Jürgen Habermas

advertisement
JURGEN HABERMAS
Frankfurt Okulunun son kuşağı olarak nitelenen Jürgen Habermas, Eleştirel
Kuramı günümüz itibariyle son noktasına taşımış, Kamusal Alan, İletişimsel Eylem
gibi kavramlarla sosyoloji ve felsefe disiplinlerine önemli katkılarda bulunmuştur.
Habermas’ın çalışmaları ‘Eleştirel Kuram’ adı altında nitelenen Frankfurt
Okulunun birinci kuşağını temsil eden görüşlerden farklı görüşlere de sahiptir.
Habermas üzerine yapılan bu çalışmada, ayrıntılarına inilmeksizin Frankfurt Okulu ya
da Eleştirel Kuramın temelde ne söylediği, Habermas’ın Okulun birinci kuşağına
nazaran ortaya koyduğu farklılığın ne olduğu, “İletişimsel Eylem” ve “Kamusal Alan”
kavramları hem hermeneutik gelenek hem de eleştirel yapıbozum yaklaşımlarını
birlikte kullanmasına rağmen Postmodernizm aktörlerinden ayrılan yanlarına
değinmek, böylelikle tamamıyla olmasa da düşünceleri ve özellikle teknolojiye ilişkin
görüşlerini anlayabilmek amaçlanmaktadır. Çalışmanın son kısmı ise ilk kısma konu
olan düşüncelerin kısa bir değerlendirilmesine ayrılacaktır.
ELEŞTİREL KURAM
Kellner (2005), ‘eleştirel kuram’ teriminin farklı tarihsel bağlamlarda birçok
anlamlar aldığını; tarih, edebiyat ve daha geniş olarak kültürel çalışmalar olmak üzere
beşeri bilimlerin çeşitli alanlarında kullanımından; Frankfurt Okulunun çalışmalarının
tanımlamasından;
Fransa’dan
yükselen
yapısalcılık,
post-yapısalcılık
ve
postmodernizm gibi akımlarla ilişkilendirilebilecek yeni üretilen söylemlerin (eleştirel
kuramın) kapsamsal konseptinde yer alabileceği ve son olarak da kadınlar,
eşcinseller ile renk karşıtı insan gruplarınca 1970’lerden sonra geliştirilen özel
eleştirel kuramlardan söz edilebileceğini belirtmektedir.
Bu çalışmada, eleştirel
kurama, Frankfurt Okulunun çalışmaları bağlamında değinilecektir.
Eleştirel Kuram, Almanya’da Hitlerin yükselişi sonrasında ABD’ye göç eden
Franfurt’taki Sosyal Araştırmalar Enstitüsünün üyelerinin (Max Horkheimer-Direktör,
Theodor Adorno, Erich Fromm, Leo Lowenthal, Herbert Marcuse, ve daha uzaktan,
Karl Korsch ile Walter Benjamin) görüşlerini temsil eder tarzda kullanıldı
(Billings,2000). Frankfurt Okulunun kuruluşunda, Carl Grünberg Enstitünün ilk
yöneticisi olarak yaptığı açış konuşmasında, Marksizmin açık yandaşlarından
olduğunu ve sorunları çözümlemede anahtar yöntem olarak Marksist yöntemin
kullanılacağını açıkça belirtmektedir (Slater, 1998). Frankfurt Okulu, 1920’lerin
siyasal ve kuramsal gereksinimlerini Marksçılık ile uyumlaştırmaya girişen bir dizi
1
toplum eleştirmeni ve aydının oluşturduğu düşünce okulu (Güçlü ve diğerleri, 2002)
olarak tanımlandığında da, kuruluş temelinde Marksizm düşüncesinin olduğu
görülecektir. Okulun dört ayrı dönem1 halinde ele alınabileceğini belirten Bottomore,
(1997) 1970’lerde başlayan dördüncü dönemin Okulun Marksizm’den radikal olarak
koptuğunu belirtmekte ve bu kopuşu vurgulamak adına, Jay’in tabiriyle “Marksizmin
dalları arasında sayılma hakkına ihanet etmiş”
yakıştırmasına çalışmasında yer
vermektedir. Marksizm-eleştirel kuram ilişkisinde: Eleştirel kuramın Marksizm’den
kopuş içinde olduğu (Slater2, 1998; Bottomore3, 1997; Sim4, 2006) belirtilmekte ya da
anlaşılmaktadır.
Okul, kuruluş yıllarında çevrelendiği tarihsel koşullardan etkilenmiştir. Avrupada
sol kanatın yenilgileri ve faşizmin yükselmesi, Rusya’da Stalinizme dönen komünizm,
kapitalist sistemde ortaya çıkan yeni iktisadi ve siyasal eğilimler Okulun
kuruluşundaki temel çevresel koşullar olarak sayılabilir (Vikipedi,2007). Okulun
amacının, sayılan bu koşullar altında yeni bir toplumsal eleştirel teorinin kurulması
olduğu belirtilse de Okul Düşünürlerinin çeşitli çalışmaları tek bir eleştirel kuramdan
ziyade hem dönemsel hem de bireysel olarak farklılıklar arz etmektedir.
Max Horkheimer’ın enstitünün başına geçtiği 1930’lu yıllarda çalışmalar felsefe ve
sosyal kuramın bir sentezi niteliğinde, sosyoloji, psikoloji, kültürel çalışmalar ve politik
ekonominin bir bileşimi şeklinde tanımlanabilir. Bu aşamada geliştirilen kuramlar:
monopol kapitalizm, yeni endüstriyel devlet, teknoloji ve dev şirketlerin monopol
kapitalizmdeki rolü, çağdaş toplumların yeniden üretiminde kitle kültürü ve iletişimin
anahtar rolleri, demokrasi ve bireyin düşüşü olarak sayılabilir (Kellner, 2005). İkinci
1923-1933 (I.Dönem)- İlk yöneticisi Carl Grünberg zamanında, Enstitü çalışmalarının büyük bir kısmı AustroMarksistlerin bakış açılarıyla yakından ilişkili olarak güçlü bir ampirik karaktere sahipti. 1933-1950 (II. Sürgün
Dönemi)- Yeni-Hegelci eleştirel kuramın ayırt edici fikirlerinin ortaya konulduğu, Tarih ve Ekonomiden çok
Felsefenin önde gelen bir yer işgal ettiği dönem. 1950 (III. Dönem Frankfurt’a dönüş)- Okul’un düşünsel ve
siyasal olarak en büyük etkiye sahip olduğu, Marcuse’un, Marksist eleştirel düşüncenin yeni biçiminin başta
gelen temsilcisi olarak görüldüğü dönem. 1970 (IV. Dönem) Yukarıda belirtildiği üzere Horkheimer ve
Adorno’nun ölümleri sonrasında çökmeye yüz tutmuş, Marksizmden radikal bir biçimde ayrılmıştır (Bottomore,
1997).
2
Slater, Ortodoks Marksistler ve Leninistlerce Eleştirel Kuramın revizyonizm ve eklektizmle suçlandığını (ya da
iftira sayılabilecek Marksist etiketinden kurtarılmaya çalışıldığını) belirttikten sonra, ayrıntılı bir çözümlemeyle
1930’ların ve 1940’ların başlarını, Frankfurt Okulunun, tarihsel materyalizmin yorumlanması ve bütünlük
kazanmasına büyük katkıda bulunduğunu işaret etmekte ve yine de Marksist düşünce için merkezi önemi olan
praksis bağı ile ilişki kurmayı başaramadığına kitabında değinmektedir (Slater, 1998).
