sosyal bilim esaslı araştırma projelerinin temel

advertisement
SOSYAL BİLİM ESASLI ARAŞTIRMA PROJELERİNİN TEMEL- MÜHENDİSLİK
BİLİMLERİNE GÖRE FARKLILIĞI
Prof. Dr. Hüsnü ERKAN
DEÜ İİBF Buca/İzmir
I. BİLİMSEL DÜŞÜNCEYE GİDEN YOL
Düşünen hayvan olarak tanımlanan insan (homo spiens), varoluşundan beri doğa ve
evreni algılama, anlama ve çözümleme uğraşı içinde olagelmiştir. İnsan düşünme eylemini
beyniyle gerçekleştirir. Doğa ve evrenle hesaplaşma içindeki insanın beyninin, doğa ile
birlikte evrimleşmesi insanın düşünme ve öğrenme süreçlerinin de sürekli bir evrim
geçirmesine yol açtı.
Doğa, evren ve yaşamın; oluşum, yapılanış, işleyiş ve akışını anlamak ve açıklamakta
çaresiz kalan insan, eski çağlarda bu olgunun çözümünü doğa üstü güçlerde aramıştır.
Doğa üstü güçlere dayalı olarak doğayı açıklama arayışı, mitolojik düşüncenin doğmasına
yol açtı. Zira, doğa karşısında acz içindeki insan bu güçsüzlüğü doğa üstü güçlere inanarak
aşamaya çalışmıştır.
Doğanın gözlenmesiyle, elde edilen bilgi birikiminin pratik düşüncede bir sıçrama
yaratması, yani düşünce paradigmasında köklü bir değişim, Mitosdan Logosa geçişle
başlamıştır. Mitolojik düşünceden, akla dayalı düşünceye (Logosa) geçiş, net ifadesini
Eski Ege uygarlığını yaratan düşünürlerde bulmuştur. Burada aritmetik ve geometriye
dayalı salt beynin ürünü olan akla dayalı düşünce, yani soyut düşüncenin doğması düşünme
geleneğinde önemli bir sıçrama yaratmıştır.
Doğanın karşıdan gözlenerek algılanması ve ona hakim olmak için aklın pratik
kullanımı pratik teknolojileri yaratmıştır. Avlanmak ve toplamak için araç kullanımı ile ateşin
bulunması ve tekerleğin icadı gibi pratik teknolojiler yaratılmıştır. Bu süreçte bilginin doğaya
müdahale amaçlı kullanımı, teknolojiyi ortaya çıkarırken, insanların doğa üzerine
müdahalesini sağlamıştır.
Eski Asya ve Çin kültüründe doğanın karşıdan değil, içerden, onun bir parçası olarak
algılanışı ortaya koyan bir düşünce gelişirken; Hint kültüründe, insanın iç dünyası ve ruh
dünyasına yönelik bir yolculuk öne çıkmıştır. Ege uygarlıklarında insan, aklı ile doğanın
keşfi ve ona hakim olma fikri ön plandadır. Akli düşünceye yani Logosa geçiş, insanın
kendi düşünme gücünün keşfi anlamına gelmiştir. Böylece Batı uygarlığı içinde gözlenen
doğanın işleyişini, akla dayalı olarak algılayıp anlamak ve algılamaya çalışmak önem
kazanmıştır. Yine Eski Ege uygarlıklarındaki varlığın en küçük parçası olan atom düşüncesi
de akli düşüncenin önemli bir kategorisi olarak öne çıkmıştır.
1
Akla dayalı düşüncenin, dolayısı ile “düşünen” insanın öne çıkmasına rağmen henüz
doğaya egemen olmakta yetersiz kalan insan, bu yetersizliğini Logos’tan Teos’a geçerek
açıklamak istemiştir. Zira ortaçağın Teokratik düşüncesine göre insan aklı zayıf ve yetersiz
olduğu kadar kötüye ve günaha eğilimlidir. Bu aczi aşmak için mutlak aklı temsil eden Teos
düşüncesi kökleşmiş ve ortaçağ düşüncesinin temelinde yer almıştır. Ancak tarihsel süreç
içinde Eski Ege, Yunan ve Roma kültürlerin yeniden canlanmasıyla Rönesans dönemi
başlamıştır.
Eski Ege uygarlıklarında doğmuş olan soyut düşüncenin merkezi unsuru olarak
geometrinin Kuzey İtalya’da mimari ve güzel sanatlarda kullanımı, bu kez aklın ve akla dayalı
düşünce ile bu düşünceye sahip insanın yeniden keşfini sağlamıştır. Rönesans düşüncesine
göre insan aklı Orta Çağ düşüncesinin aksine kötüye ve günaha değil; iyiye ve güzele
meyillidir. İyiye ve güzele işleyen akla sahip insanın keşfi aynı zamanda “birey olmanın”
keşfini sağlamıştır. Bireyin keşfi, insanın değerli olmasını yani hümanizma akımının
doğmasına yol açmıştır.
Hümanizma; Rönesans dünya görüşünün dışa vurumuydu. Bu düşünce kilise
dışındaki eğitimli ve kültürlü insanlarca yaratıldı. Hümanizma insanı kendine konu ediniyor ve
bilgeliğin yeniden doğmasına ve insan aklının özgürleşmesine hizmet etti (Anabritanica;
Rönesans). Ayrıca Batıda aklı öne çıkaran süreç bir süre sonra dinde reform olarak 16. yy
Avrupa’sında Protestanlığın gelişmesine yol açtı.
Kısacası Rönesans; hümanizma ve reformasyonla başlayan süreç zaman içinde
aydınlanma çağına (17. ve 18. yy) ulaştı. Aydınlanma çağında; din de dahil yaşamın her
boyutu yeniden aklın süzgecinden geçirildi, tartışıldı ve konuşuldu. Bu sürece katılan
ülkelerde yaşamı ve doğayı yeniden açıklayan düşünme süreçleri devreye girdi. Bu süreç
içinde doğanın ve yaşamın işleyişini açıklayan düşünceler ortaya çıktı. Bunlar içinde
doğanın işleyiş ve akışını açıklamaya yönelik olarak Newton Yasaları ilk büyük bilimsel
devrim ve sıçrama gerçekleştirildi.
