Suriye’de zulme maruz kalıp savaşan Müslümanlar için bir duayı bile çok görmektedir. Meseleye İsrail ile Suriye savaşıyormuş gibi bakmakta, bunun için de oradaki Müslümanlar için en küçük bir endişe duymamaktadır. Bugün Baas küfür güçleri Müslümanları bastırsa ve artık kendilerine itiraz edecek bir güç de kalmadığı için ülke çapında eşi görülmemiş bir katliam ve tecavüz hareketine girişse, kendilerini Milli Görüşçü zanneden bu insanlar, “İsrail tehlikesi bertaraf edildi” diye rahat bir nefes alacak durumdadırlar. Yanı başımızda oluk gibi Müslüman kanı akarken, bu zulmü sessizce izler hale gelen herkes büyük vebal altındadır. Onları bu hale sokarak Milli Görüş’ten uzaklaştırmanın, üstelik de bunu sözde Milli Görüş adına yapmanın vebali Allah katında çok daha büyük olacaktır. http://www.takvimhaber.com/kose-yazari/sinan-aksuhan/1180-arap-baharinasuriyeye-bakis-vemilli-olmayan-gorus.html