3
Bottomore, Marksizm’den kopuşu; Frankfurt Okulu düşünürlerinin tarihi çözümlemelere girişmeyerek tarihi
yadsımaları, ekonomik çözümlemeleri de bilmezlikten gelmeleri ve Marksizm’den en açık kopuşun ise bir sınıf
olarak işçi sınıfının ortadan kalkışı ya da çöküşü teması ile Marksın bütün öğretisinin sembolü olan sınıf
kavramının dışında kalmalarında görür (Bottomore, 1997).
4
Eleştirel teorisyenler, ekonomik belirlenimciliğin ve tarihsel materyalizmin inandırıcı bütüncül bir eleştiri
sağlamadığını kabul ederler ve bunun yerine, toplumsal koşullara yansıyan nesnel ve öznel olanla yapı ve fail
arasındaki ilişkiye vurgu yaparlar (Sim, 2006).
1
2
Dünya Savaşı yıllarında savaş baskıları nedeniyle dağılan enstitü çalışanları,
çalışmalarına ABD’de (Leo Lowenthal, Marcuse, Neumann ve diğerleri faşizm
karşısında olması nedeniyle Amerikan hükümeti için çalışırken, Adorno ve
Horkheimer Kaliforniya’da “Aydınlanmanın Diyalektiği 5” isimli ortak yapıtları üzerinde
çalıştılar) devam ettiler (Kellner, 2005). Adorno ve Horkheimer’ın senaryosu: Bilim ve
teknoloji yıkım ve ölüme neden olan korkunç silahlar yaratmıştır; kültür, endüstri (kitle
üretim endüstrisi) kültürünün metalaştırılmış ürünleri haline gelmiştir; demokrasi
kitlelerin despot ve demogog yöneticiler seçtiği faşizme dönüşmüştür. Bu kötümser
bakış açısında: Bireyler kendilerine zulüm eder hale gelmiş, kendi bastırıcı inançlarını
yaratırken isteklerinden vazgeçmiş ve kendilerini savaş ve işin araçları olmaya terk
etmişlerdir (Kellner, 2005). Savaş sonrası Lowenthal ve Marcuse ABD’de kalırken;
Adorno, Horkheimer, ve Friedrich Pollock Frankfurt’a enstitüyü yenide kurmak üzere
dönerler. O dönemdeki çalışmaları sayesinde etkili entelektüel bir akım haline gelirler.
Okul, o dönemde çoklu disipliner sosyal araştırmalar ve kendileri tarafından
geliştirilmiş olan ‘eleştirel kuram’ ile karakterize edilir. Diğer sosyal kuramlarla çok sık
olarak yöntemsel ve belirgin tartışmalar, kuramlara daha ampirik ve nicel yaklaşımı
nedeniyle pozitivizm eleştirisi ve daha tasavvura açık ve eleştirel olan kendi
kuramlarını savunmaları bu döneme ilişkin gelişmeler olmuştur.
“İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim” çalışmasında Habermas (2004), Marcuse’un
Weber eleştirisinden yola çıkarak Marcuse’un konuya ilişkin fikirlerini çözümler. Bu
anlamda Marcuse’un düşüncelerinin bu çalışma açısından ayrı bir önem taşıdığı
değerlendirilmektedir. Marcuse’un ilk çabaları, Fenomenoloji ve Marksizmi birleştirme
yönünde oldu. Marcuse ve Frankfurt Okulunun diğer üyeleri için Nazizmin
irrasyonelliği harekete geçmede kışkırtıcı (Faşizme karşı Amerikan Hükümeti için
çalıştığı da göz önüne alınırsa. Kellner, 2005) olmuştur. Karakterin oluşumu
hakkındaki çalışmalarında6 proletaryanın sömürücü bir kapitalist topluma olan
sadakatini açıklamaya girişti. Toplum, baskıcı rejimler altında hayatta kalmak için
gerekli olabilecek davranışları farkında olmaksızın tekrar etmekte ve bu yüzden
proletarya baskıcı olmayan bir toplumun olanaklarının avantajını kaybetmektedir. En
meşhur yapıtı olan (One-Dimensional Man (1964)) Tek Boyutlu İnsan’da, Marcuse,
çağdaş kapitalizm ve Sovyet Komünizminin eleştirisini sosyal baskının yeni
Çağdaş dünyada akıl ve aydınlanmanın tersine döndüğü, hakikat ve özgürlüğün araçları olma sözü alınanların
(akıl ve aydınlanma) tahakkümün araçları olduğu temasını işlemektedir.
6
Us ve Devrim 1941 (Hegel ve Marksa bir giriş), Eros ve Medeniyet 1955 (Freud’un düşüncelerini geliştirdiği)
5
3
biçimlerinin yükselişi bağlamında yapmıştır (wikipedia-One Dimensional Man, 2007).
Batılı toplumların yorumlanmasında tek boyutluluğu yakıştırmakta: tek, çünkü hayatı
konforlu hale getirmek suretiyle baskı ya da daha çok korku nedeniyle eleştiriye izin
vermiyorlar.
Frankfurt Okulu toplumsal yaşamın her alanı üzerinde kapitalizmin artan gücü ile
toplumun kontrolünün yeni biçimlerinin çözümlendiği “(the totally administered
society) tümden yönetilen toplum,” ya da “(one-dimensional society) tek boyutlu
toplum” olarak adlandırılan eleştirel kuramlarıyla ağılıklı olarak bilinir.
JÜRGEN HABERMAS (1929- )
Habermas, 18 Haziran 1929'da Düsseldorf'da doğdu. Berlin ve Frankfurt
üniversitelerinde
Üniversitesi'nden
iktisat,
felsefe
hukuk
ve
doktorası
felsefe
öğrenimi
aldı.
1961–1964
gördü.
1954'te
arasında
Berlin
Heidelberg
Üniversitesi'nde felsefe profesörlüğü, 1964–1971 arasında ise Frankfurt Üniversitesi'
nde felsefe ve sosyoloji profesörlüğü yaptı. (Felsefe Ekibi, 2007). 1971-1981
yıllarında Starnberg'deki, bilim-teknik dünyasının yaşam koşullarını araştıran Max
Planck Enstitüsü'nün müdürlüğünü yaptı. 1981'de Berkeley Üniversitesi'nde konuk
profesör olarak bulundu. 1982 yılında Frankfurt Üniversitesi'ne profesör olarak geri
döndü. 1994 yılında buradan emekli oldu ve Northwestern University'de konuk
profesör olarak seminerler verdi (Wikipedia-Habermas, 2007).
Başlıca Eserleri: Strukturwandel der Öffentlichkeit (1962, "Kamusal Alanın
Yapısal Dönüşümü"); Erkenntnis und Interesse (1968, "Bilgi ve İlgi"); Technik und
Wissenschaft als 'Ideologie' (1968, "İdeoloji" Olarak Teknik ve Bilim); Zur Logik der
Sozialwissenschaften (1970, "Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine"); Theorie der
Gesellschaft oder Sozialtechnologie. Was leistet die Systemforschung? (Niklas
Luhmann'la birlikte, 1971, "Toplum Kuramı ya da Sosyal Teknoloji. Sistem
Araştırması Neye Yarar?"); Zur Rekonstruktion des histo- rischen Materialismus
(1976,
"Tarihsel
Materyalizmin
Yeniden
İnşası
Üzerine");
Theorie
des
kommunikativen Handelns (1981, "İletişimsel Eylem Kuramı"); Der philosophische
Diskurs der Moderne (1985, "Modernin Felsefî Söylemi"); Die nachholende
Revolution (1990, "Arkadan Yetişen Devrim"); Faktizität und Geltung (1992, "Olgular
ve Normlar"). (Vikipedi,2007).
