Uzm. Dr. Birsel Ünal Biyokimya ve Klinik Biyokimya Uzmanı A. Vücut su bölükleri ve içerikleri Yetişkin bir insanda vücudun %60-65’i sudur. Bu su kütlesi vücudun her yanına dağılmış olup, dokular arasındaki dağılımı farklılık gösterir (diş ve kemik gibi dokularda az; kas, böbrek, karaciğer, kan gibi dokularda fazla miktarda). Suyun biyolojik yönden önemli nitelikleri Erime ve kaynama noktaları ile buharlaşma ısısı diğer sıvılardan yüksektir. Terleme ve vücut yüzeyindeki suyun buharlaşması ile organizma için çok iyi bir ısı düzenleyicisidir. Suyun biyolojik görevleri Makromoleküllerin yapıtaşıdır. Küçük moleküllü maddeler için iyi bir çözücüdür. İyi bir ısı düzenleyicisidir. İyi bir substrattır. Enerjiyi düzenli bir şekilde yönetir. Suyun fonksiyonel dağılımı Hücre içi sıvı=İntraselüler sıvı Temel katyonu=Potasyum Temel anyonu= Fosfat , protein Organizma suyunun %70’ini kapsar. A.Hücreler arası sıvı=İnterstisyel sıvı Hücre dışı sıvı=Ekstraselüler sıvı (Organizma suyunun %20’sini kapsar) Organizma suyunun%30’unu kapsar. B.Damar içi sıvısı=İntravasküler sıvı=plazma sıvısı (Organizma suyunun %10’unu kapsar) Organizmada suyun bulunma durumu Bağlı su A.Hidrat suyu: İyonlara, protein, karbonhidrat gibi makromoleküllere hidrojen köprüleriyle bağlı olan su B.İntermoleküler su: Lifler zarlar arasında kalmış akıcılığını yitirmiş su Serbest su Kan, lenf, beyin omurilik sıvısı gibi vücut sıvılarında bulunur. Vücut su dengesi Vücuda alınan ve atılan suyun düzenlenmesi ile vücut sıvı dengesi korunmaktadır. Böbrekler elektrolit miktarını düzenleyerek ve idrar oluşumu ile vücut su ve elektrolit dengesini kontrol eder. Su alınım ve atılımı hormonlar aracılığıyla düzenlenir (ADH=vazopressin). Buharlaşma ile su kaybına yol açtığı için deri, vücut sıvı dengesinde önemli rol oynar. Günlük alınan ve atılan su miktarları Alınan su miktarı (ml/gün) Atılan su miktarı (ml/gün) İçme suyu 1200 İdrar 1400 Besinlerle alınan su 1000 Deri 400 Metabolik su 300 Ter 100 Solunum (akciğerler) 400 Feçes 200 Toplam 2500 Toplam 2500 Lenfatik sistem Lenfatik sistem periferik dokularda lenf kapillerleri adı verilen ağ şeklinde bir yapı oluşturmaktadır. Fazla interstisyel sıvı, hücrelerin yıkım ürünleri, proteinler ve kapiller duvarı geçemeyecek kadar büyük olan lipid damlacıkları lenfatik sistemde toplanmaktadır. İnterstisyel sıvı ve birlikte lenfatik sisteme geçen bu maddeler lenf sıvısı olarak adlandırılmaktadır. Lenf kapillerlerinin duvarları lenf sıvısının çevre dokuya geri dönmesini engellemektedir. Lenf sıvısı torasik kanalla kan dolaşımına katılmaktadır. Kan biyokimyası Ortalama bir insanda 5 litre kadar kan dolaşır (vücut ağırlığının 1/13’ü kadar). Bunun 3 litresi plazma 2 litresi ise hücrelerden oluşur. Plazma sıvısı barsaklar ve lenfatik sistemden derive olur ve hücre hareketi için bir araçtır. Hücreler temel olarak kemik iliğinden üretilir ve kanın solid kısmını oluşturur. Kan hücreleri beyaz kan hücreleri (lökositler), kırmızı kan hücreleri (eritrositler) ve plateletlerden (trombosit) oluşur. Beyaz kan hücreleri ayrıca granülosit, lenfosit ve monosit olarak sınıflandırılır. Vücudun savunmasında ve doku onarımında lökositler görev yapar. Kapiller endotel bütünlüğünü sağlayan trombositler, kanın