SPOR VE HASTALIKLAR Hazırlayan: Tuba ŞİNOFOROĞLU Düzenli olarak yapılan sportif aktivitelerin kardiovasküler ve diğer hastalıklara yakalanma riskini azalttığı konusunda çok az şüphe vardır. Kronik egzersiz antrenmanları şişmanlık problemlerini ve kardiovasküler hastalıkları önemli şekilde azaltmaktadır. Kronik hastalığı olan bir kısım hastaların aktif spor yapmaları sakıncalı olduğu halde, dozu belirlenmiş ve her hasta için özgün düzenlenmiş egzersiz programlarının zararından bahsetmek mümkün değildir. Üstelik bu tip hastalıkların çoğunda sporun bedensel performansı arttırıcı, olumlu etkilerinden yararlanmak, hastalığın tedavisine katkıda bulunmak olanağı vardır. KARDİOVASKÜLER HASTALIKLAR Kalp Krizi veya Koroner Kalp Hastalıkları Koroner arterial hastalık, kalp yetersizliği ve hipertansiyon yaygın kalp hastalıkları arasındadır ve yaklaşık olarak bu kalp damar hastalıklarının 2/3’ü miyokard enfarktüsü ile ortaya çıkmaktadır. Koroner arter hastalığının en kötü yanı, bir uyarı olmaksızın ortaya çıkması ve ilk kalp atağını geçiren her 5 kişiden birinin derhal ölmesidir. Koroner Damar Hastalığı: Kalp kasını besleyen damarlar (koroner arterler) daraldığında, kalbe olan kan akımı hızlanır. Normalde azalmış kan akımı kalbin fonksiyonunu engellemez. Fakat kalbe daha çok kan pompalanması için baskı uygulandığında (egzersiz sırasında, korkulduğunda, streste), yetersiz kan akımı ortaya çıkar ve durum ağrıya neden olur. Bu ağrı, “angina pectoris” olarak bilinir ve bu duruma iskemik kalp hastalığı denir. Kalp krizinin esas sebebi damar sertliğidir. Koroner arterlerin daralması sonucunda oluşur. Bu daralmanın sebebi arterlerin iç duvarında depolanan yağlı maddeler, kalsiyum ve diğer hücresel maddelerdir. Arterlerin daralmasının dışında arterlerin esnekliği de kaybolur ve arterler sertleşir. Koroner bir damar tıkanırsa bu damarın kan taşıdığı kalp bölümüne olan kan akımı kesilir ve bu bölümde ölü kalp dokusu oluşur. Buna miyokard enfarktüsü denir. Küçük bir enfarktüs etkilenen kısmın iyileşmesi ve buraya skar dokunun yerleşmesi ile sessiz kalabilir. Fakat Mİ bölgesi geniş ise hasta. “kalp sektesi” belirtileri gösterir. Eğer kalbin büyük bir bölümüne veya tamamına giden koroner damar tıkanır ve buraya kan akımı kesilirse, ani ölüm meydana gelebilir. Kalp damarlarında tamamen tıkanma oluştuğunda , kalp kaslarını besleyen arterler ölür ve kalp krizine yol açar. Kalp krizi riskini arttıran faktörler şunlardır: Yaş : Yaş ilerledikçe kalp krizi riski de artar Kalıtım: Kalıtımın kalp krizi riskinde oynadığı rol tam olarak bilinmemektedir. Fakat genetik yapıdan çok aile yaşantılarının (yemek yeme, egzersiz yapma)etkisinin daha çok olduğu düşünülmektedir. Sigara: Günde içilen sigara sayısı kalp rahatsızlıkları ve akciğer kanseri riskini arttırır. Egzersiz: Fiziksel aktivite koroner kalp hastalıklarını azaltır Şişmanlık: Vücuttaki yağ oranıyla paralel olarak kalp krizi riski artar. Kan kolesterol seviyesi: Kandaki kolesterol ve trigliseritlerin (doymuş yağlar) yüksekliği . Kan basıncı: Sistolik kan basıncı 1500 mmHg’nin üstünde olan bireyler, 120 mmHg’nın altında olan bireylere oranla 2 kat daha fazla koroner kalp hastalıkları riski taşırlar. Cinsiyet: Genç erkeklerde genç bayanlara oranla daha fazladır. 