II. NEWTONGİL DEVRİM: İLK BİLİMSEL DEVRİM
T. Kuhn’un (Kuhn, 1970:5) deyimiyle ilk bilimsel devrim ve paradigmal sıçrama
Newton yasalarıyla gerçekleştirildi. Newton yasaları doğanın mekanik işleyişini açıklayan
doğa kanunları olarak mekanik bilimin doğmasını sağladı. Böylece mekanik bilimi; tüm
bilimlerin anası olarak ortaya çıktı. Bu gelişme ile uygarlık tarihi içinde, pratik düşünceden
bilimsel düşünceye bir sıçrama yaşanmış oldu.
Bilimsel düşünce, yaşam bütününden aldığı bir parçayı, soyutlayıp basite
indirgeyerek, kurguladığı model içindeki neden-sonuç ilişkisini mantıksal tutarlılık
içinde sunan bir yaklaşım olarak şekillendi. “Yeniçağ Fiziği” denildiğinde hemen aklımıza
2
gelen Newton Fiziği, bu yüzyıllar için “bilim”den anlaşılan şeyin somut örneği sayılmıştır. Öyle
ki bu yüzyıllar için “bilim” demek “Newton Fiziği” demektir. Burada F. Bacon’ın öncülüğünü
yaptığı
tümevarımcı/deneyci
yöntem
ile
“Descartes”in
temsilciliğini
yaptığı
analitik/matematiksel yöntemin birleştirildiğini görürüz. Zaten ”bilim”, bu yüzyıllardan itibaren,
doğada deneysel yoldan elde edilmiş verileri, bulguları bir matematik dili içersinde yasalar
halinde ifade etmeye çalışan kesin bilgi faaliyetinin adı olmuştur (Doğan 2002:272-73).
“Sosyal Bilim” kavramı ise 19. yy’da ortaya çıkmıştır. Böylece “fizik ve doğa
bilimleri” yanında “soysal bilimler” kavramı gelişti.
Doğa bilimleri, bir yönüyle deneylere dayalı pozitif bilim olarak adlandırılırken,
diğer yönüyle matematik dilini kullanarak açıklama ve modellerini formüle etti. Araştırmacı
özne için, doğa bir “dış dünya”dır. Özne; doğa olaylarını karşıdan izleyerek, deney yoluyla
belirleyip, matematiksel olarak formüle etmektedir. Bu yolla doğa ve evrenin işleyişi
açıklanmaktadır. Bu şekilde elde edilip, deneylerle test edilen bu bilginin, doğaya egemen
olmak için belli yöntem ve araçlar şeklinde kullanımı ise yeni teknolojileri doğurmuştur.
Böylece teknoloji, uygulamalı doğa bilimlerinin ürünü olmaktadır.
Diğer yandan doğa bilimlerindeki gelişme, sosyal bilimlerin doğmasında etkili oldu.
Fransız Devriminin “toplumu” öne çıkarması, toplumsal olay ve sorunların bilimsel açıdan ele
alınması ihtiyacı, sosyal bilimlerin doğumunda yönlendirici bir etki yarattı. Hatta Sosyolojinin
kurucusu olan O. Comte, toplumu konu alan bu bilim dalına “sosyal fizik” adını veriyordu.
Zira toplumu incelerken Newton Fiziğini model almıştı. Aydınlanma düşüncesi ile yeniçağ
bilimlerindeki gelişmeler ve Comte’cu fizik merkezli yaklaşımlar pozitivizmi doğurdu. Comte;
pozitif düşünceyi toplumsal olaylar için de kullandı. Böylece doğa yasalarını açıklamaya
çalışan fizik bilimi yanında “toplum yasalarını” açıklamaya yönelen bir “sosyal bilim”
doğuyordu (Özlem, 2002:275-76). Ancak toplumsal olayları “genel yasalar” şeklinde formüle
eden “tümelci yaklaşım”a tepki olarak toplumsal olayları bir kerelik ortaya çıkan kendine özgü
“tekilci” süreçler olduğu tezi başta tarihçiler tarafından öne sürüldü (Özlem, 2002:277). zira
deneye dayalı fizik bilimlerinde insan özne olarak doğa olayının dışında sadece karşıdan
izlerken, sosyal bilimlerde insan doğrudan olay ve sürecin içinde yer aldı. Üstelik kendi
kültürel, ekonomik, politik ve etik değer ve inançlarıyla sürecin bir parçasıdır. Böylesi bir
insani boyutu dışlayan bir yaklaşım, sosyal süreç olmaktan çıkmak durumundaydı. Bu farklı
bakış açısına bağlı olarak konusunu tümden gelimci yasalar içinde doğa modeline göre
formüle edip açıklayan yaklaşımlarla, konusunu bir kerelik, tekil ve tekrar etmeyecek olaylar
kümesi olarak ele alan ve onları anlamaya çalışan, fakat yasalarla çalışmayan yorum
bilimci yaklaşımlar şekillendi (Dilthey). Ayrıca bilimsel gözlemlerden, genel yasalara
ulaşılabileceği tezini ortaya koyan tümevarımcı yöntemle çalışan sosyal bilim yaklaşımı
gelişti. Böylece, bilimsel araştırmada tümevarımcı ve tümden gelimci yöntem tartışması
3
varlığını hep korudu. Aslında bilimsel araştırmanın farklı aşamalarında genel yasaların
formülasyonu ve test sürecinde her biri süreç içinde birbirini tamamlayarak kullanılmaktadır.
Kısacası, bilimsel düşüncenin paradigmal bütünlük içinde sunumu Isaac Newton’ un
“Principia” adlı eserinde ortaya konmuştur. Bu düşüncenin kökleri insan aklının kullanımı ve
eski Ege uygarlıklarında ortaya çıkan düşünce sisteminin Rönesans döneminde yeniden
yapılanışı; hümanizma, reformasyon, aydınlanma ve pozitivizmle tamamlanması sonucunda
tamamlanmıştır.
Bu
yaklaşımda
doğanın
işleyişinin
fizik-doğa
yasaları
olarak
keşfedilebileceği ve pozitif doğa olaylarının mekanik yasalara göre işlediği temel görüşü
vardır. Burada doğa (nesne) dıştan ve karşıdan gözlenir (Özne). Öznenin nesneye
müdahalesi söz konusu değildir. Kesin bir özne-nesne ayrımı söz konusudur.
