Osmanlı Dönemi Demokrasi Hareketleri 19.Yüzyılda Osmanlı Devlet Yapısı 18. ve 19. Yüzyıl Taşra Yönetimine Genel Bir Bakış: Osmanlı İmparatorluğu artık kuruluş ve yükseliş devirlerindeki sağlıklı ve düzenli durumunu kaybetmiştir. Kuruluşundaki sağlam temellere dayalı kurumlar, yanlarına yenilerinin de eklenmesi ve bazı değişikliklerle devam etmekte ise de, merkezi otorite zayıflamış, yolsuzluk, rüşvet her yeri sarmıştır. Gerek idarî yönetimde, gerekse askerî sistemde (timarlı sipahiler-yeniçeriler) bozukluklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Taşradaki halk, ağır vergi yükleri, yerel yöneticilerin zulmü, eşkıyaların talanları sonucunda perişan olmuş, yerini-yurdunu terk eder hale gelmiştir. Vergiler geride kalan halkın omuzlarına yüklenmiştir. II. Mahmut Döneminde Taşradaki Merkeziyetçilik Politikası Osmanlı Devleti'nin taşra yönetimi, beylerbeylik ve sancak teşkilâtına göre kurulmuştu. Buraları, padişah kararı üzerine atanan beylerbeyi ve sancakbeyi olan kimseler yönetiyordu. Âyân konumundaki kimseler için eşrâf ve derebeyi gibi deyimler de kullanıldı. Âyân konumundaki Hıristiyanların ileri gelenlerine ise ülkenin değişik yerlerinde daha çok kocabaşı ve çorbacı denilmekte idi. Osmanlı Devleti'nde merkezî devlet yapı ve yönetiminin zayıflamaya başlamasıyla taşrada âyân, kendi bölgelerinin padişahı gibi yaklaşık olarak 150 yıllık güçlü âyânlar dönemi yaşandı. Klasik dönemde âyânların nüfuzu, bulundukları yerleşim merkezinin dışına taşmazdı. Merkezî otoritenin zayıflaması yanında, maliyede iltizam ve malikâne sistemlerinin uygulanması ile âyânlık dönemine zemin hazırlandı ve bu döneme geçildi. Âyânlık dönemi, XVII. yüzyılın son yirmi yılı içinde başladı ve 1839'da Tanzimat'ın ilânıyla sona erdi. Tanzimat reformları ile eyaletlerin adı değişti, vilâyet oldu. Sancaklar liva adını alarak vilâyetin alt birimi halinde örgütlendirildi. Nizamname; vilâyeti sancaklara, sancakları kazalara, kazaları da köylere ayırıyordu. Nahiye statüsü nizamnamede açıkça belirtilmemiş sadece idarî bir birim olarak geçmiştir. İdare-i Vilâyet Nizamnamesi ilk defa; Tuna Vilâyeti'nde (bugünkü Bulgaristan) uygulandı. Kısa bir süre sonra, benzeri bir uygulamaya geçildi. Uygulama sonuçlarının başarılı oluşu, 1871 yılında Nizamnâme’nin çıkartılmasına ve yeni düzenin yaygın biçimde uygulanmasına fırsat verdi. XIX. yüzyıl boyunca bu düzenin yürürlükte kaldığını görüyoruz. 1913’e kadar geçerliliğini korumuştur. II. Mahmud döneminde, Tanzimat’a zemin hazırlayacak önemli değişikliklerden biri, bürokratik uzmanlaşma doğrultusundaki yapılanmadır. Dahiliyye, Hariciyye, Maliye, Evkaf-i Hümayun, Divan-ı Deavi gibi nezaretlerle; Meclis-i Hass-ı Vükela, Meclis-i Ali-i Umumi, Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliyye gibi meclisler bu çerçevede zikredilebilir. II. Mahmud döneminde, III. Selim zamanına kadar uygulanan Meşveret Meclisi’nden farklı olarak kurulan Dar-ı Şura-yı Babıali (hükümet şurası), Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliyye, Dar-ı Şura-yı Askeriyye meclisleri, Osmanlı devlet geleneğinde yeni oluşumlardı. Bunlar gördükleri işlevlerle, hem Sultan’ın otoritesinin nispeten sınırlandırılmasını, hem İlmiyye’nin görev alanlarının daralmasını