damar dışına sızmasını önlemektedir. Hastalıklar veya travma dışında kan, dolaşım sisteminde kapalı bir sistem içerisinde dolaşmaktadır. Kanın %55’ini oluşturan plazmada çeşitli çözünmüş maddeler bulunmaktadır. Eritrositler, lökositler ve trombositler gibi kan hücreleri kanın %45’ini oluşturur. Plazma ve kan hücreleri birlikte tam kan olarak adlandırılır. Düz biyokimya tüpüne alınan kan oda sıcaklığında 20-60 dakika arasında pıhtılaşmakta, santrifüj edildiğinde serum ile kan hücreleri ayrılmaktadır. Pıhtılaşmayı önleyen antikoagülanlı (heparin, sitrat, oksalat gibi) tüplere alınan kan santrifüj edildiğinde üstte kalan sıvı plazmadır. Plazmanın serumdan farkı fibrinojen içermesidir. Kan bileşenleri Proteinler İşlevleri Albumin Globulinler …İmmunglobulinler Taşıyıcı proteinler Fibrinojen Kan hücreleri eritrositler Plazma osmolaritesine katkı; lipid, hormon ve ilaçların taşınması Antijenlerin tanınması ve yok edilmesi Lipid ve metal iyonların taşınması Pıhtılaşma olayının temel bileşeni Oksijen, karbondioksit ve Hidrojen taşınması lökositler lenfositler nötrofil, eozinofil ve monositler bazofiller trombositler Spesifik patojenlere ve yabancı maddelere karşı savunma Yabancı maddelerin ortadan kaldırılması Hasarlı dokuda histamin salınımı pıhtılaşma Kanın görevleri Dolaşım sistemi ile maddeler üretildikleri bölgelerden, kullanılacakları veya atılacakları dokulara kan yoluyla taşınmaktadırlar. Kan vücut sıcaklığının düzenlenmesinde görev yapar. Kan, dokulara su ve elektrolitleri taşımaktadır. Vücut asit baz dengesinin düzenlenmesinde rol alır. Vücut savunma mekanizmasında kanda bulunan molekül ve hücreler kullanılmaktadır. Damar duvarının hasarı sonucu kanın damar dışına akmasını önleyen pıhtılaşma bileşenleri kanda bulunmaktadır. Eritrositler Eritrositlerin başlıca görevi oksijen ve karbondioksit taşınması ile kan pH’sının sürdürülmesidir. Kemik iliğinde öncü hücrelerden gelişip olgunlaştıktan sonra, dolaşıma salınan eritrositlerin ömrü 120 gündür. Eritrositler oldukça özelleşmiş hücrelerdir. Hemoglobinin %34’ünü kapladığı stoplazmalarında nükleus, mitokondri, lizozomlar, ribozomlar, membranöz endoplazmik retikulum ve golgi kompleksi gibi organeller bulunmaz. İnsan eritrositi çekirdeksiz, boyutları 6x9x2.5 µm olan bikonkav disk şeklindedir. Eritrositlerin başlıca katyonu K+ olup ayrıca Na+, Ca++ ve Mg++ da bulunur. Anyonları klorür, bikarbonat, hemoglobin ve anorgonik fosfat olup, başlıca fosfat bileşiği 2,3 bifosfagliserattır. Eritrositler iyonik dengelerini membran yapısında yer alan Na+, K+ – ATPaz gibi enerji gerektiren enzimlerle sürdürürler. Hücre yaşlandıkça iyon pompalarının aktiviteleri azalarak hücre içi Ca++ ve Na+ artar, K+ ise azalır. Böylece hücre stabilitesi bozulur ve yıkımı uyarılır. Kan grubu antijenleri eritrositlerde bulunur (ABO sistemi gibi). Bir ozmometre gibi davranan eritrositler, ortamın basıncındaki azalma ve artmaya göre şişer veya büzülür. ozmotik Plazma proteinleri Proteinler, hücrenin kuru ağırlığının %70’ini oluşturan önemli bir grup maddedir. Tüm vücut hücrelerinde, vücut sıvılarında ve sekresyonlarında bulunur. İmmünglobulinler dışında plazma proteinlerinin çoğu karaciğerde sentezlenir ve katabolize olurlar. Plazma proteinleri, kan ve