سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم َ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم.ل حْ نم ِِ ِم ِ ِ حْ نم ِْا Sayi 1/Yil 1 YIL 2/ SAYI 21 ZILKAIDE 1434/ EYLÜL 2013 ب ِ ْس ِم Hediyemiz olsun! Hakim'in, Müstedrek'inde, Muaz b.Cebel(r.a)den Resulullah(sav) şöyle buyurmuştur; "Beyt-i Makdis'in imarı , Yesrib'in harabının habercisidir. Yesrib'in harabı, Melhamenin (büyük kahramanlık savaşının) habercisidir. Melhamenin çıkışı, Kostantiniyye'nin fethinin habercisidir. Konstaniyye'nin fethi, Deccal'ın çıkışının habercisidir." kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk k Aylık; Islami, Siyasi ve Ilmi Dergimiz... ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Fihrist Dersler Konular Yazarlar Sayfa — — 2 Akiller Editör 3 Tefsir Dersleri Asr Suresi (1-3) Ebu Abdurrahman 4 Tefsir Dersleri (devam) Asr Suresi (1-3) Ebu Abdurrahman 5 Gençlerle Başbaşa Islamiyette Hacc! M. Metin Müftüoğlu 6 Suffa Mektebi Temel Meseleler(7) Ibni Abdulhalim 7 Mezhebler(4) Ebu Ensar 8 Mekteb-i Ibrahim(3) Cemaleddin Hocaoğlu 9 Said Havva 10 Peygamberimizin Hayatı; Uzlaşma Politikası (2) B. Çobanoğlu 11 Kadın-Erkek eşitliği Misafir Kalemler 12 Kur´anda Gençler ve Gençlik değerleri(7); Ashab-ı Kehf Ibni Abdulhalim 13 Müslüman Çocuğun edebi Anonim 14 Türkçe Olimpiyatlarında karanlık noktalar... El Kaide'nin Kürtlerle savaştığı doğru mu?... Suriye Ordusu Rakka’da El Kaide Komutanlarından Ebu Mücahidle Birlikte 34 Teröristi Öldürdü…. — 15 Fihrist Gündem/Yorum Fetva Köşesi Beyyineler Şahadet kelimesi ile Çelişen tutumlar –(1) Islam/Ibadet Siyer/Davet Hanımlar Köşesi Sohbetler/Düşünceler Yarının Büyükleri Basından Seçmeler Muhacirun Dergisi: www.muhacirun.net Yazışma Adresimiz: info@muhacirun.net Sayfa 2 MUHACIRUN DERGISI– Doğrular Islamın doğrulardır, hatalar/yanlışlar bizim yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan (Islama göre varsa) Hatalarımızın düzeltilmesini istirham ediyoruz. YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gündem/Yorum Âkiller Günümüz dünyasında kana susamış(Insan hakları ve Adalet Savasçıları???) caniler Resmimi gayri resmimi öldürdüklerini, gaz bombasıyla mı normal bombayla mı öldürdüklerini tartışıyorlar. Dehşet verici görüntüler her gün evlerimizi karartıyor. Dur diyen yok... Korku filmlerinde bile işlenmeyen vahşet sahneleri günlük hayatın birer parçası olmuş, insanlar bir yandan televizyondaki zulüm haberlerini, masumların katledilmelerini izleyip, bir yandan da yemek yiyebilir duruma gelmişlerdir.Yeryüzünün dört bir yanı kaynamakta, savaşların biri bitmeden diğeri başlamaktadır. Muhtevası acıdan başka bir şey olmayan bu hüzün tablosu, vicdan sahibi her insanın yüreğini sızlatmakta ve adeta isyana davetiye çıkarmaktadır. Peki kime olacak bu isyan? Elbette ki dünyayı ve içinde yaşayan mahlukatı en güzel şekilde yaratan, terbiye edip gözeten, kanunları ile bir hayat nizamı belirleyen yüce Allah(CC)’a değil. Bu isyan ancak aklını ilahlaştıran dünya müstekbirlerine, dinini satan bel’amlara, tağutlara, susan Alimlere ve menfaatcı (kendilerine müslüman diyen) münafıklara ve Şeriatın dışındaki tüm batıl sistemlere olacaktır. Nedir aklın ilahlaştırılması? Önce "akıl ve ilah nedir?" Akıl Arapça'da "hayvanı bağlamak ve tutmak" gibi mânâlara gelir. İnsanı zararlı fiillerden alıkoymak ve imsak mânâsına gelen akıl, ıstılâhi olarak "Bilmek, anlamak, şuurlu olmak" gibi mânâlar ifade eder. Çoğulu "ukûl"dür. İlah iseKendisine ibadet edilen, her şeyden çok sevilen, tazim ve tesbih edilen mutlak varlık anlamına gelir. Allah(CC) Adem(as)’i yarattı ve meleklerin O’na secde etmelerini emretti. Bütün melekler secde ettiler. Yalnız iblis diretti. Çünkü O aklını ilahlaştıranların ilkiydi. Evet, akıl yürütmüş ve kendisinin Adem(as)’dan daha üstün olduğu kanısına varmıştı. Ve buna o kadar inanmıştı ki sonsuza dek lanetlenme pahasına da olsa Allah’ın buyruğuna karşı gelmişti. Bizleri, verdiği vesveselerle doğru yoldan ayırmaya çalışan şeytan, kendi aklının vesvesesine yenik düşmüştü.Mutlak ve bir tek ilah olan Allah(CC)ı bırakıp, aciz ve sınırlı olan aklının yolunu tutmuştu. Burada bir soru gelebilir aklımıza. Akıl yürütmek yanlış mıdır? İnsanların akıllarını kullanarak doğruyu bulma çabası içerisine girmeleri kötü bir şey midir? Kur’an-ı kerimin bir çok ayeti; aklı kullanmayı, düşünmeyi teşvik etmiş ve bu ayetler üzerinde uzun uzun düşünülmesini istemiştir. Doğrular elbette aklın yardımı ile bulunacaktır. Burada irdelenmesi gereken husus aklın nasıl kullanılması gerektiğidir. Aklı olmayan bir insanın dini, dolayısıyla imanı yoktur. İmanı olmayan akıl sahibi ise heva ve heveslerinin güdümünde hareket etmeye mahkumdur. İmanı olmayan insan, aklının verilerini arzularının potasında eritecek ve çoğu kez bir sapıklık içerisine düşecektir. İman sahibi insan ise aklın verilerini İslam potasında eritecek ve ilahi adaletin Sayfa 3 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Editör koruması altında, gönül rahatlığıyla sonuca razı olacaktır. Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âsi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.(Ahzab, 36) Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdikleri zaman, bu hükme razı gelmek ve bu hükme mukabil hüküm koymamak iman ehli üzerine bir farzdır. Bu gerçeği gereği gibi idrak eden akıl sahiplerinin yanlış yapması ihtimal dahilinde değildir. Bu gerçeği görmezlikten gelen akıl sahipleri ise yanlışlar bataklığında çırpınacak, çırpındıkça daha da dibe batacaktır. Bugün istisnasız bütün beşeri hayat nizamları, aklın ilahlaştırılması sonucu vücut bulmuş, heva, heves ve arzularla harmanlanan fikirler bu sistemlerin vazgeçilmez kanunları olmuştur. Her türlü sapıklık, iğrençlik, yanlışlık demokrasi çatısı altında meşru kılınmış. İçki, kumar, fuhuş, faiz ve daha bir çok haram helal sayılmış. Hayvani zevkler ve madde nihai hedef halini almıştır. Allah(CC)’tan daha merhametli ve hakkı O’ndan daha adaletli taksim edeceklerini düşünen dumura uğramış demokrat beyinler, insan hakları safsatası adına Allah(CC)’ın iğrenç bir yol dediği ve kavimlerin helakına yol açan Zinayı, faizi ve eşcinselliği teşvik edercesine serbest bırakmışlardır. Kaynağı aklın kendisi olan bu hayat nizamları; insanlığı her geçen gün aleve yaklaştırmaktadır. Unutulmamalıdır ki aklın ilahlaştırılmasının birer ürünü olan batıl dinler (ideolojiler) ardında koşan insanlar, Kur’anın şu ikazıyla karşı karşıyadırlar:Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul edilmeyecek ve o Ahirette de zarar edenlerden olacaktır.(Ali Imran, 85) İslam dışında hayat nizamı arayanlar, hürriyet ve özgürlük adına bir takım ideolojilerin esiri olarak bu ideolojilerin kurucularına kulluk yapmaktadırlar. Bu zelil durumdan kurtulmanın tek yolu Allah’a boyun eğmektir. Şehid Seyyid Kutub(r.ah.) şöyle diyor:“Bir toplumda en yüce hakimiyyet, sadece Allah’a ait olursa ve bu hakimiyyet ilahi şeriatın üstünlüğü esasına dayanırsa, işte bu tarz toplum, biricik bir model olur. İçerisindeki insanın gerçek ve kamil manada hürriyete kavuştuğu, kula kulluktan kurtulduğu biricik model… Bir kısım insanların kanun koyduğu, Tanrılaştırıldığı; bir kısım insanların da bu kanunlara uyduğu, itaat ettiği; kul ve köle olduğu bir toplumda, gerçek manada insan hürriyetinin, insan onurunun varlığından söz edilemez.” Gerçekten onurlu bir hayat isteniyorsa Allah(CC)’a teslim olunmalı ve Iman/Vahy aklın önüne alınmalıdır. Sonuç olarak söylenmesi gereken şudur ki; aklın verileri amaç değil araç olmalıdır. Aklın amacı yalnız ve yalnız batılın yok olması ve hakkın ispatıdır. Tuttuğu yol ise Hakka davet yolu olmalıdır. Allah bizleri bu yolda yürüyen ve bu yolda can verenlerden eylesin. Amin!!! YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z TEFSIR DERSLERI A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Ebu Abdurrahman yoludur." Asra Andolsun ki İnsan Ziyandadır (Âyet 1-2) ) اِ َِّ الَّ ِيَ َ اَ َو ا2( ار ْ اَنَ لَخِس ْ " َوا ْل َعAndolsun asra ki..." Nesefî şöyle der: "Faziletinden َ اِ ْس ِ ْ َّ) اِن1( ص ِر dolayı Allah ikindi namazına yemin etmiştir. Ayrıca, )3( ص ْ ِر اا ْ ا ََِ ْل َا و َّ اا ْ ا ََِل َّ َو َع ِمل ا الinsanların gündüzün sonuna doğru ticaret ve kazanç َ َ ََ َوا َ َ َصَلِ َاَ ِ َوا teminine dalmaları sebebiyle ikindi namazının 103) el-ASR SÛRESİ edasındaki zorluk daha çoktur. Mushaftaki Sıralamaya Göre 103. Sûredir. Yahut Allah Teâlâ, kuşluk vaktine yemin ettiği gibi Mufassal