4
Jürgen Habermas, geliştirdiği "İletişimsel Eylem Kuramı" ile toplum kuramı
alanında
oldukça
yankı
uyandırmış,
özellikle
iletişim
felsefesi
alanındaki
düşünceleriyle üstfelsefe tartışmalarına önemli bir açılım kazandırmış Frankfurt
Okulu'nun en önemli son kuşak felsefecisi, Alman toplum kuramcısı ve eleştirmenidir.
(Güçlü ve diğerleri, 2002). Adı çok büyük ölçüde modern kamu alanı düşüncesi
doğrultusunda temellendirdiği "kamusallık" ile "özgür kamusal ussallık" anlayışlarıyla
öne çıkmasına karşın, Habermas, iletişim kuramı, biçimsel olmayan uslamlama, etik,
toplum bilimlerinin temelleri ve yöntembilgisi gibi alabildiğine değişik alanlara son
derece önemli katkılarda bulunmuştur (Güçlü ve diğerleri, 2002). Habermas, her ne
kadar 1956–1959 yılları arasında Adorno’nun asistanı olarak çalışmışsa da ancak
1980’lerden itibaren kendi eserlerinin erken ‘eleştirel teorisyenler’ kuşağının
eserleriyle (dolaylı) ilişkisinin sistematik bir açıklamasını ortaya koymuştur (Sim,
2006). Sim’e (2006) göre pek çok kişi Habermas’ı, Max Weber’den sonra en önemli
sosyolog ya da toplum teorisyeni olarak görür.
Habermas’ın düşüncelerine rasyonellik, bilimin nötrlüğü, araçsal akıl, kamusal
alan, iletişimsel eylem gibi kavramlar bağlamında yaklaşmak ve bu kapsamda ideoloji
kavramını bir başlangıç olarak ele almanın uygun olacağı değerlendirilmektedir.
İDEOLOJİ, TEKNİK VE BİLİM
İdeoloji kavramı için sosyal bilimler tarihinde herkes tarafından kabul edilebilir
bir tanım olmadığı, bunun sebebinin ise kavramın birbiriyle çelişebilen birçok
anlamının olması gösterilmektedir (Aydoğdu, 2005). Tarih içinde bütün bu çelişkili
anlamlar yanında Marksist bir tanım, ideoloji için hatalı düşünceler birliği, yanlış bilinç
demektedir (Vikipedi,2007; Aydoğdu, 2005). Hatalı bu düşünceler birliği normalde
doğal bir görüntü verir ve işlevselliği ile bir grubun ilgisine hizmet eder. Modernizmin
ussallığı sayesinde üretilen bilimin, ortaya koyduğu toplum yapısı ve her alanda
neden olduğu gelişmeler dikkate alındığında sanayii temel kabul eden iktisadi bir
sistemi dayanak aldığı belirtilebilir. Oysa ki bilim nötr olmalı ve metalaşmaya karşı
korunmalıdır. Böylelikle bilimin yıkımı ve dolayısıyla topluma yönelik yıkıcılığı belki de
engellenebilir. Ancak bilimin ta kendisi, yöntemleri ve kavramları ile başlı başına bir
ideoloji ise ortada savunulacak bir bilim de kalmamaktadır. Marcuse, “bilim ve
tekniğin kendisinin devrimcileştirilmesi olmadan bir özgürleşme düşünülemez” derken
bu duruma işaret etmektedir (Habermas, 2004). Bilimin yıkımdan korunması,
5
metalaşmasının önüne geçilmesinden ziyade farklı bir bilim anlayışının tercih
edilmesi fikrine Frankfurt Okulunun
7düşüncelerinde
muhtemelen sıkça rastlanır.
Habermas, (2004) bu anlayışın Marx’ın Paris Elyazmaları‘nda ortaya çıktığını
belirtmektedir. Dolayısıyla egemen ideolojinin eleştirilmesi, yıkılması amacını güden
birinin alacağı pozisyon muhtemelen egemen bilim anlayışı dışında bulunmayı
gerektirmektedir.8 Frankfurt Okulunun bu kapsamda eleştirilerini temelde yönelttiği
olgular araçsal akıl ve aydınlanmanın getirdiği sınırlılıklardır. Bilimin üretim sürecinde
artan oranda kullanılması ile doğaya yönelik bilimsel-teknik bir eğilime sahip
olunması, toplumun artan oranda rasyonelleşmesi; böylelikle yalnızca bilimsel bilginin
değerli kabul edilmesi ve rasyonelliğin yegâne biçiminin teknik rasyonalite olarak
kabul edilmesi (Wikipedia-Positivism, 2007) şeklinde tanımlanabilecek ideoloji,
pozitivizm ideolojisi olarak adlandırılabilir. Pozitivist bilim anlayışının ideoloji olarak
nitelenmesi, daha önce verilen ‘ideoloji’ tanımı ile birlikte düşünüldüğünde, bizi,
pozitivizme dayalı bilimin nötr olmadığı nitelemesine götürecektir.
Marcuse (1964), ‘One Dimensional Man’ adlı eserinde; bilim mutlak olarak
insan ve doğanın sömürücü bakış açısına bağlıdır demektedir. Bilim araçsal eyleme
yönelik bir ilgiyi, doğanın teknik olarak manipülasyonu ve kontrolünde, konseptleri ve
metodlarının içine bina etmiştir. Kendi cümleleriyle ifade edilirse: “Doğanın bilimi,
doğayı potansiyel olarak araçsallaştırıcı, örgütün ve kontrol etmenin bir nesnesi
(aracı) olarak projeleyen teknolojik bir apriori (önkabul) altında gelişir” (Marcuse,
1964). Pozitivizm ideolojisi doğrultusunda Marcuse’un görüşü: Bu bilim anlayışının
doğayı maniple ve kontrol etmeye dönük olduğu, sosyal bilimlerin pozitivist bir
anlayışla yürütülmesinin bu kez insanı nesneleştirdiğidir9. Marcuse bu aşamada
pozitivist bilim anlayışının bilimin alabileceği yegane form olmadığını, insan ve
doğanın özgürleşmesi için yeni bir bilim anlayışına ihtiyaç duyulduğu sonucuna varır.
Aydınlanma ve onun benimsediği bilim, öldürücülüğü yüksek silahlar, savaşlar,
Yazarın notu: Aslında, Frankfurt Okulu daha önce de belirtildiği üzere Marksist düşünce temelli kurulmakla
beraber, Marksizmi hem pozitivizm hem de materyalizm bakış açılarından kurtarma amacında olmuştur
(Frankfurt Okulu ya da eleştirel kuram ile ilgili çeşitli kaynaklara bakınız). Bu durum egemen bilim anlayışının
eleştirilmesi amacında olanlar için kendi içinde bir tutarlılık sergilese gerek. Çünkü egemen ideolojiyi ağırlıklı
olarak pozitivist ve materyalist (kavram ve yöntemler, anlayış) yönleri açısından eleştirecekseniz kendinizi de bu
yüklerden kurtarmak durumundasınızdır.
8
Yazarın notu: Kuşkusuz Marksist temelli böyle bir perspektifin benimsenmesi bir takım ön kabulleri de
beraberinde getirmektedir: Determinist anlayışçı tarihsel materyalizmin işlediği, insanın özünde iyi olduğu, yere
zamana göre değişmeyen evrensel değerlerin var olduğu vb.
