İşaret Dili Nedir? İşaret dili, işitme engellilerin kendi aralarında iletişim kurarken, el hareketlerini ve yüz mimiklerini kullanarak oluşturdukları görsel bir dildir. İşaret dillerinin bilimsel olarak belirlenmiş ana özellikleri ise şunlardır : İşaret dilleri de sözlü diller gibi bir gramer yapısına sahiptir. Sanılanın aksine sözlü dillerden daha basit bir yapıda değildir. Her işaret dilinin kendine özgü gramer kuralları vardır ve her kavram için kullanılan işaretler de kullanıcılar arasında ortaktır. Bu özelliği ile işaret dili, konuşurken kullandığımız jestler ya da pandomimden çok farklıdır. Her ülkenin kendi işaret dili vardır . Örneğin Amerika'da kullanılan işaret dili (ASL) ile Almanya'da kullanılan işaret dili (DGS) birbirlerine benzemezler. Bu iki dil, İngilizce ile Almanca kadar farklıdır. Bir işaret dili çevrede kullanılan sözlü dilden etkilense de, farklı bir gramer yapısına sahiptir. Yani Türkçe ile Türk İşaret dili arasında mutlaka bir benzerlik olması gerekmez. Sözlü dillerde olduğu gibi işaret dili de erken yaşta öğrenilmelidir. İşitme engelliler 5-6 yaşına kadar işaret dili öğrenemezlerse daha sonra hem işaret dilini hem de başka dilleri öğrenmeleri zorlaşır. Beyin üzerindeki araştırmalara göre, sözel dillerle işaret dilleri aynı nörofizyolojik süreçlere ve aynı lokalizasyona (yani beynin sol yarımküresi) sahiptir. Türk İşaret Dili (TİD) Türk İşaret Dili tarihinin Osmanlı dönemine kadar uzanmasına karşın, TID hakkında Milli Eğitim Bakanlığı'nın 1995'te yayınladığı görsel bir kılavuz dışında henüz bir yazılı materyal, arşiv ya da sözlük yoktur. Türkiye'deki işitme engelli okullarında işaret dili öğretilmemektedir ve ülkemiz işaret dili eğitimi alanında pek çok ülkeden 50 yıl kadar geridedir. Bu internet sitesinin amacı TID hakkındaki araştırmalara ve işitme engellilerin eğitiminde işaret dili kullanımının yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmaktır. Türkiye'de ne kadar işitme engelli bulunduğuna dair çelişkili raporlar vardır. Birleşmiş Milletler raporuna göre bu sayı 2,5 milyondur. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı 1998 Bütçe Raporu'na göre ülkemizde sadece 400,000 işitme engelli bulunmaktadır. Yine aynı rapora göre bu nüfusun 120,000'ini çocuklar oluşturmakta ve sadece 7,000'i okula gitmektedir. İşitme engellilerin % 90'ının konuşan ailelere doğuyor olması ve henüz Türk İşaret Dili için bir eğitim materyali bulunmaması, söz konusu çocukların ilkokula gidene kadar herhangi bir dil öğrenmesini engellemektedir. Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de işitme engelliler için özel eğitim veren okullar bulunmaktadır. Ancak, duyan öğretmenlerin çoğunlukla yüksek sesle Türkçe konuşarak eğitim verdiği bu okullarda, işaret dili eğitim sisteminin bir parçası değildir. Bu koşullarda işitme engelli çocuklar okuldan TID öğrenememektedir. Sadece sözel dil ve yöntemler, işitme engellilerin kavramsal gelişimleri ve iletişimleri için kesinlikle yeterli bir araç değildir. İşitme engelli çocuklar TID'i öğretmenlerinden öğrenemedikleri için okuldaki işitme engelli arkadaşlarından ya da daha geç yaşlarda derneklerden standart olmayan yöntemlerle öğrenmek zorunda kalıyorlar. Sonuç olarak Türkiye'deki işitme engellilerin % 90'ı TID'i, dil öğrenmek için kritik yaş olan ilk 5 yıldan daha sonra öğrenmektedir. Bu durumda neredeyse tüm işaret dili kullanıcılarının TID'i