ekstraselüler doku aralıkları arasında dolaşır. Proteinlerin bu hareketleri, kapiller endotelyal hücreler arasındaki birleşim yerlerinden pasif difüzyon, aktif transport, pinositoz ve ekzositozla gerçekleşir. Plazma proteinlerinin vücut sıvılarındaki miktarı ve oranları hastalık durumunda değişebilir. Bu değişiklikler nonspesifik olabildiği gibi, tanı kriteri oluşturacak düzeyde özgünlük gösterebilir. Plazma proteinlerinin fonksiyonları Kan, idrar, serebrospinal sıvı (BOS), amniyotik sıvı, periton ve plevra sıvısı gibi tüm vücut kompartmanlarında yaklaşık 500’den fazla plazma proteini tanımlanmıştır. Plazma proteinlerinin fonksiyonları; - Doku beslenmesi - Kompartmanlar arası sıvı dağılımının düzenlenmesi - Plazma pH’ının düzenlenmesi - Savunma - Kataliz - Hemostaz ve koagülasyon - Endokrin etki - Transport - Özel fonksiyonları olan proteinler (akut faz reaktanları, kompleman sistemi proteinleri) Akut faz proteinleri (APR) Fonksiyonları ve elektroforetik göç hızları birbirinden farklı, enflamasyon ve doku hasarı ile ilişkili durumlara yanıt olarak plazma düzeyleri artan bir grup protein akut faz proteinleri olarak adlandırılır. Bunlar α1-antitripsin, α1asitglikoprotein, haptoglobin, seruloplazmin, C4, C3 ve C-reaktif proteinlerdir (CRP). Akut faz reaksiyonu ateş ve lökositoz gibi inflamasyona karşı gelişen genel bir reaksiyon olup, herhangi bir hastalığa spesifik değildir. Hasar bölgesinde salınan ve sitokin denilen ufak proteinlerin uyarısı ile başlatılır. APR çoğu karaciğerde sentezlenir. APR artışı inflamasyon sebebinin anlaşılmasında değil, ancak inflamasyon gelişimi ve tedavinin takibinde faydalı olur. APR sentezinde görülen artış prealbumin, albumin ve transferrin sentezindeki azalma ile birliktedir. Bu proteinler negatif APR olarak adlandırılır. Kompleman sistemi proteinleri Kompleman, immün reaksiyonlara katılarak inflamatuar cevapla immün sistem arasında bağ oluşturan proteinleri tanımlayan genel bir terimdir. Kompleman aktivasyonu ile antijen-antikor kompleksine bağlanma ve hücre lizisi gerçekleşir. Kompleman sisteminde yaklaşık 20 protein bulunur (C1,C4,C2,C3,Faktör B, properdin gibi). Bu proteinler esas olarak karaciğerde, daha az miktarda da monositler ve diğer hücrelerde sentezlenir. Kompleman düzeyi inflamatuar olaylarda artar, malnutrisyon, lupus eritematosus ve yaygın vasküler koagülapatide ise azalır. Plazma proteinlerinin elektrofotik hızlarına göre sınıflandırılması Başlıca albumin ve globulinden oluşan serum proteinlerinde, globulin terimi glikoprotein, lipoprotein ve immünglobulinler gibi heterojen bir grup proteini ifade eder. Elektroforez, serum proteinlerini elektrik yüklerine göre ayrılması esasına dayanan, rutin klinik laboratuvarda yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Protein elektroforezi ile serum proteinleri albumin, α1 globulin, α2 globulin, β globulin ve γ globulin fraksiyonlarına ayrılırlar. Her bir globulin fraksiyonu farklı moleküler yapı ve biyolojik özellikteki proteinlerden oluşur. Albumin Normal koşullarda albumin insan plazmasında en fazla bulunan proteindir. Total protein miktarının %60’ını oluşturur. Globuler yapıda, moleküler ağırlığı 66.3 kDa olan oldukça küçük bir proteindir. Albumin beyin omurilik