44-33 yaşları arasında erkeklerin ölüm oranı bayanlarınkinden 6 kat daha fazladır. İleriki yaşlarda bu oran hemen hemen eşitlenmektedir. Bayanlardaki östrojenin koruyucu bir görev üstlendiği düşünülmektedir. Daha önce kalp krizi geçiren erkeklere östrojen hormonu enjekte edildiğinde daha sonra olabilecek kriz sayısının azaldığı belirlenmiş ve kadınların menopoz döneminden sonra östrojen hormonunun birden azalmasına bağlı olarak koroner kalp hastalıkları riskinin arttığı bildirilmiştir. Stres: yüksek seviyede saldırganlık, rekabet ve liderlik vasıflarını taşıyanlarda hastalık riski çok fazladır. Kalp Krizi – Koroner Kalp Hastalıkları ve Egzersiz Fiziksel aktivitenin koroner damar hastalığı ile olan ilişkisi birçok araştırmacı tarafından incelenmiştir. Bu çalışmalar, düzenli fiziksel aktivitenin kalp hastaları için zararlı değil tam aksine yararlı olduğunu göstermiştir. Efraim ve arkadaşları 1986’da fiziksel antrenman ve risk faktörlerinin kontrolü ve kalp damar fonksiyonlarının takip edilmesini gerektiren bir rehabilitasyon programının hem hastaya, hem de ailesine ekonomik ve psikososyal yararlar getirmenin yanı sıra (işin hafiflemesi ve iyi hissetme) fonksiyonel kapasitenin arttırılmasında da yarar sağlayabileceğini belirtmişlerdir. Bulguları normal olan hastalara, her hafta yeniden düzenlenen programlarla, dozu yavaş yavaş artan egzersizlere başlatılır. Dikkat edilecek nokta, egzersizlerin daha çok aerobik nitelikte olmasıdır. İzometrik egzersizler veya kuvvet antrenmanları, kesinlikle bu tür hastalara uygulanmamalıdır. Yürüme, jogging, koşma, bisiklet, yüzme, tenis en uygun egzersiz tipleridir. Düzenli yapılan sportif etkinlikler sayesinde HDL(iyi huylu)/LDL(kötü huylu) kolesterol oranındaki iyileşmenin yanı sıra yağlı vücut kitlesinde de azalma olur ve kalbin yükü azalır. Çoğu araştırmacıya göre, haftada 3 kez 20-30 dakika süreli egzersiz yeterli sayılır. Egzersizlerin yoğunluğu belirlenirken yaşa göre maksimal nabız hesabından yararlanılabilir. Daha önce tamamen sedanter yaşam süren bir hastada, yaşa göre maksimal nabzın %60 oranı ile başlanır ve zamanla %10’luk artışlar halinde egzersizin yoğunluğu yeniden belirlenir Yayınlanan yeni bir çalışmaya göre, günde üç km. ya da daha fazla bir mesafe yapılan yürüyüş, tüm ölüm riskini yarıya indirmektedir. Kanser ve kardiovasküler hastalıklardan ölme riskini de azaltmaktadır. Birkaç merkezde yürütülen çalışmada, yaşları 61 ile 81 arasında değişen, sigara içmeyen ve her gün düzenli olarak yürüyüş yapabilen 707 emekli erkek, 12 yıl süre ile takip edildiler. Bu süre içinde gruptan 208 kişi öldü. Çalışma sonuçlarına göre, günde 1.5 km. ve daha az yürüyenlerin % 43.1'i ölürken, 3 km.'den fazla yürüyenlerde ölüm oranı, yaklaşık bunun yarısı kadar, % 21.5 oldu. Araştırmacılardan Dr. Abbott, düzenli yürünen mesafenin ölüm riski üzerinde önemli bir rol oynadığını, günde 1.5 km.'den daha az yürüyenlerin en yüksek ölüm riskine sahipken, 1.5-3 km. arasında yürüyenlerin ikinci yükseklikte ölüm riskine, 3 km.'den daha fazla yürüyenlerin en az ölüm riskine sahip olduklarını ve günlük yürünen mesafenin her 1.5 km.'lik artışı için, ölüm riskinde % 19'luk bir azalmanın olduğunu açıkladı. Çalışmada takip edilen hastalarda görülen en sık ölüm nedeni kanser oldu. Kansere bağlı ölüm, günde 1.5 km.'den daha az yürüyenlerde % 13.4, 3 km. den fazla yürüyenlerde % 5.3 olarak gerçekleşti. Daha uzun mesafe yürüyebilenlerde kardiovasküler ve felç gibi nedenlerle görülen ölümler, istatiksel bir farklılık taşımamakla birlikte, kısa yürüyenlere göre daha azdı. Bu araştırmalar, düzenli yapılan yürüyüşlerin insan sağlığı üzerindeki olumlu etkilerini göz önüne sermektedir. Daha önce yapılan pek çok çalışma da, yürüyüş ya da diğer düzenli egzersizlerin kan basıncını düşürdüğünü, damar sertliğini azalttığını, kan lipit düzeyleri ve pıhtılaşma mekanizmaları üzerinde olumlu etkilere neden olduğunu ortaya koymuştur. Düzenli yapılan hareketlerin kan dolaşımını artırarak, organların kanlanmasını, dolayısıyla beslenmesini ve metabolizma artıkları ile toksik (zehirli) maddelerin vücuttan atılmasını hızlandırır. (The New England Joumal of Medicine, 1998; 338: 