SOSYAL BİLİM ESASLI ARAŞTIRMA PROJELERİNİN TEMEL- MÜHENDİSLİK BİLİMLERİNE GÖRE FARKLILIĞI Prof. Dr. Hüsnü ERKAN DEÜ İİBF Buca/İzmir I. BİLİMSEL DÜŞÜNCEYE GİDEN YOL Düşünen hayvan olarak tanımlanan insan (homo spiens), varoluşundan beri doğa ve evreni algılama, anlama ve çözümleme uğraşı içinde olagelmiştir. İnsan düşünme eylemini beyniyle gerçekleştirir. Doğa ve evrenle hesaplaşma içindeki insanın beyninin, doğa ile birlikte evrimleşmesi insanın düşünme ve öğrenme süreçlerinin de sürekli bir evrim geçirmesine yol açtı. Doğa, evren ve yaşamın; oluşum, yapılanış, işleyiş ve akışını anlamak ve açıklamakta çaresiz kalan insan, eski çağlarda bu olgunun çözümünü doğa üstü güçlerde aramıştır. Doğa üstü güçlere dayalı olarak doğayı açıklama arayışı, mitolojik düşüncenin doğmasına yol açtı. Zira, doğa karşısında acz içindeki insan bu güçsüzlüğü doğa üstü güçlere inanarak aşamaya çalışmıştır. Doğanın gözlenmesiyle, elde edilen bilgi birikiminin pratik düşüncede bir sıçrama yaratması, yani düşünce paradigmasında köklü bir değişim, Mitosdan Logosa geçişle başlamıştır. Mitolojik düşünceden, akla dayalı düşünceye (Logosa) geçiş, net ifadesini Eski Ege uygarlığını yaratan düşünürlerde bulmuştur. Burada aritmetik ve geometriye dayalı salt beynin ürünü olan akla dayalı düşünce, yani soyut düşüncenin doğması düşünme geleneğinde önemli bir sıçrama yaratmıştır. Doğanın karşıdan gözlenerek algılanması ve ona hakim olmak için aklın pratik kullanımı pratik teknolojileri yaratmıştır. Avlanmak ve toplamak için araç kullanımı ile ateşin bulunması ve tekerleğin icadı gibi pratik teknolojiler yaratılmıştır. Bu süreçte bilginin doğaya müdahale amaçlı kullanımı, teknolojiyi ortaya çıkarırken, insanların doğa üzerine müdahalesini sağlamıştır. Eski Asya ve Çin kültüründe doğanın karşıdan değil, içerden, onun bir parçası olarak algılanışı ortaya koyan bir düşünce gelişirken; Hint kültüründe, insanın iç dünyası ve ruh dünyasına yönelik bir yolculuk öne çıkmıştır. Ege uygarlıklarında insan, aklı ile doğanın keşfi ve ona hakim olma fikri ön plandadır. Akli düşünceye yani Logosa geçiş, insanın kendi düşünme gücünün keşfi anlamına gelmiştir. Böylece Batı uygarlığı içinde gözlenen doğanın işleyişini, akla dayalı olarak algılayıp anlamak ve algılamaya çalışmak önem kazanmıştır. Yine Eski Ege uygarlıklarındaki varlığın en küçük parçası olan atom düşüncesi de akli düşüncenin önemli bir kategorisi olarak öne çıkmıştır. 1 Akla dayalı düşüncenin, dolayısı ile “düşünen” insanın öne çıkmasına rağmen henüz doğaya egemen olmakta yetersiz kalan insan, bu yetersizliğini Logos’tan Teos’a geçerek açıklamak istemiştir. Zira ortaçağın Teokratik düşüncesine göre insan aklı zayıf ve yetersiz olduğu kadar kötüye ve günaha eğilimlidir. Bu aczi aşmak için mutlak aklı temsil eden Teos düşüncesi kökleşmiş ve ortaçağ düşüncesinin temelinde yer almıştır. Ancak tarihsel süreç içinde Eski Ege, Yunan ve Roma kültürlerin yeniden canlanmasıyla Rönesans dönemi başlamıştır. Eski Ege uygarlıklarında doğmuş olan soyut düşüncenin merkezi unsuru olarak geometrinin Kuzey İtalya’da mimari ve güzel sanatlarda kullanımı, bu kez aklın ve akla dayalı düşünce ile bu düşünceye sahip insanın yeniden keşfini sağlamıştır. Rönesans düşüncesine göre insan aklı Orta Çağ düşüncesinin aksine kötüye ve günaha değil; iyiye ve