hem de devlet kurumlarında ilmi ve dini yeterliliği olmayan yeni bürokrat kalemin etkin olmasını beraberinde getirmişlerdir. Bu meclislerden ilki, merkezi hükümet organı ile; ikincisi adalet organları ile; üçüncüsü ise ordu ile ilgili yeni kurallar koymak için kurulmuşlardır. Bunlardan özellikle Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliyye, Osmanlı’nın bütün önemli işlerinin konuşma ve düzenleme merkezi olup, gerekli kanun tasarılarını ve nizamnamelerini hazırlamak, devlet adamlarıyla ilgili davalara bakmak, devlet ve milletin işlerini görüşmek amacıyla kurulmuştur. TANZİMAT FERMANINDAN SONRA OSMANLI Tanzimat, Doğu ile Batı'nın düşünce-hukuk ve uygarlıklarını birleştiren, farklı kültürleri bir araya getiren yeni bir dönemin adıdır. Hükümdar, kendi kendisini sınırlamayı kabul etmiştir. Bu metinle, hükümdar ve onun adına hareket edenler bir dereceye kadar sınırlanmakta ise de, tam bir hukuk devleti meydana getirecek mahiyet ve güçte değildir. Bu fermanla; halkın can ve mal, ırz ve namus güvenliği sağlanacak,vergi toplama yöntemi düzeltilecek, askerlik süreli olacak, kimse açık veya gizli öldürülmeyecek, cezaları mahkemeler tespit edecek, müsadere yöntemi kaldırılacak, yeni yasalar çıkarılacak, siyaseten katl ve keyfi öldürmeler kaldırılacak, Meclis-i Ahkam-ı Adliye yasa tasarısı hazırlayacak padişahın onaması ile bu kanun olacaktır. Padişah, bu ilkelere aykırı davranmayacak, herkes kurullarda fikrini açıkça söyleyecektir. Tanzimat Fermanı anayasal gelişmemizin başlangıcıdır. Tanzimat Fermanı hukuk devleti olma yolundaki ilk manifesto olup, laik uygulamaya da adım atılmıştır. TANZİMAT’IN TAMAMLAYICISI OLARAK ISLAHAT FERMANI Ferman, Tanzimat Fermanı'nın eki değil, farklı özelliklere sahip, Müslüman olmayan Osmanlı halkına yirmi ana konuda yeni haklar getiren özelliklere sahiptir. Tanzimat Fermanı'nın yeterli görülmemesi nedeni ile, yabancı devletler tarafından hazırlanıp, Babıali tarafından tasdik edilmiş bir metindir. 18 Şubat 1856 tarihinde "Islahat Fermanı" adı ile Sultan Abdülmecid tarafından yayınlanmıştır. Tanzimat Fermanı ile Islahat Fermanı arasındaki fark; Müslüman olan-olmayan ayrımın kaldırılması ve yargılamada ayrıcalık verilmesidir. Yararları yanında riskli yanları da olmuştur. Avrupa'nın büyük devletleri Islahat Fermanı'ndan sonraki özellikle 20 yıl içerisinde (1856-1876) Osmanlı'nın iç işlerine daha çok müdahale etmişlerdir. Ferman ile; azınlıklara can, mal ve namus emniyeti, azınlık din adamlarına Müslüman din adamlarına benzer statü verilmiştir. din özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, memur olma hakkı; onurlarının kırılmaması hakkı, askeri ve sivil okullara alınma hakkı, her cemaatin okul açabilme hakkı, vergide eşitlik, mahkeme, tutuklama, gereksiz tutuklanmama hakkı (adil yargılanma hakkı), eziyet ve işkencenin olmaması, kendi davalarına kendilerinin bakması hakkı; askerlikte eşitlik hakkı sağlanacaktır. MECELLE Osmanlı Devleti’nde modern usulde bir medenî kanuna ihtiyaç duyulduğuna dair tartışmalar Paris Kongresi’nden sonra başlamıştır. Fransız Medenî Kanunu’nun küçük değişikliklerle benimsenmesine yönelik çalışmalara, Ahmet Cevdet Paşa ve taraftarları, medenî hukuk alanında Müslümanlar için Hıristiyan kanunlarının alınmayacağını belirterek buna şiddetle karşı çıkmışlardır. Cevdet Paşa’nın da içinde bulunduğu ve bir aralık başkanlığını yaptığı Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye Cemiyeti kuruldu. Cemiyet’in 1868-1876 yılları arasındaki çalışmaları sonucunda Mecelle hazırlanmıştır. 