94-99) Wilson’a göre kardiyak rehabilitasyon programına katılan hastalarda şu değişiklikler görülmüştür: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. Maksimal oksijen tüketiminde önemli artışlar Dinlenme ve submaksimal çalışmada sistolik kan basıncının ve nabzın düşmesi Kas kütlesinin artması ve yağ oranının düşmesi gibi önemli vücut kompozisyonu değişiklikleri Cinsel yetenekte artış Olumlu düşünme ve iyi yeme alışkanlıklarının geliştirilmesi Dinlenme ve submaksimal çalışmada kalp kası çalışmasında düşme Merkezi ve periferik dolaşımda önemli gelişmeler Bu değişiklikleri kardiyak rehabilitasyon programına katılmayan hastalarda gözlenmemiştir. Hipertansiyon En sık görülen kardiovasküler hastalıkların başında hipertansiyon gelir. Kan basıncını düzenleyen mekanizmaların genellikle bilinmeyen bir nedenle olumsuz etkilenmeleri sonucu, kan basıncı normalin çok üstüne çıkar ve arterlere büyük bir baskı uygular. Bu hipertansiyon veya yüksek kan basıncı olarak bilinmektedir. Yıllarca fark etmeksizin kişi yüksek tansiyonlu olabilir. Sessiz olmasına rağmen hipertansiyon zararsız değildir. Kalp, böbrekler ve beyin gibi organlara giden damarlardaki aşırı baskı bu organlarda zamanla ciddi yıpranmalara yol açar. Hipertansiyonlu hastaların %90’ında esansiyel bir kan basıncı yüksekliği söz konusudur. Geri kalan %10’da ise daha çok böbrek hastalığından sonra görülen hipertansiyon olguları yer alır. Hipertansiyondan en fazla etkilenen organların başında böbrekler gelir. Egzersiz böbreklerdeki iskemik durumun daha da ilerlemesine yol açabilir. Bir diğer önemli organ kalptir. Hipertansiyon nedeniyle büyümüş olan kalp, egzersiz sırasında yeterli kanı pompalamakta güçlük çeker. EKG’de sol ventrikül hipertrofisi bulunmayan ve kan basıncı 250/115’ten daha yüksek olmayan hastaların aerobik, yürüyüş ve yorucu olmayan diğer spor dallarını yapması önerilebilir. Hipertansiyon ve Egzersiz Koroner kalp hastalığı riski dinlenik sistolik ve diyastolik kan basıncının artmasıyla paralel olarak artar. Amerika’da hipertansiyonlu hastalar üzerine yapılan bir çalışmada sistolik ve diyastolik kan basınçlarında; sodyum alımının azaltılmasıyla 5 ve 4 mmHg azalma olduğu, 9,8 kg civarında bir kilo kaybının da 15 ve 10 mmHg düşüşe neden olduğu belirtilmiştir. (Kaplan,N. M., Clinical Hypertension) Benzer olarak, Hagberg’in çalışmasında dayanıklılık antrenmanı yapan hipertansiyonlu hastaların sistolik ve diyastolik basınçlarının ortalama 10 mmHg azaldığını bildirmiştir. Yakın çalışmalar kan basıncını düşürmek için yapılacak dayanıklılık çalışmaları için düşük şiddette (%40 -%60 VO2max) egzersizleri tavsiye etmişlerdir. Bu şiddette yapılacak olan egzersizler haftada en az 3-4 kere ve daha fazla miktarda kalori harcamak için yeterli uzunlukta (30 – 60 dk) yapılmalıdır. Gordon ve arkadaşları hedef olarak haftada 14-20 kcal/kg (70 kg’lık bir kişi için 980 -1440 kcal) göstermiştir. Hipertansiyon hastası olmayan aynı yaştaki kişiler üzerinde yapılan araştırmalar, spor yapanlarda kan basıncının daha düşük olduğunu ortaya çıkarmıştır. Solunum Sistemi Hastalıkları ASTIM Solunum sistemi hastalıkları içinde en sık görülenlerden biri astıdır. Astım çeşitli uyaranlara karşı trakea ve bronşların aşırı yanıt vermeleri ve hava yollarının daralması sonucu gelişir. Astım kronik tıkayıcı (obstrüktif) bir akciğer hastalığıdır. Astımda akciğerlerin hava dağılımının gerçekleştiği bronşiollerde spazm oluşur. Astımın oluş nedeni kişinin bağışıklık sisteminin aşırı duyarlılığı, alerji ve hava keseciklerinin kimyasal uyaranlara karşı fiziksel duyarlığı olabilir. Göğüste sıkışma hissi, hışırtı sesi, nefes alıp vermede güçlük ve öksürük görülür. Bir astım nöbetinde nefes yolları aniden daralarak nefes almayı güçleştirir. Bu durum hava kirliliğinden egzersize kadar çeşitli faktörler nedeniyle ortaya çıkabilir. Buna karşılık araştırmalar, astımlı kişilerin akciğerlerini kuvvetlendirmesi ve günlük enerjik faaliyetleri daha iyi yapa bilmesine olanak sağlaması nedeniyle, egzersizden yarar görüldüğünü ortaya çıkarmıştır. Astım ilaçlarla kontrol edilebilir ve egzersizi aksatmaz. 