Sûreler Kısmının On Beşinci Grubundaki ilk birtakım kudret delillerini ihtiva etmesinden dolayı Sûredir. Üç âyettir. Mekke'de nazil olmuştur. ikindi vaktine de yemin etmiştir. Veyahut geçişi sırasında çeşit çeşit ilginç olaylar 1. Andolsun asra ki, bulunması açısından zamana yemin etmiştir." İbn 2. Hiç şüphesiz insan ziyandadır. Kesîr'in tercih ettiği görüş sonuncusudur. O asrı, 3. Ancak iman edip salih amel işleyen kimseler, bir de Ademoğlunun hayır ve şer bütün davranışlarının içinde birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka. meydana geldiği zaman olarak tefsir etmiştir. Bununla Allah Teâlâ insanın şüphesiz ziyanda olduğuna yemin SÛREYE GİRİŞ etmiştir: "Hiç şüphesiz insan ziyandadır." Nesefî der Âlûsî, el-Asr sûresi hakkında şöyle der: "Bu sûre kısa ki: "İnsan nev'i âhiretle ilgili ticaretinden dolayı olmasına rağmen pekçok bilgileri ihtiva eder. İmam ziyandadır." İbn Kesîr de: "Zarar ve helaktedir" der. Şafiî'den rivayet edildiğine göre o demiştir ki: "Bundan başka hiçbir sûre nazil olmasaydı bu sûre insanlara Birbirine Hakkı ve Sabrı Tavsiye Edenler Hariç yeterdi. Çünkü o Kur'ân'ın bütün bilgilerini içine (Âyet 3) almıştır." Taberânî Evsat'da, Beyhakî Şu'ab'da, Ebû "Ancak (kalpleriyle) iman edip (diğer organları ile) Huzeyfe'den -ki o sahâbîdir- şöyle dediğini rivayet salih amel işleyen kimseler, bir de birbirine hakkı etmişlerdir: "Rasûlullah (s.a.v)'in ashabından iki kişi tavsiye edenler.." Hak; inkârı caiz olmayan sabit karşılaştıklarında biri diğerine el-Asr sûresini gerçektir. O da, Allah'ın birliğine inanmak, O'na itaat okumadan, sonra da biri diğerine selâm vermeden etmek, kitaplarına ve peygamberlerine uymak gibi ayrılmazlardı." Bu sûrede çokluk yarışının oyalamadığı tümü hayır olan şeylerdir." kimsenin haline de işaret vardır. Bu sebeple el Asr İbn Kesîr "hakkı" ibadetleri yerine getirmek ve haram sûresi et-Tekâsür Sûresi'nden sonraya konmuştur." olan şeyleri terketmek diye tefsir etmiştir. Ben derim ki: Allah Teâlâ: "Sana Rabbinden indirilen haktır" (erSeyyid Kutub da şöyle der: "Üç âyetli bu kısa sûrede, Ra'd, 13/1) buyurur. Buna göre hak, Kur'ân ve İslâm'ın beşer hayatı için istediği şekilde mükemmel sünnettir. Felaha erecek olan başarılı insanlar bir program canlandırılıyor. İmanî düşüncenin birbirlerine, anlama ve amel etme yönünden Kitap ve işaretlerini en açık ve en ince şekilde, büyük ve Sünneti tavsiye ederler, "...birbirine sabrı tavsiye kapsamlı hakikatiyle gözler önüne sermektedir. Bu edenler başka." sûre kısa bir kaç kelime içinde İslâm'ın ana ilkesini Nesefî şöyle der: "Günahlardan kaçınma, taat ve bütünüyle ortaya koymakta, müslüman ümmetin iç ibadetleri yerine getirme külfeti ile Allah'ın kullarını yapısını ve vazifesini tek bir âyette -ki bu sûrenin denemek için verdiği musibetlere ve ilâhî takdirlere, üçüncü âyetidir- nitelendirmektedir. İşte bu, ancak kendilerine iyilikleri emredip kötülüklerden Allah'ın güç yetirebileceği bir i'cazdır. vazgeçirmeye çalışanların verdikleri eziyetlere Bu sûrenin tümüyle açıkladığı büyük gerçek şudur: sabredenler." Bütün asırlar boyunca uzanan zaman ve sürüp giden İşte böylece el-Asr sûresi, kurtuluş yolunun dört şeyle insan nesli karşısında kârlı ve başarıyla ulaştıran tek sınırım çizmiştir. Günümüzde Müslümanlardan pek bir nizam ve tek bir yol vardır. O da, bu sûrenin çoğu son iki hususu ihmal etmekte, ilk iki hususta ise hudutlarını çizdiği nizam ve işaretlerini belirlediği gevşek davranmaktadırlar. yoldur. Bunun ötesindeki her şey kayıp ve zarardır. "Andolsun asra ki, hiç şüphesiz insan ziyandadır. 1- İbn Kesir, el-Asr Sûresi'nin tefsîrine şu sözlerle Ancak iman edip salih amel işleyen kimseler, bir de başlar:"Anlattıklarına göre Amr b. el-Âs, yalancı birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka." Bu yol; Müseyleme'ye elçi olarak gitmişti. Bu olay Rasûlullah iman, salih amel, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye (s.a.v)'in peygamber olarak gönderilişinden sonra ve Sayfa 4 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Amr'ın İslam'a girmesinden önce idi. Müseyleme ona şöyle dedi: Bu müddet içinde arkadaşınıza ne indirildi? Amr: Andolsun ki ona kısa ve beliğ bir sûre indirilmiştir, dedi. Müseyleme: Nedir o? diye sordu. Amr da şöyle okudu: "Andolsun asra ki hiç şüphesiz insan ziyandadır. Ancak iman edip salih amel işleyen kimseler, bir de birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka." Müseyleme kısa bir süre düşünüp sonra: Onun bir benzeri de bana indirildi, deyince Amr ona: Nedir o? diye sordu. Bunun üzerine o: "( ر ر )ياوبر ياوبر أنا نأن نرأاس وحفر و رEy ada tavşanı! Ey Ada tavşanı! Sen iki kulak ve bir göğüsten ibaretsin. Senin korunman bir deliğe girmek ve kaçmaktır." dedi. Sonra: Ey Amr! Nasıl buldun? diye sordu. Amr ona dedi ki: Allah'a andolsun ki, sen kesinlikle, benim senin yalan söylediğini bildiğimi biliyorsun. Ben Ebû Bekr el-Harâitî'nin Müsâvi'l-Ahlâk adıyla bilinen kitabının ikinci cüzünde bu veya buna benzer bir rivayet gördüm. ( ) الوبرkediye benzeyen bir hayvancıktır. Onun en büyük organı kulakları ve göğsüdür. Kalan kısımları küçüktür. Müseyleme bu saçma sapan sözleriyle Kur'ân'ın karşısına bir şeyler çıkarmak istemiş fakat söyledikleri o zamanın putperestlerince bile kabul görmemiştir. Teberânî'nin Hammâd b. Seleme'den, onun Sâbit'ten rivayet ettiğine göre Ubeydullah b. Hısn şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v)'in ashabından iki kişi birbiriyle karşılaşınca, biri diğerine sonuna kadar el-Asr sûresini okumadan sonra da selâm vermeden ayrılmazlardı." İmam Şafiî (r.a) der ki: "İnsanlar bu sûre üzerinde düşünselerdi bu kendilerine yeterli olurdu." eder. Böylece müslüman cemaat birbirine en büyük emaneti taşımaya yardım edecek şeyleri tavsiye eder. Birbirine sabrı tavsiye sözü esnasında, manası, tabiatı, hakikati ile birbiriyle kaynaşmış, birbiriyle dayanışma içinde olan ümmetin yahut cemaatin tablosu ortaya çıkar. Hayırlı, şuurlu yeryüzünde hak, adalet ve hayır üzere sebat eden ümmet... Bunlar seçkin ümmet için en yüksek ve en parlak şekildir. İslâm ümmetinin böyle olmasını istiyor. İslâm ümmetinin, hayırlı, güçlü, şuurlu hak ve hayrı koruyan, Kur'an'daki ( ) ل واحى kelimesinden kaynaklanan sevgi, yardımlaşma ve kardeşlik duyguları içinde birbirine hakkı ve sabrı tavsiye eden bir ümmet olmasını istiyor. Hakkı tavsiye bir zorunluluktur. Çünkü hakkı yerine getirmek zordur. Hakka engel olan şeyler ise pek çoktur. Nefsin arzuları, menfaat düşüncesi, çevrenin tasavvurları, azgınların azgınlığı, zalimlerin zulmü... Birbirine tavsiyede bulunmak, hatırlatmak, cesaretlendirmek hedef ve gayeye yakınlığını hissettirmektir. Emaneti koruma ve sorumluluğu taşımadaki kardeşlik, kişisel bütün görüşleri güçlendiricidir. Çünkü birlikte etkilenip güçlenirler. Hakkı koruyan herkesin, kendisine tavsiye eden, kendisini cesaretlendirip seven ve yalnız bırakmayan başka kimselerin de bulunduğunu hissetmesi ile güçlenirler. Bu din -ki o haktır- ancak birbiriyle yardımlaşan, birbiriyle tavsiyeleşen, birbiriyle dayanışma içinde olan, birbiriyle kaynaşan ve birbirini destekleyen bir toplumun koruması ile ayakta durabilir. Sabrı tavsiye de bir zorunluluktur. Çünkü iman ve salih amele devam edebilmek, adalet ve hakkı korumak toplum ve ferdin karşısındaki en güç işlerden biridir. Bunun için sabır gereklidir. Nefisle ve başkasıyla cihad için sabır Hakkı ve Sabrı Tavsiye (Âyet 3) lâzımdır. Eziyet ve sıkıntıya sabır, bâtılın şımarıklığı 2- Seyyid Kutub da şöyle der:"Birbirine hakkı ve sabrı ve şerrin yayılmasına karşı sabır, yolun uzunluğuna, tavsiye ederken, kendine has bir yapıya, seçkin bağlara vasıtaların yavaşlığına, işaretlerin sönüklüğüne, ve tek bir bakış açısına sahip müslüman ümmetin sonucun uzaklığına karşı sabır. yahut müslüman cemaatin tablosu ortaya çıkmaktadır. Bu cemaat, görevinin farkında olduğu gibi varlığının Sabrı tavsiye; verdiği hedef birliği, istikamet birliği ve da farkındadır. Kendisine sunulan iman ve amel-i toplu dayanışma duygusuyla ve toplumu sevgi, azim şalinin mahiyetini bilir. ve sebatla donatarak gücü artırır. Ayrıca sabrı tavsiye, gerçek İslâm'ın ancak havasında yaşayıp içinde Birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etme, içinde insanlığı şekilleneceği bir toplum ruhu da verir. Yoksa sonuç iman ve ameli salih yolunda yönlendirmeyi de ihtiva ziyan ve kayıptır." Sayfa 5 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gençlerle