KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİNİN YAVAŞLATILMASINDA ORMANLARIN ROLÜ NEDİM SARAÇOĞLU Prof. Dr., Bartın Üniversitesi Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü Nedim Saraçoğlu, Küresel İklim Değişiminin Yavaşlatılmasında Ormanların Rolü , Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 60-71. • 60 1. KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ A tmosferde biriken CO2’in 2/3 ‘ünün fosil yakıt tüketiminden, 1/3’ünün de arazi kullanım değişimi ve ormansızlaştırmadan kaynaklandığı belirlenmiştir. İklim değişikliği, hava kirliliği gibi artan çevre sorunlarından dolayı tüm dünyada atmosfer daha az CO2 salan, fosil yakıtlara alternatif, çevreyi daha az kirleten, yenilenebilir enerji kaynağı olan biyokütle önem kazanmaktadır. Bu amaçla yetiştirilen ürünler, küresel ısınmanın temel nedenlerinden olan karbondioksiti absorbe ederek depolayacağı için biyokütle yetiştiriciliği, küresel ısınma problemini azaltacak çözümlerden birisi olarak ele alınabilir. Sürdürülebilir anlamda üretildiğinde biyokütle, bitki büyümesi sürecinde alınan miktarda karbonla hemen hemen aynı miktarda karbonu dışarı verir. Bu nedenle biyokütlenin kullanımı, atmosferdeki CO2’nin birikimine katkıda bulunmaz (OGM, 2009). Yeryüzünün bir diğer önemli karbon havuzu da okyanuslardır. Yeryüzündeki orman ekosistemleri atmosferden her yıl 100 gigaton (Gt, milyar ton) CO2 almalarına karşın bunun yarısını geri vermektedir. Yeryüzündeki ikinci karbon havuzu olan okyanuslar ise aldıkları 104 gigaton CO2’in 100’ünü geri vermektedir. Ormanların bu yönden üstünlükleri de bu ekosistemlerin bu konuda tek kaynak olduğunu ortaya koymaktadır. Tablo 1’de 1990-2000 yılları arasındaki verilere göre atmosferdeki CO2 miktarında 3 GT’lik bir artış olduğu görülmektedir. Dikkatli bir işletmeyle fosil yakıt emisyonlarından kaynaklanan karbondioksitin önemli bir kısmının yersel ekosistemlerde (Yutak Alanları) tutulabileceği ve böylece MAYIS 2011 - SAYI 135• iklim değişiminin yavaşlatılması konusunda önemli bir katkı yapılabileceği belirtilmektedir. Tablo 1: 1990-2000 yılları arasında karbon kaynaklarının küresel karbon dengesine katkısı SALINAN (Gigaton) KAYNAK Fosil yakıt kullanımı 6,3 Arazi kullanım değişimi (ormansızlaşma) 1,6 E M İ L E N (Gigaton) Bitki büyümesi 3,0 Okyanus – atmosfer dengesi 1,7 Toplam 7,9 Denge 3,2 4,7 Kaynak: Asan, 2006 Küresel bazda ormanlar yıllık yaklaşık 0,75 GT karbon bağlama potansiyeline sahiptir ki, bu atmosfere salınan yıllık 8 GT’lik miktarın önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Diğer taraftan tarım, yerleşim ve enerji kullanımının neden olduğu ormansızlaşma atmosferik karbon yüküne 1,6 GT’lik bir katkı yapmaktadır (White, 2002). Ormanlara bağlı olarak küresel ısınma etkilerini geciktirmede 3 ana strateji üzerinde durulmaktadır ki bunlar: 1. Mevcut yutak alanlarının (karbon havuzlarının) genişletilmesi, 2. Yutak alanların korunarak birim alandaki karbon bağlama performanslarının yükseltilmesi, 3. Biyokütle içinde bağlanan karbonun atmosfere geri dönüşünün geciktirilmesidir. 1. Mevcut Yutak Alanlarının (Karbon Havuzlarının) Genişletilmesi Birinci strateji için öngörülen yaklaşımlar aşağıda açıklandığı gibidir; a) Orman içi ve dışı ağaçlandırmalar b) Tarımsal ormancılık sistemlerinin geliştirilmesi c) Kent ormanları tesisi Ağaç biyokütlesinin % 50’si karbondan oluştuğundan, çok bozuk (degrade) alanların hızlı gelişen türlerle ağaçlandırılması kısa vadede karbon bağla- Plantasyon ormancılığının önemi gittikçe artmaktadır. Bunun nedenleri arasında; doğal ormanlara göre yüksek büyüme oranları, işletilmelerinin kolay olması ve idare sürelerinin kısalığı gibi etkenler yer almaktadır. Teoride; plantasyonlara ağırlık verilmesinin, doğal ormanlara baskıyı azaltacağı da düşünülmektedir. 1997 verilerine göre dünya orman alanının % 3,8’ ine karşılık gelen 130 milyon hektarının plantasyonlarla kaplı olduğu belirtilmektedir. Bu alanın % 54’ ü gelişmekte olan ülkelerde yer almaktadır. 1965–1990 arasında plantasyonlardan oluşan karbon havuzlarında 6 kat artış olmuştur (Clausen ve Gholz, 1998). b) Tarımsal ormancılık sistemlerinin geliştirilmesi Dünya nüfusunun gittikçe artmasıyla insanlar arazilerinin verimliliğini ve birim alandan elde edecekleri geliri yükseltmenin yollarını aramaya başlamışlardır. Bunu gerçekleştirmenin bir yolu, arazinin üretim kapasitesini artıracak şekilde tarım ve orman ürünlerinin zamansal ve mekânsal olarak birleştirildiği tarımsal ormancılık uygulamalarıdır. Tarımsal ormancılık sistemleri başta az gelişen ülkeler olmak üzere tüm dünyada denenmektedir. Bu sistemlerin karbon depolama potansiyelleri sınırlı olsa da küresel ısınmanın geciktirilmesindeki ana stratejiye bağlı olarak önemli rolleri vardır. Küresel ölçekte tarımsal ormancılık uygulamaları ile 1995–2050 arasında 7 GT karbon bağlama ve depolama potansiyeli olduğu tahmin edilmektedir (Clausen ve Gholz, 1998). c) Kent ormanları tesisi Dünya nüfusunun yaklaşık 3,5 milyarlık kısmının kentlerde yaşadığı belirtilmektedir (UNDP, 1996). 61 • DOSYA: HAVA a) Orman içi ve dışı ağaçlandırmalar ma açısından en yüksek kazanç vaat edici yol olarak görülmektedir. Plantasyonlar idare süreleri boyunca bir karbon havuzu olarak işlev görürler ancak ağaçların kesilmesiyle karbon ekosistemden uzaklaştırılmış olur. İşletme prensiplerinin sonucu olarak kesilen alanlarda arazi hazırlığı ve tekrar ağaçlandırma kesimi takip eden yıl içerisinde gerçekleştirileceğinden, karbon birikimi çok kısa bir süre için kesintiye uğrar. Bu şekilde; uygun olan yerlerde, ekonomik prensiplere göre işletilen endüstriyel plantasyonların tesisi ile ihtiyaçlar karşılanırken yüksek miktarda da karbon bağlanabilir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şehir ormanları hava kirliliğini azaltma, çok yüksek ve düşük sıcaklıkları ılımanlaştırma, estetik görünüm oluşturma gibi hizmetler sunmaktadır. CO2 ile ilişkili olarak kentler ve civarlarındaki ağaç ve ormanlar iki yönlü bir rol oynamaktadır. Öncelikle diğer ormanlar gibi kent ormanları da karbon depolar. İkinci ve daha önemli olanı ise kent ağaç ve ormanlarının mikro iklimi düzenlemeleridir. Bu şekilde aşırı sıcaklıkları ılımanlaştırmak suretiyle ısınma ve serinleme amaçlı enerji kullanımının azalmasına yardımcı olurlar. 