Newtoncu paradigma; fizik dışı alanlara aktarılarak, diğer bilim dallarının doğmasına
yol açmıştır. Bunlardan birisi de sosyal bilimlerdir. Ancak sosyal olgu ve süreçler bir kerelik
yaşanan olgular olduğu gibi; insan öğesinin dışlanamadığı bir süreçtir. İnsan, sahip olduğu
farklı değer, inanç ve kültürü ile bu sürecin bir parçasıdır. İşte bu farklılıklar, matematik ve
mantık gibi formel (şekli) bilimler ile doğayı esas alan mühendislik bilimlerinin araştırma
projelerinin farklılaşmasına yol açmıştır. Mühendis; araştırma konusunu soyutlayıp
deneylerini laboratuarda tekrarlayıp karşıdan gözleyerek araştırma projeleri yaparken; sosyal
bilimci bu şansa sahip değildir. Sosyal bilimci bir kerelik gözlenen olayı, sonradan deneyle ve
izleme şansına sahip değildir. Bu nedenle olguları, tarihsel sürecin özelliklerini dışlamadan
araştırma konusu yapmak zorundadır.
III. SOSYAL BİLİM OLARAK GELENEKSEL İKTİSATTA ANALİZ YÖNTEMİ
Sosyal alandaki ilişkilerin çeşitliliği karmaşıklılığı, sürekliliği ve değişkenliği burada
bilimsel araştırma ve açıklamaların zorluğunu gündeme taşıdı. Bundan kurtulmanın yolu fizik
bilimlerine yönelmek olarak görüldü. Zira fizik ve mekanik, bilimlerin anası olarak görüldü.
Orada kullanılan analiz araç ve yöntemlerinin, konusu toplum ve insan olan alanlara
uygulanmasına yol açtı. Örneğin geleneksel iktisat bilimi, Newtongil mekaniğin araştırma
yöntemini benimsedi. Bu arada önemli soyutlamalara yöneldi (Erkan, 1987:48-51):
1. İlk varsayımlardan birisi; iktisadı kıt kaynakların kullanımı olarak tanımlanmasıdır.
Buradaki insani boyut; sadece tercih düzeyine indirgenir.
2. Bu süreçte insan davranışlarının geleneksel, duygusal ve alışkanlığa bağlı olanları
irrasyonel olarak dışlanır ve sadece rasyonel davranışa indirgenir.
3. Rasyonel davranış, insan davranışlarının mekanik, standart ve öngörülebilir olmasını
sağlayarak; düşünsel düzeyde de olsa, açıklamayı mekanik bilimlere yaklaştırır.
4
4. İktisadın temel paradigması, Newton’un hareketin üç yasasından sadece biri olan
“etkiyen kuvvetlerin eşitlendiği durum dengedir” anlayışına oturtulmuştur. Geleneksel
iktisat bilimi bu nedenle, “denge bilimi” olarak uygulanmıştır. Dengenin varlığı,
kararlılığı ve dengedeki değişmeler araştırma konusu olmuştur. Bu nedenle iktisat
öğrencileri, tüketici dengesinden başlayarak, üretici dengesi (iç denge-dış denge),
piyasa dengesi, tam rekabet dengesi, aksak rekabet dengesi, monopolde denge,
oligopolde denge, (mikro-makro) gibi başlıklar altında konularını öğrenir ve
araştırır(Erkan, 1982:4).
5. Geleneksel iktisat bilimi; rasyonellik, ceteris paribus, mutadis mutandis varsayımları
altında gerçekleştirilen denge analizlerini yapabilmek için harita yaparken olduğu gibi
aşırı soyutlamaya giderek sadece görmek istediklerini öne çıkarır. Böylece kontrol
edilebilir modeller kurar. Model teoritik yaklaşımlar benimsenir. Bunlar kapalı
modellerdir (Erkan, 2000:11).
6. Ayrıca
geleneksel
iktisatta
rasyonellik
varsayımı
çıkar
maksimizasyonuna
indirgenmiştir.
7. denge modellerindeki neden-sonuç ilişkisi noktasaldır. Zaman ve mekan boyutu
içermez. Bu modellerdeki noktasal etkileşim ilişkisi;
 Tek yönlüdür (nedenden sonuca gider, sonuçtan nedene etki ilişkisi yoktur;
asimetrik ilişki).
 Etki standart ve kesindir. (birisi hesaplanabiliyorsa, diğeri de hesaplanabilir. Belle
nedenler hep belli sonuçları doğurur)
 Neden ve sonuç aynı uzay parçasında yer alır.
 Belli bir zaman sürekliliği içinde ortaya çıkarlar. (E. Nagel, 1971:74)
8. Burada üretilen kapalı mekanik veya doğrusal modellerde, özne-nesne etkileşimi ve
insani boyut dışlanmıştır.
9. Geleneksel iktisadın yaklaşımı, Metodolojik bireyselliğe dayanır. Dış dünyaya
bireyin gözüyle bakar. Birey düzeyinde konusunu ele alırken, bireysel çıkarın
maksimizasyonu gündeme getirilir. Bireyler arası etkileşim ile örgütsel, kurumsal,
toplumsal ve kültürel düzeydeki bakış açıları ve etkileşimler yok varsayılır ya da
sadece birey açısından bunlara bakılır (Erkan, 2004:95).
10. Newtongil bakış açısı ve positivizmin gereği olarak Geleneksel İktisatta da, “Pozitif
iktisat bilimi” olarak yalnızca olmuş olayları inceleme konusu olarak seçmiştir.
5
11. Geleneksel İktisat geliştirdiği modellerde artan ölçüde matematik dilini ve
matematiksel modellerle çalışmaya yönelmiştir.
Burada özetlenmeye çalışılan unsurlar çerçevesinde geleneksel iktisat bilimi;
mühendislik bilimlerini ve mekanik modelleri esas alarak sayısız model geliştirmiştir. Örneğin
1950 öncesinde iktisadın azgelişmiş bir dalı olarak görülen Büyüme alanı, 1970’lere
gelindiğinde en çok “model” geliştirilen bir alan olarak ortaya çıkmıştır.
Ancak şekli modeller, ülkelerin büyüme ve kalkınma sorunu çözmekte uygulama
açısından başarısız olmuştur. Aşırı soyutlamaya dayalı, basit mekanik denge modellerinin,
gerçek yaşamdaki büyüme sürecini açıklamak, yönetmek ve yönlendirmek için yeterli
olmadığı görülmüştür.