geç öğrendiğini söyleyebiliriz. İşaret dilinin öğrenim sürecindeki farklılıklar ve standardizasyon problemi de işaretlerde farlılıklara yol açmaktadır. Örneğin, İstanbul'da bulunan 7 farklı işitme engelli okulunda okuyan öğrencilerin işaretlerinde farklılıklar görülebilmektedir. Kullanıcıları tarafından eksik, dolaylı yollardan ve oldukça geç yaşlarda öğrenilen bir dilin geliştirilmesi, ihtiyaçlar doğrultusunda güncelleştirilmesi neredeyse imkansızdır. Yapılan araştırmalara göre, öğrenme yaşı ilerledikçe, kişinin bir dili kullanma becerisi ve o dilin yapısına katkıda bulunma ihtimali azalır. (Newport,1990) Ancak tüm sorunlara rağmen, şu ana kadar yaptığımız araştırmalar ışığında Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki işitme engellilerin işaretleri arasında farklılıklar olsa da birbirleriyle anlaşabildiklerini görüyoruz. Bu da Türk İşaret Dili'nin geleceği açısından umut verici. Tarihte Türk İşaret Dili Türk İşaret Dili'nin tarihçesiyle ilgili bilgilerimiz, işaret dili görsel bir dil olduğu ve dolayısıyla kağıda geçirilmesi zor olduğu için oldukça kısıtlıdır. Türk tarihinde işaret dilinin varlığı ve eğitimde kullanımıyla ilgili arşivler Osmanlıca olduğu için bu konuda yoğun bir arşiv çalışması gerekmektedir. Şu ana kadar edindiğimiz bütün bilgiler en azından Osmanlı işaret dilinin batıda kullanılan işaret dilleriyle bir ilişkisi olmadan geliştiğini ve bu açıdan oldukça özgün bir işaret dili olduğunu göstermektedir. Dünyada her işaret dilinin başlangıcı işitme engellileri bir araya getiren bir kurumun, yani okulun, kurulmasıyla eş zamanlı olarak düşünülmektedir. Çünkü bir kurum aracılığıyla bir araya gelemeyen işitme engelliler evlerinde kendi işaret dillerini geliştirip ortak bir dil oluşturamazlar. Fransa'da 1770'li yıllarda sağırların kullandığı el hareketleri, grameri olan bir dil olarak kabul edilmiş ve okullarda öğretilmeye başlanmıştır. Daha sonra bu yöntem bir Fransız işaret dili bilimcisi tarafından Amerika'ya taşınmış ve orada 1817'de Thomas Gallaudet tarafından sadece sağırlara eğitim veren, ilk işaret dili öğreten okul kurulmuştur (şimdiki adıyla, Gallaudet University). Miles (2000) 'ın Osmanlılar hakkında batıda çıkan yazılardan ve Evliya Çelebi'nin notlarından yaptığı derlemelere göre 1500-1700 yılları arasında Osmanlı sarayında mahkemelerde hizmet etmeleri amacıyla bulundurulan bir sağırlar topluluğu yer almaktaydı. (Bu yıllarda batıda işitme engellilerin kullandığı dil ise hiçbir kurumun parçası değildi). Hatta bazı sultanların bu dili öğrendikleri ve halka bir tercüman aracılığıyla hitab ederken işaret kullandıkları da arşivlerde yer almaktadır. Ancak yine Miles' a göre, saraydaki işitme engellilerin ve bir dönem üst sınıfın kullandığı iletişim sisteminin, o sıralar halkın kullandığı işaret diline ne kadar benzediği ve bu sistemin ne kadar gramerleşmiş olduğu kesin değildir. Örneğin, bu sistem saraydaki yeni doğan işitme engelli çocuklara öğretilmemiş ( bir dilin gramerleşmesi için gerekli olan bir kriter), bu topluluğa yeni katılanlar yine yetişkin sağırlardan alınmıştır. Sonuç olarak topluluğun kullandığı dilin gramerleşmiş olma olasılığı düşüktür ve TID'in başlangıcının bu kadar eskilere gidip gitmediği tartışılır. Osmanlı'larda ilk işitme engelliler okulu Osmanlı döneminde II. Abdülhamit tarafından kurulan (1902) Yıldız Sağırlar Okuludur. Bu okulda, günümüz Türk İşaret Dili'nin