Başbaşa HACC ve KURBAN BAYRAMI HACC: İslam'ın şiarlarından olup ve ömürde bir defa sadece müslümanlara farz olan bir ibadettir, hem de siyasettir. Farz oluşu ise Kitap, Sünnet ve ıcma ile sabittir. Haccın bir takım belli yerleri, belli zamanları ve belli şekilleri vardır. Mesela belli yerleri vardır; Kâbe, Arafat ve Müzdelife gibi yerlerdir. Belli şekilleri vardır; Arafat'ta vakfe, Kâbe'yi tavaf, Safa ile Merve arasında say gibi hareketler yapmak demektir. Belli zamanları vardır; Arafat'ta vakfe için, Arefe günü öğleden sonra başlayan, bayram gününün sabahına kadar devam eden zamandan herhangi bir kısmıdır. Tavafa ait zaman ise, bayram gününün sabahından başlayan, ömrünün sonuna kadar devam eden zamandan yine herhangi bir kısımdır. Bir de hacc ayları vardır. Ayeti kerime'de geçtiği gibi: ''Hacc mâlum aylardır!'' (Bakara, 197) Mâlum olan aylardan maksat şevval, Zilkaide ayları ve Zilhicce'nin ilk on günüdür. Haccın kendisine has bir takım menasiki vardır. Menasik demek; Hicaza, hacı olmaya gidenlerin uyacağı davranışlar ve yapacağı hallerdir. Bunları saymakla bu mektupta bitiremeyiz; ''Hacc Rehberi'' isimli kitaptan alır okursunuz! Haccın birçok fayda ve hikmetleri vardır; Hem maddî-manevî, hem de dünyevî ve uhrevî faydalardır. Hacc Suresi'nin 28. ayet-i kerime'sinde belirtildiği gibi en mühim iki faydadan birisi; ınsanların çeşitli menfaatleri, yani dünya ile ilgili işlerdir. İkincisi de; Zikrullah'tır, yani Allah'ı anmaktır ahiretle ilgili faydaları!.. Günde beş vakit namazlarda müslümanlar nasıl günlük meselelerini müzakere ediyorlarsa, haftalık meselelerini de Cuma namazı münasebetiyle yaptıkları toplantıda görüşürler. Cuma namazı aynı zamanda devlet namazıdır. Başta devlet reisi olmak üzere bütün erkân-ı mülkiye ile erkân-ı harbiye birlikte ve memleketin pay-i tahtında, yani başkentinde bulunan en büyük camisinde Cuma namazı eda edilir. Cuma'yı bilhassa devlet reisi kıldırır, hutbeyi de kendisi okur; Hutbede, cemaata Sayfa 6 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Emîr’ul Mu’minîn bir haftalık yapılan işlerin faydasını, zararını anlatır, yani hesap verir. İşte İslam Devleti'ne göre Cuma namazı böyle kılınır!.. Hacca gelince; O da büyük bir kongredir. Yani bütün İslam âleminin katılacağı yıllık bir kongredir. Daha büyük ve bütün bir İslam âlemini ilgilendiren meseleleri o kongrede görüşürler, fikir alış-verişi yaparlar. Bu kongreye sadece müslümanlar katılır. Hiç bir gayr-i müslim bu toplantıya katılamaz, hatta dinleyici olarak da katılamaz. Çünkü orası haram bölgesi olduğunu ve müslümanların dışında kimsenin giremiyeceğini Kur'an'da belirtilmiştir de ondan! Hacc merasiminde herkes eşittir. Bunun yanında da, hacc aynı zamanda ortak pazardır, İslam âleminin ortak pazarıdır. Her taraftan gelen müslümanlar, satacaklarını satıp alacaklarını da alırlar. Böylece büyük ticaret tahakkuk etmiş olur, yerine gelmiş olur!.. Yine bütün mü'minleri, bütün müslümanları topluyor, soy-sop, dil-renk demeden, onları bir merkezde birleştirip kardeş yapıyor, bir vücud haline getiriyor. O vücudun başı da Halife'dir! Ya Halife Hazretleri veya onun tayin ettiği hacc imamı -emiri- bir de hutbe okur. Hutbesinde yapılması gereken vazifeler hakkında hüccaca (hacılara) bilgi verdiği gibi, bunun yanında da dünya siyasetinden bahseder, yani geçmişin muhasebesini, geleceğin de müzakeresini yapar. Bu hal her sene bir defa tekrarlanır. Fakat ne yazık ki, şurasını üzülerek söyliyeyim ki, çok mühim olan ve hayati önem taşıyan bu yön, ta Hz. Muhammed'in zamanından tutun da Hulefa-i Raşidîn döneminden ve Osmanlı İslam Devleti'nden bugüne kadar yapılagelen bu durumlar, bugün ihmal ediliyor, gereği gibi değerlendirilmiyor. Sadece ibadet yönü, mana âlemine bakan yönü yapılıyor ve gerisin geri dönülüyor. Mevlâ'mıza dua edelim de, inşaallah haccın hem ibadetiyle, hem siyasetiyle, hem de ticaretiyle ifasını yerine getirmeyi tüm İslam âlemine nasib-i müyesser kılsın! Amin!.. İşte İslam'a göre hacc böyle yapılır! Haccın unutturulan şartlarından birisi de haccın Hacc Emiri'nin nezaretinde yapılmasıdır. Hacc Emiri'ni de Hilâfet Makamı tayin eder! YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Suffa Mektebi ŞER'Î DELİLLER Şer'î delil ise: İster kat'î (yakınî) ister zannî (yani zann-ı galib) bir yolla olsun kendisinden şer'î amelî bir hüküm istinbât edilen her şey şer'î delildir. Bunun için delil, delâleti kat'î olan ve zannî olan olmak üzere iki kısma ayrılır. Deliller iki kısımdır: a) Âlimlerin cumhuru tarafından kabul edilen müttefekun aleyh (üzerinde ittifak edilen) deliller -ki bunlar Kitap,Sünnet,İcmâ ve Kıyastır-, b) Muhtelefun fîh (üzerinde ihtilâf edilen) deliller. Bunların da en meşhurları İstihsan, Mesâlih-i mürsele veya İstislah, İstishab, Örf, Sahabe mezhebe, Önceki şeriatler ve Şeddi zerâyi' olmak üzere yedi tanedir. Müttefekun aleyh (üzerinde ittifak edilen) deliller uyulması farz olan delillerdir. Ancak bunlarla istidlal yapılırken şu tertibe riâyet edilir: Önce kitap, sonra sünnet, sonra icmâ, sonra kıyas. BİRİNCİ DELİL: KUR’ANI KERİM Kur'an" lügatte kıraa manasına bir masdardır. "O, en kısa süresiyle dahi mu'ciz olarak Arap lisanıyle Rasûlullah'a indirilen, mushaflarda yazılı olan, tevatür yolu ile nakledilen, okunarak ibadet edilebilen, Fatiha süresiyle başlayıp Nâs suresiyle biten Allah (c.c.) kelâmıdır". Kur'an-ı Kerîm'in Hüccet Oluşu Kur'an-ı Kerîm bütün insanların kendisiyle amel etmesi farz olan bir hüccettir. Çünkü o, sıhhatinde şüphe bulunmayan kat'î bir yolla kendilerine nakli sabit olan, Kur'an olduğu şüphe götürmeyen Allah'ın kelâmıdır. Bunun öyle olduğuna kat'î delil Kur'an'ın icazıdır. İcazın manası, aynısını veya benzerini veya en kısa sûresinin benzerini getirmekte başkalarının aczini ortaya koymaktır. İcazın manası ancak şu üç şeyle tamam olur: a) Meydan okuma, yani karşılaşma ve muâraza istemek. b) Muarızı karşılaşmaya sevkeden gerekçenin var olması. c) Muarızın karşı koymasına mani bir halin bulunmaması. Bu sebeplerin üçü de Kur'an-ı Kerîm'de tam olarak mevcuttur. Çünkü Rabbinin emriyle Rasûlullah (s.a.v.), Kur'an-ı Kerîm'in benzerini getirmeleri için meydan okudu, Rasûlullah (s.a.v.) ı tekzib eden Arabların, bu iddialarının doğruluğunu isbat etmek için sebeb de mevcut idi, onlar belağat ve beyan ustaları oldukları için karşılaşmalarına mani bir hal de yoktu. "Meydan okuma" Kur'an-ı Kerîm'de birçok ayeti kerimede mevcuttur. Bazıları şunlardır: Kasas, 49: "(Rasûlüm!) De ki: Eğer doğru sözlüler iseniz. Allah katından bu ikisinden (bana ve Musa'ya inen kitaplardan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona Sayfa 7 MUHACIRUN DERGISI– Temel Meseleler-7 uyayım." İsra, 88: "De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere ins ve cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler." Muarızlar Kur'anın tamamının benzerini getirmekten aciz kalınca benzeri on sûre getirmeleri için onlara meydan okumuş ve şöyle demiştir: Hûd, 13: "Yoksa, "Onu (Kur'anı) kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerini çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin." Bunu getirmekte de aciz kalınca sadece benzeri bir sûre getirmeleri için meydan okuyarak şöyle dedi: Bakara, 23: "Eğer kulumuza indirdiklerimizden her hangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'dan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın." Araplar açısından karşı çıkma sabep ve gerekçesinin var olması şartına gelince, bunun varlığı, bilhassa kendisine peygamberlik vazifesi verildikten sonra Rasûlullah'ın siyretinde açıkça görülmektedir. Zîra O, onlara Allah'ın elçisi olduğunu bildirdi. Onlara putperest dinlerini, baba ve dedelerini taklid etmelerini bâtıl sayan bir din getirdi. Allah'ın Kitab'ına dayanarak onların akıllarını sefih saydı, putlarıyla alay etti, putlara ibadet etmeleriyle istihza etti. Onun bu iddialarını mutlaka çürütmeleri, O'nun Allah'tan getirdiklerinin boş şeyler olduğunu isbat etmeleri ve neticede ona galip gelmeleri gerekiyordu. Kur'an-ı Kerîm'e karşı koymalarına engel bulunmaması şartına gelince, o Araplar hakkında zaten vardı. Çünkü Kur'an onların dilinde ve onların üslûbu üzere indi, onların kullandığı harflerden meydana geliyordu, manaları aşinâ oldukları şeylerdi. Başkalarına karşı fesahatleriyle, belağat ve beyanlarıyle iftihar eden onlardı. Nesir ve şiirde şöhretli bir mevki sahibiydiler. Zaten hitabet ve şiirleri onların akıllarının