Mekanik – Fiziksel modelleri taklit ederek çok sayıda Şekli – Model geliştiren
ekonomi bilimi; nicel açıdan kendini en gelişmiş sosyal bilim dalı olarak görürken, güncel
sorunları çözmekte başarısız kalmıştır. Yüzyıllardır konuşulan işsizlik, yoksulluk, enflasyon,
büyüme, gelir dağılımı ve benzeri hiçbir soruna kalıcı veya etkili bir çözüm üretilememiştir.
Kendini en gelişmiş sosyal bilim olarak gören ekonomi bilimi, üstelik 1980’ler sonrasında
diğer sosyal bilim dallarının yaşadığı paradigmal sıçramadan da şimdilik henüz uzak
gözükmektedir. Kendini yenileme konusunda daha az istekli gözükmektedir.
IV. İKİNCİ BİLİMSEL DEVRİM
Newton Devrimi ilk bilimsel devrim olan mekanik düşünceye dayalı olarak, doğa ve
yaşama yönelik teknolojik müdahalelerle, sanayi uygarlığı ve sanayi toplumunu yapılandırıp
şekillendirdi.
Oysa yirminci yüzyılın başında başlayıp ilk çeyreğinde şekillenen kuantum devrimi,
bilime yeni bir anlayış, yeni bir bakış açısı getirerek doğayı ve evreni algılayış, analiz ve
araştırma yöntemlerinin değişmesine neden oldu. Bu gelişme hem mühendislik bilimlerinin
hem de sosyal bilimlerin araştırma proje ve yaklaşımlarının değişmesine yol açtı.
Einstein`ın İzafiyet Teorisi ile başlayıp; parçaçık fiziğindeki gelişmeler yeni
paradigmanın gelişmesine yol açtı. Mekanik anlayışta sürpriz ve düzensizlik içermeyen doğa
anlayışı, termodinamiğin ısı etkisiyle değişmesi, İzafiyet Teorisi ve Atom düşüncesinden
atom altı parçacıklara inilerek atomun iç yapısının çözümlenmesi, yani parçacık ve çekirdek
fiziğindeki gelişmeler Kuantum düşüncesini yarattı.
Burada temel parçacıkların hem tanecik (foton) hem de dalga yapısı göstermesinde,
konum ve hız açısından, kesin durumların değil olasılıkların geçerli olduğu görüldü. Burada
enerjinin
açığa
çıkışı
sürekli
değil,
tanımlanmış
miktarlarda
(kuantalar)
şeklinde
gerçekleşiyordu.
6
Atom altı parçalarda olduğu gibi, makro evrenin de durağan değil büyük patlamadan
beri genişleyen bir yapısı olduğu görüşü geçerlilik kazandı. Mikro ve makro kosmosun
açıklaması, tek düzelilik ve istikrara değil; karmaşık bir işleyişe sahip olduğu görüldü. Bu
nedenle yeni bilim anlayışı, klasik, standart, mekanik etkileşimden, süreksizlik, belirsizlik ve
olasılık öğelerinin geçerli olduğu bir etkileşim sistemine oturtuldu.
Fizik, mekanik ve elektronik başta olmak üzere bütün bilim dalları, yeni araştırma
yöntem ve modellerine yöneldi. Mikro elektrikte yaşanan sıçrama, yeni ürün ve teknolojiler
yarattı; mikro biyolojide DNA şifrelerinin kodları çözülerek genetikte de sıçramalar yaşandı.
Bu durum eski bilim anlayışı olan mekanik düşüncenin ve mekanik bilimin sonunu getirirken,
yeni bilim, teknoloji ve araştırma yöntemlerini devreye soktu.
Zira Kuantum paradigmasında, nokta anlayışından, zaman ve mekân boyutlarına
doğru yol alan genişleme, olay ve olguların, bir sistem ve süreç mantığı içinde ele
alınmasını gerektirdi. Ancak bu durumda karşımıza çıkan sistem ve süreçlerin karmaşıklığı
ile çok yönlülüğü değişik yönlerden, relativite (görelilik kuramı), kaos kuramı, karmaşıklık
kuramı gibi yaklaşımların doğmasına yol açtı.
Böylece, mekanik düşüncedeki doğal denge durumundan; doğadaki veya toplumsal
olay ve süreçlerdeki kaotik, dinamik, çok yönlü ve karmaşık durumların varlık ve analizine
yönelim gerçekleşti.
Kuantum paradigmasında çok sayıdaki karmaşık ilişkilerin, karşılıklı interaktif
etkileşimi bir bütün olarak ele alındı. Böylece karşılıklı etkileşim ilişkilerinin bir ağ ve sistem
oluşturması ile bu sistemin zaman ve mekan boyutlarında kazandığı işlerik, süreç
düşüncesini gündeme getirdi.
Mekanik paradigmadan kuantum paradigmasına kayış, nokta durumdan; sistem ve
süreç durumlarına geçişi beraberinde getirdi. Toplumsal ve ekonomik olgular, sistem ve
süreç olarak yeni ve bütüncül etkileşim şeması içinde ele alınır oldu.
Mekanik paradigmada, doğa ve toplumun işleyiş modeli “makine” imajıyla evrenin
rasyonel işlediği varsayımı varsaymıştı. Rasyonelliğe dayalı mekanik işleyiş içindeki evren
bütünü, istendiği kadar küçük parçalarına (atom) ayrılıp, soyutlanıp tek başına ele alınabilir.
Başka bir deyişle evren bütününün, kesin, değişmez, mekanik, determinist etkileşim
gösterdiği kabullenilmişti.
Kuantum paradigması, evren anlayışına farklı bir yaklaşım getirdi. Kuantum dünya
görüşü, mekanik paradigmanın getirdiği belirlilik ve mutlaklık ilkesi yerine belirsizliği ve
olasılığı; tek yönlü ve mutlak nedensellik yerine, interaktif etkileşimden oluşan sistem
bütününü ve objektif tek gerçeklik yerine, etkileşim sisteminin oluşturduğu ağda
yapılanmayı ikame etti.
Kuantum paradigmasını şekillendiren temel kavramlar katalogu ise aşağıdaki gibidir:
 İndeterminizm
7
 Doğrusal olmama
 Katılımcı tesadüfilik
 Belirsizlik
 Karmaşıklık
 Bulanıklık
 Karşılıklı bağlantı ve etkileşim
 Dalgalı gelişim
 Subjektifliğin devreye girmesi
 Noktasal olmayan nedensellik
 Kesin olmayan nedensellik
 Tamamlayıcılık
 Birbiri ile bağlantılı olma
 Neden sonuç bağlantısında orantısızlık
 Başlangıç koşullarına karşı duyarlılık ve
 Bütünsellik
Kuantum paradigmasında değinilen kavramlarla doğa ve toplumun algılanışı ve
açıklanışı mekanik paradigmaya göre tümüyle farklı bir içerik, işleyiş ve açıklama kazandı.