9
Teknolojik apriori, doğanın dönüştürülmesi insanın dönüştürülmesiyle sonuçlandığı ve ‘insanların ortaya
koyduğu yaratılar’ toplumsal bir bütünden çıktıkları ve ona geri döndükleri ölçüde, politik bir apriori’dir
(Habermas, 2004).
7
6
sömürü ve bunlara boyun eğen insanlar yaratmıştır. Habermas (2004) bu sonucu
şöyle betimler: “Sonuç olarak Marcuse yalnızca başka bir teori oluşumunu değil,
ilkesel olarak farklı bir bilim metodolojisini gözünde canlandırıyor”. Marcuse’un
argümanları tamamıyla olmasa da Habermas için de geçerlidir. Mevcut bilim anlayışı
doğayı maniple ve kontrol etme amacındadır, bu bilim anlayışının sosyal bilimlere
uyarlanması insanı kontrol edilebilir hale getirmektedir; ancak bilimin alabileceği
yegâne biçimin bu olmadığı, özgürleşme için yeni bir bilim anlayışına ihtiyaç
duyulduğu sonuçları Habermas için geçerli değildir. Habermas, “İletişimsel Eylem
Kuramı” adlı eserinde, temelde tek yönlü ussallaştırma sürecinin sonucu olarak
modem toplumun karşılaştığı çeşitli siyasal, ekonomik ve kültürel bunalımların
kökenlerini ortaya koymaktadır (Güçlü ve diğerleri, 2002).
İLETİŞİMSEL EYLEM
Doğanın araçsal maniple edilmesindeki ilgi tarihsel olarak özel değildir. Doğa
üzerindeki araçsal eylem –çalışma ya da işgücü- insan durumunun (koşulunun) bir
parçasıdır.10 Habermas, teknik ilgi (amaç-rasyonel) yanında başka ilgiler11de
tanımlar. Ve bu tanımlamadan sonra şuna vurgu yapar: İnsan durumunun bir parçası
olan teknik ilgi (teknik ilgi doğaldır) evrensel
olduğundan, başka ilgilerle
ilişkilendirilebilecek başka bir yeni bilimin olabileceğini farz etmek için bir neden
yoktur. Doğa bakımından açıklayıcı ve kontrol edici kişisel ilgiyi kullanırız, toplum
bakımından da üç ilgi de geçerlidir ancak bu üçü arasında doğru dengeyi bulmak için
mücadele edilmelidir (Skirbekk, 2006). Habermas burada insan-doğa ilişkisinin başka
bir şekilde zaten kurulamayacağını belirtmektedir.
Dolayısıyla teknolojinin nötrlüğü konusunda “İdeoloji Olarak Teknik ve
Bilimden” şu alıntı yapılabilir:
“Yine de, teknolojik evrenin makine parkının, politik amaçlar
karşısında kayıtsız olduğu konusunda diretilebilir — o bir toplumu
yalnızca hızlandırabilir ya da yavaşlatabilir. Bir elektronik hesap
makinesi kapitalist bir rejime olduğu gibi sosyalist bir rejime de hizmet
edebilir; bir siklotron hem bir savaş partisi hem de bir barış partisi için
iyi bir gereç olabilir.”
Doğa bakımından, rasyonelliğimiz kontrolü elinde tutar. Ve böyle de olması gerekir, çünkü teknik kavrayışsal
çıkar vazgeçilmezdir. Habermas bunda suçlamaya değer bir şey görmez (Skirbekk, 2006).
11
Teknik kişisel ilgi: uygulamalı bilimlerin ve doğayı kontrol eden teknolojinin gelişimini gözlemek; Pratik
kişisel ilgi: ortak eylem ve sosyal etkileşim; Özgürleştirici kişisel ilgi: eleştirel düşünerek kendini ideolojik
bağlardan kurtarma ihtiyacı (Skirbekk, 2006).
10
7
Habermas,
açıklamalarla
yöntemsel
sonuçlanacak
olarak:
Doğa
bakımından
kuramsal-çıkarımcı
sadece
araştırmayı;
Sosyal
nedensel
olgular
bakımından hem kuramsal-çıkarımcı araştırmayı hem de hermönetik araştırmayı
(anlayışçı sosyolojiyi) yürütebileceğimizi; tarihsel-eleştirel bakış açısından ise
iletişimci rasyonellik, iletişimci eyleme
12sahip
olduğumuzu belirtmektedir (Skirbekk,
2006).
Kısacası, Habermas, pozitivist bilim anlayışının olumsuz etkilerini kabul
etmekle birlikte, insanın özgürleşimi için yeni bir bilim anlayışına gerek olmadığını,
amaç-rasyonel eylemin doğaya dönük olarak kaçınılmaz olduğunu bunun da gayet
doğal olduğunu, yalnızca bu bilim anlayışını alanının dışına taşırmamak gerektiğini,
insan bilimleri, siyaset ya da toplumun diğer alanlarında pratik ve özgürleştirici kişisel
ilgiye yer verilmesi gerektiğini belirtmektedir. Habermas, sorunu teknokrat bilincin
13her
yeri sarmasında görmektedir.
Modernleşme sürecindeki farklılaşmanın iki alan arasında köklü gerilimlere yol
açtığını belirten Habermas bu alanlardan birini “sistem” (Ekonomik ve siyasi alanlarsürekli artan bilimsel ve teknolojik hakimiyet biçiminde gelen ilerleme) diğerini ise
“yaşam dünyaları” (daha gelişmiş bu iletişimci rasyonellik mahiyetinde kendi yaşam
dünyamızda da bir yeterlilik üretiriz) olarak tanımlamaktadır (Skirbekk, 2006).
Habermas, insanın doğa-toplum arasında ayrım yapmayı öğrendiğini, dolayısıyla
(burada bizlerin pozitivizm kıskacında olmadan düşünebildiğimiz, bilebildiğimiz iddiası
var) nedensel ilişkilere dair bilgi edinerek etkileyeceğimiz şeylerle (doğa) iletişim
kurup azarlayabileceğimiz şeyler (toplum) arasında da ayrım yapabildiğimizi
belirtmektedir (Skirbekk, 2006).
Habermas için bir insan eylemi olarak iletişim, insan eylemlerinin özünü
oluşturacak derecede ön plandadır, hatta bu durum Marksist anlayışça ihmale 14
uğramıştır (Güçlü ve diğerleri, 2002). Bottomore, (1997) Habermas’ın Marksist
düşünceyi çok daha açık ve düşündürücü biçimde başlangıç noktası olarak aldığını
ve amacının Marksist teorinin aşılmasında değil, yeniden inşasında bulduğunu
Bu, Habermasın, özünde kontrol edici olmayan ve karşılıklı anlamaya işaret eden bir rasyonellik türü
olduğunu göstermeye çalıştığı anlamına gelir(Skirbekk, 2006).
13
Habemas, "siyasetin bilimselleştirilmesi"ni, çağdaş toplumlarda giderek arttığını gözlemlediği "teknokrat
bilinç"i kesin bir dille eleştirmiştir. Habermas'a göre teknokrasinin her yeri sarması kaçınılamayacak bir durum
olmamasına karşın, kuram ile pratik arasındaki, pratik bilgelik (phronesis) ile teknik beceriler (tekhne) arasındaki
klasik ayrımın korunamamış olması böyle bir sonucu doğurmuştur (Güçlü ve diğerleri, 2002).