kemâlini, yapılarının safiyetini, kavrayıştaki süratlerini, basiretlerini, hayat tecrübelerindeki maharetlerini göstermektedir. Diğer taraftan Kur'an-ı Kerîm'in muâraza için onlara zaman sınırı koymadığı, bir defada inmediği, bilakis onlara muâraza ve hazırlık imkanı vermek için yirmi üç sene zarfında parça parça, bölüm bölüm indiği de bilinen bir husustur. Neticede, ins ve cinden dilediklerini yardıma çağırsalar dahi ebediyyen onların kur'an-ı Kerîm'e muârazada âciz ve zayıf oldukları sabit olmuş ve istenilen hedefe ulaşılmıştır ki bu Kur'an-ı Kerîm'in beşer sözü olmadığı, onların seviyesinde bir şey olmadığı, onun ancak Allah katından geldiği hakikatidir. İşte bu, Allah'ın Rasûlu Muhammed bin Abdullah'ın insanlara tebliğ ettiği şeyin Allah'ın kelâmı ve O'nun hükümleri olduğu hususunda Peygamberliğinin doğru olduğuna kesin bir delildir. YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Ebu Ensar Fetva Köşesi Mezhebler (4) Bin dört yüzyıllık tarihi boyunca, yüce Islam dini, iki ana sınıfa ayırabileceğimiz büyük tehlikeler ile karşılaşmıştır: Dış tehlikeler ve iç tehlikeler ... Moğolların istilası, Cengiz ve Hulagu zulümleri, Haçlı seferleri, Avrupa emperyalizmi, Sovyet ve Çin Komonizmi ve Siyonizm emperyalizmi dıştan gelen tehlikelerin başlıcalarıdır. Iç tehlikelere gelince: Bunların başında sapık mezhepleri saymamız gerekir. Bundan sonra ihlassızlıktan, nifaktan, dünya sevgisinden, post kavgasından, kavmiyetçilikten ileri gelen kardeş kavgalarını zikretmeliyiz. Miladi 21. asrın şu yıllarında lslam dünyası çok perişan vaziyettedir. Islam ümmeti paramparça olmuş, Islam dünyası irili ufaklı bir çok devlete ayrılmış, tabir caizse balkanlaşmıştır. Müslümanların yaşadıkları topraklar Amerika, Avrupa, Rusya ve kızıl Çin tarafından istila edilmiştir. Bir çok Islam Ülkeleri farmason, sosyalist veya mürted çeteler tarafından idare edilmektedir. Tarihlerinin hilçbir devresinde Müslümanlar bu kadar kötü bir vaziyete düşmemişlerdir. Buhran sadece siyasi değildir. Buhran aynı zamanda dini, ictimai, kültürel ve iktisadidir. Müslümanlar arasında iman zaafı baş göstermiştir. Islam ilimleri kaybolmaya yüz tutmuştur. Islami prensiplerden uzaklaşma almış yürümüş, batıyı taklid zihniyeti her yeri sarmıştır. Sünnetler terk edilmiş, bid'atler zehirli otlar gibi yayılmıştır. Böyle karanlık bir devirde, Islam dünyası her şeyden önce manevi birliğe muhtaçtır. Bu birlik ise Islam dininin ana prensiplerine sarılmakla elde edilebilir. Yıkılan bir çok şeyler tekrar elde edilebilir. Yeter ki, Kur-an Imanı, Islam Müslümanlığı muhafaza edilsin. Asırlardan beri Islam dünyasında bir sürü bozuk mezhepler ve fikirler türemiştir. Hz. Osman Efendimizin hilafeti sırasında açılan fitne kapıları 1400 seneden beri kapatılamamıştır. Fakat, bütün bozuk mezheplere, fitne ve fesat cereyanlarına rağmen hak apaçık ortada durmaktadır. Bu yol "Ehl-i Sünnet ve Cemaat" yoludur. Sayfa 8 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Resulullah (SAV) Efendimiz, bir gün ashabından bir topluluğa şöyle buyurmuşlardır: "Ümmetim yetmiş küsur parçaya ayrılacaktır. Bunların biri dışında hepsi de Cehennemliktir." Ashab(r.a.) sormuşlar:"Bu kurtuluş yolu (Fırka-i Naciye) hangisidir?' Şöyle cevap buyurulmuş "Benim ve ashabımın yolundan gidenler.’’ Böylece (Benim ve ashabım gibi) iman ve amel edenler . Işte Ehl-i Sünnet vel Cemaat mezhebinin ne olduğunu açıklayan meşhur hadis-i şerifin meali yukarıda zikredildi. Ehl-i Sünnet ve Cernaat topluluğu aslında tek bir mezheptir. Sadece kendi arasında altı şubeye ayrılmıştır: Ikisi I’tikad, dördü amel sahasındadır. Bir Müslümana "Hangi mezheptensin?" diye sordukları vakit:" Ehl-i Sünnet vel Cemaat mezhebindenim" cevabını vermelidir. Böyle demekle "Ben Resulullah(SAV) Efendimizin ve Ashab-ı Kiramın(r.a.) yolundan gidiyorum, onların iman ve amel hükümlerini kabul ediyorum" demiş olmaktadır. Biraz önce Ehl-i Sünnet mezhebinin altı şubesi olduğundan bahsetmiştik. Kısaca onları da açıklayalım: EhI-i Sünnet'in itikatta iki büyük önderi yetişmiştir: Bunlardan birisi Imam Maturidi(rh.a.), diğeri Imam Eşari(rh.a.)dir. Bu iki büyük zat biz Sünni Müslümanların itikat hükümlerinde önderlerimizdir, yani Imamlarımızdır. Biz Türkler umumiyetle Imam Maturidi Hazretlerinin itikatta imam kabul etmişizdir. Fakat Imam Eş'ari Hazretleri de hak Imamdır. Zaten bu iki imamın arasında bazı küçük ihtilaf ve fikir ayrılığı vardır ki onlarda teferruata dairdir. Amelde de dört Sunni şube vardır: Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhepleri. Bunların dördü de hakktır. Bir Müslümanın bu devirde Ehl-i Sünnet Müslümanı, yani Sunni olması için: I-Itikatta ya Maturidi, yahutta Eş'ari olması, 2- Amelde de dört mezheplerin birisine bağlanmış olması, 3- Bağlı olduğu mezhebini bütünüyle tatbik etmesi gerekir. YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Beyyineler MEKTEB-I IBRAHIM Cemaleddin Hocaoğlu (3) O halde günümüzün putu ve putperestliği ne imiş?!. Allah'a mahsus olan haklardan birini veya birkaçını Allah'tan başkasına vermektir. Mesela: Hakimiyet kayıtsız ve şartsız Allah'ındır, Allah'a mahsus bir haktır. İşte bu hakimiyet hakkını, yani kanun koyma salahiyet ve yetkisini Allah'tan başka bir kimseye veya kimselere veyahut da millete vermektir. İşte kendilerine hakimiyyet verilen kişi veya kişiler veyahut da o millet ne olmuş olurlar? Put olmuş olurlar! İşte günümüzün putları bunlardır. Putları bunlar olduğu gibi, günümüzün putperestliği ve put kanunları da bu şahısların kanun çıkarmaları ve çıkardıkları kanunlardır; bu kanunları kabul etmek ve bunlara tabi olmaktır. Daha da ileri gidip bunları savunmaktır. Hülâsa edecek olursak: Günümüzün putperestliği idare ve siyaset putperestliğidir, sistem ve rejim putperestliğidir. Böyle olunca da devlet ne olmuş olur? İslam ve Tevhid devleti değildir; put ve şirk devletidir. daha da ileri giderek çıkardığı kanunları Allah'ın kanunlarından üstün addederek, Allah'ın kanunlarını yürürlükten kaldırmış, onların yerine insan kafasının mahsulü olan kanunları, fikir ve sistemleri getirmiştir. Bir tafsilat daha: Önemine binaen Yusuf suresinin tefsirindeki şu açıklamayı da almayı uygun görmekteyiz: "Kulun kula tapması şeklinde kendini gösteren bir putperestlik vardır. Kendi kendini tanrılaştıran bazı kimseler, bu iddialarını sağlama bağlamak için uluhiyyetin en özel vasfı olan rububiyete sahip çıkarlar. Yani, kendilerinin emirlerine, prensiplerine, fikirlerine ve koydukları kanunlara halkın tapma derecesinde itaat etmesini isterler. Daha doğrusu, kendilerinin tapılmaya layık bir zat olduklarını kabul ederler ve halkın kendilerine tapmasını isterler. - Bu isteklerini sözleriyle açıktan söylememiş olabilirler - Fakat, onların bu isteklerini tatbikata koymuş olmaları, dilleriyle ikrar etmelerinden daha kuvvetli bir delildir. Bu tür putperest olan toplumların kalplerindeki bu boşluktan istifade ederek meydana gelir. Hükümdarlığın sadece Allah'a ait olduğuna kalben inanıp tatbikatta bu inançtan ayrılamayan toplumlarda böyle bir şey bahis mevzuu olamaz. Çünkü, hükümdarlığın yalnız Allah'a ait olduğunun idraki içinde bulunan cemiyet, sadece ona tapılacağını, hükümrana boyun eğmenin tapma sayılacağını, hatta tapmayı gerektiren şeyin hükümranlık (hakimiyet) olduğunu bilir. Bir kere daha tekrar etmiş olalım ki, hükümranlığı (yani hakimiyeti, yani kanun koyma yetkisini) kendisine izafe eden (kendisine mal eden) kimse bu hareketinden dolayı Allah'ın dininden çıkmış olur, Allah'a tapmaktan uzaklaşmış ve ona şirk koşmuş olur, putperest olmuş olur. Ayrıca, hükümranlık ve hakimiyet vasfına sahip olduğunu iddia eden kimsenin bu iddasını kabul edenler de aynı şekilde müşrik olur, kâfir olurlar. Bu kimseler, Allah'a ait olan hakimiyet hakkını başkasına tanımak, onun emirlerine tabi olmak ve bu hareketlerini kalben de benimsemek suretiyle Allah'ın dininden çıkmış olmaktadırlar. Bunlarla hakimiyet iddia edenlerin küfür ve şirkleri Allah'ın terazisinde aynı ağırlıktadır." Dava adamı olmanın vasıflarından biri de Mekteb-i Ibrahim'den geçmiş olmaktır. Tafsilat: Şirk mevzuunda karanlık taraf kalmasın diye şirke biraz daha tafsilat verelim: Yukarıda şirkin (putperestliğin) tarifini yaparken demiştik ki, "şirk" Cenab-ı Hakk'a mahsus olan hak ve sıfatlardan birini veya birkaçını mahlukattan herhangi birine vermek veya birinde bulunduğuna inanmaktır. Cenab-ı Hakk'a mahsus sıfatlar: Yaratma, ibadete müstehak olma, öldürme ve