2. Mevcut Karbon Havuzlarının (Yutak Alanlarının) Korunması ve Karbon Bağlama Potansiyellerinin Arttırılması Bu bağlamda öngörülen yaklaşımları, a) Mevcut ormanların başta yangın olmak üzere, kaçak ve usulsüz kesimler ile böcek ve mantar zararlarına karşı korunması, b) Ormanların biyolojisine uygun silvikültürel işlemler, c) Ormanların sürdürülebilir ormancılık ilkeleri anlayışına uygun olarak işletilmesi biçiminde özetlemek mümkündür. 3) Ormanların yangın ve diğer zararlara karşı korunması Ekonomik kayıplarla birlikte, toprak üzerindeki orman örtüsünün devam ettirilerek atmosfere CO2 salınışının engellenmesi ve karbon havuzu rolünün etkin bir şekilde devam etmesi için yangın önleme çalışmalarının artırılması gerekmektedir. Benzer şekilde, böcek kontrol programlarının yaygınlaştırılması, orman sağlığının iyileştirilmesi ve karbonun muhafaza edilmesinde önemli bir yöntem olarak görülmektedir. Kaçakçılık ve açma gibi karbonun ekosistemden çıkışına ve havuzun daralmasına yol açan insan zararlarına karşı da önlemler alınmalıdır. a) Silvikültürel uygulamalar Doğal ormanlar ve plantasyonların üretim kapasitesini arttırmak ve yüksek kalitede son ürünler elde edebilmek için; aralama, budama, gübreleme, diri örtü kontrolü, yangın ve diğer zararlılara karşı koruma gibi birtakım silvikültürel önlemlerin uygulanması öngörülür. Aralamalar, kalan ağaçların daha hızlı gelişmesini ve idare sürelerinin kısalmasını sağlar. Böy- • 62 lece daha küçük alanlardan daha yüksek oranlarda orman ürünü üretilebilir. Elde edilecek son ürünlerin kalitesi onların kullanım için tercih edilmesi ve uzun yıllar karbon depolanması açısından önemlidir. b) Ormanların sürdürülebilir ormancılık ilkelerine uygun bir şekilde işletilmesi Orman ekosistemlerinin dünya karbon döngüsüne katkısı ve bu katkının zaman içinde geliştirilmesi, sürdürülebilir orman işletmeciliğinin altı temel ölçütünden birisidir. Bu bağlamda ileri sürülen görüşlere göre, yenilenebilir enerji kaynağı olan ormanların sürdürülebilir ormancılık anlayışıyla işletilmesi hâlinde, ormanların doğrudan fosil yakıtların yerini alarak atmosfere salınan CO2 miktarını göreceli olarak düşürmesi kaçınılmazdır. Orman ürünlerinin uygun durumlarda beton ve üretiminde yüksek miktarda fosil yakıt tüketimi gerektiren çelik gibi materyallerle değiştirilmesi ile de ormanların dolaylı yoldan dünya karbon dengesine katkıda bulunabileceği düşünülmektedir. Kuşkusuz, orman ekosistemlerinin karbon dengesine olan bu önemli katkılarının sürdürülmesi, diğer bir anlatımla bir orman alanının karbon faydasının en üst düzeye yükseltilmesi için, ağaçların büyümeye terk edilmesi ve karbon stokunun artırılması göründüğü kadar basit bir konu değildir. Ormanların dünya karbon döngüsünü gözetecek bir anlayışla işletilmesi için; yetişme ortamı koşulları, potansiyel verimlilik, doğal olaylara duyarlılık, kullanım yeri ve amacı gibi faktörlerin iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmelerin çoğu, klasik orman amenajman planlarının temelini oluşturan sosyal, çevresel ve ekonomik konuları aşmaktadır. Değişik işletme şekli ve amaçlarına bağlı olarak ormanların karbon katkısının sürdürülmesi veya artırılmasında birçok seçenek vardır. Bir meşcere, orman veya bölge için bu seçeneklerin değerlendirilmesi, aşağıda belirtilen kimi ortak kurallara dayanır: • Orman dikili servetinde depolu karbonun devam ettirilmesi veya artırılması, • Toprak bozulması ve karbon salınışından kaçınmak için toprak ve ölü örtü zararlarının en aza indirilmesi, • İşletme faaliyetlerinde ve kesilen ağaçların MAYIS 2011 - SAYI 135• ürünlere dönüştürülmesinde enerji verimliliğinin sağlanması, 3. Biyokütle İçinde Bağlanan Karbonun Atmosfere Geri Dönüşünün Gecikleştirilmesi • Fosil yakıt tüketimini azaltmada odundan en iyi şekilde yararlanmayı sağlamak için yapacak ve yakacak odun üretiminin olası son kullanımları karşılayacak duruma getirilmesi, Ormanlar bağladıkları karbonu kimi zaman yüzlerce yıl bünyesinde tutma özelliklerinden ötürü diğer ekosistemlerden üstündür. Şöyle ki, tarım alanlarında bağlanan karbon fotosentezi yapan bitkinin türüne göre üretim döneminin sonunda ya doğrudan çürüyerek, ya da insan ve hayvanlar tarafından tüketilerek, çok kısa bir zaman (bazen 3 aylık bir mevsim, bazen 1 yıl, ortalama 6 ay ) sonra tekrar doğaya dönmektedir. Aynı süreler mera ekosistemleri için de geçerlidir. Biyokütle kuru ot biçiminde saklansa bile mera bitkileri tarafından bağlanan karbon en fazla bir yıl içinde CO2 şeklinde tekrar atmosfere dönmektedir. Ormanlarda bağlanan karbonun CO2 şeklinde doğaya dönmesi ise, termik santrallere yakıt sağlayan enerji ormanlarında bile en az 10 yıldır. Bu süreler odun ürününün kullanım yerine ve üretim süresine bağlı olarak 3–4 yüzyıla kadar uzayabilmektedir (Şekil 2). • Karbon yönetiminin diğer amaçlar ve uygulamadaki kısıtlarla uzlaştırılması. Sürdürülebilir Orman İşletmeciliği, ormanlardan sağlanan ekonomik, sosyal ve çevresel faydaların sürdürülmesine yönelik etkinliklere odaklanmıştır. Bu şekilde yorumlandığında Sürdürülebilir Orman İşletmeciliği; mevcut ormanlarda ve diğer kalıcı ürünlerde depolanan karbon stokunu artırırken ormanın diğer fonksiyonlarının da devam ettirilmesini amaçlamaktadır. Millî park, doğa anıtı gibi korunan alanların sayısı geçtiğimiz yıllarda dünya çapında önemli miktarda artış göstermiştir. Hatta bazı ülkelerde sayıları 2–3 katına çıkmıştır (Clausen ve Gholz, 1998). Koruma statüsü olan alanlarda doğal olarak koruma önlemleri artmakta ve bu da uzun sürede karbon depolamaya olumlu katkı yapmaktadır. Ancak kısa sürede