İSLAM TARİHÇİLERİNE GÖRE TARİH NEDİR? TARİHTEN NE ANLAMAK GEREKİR? İSLAM'IN TARİH YORUMU NEDİR? Ömer ŞENGÜL Tarih; geçmiş hakkında bilgi alma ve haberden ibaret değildir, aksine şimdiki zamanı ortaya çıkarmış bir geçmiş ve geleceğe dönük bir harekettir. Tarihi anlamak; insan toplumun niteliğini, nasıl olduğunu, tekâmülünü, hastalığını, zaafını, selametini ve kudretini tanımaktır. Tarihi anlamak insan ve toplumu anlamaktır. İslam’ın tarih yorumu gerçekçi bir yorumdur. Sözü evirip çevirmeden, herhangi bir savunma veya temize çıkarmak için değil, gerçek’ten olduğu gibi söz etmektir. Kur'an'ın tarih yorumu, doğrudan Yüce Allah'ın bakışı ve yorumudur. Bu yorum, Huneyn gazvesini bir mağlubiyet ve kaçış olarak nitelendirirken, Uhud gazvesinde savaşın mağlubiyete dönüşmesine sebep olanların hatalarını açıkça yüzlerine vurmak suretiyle son derece gerçekçi bir bakış açısıyla ortaya koyar. Kur’an’ın ortaya koyduğu tarihi gerçekler, insanlık tarihinin sadece ana hatlarını ortaya koymaktadır. Kur'an, Tarih yorumcularının önüne geçmişi sererek, şimdiki zaman ve gelecekle ilgili plan ve yolları çizebilme imkânını onlara vermektedir. Kur'an’ın tarihi olayları (kıssaları) vermekteki amacı; İnsanlığın düşüncesini yükselterek gerçeği araştırmalarını sağlamak, Akıl sahiplerini doğru yola ulaştırmak ve insanlığın geçmişte başlarına gelenlerden ibret almasını sağlamaktır. Kur'an Rûm sûresi 42’de bunu açıkça ifade eder; “Yeryüzünde dolaşın da daha öncekilerden ortak koşanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın”. Tarihi olayları ne derece doğru algılayıp ne derece doğru yorumlarsak gerçeğe o ölçüde yaklaşabiliriz. AHMET AĞIRAKÇA Ağırakça’ya göre; Tarihe bakış açısını, tarihçinin dünya görüşü belirler. Tarihi olayları incelerken olayın cereyan ettiği ortamda insanların akidelerini, inançlarını, sosyal hayatlarını, yönetim biçimlerini göz önünde bulundurmalıyız. Olayların sosyal, psikolojik ve ekonomik yönünü ele almak gerekir. Rivayetleri olduğu gibi aktarmaktan ziyade, tarihçi olayları mutlaka yorumlamalıdır. Ağırakça, insanlık tarihinin tümünü Hz. Âdemle başlatır, İslam tarihini de tevhidi savunan toplumların var olduğu zaman dilimi kapsamında görür. İslam’ın yönetim biçimi; "biatle ümmetin ittifakı ve şura esasına dayalı, bid‘atlere sapmadan Kur'an ve sünnetin uygulandığı bir yönetim biçimi" olarak tarif eder. Ayrıca saltanat meselesinden “İslam’ın kendisine yer vermediği yönetim şekli” olarak bahseder. 1 Ağırakça, Kur'an’ın tarihle alakasını şöyle belirtmektedir: Kur'an bir tarih ve haberler kitabı değildir. Peygamber kıssaları insanlığın tarih boyunca geçirdiği tecrübelerdir. Bu kıssalar sürekli uyarır. Yüce Allah Resûlüne "bu kıssaları anlat ki, olabilir ki iyice düşünürler" (Araf /176) buyurmaktadır. Kuran’daki kıssalar; muhtıra, uyarma, örnek alma, düşündürme gibi mesajları içermektedir. İHSAN SÜREYYA SIRMA Sırma, Milletlerin kafasındaki tarih anlayışlarının farklı olduğundan bahseder. Bir Afrikalının kafasında canlanan tarih ile bir Çinlinin kafasında canlanan tarih farklıdır. Afrikalının kafasında işkence ve işgaller canlanırken, Çinlinin kafasında hanedanlar ve onların çöküşleri canlanır. Sırma'ya göre Tarih, geçmiş hadiselerin bir anlatımı değil, yorumu ve değerlendirmesidir. Buna yönelik şöyle bir örnek verir: Hz. Musa'ya işkence yapan Firavunla, Panama'yı kan gölüne çeviren Bush'u mukayese