Böylece, tek yönlü ve tek değişkenli nedensellik spektrumu yerine burada
çoklu etkileşim spektrumu devreye girdi.
Başka bir deyimle,
 Her şeyin her şeyi etkilediği (kelebek etkisi),
 Karşılıklı bağlantı ve ilişkilerin sistem içinde şekillendiği,
 Sonuçların olasılıklar içinde gerçekleştiği,
 Sistem içinde, zıtlıkların, olumlu ve olumsuz gelişmelerin sistem öğelerinin
yapılanış ve işleyişine göre olumlu ve olumsuz olabileceği ve sistem
bütünün, alt sistem ve süreçlerinde kısa dönemde farklı yönde gelişmelerin
olabileceği bir işleyiş olduğu ortaya kondu.
Bütünleşik Ağ Sistemi içinde karşılıklı etkileşimlerin yaratığı, sistem, yapı ve
süreçlerin; kurumlaşma, şekillenme, örgütlenme ve işleyişine bağlı olarak, pozitif ve
negatif sinerji oluşarak, farklı yönde gelişmelerin mümkün olduğu gerçeği açığa çıktı.
Bu paradigmada araştırmacının, tekdüze neden-sonuç bağlantısını araştırması
yerine, çoklu bağlantı ve ilintilendirme görevi nedeniyle bütüncül etkileşim anlayışı
ön plana çıktı.
Araştırmacının, tek tek ve anlık neden-sonuç bağlantılarını keşfetmesi yerine, dünden
bugüne gelen ve bugünden geleceğe uzanan sistem, yapılanma ve süreç işleyişlerinin
bağlantılarını bulup, bu bağlantıların oluşturduğu davranış kalıplarını keşfetme görevi
8
vardır. Ayrıca Bütünleşik Ağ Etkileşim Paradigması içinde Araştırmacı, ağ bağlantılarını
farklı düzey, zaman, mekan ve ortamlarda aramak durumundadır.
Toplumsal süreçler gibi, çok yönlü ve çok boyutlu bir konu, tek yönlü tek değişkenli
mekanik etkileşim paradigması içinde ele alınırsa, literatürde olduğu gibi sınırlı birkaç
değişkenin mekanik nedensellik etkileşimini tasvir eden birbirinden kopuk sayısız model
geliştirilebilir. Ancak bunların hiç birisi çok sayıdaki değişkeni ve bunlar arasındaki çok yönlü
bağlantıları (ilintileri) dikkate almadığı için konunun açıklanmasında ve reel
analizlerin gerçekleştirilmesinde yeterli olamaz.
Kuantum paradigması ile yaşanan bu sıçrama insanlığı ve uygarlığı yeni bir
spektruma ve yeni bir toplum yapısına yönlendirdi. Başka bir deyimle, yeni paradigma
insanlığı bilgi toplumuna, bilgi uygarlığına ve bilgi teknolojilerine yönelmenin yollarını
açtı. Burada artık görünün doğanın pozitif ilişkileri yerine; görünmez doğanın; yani atom
altı parçalarla, DNA şifrelerinin davranış ve ilişkileri öne çıktı. Yeni yaklaşımda akıl, mantık,
sezgi ve duygusal zekamızın da kullanımı ile beynin birikim ve odaklanmasının yarattığı, yeni
fikir ve hayallerin önemi devreye girdi. Olanı değil, olmayanı araştırmak ve yeniliği
yakalamak önem kazandı.
Kuantum düşüncesinin konuları ele alışı; sosyal bilimlerin eskiden karşılaştığı
karmaşıklık ve belirsizlik sorununa bir çözüm getiriyordu. Yeni yöntemde noktasal etkileşim
yerine farklı düzeylerde karşımıza çıkan karşılıklı ağ etkileşimi vardı ve yeni sorunlar bu
çoklu ağ etkileşim sistemi içinde bütüncül olarak ele alınır oldu.
Bugün bilimin kuantum düşüncesiyle ulaştığı düzey; olmayana, geleceği ve yeniyi
keşfetme uğraşı içindeki insanın ve insan beyninin tüm potansiyeli ile araştırma süreçlerinin
içinde olduğunu ortaya koydu. Araştırmacı, mekanik düşüncedeki gibi araştırılanın dışında
değil; sosyal bilimlerdeki gibi araştırılanın bir parçası olarak öne çıktı.
Araştırmada; nesne özne ayrımı ortadan kalktı. Araştırmacı özne, artık araştırma
sürecini ve yeni bilgi üretme sürecinin bir parçası durumuna geldi.
Böylece, mühendislik ve bilimi ile sosyal bilimler arasında hem karmaşıklık açısından
hem de etkileşim sistemi açısından gözlenen farklılık önemli ölçüde ortadan kalktı.
Zira atom altı parçalar arasındaki etkileşimin çeşitlilik ve karmaşıklığı ile toplumsal
süreçteki insan ilişkileri arasında önemli bir benzerlik vardır. Toplumda, oluşmuş, sistem,
kurum, yapı ve süreçlerin birlikte yaratığı etkileşim ağında gözlenen bağlantı ve ilişkilerin
benzeri atomaltı ilintilerle büyük bir paralellik göstermektedir.
Mühendis araştırmacı, atom altındaki etkileşimi değiştirerek yeni bir ürün; yeni bir
ilişki, yeni etkileşim keşfetmeye çalışırken; mikro biyolog yeni bir DNA kodu veya yeni bir
iletici veya algılayıcı enzim keşfetme sürecinde olabilir.
Sosyal bilimci de, gelecekte olmak istediği konum ve sosyal süreç ya da çalıştığı
kurum ve işletmesinin nerde olması gerektiğini belirleyebilmek için, bugünden geleceğe
9
giden yoldaki etkileşim sürecindeki stratejik değişken, unsur ve öğrenme süreçlerini
devreye sokması gerekiyor. Yeni bir amaç ve durumu yaratmanın, yeni yöntem ve yollarını,
süreç içerisindeki birikimlerinden öğrenerek, sürekli yenilenerek devreye sokmak için
çabalamaktadır. Kısacası sosyal bilimci için, yeni bilimsel aşamada, yeniyi yaratmak, onun
similasyon modelini geliştirmek ve geleceğin stratejik planlarını yapmak, yani geleceği
araştırmak, bunun için sürekli değişen dinamik sistem, yapı ve süreçleri devreye sokmak
sosyal bilim alanındaki araştırmacının görevidir.