1984 Olimpiyat Oyunlarında yarışan sporculardan 67’si astımlıydı ve 41’i madalya kazandı. Egzersiz ve Astım Astımı uyaranlardan biri de fiziksel aktivitedir. Hastalar yoruldukları zaman astım krizinin geleceğini bildiklerinden, her türlü sportif etkinlikten uzak durmaya çalışırlar. Bazı hastalarda ise krizi ortaya çıkaran yegane faktör, fiziksel aktivitelerdir. Bu itibarla astımlı hastalarda egzersiz konusunda çok dikkatli olmak gereklidir. Egzersiz nedeniyle ortaya çıkan astım genellikle antrenman sırasında değil ancak hemen sonra ortaya çıkar. Astımlı çocuklar egzersiz sırasında aşırı sık soluk alırlar. Bu nedenle O2 alımında yetersizlik ve aerobik güçte düşme görülür. 1983’te Cumming adlı bir araştırmacı egzersizin astımlı çocukların kalplerine zarar verebileceğini bildirmiş ve astımlılarda aşırı antrenman yüklenmelerinden kaçınılmasını önermiştir. Astımlı hastalar tedavi amacıyla yüzmeye yönlendirilmiştir. Yüzme havuzlarında solunan havanın nemli ve ılık olması egzersizle ortaya çıkacak astımı engeller. Diğer branşlarda sporcu olan astımlılar kapalı yüzme havuzu gibi nem ve ısısı uygun ortamlarda antrenman yaparlarsa nöbetlerden korunabilirler. Eğer dışarıda, soğuk havada egzersiz yapılacaksa bir yüz maskesi veya atkı kullanılarak nemin tutulması sağlanabilir. Astımlı kişiler spor branşı seçerken sürekli aktiviteyi gerektiren (bisiklet, koşu vb) sporlar yerine, yoğun kısa aktiviteleri ve dinlenme devreleri olan (futbol, basketbol, tenis vb) spor branşlarını tercih etmelidirler. Yüzme ideal bir spordur. Ayrıca maksimal kalp atım oranının %70-75’iyle yapılan aktiviteler astımlı hastaların yapabileceği egzersizlerdir. Egzersizlerin haftada 3-5 kez, 30-60 dk’lık programlar halinde yapılması uygundur. İleri derecede astımlı ve egzersize aşırı yanıt veren hastaların egzersiz öncesi ilaç almaları gerekir. Astımlı sporcular burundan solunum yapmayı alışkanlık haline getirmelidirler. Böylece solunan havanın ısınması ve allerjen maddelerden süzülmesi sağlanır. Egzersize başlamadan 3-4 saat önce bir krizin atlatılmış olması, refrakter periyot niteliğiyle hastayı yeni bir krizden korur. Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) Solunum sitemi hastalıkları içinde diğer önemli grup, kronik obstrüktif akciğer hastalığıdır. KOAH hava yollarının daralması veya akciğer harabiyeti (amfizem) nedeniyle ortaya çıkar. Kronik bronşit ve aşırı sigara içme alışkanlığı, bu tablonun gelişmesinde en önemli rol oynayan etkenlerdir. Sigara, proteolitik enzimleri çıkaran akciğer hücrelerini tahrip eder ve sonuçta amfizeme sebep olur. Astım ve hava kirliliği de KOAH gelişiminde rol oynayan etkenler arasındadır. Koah daralan solunum yolları sebebiyle soluk verme yeteneğindeki azalma ile nitelendirilir ve hırıltılı soluma sesi oluşur. Koah olan bir kişi iş kapasitesinde azalma ile karşılaşır, fakat aynı zamanda psikolojik problemlerde de (endişe ve depresyon) artış görülür. Egzersiz ve KOAH Bu hastaları spor ve egzersizden yararlandırmak için kişiye özgü bir programın düzenlenmesi gerekmektedir. Egzersizin yoğunluğunu belirlemek amacıyla 12 dk yürüyüş testi yaptırmak yararlıdır. Test sırasında kalp hızı sayılır ve ilerleyen dakikalar içinde yürüyüşün nasıl etki ettiği hesaplanır. Bu testten alınan yanıtlar değerlendirilerek maksimal kalp atım hızının %70’i