14
“Marxçı kuram Habermas'ın bakış açısına göre insan eylemlerini salt üretim paradigması içinde kalarak
kavramsallaştırmadaki ısrarı nedeniyle insan eylemlerinin özünü oluşturan iletişim boyutunu görememiş; buna
bağlı olarak da yanlış çıkarım mantıklarına dayalı yanlış sonuçlara varmıştır.” (Güçlü ve diğerleri, 2002).
12
8
belirtmektedir. Esgin’in, (2005) Tucker’den (1998) aktardığına göre, Marksizme bu
nedenle eleştiri getiren Habermas’ın eleştirileri daha sonra, onun, pozitivizm
kapsamındaki belirlemelerine ve iletişimsel eylem teorisine bir çerçeve oluşturacaktır.
İletişimsel eylem ile araçsal eylem arasında kesin bir ayrıma15 giden
Habermas’ın bu ayrımını belirleyen temel nitelik amaçlılık gibi görünmektedir. Araçsal
eylemin amacında etkililik teknik süreçler ile sorgulanabilen o bildik iktisadi akla
çıkarken, iletişimsel eylemde bir konu üzerine uzlaşmaya varmak, uzlaşabilme
sürecinde emek gösterebilmektir söz konusu olan. Teknik kişisel ilgiyi gerektirmeyen
normatif problemlerin çözümlenmesinde tarafların karşılıklı olarak tartışmaları ve
böylelikle probleme ilişkin üzerinde anlaşılabilen bir çözüme varılabileceği, ilke olarak
mantıki yoldan bu çözümlere ulaşabilecek kapasitede olduğumuz iddiası Skirbekk’e
(2006) göre başkaca bir takım iddialar taşımaktadır:
Bu, nomatif sorunlar için
evrensel olarak geçerli yanıtlar olduğuna dair görüşün bir türüdür, hem ahlaki
göreceliği hem de ahlaki doğmacılığı hedef alır.
Fikir ya da duruş noktasından ziyade kişiler arası tartışmanın önemli olduğu,
dolayısıyla tartışmaya tabi olarak ortaya konulan daha iyi bir iddiayı kabul etme
olgunluğunu göstermek ve bu bağlamda usulü esas almak gerektiğini belirten
Skirbekk’e (2006) göre yanılgıya mahkûm mahlûklar olarak elimizde olan tek16
yaklaşım budur. Aslında bu yaklaşımda kesin sonuç güvence altına alınmamıştır.
Yani sonuçta bir en iyiye ulaşma imkanı kesin gözükmemektedir, ancak başka da
altermatif bulunmamaktadır.
Habermas’a göre etkileşimi ifade eden iletişimsel eylem, sembollerle sağlanan
eyleme karşılık gelmekte ve karşılıklı olarak beklenti içinde olan en az iki eyleyici
özne tarafından anlaşılmış ve kabul edilmiş zorunlu geçerli normlara uymaktadır
(Esgin, 2005). Skirbekk’e (2006) göre, bireylerin bu karşılıklı tanımasında gerekli olan
normatif unsur “Eşitliktir”, yani bencil ve ben merkezli yanıtlara karşı bir kısıtlama söz
konusudur. Daha da ötesi bir evrensellik gerekliliği vardır. Çünkü geçerli argümanlar
herkes için geçerli olmalıdır. Bu noktada dilin önemi yeniden ortaya çıkmaktadır. Dil,
bir yandan bir tahakküm vasıtası iken bir yandan da içerisinde örtük biçimde evrensel
Ben, Weber’in “rasyonelleştirme” dediği şeyi yeniden formüle etmek, Parson’un Weber’le paylaştığı öznel
bakışı aşmak ve başka bir kategorik çerçeve önermek istiyorum. Çalışma ve Etkileşim arasındaki kökten
farklılıktan yola çıkıyorum.“Çalışma” veya amaç-rasyonel eylemden ya araçsal eylemi ya rasyonel seçimi ya da
bu ikisinin bir kombinasyonunu anlıyorum (Habermas, 2004).
16
Mantıklı aydınlar arasındaki aydın ve kamusal tartışma: ona göre yanılgıya açık olan bu süreç sahip
olduğumuz tek şeydir. Bunun alternatifi artık güvenilir bulmadığımız temel metafizik gerçeklere ya da rasyonel
olarak temel bir katiyetçiliğe müracaattır (Skirbekk, 2006).
15
9
olarak geçerli bir iletişim kuramı ve pragmatiğine olanak sağlamaktadır (Göka ve
diğerleri,1999).
Skirbekk, (2006) Habermas’ın bu kuramını “sorunlu ama güçlü kuram” olarak
tanımlar: Güçlü, çünkü yanıtından kaçınılması zordur: “Eğer aynı fikirde değilsek
buna karşı tartışmalıyız. Ancak bu durumda da reddetmek istediğimiz şeyin tuzağına
düşeriz. Aynı fikirde olmayanlar Habermas’tan daha iyi argümanlara sahip olduğunu
göstermek zorundalar. Tartışmacı mantık kaçınılmaz bir kaderi temsil eder. Daima
tartışmak zorunda değiliz. Ancak belirsizlik ya da anlaşmazlık durumlarının çoğunda
son temyiz mahkemesi olarak usule yönelik ve düşünceye dayalı bir rasyonelliğe
başvurmalıyız.”
KAMUSAL ALAN
Aydınlanmanın
temelinde
yer
aldığını
düşündüğü
“Kamusal
Alan”,
Habermas’ın çalışmalarına fazlasıyla konu olmuştur. Kamusal Alan, öyle bir alan ki;
bireylerin özgürce bir araya gelebildiği, düşüncelerini tartıştığı, fikirlerin kişilerden
daha görünür olduğu sosyal alanlardı. 18. yy Fransa’sında politik sorunların akılcı
tartışıldığı, burjuva kültürünün, kahvehaneler, entelektüel ve edebiyat salonları ve
yazılı basın gibi merkezler etrafında geliştiği yerler birer kamusal alandı ve
parlamenter demokrasi böylelikle mümkün olabilmişti (Vkipedi-Jürgen Habermas,
2007). Aydınlanmanın değerlerinin oluşması ve ilerletilebilmesine kaynaklık eden
olgu bu idi. Habermas, aydınlanmaya kaynaklık eden o günün kamusal alanını
bugünün sosyal alanlarında aramıştır. Günümüz şartlarında yasalar tarafından
güvence altına alınmış, temel işlevi yönetsel devlet eliyle uygulamaya konulan siyasal
iktidarı sınırlamak olan bir kamusal alandan bahsedilebilmektedir. Ancak bu kamusal
alan aynı zamanda iktidarı meşrulaştıran bir işlev görmenin yanı sıra oldukça sınırlı17
bir yaşam oluşturmaktadır (Güçlü ve diğerleri, 2002). Günümüzün kamusal alanının,
aydınlanma sırasında oluşan tarihsel burjuva kamusal alanı ile belki de en benzer
yanı yazgılarıydı18. Devletten ayrı, yeterince özgür düşünebilen, diğer bir ifadeyle
Kuram düzeyinde "düşünen kamu" tasarımı gerek tutucularca gerekse ilericilerce kuşkuyla karşılanmış olsa da
liberal kuramda kamusal alanın savunulması kısıtlı bir dizi doğal siyasal hakkın ya da yurttaşlık haklarının
biçimsel teminatından ileri gitmemekteydi (Güçlü ve diğerleri, 2002). Tarihsel bir görüngü olarak burjuva
kamusal alanı da eş derecede talihsiz bir yazgının kurbanı olmuştur.