diriltme, rızık verme, her şeyi bilme, her şeyi görme, şeriat vaz etme, hüküm koyma, kanun koyma gibi... İşte, bu sıfatlardan herhangi birini, herhangi bir yaratığa vermek veya onda da bulunduğuna inanmak, dolayısıyla ona boyun eğmek, ona mutlak manada itaat etmek ve ona teslim olmaktır. Tarih boyunca putperestlik zihniyeti hep aynı olmuştur, müşrikler hep aynı şeyi düşünmüşlerdir. Ancak zamana göre put şekilleri ve put cinsleri farklı olmuştur. Mesela zaman olmuş, insanoğlu güneşe tapmış, yıldıza tapmış, taşa veya ağaca perestiş olmuş, zaman olmuş bir hayvana veya bir insana kudsiyet vermiş, onda fevkalâde bir vasıf, bir kudret kabul etmiş, ona kul olmuş, onu Allah'ın yerine koymuş veya yanında kabul etmiş ve ona ibadet etmiştir. Zaman olmuş; insanlarda hüküm koyma, kanun vaz etme, anayasa yapma hak ve salahiyetini görmüş, bu yetkiyi onda var kabul etmiş, Sayfa 9 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Islam/Ibadet A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Said Havva mizi emrediyor.O bize hastalanınca her türlü tedavi ISLAMIN RUKÜNLERIŞAHADET KELiMESi iLE ÇELiŞEN TUTUMLAR –(1) yolunu aramamızı, fakat asıl şifayı verecek olanın ken- disi olduğuna inanmamızı emrediyor. Kısacası, O bize her konuda sebeplere sarılmamızı, her işin bilinen çözüm yollarını denememizi, fakat aynı zamanda yalnız kendisine dayanmamızı, sırf O'na tevekkül etmemizi emrediyor. Buna göre herhangi bir konuda kim elinden gelen hazırlığı yapar, olanca gayretini ortaya koyarak gereken çalışmayı gerçekleştirir de O'na dayanmaz ise Allah'ın birbirine bağlı iki emrinden birini savsaklamış olur. Buna karşıIık kim herhangi bir konuda sadece tevekkül ile yetinir, gerekli hazırlığı yapmaz ve olanca gayretini ortaya koymaz ise 0 da bu emirIerin öbürünü savsaklamış, kulak-ardı etmiştir. Bu noktanın altında kafir ile mü'mini birbirinden ayıran gizli bir fark saklıdır. Görünüşte kafirde olanca gücünü kullanıyor, mü'min de. Fakat birincisi sırf ortaya koyduğu emeğe güvenirken, ikincisi sadece ortaksız Allah'a dayanıyor. Böyle bir durumda sonuca götürücü sebeplere güvenerek Allah'ın iradesini hesaba katmamak, O'nun emrine ters düşmektir, günahtır. Bir çok kimse Şahadet Kelimesini 1)Şahadet davası ile çeFakat hem sebeplere gülişen tutumlardan biri Aldile getirince veya kendisine bir venmek ve hem de 0 işte lah'dan başkasına güvenmüslüman ismi takınca artık hiç yüce Allah'ın hiç; bir rolümek, tevekkül etmektir. nün olmadığını iddia etbir şeyin onu islam'dan çıkaraBunun böyle olduğunu yüce mek, normal günahın öteAllah'ın -c.c- şu buyruğunmayacağını sanır. Oysa bu büyük sinde şehadet cümlecikleri dan çıkarıyoruz: çelişen bir şirktir, her bir yanılgıdır. Çünkü insanı Islam- ile Eğer müminseniz sırf şeyi Allah'ın iradesine, bilgiAllah'a dayanınız. (Maide, dan dile getirmiş olduğu Şahadet sine, kudretine dayandıran 23) onlarca Kur'an ayetini inkar Kelimesinin etkisini yok Bu ayetten Allah'dan başetmektir. Nitekim yüce kasına dayanmanın, tevekeden(bozan) bir çok şey vardır. Rabbimiz -c.c.- şöyle buyukül etmenin caiz olmadığını ruyor: anlıyoruz. Aşağıdaki ayet de Onlara doğru toprak atarken, bu gerçeği vurguluyor: sen atmadın, fakat Allah attı. (Enfal, 17) Hani o gün sayıca çok oluşunuz hoşunuza gitmiş, Zaten yardım, zafer doğrudan doğruya Allah böbürlenmenize yol açmıştı da bu kalabalıklık size katındandır. (Enfal, 10) hiçbir yarar sağlamamıştı; yeryüzü, onca genişliğine Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak rağmen size dar gelmişti de sonra arkanızı dönüp Allah'tır. (Zariyat, 58) kaçmıştınız. (Tevbe, 25) Hastalığımda beni iyileştiren O'dur. (Şuara, 80) Allah'ın gökten su indirdiğini ve bu sayede yeryüzünün Aynı gerçeği "La ilahe iIIellah" şahadet cümleciğinin yemyeşil olduğunu görmüyor musun? (Hacc, 63) anlamından da çıkarabiliriz. Çünkü daha önce vurguBuna göre yüce Allah'ın -c.c- şu kainatta geçerli kıldığı ladığımız gibi Allah'dan başkasına dayanmak bu cüm- sebeplere inanmak gerektiği gibi Allah'ın her şeyin leciğin anlamı ile bağdaşmaz. yaratıcısı (Zümer, 62) olduğunu belirten buyruğu Yalnız hemen belirtelim ki, tevekkül etmek, Allah'a day- uyarınca aslında herşeyi O'nun yarattığına da inanmak anmak demek çalışmayı bırakacağız, elimizden geleni gerekir. yapmayacağız demek değildir. Tersine yüce Allah bu noktada bize verdiği emir iki yönlüdür. 0 bize hem Bu ilkenin sonucu olarak sebepleri inkar eden, onları çalışmayı ve hem de çalışma ve emeğimize güvenme- geçersiz sayan kafir olmuş, buna karşılık asıl etkili memizi emrediyor. 0 bize ordularımızı, her türlü silah- olanın onlar olduğuna inanan kimse de Allah'a şirk larla donatmamızı, savaş içingereken bütün koşmuş olur. hazırlıklarımızı fakat sonunda sırf kendisine güvenmeBir çok kimse Şahadet Kelimesini dile getirince veya kendisine bir müslüman ismi takınca artık hiç bir şeyin onu islam'dan çıkaramayacağını sanır.Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Çünkü insanı Islamdan dile getirmiş olduğu Şahadet kelimesinin etkisini yok eden(bozan) çok şey vardır. Müslümanların çoğunlukla yanılgı içinde oldukIarı bu konuda doğru bilgi sahibi olmak zaruri ve çok önemlidir. Çoğu müslüman farkında olmadan ya doğrudan doğruya Şahadet Cümlecikleri ile çelişen çeşitli durumlara düşüyor ve bu durumlara düşen kimseleri tutuyor destekliyor. Bu yüzden bu bölümde Islamla ve Şehadet kelimesi ile çelişen tutumların bir çoğunu anlatmaya çalıştık. Tabii ki, bu tür tutum ve davranışların tümünü dile getirebilmiş değiliz. Çünkü konu gerçekten geniş kapsamlıdır, hakkında müstakil kitaplar yazılmıştır. Bizim asıl maksadımız bu Şahadet kelimesi ile bağdaşmaz tutumların başlıcalarını veya insanların gözlerinden en çok kaçanlarını ele almak olacaktır. Söz konusu tutum ve davranışları şöyle sıralayabiliriz: Sayfa 10 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Siyer/Davet Uzlaşma Politikası (2) Resûlullah (sav)'ın hayatından, önceki sayımızda sunduğumuz sahnede üç tane işaret vardır. Onlardan her biri büyük bir önemi haizdir. Birinci İşaret: O işaret, Resûlullah'ın yürüttüğü da'vetin içyüzündeki inceliği ayırmada bize açıklık getiriyor. Yeni bir ideoloji sahipleriyle, devrim ve ıslahat çığırtkanlarının; âdet olarak içlerinde gizledikleri gaye ve maksadlarıyla, peygamber dâvasının birbirinden ayrılmasını, karıştırılmam asını sağlıyor. Acaba Hz. Peygamber (s.a.v.) da'vetinin arkasında, hükümdarlığa ulaşma arzusunu mu gizliyordu? Yoksa, o zenginlik veya liderlik için güçlü bir mevkiye ulaşma arzusunu mu gizliyordu? Yahut da kendisine isabet eden bir hastalık sebebiyle gözüne görünen hayallerden mi kurtulamıyordu? Bu ihtimallerin hepsi, İslâm düşmanlarının ve Islâm'a fikrî savaş açanların ifrata vardırdıkları birtakım tahminlerdir. Fakat, Alemlerin Rabbi'nin kendi elçisi için hazırladığı yüce hayatın sırlarına bakınız!... Aziz ve Celîl olan Allah, Resûlü'nün hayatını, her türlü ihtimalin kökünü kazıyan, her şüpheye giden yolu tıkayan; islâm'a fikrî savaş ilân eden kişileri, savaşlarında, saplandıkları yolda onlara şaşkına çeviren sahne ve tablolarla doldurdu. Kureyş müşriklerinin, Resûlullah'ın dâvasının karakterini, risâletiyle bağdaşmayacak hedefleri ve onun bu tekliflerden hiçbirine tenezzül etmeyeceğini çok iyi bildikleri halde; bu ihtimallerin hepsini kafalarında tasavvur etmeleri ve Resûlullah ile uzlaşma politikasına girmeleri, Allahü Teâlâ'nın açık hikmetlerinden biridir. Ve esasen ilâhî hikmet böyle olmasını murad etti ki; tarih sonradan gelecek olan îslâm düşmanlarının yalanlarını açıklasın. Vom Vloten ve Won Kromer gibi batılılar uzun uzun düşündüler... Islâm'a saldıracak ve şübhe sokacak bir yol bulamadılar. Ancak gözlerini hakikata kapatıp, şu iddiada bulundular: «Hz. Muhammed'in davetindeki itici faktörler yalnızca başkanlık ve liderlik arzusuydu...» Onlar böyle bir iddia ile kafalarını sert kayalara vururlarsa, onları çok uzak mesafelere fırlatır tabiî… Yüce Allah bu müsteşriklerde önce bu düşünce ve arzuları teşvik etmek için Utbe bin Rebia ve benzerlerini bu işte kullandı. Onların hepsini Hz. Muhammed'in önüne serdi ki, yakın ve kolayca onlara nasip olsun ve hepsini Kureyş'e göstersin. Halbuki Kureyş alçaldı ve ona boyun eğdi. Kaldırdığı silâhı ve peygamberlerle ashabına uyguladığı işkence vasıtalarını elinden bıraktı. Mademki Hz. Peygamber da'vetinin ve risâletinin arkasındaki arzu ganimet idi, niçin kendisine verilen bu ganimete yönelmedi ve Kureyş'in ileri gelenlerine yumuşak bile davranmadı? Hiç, başkanlık ve hükümdarlık isteyen bir insan, kendisine uzun bir görüşme, rica ve tehdit karışımı bir müzakere sonunda, istediği herşeyi vermeyi taahhüd edenlere karşı, şu cevabla sözü keser atar mı?: «Ben size, mallarınızı istemek, aranızda Sayfa 11 MUHACIRUN DERGISI– B.