dolayında bir egzersiz programı düzenlenir. Egzersiz programından sonra hastaların fiziksel kapasitelerinde bir gelişme olduğu görülür. Diğer taraftan solunum kapasitesinde ve pulmoner hipertansiyonda anlamlı bir iyileşme sağlanamamıştır. Ayrıca egzersiz sırasında aritmi, sistemik hipotansiyon ve PCO2 artışı gibi komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Sinir Sistemi Hastalıkları Sara (Epilepsi) Sara (epilepsi) beyin kabuğundaki sinir hücrelerinin muhtelif bozuklukları sonucu oluşur. Gerçi bilinç kaybı, istemsiz kasılmalar, duygu, düşünce ve davranış değişiklikleriyle karakterize, nöbet şeklinde görülen bir hastalıktır. Haftada bir kez den daha fazla nöbet geçiren kişilerin yarışmacı düzeyinde spor yapmaları sakıncalı kabul edilmektedir. 6-9 yaş arasındaki epileptik çocuklar uygun tedavi ve kontrol altında iseler yaşlarına uygun sporları yapmalarına izin verilir. Ancak hava sporları; paraşüt, yamaç paraşütü ile dağcılık, scuba dalışı gibi sporlarda katılmalarına izin verilmez. Yüzme saralılar için kontrol altında yapılabilecek bir spor olmasına karşın çok tehlikelidir. ŞEKER HASTALIĞI İnsanda kan şekeri belirli yoğunlukta olmalıdır. 80-110 mg/dL kadar olan değerler normal kabul edilir. Bu orandan yüksek kan şekeri “hiperglisemi” tablosunu oluşturur. Kandaki şeker oranı azaldığında ise “hipoglisemi” gelişir. Şeker hastalığı (diabetus mellitus) organizmanın şeker harcamasındaki dengesizlik nedeniyle ortaya çıkar. İnsülin yapımındaki yetersizlik veya yapılan insülinin etkisini engelleyen faktörlerin varlığına bağlı olarak ortaya çıkan bir sendromdur. İnsülin, pankreasta üretilen ve şekerin hücrelere girmesini sağlayan bir hormondur. İnsülin yetersizliği veya etkisizliği, bir yandan hücrelerin şekeri enerji kaynağı olarak kullanmasını engeller, diğer yandan da kan şekerinin yükselmesine (hiperglisemi) neden olur. Bu durumda, hücreler enerji gereksinimlerini başka yollardan karşılamaya başlarlar. Bu esnada oluşan metabolik artıklar ve yüksek kan şekerinin doku proteinleri ile birleşmesi, hastalığın yol açtığı bir çok bozukluklardan sorumlu tutulmaktadır. Diyabet bazı özellikleri nedeniyle gruplanarak değerlendirilir: TİP 1 VEYA İNSÜLİNE BAĞLI DİYABET Tip I Diabet, çok genç yaşlarda başlar. Bu tipte, pankreasta üretilen insülin miktarı çok düşüktür veya üretim tamamen durmuştur. İnsülinsiz kontrolü mümkün değildir. Tip 1 şeker hastalarının en büyük sorunu kan şekeri düşmesidir. Hipoglisemi belirtileri; çift görme, aşırı açlık, çarpıntı, sinirlilik, baş ağrısı, uyuşukluk, konuşmada zorluk, aşırı terleme ve ellerin titremesidir. Bu tablo hızlı insülin emilimi sebebiyle oluşur. Engellemek için, düşük yoğunlukta egzersiz ve insülin enjeksiyonu gerekir. Egzersiz, Tip 1 şeker hastalarına doğal tedavi olarak önerilir. Egzersiz ile insülin ihtiyacı azaltılabilir. Egzersizin olası komplikasyonlarına karşı antrenman öncesinde karbonhidrat ağırlıklı beslenme yapılır. Hastanın insülin dozu ayarlanır. İnsülin dozu azaltılarak ya da egzersiz öncesinde ve sonrasında karbonhidrat alımı arttırılarak hipoglisemiye engel olunabilir. TİP 2 DİYABET Tip II Diabet, yetişkin yaşlarda başlar. Burada insülin üretiminin eksikliğinden ziyade, üretilen insülin gerektiği şekilde etki gösterememektedir. Dikkatli bir diyet ve sporla kontrol edilebilir. Tip 2 şeker hastalarında kan şekeri düzeyleri tip 1 şeker hastalarına göre büyük değişiklikler göstermezler. Egzersiz yapmak bu tip hastalarda da çok önemlidir. Düzenli yapılan antrenmanlar, kilo azaltma ve düşük kalorili diyet ile tip 2 hastalarının kan şekeri düzeyleri normal sınırlarda tutulabilir. Bu şekilde uzun dönemli düzenli egzersiz programları ile şeker hastalığı komplikasyonları olan