18
Habermas, XIX. yüzyılın ikinci yansında "sivil toplumun yeniden feodalleşmesi" diye adlandırdığı saptama
doğrultusunda "sivil toplumun ticarileşmesini, siyasal ya da siyasal olmayan otoritenin bürokratikleşmesini, en
önemlisi de kitle iletişim araçlarını yönlendirip güdümleyen propaganda güçlerini büyüteç altına almaktadır.
"Yeniden siyasallaşmış alan", burjuva kamusal alanının, tüketime yönlendirilmiş bir toplumun, yarışmaya dayalı
17
10
iktidar-kamusal alan ayrımın belirginliğini korumadığı19 her ikisinin kendisine has
sınırlarından bahsetmenin mümkün olmadığı bir durumla karşı karşıya bulunmak söz
konusuydu.
Güçlü ve diğerleri (2002), Habermas’ın “Olgular ile Normlar Arasında”
(Faktizitat und Geltung, 1992) adlı kitabındaki oldukça iyimser bir notta, karmaşık,
çoğulcu toplumlarda demokrasi20 umuduna geri döndüğünü belirtmektedir.
Habermas, Avrupa kamusal alanındaki laiklik ve dinle ilgili görüşlerini ise,
2004’de Geçiş Zamanı makalesinde şöyle belirtir: “Hıristiyanlık ya da başka hiçbir
şey, özgürlük, vicdan, insan hakları ve demokrasi gibi Batı uygarlığının ölçülerinin
kurucu kuvveti değildir.” Ayrıca “bizim Yahudi-Hıristiyan köklerimizi daha açıkça kabul
etmek yalnızca entelektüel anlayışımızı bozmaz, olanaksız da kılar” der (VikipediJürgen Habermas, 2007).
Bazı önemli akademisyenler Habermas’ın kamusal alan görüşüyle ilgili çeşitli
eleştiriler yapmışlardır. Thompson (Vikipedi-Jürgen Habermas, 2007), Habermas’ın
kamusal alan görüşünün, kitlesel-medya iletişimlerindeki katlanarak büyümeden
dolayı modasının geçtiğini savunur. Schudson, daha genelde tartışır ve ona göre
kamusal alan saf akılcı bağımsız tartışmanın hiçbir zaman var olmadığı bir yerdir
(Vikipedi-Jürgen Habermas, 2007).
Demirovic, (2003) kamusallık kavramının özgürleştirici potansiyelinin normatif
demokrasi kuramlarında iddia edilenin aksine çok az olduğunu belirtmekte, kamusal
tartışma sürecinin ampirik olarak gözden geçirildiğinde, kamusal alanın protesto
hareketleriyle zamanla genişlediği tezinin dayanağı olmadığına değinmektedir.
bir siyasetin zorunlu toplumsal koşulu olan devlet ile toplum arasındaki ayrımı kemirmektedir (Güçlü ve
diğerleri, 2002).
19
Zorlayıcı eğilimler halk yaşamının gitgide daha geniş sahalarını akılcılaştırmaktadır, bunları etkililik ve
denetimin genelleştirici mantığına indirgemektedir. Rutin politik partiler ve çıkar gurupları katılımcı
demokrasinin yerini almakta, toplum gitgide artan oranda yurttaşların girdilerinden uzak düzlemlerde
yönetilmektedir. Sonuç olarak, halk (kamusal) ile özel, birey ile toplum, sistem ile yaşam dünyası arasındaki
sınırlar bozuklaşmaktadır (Vikipedi-Jürgen Habermas, 2007).
20
Habermas kamusal alanın yeniden canlandırılması konusunda iyimserdir. Ulus-devleti etnik ve kültürel
benzerlikler temelinde aşmakta olan politik toplumun, eşit haklar ve yükümlülüklü yurttaşların yasal koruma
donatılı olması halinde, yeni dönemdeki geleceği için ümitlidir. Demokrasinin bu değişkenlikli kuramı
(discursive theory of democracy) öyle bir toplum gerektirir ki birlikte politik istem belirleyebilsin ve bunu
yasama sistemi düzeyinde uygulayabilsin. Bu politik sistem eylemci bir kamusal alan gerektirir, burada ortak
çıkar sorunları ve siyasi konular tartışılabilir, ve kamuoyunun gücü karar verme sürecini etkileyebilir (VikipediKamusal Alan, 2007).
11
Thornton’nun (1996) “Does Internet Create Democracy?” başlıklı tez
çalışmasında, İnternetin sağladığı olanakların katılımcı demokraside bir artışa neden
olup olmayacağı ile kamusal alanın yeniden doğmasına yol açıp açamayacağı
araştırılmış. Sonuçta, kamusal alanın sınırlı yeniden doğmasında İnternetin imkânlar
sunduğunu, bu yeni imkânların ayrıcalıklı gruplara sınırlandığını, en azından kamusal
alan etkinliklerinde mütevazı düzeyde de olsa bir artışa neden olduğunu
belirtmektedir. Thornton, (1996) teknolojinin daha da ucuzlamasının, ulaşılabilirliğinin
artması, kullanımının kolaylaşması, toplumun diğer alanlarına yayılmasını sağladığını
belirtmektedir. Bu bağlamda eğer İnternet, orta gelir gruplarına, düşük gelir gruplarına
ve kadınlara doğru bir genişleme sağlarsa daha büyük bir katılıma ilişkin gerçek bir
imkân, demokratik iletişim ve kamusal alanın doğru bir şekilde yeniden yaratılmasını
sağlayabilir (Thornton, 1996).
POSTMODERNİZM VE HABERMAS
Okul, daha postmodernizm'in çok öncesinde, düşün dünyasına tüm postmodern
tezlere kaynaklık edecek tohumlar atmıştır (Vikipedi,2007). 1980’lerin sonu ve
1990’ların başında hem postmodernistlerin hem de eleştirel kuramcıların çeşitli ortak
mutabakatları olmasına rağmen kuramcılar ayrık kuramları karşıt kuramlar gibi
algılayan pozisyonlar almaya başladılar (Billings, 2000). Billings, (2000) her iki
kuramın da aydınlanma düşüncesinin iddialarını eleştirdiği, bilgi ve bilincin tarih ve
kültür ile şekillendiği anlayışına sahip olduğunu, bilginin oluşturulmasına üst-disipliner
bir yaklaşım getirerek disipliner sınırlara saldırdıklarını; buna rağmen her iki kuramın
farklı yanlarını vurgulamaya dönük olarak kutuplaşmanın işlediği ve bu ikisinin
birbirini tamamlayabileceği farkındalığının sınırlı kaldığını belirtmektedir. Eleştirel
kuram yarı otonom sosyal sistemleri (sermaye, bilim ve teknoloji, devlet, ve aile)
egemenliğin bir matrisi içerisinde birbiriyle bağlantılı olarak anlamaya çalıştığından
post-yapısalcılar, bunu hala aydınlanmanın geleneğinden kalmış, toplumu bir bütün
olarak anlamaya çalışan bir “büyük teori” olmakla suçlarlar (Billings, 2000).
Sim,
(2006)
Habermas'ın
Postmodern
Kültür'deki
(Postmodern
Culture)
"Modernite: Tamamlanmamış Bir Proje" ("Modernity: An Incomplete Project") başlıklı
makalesinin,
açıkça
kendisinin
"portmodernizm"
reddiyesine
işaret
ettiğini
belirtmektedir. Modernitenin, iddia edildiği gibi, çıkış amacına uygun sonuçlara
12
varamamış olması bu amaçların gerçekleştirilemeyecek olmasından ziyade 21 henüz
bu amaçlara ulaşılamamış22 olmasındandır.