muhtemel alt yapısını oluşturan Osmanlı İşaret Dili, öğretmenler tarafından okullarda sözel dille beraber kullanılıyordu. Tıpkı yazılı dilde olduğu gibi, bu okulda kullanılan işaret alfabesi de şu anda kullanılan alfabeden farklıydı. Bu okullarda batıda kullanılan işaret dillerinin kullanıldığına dair de hiçbir kanıt yoktur. Ancak bu okulda 1953'te çıkarılan bir Milli Eğitim Bakanlığı kanunuyla işaret dili kullanılması yasaklanmıştır. Bunun nedeni işitme engellilerin eğitiminde sözel eğitimin gerekli olduğuna inanılması ve işaret dilinin çocukların konuşmasını engelleyeceği düşüncesidir. Yıldız'da bulunan okul Fatih'e taşındı ve şimdi Yıldız okulundaki arşivler Fatih İşitme Engelliler okulunda bulunmaktadır. 1953'ten bu yana okullarda TID kullanılmamaktadır ancak tekrar yaygınlaştırılması için çalışmalar sürmektedir. İşitme Engelliler İçin Genel Bilgiler İşaret Dili öğretiminin çocuğun gelişimindeki önemi Dünyada ve Türkiyede işitme engelli çocukların yaklaşık %90'ı duyan anne ve babalara doğmaktadır. Özellikle doğuştan ağır işitme kaybı olan (90dB üzeri) ve annesi, babası işitme engelli olmayan çocuklar doğumdan sonraki İLK BEŞ YIL içinde işaret dili öğrenmelidirler. Aksi halde, işaret dilini ya da herhangi bir sözel dili (örneğin Türkçe) öğrenmelerinin yanı sıra normal düşünce, zeka, sosyal ve duygusal gelişimleri de risk altına girmektedir. İlk 5 yılda işaret dili öğrenmemenin sonuçları Beyin ve nörolojik hücreler arasındaki ilişki diğer çocuklardan geri kalır. (Neville, 1991) Okuma yazma ve öğrenme kapasitesi çok geride (yaklaşık 3üncü sınıf seviyesinde) kalır. (Allen, 1986) İkinci bir dili öğrenmek çok zorlaşır (Mayberry, 1993) (Erken dönemde işaret dili öğrenmemiş işitme engelli bir çocuğun Türkçe'yi öğrenmesi veya okuyup yazması çok zordur). Okul yaşlarında, duyan çocuklarla karşılaştırıldığında, hafıza geriliği gözlemlenebilir (Bebko, 1984). Sosyal ve duygusal gelişimde erken yaşlarda problemler olabilir (örneğin; diğer insanların duygu ve amaçlarını anlamalarında) (De Villiers, 1999); İşitme engellilerin eğitimiyle ilgili varolan önyargıların aksine; "Sözel yöntem" ile eğitilen ve işitme kaybı fazla olan çocukların sözel dil öğrenme olasılığı oldukça düşüktür. "Dudak okuma" yı öğrenmek işaret dilinin yerine geçemez çünkü pek çok ses ağız içerisinde ve gırtlaktan çıkarılmaktadır. Çocuklara işaret dili öğretmek onların sözel dil gelişimini KESİNLİKLE geriletmez. Neden işaret dili öğretmek sözel dil gelişimini engellemez? Çocuklar erken yaşta ne kadar fazla dil duyarlarsa o kadar çok dili öğrenebilirler. Hatta birden fazla dil (örneğin hem sözel hem işaret) öğrenen çocukların düşünce yapıları da daha çok gelişir. Son araştırmalara göre, duyan çocuklara bile işaret dili öğretilmesi sayesinde dil öğrenimi çok daha erken yaşlara çekilebiliyor. (Acredelo & Goodwyn, 1988) İşitme engellilerin eğitimi için izlenmesi gereken en doğru yol nedir? Mümkün olduğunca erken ve doğru teşhis (otizm vb. rahatsızlıklarla karıştırılmamalı). Eğer anne babalar duyuyorsa, öncelikle hemen kendileri işaret dili öğrenmeli ve çocuklarına sözel eğitimle birlikte işaret dilini de vermeleri gerekmektedir. Kendileri öğrenemiyorlarsa bile, çocuklarını işaret dilinin kullanıldığı ortamlara getirmelidirler. İşaret dilini öğrenemeyen anne babalar çocuklarıyla iletişimde en azından el ve vücut hareketlerini mümkün olduğunca sık kullanıp, onların