güzele meyillidir. İyiye ve güzele işleyen akla sahip insanın keşfi aynı zamanda “birey olmanın” keşfini sağlamıştır. Bireyin keşfi, insanın değerli olmasını yani hümanizma akımının doğmasına yol açmıştır. Hümanizma; Rönesans dünya görüşünün dışa vurumuydu. Bu düşünce kilise dışındaki eğitimli ve kültürlü insanlarca yaratıldı. Hümanizma insanı kendine konu ediniyor ve bilgeliğin yeniden doğmasına ve insan aklının özgürleşmesine hizmet etti (Anabritanica; Rönesans). Ayrıca Batıda aklı öne çıkaran süreç bir süre sonra dinde reform olarak 16. yy Avrupa’sında Protestanlığın gelişmesine yol açtı. Kısacası Rönesans; hümanizma ve reformasyonla başlayan süreç zaman içinde aydınlanma çağına (17. ve 18. yy) ulaştı. Aydınlanma çağında; din de dahil yaşamın her boyutu yeniden aklın süzgecinden geçirildi, tartışıldı ve konuşuldu. Bu sürece katılan ülkelerde yaşamı ve doğayı yeniden açıklayan düşünme süreçleri devreye girdi. Bu süreç içinde doğanın ve yaşamın işleyişini açıklayan düşünceler ortaya çıktı. Bunlar içinde doğanın işleyiş ve akışını açıklamaya yönelik olarak Newton Yasaları ilk büyük bilimsel devrim ve sıçrama gerçekleştirildi. II. NEWTONGİL DEVRİM: İLK BİLİMSEL DEVRİM T. Kuhn’un (Kuhn, 1970:5) deyimiyle ilk bilimsel devrim ve paradigmal sıçrama Newton yasalarıyla gerçekleştirildi. Newton yasaları doğanın mekanik işleyişini açıklayan doğa kanunları olarak mekanik bilimin doğmasını sağladı. Böylece mekanik bilimi; tüm bilimlerin anası olarak ortaya çıktı. Bu gelişme ile uygarlık tarihi içinde, pratik düşünceden bilimsel düşünceye bir sıçrama yaşanmış oldu. Bilimsel düşünce, yaşam bütününden aldığı bir parçayı, soyutlayıp basite indirgeyerek, kurguladığı model içindeki neden-sonuç ilişkisini mantıksal tutarlılık içinde sunan bir yaklaşım olarak şekillendi. “Yeniçağ Fiziği” denildiğinde hemen aklımıza 2 gelen Newton Fiziği, bu yüzyıllar için “bilim”den anlaşılan şeyin somut örneği sayılmıştır. Öyle ki bu yüzyıllar için “bilim” demek “Newton Fiziği” demektir. Burada F. Bacon’ın öncülüğünü yaptığı tümevarımcı/deneyci yöntem ile “Descartes”in temsilciliğini yaptığı analitik/matematiksel yöntemin birleştirildiğini görürüz. Zaten ”bilim”, bu yüzyıllardan itibaren, doğada deneysel yoldan elde edilmiş verileri, bulguları bir matematik dili içersinde yasalar halinde ifade etmeye çalışan kesin bilgi faaliyetinin adı olmuştur (Doğan 2002:272-73). “Sosyal Bilim” kavramı ise 19. yy’da ortaya çıkmıştır. Böylece “fizik ve doğa bilimleri” yanında “soysal bilimler” kavramı gelişti. Doğa bilimleri, bir yönüyle deneylere dayalı pozitif bilim olarak adlandırılırken, diğer yönüyle matematik dilini kullanarak açıklama ve modellerini formüle etti. Araştırmacı özne için, doğa bir “dış dünya”dır. Özne; doğa olaylarını karşıdan izleyerek, deney yoluyla belirleyip, matematiksel olarak formüle etmektedir. Bu yolla doğa ve evrenin işleyişi açıklanmaktadır. Bu şekilde elde edilip, deneylerle test edilen bu bilginin, doğaya egemen olmak için belli yöntem ve araçlar şeklinde kullanımı ise yeni teknolojileri doğurmuştur. Böylece teknoloji, uygulamalı doğa bilimlerinin ürünü olmaktadır. Diğer yandan doğa bilimlerindeki gelişme, sosyal bilimlerin doğmasında etkili oldu. Fransız Devriminin “toplumu” öne çıkarması, toplumsal olay ve sorunların bilimsel açıdan ele alınması