sıvısı, interstisyel sıvı, idrar, amniyon sıvısı gibi ekstravasküler vücut sıvılarının ana bileşenini oluşturur. Total vücut albumininin %60’ı ekstravasküler aralıktadır. Yüksek negatif yük içeriği sudaki çözünürlüğünün nedenidir. Albumin esas olarak karaciğer parankim hücrelerinde sentezlenir. Sentez hızı başlıca kolloidal ozmotik basınç, ikinci olarak da protein alımı ile kontrol edilir. Albuminin esas fonksiyonu vasküler ve ekstravasküler aralıkta kolloidal ozmotik basıncın düzenlenmesidir. Taşıma, depolama, endojen aa’ler için kaynak görevi görür. Serbest yağ asitleri, fosfolipidler, metal iyonlar, amino asitler, ilaçlar hormon ve bilirubin taşınması, birçoğunun metabolizması ve detoksifikasyonunda etkilidir. Albumin miktarında artış ancak akut dehidratasyonda olur. Albumin miktarında azalma, sentezin azalmasına, katabolizmanın artmasına veya ikisine de bağlı olabilir. Sentez azalması (analbuminemi) veya kazanılmış (enflamasyona bağlı) olabilir. genetik α1 Asit Glikoprotein (Orosomukoid) Başlıca karaciğer hücrelerinde sentezlenir. Sepsisde granülosit ve monositlerden salgılanan α1 asit glikoprotein düzeyi belirgin şekilde artar. α1 asit glikoproteinin çok sayıda fonksiyonu olduğu düşünülmekle birlikte organizmadaki fonksiyonu tam olarak ortaya konamamıştır. Bilinen en önemli fonksiyonu progesteron ve progesteron ile ilişkili hormonlar ve progesteron antagonisti gibi bileşikleri bağlayıcı ve inaktive edici fonksiyonudur. α1 Antitripsin (AAT) Proteazların genel olarak inhibisyonuna sebep olduğundan yeni isimlendirme sisteminde α1 proteinaz inhibitörü olarak adlandırılmaktadır. Fizyolojik olarak en önemli etkisi, fagositik aktivite esnasında polimorf nüveli lökositlerden salınan lökosit elastazı inhibe edici etkisidir. Lökosit elastaz özellikle endotel ve trakeobronşial ağaçta bulunur ve elastinle reaksiyona girer. AAT yetersizliğinde bu enzimin inhibe olmamasına bağlı lökosit elastaz ile elastin yıkımı olur ve degeneratif, amfizematöz akciğer hastalığı ile sonuçlanır. α Fetoprotein (AFP) Fetal serumun esas proteini olup, fetal karaciğer, daha az olarak da embriyonik vitellus kesesi ve diğer organlar tarafından sentezlenir. AFP’nin fonksiyonu tam olarak bilinmemektedir. Fetal albumin analoğu olduğu kabul edilir, bazı izoformları östrojeni bağlar ve inaktive eder. Amniyotik sıvı ve maternal kanda AFP düzeyinin ölçümü, fetüsde görülebilecek nöral tüp defekti ve kromozom anomalilerinin saptanmasında antenatal tarama testi olarak kullanılmaktadır. Hepatoselüler karsinoma ve germ hücreli karsinomaların tanısında tümör göstergesi olarak kullanılmaktadır. Seruloplazmin Total serum bakırının %95’ini içeren, α2 globulin fraksiyonunda göç eden bir plazma proteinidir. Sentezi primer olarak karaciğer parankim hücrelerinde, az miktarda da makrofaj ve lenfositlerde gerçekleşir. Plazma redoks reaksiyonlarında görülen etki seruloplazminin en önemli fonksiyonudur. Serbest ferrik iyonları ve ferritin bağlama bölgeleri nedeniyle oksidan veya antioksidan etki gösterebilir. Bakırın dokulara taşınmasını sağlar. Haptoglobulin Hemoglobini geri dönüşümsüz olarak bağlayan α2 glikoproteindir. Karaciğer parankim hücreleri tarafından sentezlenir. Primer fonksiyonu demirin korunması ve ekskrete edilen