da kullanmasını teşvik etmelidirler. En azından okul öncesi dönemde (4-6) yaşta işaret dili öğretimi verilmelidir. TİD TERCÜMANLIĞI Uzun yıllar boyunca konuşamayan işitme engellilerin sorunları hem bürokratik hem de entelektüel camiamız tarafından görmezden gelinmiştir. Biyolojik olarak konuşma şansını kaçırmış olanlara bile konuşma öğretme peşinde koşmak ve duyamayan ve konuşamayan bu vatandaşlarımıza herhangi bir genel okuldakine benzer bir eğitim sistemi dayatmak, bugün özünü de aşan pek çok ilave sorunla iç içe geçmiş bir istenmeyen durumla karşı karşıya olmamıza yol açmaktadır. Bugüne kadar bir vatandaş olarak haklarını görmezden geldiğimiz ve bu vatandaşlarımızın haklarını şuanda uluslararası hukuk bize hatırlatmaktadır. AB uyum yasaları çerçevesinde hazırlanan mevzuat, yeni TCK ve ayrıca engelliler alanında kendi çapında bir devrim olan 2005 Engelliler Kanunu bu konun bir insan hakkı olarak çözülmesini mecbur hale getirmiştir. Ülkemizde bu alanda (hem işaret dili ve konuşamayan işitme engellilerin sorunları anlamında) hiçbir çalışma yapılmamış ve bilgi birikimi oluşmamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı 1995’de işaret dili ifadelerinin bir koleksiyonu olan bir kitap çıkartmıştır Ancak hala ortada bir sözlük, bir gramer çalışması, eğitim müfredatı ve en önemlisi de bu alanda uzmanlaşmış ya da en azından çalışmış bir akademisyen veya bürokrat uzman kadro yoktur. Bu, bugün için sorunun çözümünü samimi olarak isteyen Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), Başbakanlık Özürlüler İdaresi (ÖZİDA), Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu (SHCEK) ve Türk Dil Kurumu (TDK)’nun en önemli sorunudur. Üniversiteler yeterli değildir. Boğaziçi, Gazi ve Koç Üniversitelerinde bu alanda zaman zaman çalışmalar yapılmış ve hala da yapılmaya devam edilmektedir. Ama yukarıdaki sorunu çözecek bir akademik uzman kadro şimdilik hiçbirisinde mevcut değildir. Bu bağlamda en önemli engellerden birisi TDK’da 5 yıldır bitirilemeyen işaret dili çalışmalarıdır. Mevcut mevzuat, yasa seviyesinde, işaret dili çalışmaları yapmak görevini bu kuruma vermiştir. Bu durumun önemini fark eden Türkiye İşitme Engelliler Milli Federasyonu bu önemli konuyu 15 Nisan 2012 tarihinde yapılan Başkanlar Toplantısında ele alınmış ve yeni TİD Yönetmeliği hazırlanarak hayata geçirilmiştir. Diğer bir önemli sorun, yine yıllara bağlı olarak eğitimciler başta olmak üzere aydın camiada yerleşmiş olan işaret dili düşmanlığı ya da en azından bu konuya karşı duyulan olumsuz bakıştır. İşaret dili öğrenmek konuşma öğrenmeyi engeller, işitme engelli çocuklar hemen kolaya kaçıp işarete yönelirler ve konuşmazlar, bu nedenle ne olursa olsun işitsel-sözel yola devam edelim, saplantısı bugün en az 100.000 vatandaşımızın sosyoekonomik hayatımızın dışında kalmasına yol açmıştır. Bir o kadarı da alabileceğinden daha kötü bir eğitim ve sosyo-ekonomik seviyede yaşamaktadır. Kimi cezalandırmak amacındayız? Esasında cezalandırılması gereken bu çocuk yerine, ona erken tanı, erken cihaz ve iyi bir özel eğitim şansını (hangi nedenle olursa olsun) veremeyen sağlık ve eğitim sistemimizdir. Ne yazık ki ülkemizdeki bu olumsuz bakış açısı pek çok konuşamayan işitme engellinin işitip konuşan ebeveynlerine de yansımıştır; aslında doğal olarak her ailede doğal olarak olan ‘çocuğumuz da bizim gibi olsun, bizimle aynı değerlere sahip olsun’ beklentisini, sağlık ve eğitim camiasındaki uzmanların işaret diline olan olumsuz bakışı pekiştirmiştir. İşitme engelliler camiası ve sivil toplum örgütleri, birlikte hareket etme ve doğru amaca yönelme yeteneğinden yoksundur; çoğunlukla sosyo-ekonomik olarak toplumun güçsüz kesimlerinden gelen dernek üyeleri, hem ekonomik nedenlerle hem de bu bilince tam olarak sahip olmadıkları için sorunun çözümü sürecinde kamu kurumlarına yardım etmekte zorlanacaklardır. Dernek ve federasyonların başkanları ve yönetim kurulları olumlu olsa bile, bu diğer üyeleri aktive etmeye her zaman yetmeyecektir. Türk İşaret Dili (TİD) tercümanı olarak kurumlara destek verecek CODA’lar (işitme engellilerin konuşur çocukları) ve eğitim almış tercümanlar bu sivil toplum örgütlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ve en önemlisi işitme engellilerin sürece destek vermeleri ancak işitme engelliler sivil toplum örgütleri (İŞSTÖ)’nin, işin içinde olmasıyla mümkün olacaktır. Bugün ülkemizde yeter sayıda CODA olmasına rağmen tercüman bulmak son derece zordur; çünkü pek çok işitme engelli CODA işitme engelliler camiasıyla çalışmak istememektedir. Ancak çoğu işsizdir ve kamu kurumlarının sağlayacağı iyi bir iş, yine de çoğunun bu sisteme katkı vermesini sağlayacaktır. Birinci ve ikinci maddede belirtilen hususlardan dolayı, ülkemizde işaret dili bilen eğitimci sayısı çok azdır. Başkalarına öğretecek kadar iyi derecede işaret dili bilen ve bu konunda eğitilmiş çok az sayıda CODA veya işitme engelli vardır ve bunlarında eğitim derecesi genellikle lise, bir kısmı ön lisans çok azı 4 yıllık lisans programı mezunudur. Ülkemizde konuşamayan işitme engellilerin okuma yazma sorunu son derece ciddidir ve bu alanda dilimize uygun özel bir okuma-yazma geliştirme programı-metodu çalışması, araştırması yapılmamıştır. İşitme engellilerin mevzuat sorunlarının diğer engel alanlarına bulunan çözümlerle benzeştirilmeye çalışılması, bürokrasiyi ve akademik camiayı sık sık yanlışa yönlendirmektedir. İşitme engellilerin durumu ve çözüm gerektiren sorunları görme veya ortopedik engellilerden çok farklıdır. Sorunun temelinde yer alan faktörlerin çözümü sadece bürokratik ve akademik olarak bazı sorulara bulunacak kolay cevaplarla çözülemez. Farklı yöntemler devreye girmelidir. İşitme Engellinin sorunlarını nasıl çözülmeli? Bir an önce TDK ve MEB bir araya gelmeli, ÖZİDA ve SHÇEK’in de katkılarıyla ve kendilerine yardım etmek de gönüllü olan üniversitelerin olanaklarından da faydalanarak bu sorunu çözmelidirler. Aslında bu sorunun çözümü için çok uzağa gitmeye gerek yoktur. İşitme Engelliler Milli Federasyonu’nun yıllardan beri yaşattığı bu dili, öğretmek ve öğrenmek için kullandığı bir sözlük, gramer çalışması ve sadece birinci aşamada da olsa bir eğitim programı vardır. MEB bu çalışmalara doğrudan katılır, projelendirir ve destek verirse, ortaya çıkacak ürün işaret dili temelli bir özel eğitim sürecinin oluşturulmasındaki en önemli eksiklerden birisinin kapatılmasını sağlayacaktır. İlgili kurumlar bu maksatla bir komisyon kurabilir (ki bu mevcut yasaya da aykırı olmaz; TIDBO “ Türk İşaret Dili Bilim Onay Kurulu” bu amaçla kullanılabilir) Türkiye İşitme Engelliler Milli Federasyonu bu alanda çalışmalarına yeni başlamış ve kısa zamanda komisyonlar kurularak, işitme engellilerin sorunlarına yardımcı olacak TİD tercümanlarını hizmete sunmasını ümit ediyoruz.