1876 ANAYASASI VE ÖNEMİ Sultan Abdülaziz 30 Mayıs 1876’da hal edildi. Yerine veliaht Murat Efendi, tahta geçirildi. 5. Murat kısa bir süre sonra delirdi. Veliaht Abdülhamit, Mithat Paşa’ya haber göndererek Kanun-u Esasî’yi ilân edeceği konusunda söz vererek tahta geçirilmesini istedi. 31 Ağustos 1876’da Beşinci Murat hal edildi ve yerine İkinci Abdülhamit geçirildi. Abdülhamit söz verdiği üzere Kanun-u Esasî’yi 23 Aralık 1876 günü bir ferman ile ilan etmiştir. Kanun-u Esasî, Padişah tarafından atanan “Cemiyet-i Mahsusa” isimli bir kurul tarafından hazırlanmıştır. Bu kurulun başkanı Server Paşadır. Cemiyet-i Mahsusa Mithat Paşanın ve Sait Paşa’nın hazırladığı önceki taslaklardan ve yabancı anayasalardan (Belçika, Polonya, Prusya) da yararlanarak Kanun-i Esasînin tasarısını hazırladı. Tasarı Mithat Paşanın başkanlığındaki Heyet-i Vükelâdan geçti. Neticede Padişah tarafından ilân edildi. Görüldüğü gibi Kanun-u Esasî, halkı temsil eden bir kurucu meclis tarafından hazırlanmamıştır. Kanun-u Esasînin kabulü için bir kurucu referandum da yapılmamıştır. Kanun-u Esasî, hukukî olarak Padişahın tek yanlı bir işleminden doğmuştur. Kanun-u Esasî hukukî biçimi itibarıyla “ferman” dır. YENİLEŞME SÜRECİNDE OSMANLI ORDUSU Tanzimat Öncesi Düzenlemeler III. Selim Dönemi'nde Ordu Geleneksel bir anlayışla varlığını sürdürmekte olan Yeniçeri Ocağı’nı ıslah etmeye yönelik Girişimler, çağa uygun bir yapılanma girişimlerinin ilk önemli başlangıcı "Nizam-ı Cedit" askeri birliklerinin kurulmasıdır. Yeni birliklerin giderlerini karşılamak amacıyla İrad-i Cedit Hazinesi kurulmuştur. Anadolu ve Rumeli'nin birçok kentinde Nizam-i Cedit kışlaları yapılarak birlikler oluşturulmuş, halk gönüllü olarak katkıda bulunmuş, asker yazılmak için birbiriyle yarışmıştır. Özellikle araç gereç sağlanması, kışla yapımı, fişek imali gibi işlerde artış olmuş, ticaret ve ekonomi bu vesileyle de olsa canlanmıştır. Kabakçı İsyanı sonucu Padişah'ın tahttan indirilmesi ve öldürülmesi , bu olumlu girişimin de sonu olmuştur. İstanbul'daki Nizam-i Cedit birlikleri dağıtılmış, taşradaki kışlalar yıktırılarak tarihe gömülmüştür. II. Mahmud'un Askeri Alanda Yaptığı Yenilikler Mustafa Paşa'nın kısa süren sadrazamlığı sırasında Nizam-ı Cedit örneğinde "Sekban-ı Cedit" birliği oluşturulmuşsa da kısa süre sonra çıkan isyan sonucunda Bayraktar yenik düşerek öldürülmüş, oluşturduğu birlikler de dağıtılmıştır. Yeniçeri Ocağı merkezde ve taşrada tek egemen askeri güç olarak varlığını sürdürmüştür. II. Mahmud'un direktifiyle Yeniçerilere eğitim yaptırılmasının yanı sıra "Eşkinci" adıyla yeni birliklerin kurulması kararlaştırıldı. Yeniçeriler bu kararlara karşı çıkmakta gecikmediler. Et Meydanı'nda toplanarak kendilerine önerilen talimi kafir işi olduğu için kabul etmediklerini ilan ettiler. II. Mahmut bu kez kamuoyunu ve ulemayı da yanına alarak Yeniçeri Ocağını kaldırma kararını aldırtmış ve ayaklanma bastırılmıştı. Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adı altında yeni bir ordu kurulmuştur. Redif Askeri Teşkilatının Kuruluşu Asakir-i Mansure, İstanbul'da kurulmuş, merkezi, düzenli, sürekli bir ordu idi. Eyalet ve sancak merkezlerinde sürekli asker bulundurmak, sefer esnasında bunlardan yararlanmak lazım idi. Halktan toplanacak erler belirli sürelerle kent merkezlerinde eğitim gördükten sonra işlerinin başına dönecekler, başka bir grup onların yerini alacaktı. Böylece hem ziraat ve ticaret işlerinde aksama olamayacak hem de kent merkezlerinde güvenliği sağlayacak, nöbet tutacak, gerektiğinde sefere katılabilecek hazır asker bulundurulmuş olacaktı. Redif giderlerini karşılamak amacıyla Redif-i Mansure adıyla yeni bir hazine kuruldu. Deniz Kuvvetleri Önceki devirlere kıyasla Tanzimat Dönemi'nde önemli düzenlemeler yapılmıştır. Navarin felaketiyle donanmasını kaybeden Osmanlı, deniz kuvvetlerini düzene koyma gereğini duymuştu. Deniz kuvvetlerindeki subayların rütbeleri, yaptıkları görev karşılığı olarak sırasıyla; Kaptan-ı Derya, Tersane Emini, Tersane Kethüdası bulunmaktaydı. Sultan Abdülaziz Dönemi'nde (1861-1876) donanmada önemli gelişmeler olmuş zırhlı gemilerden büyük bir filo oluşturulduğu gibi çağın gerektirdiği teknik personelin yetiştirilmesine, deniz fabrikaları ve tezgahlarının geliştirilmesine büyük önem verilmiştir. I. MEŞRUTİYET’İN İLANI II. Abdülhamid siyasal bir manevrayla 23 Aralık 1876'da Kanun-i Esasi’yi ilan etti. Böylece meşruti yönetime geçilmiş oluyordu. Devletin ileri gelenlerinden çok uzun zamandan beri kurulmasını istedikleri en önemli organ olan parlamento (Meclis-i Umumi), güçlü bir kurum olarak ortaya çıkarılmamış, tamamen Sultanın iradesine itaat ve hizmet eden bir organ olarak oluşturulmuştu. Sultan tarafından atanan İleri Gelenler Meclisi (Meclis-i Ayan) ile belediye kurulları tarafından seçilen Temsilciler Meclisinden (Meclis-i Mebusan) oluşan Parlamento, Avrupa parlamentolarına tanınmış olan haklardan ve dokunulmazlıklarından yararlanabilecekti, fakat onların gücüne kesinlikle kavuşamayacaktı. Genel olarak Meclis-i Mebusan, Tanzimat’ın ortaya çıkardığı eyaletlerdeki yeni orta sınıfın üyelerinden oluşmaktaydı. Meclis-i Ayan ise yıllardır hükümet hizmetinde bulunan bürokratlar ile yılların alimi olan ulemayı içermekteydi. 14 Şubat 1878 de Sultan, mevcut şartlar altında -1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki yenilgiyi kastederek- Meclis-i Mebusan'ı kapatmasıyla 1878'de son bulmuştur. Meclisin artık faaliyetlerine gereği gibi devam edemeyeceğini söyleyerek meclisi kapattı. Meclisin kapatılması ve anayasanın askıya alınması, Avrupa’dan ve hatta Osmanlı halkından herhangi bir protesto sesi yükselmeden gerçekleştirildi. Bu da Sultan Abdülhamid’in tüm gücü kendi elinde toplamasına imkan tanıdı. II.MEŞRUTİYET’İN İLANI 2.Meşrutiyet’i İlana Hazırlayan Sebepler: BİRİNCİSİ; Meclis-i Mebusan’ın kapatılması ve Kanun-i Esasi’nin rafa kaldırılmasıdır. İKİNCİSİ; 2. Abdülhamit’in “istibdat” rejim kurmasıdır. Yetkinin tamamen padişah ve sarayın eline geçmesidir. Meşrutiyet’in ilanını hızlandıran sebeplerden biri; Türkler dışında diğer etnik ve milli grupların, Osmanlı’nın yıkılacağına dair inançları ve kendi milli hedeflerini gerçekleştirmek için meşrutiyet rejiminin müsait siyasi, sosyal ve kültürel zemin hazırlayacağına dair düşünceleridir. 