orman ürünlerine olan talebin başka alanlardan sağlanabilmesi durumunda bu alanlar baskıdan kurtulabilir. Değişik yoğunlukla işletilen orman alanlarında biriken biyokütlenin ve dolayısıyla bağlanan CO2’nin, tüketim miktarına bağlı olarak değişimi Şekil 1’de gösterilmiştir. Şekil 2: Değişik Bitkisel Ekosistemlerde Biriken Karbonun Depolanma Süresi (Yıl) Şekil 1: Değişik Yoğunluk İle İşletilen Ormanlarda Biriken Biyokütlenin Tüketim Miktarına Göre Değişimi Kaynak: Asan , 2006 Kaynak: Asan, 2006 63 • DOSYA: HAVA Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan araştırma sonuçlarına göre, orman ekosistemleri içindeki karbonun % 74’ü toprak üstünde, % 26’sı toprak altında bulunmaktadır. Toprak üstündeki bölümünün % 35’ i sürekli olarak ekosistem içinde tutulurken, % 32,5’ i normal çürüme ve ayrışma ile atmosfere dönmekte, kalan % 32,5 ise odundan üretilen orman ürünleri içinde bulunmaktadır (Şekil 3). Orman ürünleri içinde stoklanan karbonun her yıl % 2 oranında azaldığı tahmin edilmektedir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şekil 3: Karbonun Orman ve Orman Ürünlerinde Depolanma Süreci yokütle olarak depolanması, biyokütlenin kesilerek enerji istasyonlarına taşınması ve yanma sonucu tekrar CO2 açığa çıkması süreci bütün olarak düşünüldüğünde bağlanan ve salınan miktarlar eşit olacağından biyokütle enerjisi “karbon nötral” olarak düşünülmektedir (Şekil 4). Şekil 4: Bioyakıt Kullanımında Karbon Döngüsü Kaynak: Asan, 2006 Dünya enerji gereksiniminin büyük kısmı günümüzde fosil yakıtlardan karşılanmaktadır (Tablo 2). 2100 yılına yönelik enerji tahminlerine göre, modellemelerde göz önünde bulundurulan nüfus artışı ve gelişim hızı dinamiklerine bağlı olarak talebin 514– 2737 EJ/yıl (EJ=1018 joule) arasında olacağı belirtilmektedir. Ormanların karbon dengesine katkılarının artırılmasındaki yaklaşımlardan birisi de ormanlardan sağlanan biyokütlenin daha yüksek oranlarda kullanılmasıdır. Ormanlardan sağlanan biyokütle dünya enerji taleplerinin karşılanmasında önemli katkı yapmaktadır. Tesis edilecek endüstriyel plantasyonlar ve enerji ormanlarıyla bu katkının daha da arttırılması olasıdır. Odunun fosil yakıtlar yerine kullanılması karbon bağlamaya yönelik orta ve uzun sürede ümit veren seçeneklerden birisidir. Tablo 2: 1990 Yılında Küresel Olarak Değişik Enerji Kaynaklarının Tüketimi Kaynak: Asan, 2006 Kaynak Petrol EJ/yıl 128 Kömür 91 Doğalgaz 71 Biyokütle 55 Su 21 Nükleer 19 Diğer (güneş, rüzgâr, jeotermal) <1 Toplam 385 Kaynak: Asan, 2006 Endüstriyel plantasyon ve enerji ormanlarından sağlanacak biyokütle, bioyakıt olarak fosil yakıtların yerini alabilir. CO2 nin fotosentezle bağlanması, bi- • 64 Odun yakıtlı enerji istasyonlarının geliştirilmesinin, ekonomik gelişmeyi de artıracağı yönünde tahminler yapılmaktadır. Yenilenemeyen bir kaynak olan fosil yakıtlar tükendiğinde, yenilenebilir bir kaynak olan odun ve odun ürünlerinin gelecekteki küresel enerji gereksinimini karşılamadaki rollerinin daha da artacağı beklenmektedir. Bu konuda büyük potansiyel olmasına rağmen bioyakıtların, fosil yakıtlar yerine ne derece kabul edilebileceği tam bilinmemektedir. Bunun derecesini, bioyakıtları daha verimli ve çevresel yönden etkili biçime çevirecek teknolojik ilerlemeler belirleyecektir. CO2 emisyonlarını azaltmanın bir diğer yolu, MAYIS 2011 - SAYI 135• enerji verimliliği düşük materyallerin yerini alabilecek olan odun ürünlerine talebin artırılmasıdır. Orman ürünleri endüstrisi sürekli değişim hâlindedir. Odun, odun parçaları ve artıklardan şimdikilere göre karbonu daha uzun zaman depolayacak yeni ürünler geliştirilmektedir. Odunun kimyasal işlemlerle daha dayanıklı ve kalıcı ürünlere dönüştürülmesi ve karbonun daha uzun süre depolanması sağlanabilmektedir. Orman ürünlerinin daha çok kullanılmasıyla, karbonu daha uzun süre depolayabilme olanağı sağlanmaktadır. Orman ürünlerinin; alüminyum, çelik ve beton yerine kullanılması, bu hammaddelerin üretimindeki fosil yakıt tüketimini de düşürecektir. Karbon bağlamaya yönelik bu dolaylı etki karbonun doğrudan orman ürünlerinde depolanmasından daha önemli olabilir. 2. KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİNİN GÖZLENEN VE BEKLENEN ETKİLERİ IPPC’nin Değerlendirme Raporlarına, WMO’ nun 2003 yılında basılan 952 sayılı küresel ısınmaya bağlı yayınına ve diğer bazı kaynaklara göre, 1860 yılından günümüze kadar iklimde gözlenen önemli küresel değişiklikler aşağıdaki şekilde özetlenebilir; • Dünyanın değişik bölgelerinde atmosfer davranışı ile fauna ve floradaki değişikler iklimde olan değişmenin en büyük kanıtıdır. • Meteorolojik gözlemlere göre yeryüzü ve troposfer ısınmış, stratosfer ise soğumuştur. • Günlük maksimum ve minimum sıcaklıklarda bir artış olmuştur. Ancak ortalama minimumlardaki artış daha fazladır. • Eski iklim kayıtlarına göre, 20. yüzyılda görülen ısınmanın süresi ve değeri, son 1000 yılın herhangi bir döneminde görülenden daha fazladır. • 20. yüzyıl 1000 yılın en sıcak yüzyılıdır. 1990’lı yıllar en sıcak 10 yıl, 1998 en sıcak yıl, 2001 ise ikinci en sıcak yıldır. • Küresel yıllık ortalama sıcaklık 1990 yılından 1998 yılına kadar yaklaşık 0,7 ˚C artmıştır. • 20. yüzyılın başından beri Kuzey Yarım Küre’nin • Geniş karalar üzerinde küresel boyutta daha fazla bir ısınma gözlenmiştir. • Son yıllarda dünyanın bazı bölgelerinde daha çok hissedilen ve belirlenen iklim değişikliği özellikle de sıcaklık artışı, birçok fizik ve sistemleri etkilemiştir. Bunun önemli sonuçlarını aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür; • Orta enlemler yüksek enlemlere doğru genişlemektedir. • Bazı bitki ve hayvanların sayısı azalmıştır. • Yeryüzü ve troposferdeki sıcaklık artışı nedeniyle kar ve buz örtüleri alansal ve hacimsel olarak azalmıştır. • Nehirlerde ve göllerde geç donma, erken çözülme gözlenirken, buzullarda bir gerileme görülmüştür. • Geçen 30 yıl içinde dünyanın farklı bölgelerinde olağanüstü hava olayları