sinir harabiyeti (nöropati) ve göz hasarı (retinopati) azaltılabilir. Günlük fiziksel aktivite birden azaltılırsa belirgin hiperglisemi tablosu gelişir. Artmış susuzluk hissi, sık idrara çıkma gibi belirtiler görülür. Ayrıca yatkınlığı olan kişilerde, gebelikte üretilen bazı hormonlara ve metabolik yükteki artışa bağlı olarak gebelik sırasında ortaya çıkan ve gestasyonel (gebelik) diabet adı verilen bir diabet çeşidi daha vardır. Bu tip diabette, kan şekeri hamilelik sonrasında genellikle normale döner. Ancak bu kişilerin yaklaşık % 40'ında, sonraki 15 yıl içerisinde Tip II diabet gelişir. Şeker Hastalığı Tanısı Koyabilmek İçin: Herhangi bir zamanda ölçülen kan şekerinin 200 mg/dl'nin üzerinde olması (hastada çok yeme, çok su içme ve çok idrar yapma gibi diabetin klasik semptomları görülsün veya görülmesin), veya; İki değişik zamanda ölçülen açlık kan şekerinin 140 mg/dl'nin üzerinde bulunması, veya; Şüpheli durumlarda yapılan şeker yükleme testi sonucunda, ikinci saatte alınan kan örneğinde ya da test esnasında diğer örneklerden herhangi birinde kan şekerinin 200 mg/dl'nin üzerinde olması gerekir. Egzersiz glikozun kandan atılma hızını artırdığı için, diyabet olan bir çocuk insülin ve karbonhidrat alımını herhangi bir egzersizle dengelemeye ihtiyaç duyar. Bir insülin iğnesinden 2 ile 4 saat sonrasına kadar insülin faaliyeti en üst düzeyde olduğundan, bu süre içerisinde genellikle yoğun egzersizlerden kaçınılmalıdır. Genel olarak ifade etmek gerekirse uygun gözetim altındaki bir diyabetin sorunla karşılaşacağı bir spor dalı yoktur. Çok sayıda olimpik ve profesyonel sporcu diyabetlidir. Şeker Hastası Sporcular Günümüzde birçok diyabetli sporcu amatör ve profesyonel düzeyde spora katılmaktadır. Ancak bu sporcuların diğerlerine göre bazı metabolik dezavantajları vardır. Şeker hastası sporcularda azalmış glikojen depoları ve laktat üretimi başlıca dezavantajlardır. Şeker hastalarının kaslarında yüksek oranda glikoz emilemediği gibi daha hızlı bir oranda glikoz salınımı olur Genç sporcularda sportif etkinlikle insülin salınımı artabilir. Bu durum glikozun periferik kullanımını yükselterek sporcuyu hiperglisemiye sokabilir. Sıcak ortamlarda spor yapılıyorsa fiziksel aktivitenin neden olduğu terleme asidoza yol açabilir. Bu noktada dikkatli olunmalıdır. Aşırı aktivite nedeniyle ve diğer nedenlerle kandaki şeker oranı düşer. Bu durumdan beyin etkilenir. Kandaki şeker oranının düşmesiyle bayılma, komaya girme, hatta ölüm olabilir. Baş dönmesi, halsizlik, sarhoşluk hissi vardır. Hastanın mental durumu bozulur. Nabız hızlıdır, deri donuklaşmış ve terlidir, titreme eklemlerden başlayarak vücuda yayılır. Diyabetlilerde Egzersiz Egzersizin glikoz metabolizması üzerine en önemli etkisi, bir taraftan karaciğerden glikoz salınımını arttırırken, diğer taraftan kas hücrelerinin glikoz kullanmasını (7-20 kat)çoğaltmasıdır. Hücre membranındaki insülin reseptörlerinin sayılarının artması sonucunda, kas hücrelerinin insüline duyarlılığı %30 oranında artar. Diyabetli hastalarda egzersiz, kan glikozunu düşürür, glikoza toleransı artırır ve böylece ekzojen insülin gereksinimi azalır. Şeker hastalarında egzersiz yapılması hastalığın klinik seyrini etkiler. Yeni başlayan diyabetliler için egzersizler 10 dakikadan başlayarak 35-40 dakikaya kadar artırılabilir. Tip 1 ve tip 2 şeker hastaları haftada 3-5 defa %50-70 yüklenmeyle aerobik aktivite yapmalıdır. Önerilen bu programda kalp hızı dakikada 160 atımdır. Diyabetli kişi için egzersiz tipi ve yoğunluğu belirlenir. Her hasta aldığı insülin ve diyetine uygun egzersizleri yapar. Örneğin 40 dakikalık bir basketbol oyunu 0,5 – 1,5 ünite insüline , 5 millik bir koşu 2- 3,5 ünite insüline eşdeğerdir. Sporcu