ihtiyacı, sosyal bilimlerin doğumunda yönlendirici bir etki yarattı. Hatta Sosyolojinin kurucusu olan O. Comte, toplumu konu alan bu bilim dalına “sosyal fizik” adını veriyordu. Zira toplumu incelerken Newton Fiziğini model almıştı. Aydınlanma düşüncesi ile yeniçağ bilimlerindeki gelişmeler ve Comte’cu fizik merkezli yaklaşımlar pozitivizmi doğurdu. Comte; pozitif düşünceyi toplumsal olaylar için de kullandı. Böylece doğa yasalarını açıklamaya çalışan fizik bilimi yanında “toplum yasalarını” açıklamaya yönelen bir “sosyal bilim” doğuyordu (Özlem, 2002:275-76). Ancak toplumsal olayları “genel yasalar” şeklinde formüle eden “tümelci yaklaşım”a tepki olarak toplumsal olayları bir kerelik ortaya çıkan kendine özgü “tekilci” süreçler olduğu tezi başta tarihçiler tarafından öne sürüldü (Özlem, 2002:277). zira deneye dayalı fizik bilimlerinde insan özne olarak doğa olayının dışında sadece karşıdan izlerken, sosyal bilimlerde insan doğrudan olay ve sürecin içinde yer aldı. Üstelik kendi kültürel, ekonomik, politik ve etik değer ve inançlarıyla sürecin bir parçasıdır. Böylesi bir insani boyutu dışlayan bir yaklaşım, sosyal süreç olmaktan çıkmak durumundaydı. Bu farklı bakış açısına bağlı olarak konusunu tümden gelimci yasalar içinde doğa modeline göre formüle edip açıklayan yaklaşımlarla, konusunu bir kerelik, tekil ve tekrar etmeyecek olaylar kümesi olarak ele alan ve onları anlamaya çalışan, fakat yasalarla çalışmayan yorum bilimci yaklaşımlar şekillendi (Dilthey). Ayrıca bilimsel gözlemlerden, genel yasalara ulaşılabileceği tezini ortaya koyan tümevarımcı yöntemle çalışan sosyal bilim yaklaşımı gelişti. Böylece, bilimsel araştırmada tümevarımcı ve tümden gelimci yöntem tartışması 3 varlığını hep korudu. Aslında bilimsel araştırmanın farklı aşamalarında genel yasaların formülasyonu ve test sürecinde her biri süreç içinde birbirini tamamlayarak kullanılmaktadır. Kısacası, bilimsel düşüncenin paradigmal bütünlük içinde sunumu Isaac Newton’ un “Principia” adlı eserinde ortaya konmuştur. Bu düşüncenin kökleri insan aklının kullanımı ve eski Ege uygarlıklarında ortaya çıkan düşünce sisteminin Rönesans döneminde yeniden yapılanışı; hümanizma, reformasyon, aydınlanma ve pozitivizmle tamamlanması sonucunda tamamlanmıştır. Bu yaklaşımda doğanın işleyişinin fizik-doğa yasaları olarak keşfedilebileceği ve pozitif doğa olaylarının mekanik yasalara göre işlediği temel görüşü vardır. Burada doğa (nesne) dıştan ve karşıdan gözlenir (Özne). Öznenin nesneye müdahalesi söz konusu değildir. Kesin bir özne-nesne ayrımı söz konusudur. Newtoncu paradigma; fizik dışı alanlara aktarılarak, diğer bilim dallarının doğmasına yol açmıştır. Bunlardan birisi de sosyal bilimlerdir. Ancak sosyal olgu ve süreçler bir kerelik yaşanan olgular olduğu gibi; insan öğesinin dışlanamadığı bir süreçtir. İnsan, sahip olduğu farklı değer, inanç ve kültürü ile bu sürecin bir parçasıdır. İşte bu farklılıklar, matematik ve mantık gibi formel (şekli) bilimler ile doğayı esas alan mühendislik bilimlerinin araştırma projelerinin farklılaşmasına yol açmıştır. Mühendis; araştırma konusunu soyutlayıp deneylerini laboratuarda tekrarlayıp karşıdan gözleyerek araştırma projeleri yaparken; sosyal bilimci bu şansa sahip değildir. Sosyal bilimci bir kerelik gözlenen olayı, sonradan deneyle ve izleme