yaşanmıştır. • Küresel boyutta geçen 10 yıl boyunca atmosfer kökenli afetlerin sayısı iki kat artmıştır. • Birçok tropikal hastalık yüksek enlemlere ve kutuplara doğru yayılmış, salgın hastalıklarda gelişen teknolojiye rağmen bir artış olmuştur. • 1861 yılından beri yapılan sıcaklık ölçümlerine göre, 1998 yılından sonra en sıcak yıl olan 2001 yılında 2371 kişi yaşamını yitirmiş, 13 milyar ABD doları ekonomik kayıp olmuştur. • Sıcak kuşağın kutuplara doğru kayması sonucunda mevcut ekosistemler kendilerini yeni koşullara uydurmak durumunda kalacak, belki de birçok canlı türü yok olacaktır. • Yağış rejiminde değişikliğin görüldüğü yerler ile yağışın şiddetinde ve miktarında artış görülen yerlerde sel, çığ, kütle hareketleri gibi daha birçok doğal afetin sayısında ve şiddetinde büyük artış olacaktır. • Uzun süreli yağış azlığı nedeniyle, dünyanın birçok bölgesinde daha etkili kuraklık ve çölleşme gibi iklim kökenli doğal afetler yaşanacaktır. 65 • DOSYA: HAVA • Küresel yıllık ve mevsimlik ortalama sıcaklıklar 1979-1998 döneminde bundan önceki herhangi bir dönemdekinden daha hızlı bir biçimde artmıştır. Doğu Asya dışındaki, orta ve yüksek enlemlerinde geniş karalar üzerindeki bulut kapalılığı % 2 oranında artmıştır. Buna paralel olarak da buralarda yağışlarda hızlı bir artış olmuştur. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM • Deniz seviyesinde olabilecek yükselmeler nedeniyle, dünya nüfusunun büyük bir bölümünün yaşandığı alçak kıyı ovaları ile deltalar sular altında kalacaktır. • Yine deniz seviyesinde görülecek yükselmeden dolayı biyolojik çeşitlilik büyük zarar görecektir. Çünkü kıyı alanları biyolojik çeşitliliğin en fazla görüldüğü yerlerdir. • Bazı bölgelerde yaygın olarak yaşanacak daha sıcak, nemli ve yağışlı iklim koşulları, zararlı mikroorganizmaların üremesine ve çoğalmasına neden olacaktır. • Küresel sıcaklıktaki (kara ve deniz yüzey sıcaklığı) artış bölgeler arasındaki oluşacak büyük sıcaklık farkları tropikal ve orta kuşak fırtınaları ile orajların sıklığını ve şiddetlerini arttıracak etki alanlarını değiştirecektir. • Kuzey ve güney ülkeleri arasındaki ekonomik uçurum daha derinleşecek, yoksul ülkeler daha da yoksullaşacaktır. Bunun sonucunda doğal kaynaklar fazla kullanılacak ve oluşacak doğal afetler daha çok can ve mal kaybına neden olacaktır. Yine yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, IPCC’nin senaryolarından başka, bazı atmosferik iklim modelleri de, gelecekte görülebilecek iklim üzerinde değişik sonuçlara varmaktadır. Bunların birçoğu Doğu Akdeniz Havzasını ve Türkiye’yi de içine alan suptropikal kuşağın büyük bir bölümünde, özellikle kış yağışlarının azalacağını göstermektedir. İklimde doğal ve/veya beşerî nedenlere bağlı olarak olabilecek değişmeler; fizikî çevrenin bozulmasına, birçok ekosistemin yok olmasına, deniz seviyesinin yükselmesine ve ekstrem hava olaylarının görülmesine neden olacaktır. Bunun sonucunda başta insanlar olmak üzere bütün canlılar, yeni iklim koşullarına uymakta zorlanacak, belki de canlıların önemli bir kısmı yok olacaktır. Öncelikle küresel ısınma dünyadaki tüm ülkeler için bir felaket olmayacaktır. Kuşkusuz yeni durumun mutlu edeceği kimi ülkeler de olacaktır. Günümüzde dünyanın genelinde olmasa bile birçok bölgesinde iklim koşulları zordur. Daha ılıman kışlar ve daha bol yağış, bu bölgelerde yaşayanların yüzünü güldürecektir. Öte yandan kuraklığın ya da aşırı yağmurlar yüzünden taşkınların arttığı ülkeler üzülecektir. Sıcak- • 66 lığın artacağı soğuk ülkelerde ısınma harcamaları düşecektir. Değişen fırtına ve kasırga rotaları nedeniyle kasırgalardan kurtulan ülkeler sevinirken aynı nedenle kasırgaların etki alanına giren ülkeler mutsuz olacaklardır. Günümüzde birçok ülke su sıkıntısı çekiyor. Su sıkıntısı çekerken, genişleyen yağmur kuşağına giren ülkeler sevinecek, ancak yeni düzende giderek kuraklaşan bölgelerdeki ülkeler üzülecektir. Bütün bunlara ek olarak küresel ısınmayı durdurmak için alınacak önlemler de kimi ülkeleri zor durumda bırakacaktır. Dünyada sera gazlarının salınımına bir sınırlama getirilmesi planlanıyor. Bu durum fosil yakıtlarla elektrik üretiminin yerini zamanla biraz daha pahalı olan alternatif enerji kaynaklarının almasına yol açacaktır. Enerji harcamalarının artması da gelişmekte olan ülkelerin gelişimini yavaşlatacaktır. Ayrıca yer altında büyük karbon rezervleri (kömür, petrol, doğal gaz vb.) bulunan ülkeler de artık o kaynaklarından eskisi gibi yararlanamayacaklardır. Dünya ikliminin önümüzdeki yüz yıllık dönemde yeniden dengeye kavuşabilmesi için atmosferdeki karbondioksitin, okyanusların ve ormanların emebileceği bir düzeye indirilmesi gerekiyor. Bu da yılda bugünkü miktarın yalnızca % 20’sine karşılık gelen en fazla 1-2 milyar tonluk bir salımla sağlanabilir. 3. DÜNYA GENELİNDE KÜRESEL ISINMAYA KARŞI ALINAN ÖNLEMLER Küresel iklim değişimi kısaca; son 150 yıl içinde atmosferin doğal yapısında fosil yakıt tüketimi ile doğrudan, ya da sonucu ormansızlaşmaya varan arazi kullanım değişikliği ile dolaylı yoldan insan etkisiyle oluşan karmaşık süreç sonucunda atmosfer içindeki CO2 düzeyinin yükselmesiyle iklimde ortaya çıkan değişimlerdir. Bu nedenle, küresel ısınmayı önlemenin, ya da en azından geciktirmenin biricik yolu, atmosferden emilen CO2 miktarını giderek arttırmamızdır. Ormanlar, hem diğer ekosistemlere oranla daha fazla CO2 tüketmeleri ve hem de bağladıkları karbonu çok uzun süre bünyelerinde tutmalarından ötürü, bu fenomeni önlemede en etkili araç olarak görülmektedir. Ormanları bu amaç doğrultusunda işletmek için öngörülen uygulamaları: 1- Orman alanlarını genişletmek, 2- Çok yaşlı ormanları süratle gençleştirerek biyokütle üretim performanslarını arttırmak, MAYIS 2011 - SAYI 135• 3- Yeni kurulan ormanlarda hızlı gelişen ve üretim kapasitesi yüksek olan ağaç türlerini kullanmak, 4- Orman kuruluşlarını olabildiğince değişik yaşlı ve düşey kapalı hâle getirip buna uygun amenajman metotları ile işleterek, orman ekosistemlerinde belirli bir karbon miktarını sürekli muhafaza etmek, 5- Aynı yaşlı ormanlarda idare sürelerini olanaklar ölçüsünde uzatarak, bağlanan karbonun ekosistem dışına çıkarılmasını geciktirmek, 6- Bozuk ve üretim performansı düşük baltalık ormanları imar ve ıslah ederek karbon bağlama kapasitelerini arttırmak, 7- Eğimli arazilerde ve su toplama havzalarındaki standart verimli baltalıkları seçme baltalığına dönüştürerek, hem içlerindeki karbonun tutulma süresini uzatmak ve hem de bağladıkları karbonun 2/3 – 3/4’ünün sürekli biçimde ormanda kalmasını sağlamak biçiminde sıralamak mümkündür. 