Habermas’a
göre,
Nietzsche'den
Foucault'ya,
Lyotard'dan
Demrrida'ya
postmodern düşünceyi bina edenlerin çok büyük bir bölümü, insanı dünya üzerindeki
diğer nesneler gibi ya da kavranması mümkün olmayan çok üst bir özne gibi görerek
o yerin dibine soktukları modern bilinç felsefesinden kurtulamamışlardır23.
Diğer taraftan Lyotard’ın, büyük anlatıların sonu hakkında bir büyük anlatı
anlatarak, kendi postmodernizm açıklamasında temel bir çelişki ortaya koyduğunu
belirtir: artık büyük anlatılara inanılmıyorsa, o zaman Lyotard'ın kendi açıklamasını
kabul etmek için hangi temeller varolabilir? (Sim, 2006).
Sübjektivitenin sosyal etkileşim (örneğin intersübjektivite) yolu ile oluştuğunu
kuramsallaştıran Habermas, sosyal öznenin ego-merkezli olduğu görüşüne sahip
olan Horkheimer ve Adorno’dan ayrılır. Postmodernistlere göre, aklı kurtarma
kapasitesi, eleştirel kendine dönüşlükle (Adorno, Horkheimer) olsun ya da normatif
bir
düzene
müracaat
eden
iletişimsel
eylem
(Habermas)
biçimiyle
olsun
sübjektivitenin yanlış anlaşılmasına (yarı transandantal) yol açar (Billings,2000)
Habermas'a gore, bütün rasyonel iletişimin amacı, ne yapılması gerektiği
konusunda uzlaşıma varmaktır. Bütün iletişimsel eylemde örtük kurallara uymamakla,
diyalog hakkını kaybederim. Postmodernizm, bu projenin (modernizm) sona erdiğini
vurgulayarak, basitçe bu oyunu oynamıyor (Sim, 2006).
Habermas ve Eğitim
Habermas’ın kuram ve düşüncelerinin eğitime ilişkin olarak ele alındığı
çalışmalara
rastlamak
pek
mümkün
olmamışsa
da,
Connelly’in
(1996)
“Interpretations of Jurgen Habermas in adult education writings” adlı çalışmasına
burada kısaca değinmek uygun bulunmuştur. Connelly, Habermas’ın daha iyi
anlaşılması gerketiği düşüncesindedir. Mezirow, Habermasın ortaya koyduğu
eylemlerimizi etkileyen üç bilgi-kurucu bilişsel ilginin (teknik-pratik-özgürleştirici) farklı
“Geç modernitede karşılaşılan sorunu, modernite süresince, bilgi (bilim), pratik yaşam (politika) ve sanatsal
pratikler alanında giderek artan bir soyutlama ve uzmanlaşmanın evrimiyle "yaşam dünyasının parçalanması"
olarak teşhis etmek suretiyle Habermas, ilerlemeyi bir bütün olarak insan soyunun ideal yararına yönelten
Aydınlanma projesini yeniden-canlandırmayı önerir “(Sim, 2006).
22
“Modernliğin henüz bütün olanaklarının tam anlamıyla araştırılmadığı düşüncesi temelinde, "bitmemiş bir
tasarı" olarak gördüğü modernliğin tüketildiği sanılan ama gerçekte el değmemiş biçimde araştırılmayı bekleyen
olanaklarının yeniden tartışılması gerektiğini savunmaktadır.” (Güçlü ve diğerleri, 2002)
23
Habermas, bu durumdan kurtulmanın olanaklı tek yolunun öznelliğin bilinç felsefesinden kurtularak her
zaman için "öznelerarasındalık" doğrultusunda yol alan iletişimsel eylem paradigması olduğunu ili sürmektedir
(Güçlü ve diğerleri, 2002).
21
13
öğrenme modları içeriyor olarak görülebileceğini belirtmektedir, bunlar sırasıyla:
göreve ilişkin yeterlilik, kişiler arası anlama için öğrenme, perspektif dönüştürmek için
öğrenme (Connelly, 1996). Mezirow, batı toplumunda birinci ilgiye ait araçsal
varsayımların bir dominantlığı olduğunu ve bu dominantlığa karşı mücadele etmeye
olanak tanıyacak alanın ise üçüncü ilgi olduğu konusunda Habermas’a katılmaktadır
(Connelly, 1996). Perspektif dönüştürme konsepti özgürleştirici işlevleri üstlenecektir.
Her ne kadar aralarında kuramsal ve metodolojik farklılıklar olsa da bu noktada
Habermas’ın “özgürleştirici eylem” dediği şey ile Freire’nin (conscientization)
vicdanileştirmesi aynı kapıya çıkmaktadır (Connelly, 1996).
.
DEĞERLENDİRME
Modernleşme sonrası, insanlık, vahşi kapitalizm, yükselen faşizm, dünya
çapında savaşlar ve doğanın katledilmesi gibi son derece olumsuz ve kuşkusuz
eleştiriye layık gerçeklerle karşı karşıya kaldı. Skirbekk (2006), felsefe tarihini
anlattığı kitabının son bölümünde modernliğin eleştirisine değinmiş. Moderniteye
ilişkin eleştirel görüşlerin Heidegger, Arent, Habermas, Gadamer, Derrida, Focault
ve Rotry tarafından ortaya konulan yeniye ait görüşler olarak algılanmaması
gerektiği, bu eleştirilerin Rousseau, Burke, Marx, Freud, Nietzsche, Durkheim ve
Weber’e dek uzandığını belirtmektedir. Bu eleştiriciler arasında aydınlanmanın temel
kavramlarının bir kısmına karşı olanlardan tutun da Marcuse gibi aydınlanmanın bilim
anlayışının tamamen değiştirilmesi sonucuna varanlara rastlamak mümkündür.
Eleştiri, aydınlanmanın tümüne ya da bir kısmına yönelik olsun fark etmez, insanlığa
yön veren bir düşünce ya da bir çağ kuşkusuz eleştirilecek bir şeyleri daima
içerisinde barındıracaktır. Eğer eleştiren çevreler, kusursuz bir düşünce akımının
peşindeler ise zaten bu arayışları anlamlı değildir. Ancak yapılmakta olan, bir
hastalığın iyileştirilmesinde kullanılan ilacın bu işlevi yanında olumsuz bazı yan
etkilerinin de olduğunu vurgulamak benzetmesiyle uyuşuyorsa buna da diyecek bir
şey yoktur.
Açıkçası iyileşmenin yolunun bu olduğunu ya da zamanla her şeyin daha iyiye
gideceğini azımsanmayacak sayıda insanın düşündüğü iddia edilebilir. Belki de bu
iddia insanların edinmiş olduğu ve edinmeye devam ettikleri tarih bilgisine
dayandırılabilir. Açıklamak gerekirse: “Yeni eskiden daha iyi durumdadır.” basit
mantığı öne sürülebilir. Birinci dünya savaşı yıllarında ya da daha öncesinde,
14
başkaları nedeniyle ya da yönetimin sıradan bir buyruğuyla hayatınızı kaybetmeniz
ya da basit bir hastalık nedeniyle erken yaşta ölmeniz ki, o devirlerde yaşam süresi
bugünden daha kısa olsa gerek, son derece muhtemeldi. (Hayatta kalmanın mucize
olduğu
dönemlerden
bahsediyorum.)