şansına sahip değildir. Bu nedenle olguları, tarihsel sürecin özelliklerini dışlamadan araştırma konusu yapmak zorundadır. III. SOSYAL BİLİM OLARAK GELENEKSEL İKTİSATTA ANALİZ YÖNTEMİ Sosyal alandaki ilişkilerin çeşitliliği karmaşıklılığı, sürekliliği ve değişkenliği burada bilimsel araştırma ve açıklamaların zorluğunu gündeme taşıdı. Bundan kurtulmanın yolu fizik bilimlerine yönelmek olarak görüldü. Zira fizik ve mekanik, bilimlerin anası olarak görüldü. Orada kullanılan analiz araç ve yöntemlerinin, konusu toplum ve insan olan alanlara uygulanmasına yol açtı. Örneğin geleneksel iktisat bilimi, Newtongil mekaniğin araştırma yöntemini benimsedi. Bu arada önemli soyutlamalara yöneldi (Erkan, 1987:48-51): 1. İlk varsayımlardan birisi; iktisadı kıt kaynakların kullanımı olarak tanımlanmasıdır. Buradaki insani boyut; sadece tercih düzeyine indirgenir. 2. Bu süreçte insan davranışlarının geleneksel, duygusal ve alışkanlığa bağlı olanları irrasyonel olarak dışlanır ve sadece rasyonel davranışa indirgenir. 3. Rasyonel davranış, insan davranışlarının mekanik, standart ve öngörülebilir olmasını sağlayarak; düşünsel düzeyde de olsa, açıklamayı mekanik bilimlere yaklaştırır. 4 4. İktisadın temel paradigması, Newton’un hareketin üç yasasından sadece biri olan “etkiyen kuvvetlerin eşitlendiği durum dengedir” anlayışına oturtulmuştur. Geleneksel iktisat bilimi bu nedenle, “denge bilimi” olarak uygulanmıştır. Dengenin varlığı, kararlılığı ve dengedeki değişmeler araştırma konusu olmuştur. Bu nedenle iktisat öğrencileri, tüketici dengesinden başlayarak, üretici dengesi (iç denge-dış denge), piyasa dengesi, tam rekabet dengesi, aksak rekabet dengesi, monopolde denge, oligopolde denge, (mikro-makro) gibi başlıklar altında konularını öğrenir ve araştırır(Erkan, 1982:4). 5. Geleneksel iktisat bilimi; rasyonellik, ceteris paribus, mutadis mutandis varsayımları altında gerçekleştirilen denge analizlerini yapabilmek için harita yaparken olduğu gibi aşırı soyutlamaya giderek sadece görmek istediklerini öne çıkarır. Böylece kontrol edilebilir modeller kurar. Model teoritik yaklaşımlar benimsenir. Bunlar kapalı modellerdir (Erkan, 2000:11). 6. Ayrıca geleneksel iktisatta rasyonellik varsayımı çıkar maksimizasyonuna indirgenmiştir. 7. denge modellerindeki neden-sonuç ilişkisi noktasaldır. Zaman ve mekan boyutu içermez. Bu modellerdeki noktasal etkileşim ilişkisi; Tek yönlüdür (nedenden sonuca gider, sonuçtan nedene etki ilişkisi yoktur; asimetrik ilişki). Etki standart ve kesindir. (birisi hesaplanabiliyorsa, diğeri de hesaplanabilir. Belle nedenler hep belli sonuçları doğurur) Neden ve sonuç aynı uzay parçasında yer alır. Belli bir zaman sürekliliği içinde ortaya çıkarlar. (E. Nagel, 1971:74) 8. Burada üretilen kapalı mekanik veya doğrusal modellerde, özne-nesne etkileşimi ve insani boyut dışlanmıştır. 9. Geleneksel iktisadın yaklaşımı, Metodolojik bireyselliğe dayanır. Dış dünyaya bireyin gözüyle bakar. Birey düzeyinde konusunu ele alırken, bireysel çıkarın maksimizasyonu gündeme getirilir. Bireyler arası etkileşim ile örgütsel, kurumsal, toplumsal ve kültürel düzeydeki bakış açıları ve etkileşimler yok varsayılır ya da sadece birey açısından bunlara bakılır (Erkan, 2004:95). 