8- Uygun yetişme ortamlarında enerji ormanları tesisine ağırlık vermek ve termik santrallerde kömür ile odunun birlikte yakılmasını (co-firing) özendirmektir. Küresel ısınmayı geciktirmenin bir başka yolu da, özellikle odunun odun olarak kullanımını yaygınlaştırmak ve ayrıca kullanım öncesinde kimi teknik işlemler uygulayarak çürüme sürecini uzatmaktır. Bu amaçla izlenecek politikaları şöyle sıralayabiliriz: 1- Kırsal alanda kütük ev yapımını teşvik etmek, 2- İnşaat sektöründe ahşap kullanımını özendirmek 3- Kâğıt ve selüloz endüstrisinde olduğu gibi, lif levha ve yonga levha endüstrisinde de geri dönüşüme uygun teknolojilere yönelmek, 4- Bugün için hayalî görünse de, tüketim fazlası orman ürünlerini toprak altına gömerek orada ayrışmasını sağlayarak, mineral toprak içindeki karbon miktarını yükseltmektir. Avrupa Birliği’ne üye 15 ülkenin (EU-15) orman alanı 115 milyon hektar iken, Avrupa’nın toplam orman alanı 1.039 milyon hektardır. AB Beyaz Sayfa Raporunun yenilenebilir enerjiler başlığında 2010 yılında Avrupa’da biyokütle-yakıtlı bileşik ısı ve güç santrallerinin kapasitesinin 20.000 MWe olacağı tahmin edilmektedir. EU-15’e üye olmayan Avrupa ülkelerinden (özellikle Estonya, Latvia ve Litvanya) EU-15 ülkelerine yıllık yaklaşık 50 PS/yıl ölçüsünde büyük bir odun (orman artıkları) ticareti (özellikle Danimarka, İsveç ve kısmen Finlandiya) yapılacaktır. Bu biyokütle ticareti özellikle işlenmemiş ürünler olan odun artıkları ve hızar talaşı yerine, yüksek enerji yoğunluğu içeren odun yakacakları olarak odun peletleri ve briketleri biçiminde olacaktır (Duygu, 2003). Orman biyokütlesi, fosil enerji kaynaklarının, örneğin petrolün kullanımı ile oluşan problemlere bir çözüm olarak “yeşil enerji” ürünlerini sunar. Bu bağlamda, orman biyokütlesi gelecekte biyoyakıtın önemli bir kaynağı olarak da kullanılabilecektir. Bu nedenle, orman kökenli sektör Avrupa için daha fazla gereksinim duyulan yenilenebilir enerjinin sağlanmasında, özellikle AB’nin bu bölgede “yeşil enerji” kaynaklarının teşvik edilmesinde büyük önem taşıyacak etkin bir rol oynayacaktır (Aydın ve Babalık, 1986). Orman kökenli sektör odun liflerini ve “yeşil” kimyasalları birlikte kullanarak enerji üretiminde çok etkin bir platform oluşturacaktır. Bunun bir parçası olarak, “biyo-rafineri” konsepti; odunun kağıt, “yeşil kimyasallar”, biyoyakıtlar ve “yeşil enerji” üretiminde yeni bir denge unsuru olmasını öngörmektedir. Sektör, bu bağlamda, endüstriyel işlemlerde bir “yan ürün” olarak ve daha geniş kullanımı ile de yöresel ısı kaynağı olarak artan miktarlarda enerjiyi iletme potansiyeline sahip olacaktır (Skytte, Meibom and Henriksen, 2006). 67 • DOSYA: HAVA Son yıllarda karşılaşılan petrol krizleri, marjinal tarım alanlarındaki artışlar ve küresel iklim değişiklikleri, kısa rotasyonlu ormancılığa olan ilginin artmasına neden olmuştur. Bu konuda çeşitli orman ağacı türleri ile araştırma çalışmaları yapılmakla beraber, biyokütle üretimine en uygun türler olarak kavak ve söğütler öncelik almıştır. Kimi Avrupa ülkelerinde, uygun yetişme ortamlarında yüksek miktarlarda biyokütle hasılası sağlayan kavak melez türlerinin (Populus deltoides x Populus nigra, P. deltoides x P. trichorcarpa) indirekt sistemleri için, yaprak karakteristikleri ve büyüme özellikleri ile biyokütle üretimleri arasındaki ilişkiler araştırılmaktadır (Marron ve ark., 2007). ABD’de 0.18 x 0.18 m ile 2.0 x 2.0 m arasında değişen farklı dikim sıklıklarında melez kavak klonları ile tesis edilen plantasyonlarda 5. yıl sonunda 32 ton/ha ile 94 ton/ ha arasında fırın kurusu odun üretilmiştir (De Bell ve ark., 1992). • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Yeni ahşap yapı sistemleri çok üstün ısı yalıtım özelliklerini ve yenilenemeyen yapı malzemelerinden daha az enerji üretimini gerektirir. Bu durum odunun daha büyük ölçülerde kullanımını sağlar. Odun ve liflerin diğer malzemeler, sektörler ve teknolojiler ile yeni, yüksek katma değerli ürünler ve hizmetler sağlayan geliştirilmiş işbirliği olanakları sağlanır. Araştırma alanları olarak, örneğin gen ekonomisi ve /veya genetik mühendisliği ile fonksiyonel ağaçların geliştirilmesi (yeni yetişme ortamlarına daha iyi uyum sağlanması, daha dayanıklı odun, daha az lignin içeriği vd.) nano teknolojinin kullanılması, biyo-teknoloji ve mikro-elektronikler ile yeni ürün fonksiyonlarının sağlanması, örneğin yüzey özellikleri ve orman planlaması ve yönetiminde karar verme aracı olarak uydu görüntülerinden ve modellerden yararlanmaktadır. Araştırmalar ile uygun mühendislik materyali olarak onun pazar potansiyelinin artırılması sağlanacaktır (Tokamanis, 2005). Avrupa Komisyonu Ocak 2007’de Avrupa’nın enerji güvenliğini sağlamak ve iklim değişikliği ile mücadele etmek için bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildirinin amacı, daha düşük karbonlu sürdürülebilir bir ekonomi oluşturmak, alternatif enerji kaynaklarına yapılan yatırımları desteklemek için bir yol haritası belirlemektir. Avrupa Komisyonu’nun bu bildirisi sonucunda Avrupa Konseyi de Mart 2007’de yaptığı toplantıda; 1. 2020 yılına kadar sera gazı salınımlarının (1990 seviyesine göre) en az % 20 azaltılması, 2. 2020 yılına kadar enerji verimliliğinin % 20 artırılarak enerji kullanımının % 20 azaltılması, 3. 