hemoglobinin renal tübüler hücrelere yapacağı zararın önlenmesidir. Haptoglobulin ve haptoglobulin-hemoglobin kompleksinin lokal inflamatuar reaksiyonu kontrol edici etkisi de önemlidir. Haptoglobulin konsantrasyonu ölçümü, hemolitik hastalıkların klinik gidişinin takibinde kullanılmaktadır. α2 Makroglobulin Moleküler ağırlığı yaklaşık 725 kDa olan bir plazma proteinidir. Büyük moleküler ağırlığı nedeniyle ekstraselüler aralığa belirgin olarak diffüze olamaz. Esas olarak karaciğer parankim hücrelerinde sentezlenir. Kinin, kompleman, koagülasyon ve fibrinolitik yoldaki enzimlerin primer veya sekonder inhibisyonunu gerçekleştiren bir proteindir. Ayrıca insülin, sitokinler gibi ufak peptidlerin ve iki değerlikli katyonların özellikle çinkonun taşınmasından sorumludur. β2 Mikroglobulin (BMG) Düşük moleküler ağırlıklı (11800 Da), özellikle lenfosit ve tümör hücreleri gibi tüm çekirdekli hücrelerin yüzeyinde bulunan bir proteindir. Küçük molekül ağırlığı nedeniyle glomerül membranlarından kolayca geçebilir. Böbrek yetersizliği, enflamasyon ve özellikle B lenfositlerle ilişkili neoplastik hastalıklarda BMG düzeyi artar. Esas olarak böbreklerin renal tubuler fonksiyonunun ölçülmesinde kullanılır. Özellikle böbrek transplantasyonu yapılan hastalarda, doku reddi tubuler fonksiyonun azalmasına neden olur. Transferrin (TRF, Siderofilin) Transferrin demir transportunu sağlayan glikoprotein yapısında bir plazma proteinidir. Moleküler ağırlığı 79500 Da olan negatif akut faz reaktanıdır. Demir, bakır, çinko, kobalt ve kalsiyum gibi katyonları geri dönüşümlü olarak bağlayabilme özelliğine sahiptir. Fizyolojik olarak demir ve bakırı bağlaması önem taşır. Transferrin az miktarda RES, testis ve over gibi endokrin bezlerde sentezlenmekle birlikte esas olarak karaciğerde sentezlenir. Plazma düzeyi ortamdaki demir düzeyi ile direkt olarak ilişkilidir. Demir eksikliği anemilerinde transferrinin plazma düzeyi yükselir ve etkin tedaviyi takiben normale döner. Hemoglobin katabolizması sonucu açığa çıkan veya barsaktan emilen demiri apotransferrin (demir bağlı olmayan TRF) bağlar. Günde yıkıma uğrayan 20 ml eritrositten 25 mg demir açığa çıkmaktadır. Serbest halde toksik olan demir organizmada dokulara taşınmak üzere transferrin ile birleştiğinde potansiyel toksisitesi azalmaktadır. Fe+3-TRF kompleksi depolanma yerleri olan karaciğer ve RES’e taşınır. TRF düzeyi anemilerin ayırıcı tanısı ve tedavilerinin takibinde kullanılır. Hemopeksin Hemoglobinin parçalanması sonucu oluşan hem halkasını dokulara taşıyan β-globulin fraksiyonunda göçen bir proteindir. Başlıca fonksiyonu dolaşımdaki hemin uzaklaştırılmasıdır. Hemoglobin, myoglobin veya katalaz gibi proteinlerin yıkımı sonucu serbest hem oluşur, bir molekül hemopeksin bir molekül hem bağlar. Hem-hemopeksin ferritine kompleksi karaciğer tarafından alınır, demir verildikten dönüştürülür. sonra hemin geri kalan kısmı bilirubine Prealbumin (Transtreitin) Elektroforetik olarak albuminin önünde göç ettiğinden prealbumin olarak isimlendirilir. Tiroksin ve triiyodotironin hormonlarının taşınmasında rol alır. Ayrıca retinol bağlayıcı protein ile de kompleks oluşturur ve retinolü taşır. Prealbumin düzeyinin azalması karaciğer hasarı, akut faz cevabı ve