Çobanoğlu şöhret kazanmak ve başınıza lider olmak için gelmedim. Fakat Allah, beni, size peygamber olarak gönderdi. Bana bir de kitab indirdi. İyiliklerinizden dolayı cennetle müjdeleyici, kötülüklerinizden dolayı da azabla korkutucu olmamı bana emretti. Benim size getirip tebliğ ettiğim şeyleri alır, kabul ederseniz o, dünyada ve âhirette nasib ve azığınız olur. Onu kabul etmeyip bana iade ederseniz, Yüce Allah aramızda hükmünü verinceye kadar bana sabretmek ve katlanmak düşer.» Sonra, Resûlullah'ın günlük yaşantısı bu sözlerine uymaktaydı. O, gizlice, kendi gayret ve çalışmasıyla başkanlığa ve hükümdarlığa varmak için onları sırf diliyle reddetmedi. Bilâkis Peygamberimiz, yemesinde ve içmesinde her türlü lüks ve israftan uzaktı. Yaşayışındaki durumu, fakir ve yoksulların durumundan üstün değildi. Buhâri'nin rivayet ettiği bir hadiste, Hz. Âişe Validemiz şöyle dedi: «Resûlullah (s.a.v.) vefat ettiğinde mutfaktaki rafımda karnı aç bir adamın karnını doyuracak kadar bir miktar arpa vardı. Ben ondan yedikçe artıyordu.» Yine Buhâri'nin rivayet ettiği bir hadiste, Enes (r.a. şöyle diyor: «Resûlullah (s.a.v.) vefat edinceye kadar ne hıvan/sofra üzerinde birşey yedi, ne de hâlis buğday ekmeğinden yapılmış yufka ekmek yedi...». Resûlullah (s.a.v.), giyim ve kuşamında da, ev eşyasında da çok sâde idi. Üzerinde yattığı hasır, yanında iz bırakıyordu. Onun asla yumuşak birşey üzerinde yattığı bilinmiyor. Hattâ bir gün, aralarında Hz. Âişe de bulunduğu halde. Peygamberimizin hanımları, geçim sıkıntısından şikâyet etti. Ondan günlük ihtiyaçlarının, giyim kuşamlarının ve süs eşyalarının arttırılmasını istediler. Hattâ Sahâbe-i Kiramın hanımlarından, kendi akranları olan hanımların hiçbirisinden, şan ve şeref bakımından daha aşağı olmadıklarını bildirmek için Resûlullah'ın yanına geldiler. Peygamberimiz (s.a.v.) kızarak başını önüne eğdi ve hiçbir cevab vermedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'ın şu âyetleri indi:«Ey Peygamber! Hanımlarına şöyle de: Eğer dünya hayatını ve onun ihtişamını istiyorsanız, haydi geliniz; sizi donatayım ve güzel-likle bırakıp salıvereyim. Yok eğer Allah'ı, peygamberini ve âhiret yurdunu istiyorsanız; haberiniz olsun ki Allah içinizden güzel hareket edenler için pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır». Resûlullah bu iki âyeti de onlara okudu. Sonra onlan, ya içinde bulundukları hale göre kendisiyle birlikte yaşamayı kabul etmek, -ya da mal ve ziynet bolluğu ile nafakalarının artmasını da ısrar etmekle başbaşa bıraktı. Fakat bu son durumu tercih ettikleri takdirde, onlan bırakıp, güzellikle salıverecekti. Ama onlar üzerinde bulundukları hale razı olarak Resûlullah ile birlikte yaşamayı tercih ettiler. Bütün bunlardan sonra, artık akıl -ama hangi akılla- Hz. Peygamber'in nübüvvetinin doğruluğu hususunda, nasıl şübheye düşebilir? Aklın veya düşüncenin, Resûlullah'ın, peygamberlikle zenginlik arzusuna veya liderlik sevdasına tutulacağını zannetmesi nasıl doğru olabilir? Yukarıda zikrettiğimiz bu sahneden elde edilen birinci işaret işte budur... YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Hanımlar Köşesi A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Misafir Kalemler ve sorumlulukta bir derece üstünlüğü bulunmaktadır. Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç 'hayız/temizYaratılışta Benzer ve Farklı Yönler Ayet-i kerimelere baktığımızda, bu ayet-i kerimelerde lenme süresi' beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını sadece erkeğin veya sadece kadının erkeği ve kadını içine alan insanın yaratılışına açıklık getirilmektedir. saklamaları onlara helal olmaz. Kocaları, bu süre İnsan olarak erkek veya kadının genel ve çatak bir ya- içinde barışmak isterlerse, onları geri almada (herkesten) daha çok hak sahibidirler. Onların lehine ratılışı vardır. Her ikisi de topraktan yaratılmak her ikisine de eller ayaklar, gözler kulaklar, diller gönüller de, aleyhkrindeld ma'ruf hakka denk bir hak vardır. verilmektedir. Yaratılışın bu boyutunda veya diğer bir Yalnız erkekler için onlar üzerinde bir derece (farkı) iyişle insan olarak yaratılışta, kadın ve erkek arasında var. Allah Aziz olandır. Hakim olandır.(Bakara, 228) genel bir farklılık yoktur. Kadın ve erkeğin yaratılışındaki farklılıklar, tür boyu- Diyeceksiniz veya diyecekler ki, neden? tunda değil cinsi boyuttaki farklılıklardır. Her ikisi de Erkeğin kadın üzerindeki bir derece farklı konumda olmasının nedeni veya hikmeti ne?. insani olarak yaratılışta bulunmasına rağmen, cinsi boyutta kadın olmak üzere iki farklı cinsiyete sahiptir- İşte bunun cevabını, İslam dininin temel özelliğinde ler. yani tevhidde aramamız gerekir. Tevhid dini olan İslam, İşte-mesele bu noktaya geldiği zaman, erkek ve kadın cinsleri arasında da hiçbir akidede, amelde ve sosyal yaşantıda fark yoktur diyemeyiz. Çünkü insanı yatevhide önem verdiği gibi, aile yapısınratan Rabbimiz, kadın ve erkeğin bazı da da tevhide önem vermektedir. Aile farklı Özelliklere sahip olduğunu beyan yapısında birlikte yaşayacak olan kadın etmektedir. ve erkek aynı haklara, aynı konuma sahip olsaydı, aile içinde birlik ve tevhid Allahın kendisiyle kiminizi kiminize gögerçekleşmezdi. Birkaç günlük yola re üstün kıldığı şeyi temenni etmeyin. çıkan müslümanlara dahi, aralarından Erkekler için kendi kazandıklarından birini imam tayin etmelerini öneren bir pay, kadınlar için de kendi kaİslam, uzun yıllar birarada yaşayacak zandıklarından bir pay vardır. Allah'tan olan kadın ve erkeği, hiç şüphesiz ki iki onun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekbaşlı anarşik bir yapıya sürükleyecek değildir. İşte bu ten, Allah, her şeyi bilendir. (Nisa ,32) Bu ayet-i kerimedeki Allah'ın kendisiyle kiminizi kimi- konudaki velayet erkeğe verilmiş olup, erkek bu velayeti veya diğer bir deyişle bu sorumluluğu yerine getirnize göre üstün kıldığı şeyi temenni etmeyin... buyruğundan, sadece erkeğin kadına veya kadının erkeğe meye daha ehil bir fıtratta yaratılmıştır. Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların değil, erkek ve kadının bazı hususlarda birbirlerine ken-di mallarından harcaması nedeniyle erkekler, üstün kılındıklarını anlamamız gerekir. Nitekim fiziki güç, metanet, sabır, soğuk-kanlılık, adil ve itidalli dav- kadınlar üzerinde 'sorumlu yöneticilerdir'…(Nisa, 34) ranmak gibi özelliklerde erkekler kadınlara nazaran daha üstün olmalarına karşın; fiziki zerafet, letafet, duygusallık, nezaket, incelik, merhamet ve şefkat gibi Hiç şüphesiz ki insanların iradesi dışında vuku bulan özelliklerde de kadınlar erkeklere nazaran daha üstün- ve herhangi bir uğraşı ile elde edilmeyen bu durum, dürler. Aynı ayet-i kerimede, bu hususun temenni edi- erkekler için ilahi düzlemde bir üstünlük vesilesi değildir. Çünkü İlahi düzlemde geçerli olan üstünlükler, lecek bir şey olmadığı da önemle belirtilmektedir. Bu farklılıkları dikkate alarak değişik komplekslere kapıl- kişilerin kendi kazaçından olan üstünlüklerdir. Nitekim aşağıdaki ayet-i kerimede de beyan edildiği gibi Allah mamıza tabi ki gerek yoktur. At bizden hızlı koştuğu katındaki üstünlük kişinin ırkına veya cinsine göre veya öküz bizden kuvvetli olduğu için aşağılık kompleksine düşmediğimiz gibi, fıtri olan bu farklılıkları da değil, takvasına göredir. bir kompleks meselesi durumuna getirmememiz gerekir. Ayrıca kişilerin kendi kazanımlarından ziyade fıtri Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiolan bu kısmi üstünlüklerin, kişilere yüklediği sorumlu- den yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi luklar ve ödevler bulunmaktadır. Nitekim kadın erkek halklar ve kabileler olarak kıldık Hiç şüpesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en meselesi bu sorumluluk ve ödevler düzleminde ileride olanınızdır. Hiç şüphe yok Allah, bilendir, hakarşılıklı olarak mukayese edilip, karşılıklı olarak değerlendirildiği zaman, erkeğin kadına nazaran ödev birdir.