2020 yılına kadar yenilenebilir enerjinin toplam enerjideki payının % 20’ye çıkarılması, 4. 2020 yılına kadar ulaşımda kullanılan biyo-yakıt oranının % 10’a yükseltilmesi hedeflenmiştir. Öte yandan, biyo-yakıtların kullanılan toplam petrol içindeki payının 2010 yılı hedefi % 5.75 olarak belirlenmiştir. Ancak, bütün Avrupa Birliği (AB) ülkeleri aynı duyarlılığı göstermediği için bu orana ulaşmak zor görülmektedir. 2005 yılında biyo-yakıtlar içinde biyo-dizelin oranı % 81.5, biyo-etanolün oranı % 18.5 olarak gerçekleşmiştir. 2020 yılı hedefini yakalamada biyokütle enerjisinin rolü büyük olacaktır. 2007 yılında biyo-yakıtlardan 102 milyar kWh elektrik enerjisi üretilmiştir. Bu oran geçmiş beş yıla göre % 100’lük bir • 68 artış demektir. Biyokütle enerjisi son yıllarda doğrudan bina ısıtmalarında da kullanılmaya başlanmıştır. AB, 2020 yılında üç % 20 hedefine ulaştığında, yeşil enerji üzerinde çalışan 2.8 milyon kişi olacağı; ayrıca, AB’nin millî gelirler ortalamasının % 1 artacağı, elektrik fiyatlarının % 7 oranında düşeceği ve doğalgaz ithalatının % 16 oranında azalacağı tahmin edilmektedir. Ülkeler bazında düşünüldüğünde yeşil enerji üzerine 1.4 milyon kişi çalıştıran Almanya’nın en kârlı çıkan ülke olacağı düşünülmektedir. Kârlı çıkacak diğer ülkeler ise orman ve çiftçilikten elde edilen atıkları biyo-yakıt yapımında kullanan ülkeler olan Finlandiya, İsveç ve Letonya olacağı beklenmektedir (Biçer, 2009). Sürdürülebilir, güvenli ve rekabetçi enerji için Avrupa’nın tehditlere ortak yanıt vermesinin zorunlu olduğunu kaydeden Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso, “Avrupa dünyaya yeni, hatta belki de sanayi-sonrası diyebileceğimiz bir devrimle, düşük karbonlu bir ekonominin geliştirilmesinde öncülük etmeli” dedi. Avrupa Komisyonu’nun hedefi, yarım milyar Avrupalının enerjilerini kıtada istedikleri şirketten alabilmelerini sağlamaktır. 10 yıldır bu alanda sarf edilen çabalara rağmen hiçbir ülkede tam anlamıyla rekabet sağlanmadığı görüşü yaygındır. Bunun için enerji şirketlerinin üretici ve dağıtıcı olarak bölünmesi öngörülüyor. Komisyon, öncelikle AB enerji politikası açısından iki önemli konuya vurgu yapıyor; bunlardan biri enerji arz güvenliği, diğeri de iklim değişikliği sorunu. Avrupa Çevre Ajansı Proje Direktörü Ethem Karakaya, raporda bu iki konunun vurgulanmasının temel nedenini şöyle açıklıyor: “Avrupa Komisyonu’nun geleceğe yönelik yapmış olduğu enerji projeksiyonları, enerji kullanımında önemli artışın olacağını gösteriyor. Daha da kaygı verici olanı ise, bu enerji talebini karşılamak için ithalata bağımlılıkta önemli bir artışın öngörülüyor olması. Yani, bugünkü eğilim ve politikaların devam etmesi durumunda, şu an için % 50 olan enerjide dışa bağımlılığın, 2030 yılına gelindiğinde % 65 olacağı bekleniyor. Bu durumda, Avrupa’da enerji arzı güvenliği sorununu gündeme getiriyor.” Bilim insanları, küresel ısınmanın insanoğlunun karşılaşacağı en büyük çevresel problem olduğu ve sürenin daraldığı konusunda aynı görüşü paylaşıyor. Bu yargı Avrupa Birliği tarafından da kabul görüyor. MAYIS 2011 - SAYI 135• Bu bağlamda asıl sorunun enerji talebinde önemli artış öngörülürken, sera gazı emisyonlarının Kyoto hedeflerinden daha aşağılara nasıl çekileceği konusu olduğunu söyleyen Karakaya, Komisyon’un mevcut durumun sürdürülebilirlik açısından yeterli olmayacağını düşündüğünü ve yeni bir sanayi devrimine yol açacak “düşük karbon ekonomisine” geçişin altyapısını oluşturacak politikaları ve yol haritasını belirlediğini dile getiriyor (Tokat, 2007). Avrupa Birliği (AB), uluslararası çevre yükümlülüklerine uymak amacıyla dünyanın ilk Emisyon (salım) Ticaret Programı’nı devreye soktu. Karbondioksit (CO2) ve diğer beş gazın ticaretine izin veren program resmî olarak 1 Ocak 2005’te başladı. Program, bir şirketin doğaya salabileceği sera gazlarının miktarına kısıtlama getiriyor; ancak işletmeler açık piyasada (sera gazları) kota tahsislerini alıp satma hakkına sahip olacak. Salım Ticaret Programı (STP), Avrupa’nın karbondioksit salımlarının yaklaşık yarısını yapan 12.000 tesisi kapsıyor. AB bu programı, 1997 Kyoto İklim Değişikliği Protokolü kapsamında sera gazlarının miktarını azaltma anlaşmasının bir bölümünü yerine getirmek amacıyla başlattı. AB, Kyoto Protokolü kapsamında üstlendiği yükümlülükleri karşılamaya gayret ediyor; salım ticareti de Birliğin çevreye karşı sorumluluklarına ne derece bağlı olduğu konusunda vereceği ilk sınav olacak. Sanayileşmiş ülkeler, Kyoto Protokolü kapsamında, 2008 ile 2012 yılları arasında 6 temel sera gazı salımlarının toplamını 1990 seviyelerinin altına indirmekle yükümlü bulunuyor. Ulusal Tahsisat Planları, üye ülkelerin toplam salım miktarlarının şirketlere ne oranda dağıtılacağının saptanmasına yardımcı oluyor. Bu, ilk ticari dönem olan 2005-2007 arasında her üye ülkenin payına düşen toplam salım miktarı ile STP’nin kapsamı altına girecek işletme sayısını öngörme zorunluluğu getiriyor. Buradaki temel fikir, üye ülkelerin ulusal tahsisat planlarına göre enerji ve sanayi sektörlerindeki salım miktarlarının sınırlanması, böylece işlevsel bir pazarın oluşması, sonuçta da salım azatlımı hedeflerinin sağlıklı bir biçimde hayata geçirilmesini kapsamaktadır. STP, Avrupa Birliği’nin 25 ülkesindeki 12.000 in üzerinde enerji ve sanayi tesisini kapsıyor. Tesis sayıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Program kimi küçük ülkelerde 50-4000 arasında tesisi kapsamına alırken, kimi ülkelerde de 1.000 ile 2.500 arasında tesis program kapsamına girmektedir. 