olmayan diyabetlilerin egzersiz yapmaya yönlendirmede amaç; kan şekerini normal sınırlarına indirmektir. Düzenli egzersiz yapan şeker hastalarında dışardan alınan insülin veya antidiabetik ilaçlara gereksinim azaldığı ve kişinin glikoz toleransının arttığı belirlenmiştir. Diyabetli çocukların haftada 20 saat sportif etkinlikte bulunması önerilmiştir. Egzersiz programı her hastaya göre düzenlenmelidir. Belirgin insülin yetmezliği olan hastalarda, egzersizle beraber insülin veya oral antidiabetikler kullanılmalıdır. Hiperlipemi ve Hiperkolestrolemi Kardiyovasküler risk faktörlerinin en önemlilerinden biri kandaki yağların ve kolesterol miktarının normalden yüksek olmasıdır. Başta koroner ve serebral arterler olmak üzere, yaşamsal önemi çok fazla olan arterlerin lümenlerinin daralmasına ve sonunda tıkanmasına yol açan, damar duvarının elastikiyetini azaltan arterioskleroz gelişiminin en önemli nedeni kandaki bazı lipoproteinlerin aşırı yükselmesidir. Düzenli fizik egzersizler arterioskleroz oluşumunu kolaylaştıran LDL(low density lipoproteins) düzeyini azaltırken, arteriskleroza engel olan HDL (high density lipoproteins) düzeyinin yükselmesini sağlar. Özellikle vücut ağırlığı fazla olan kişilerde, egzersizin kan yağları üzerindeki etkileri daha belirgindir. Egzersiz kandaki trigliserit düzeyini düşürür. Trigliseritle beraber kolesterol azalır ve HDL/LDL oranı, HDL lehine yükselir. Egzersiz ve Hiperlipemi -Hiperkolestrolemi Uzun süredir sedanter bir yaşam süren ve vücut ağırlığı artmış, kandaki yağ oranları yükselmiş bir kişiye önerilecek egzersiz programının en başta gelen özelliği, aerobik nitelikli olmasıdır. Başlangıçta çok temkinli ve yoğunluğu az olan bir egzersiz programı uygulamak gerekir. 2-3 haftalık süreyi yalnızca kültür-fizik hareketleri, germe egzersizleri ve ısınma hareketleriyle geçirmekte yarar vardır. Egzersizin yoğunluğu kişinin durumuna göre, maksimal kalp hızının %60-70’ini geçmeyecek düzeyde ve haftada 3-4 kez olmalıdır. Vücut ısısını yükselterek terletecek düzeyde şiddet yeterlidir. Kanser Kanser; hücrelerin kontrolsüz üremesi ve normal olmayan doku ve tümör oluşturmasıdır. Tümör, herhangi bir dokuda oluşan normal dışı şişlik ve kitle demektir. Her organ, ( hücrelerin devamlı üremesiyle ) yenilenme gösterir. Bu yenilenme sırasında bazı hücreler, çeşitli etkenlerin etkisiyle kontrolsüz üremeye başlar. Bu şekilde üreyen dokuya tümör adı verilir. Tümör oluşumu sırasında hücrelerin yapısı, esas organın hücre yapısına benzeme derecesine göre sınıflandırılır. Orijinal hücreye çok benzeyen hücrelerden oluşan dokular, iyi huylu (selim, benign ) tümörleri oluştururlar. Selim tümörler, çok çabuk büyüyerek çevre dokuları işgal etmezler. Eğer bir tümörün hücreleri, esas dokunun hücrelerine benzemeyen özellikler taşıyorsa, bunlar kötü huylu ( habis, malign ) olarak adlandırılır. Kanser olarak adlandırılan hastalıklar, işte bu kötü huylu hücrelerin oluşturduğu tümörlerdir. Tümör hücresinin, ana hücreyi taklit etme özelliği ne kadar azsa, bu hücrelerin habislik oranı o kadar yüksektir ve bu tip kanserlerin tedavi başarıları da o denli düşüktür. Hücrelerde kontrolsüz üremeyi başlatan birkaç etken vardır. Tıp dilinde karsinojen olarak adlandırılan bu maddeler, sürekli olarak bölünerek çoğalan hücrelerin genetik yapısını tahrip ederek mutasyon denen genetik değişikliklere neden olurlar. Bunun sonucunda da normal hücre, önce prekanseröz ( kanser öncesi ) hücreye, daha sonra da kanser hücresine dönüşür. Kansere neden olan etkenleri şu başlıklar altında toplayabiliriz: Kalıtsal yakınlık, (kalınbağırsak, makat ve meme kanserlerinde) Kalori değeri yüksek, hayvansal yağdan zengin, et içeriği zengin beslenme, (sindirim sistemi, meme