doku nekrozunda görülür. Steroid kullananlarda, alkoliklerde ve kronik böbrek yetmezliğinde prealbumin düzeyinde artış görülebilir. Diğer plazma proteinleri Retinol bağlayıcı protein-(vitamin A) Transkortin (Kortikosteroid bağlayan protein)-(kortizol ve diğer steroid hormonlar) Tiroid hormonu bağlayan protein-(T4, T3) Transkobalamin-(vitamin B12) Seks hormon bağlayıcı protein-(androjen ve östrojen) İmmünglobülinlerin yapısı ve özellikleri Humoral antikorlar olarak da bilinen immünglobülinler, antijeni tanıyarak ortadan kaldıracak mekanizmayı başlatan maddelerdir. Total plazma proteinlerinin %20’sini oluşturan immünglobulinler, serum elektroforezinde γ globulin bölgesinde yer alır. %82-96 protein ve %4-16 karbonhidrattan oluşan immünglobulinlerin polipeptid kısmı, antikorlara özgü tüm biyolojik özellikleri içermektedir. Plazma proteinlerinin çoğu karaciğerde sentezlendiği halde immünglobulinler, kemik iliğinde B seri hücrelerinin son şekli olan plazma hücreleri tarafından sentezlenir ve sekrete edilirler. Sabit bölgelerindeki yapısal farklılıklara göre 5 tip ağır zincir bulunur. Bunlar molekül ağırlıkları 50-70 kDa arasında değişen γ, α, µ, δ, ε ağır zincirleri olup sırasıyla Ig G, Ig A, Ig M, Ig D ve Ig E olarak adlandırılan immünglobulin tiplerinin yapısında bulunur. İmmünglobulin yapısında bulunan ve molekül ağırlıkları 23 kDa olan hafif zincirler ise sabit bölgelerindeki yapısal farklılığa göre kappa (κ) veya lambda (λ)olmak üzere iki tiptir. Tüm immünglobulinlerde κ/λ oranı 2/1’dir. İmmünglobulinler serumun yanı sıra tükrük, nazal salgılar, ter ve kolostrum gibi çeşitli vücut sıvılarında da yer almaktadır. İmmünglobulin tipleri Ig G: Plazma hücreleri tarafından yapılan en yüksek konsantrasyonda bulunan Ig G, tüm immünglobulinlerin % 70-75’ini oluşturur. %65 kadarı ekstravasküler kompartmanda, geri kalanıda özellikle plazmada bulunur. Başlıca fonksiyonu doku aralıklarındaki toksinlerin nötralizasyonu olan Ig G sınıfı antikorlar, bakterilere ve virüslere yanıt olarak üretilirler. Plasentayı geçerek esas koruyan immünglobulindir. olarak yenidoğanı enfeksiyonlardan Ig A: Serum immünglobulinlerinin %10-15 kadarıdır. Ig A molekülünün diğer bir önemli formu sekretuar Ig A göz yaşı, ter, tükrük, süt, kolostrum ve gastrointestinal ve bronşiyal sekresyonlarda bulunur. Kolostrum ve sütte bulunması yenidoğanı enfeksiyonlardan korumaktadır. Ig M: Yenidoğan döneminde sentezlenebilen tek immünglobulin molekülüdür. Erişkinlerde serumdaki total immünglobulinlerin %510’unu oluşturur. B lenfositler öncelikle Ig M yüzey reseptörü bulundurur ve antijene primer yanıt olarak Ig M salgılarlar. Daha sonra Ig M’in yüzey reseptör bölgelerinin değişken bölgeleri aynı kalmak üzere ağır zincirleri Ig G veya Ig A ağır zincirlerine modifiye olur. En etkili kompleman aktivatörüdür. Ig D: Serum immünglobulinlerinin %1’ini oluşturur. Esas fonksiyonu bilinmemektedir. Ig E: Süratle ve sıkı bir şekilde mast hücrelerine bağlanan immünglobulin, serumda eser miktarda bulunur. Antijen mast hücrelerine yapışan iki Ig E molekülüne çapraz bağlandığında, mast hücreleri histamin ve diğer vazoaktif maddeleri serbestleştirmek üzere uyarılır. Bu vazoaktif maddeler saman nezlesi, ürtiker astma gibi allerjik