1 Ocak 2005 tarihinden itibaren her firma salım rakamlarını izleyecek ve her yılın sonunda denetçi kuruluşun onayına sunulacak bir yıllık rapor hazırlayacaktır. Bu, firmalara finansal problemler yaşamamak için her yıl raporlayarak teslim edecekleri salım miktarlarından emin olma zorunluluğunu getirecektir. Üye ülkeler ise her yılın Şubat ayı sonunda salım tahsisat miktarlarını yayınlayacaklardır. Bu da ülkelere firmalardan doğru beyan almak için sıkı denetim yapma zorunluluğunu getirecektir. Her üye ülke aynı zamanda AB Komisyonu’na konuyla ilgili düzenli yıllık rapor sunmak zorundadır. Program bu şekliyle bünyesinde sıkı bir denetim mekanizmasını da taşımaktadır. AB Komisyonunda salım ticareti ile ilgili bir veri merkezi işlevi görecektir. Komisyon üye ülkelerden gelen raporlar doğrultusunda birlik ölçeğinde yıllık rapor hazırlayacaktır. Bu işleyiş zinciri STP’nin işlev ve performansına yön verecektir. Salım ticaretinde birim fiyatlar süreç açısından en önemli konulardan birisidir. AB Komisyonunun salım tahsisat fiyatlarının ne olması gerektiği konusunda herhangi bir görüşü bulunmuyor. Fiyatı, serbest piyasanın diğer alanlarında olduğu gibi arz ve talep dengeleri belirleyecektir. Pazarın aracı kuruluşları salım tahsisatları için fiyat belirlemeye başladılar. Komisyon, tahsisat pazarına herhangi bir müdahalede bulunmuyor ki bu tavır diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da rekabet hukukuna uygun düşüyor. Salım ticaret piyasalarında 4 Ocak 2005’te ilk resmî alım 69 • DOSYA: HAVA Dünyada küresel ısınma ile mücadeleyi amaçlayan Kyoto Protokolünün öngördüğü üç mekanizmadan (Ortak Uygulama, Temiz Kalkınma Mekanizmaları ve Salım Ticareti) biri olan Salım Ticareti Programı küresel iklim değişikliği ile mücadelede bir köşe taşı özelliğini taşıyor. Program, dünyada karbondioksit emisyonları (salımları) ile ilgili ilk uluslararası ticaret sistemi olarak biliniyor. Avrupa’nın karbondioksit salımlarının yarıya yakınını temsil eden 12.000 tesisi kapsayan STP’nin amacı AB üye ülkelerinin Kyoto Protokolü’nün gereklerine uyabilmelerine yardımcı olmaktır. Salım ticareti yeni çevresel hedefler anlamına gelmekten ziyade, Kyoto Protokolü’nün öngördüğü hedeflere uyum için ucuz çözümler sunuyor. Ülkelerin ya da firmaların salım tahsisatı ticareti yapmaları, söz konusu hedeflere en ucuz maliyetle ulaşılması amacını taşımaktadır. Bu bakımdan STP, diğer önlemlerin hayata geçmesi için büyük önem arz ediyor. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM satım işlemlerinde karbondioksitin salım fiyatı ton başına 8.40 € (Avro) olarak gerçekleşmiştir (Anonim, 2005). Günümüzde insanlığın yaşamını sürdürüş biçimi yüzünden, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonuna geldiğimizde, sanayi öncesi dönemle kıyaslandığında küresel ısıda yaklaşık 7 derecelik bir artış oluşacaktır. Bu ısı artışı, 15.000 yıl önce yaşanan buz devrinden sonraki dönemde gerçekleşen ısı artışından daha fazla ve daha büyüktür. O dönemde dünya ısısı ortalama 5 derece arttı, ancak bu artış 5.000 yıldan fazla bir zaman aldı. Bu değişim doğal nedenlere bağlı idi. Ancak içinde bulunduğumuz dönemdeki iklim değişikliği insan eliyle gerçekleşiyor. İnsan, çok miktarda fosil enerji kullanıyor, diğer bir deyimle kömür, petrol ve gaz yakıyor. Çok fazla ormanı yok ediyor, tarlaları ve çayırları yanlış yöntemlerle işleyerek iklime zarar verici bir tarım işletmeciliğini yürütüyor. Eğer bu durum değişmezse, önümüzdeki dönemlerde, bugün 7 milyar olan insan nüfusunun yaklaşık onda biri, deniz seviyesi yükseleceği için yaşama alanlarını terk etmek zorunda kalacaktır. Bu büyük tehlikenin farkına varılmasına rağmen önüne geçilememiştir. 1992 yılında Rio de Janerio’da toplanan dünya zirvesi bu yöndeki ilk adım olarak, uluslararası hukuk temelinde alınan bir kararla sera gazı yoğunluğunu düşürerek “iklim sisteminin olumsuz etkilenmesini önleme amacını kararlaştırmıştır. Beş yıl sonra kırka yakın sanayi ülkesi ve eski Doğu Bloku ülkeleri tarafından imzalanan Kyoto Protokolü ile iklimi etkileyen gazların salımının azaltılması ya da en azından sınırlandırılmasına karar verilmiştir. Ne var ki Rio’da 1992’de verilen söz de, Kyoto’da edilen yemin de bugüne kadar etkili bir sonuç sağlamamıştır. İklimi etkileyen gazlar içinde en önemlisi olan karbondioksit (CO2) Rio Konferansı’ndan bu yana yaklaşık üçte bir düzeyinde artarak yılda 3 milyar ton gibi bir miktara yükseldi. Kyoto Protokolü’nün emisyon azaltımı görevi yüklediği sanayi ülkelerinin iklim gazı salımları 1990’dan bu yana toplamda azalmadı, hatta küçük miktarda artış bile gösterdi. ABD dahil olmak üzere sanayi ülkeleri bugün yeryüzündeki toplam emisyonun yarısından sorumludurlar. Bu ülkeler emisyon salımlarını tamamen durdursalar bile CO2 salımının kontrolünde iki derecelik hedefin sağlanması garantili değil, çünkü gelişmekte olan ülkelerin emisyon salımları sürekli bir yükseliş içindedir. Bugün • 70 insanlığın bir iklim felaketine doğru hızla yol aldığını söylemek abartı olmaz. Tehlike bu kadar büyükse, neden sorunun çözümü için yeteri ölçüde üzerine gidilmiyor? Temelde bunun yanıtı basit: Buradaki sorun iklim değişikliği ile mücadelede başvurulması gereken teknik yol ve yöntemlerin bilinmemesinde değil, enerjinin kullanımında verimliliğin gözetilmesi, fosil yakıtların yerine yenilenebilir enerjilere yönelinmesi ve yaşam tarzında değişiklik yapılması çözümün anahtarlarıdır. İklim araştırmacıları, iki derecelik ısı artışının etkilerinin iyi kötü dengelenebileceği konusunda ortak görüşe sahiptirler. İki derece sınırı, 100’den fazla ülke tarafından ulaşılacak bir hedef olarak görülüyor ve G8 ülkeleri de İtalya’da L’Aquila’da yaptıkları zirve toplantısında bu hedefi benimsediler. Bu hedefe iyi kötü ulaşılması demek, insanlığın 2050 yılına kadar kullandığı, ekonomik olarak çıkarmaya değer fosil yakıt miktarının dörtte biriyle yetinmesidir. Bu da hiç alışık olmadığımız biçimde ve olağanüstü derecede kendimizi kontrol altına almamız gerektiği anlamına geliyor. Diğer bir deyişle: Önümüzdeki kırk yıllık dönem içinde insanlığın elinde toplam 750 milyar tonluk daha CO2 “emisyon bütçesi” var; mevcut CO2 salımı dikkate alındığında daha bu sürenin yarısına gelmeden bu bütçe eriyip gidecektir. “Yükün dağılımı” konusunda yaşanan kavga, bugün kamuoyunda tartışılan iklim politikası, aslında eldekinden vazgeçme