V. KUANTUM PARADİGMASI İÇİNDE SOSYAL BİLİM ARAŞTIRMALARI İÇİN MODEL
ARAYIŞLARI
Atom altı parçaların dinamik ve karmaşık etkileşimini açıklayan model arayışları
sosyal bilimlerde de sürmektedir. Bu alanda bilişsel (cognitive) teorisinin yaklaşımlarından
yararlanılmaktadır. Sosyal alanda, birey, örgüt, kurum ve sistemlerin kalıplaşmış standart
davranışlar yerine öğrenmeye dayalı dinamik davranışlara dayalı modeller üzerinde
çalışılmaktadır.
Yeni
araştırma
modelleri,
ağ
etkileşim
sistemleri
şeklinde
oluşturulmaktadır.
Ağ etkileşim sistemleri farklı düzeylerde birbiri ile bağlantılı (connectionist) modeller
olarak kurgunlanmaktadır. Ağ etkileşim modellerinin, basitten karmaşığa kadar çok sayıda
örnekleri oluşturulmakla birlikte, sosyal sürecin karmaşıklığını, dinamizmini ve öğrenme
süresini kavrayabilmesi açısından iki model türü birbiri ile yanaşmaktadır. Daha çok yapay
zeka, bilişsel (cognitive) teori, nöröloji bilimi, psikoloji ve zihin felsefesi alanlarındaki
çalışmaların ürünü olarak bu araştırmalar şekillenmektedir.
Bunlardan birincisi mühendis araştırmacıların tercih ettiği, bilgisayar sistemini
model alan yaklaşımlardır (computational modelling). bu yaklaşımda bağlantılı –
bütünleşik ağ etkileşim modeli; içerdiği birbiri ile bağlantılı süreçlerin oluşturduğu bir ağ
modelidir. Daha çok sembolik mantığa dayalı şematik amaçlı olarak yapılandırılmış
modellerdir.
 Zaman içinde birbiriyle bağlantılı unsurlar
 Birbirine benzer unsurlar veya
 Birbiriyle zıtlık (karşıtlık) içindeki unsurların bağlantılandırıldığı modellerdir.
Bu türdeki bir ağ etkileşim sistemleri temel özellikleri şunlardır (M.W. Eysenck, M. T.
Keane, 2000:7-8).
 Birbirine bağlı noktalardan oluşan bir ağ (network) sistemi oluştururlar.
 Birbiriyle bağlantılar çeşitlilik arz eder; bu bağlantılar genel, özel veya karmaşık bir
katılım şeklinde oluşabilir.
10
 Bağlantılı noktalar arasındaki ilişkiler her modelde farklı güç ve etkinliği temsil ederler.
 Sistem içinde öğrenme yeni bağlantı ve noktasal ilişkilerin oluşumuna yol açar.
Bağlantılar arasındaki ilişkinin güç değeri ve ilişki gücü değişkendir. Örneğin iki ayrı
yaklaşım için gerçekleşen öğrenme süreçleri arasındaki sentez öğrenmeyi daha da
geliştirir.
 Bir bağlantı noktasındaki ağ bölgesinden kaynaklanan değişik etkilerin eğ bütünü
içinde yayılma biçimi farklı model yapılanmasına fırsat verir.
 Ağ sistemi içindeki etkileşimin dağılımı farklılaşmış faktörlerin bulunmasından
kaynaklanabilir. Bunlar faktör analizleriyle belirlenebilir. Bağlantı noktaları, ara
bağlantılar, etki gücü ve etki zamanı, sistemin etkileşim süreci içinde yapılanmaktadır.
Ağ etkileşim modellerinin giderek daha çok ön plana çıkan bir türü, beynin çalışması
esasına dayalı Sinir Ağları Modelidir. Bu tür ağ-sistem (connectionst network veya neural
network) modellerinde öğrenme özel sonuçlar doğurmaktadır. Zihinin yaratıcı işlevi sistem
dinamikleri için belirleyici olmaktadır. Bu modellerin özellikleri şöyle özetlenebilir (M.W.
Eysenck, M. T. Keane, 2000:9-10):
 Bu tür ağ etkileşim sistemleri, beyin ve sinir hücresi benzeri bir yapılanma içinde
temel birim veya noktalar içerir. Her birim, bir diğeri ile çok sayıda bağlantıya sahiptir.
 Her birimde ortaya çıkan bir uyarı veya sinyal diğer birimleri de etkiler.
 Her birime ulaşan bir etki; etkileşim içindeki etkilerin ağırlıklı ortalamasının belli bir
eşik değeri aşması durumunda buradan kaynaklanan tek bir etki (sonuc) üretir.
 Ağ bütününün karakteri onu oluşturan birimlerin birlikte belirlediği ağırlığa göre
şekillenir. Birimler arasındaki bağlantının gücündeki değişim, bütünde geçerli
kurallarca şekillendirilir.
 Ağ bütünü farklı düzeyde yapı ve bağlantılara sahiptir. Girdi birim bağlantısı; ara
bağlantı ve çıktı bağlantıları oluşur.
 Bağlantı konsepti, bütün içinde farklı biçimde dağılıp yapılanan bir davranış kalıbı
oluşturabilir.
 Aynı ağ sistemi; birbirinden çok farklı davranış kalıplarının oluşumuna yol açabilir.
 Ağdaki önemli bir öğrenme kuralı hatalardan geri bağlantı yoluyla yararlanma
şansıdır. Ağ bütünü bir davranışı öğrenebilir, içerdiği yapılanmaya göre yeni davranış
kalıbı oluşturabilir. Ağ bütünü uygun sonucu üretinceye kadar tekrarlanabilir. Bu
yüzden davranışın dıştan ve önceden programlanmasından çok davranışların
11
öğrenilerek değiştirilmesi söz konusudur. Kuralların belirlenmesinden çok öğrenilmesi
esastır.