etmiyorsak, tarihi boşuna okuyoruz demektir. “Somut yararı olmayan hadiseleri niçin öğrenelim ki” demek suretiyle mukayeseli tarih anlayışını ön plana çıkarmaktadır. “Toplum itici gücünü tarihten alır, toplumu harekete geçirmek istiyorsanız ona tarihini öğretin” anlayışıyla tarih şuuru üzerine önemle durur. Sırma, Tarihi sahiplenerek, sorgulayarak geliştirilebileceğini ifade ederek diğer birçok tarihçi gibi tarihi yeniden yazmanın hadiseleri yeniden yazmak anlamına gelmediğini, tarihi hadiselerin günümüz şartlarına göre yorumunun yapılmasını istediğini belirtmektedir. İRFAN AYCAN Aycan’a göre Tarih; İnsanoğlunun içinde yaşadığı toplumu etkileyen eylemlerden meydana gelen olayları zaman ve mekân belirterek anlatan ve bu eylemler arasındaki bağlantıları ve karşılıklı tesirleri araştırıp ortaya koyan bir ilim olarak tarif eder. Tarih bugüne gelinmiş noktanın geçmişidir, dolayısıyla insanın kendi tarihinden kaçması mümkün değildir. Tarihçinin görevi farklı görüşleri ortaya koyup olayların mantığını okumaktır. İslam tarihi ise, yeryüzünde hayır ve şerrin arasındaki mücadelenin tarihidir. Aycan, Kuran’la sîret (Hz. Peygamber’in uygulamaları) arasındaki bağı açıklarken, “sîret teorinin pratiğe dönüşmesi yani Kuranî emirlerin hayata aktarılmasıdır”, der. Buna göre Kur'an kıssalarının hedefi; İnsan düşüncesini yükseltmek, karşılıklı sorular sormaya itmek yani sorgulamak, sürekli hakkı araştırmak ve akıl sahiplerini doğru yola ulaştırmak için insanlığın tecrübelerinin hülasasını sunmaktır. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim’de geçmiş olayların değişmeyen kanuniyetini (sünnetullah) şu şekilde beyan etmektedir: "Eğer size bir yara dokundu ise, sizden öncekilere de benzer bir yara dokunmuştu, evet biz onları insanlar arasında çevirip dururuz, kâh lehine, kâh aleyhine". 2 Aycan, insanoğlundaki İslamî değişme, toplumdaki sosyal değişmeyi peşinden getirecektir, der. Çünkü "bir kavim kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez". Bütün bunlardan; Geçmişte meydana gelen olayların, benzer şartlarda gelecekte de meydana gelebileceğini, çünkü tarihte kanuniyet esasının hâkim olduğunu anlamaktayız. MİKAİL BAYRAM Tarih, toplumların halini (bugününü) anlamaya vesile, geleceklerini sezmeye ve görmeye imkân veren bir disiplindir. Bayram, daha çok milli tarihten söz ederek tarihçilerin kaynakları sadece tarihi eserler değil, milletin ruhundan, vicdanından, fikrinden çıkan her türlü eser ve müesseseler de tarihçinin kaynaklarıdır. Geçmişin tecrübelerini hâle (bugüne) aktarmak, insanların olaylara yaklaşım melekesini arttırır. Tarihçilikte mutlak bir tarafsızlık olamayacağı gibi mutlak bir doğruluk da mümkün değildir. Çünkü tarihçinin kültürel karakteri, duygu, düşünce, dünya görüşü ve hayat telakkisi onun bilgi, belge ve verileri hangi istikamette değerlendireceğini gösterir ve bu çok doğal bir olaydır. Bir milleti kendi kültürüne yabancılaştırmak, yanlış düşünür hale getirmek kültür emperyalizmidir. Kültür emperyalizmini gerçekleştirmeden siyasi ve ekonomik emperyalizmi gerçekleştirmek mümkün değildir. İslam tarihi konusunda da şunları ifade eder: “İslam dünyasında İslam tarihi yazılmamıştır. Ancak çeşitli siyasi, fikrî ve mezhebî zümreler tarafından yazılmış tarihler vardır. Dolayısıyla İslam dünyasında İslam tarihi değil, Müslümanlar tarafından yazılmış ve Müslümanların geçmişini anlatan tarihler