Genç
yaşta
frengiden
kaybedilen
düşünürlerden tutun da diş ağrısından bile ölen olmuştur. Kısacası, bugünün
dünyasına yönelik söylenebilecek olumsuzlukların daha fazlası muhtemelen geçmişin
dünyası için söylenebilir. İtiraf etmek gerekir ki, zaman geçtikçe daha iyiye gidileceği
inancı her ne kadar zaman çizgisinde bir iyileşme ifade etse de herhangi bir zaman
kesitinin kendisinden önce ya da sonraki bir zaman kesiti ile kıyaslanmasını
gerektiren o tekdüze ussallaştırmadan başka bir değil (Diğer bir ifadeyle, bu durumun
rasyonel bir seçim24 olduğunu savunuyorum.). Ancak, Habermas’ın da belirttiği üzere
bu nevi bir ussallaştırma biraz da kaçınılmazlık içeriyor gibi-neredeyse evrensel
diyeceğim, ama demiyorum. Habermas’ın bazı ifadelerinde doğayla iletişimsel eylem
kurulamayacağı, araçsal eylemin belli sınırlar dâhilinde kaçınılmazlığı belirtilirken
ağaca bir şey söyleseniz aynı yöntemle yanıt alamazsınız, size geri konuşmaz
benzeri sözlere rastlamak mümkündür. Bu sözlerde, doğayı manipüle etmemeyi
sağlayacak başka bir ilgi türünün insanın doğa ile etkileşiminde var olamayacağı
iddiasının bir nevi açıklaması var gibidir. Kısacası doğa ile başka yolla bir etkileşime
giremezsiniz iddiasıdır bu. Araçsal aklın kaçınılmazlığını kabul etmekle birlikte bu
kaçınılmazlık durumunu evrensel ya da değişmeyen bir nitelikte algılamadığımı
belirtme nedenim, insanlığın (bazı çevrelerce ideoloji olarak nitelenen) bilim ve
teknolojideki
gelişmesinin,
doğa-insan
etkileşimini
insan-insan
etkileşimine
benzetebileceğine olası gözle bakmamdandır.
Eğitim süreci lisans düzeyiyle noktalanmış olan insanlara, Marx’tan belki de
daha öncesinden başlayan ve hala devam etmekte olan eleştirel paradigmadan söz
ettiğinizde ve somut örnekler vermeye kalktığınızda sizi tamamen olmasa da kısmen
onaylayacağından eminim. Bu onaylamadan sonra karşılaşacağınız ilk sual: “Öyleyse
ne öneriyorlar?” sorusu olacaktır. Bu basitçe, ortada olan beğenilmiyorsa ortaya ne
koyulduğunu soran bir sorudur. Bu örnekte de alternatifleri kıyaslamak niyetinde olan
o tekdüze ussallaştırma ortaya çıkmıştır. Kamu kurum ve kuruluşları, medya ve her
Ben, Weber’in “rasyonelleştirme” dediği şeyi yeniden formüle etmek, Parson’un Weber’le paylaştığı öznel
bakışı aşmak ve başka bir kategorik çerçeve önermek istiyorum. Çalışma ve Etkileşim arasındaki kökten
farklılıktan yola çıkıyorum.“Çalışma” veya amaç-rasyonel eylemden ya araçsal eylemi ya rasyonel seçimi ya da
bu ikisinin bir kombinasyonunu anlıyorum (Habermas, 2004).
24
15
türlü çeşitliliğiyle (ürün, finansal işlem vb.) piyasalar insanı öylesine meşgul eder hale
gelmiştir ki bireyin içinde kesinlikle var olduğuna inandığım pratik ya da eleştirel
ilgilerin dışarıya çıkmasını engellemektedir. Bu açıklamalar bağlamında tarihsel
iyileşme iddiasını fazlasıyla desteklediğini düşündüğüm modernleşme döneminin
Habermas tarafından tutulmasının olumlu bir yaklaşım olduğu düşüncesindeyim.
Ancak burada Habermas’tan farklı olarak modernleşmenin son derece başarılı bir
proje olduğunu ve bu bağlamda tamamlandığını ancak daha da iyi sonuçlar için
yeniden canlandırılmasında bir sakınca olmadığını da eklemeliyim.
16
KAYNAKÇA
Aydoğdu, E. İdeoloji. Kavram Sözlüğü, Söylem ve Gerçek. Editör: Fikret Başkaya.
Maki Basın Yayın.2005
Billings
D. B.,P. Jennıngs. Encyclopedia of Sociology. Second Edition. Edgar F.
Borgatta Editor-in-Chief. 2000
Bottomore, T. Frankfurt Okulu. Çeviren: Ahmet Çiğdem, Vadi Yayınları. 1997.
Connelly, B. Interpretations of Jurgen Habermas in adult education writings. Studies
in
the
Education
of
Adults;
Oct96,
Vol.
28
Issue
2,
p241,
12phttp://search.ebscohost.com/login.aspx?direct=true&db=aph&AN=9612040407&s
ite=ehost-live. 22.04.2007 Tarihinde ulaşıldı.
Demirovic, A. Hegemonya ve Sivil Toplum: Kamusallık Kavramı Üzerine Eleştiri-ötesi
Düsünceler. Praksis. Sayı:10, 2003
Esgin, A. Anthony Giddens Sosyolojisi Anı Yayıncılık Ankara, 2005
Felsefe Ekibi, http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=1290, 22.04.2007
Tarihinde ulaşıldı.
Göka, E., A. Topçuoğlu, Y.Aktay. Önce Söz Vardı yorumsamacılık Üzerine Bir
Deneme. Vadi Yayınları. Ankara, 1999.
Güçlü,A., E. Uzun, S.Uzun, Ü.H.Yolsal. Felsefe Sözlüğü. Bilim ve Sanat Yayınları
2002.
Habermas, J. İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim çeviren: Mustafa Tüzel, İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları. 5. Baskı. 2004.
Kellner D. Critical Theory. New Dictionary Of The History Of Ideas. Maryanne Cline
Horowitz, editor in chief, 2005
17
Marcuse H. One Dimensional Man. http://www.marxists.org/reference/archive
/marcuse/ works/one-dimensional-man/ch06.htm. 22.04.2007 Tarihinde ulaşıldı.
Sim, S. Postmodern Düşüncenin Eleştirel Sözlüğü. Çeviren: Mukadder Erkan, Ali
Utku. Ebabil Yayınları. 2006
Skirbekk, G., N.Gilje. Antik Yunandan Modern Döneme Felsefe Tarihi.
Kesit
Yayınları. 2006
Slater, P. Frankfurt Okulu. Çeviren: Ahmet Özden, Kabalcı Yayınları. 1998.
Thornton A. Does Internet Create Democracy? MA Journalism, University of
Technology, Sydney,
1996.
http://www.zipworld.com.au/~athornto/. 13.05.2007
Tarihinde ulaşıldı.
Tucker, K. Anthony Giddens and Modern Social Theory. Sage, London,1998.
Vikipedi. Jürgen Habermas. http://tr.wikipedia.org/wiki/J%C3%BCrgen_Habermas.
22.04.2007 Tarihinde ulaşıldı.
Wikipedia . One Dimensional Man . wikipedia.org/wiki/One-Dimensional_Man.
22.04.2007 Tarihinde ulaşıldı.
Vikipedi. İdeoloji. http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0deoloji. 22.04.2007 Tarihinde
ulaşıldı.
Wikipedia. Positivism. http://en.wikipedia.org/wiki/Positivism. 22.04.2007 Tarihinde
ulaşıldı.
18
Download