kapsamında ele alınıyor. Aslında dikkat edilmesi gereken konu, iklim dostu ekonominin getirdiği yeni olanaklar olmalıdır. ABD dahil olmak üzere sanayi ülkeleri bugün yeryüzündeki toplam emisyonun yarısından sorumludurlar. Bu ülkeler emisyon salımlarını tamamen durdursalar bile, CO2 salımının kontrolünde iki derecelik hedefin sağlanması, gelişmekte olan ülkelerin emisyon salımlarının sürekli yükseliş içinde bulunması nedeniyle garantili değildir. Bu nedenle de bu hedefe ulaşılması, ekonomik atılım içindeki, özellikle de büyük nüfuslu Çin ve Hindistan’ın işbirliği yapmasına bağlı olmaktadır. Ancak şunu da unutmamak gerekiyor: Çin’de kişi başına CO2 salımı 4,3 tonla, Hindistan’da 1,1 tonla ABD’nin (19 ton) ya da Almanya’nın (10 ton) belirgin biçimde altındadır. Ayrıca bir de bugünün ileri sanayi ülkelerinin, dünya nüfusunun sadece % 20’sini oluşturmasına karşın, sanayileşmeden bu yana atmosfere salınan CO2 miktarının dörtte üçünden sorumlu olması gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Oysa insanlığın MAYIS 2011 - SAYI 135• yoksul çoğunluğu bugüne kadar iklim sorununun ortaya çıkmasında pek de pay sahibi değildir. Dünya İklim Konseyi IPPC’nin tavsiyesi, sanayi ülkelerinin 1990 yılına kıyasla 2020’ye kadar emisyonlarını % 25-40 arası azaltmaları şeklindedir. Sanayi ülkeleri içinde en çok emisyonun sorumlusu olan ABD, IPPC’nin açıkladığı rakamların kaldırılması pek olası olmayan bir yük getirdiği düşüncesindedir. Almanya ise emisyon miktarını üst sınır olarak beklenen % 40 düzeyinde azaltma hedefini benimsedi, ayrıca bu hedefe ulaşılması da olası görülüyor. Çünkü Almanya şimdiye kadar bunun yarısını gerçekleştirmiş durumdadır. Almanya’nın bugün saldığı emisyon, 1990 yılına göre % 20 daha azdır. Görünen o ki, Almanya Kyoto hedefini (2012 yılına kadar 1990’a göre % 21’lik azalma) başka ülkelerin emisyon hakkını satın almaya gerek duymadan tutturacak az sayıdaki ülkelerden biri olacaktır. Almanya, benimsediği % 40’lık hedefe ulaşmak için yeni siyasi kararlara gerek duyuyor. İki sivil toplum örgütü olarak Germanwatch ve CAN (Climate Action Network Europe) 2008 sonunda dünyada en çok CO2 emisyonuna neden olan altmış kadar ülkenin durumunu değerlendirdi. Bu değerlendirmede ödüllendirmeye değer bir ülke çıkmadı; ancak İsveç ve Almanya bu alanda en ileri ülkeler olarak ilk sıraları aldılar. Almanya’nın bu iyi sonucu almasında önemli bir etken iki Almanya’nın birleşmesidir. Eski Doğu Alman devletinde emisyon yoğun üretimin son bulmasıyla CO2 emisyonlarında hızlı bir azalma gerçekleşti. Kimi gözlemciler bu durumu, Almanya’nın kucağına gökten düşen bir başarı “Wall-fall-profit” olarak adlandırdılar. KAYNAKLAR Anonim, 2005. AB Sera Gazları Ticaret Programını Başlattı. Global Enerji Dergisi, Şubat 2005, 48-50, İstanbul. Asan, Ü., Destan, S., Özkan,Y. 2006. Küresel Isınmanın Önlenmesinde Ormanların Rolü ve Önemi. Türk Ormancılığında, Uluslar arası Süreçte Acil Eyleme Dönüştürülmesi Gereken Konular, Mevzuat ve Yapılanmaya Yansımaları Sempozyumu, 22-24 Aralık 2005, 231-241, Antalya. Aydın, S., Babalık, H. 1986. Enerji Ormanlarının Önemi, Stratejisi, Plan ve Proje Düzenleme Teknikleriyle Uygulama Esaslarının Gözden Geçirilmesi. OGM Ağaçlandırma ve Silvikültür Daire Başkanlığı, Enerji Ormanları Şube Müdürlüğü, 9 s., Ankara. Biçer, M., 2009. Yenilenebilir Enerjide AB’nin Yol Haritası. Global Enerji Dergisi, Kasım 2009, Sayı:63, 36-38., İstanbul. Clausen, R.M., and Gholz, H.L., 1998. Carbon and Forest Management. USDA Forest Service. De Bell D.S., Clendenen , G.W., Zasada, J.C., 1992. Wood biomass production of Populus clones under five short-rotation density and harvest regimes. USDA Forest Service, Pasific Northwest Research Station, Forestry Sciences Laboratory, Olympia-Washington, 12 p. Duygu, E., 2003. Biyokütle ve Enerjisi. TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Dergisi, Sayı:412. Maron, N., Dillen, S.Y., Ceulemans, R., 2007. Evaluation of leaf traits for indirect selection of high yielding poplar haybrids. Environmental and Experimental Botany, 61, 103-116. OGM, 2009. Yenilenebilir Enerjide Orman Biyokütlesinin Durumu. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Biyoenerji Çalışma Grubu Raporu, Haziran 2009, 133 S., Ankara. Saraçoğlu, N. 2010. Küresel İklim Değişimi, Biyoenerji ve Enerji Ormancılığı. Efil Yayınevi, 300 S., Ankara. Skytte, K., Meibom, P., Henriksen, J., 2006. Electricity from biomass in the European Union with or without biomass import. Biomass&Bioenergy, 30(2006), 385-392. Tokamanis, C., 2005. Innovative and sustainable use of forest resources. Vision 2030. A technology platform initiative by the European forest-based sector. 15 February 2005, Brussels. Tokat, S. 2007. Avrupa Küresel ısınmaya Çözüm Buldu : Post sanayi Devrimi. Global Enerji Dergisi, Şubat 2007, 15-18, İstanbul. White, R.M., 2002. Sequestering Carbon Emissions in the Terrestrial Biosphere. Washington Advisory Group LLC. 71 • DOSYA: HAVA Ancak Almanya’nın başarısını yalnız bu etkene bağlamak haksızlık olur. Başarının arkasında özellikle “Yenilenebilir Enerjiler Yasası” nın 66. Maddesi yatıyor. Bu madde; güneş, rüzgâr, su ve biyokütle gibi yenilenebilir kaynaklardan enerji üretenlere, en yüksek getiri uygulamasıyla, piyasada rekabet edebilme olanağı sağlıyor. Gıpta edilecek durum, pek güneşli olmayan Almanya’nın fotovoltaik enerji tesislerinin kurulmasında dünyada birinci sıraya ve rüzgâr enerjisinde ise ABD’den sonra ikinci sıraya çıkma başarısını göstermiş olmasıdır. Bugün Almanya’da 20.000 rüzgâr çarkı dönmekte, elektrik piyasasında % 15’lik düzeye ulaşılmakta ve 280.000 kişiye iş olanağı sağlanmaktadır. 1990’lı yıllarda çıkarılan “Yenilenebilir Enerjiler Yasası”nın itici gücü olmasaydı “yeşil” enerjilerin durumu bugün çok daha gerilerde olurdu. Yeşil teknoloji ve uygulamaları tüm ülkeler için gelecekte ekonomik başarıyı da belirleyecek önemli büyük bir gelişimdir (Saraçoğlu, 2010).