(Hucurat, 13) Kadın-Erkek eşitliği Sayfa 12 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Sohbetler/Düşünceler KUR´ÂNDA GENÇLER VE GENÇLIK DEĞERLERİ(7) Inançlarında Kararlı Sebatkâr Gençler: Ashab-ı Kehf Ashab-ı Kehf olarak bilinen gençlerden ve onların her yönüyle ibret verici ve ilginç maceralarından bahseden ayetlerde bildirildiğine göre, putperest bir kavmin içinde Allahın varlığına ve birliğine inanan birkaç genç, bu inançların açıkça dile getirip putperestliğe karşı çıkmış, taşlanarak öldürülmekten veya zorla din değiştirmekten kurtulmak için bir mağaraya sığınmışlardır. Yanlarındaki köpekleriyle birlikte oradaderin bir uykuya dalan gençler, muhtemelen 309 yıl sonra uyanmışlardır. Hz. Isadan önce yaşamış olduklar ifade edilen bu gençler hakknda ilgili ayetlerde şöyle denilmektedir: Ibni Abdulhalim SONUÇ Ailenin yerini arkadaşların aldığı, birtakım buhranların, şüphelerin yaşandığı gençlik çağı aynı zamanda kişinin şekil almaya en müsait olduğu bir çağdır. Bu bakımdan da son derece önem taşımaktadır. Gençlerin edinecekleri arkadaşların onlar üzerindeki etkisi büyük olmaktadır. Özellikle, bağımsız olma duygusu, genç insanda daha belirgin bir şekilde gözlenmekte ve bu durumu bazen onun lâf dinlemez -söz anlamaz bir hal almasına da sebep olabilmektedir. Insanoğlunu yaratan, onun ruh ve beden yapısını en iyi şekilde bilen Allah Teâlâ, gönderdiği kutsal kitaplarda peygamberlerinin ve Ona iman eden şahsiyetlerin gençlik dönemlerinde başlarından geçen ibretli hadiseleri anlatarak sonraki müminlere Onların olayını biz sana gerçek olarak anlatıyoruz. çarpıcı örnekler vermiştir. Gerçektende Hz.Âdemin oğullarından başlayarak aktardığımız genç şahsiyetOnlar Rablerine yürekten lerin ibretli hikayelerinde, inanmış gençlerdi. Biz de Hz. Ibrahim, Hz. Yusuf ve onların hidayetlerini Hz. Musa gibi peygamberarttırdık ve kalplerini melerin, Ashab- Kehf gibi tin kıldık. Bu gençler inançlı grupların ve Hz. (Bizans imparatoru DekyaMeryem gibi seçilmiş ve nosun karşısına dikilerek) özenle yetiştirilmiş bir peyşöyle dediler: Bizim Rabbigamber annesinin gençlik miz, göklerin ve yerinRabçağlarında başlarından bidir. Biz Onu bırakıp başgeçenler anlatılmaktadır. ka bir tanrıya yalvarmayız. Ayetlerdeki gençlerin hepsiYoksa andolsun ki, batıl nin ortak paydası, Allah söz söylemiş oluruz. Şu Teala ile olan samimi bizim milletimiz Allah bağlarıdır diyebiliriz. bırakıp Ondan başka tanrılar edindiler. Onların gerçek olduğuna dair apaçık deliller getirmeleri gerekmez mi? Allaha karşı yalan uydurandan daha zâlim kimdir? (Kehf Suresi) Bu bağ sarsılmaz bir iman ve kulluk şuuruyla tahkim edilerek, gelişen olaylar karşısında kişiyi yanlışlıklardan korumaktadır. Yine bir diğer ortak özellik ise tüm bu şahsiyetlerin Allah Tealaya dua ve niyazdas on derece gayretli oluşlarıdır. Denilebilir ki onlar Söz konusu gençlerin, Allaha inanmış ve bu imanAllah ile bağlantı kurma hususunda duayı hiç elden larını korkmadan, çekinmeden ilan etmiş kimseler bırakmamaktadırlar. Kanaatimizce, özellikle gençlik olduklarına ve neticede Allahın onları mağarada uyutmak suretiyle koruyup, mükâfatlandırdığına dik- çağındaki insanlara telkin edilebilecek ya da daha kat çekilmektedir. Bu ayetler, gençlerin, hakkı kabul çocukluk yıllarından itibaren kazandırılabilecek en ve Allaha iman hususunda, toplumlarından farklı bir önemli gençlik değeri, onların Allah Tealaya çok sağduyuya sahip olabileceklerine işaret etmektedir. tabii ve çok rahat bir şekilde dua etmeyi başarabilmeleridir. Zira yaşlılık dönemi, fikirlerin sabitleştiği ve kesin doğrular olarak kişide yer ettiği bir dönem iken, Bunun ise ya çocukluk yıllarından itibaren kagençlik çağı, her tür telkine açık, aynı zamanda zandırılması ya da kişiliğin oluşmasında en müsait davete cevap verilen bir dönem olarak dikkat çekçağ olan gençlik çağında gerçekleştirilmesi sağlanmektedir. malıdır. Sayfa 13 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Yarının Büyükleri c) Kur'an son ilahi kitaptır. Ondan sonra başka kitap gelmeyecektir. Müslüman Çocuğun Edebi 8)-TOPLANTILARDA ADAB Kur'an-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber Efendimiz (sav) bir mecliste nasıl davranılacağını bildirmiştir. d) Kur'an bütün insanliğa gönderilmiş olan bir 1. Bir toplantıya herkesi iğrendirecek elbise ile, fena ko- kitaptır. Her asrın ihtiyaçlarını karşılayacak hakikat kularla gitmemek, ve hikmetlerle doludur. 2. Mecliste daima güler yüzlü olup, ekşi suratlı ve geveze olmamak, e)Kur'an Peygamber Efendimizin en büyük ve daimi 3. Ileri geçip oturmamak, hakkı olmadıkça ileriye geçme- mucizesidir. Hem kelimeleri, hem anlamı, hemde mek, taşıdığı yüksek hakikatlerle eşsiz bir mucizedir. 4. Kendisinden yaşça ve bilgice yüksek olanlara hürmet etmek, 5. Anası, babası veya hocasına daha çok hürmetli olmak, Kur'an-ı Kerime karşı görevlerimizi sayar mısınız? a) Her müslüman Kur'anı Allah' ın kelamı olarak 6. Oturanlara sıkıntı verecek hallerden sakınmak, bilmeli, ve tecvid 7. Iki kişi arasına oturmak lazım !!! R kurallarına uygun olarak gelirse, onların iznini istemek, LA Ş I yanlışsiz okumalıdır. 8. Sonradan gelene yer gösterAM L mek, AN A R b) Kur'an abdestli olarak 9. Kendisinden büyük olanların ON S yanında ayak ayak üstüne koymaele alınmalı, Euzu besmele E EN S mak, ile okunmaya 30 başlanmalıdır.Okurken 10. Ev sahibinin, misafiri uğurlaması, mümkünse kıbleye yönelmeli ve son derece 11. Kalabalık içinde iki kişi arasında gizli konuşulmaması, edepli ve saygılı olunmalıdır 12. Esnememek, mecbur olursa eli ile ağzını kapamak, 13. Öksürme veya geğirme ile c) Kur'an temiz yerde çevreyi rahatsız etmemek, tiksinokunmalı. Başka işlerle dirmemek, meşgul olan onu 14. Meclis ve toplantılarda edebe dinlemeyenlerin yanında riayet etmek. ve pis yerlerde okunmamalıdır. Bunları Biliyormusunuz? d) Başkalarının okuduğu Kur'anı saygı ile dinlemelidir. Peygamberimize ilk vahiy hangi tarihte nerede indi ve ilk inen ayetler hangileridir? Peygamberimize ilk vahiy 610 yılında Nur dağındaki e) Kur'an yüksek ve temiz yerlerde bulundurulmalı Hira mağarasında indi .Ilk inen Ayetler Alak suresi- alçak yerlere konulmamalıdır. nin ilk ayetleri idi. Kur'an-ı Kerim'in özelliklerini sayar mısınız? a) Kur'anı Kerim Peygamberimize indiği gibi hiç bir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir. Kıyamete kadarda bozulmadan kalacaktır. b)Kur´an toplu olarak değil, zaman ve hadiselere göre ayetler ve sureler halinde inmiştir. Sayfa 14 MUHACIRUN DERGISI– f) Her müslüman Kur'anın yap dediklerını yapmalı, yapma dediklerinden sakınmalı ve Kur'anın ahlaki ile ahlaklanmalıdır. Kur'an kaç sure ve ayettir, Kur'anda ismi geçen Peygamberlerin isimleri nelerdir? Kur'an 114 Sure ve 6236 Ayettir. YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Basından Seçmeler Türkçe Olimpiyatlarında çok karanlık noktalar Türkiyenin her tarafında Fethullahçıların düzenlediği ve trilyonluk bütçeler kullanılan Türkçe Olimpiyatlarının tanıtımı var. Seçime giren bir siyasi partinin bile yapamadığı propaganda ile caddelere, sokaklara, binalara asılan afişlerle ¤ görmemişin bir oğlu olmuş... dedirtircesine çılgın bir israf ile yapılan bu olimpiyat duyuruları belli ki ¤ iktidar - cemaat ilişkilerinde soğuk rüzgârlar estiği şu günlerde büyük önem taşıyor. Dünyanın her tarafındaki okullarında İngilizceyi eğitim dili olarak kullanan cemaat mensupları ne hikmetse Türkiye içindeki propagandalarında ¤ Türkçe aşığı kesiliyorlar. Sahip oldukları gazete ve televizyonlarda Anayasadan Türk ve Türkçe namına ne varsa kaldırılması yazılar haberler döşeyenler, ¶ Kürtçe ana dille eğitim∙ diye çığlık atanlar her yıl Haziran ayında ¤ Türkçe aşığı kesiliveriyorlar. Elbette bu aşk sahte bir aşk ve tamamen propagandaya yönelik. Daha önce bu köşede yazdığım bir yazımı aynen yayınlıyorum. ¶ Gülenin ABD istihbaratı ile işi ne?∙ başlıklı yazımda şöyle diyorum: ¶ Fethullah Gülene bağlı kişilerin Hocaefendinin kontrolünde açtığı ¤ hizmet okulları ile ilgili çok önemli iddialar gelmeye devam ediyor. Oda TVnin verdiği habere göre, Amerikan iç istihbarat birimi FBI, Hocaefendinin okullarını ¤ ortaklık kurdukları kurumlar arasında sıraladı. FBIın resmi internet sitesinde bu ünlü istihbarat kurumu ¤ ortaklık kurduğu kurumlardan bazılarını şöyle sıraladı: ¶ The Anti-Defamation League, The NAACP The League of United Latin American Citizens (LULAC); The Gulen Institute; The Raindrop Turkish House; The South Asian Chamber of Commerce and The Islamic Society of Greater Houston.