Sinir ağları modeli, beynin çeşitlenmiş paralel süreçler içermesi nedeniyle, bilgisayar
modellerine göre üstünlüğü söz konusudur. Ayrıca burada öğrenme becerisi de devreye
girmektedir.
Ağ sistem bütününün esnekliği onun öğrenme yeteneğini ortaya koyarken istikrarı
onun öğrenilen yeteneği koruma olarak orta çıkar. Ancak ikisi arasında genellikle çatışma
vardır. Bu nedenle ikisinin sentezi gerekmektedir.
Ağ yapılanışının zaman içinde değişimi onun zaman boyutu içeren dinamik bir sürece
sahip olduğunu gösterir. Sinir ağları sistemi sürekli çalışan bir işlerliğe sahiptir. Etkileşim
sistem bütününün hepsini birlikte etkileyen yaygın işlerliğe sahiptir. Sinir ağları modeliyle
çalışırken, ağ oluşturan birimlerin belirlenmesi, etkileşim aktivitesinin tanımlanması ve
öğrenme ile değişen etkileşim ağırlıklarının belirlenmesi gündeme gelir.
Çıktı Birimleri
Katmanı
Ağırlıklandırılmış
Bağlantılar
Saklı (Orta)
Birimler
Katmanı
Ağırlıklandırılmış
Bağlantılar
Girdi Birimleri
Katmanı
Kaynak: Istvan S. N. Berkeley, “What is Connectionism”, 1997, 5
Beynin işleyişini esas alan ağ-sistem modelleri; ekonomik alanda da yeni sentezler
yaratmaktadır (Nöroekonomi bilimi-neuroeconomics). Nöroloji bilimleri ve ekonomi ile
psikoloji sentezine yönelen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım içinde karar ve tercih süreçleri ile
risk ve ödüllerin değerlendirilmesinde beynin rolü inceleme konusu yapılmaktadır. Bu
12
alanlardaki karar süreçlerinde sinir hücreleri ve biyo-kimyasalların nasıl kullanıldığı
araştırılmaktadır.
Nöro ekonominin bulguları; duyguların, ekonomik karara ve tercihlerde oldukça etkili
olduğu sonucuna ulaşmaktadır. Nöro ekonomik bulgulara göre ekonomik karar süreçlerine
beynin değişik bölgelerinin katıldığı tesbit edilmiştir. Nitekim Daniel Kahneman, ekonomide
Nobel Ödülünü bu alandaki çalışmaları nedeniyle almıştır.
Nöro ekonomi, ekonomi biliminin belli alanında yeni bir açılım getirmekle,
interdisipliner bir araştırma alanının doğmasına katkı yapmıştır. Ancak yeni gelişmelerin asıl
katkısı, geleneksel ekonomi biliminin kendi kendini hapsettiği kapalı mekanik modellerden,
beynin çalışmasını esas alan ağ etkileşim modellerinin ekonomik alana taşınmasıyla elde
edilecektir. Böylece mekanik fiziğin daha da daraltılmış bir taklit modeli olan ve pratik değeri
olmayan denge modelleri yerine, dinamik çoklu etkileşime dayalı zaman ve mekan boyutu
olan modellere fırsat yaratmasıdır. Bu anlamda ekonomi bilimin tüm alanları üretim sürecinin
çoklu katılım ve ağ etkileşimi içinde daha gerçekçi açıklamalar ortaya koyduğunu görebiliriz.
Bu süreçlere tüm farklılıklarıyla sürece katılan insan, örgüt, kurum ve sistemlerin bu süreçleri
birlikte belirlemesi,
daha uygulamaya
yatkın yeni modeller
gerçekleştirilebileceğini
göstermektedir.
Mekanik ve noktasal nedenselliğe dayalı sosyal bilim modeli aşırı soyutlamaya dayalı
olması nedeniyle sosyal sürecin karmaşık ve çok yönlü içerik işleyişi ile yapılanışını;
açıklamak için yetersiz kalırken; ağ etkileşim sistemlerine dayalı bilimsel açıklama şeması
sosyal bilimlerin karmaşık, çoğulcu ve çok boyutlu içerik ve işleyişine daha uygun bir
yaklaşımdır. Bu nedenle sosyal bilimler kendi analiz yöntemini ancak Kuantum Düşüncesine
dayalı yeni yaklaşımlarda bulmaktadır. Mühendislik biliminin, kuantum düşüncesine dayalı,
atom altı parçacıkların davranışını inceleyen ağ etkileşim modelleri ile sosyal bilimlerin çoklu
ve değişken insani ve kültürel özelliklere dayalı model yapısı arasındaki farklılık eskiye göre
nisbeten ortadan kalkmıştır. Mekanik düşüncenin dar elbisesi, sosyal bilimlere uymadığı için,
mühendislik bilimleri ile sosyal bilimde araştırma projelerinde farklılık oluşmuştur. Oysa ki ağ
etkileşim sistemleri içindeki projelerindeki fark azalmıştır. Yine de mühendislik bilimlerinde
laboratuar deneyiminin yapılabilir olması karşısında, sosyal bilimin geleceği araştıran
simülasyon modellerinde; için belirsizliğin ve kontrol edilemeyen değişkenlerin daha fazla
olduğu söylenebilir. Her iki modelde de bilgisayar destekli araştırma ve simülasyon modelleri
devreye girmektedir. Bir yıldız sisteminin sönümlenmesi veya bir sosyal süreç içindeki farklı
karar ve değişimin yaratacağı sonuçları simülasyon modellerinde görmek mümkündür.
Gerçekten de, yeni yaklaşım içinde mühendislik alanlarında yeni alanlar olarak sistem ve
süreç mühendisliği alanları doğarken; sosyal sürecin ağ etkileşim yapısı sistem bütünü olarak
yapılanmakta ve bu sistem içindeki akış; sosyal süreci vermektedir. Örneğin, artık kalkınma
13
ve büyüme olgusu diğer koşullar sabitken sadece marjinal tasarruf/yatırım oranına bağlı
kalmak yerine, sistem ve süreç içindeki bir seri yapılar, kurumlar, kararlar, katılımlar ve
işbirliğine dayalı olduğu gibi; bir kerelik bir duruma değil süreç boyunca ortaya çıkan akış ve
işleyiş ile bu süreçteki öğrenmeye bağlı olarak gerçekleşmektedir. Aynı durum, bir rekabet
sürecinin veya yenilik veya yeniden yapılanma sürecinin işleyişi için olduğu kadar ekonomi
politikası sürecine ilişkin projelerde de geçerlidir.