ve prostat kanserlerinde) Sigara ve diğer tütün ürünleri içmek, (akciğer, ağız , gırtlak, yemek borusu, mide , pankreas ve mesane kanserlerinde) Aşırı alkol, (ağızdan makata kadar tüm sindirim sisteminde, karaciğer ve meme kanserlerinde) Aşırı güneş ışığı ve ultraviyole ışınları, (her türlü cilt kanserlerinde) Bedensel hareketsizlik, (rahim, prostat, meme ve kalınbağırsak kanserlerinde) Cinsel temasla bulaşan virüsler, (üreme sisteminin yanı sıra karaciğer kanserlerine, lenfoma ve sarkoma türü tümörlere) Ev ve işyerindeki kimyasal karsinojenler, (katran, is, naftilamin, benzidin, nikel bileşikleri, krom, kadmiyum, asbest ve arsenik bileşikleri) Radyoaktif maddeler, Bazı hormonlu bileşikler, Dokuların devamlı tahrişi, Kişinin bağışıklık sistemindeki kusurlar, Egzersiz ve Kanser Şu ana kadar yapılan bağışıklık dizgesi ile ilgili çalışmalarda kanser ve spor arasında bağışıklık dizgesi bakımından henüz net bir ilişki saptanmamıştır. Buna karşın epidemiyolojik çalışmaların sonuçlarını da dikkate alarak, kanser riskini düşürmek amacıyla dinçlik (fitness) için sporun yapılması uygun olacaktır. Bedensel etkinlik ile insanlardaki kanser riski arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışan farklı mekanizmalar ortaya atılmıştır. Bedensel etkinlik; bedensel yağ miktarını azaltır ve dolayısıyla obezite insidansını azaltarak, obezitenin risk etmeni olduğu; endomentrial meme ve kolon kanseri gibi belirli kanser türlerinin oluşumunu azaltabilir. Spor, meme kanseri gelişiminden sorumlu tutulan estradiol gibi hormonların düzeyini etkileyebilmektedir. Ayrıca spor yapan bireyler daha sağlıklı bir yaşam tarzını benimseyerek, sigara içiminden ve yüksek yağ içerikli besinlerin alımından vazgeçebilirler. Düzenli bedensel etkinlikler stres düzeylerini azaltarak, bağışıklık dizgesinin ur (tümör) büyümesine karşı direncini arttırabilir. Kanser hastalarında yapılan spor, ruhsal durumu düzeltirken meme kanseri kemoterapisi gören hastalarda şişmanlamayı önlemektedir. Yüklenmeler sırasında hastaların bulantılarının azaldığı ilginç bir bulgudur. Ancak bu bulgular yalnızca meme kanserine ilişkindir. Yüklenmenin diğer kanser türlerine etkileri bilinmemektedir. Özellikle kalp ve pulmoner myopatilere ya da aritmilere yol açan kemoterapilerde dikkatli olunmalı ve kemoterapinin uygulandığı gün spor yapılmamalıdır. Frish ve arkadaşlarının yapmış oldukları bir araştırmada kolej seviyesinde spor yarışmalarına katılan bayan sporcularda rahim ve göğüs kanseri görülme sıklığı daha azdır. Paffenbarger ve arkadaşlarının yapmış oldukları bir araştırmada da sportif faaliyetlere katılan bayan ve erkeklerin, kansere yakalanma riskinin daha az olduğunu belirtmişlerdir. Günümüzde halen daha egzersiz ve kanser oluşumu arasında direkt bir ilişki kurulamamıştır. AİDS Aids sporcularda yorgunluğa neden olup vücut direncini azaltabileceği endişesiyle spor yapmalarının sakıncalı olacağı düşünülmüştür. Ancak, daha sonra bu görüşte farklılıklar meydana gelmiş ve sporun yararlı olacağı kanısına varılmıştır. Bu düşünceden yola çıkarak Magic Johnson 1992 de Barcelona Olimpiyat Oyunlarına katılmış ve çok iyi bir performans göstererek takımının altın madalya kazanmasında büyük rol oynamıştır. Ancak AIDS virüsü(HIV) taşıyan kişilerin spor yapması konusunda, sağlıklı kişiler açısından bazı tereddütlü durumlar ortaya çıkabilmektedir. Spor karşılaşmalarında HIV geçişi mümkün olabilmektedir. Güreş ve futbol gibi cilt sıyrıklarının sık olduğu spor dallarında, HIV geçişi teorik olarak mümkünse de, henüz böyle bir geçiş bildirilmemiştir. Sadece bir tane, futbolcuların çarpışması ile ilgili olası bir HIV geçişi bildirilmiştir. Ancak İtalya’ya ait bu olay dökümante edilmemiştir.