∙ Görüldüğü gibi Fethullah Gülen okulları da listede yer alıyor. Bir ülkeye ait istihbarat kurumu bir başka ülkenin ¶ sivil∙ bir kurumunu işbirliği yaptığı kurumlar arasında sayıyorsa bu bir ajanlık faaliyetidir. Türkçe Olimpiyatlarını yapmakla övünen bu okullarla ilgili çok önemli soruları sorma vakti gelmiştir: 1. FBIın kendi sitesinde açıkladığı ¤ bu okullarla işbirliği halindeyiz itirafının doğruluğunu Türk Emniyeti ve adli birimleri araştıracak mıdır? 2. Bir başka ülkenin istihbarat servisi ile böylesine bir birliktelik varsa ne gibi adli takibat yapılacaktır? 3. Bu ilişkinin adı ¶ uluslararası literatürde∙ ajanlık mıdır yoksa başka bir şey midir? 4. Bu istihbarat ilişkisinin cemaate bağlı diğer kurumlara; (gazete, televizyon, dershane v.s) sirayet edip etmediği, FBI ile bağlantının kimler tarafından ve nasıl sağlandığı araştırılacak mıdır? 5. Eğer ortada böylesine ağır bir istihbarat ilişkisi varsa Türkçe Olimpiyatları adlı masalın ¤ bu işbirliğini kamufle etmek için düzenlenip düzenlenmediği araştırılacak mıdır? Daha önce Rusya, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan ve İranda Gülen cemaatine bağlı okulların çeşitli sebeplerden dolayı kapatıldığı biliniyor. Rus hükümeti cemaatin okullarını ABD menfaatine ajanlık yaptıkları gerekçesiyle kapatmıştı. Eski MİT İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş, ¤ İhtilalların ve Anarşinin Yakın Tanığı adlı kitabında ¶ Özbekistandaki Türk okullarında CIA ajanlarının öğretmen maskesiyle görev yaptığını∙ yazmıştı. İyi de haklarında yabancı servislerle bu kadar sıkı fıkı olduklarına dair, ajanlık, istihbarat ilişkisine dair onlarca haber ve vesikanın yayınlandığı bu okulların ¶ dışarı ile ne gibi ilişkisi olduğunu∙ araştıracak tek bir savcı yok mu bu ülkede? FBI, ¶ Ben bu okullarla işbirliği halindeyim∙ diyorsa daha öte ne arıyorsunuz? Yoksa yabancı servislerle işbirliği halinde olmak günümüzün modası oldu da biz mi çok geride kaldık!∙ ————————————————— El Kaide'nin Kürtlerle savaştığı doğru mu? PYD'nin Lideri Salih Müslim PYD ve Nusra arasındaki çatışmalara atfen; “Şu an çatıştığımız cihatçı gruplar bizim bölgemizde İslam emirlikleri kurmak istiyorlar. Şeriat düzeni getirmek istiyorlar.” Diyerek çatışmanın “Radikal İslamcılarla” olduğu mesajını veriyordu. Nusra Cephesi ise PYD’yi Esed’in çıkarları doğrultusunda haSayfa 15 MUHACIRUN DERGISI– reket etmekle ve Suriye Devrimini arkadan vurmakla itham ediyor… Peki, gerçekte Suriye’de PYD sadece Nusra ile mi savaşıyor, YOKSA Irak-Şam İslam Devleti, Özgür Suriye Ordusu'da çatışmaların içerisinde mi?…Bir biriyle savaşan Kürt gruplar var mı?...... Suriye’de Esed’e karşı savaşan küçük gruplara “Ketibe”, onlardan daha büyük gruplara “Liva” en büyük gruplara da “Tecemmü” adı veriliyor…Şuan Esed’e Özgür Ordu dahil olmak üzere Esed’e karşı savaşan insan sayısının 100 binin üzerinde olduğu ifade ediliyor..Her grup ele geçirdiği yerlerde alan hakimiyetini kuruyor ve Halep örneğinde olduğu gibi güçler birleşebiliyor…Çoğu kendi mahkemesini kurmuş ve belediye hizmetleri veriyor Suriye’de şuan “Devle” diye adlandırılan ve Irak-Şam İslam Devleti olarak nitelendirilen yapı Irak El Kaidesi olarak biliniyor. Cephetül Nusra olarak bilinen grup ise Devle’den ayrı olarak yapılanmış ve içerisinde muhacirler dahil olmak üzere bir çok farklı grubu barındırabiliyor. Liva İslam, Ahraru’ş Şam Tugayları, El Fecru’l İslamiyye Hareketi, Et Taliatu’l İslamiyye Cemaati ve El İmanu’l Mukatile,Faruk Tugayları, Liva El Tevhid, Liva El İslam, Selahattin Tugayları, Şam Özgürlük Kartaları, Suriye Kürt İslam Cephesi, PYD, Özgür Ordu gibi bir çok büyük yapı yanında Fatih Sultan Mehmet, Necmettin Erbakan, Selahattin Eyubi gibi bir çok yapıda öne çıkıyor… Bunlar yanında bir çok küçük Ketibe’de Suriye’de varlık gösteriyor. Suriye’de seküler olarak da çarpışan ve İslami düzen için çarpışanların içerisinde bir çok farklı ülkeden insanı görmek mümkün….Bütün bunları Suriye’de Esed’e karşı savaşanları daha iyi anlamak adına yazdım…Şimdi gelelim PYD ve Nusra çatışmasına…Burada ne Nusra sadece Nusra’dan oluşuyor ne de PYD sadece PYD olarak biliniyor. PYD’ye karşı Nusra içerisinde Ahraru’ş Şam başta olmak üzere Allah-u Ekber örgütü, Gureba El Şam, El Faruk, Kürt Ketibeleri, Suriye İslam Cephesi gibi örgütler de Nusra'nın yanında PYD'ye karşı savaşıyor…Peki, Kürtler PYD’ye karşı neden savaşıyorlar, neden itiraz ediyorlar ben de bu soruları Suriye Kürt İslam Cephesi ( Cephetül İslami Kurdi) Lideri Ebu Abdullah’a sordum…Ebu Abdullah’la Suriye’de yaptığımız röportaj sonrası aslında bölgede yaşananlar ve bundan sonra Suriye’si için yaşanacakların ilk ipuçlarını görebilirsiniz… ———————————————Suriye Ordusu Rakka’da El Kaide Komutanlarından Ebu Mücahidle Birlikte 34 Teröristi Öldürdü İslami davet sitesi Suriye kaynaklarına dayanarak verdiği haberde, Suriye ordusu Rakka şehrinde, Hüzeyfe bin yeman birliklerinin komutanlarından Ebu Mücahidle birlikte, 34 teröristi öldürdü. Suriye Ordusu Şam’ın Herasta Bölgesinde El Kaide Komutanlarından Hişam Şulle İle Birlikte 21 Teröristi Öldürdü. Suriye Ordusu Kusayr’da El Kaide Komutanlarından Libyalı Terörist Eymen Busifi İe Birlikte 32 Teröristi Öldürdü. Suriye Ordusu Şam Kırsalında El Kaide Komutanlarından Abdullah Şimaliyle Birlikte 47 Teröristi Öldürdü. Suriye Ordusu Şam’ın Beytu Sahm Bölgesinde El Kaide Komutanlarından Nezzar El Buşiyle Birlikte 38 Teröristi Öldürdü. Suriye Ordusu Şam’ın Duma Kırsalında Aralarında El Kaide Komutanlarından Mahmut Udeyle Birlikte 47 Teröristi Öldürdü. ———————————————- YIL-2/ SAYI– 21 ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013 “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlar ile en güzel şekilde mücadele et! Muhakkak ki Rabhin yolundan sapanları daha iyi bilir ve 0, doğru yolda olanları da en iyi bilendir? (Nahl: 125) TEMEL ESASLAR 1- İnsan dünyaya Allah’a kul olmak üzere gelmiştir. Yani; hayatın manası, yaratılışın gayesi, insan oğlunun başkasına değil, Yaratanına kul olmasıdır. 2- Tevhid akıdesine sahip olması; yani, Allah’ın birliği inancına sahip olması; “Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur...” diyecek ve bu hakikata inanacaktır ve inanmalıdır. 3- Allah’a kul olmanın ölçüsü dindir. 4- Din; Allah tarafından gönderilmiş öyle bir kanundur ki, hayatın her safhasına hükmeder. Yani, insanın bütün söz, fiil ve hareketleri hakkında, başka bir ifade ile; fert, aile, cemiyet ve devletle ilgili ne kadar mesele varsa, hepsi hakkında müeyyide getirmiş ve hükme bağlamıştır. İslam; insanın tuvalete girip çıkmasından tutunda devletin kuruluş ve icraatına kadar; kadınların ayak patırdılarından tutun da devletler arası hukuka kadar müeyyideler koymuş ve hükme bağlamıştır. 5- İslam Dini, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Ademle başlamış, bütün peygamberler tarafından tebliğ edilmiş, ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)le son ve kemal şeklini bulmuştur. 6- Din, başlıca dört bölümden ibarettir: İtikad, ibadet, muamelat (yani; dünya ve devlet işleri...) ve ukubat (yani, ceza işleri...). 7- İslam’da din-devlet ayırımı yoktur. “Din ayrı, devlet ayrıdır” sözü küfür ve kafir sözüdür. 8- İslam’da siyaset vardır. Hatta İslam’ın her hükmü siyasetle ilgilidir... Çünkü: 9- İslam hem din hem devlettir; heın hayat hem nizamdır; hem inanç hem hukuktur; hem merhamet hem cezadır; hem mushaf hem kılıçtır... 10- Devlet, dinin bölünmez bir parçasıdır; dini devletten, devleti dinden ayırırsanız, din devletsiz kalır, devlet de dinsiz olur. 11- Hakimiyyet, yani kanun koyma yetkisi, ِ ِ َِّ ِ إ ِ ِن ا ْلا ْم إdemenin bir parçası olup kayıtsız ve şartsız Allah’ındır ve O’na mahsustur. Buna binaen, “Hakimiyyet kayıtsız ve şartsız milletindir” sözü küfür ve kâfir sözüdür. 12- Kanun koyma yetkisini Allah’tan başkasında görmek demek, onu Allah’ın yerine koymak demektir. Dolayısıyla şirktir, putperestliktir. 13- Müslüman bir milletin devleti müslüman olacaktır. 14- Bir devletin müslüman olması için, anayasası Kur’an olacaktır. 15- Anayasası Kur’an olmayan bir devlet küfür ve kafır devletidir. 16- Şeriat, umumi manada İslam demektir, Kur’an demektir. 17- İslam Dini laik düzenle hağdaşmaz. 18- Bnnları söylemiyenler Allah’ın lanetine uğrarlar. 19- Bu on sekiz maddeden herhangi birine itiraz edenlerden, makam ve mevkileri ne olursa olsun laf istemeyiz, yazılı cevap isteriz. İşte, günümüzün tebliğ mevzuları bunlardır. Her müslüman bunları ezberliyecek veya fotokopisini yapıp dağıtacak ve tebliğ edecektir. Bu, başta hocalar olmak üzere, her müslümanın vazifesidir.