SONUÇ
Yaşadığımız doğa
ve
evrenin,
pratik
gözlenmesinin
ötesinde,
işleyiş
ve
açıklamasının yapılması bilimsel dünya görüşünün doğmasını gerektirmiştir. Bilimsel
dünya görüşü, uzun bir evrim süreci sonucunda Newton’un mekanik düşüncesiyle ilk temel
formülasyonuna ulaşmıştır. Newton Devrimi doğa ve evrenin aşırı soyutlamaya dayalı
mekanik açıklamasını basit ve kapalı model yapıları içinde sunmuştur. Bu yaklaşım modeli,
içerdiği tüm çeşitliliği ile kendi alanını açıklamaya çalışan sosyal bilimler için yetersiz
kalmıştır. Mekanik modeller mutlak ve genel yasalar peşinde koşarken; sosyal olayların
karmaşıklığı bunu engellemiştir. Bu nedenle fen ve fizik bilimlerinin araştırma alan ve
projelerinin sosyal bilimlerin açıklamaları için; Newtongil mekanik düşüncenin analiz araçları
yetersiz kaldığı için sosyal bilimlerin karmaşık içeriğini açıklayacak yeterli yaklaşımlar
oluşturulamamıştır. Ancak mekanik düşüncenin kuantum düşüncesiyle aşılarak, yeni, bir
sıçrama ile ikinci bilimsel paradigmal değişim yeni yaklaşımların doğmasına yol açmıştır.
Kuantum paradigması; fizikte atom altı parçaların etkileşim ilişkisini, sistem ve süreç mantığı
içinde çoklu, belirsiz ve kesin olmayan etkileşim ağları içinde sunmuştur.
Canlı organizmalara ilişkin açıklama şeması da sinir ağlarının etkileşiminde ortaya
çıkan sistem ve süreçler olarak yapılanmıştır. Kısacası yeni bilimde ağ etkileşim sistemi
yeni analiz aracı olarak şekillenmiştir. Ağ etkileşim şeması, fizik ve mühendislik bilimlerinde,
görünmez doğanın karmaşık yapısını mekanik nedensellik etkileşim ve sezgisel zeka ile
açıklamaya çalışırken; sosyal bilimlerin konu aldığı sosyal sürecin karmaşık çoklu yapılarının,
işleyiş ve etkileşim ilişkilerinin açıklanması için daha uygun bir yaklaşım olarak ortaya
çıkmaktadır. Yeni yaklaşımda insan unsuru ve araştırmacı; araştırılan konunun dışında değil,
içinde ve onun bir parçası olarak, süreç içinde öğrenip motive olarak yer almaktadır.
Sonuçta, mühendislik ve sosyal bili alanlarına ilişkin projeler arasındaki fark,
kuantum
düşüncesi içinde yürütülen yaklaşımlar için artık büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Her
ikisinde de çoklu etkileşimin unsur ve yapıları sistem bütünü içinde belirlenmekte, bunların
etkileşim süreci içinde sistem dinamik işleyişini ortaya koyarken, araştırmacı yeni durum veya
sonuçlara ulaşmak için; süreç unsurlarıyla birlikte kendi bilgi, deneyim, motivasyon ve
sezgisel gücünü devreye sokarak yeni durum ve sonuçları yaratmaya farklı olanı yakalamaya
çalışmaktadır.
14
Kısacası araştırma konusunu oluşturan çoklu etkileşim her ikisinde de bir sisteme ve
sistemi oluşturan elemanlara dayanırken, bunlar arasında etkileşim şemaları oluşturulmakta
ve bu etkileşim şeması içindeki etkilerin ağırlığı sürekli değişim geçirmektedir. Farklılaşmış
etki oluşumunu, sosyal bilimlerde stratejik planlamayı kaçınılmaz kılmaktadır. Geleceğe
yönelik projeler, stratejik planlar şeklinde uygulamaya konulmaktadır. Sürece katılanların
işbirliği, ortak değer ve kültürleri ile öğrenme becerilerini ve hatalardan öğrenme sürekli
yenilenen dinamik sistem içinde, sürecin belirlenmiş vizyon veya hedefler doğrultusunda,
bütüncül yönlendirilmesi sağlanmaktadır.
Yararlanılan Kaynaklar
1. KUHN, Thomas., The Structure of Scientific Revolutions, University of Chicago Press,
Chicago, 1970,
2. Özlem, Doğan 2002 Kavramlar ve Tarihleri I, İnkılap,ss. 272-73
3. Erkan. H. “Sosyo Ekonomik Bölgesel Gelişme”, DEÜ İİBF Yayını, İzmir, 1987
4. Erkan, H.(1982), “Ekonomi Biliminin Temel Paradigması: Denge ve Kaynakları”,
ODTÜ Gelişme Dergisi Sayı7:1-2, Ankara.
5. Erkan, H. (1987)
Sosyo,Ekonomik Bölgesel Gelişme, DEÜ Yayını, İzmir
(Doçentlik Tezi olarak hazırlanışı 1982).
6. Erkan, H., (1998)
Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İnsan ve Toplum Bilimleri 1992 Büyük Ödülü, 4. Baskı, Ankara.
7. Erkan, H., (2000)
Bilgi Uygarlığı İçin Yeniden Yapılanma, İmge Yayınevi, Ankara.
8. Erkan, H., (2001)
Ekonomi Politikasının Temelleri, 5. Baskı, (1. Baskı 1984),
İlkem Ofset, İzmir.
9. Erkan, H. (2004)
Ekonomi Sosyolojisi, Fakülteler Kitabevi, 5. Baskı,(1. Baskı
1986 ,İzmir), İzmir.
10. Erkan, H. v.d.(1996)Türkiye İçin Çözümsüzlükten Çıkış Stratejisi: Toplumsal
Sorunlara Entegre Sistemler Yaklaşımı, (TOPSES ), Cilt 1 ve Cilt 2, EGİAD, İzmir.
11. E. Nagel, The Structure of Science, Problems in the Logic of Scientific Explanation,
Routledge, London, 1971.s. 74
12. M.W. Eysenck, M. T. Keane, 2000, ss.7-8, Cognitive Pycholology, 4.Edt. Psycology
Pres, East Sussex
13. Istvan S. N. Berkeley, “What is Connectionism”, 1997, 5
15
Download