reaksiyonlarda oluşan vasküler permeabilite artışı ve düz kas kontraksiyonundan sorumludur. İmünglobulinlerin klinik önemi İmmünglobulin yetersizliği: Karmaşık ve birbirleriyle ilişkili humoral antikorlar, kompleman sistemi, T lenfositleri ve bu lenfositlerin aracılık ettiği fagositik sistem immün savunma sistemini oluşturur. Tekrarlaycı enfeksiyonlar ile karakterize olan immün yetersizlik durumları, bu sistemlerden herhangi birinde veya iki sistemde yetersizlik sonucu ortaya çıkmaktadır. Elektroforezde γ bandının belirgin azalması veya ortadan kalması Ig G antikorlarının eksikliğini göstermektedir. Ig G yetersizliği protein sentezindeki yetersizlik veya protein kaybına bağlı olabileceği gibi primer konjenital bozukluğa da bağlı olabilir. Maternal Ig G plasenta aracılığıyla transfer olur ve gebeliğin son 3 ayında yükselir. Yenidoğan döneminde çevredeki antijenlerle temas B lenfositlerin artmasına bu da Ig M düzeyinin artışına, sonuç olarak IgG ve Ig A sentez eden plazma hücrelerinin çoğalmasına sebep olur. Bu gelişme maternal Ig G’nin azalmasına paraleldir. Zamanında doğan bebeklere göre daha az Ig G’ye sahip olan prematür bebekler ve Ig G’nin sentezinin başlaması geçici olarak geciken yenidoğanlar risk altındadır. Primer veya herediter sebepler En sık görülen Ig A yetersizliğidir (1/700). Genellikle semptomsuzdur, ancak kişilerde allerjik ve otoimmün hastalıkların sıklığı artmıştır. Ig G ve Ig A yetersizliğinde Ig M artmıştır ve tekrarlayan piyojenik enfeksiyonlar görülür. Ig A ve Ig M yetersizliğinde giardiasis görülür. Ig G yetersizliğinde piyojenik enfeksiyonlar sıktır. Sekonder immünglobulin azlığı Sentezin azalması (lenfoid tümörler, multipl myeloma, lenfoma, kronik lenfositik lösemi, böbrek yetersizliği veya diabetes mellitus, fenitoin ve penisilin gibi ilaçlar, bazı yenidoğanlarda görülen sentezin başlamasındaki gecikme) veya aşırı protein kaybına (nefrotik sendrom, yanıklar protein kaybettiren enteropatiler) bağlı olarak görülür. KOAGÜLASYON SİSTEMİ Bütünlüğü bozulmuş bir damardan, kanamanın spontan olarak durması hemostaz veya hemostatik cevap olarak adlandırılır. Hemostaz başlıca üç olayla sağlanır: 1.Fibrinin çözünmeyen bir ağ oluşturacak şekilde kümeleşerek yaralanan damar bölgesinden kan kaybının önlenmesi 2.Trombositlerin kanın damar dışına akışını önlemek üzere hasarlı damar bölgesinde subendotel tabakaya yapışarak tıkaç oluşturması. 3.Hasarlı damarın vazokonstriksiyonuyla kanın damar dışına akışının yavaşlatılması. Damar yaralanmasında acil olarak hemostaz olarak tanımlanır. gerçekleşen bu olaylar primer Primer hemostatik cevap, damar duvarı düz kas hücrelerinin glikozaminoglikan ve kollajen liflerinde gerçekleşir. Yaklaşık yirmi plazma proteininin katıldığı koagülasyon işlemi sekondor hemostaz olarak tanımlanır Hemostastik işlem hasarlı damarın tamiri ve oluşan fibrinin çözünmesiyle tamamlanır. Koagülasyon sisteminin değerlendirilmesi Protrombin zamanı: En fazla uygulanan koagülasyon testidir. Sıklıkla oral antikoagülan tedavinin etkinliğinin takibi ve preoperatif kanama riskini belirlemek amacıyla kullanılır. Aktive edilmiş parsiyel tromboplastin zamanı (aPTT): Heparin tedavisinin takibinde kullanılır. Faktör yetersizliklerinin tanısında yardımcıdır.