1908’de İngiliz Kralı III. Edward ile Rus Çar’ı II. Nikola’nın Reval Görüşmeleri gerçekleşti. Reval görüşmesinin hemen arkasından Rusya ve İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğunu paylaşma ve parçalama konusunda anlaştıkları, dolayısıyla Rumeli’de Osmanlı’nın sonuna geldiği şeklinde yorumlar çıktı. İttihat ve Terakki yöneticilerini, Türk subaylarını harekete geçirdi. Onlara göre en hızlı kestirme çözüm II. Abdülhamid rejimine son vermek Meşrutiyet’i ilan etmek ve Kanun-i Esasi’yi uygulamaktı. Makedonya’da olaylar gittikçe büyüdü 23 Temmuz 1908’de Padişah’a bir telgraf çekerek, Kanun-i Esasi’nin derhal yürürlüğe konulmasını ve meclisin açılmasını, bu yapılmadığı taktirde daha vahim olayların meydana gelebileceği bildirildi. 24 Temmuz 1908’de de bu hususta irade çıkmış ve Meşrutiyet ilan edilmiştir. ERMENİ MESELESİ Ermeni meselesi gündeme geldiğinde, Osmanlı tahtında yeni padişah II.Abdülhamid vardı. II.Abdülhamid Ermeni meselesi ve Doğu Anadolu ıslahatı konusunda çok kararlı bir tutum sergilemiş ve Berlin Kongresi’nde öngörülen hususları hiçbir zaman yürürlüğe koymamıştır.Alman elçisine söylemiş olduğu şu sözler, onun tutumu hakkında yeterli bir fikir vermektedir: ”Ölürüm de Ermenilere muhtariyet hakkı tanıyan Berlin Antlaşması’nın 61.maddesini uygulatmam” 1 demiştir. Bu maddelerle Osmanlı Devleti, Vilayet-i Sitte’de özellikle Rusya ve İngiltere nezaret ve kontrolü altında Ermeniler lehine ıslahat yapmayı kabul etmiştir. I.Dünya Savaşı’na Osmanlı Devleti dahil olduktan sonra Ermeni komitelerinin düşmanla işbirliği ettiği istihbaratları Bab-ı Ali’ye ulaştıkça ve Anadolu’da birbiri ardı sıra isyanlar çıkınca hükümet giderek telaşlanıyor fakat kesin bir tedbir alma yoluna gitmiyordu. 1 .Vahdettin ENGİN:Terörün Tahta Uzandığı Gün Tarih ve Medeniyet Dergisi S:10-11 Sayı:5 Temmuz 1994 Çeşitli uyarılara rağmen Ermeniler’in Müslüman ahaliyi katletmeye başlamaları askerleri müteessir etmiş; ordu daha etkili bir tedbirin alınmasını, askeri zorunluluk olduğu kadar insani bir görev olarak da görmeye başlamıştı. 27 Mayıs 1915’te çıkan kanun ile Ermeniler’in savaş alanı olmayan Suriye’ye mecburi göç ettirilmesine karar verildi. Osmanlı, Ermeniler’in yerlerinin değiştirilmesi kararının düzenli ve güvenli bir şekilde uygulanması için gereken önlemleri almıştı. İskan yerlerine sevk edilen Ermeniler’in can ve malları korunacak Ermeniler’in beraberinde götüremeyecekleri eşyaları sahipleri adına açık arttırma ile satılacak, bedeli hükümetçe ödenecektir. Tehcir Kanunu’nu imzaladığı için Talat Bey en büyük düşman olarak görülmüş , aradan yıllar geçtiği halde Ermeniler’in intikam duyguları bitmek bilmemiştir. Talat Bey, Berlin’deki evinden çıkarken Teleyran adındaki bir Ermeni tarafından vurularak öldürülmüştür.Yakalanan katil Talat Bey’i 1915 yılında çıkarılan Tehcir Kanunu’ndan dolayı öldürdüğünü çekinmeden itiraf etmiştir. Sonraki tarihlerde ASALA adındaki Ermeni Terör örgütünün çeşitli faaliyetlerine rastlamaktayız. Çeşitli Avrupa ülkelerinde sözde 24 Nisan 1915 Ermeni katliamı anısına anıtlar dikilmektedir.