vardır”. “İslam dünyasında Kur'an-i Kerim mantığına göre henüz İslam tarihi yazılmamıştır. İslam tarihinin henüz değerlendirmeye tabi tutulmamış olmasının en olumsuz nedeni, insanların siyasi kanaatlerini dinleri ile özdeşleştirmeleridir. Neticede İslam tarihi klasik kaynakları Kur'anî mantık ile geniş bir kritiğe tabi tutmalıdır” diyor. MUSTAFA ARMAĞAN “Tarih, geçmiş zamanda olanları doğru olarak bilmektir. Geçmiş bugün için tarihse, bugün gelecek için tarihtir” diyerek tarihin geçmiş, hal ve gelecekle ilgili olduğunu vurgulamaktadır. Bu yüzden tarih bilgisine son derece ihtiyaç vardır. Armağan, Tarihe batılı müsteşriklerin metotlarıyla hareket eden yerli müsteşrikler olduğunu ve bunlardan uzak durulması gerektiğini, tarihe Müslümancı bir bakış açısıyla bakılması gerektiğini söylüyor. Bunun için öncelikle olayları çarpıtmadan olduğu gibi nakletmek gerekir ki, İslam tarihinin ilk kaynakları bunu yapmışlardır, yorum ve değerlendirme yapmamışlardır. Çünkü yorum ve değerlendirme tarih değildir. Yorumlarda çarpıtmalar meydana gelebilir. 3 Müsteşriklerin zoraki ve kasıtlı bağlar kurmaya çalıştıkları gibi. Tarihçi çeşitli bilgileri bir araya getirerek iyi bir şekilde işledikten sonra tarih ortaya çıkar. Armağan, Tarih ilminin kendisine müdahaleyi kabul etmeyen bir ilim olduğunu, İslam’ın özünü anlamayan İslam tarihini de anlayamayacağını belirtmektedir. Tarihi vakalar yeniden değerlendirilirse insanlar tarih okumuş olmaktan istifade ederler fakat yorum tarih değildir diyor. İslam tarihinin kendisine has bir metodu vardır. Bu metot, tahlilî ve tenkidî bir metot olmayıp hadiseleri olduğu gibi, okuyucuların zihnini bulandırmadan aktarmaktan ibarettir. Olaylar objektif bir metotla sunulursa her devirdeki insanlar okudukları İslam tarihini hür bir şekilde yorumlama hakkına sahip olurlar. Armağan, Kur'an'ın bir tarih kitabı olmadığını onun Allah'ın kelamı, hakikat bilgisi ve gerçeğin ta kendisi olduğunu ifade eder. Kur'an kıssaları insanlığa yegâne hidayet ve kurtuluş yolunu öğretmek için sunulmuştur. Bu, olaylara ilahi bir bakış açısıdır. Müellifleri ise Hz. Peygamber ve sahabelerdir. İslam tarihini yeniden yazmak yeni bir kaynak bulmak demektir, bu yüzden yeniden yazamazsınız diyor, ancak kendi yorum ve görüşlerinizle zenginleştirebilirsiniz. Öteden beri süregelen gelenek de budur diyor. MEHMET KAPLAN Kaplan, Tarihe İslam perspektifinden, Müslümancı bir bakış açısıyla bakmamız gerektiğini söylemektedir. Müsteşriklerin kaleminden çıkan tarihler, Müslüman kitlelerin kendi tarihlerine şüpheyle bakmalarına neden olduğu söyleyerek, tarih tahrifatından söz etmektedir. Buna bağlı olarak İslam tarihi inançlı insanlar tarafından yeniden Kur'an süzgecinden geçirilmeli diyor. Takip edilecek usul ise Kur'anî metottur. Hz. Peygamberin hayatı bizzat Kur'an'dır ve ümmete örnektir, O'nu anlamak Kur'an'ı anlamaktır. Kurtuluşa ermek için bugün insanlara bu örneği yeniden kavratmak gerekir. Kaplan, “Siyeri efsaneye dönüştürmek için zamanla rivayetlerin içine İsrailiyat sızmış, hadis ilmine asırların tozu bulaşmıştır” diyor. Bu tıkanıklığın aşılması gerektiğini, bilgilerin Kuran'a, tarihi realiteye, müspet ilme, uygunluğu bir heyet tarafından tetkik edilmeli diyerek, Bediuzzaman’ın eserlerinin bu heyete iyi bir kılavuz olabileceği önerisinde bulunuyor. Zaman, ortam ve imkânlar değiştiğine göre tedvin hareketi de zaruridir diyor. 4