10. Newtongil bakış açısı ve positivizmin gereği olarak Geleneksel İktisatta da, “Pozitif iktisat bilimi” olarak yalnızca olmuş olayları inceleme konusu olarak seçmiştir. 5 11. Geleneksel İktisat geliştirdiği modellerde artan ölçüde matematik dilini ve matematiksel modellerle çalışmaya yönelmiştir. Burada özetlenmeye çalışılan unsurlar çerçevesinde geleneksel iktisat bilimi; mühendislik bilimlerini ve mekanik modelleri esas alarak sayısız model geliştirmiştir. Örneğin 1950 öncesinde iktisadın azgelişmiş bir dalı olarak görülen Büyüme alanı, 1970’lere gelindiğinde en çok “model” geliştirilen bir alan olarak ortaya çıkmıştır. Ancak şekli modeller, ülkelerin büyüme ve kalkınma sorunu çözmekte uygulama açısından başarısız olmuştur. Aşırı soyutlamaya dayalı, basit mekanik denge modellerinin, gerçek yaşamdaki büyüme sürecini açıklamak, yönetmek ve yönlendirmek için yeterli olmadığı görülmüştür. Mekanik – Fiziksel modelleri taklit ederek çok sayıda Şekli – Model geliştiren ekonomi bilimi; nicel açıdan kendini en gelişmiş sosyal bilim dalı olarak görürken, güncel sorunları çözmekte başarısız kalmıştır. Yüzyıllardır konuşulan işsizlik, yoksulluk, enflasyon, büyüme, gelir dağılımı ve benzeri hiçbir soruna kalıcı veya etkili bir çözüm üretilememiştir. Kendini en gelişmiş sosyal bilim olarak gören ekonomi bilimi, üstelik 1980’ler sonrasında diğer sosyal bilim dallarının yaşadığı paradigmal sıçramadan da şimdilik henüz uzak gözükmektedir. Kendini yenileme konusunda daha az istekli gözükmektedir. IV. İKİNCİ BİLİMSEL DEVRİM Newton Devrimi ilk bilimsel devrim olan mekanik düşünceye dayalı olarak, doğa ve yaşama yönelik teknolojik müdahalelerle, sanayi uygarlığı ve sanayi toplumunu yapılandırıp şekillendirdi. Oysa yirminci yüzyılın başında başlayıp ilk çeyreğinde şekillenen kuantum devrimi, bilime yeni bir anlayış, yeni bir bakış açısı getirerek doğayı ve evreni algılayış, analiz ve araştırma yöntemlerinin değişmesine neden oldu. Bu gelişme hem mühendislik bilimlerinin hem de sosyal bilimlerin araştırma proje ve yaklaşımlarının değişmesine yol açtı. Einstein`ın İzafiyet Teorisi ile başlayıp; parçaçık fiziğindeki gelişmeler yeni paradigmanın gelişmesine yol açtı. Mekanik anlayışta sürpriz ve düzensizlik içermeyen doğa anlayışı, termodinamiğin ısı etkisiyle değişmesi, İzafiyet Teorisi ve Atom düşüncesinden atom altı parçacıklara inilerek atomun iç yapısının çözümlenmesi, yani parçacık ve çekirdek fiziğindeki gelişmeler Kuantum düşüncesini yarattı. Burada temel parçacıkların hem tanecik (foton) hem de dalga yapısı göstermesinde, konum ve hız açısından, kesin durumların değil olasılıkların geçerli olduğu görüldü. Burada enerjinin açığa çıkışı sürekli değil, tanımlanmış miktarlarda (kuantalar) şeklinde gerçekleşiyordu. 6 Atom altı parçalarda olduğu gibi, makro evrenin de durağan değil büyük patlamadan beri genişleyen bir yapısı olduğu görüşü geçerlilik kazandı. Mikro ve makro kosmosun açıklaması, tek düzelilik ve istikrara değil; karmaşık bir işleyişe sahip olduğu görüldü. Bu nedenle yeni bilim anlayışı, klasik, standart, mekanik etkileşimden, süreksizlik, belirsizlik ve olasılık öğelerinin geçerli olduğu bir etkileşim sistemine oturtuldu. Fizik, mekanik ve elektronik başta olmak üzere bütün bilim dalları, yeni araştırma yöntem ve modellerine yöneldi. Mikro elektrikte yaşanan sıçrama, yeni ürün ve teknolojiler yarattı; mikro biyolojide DNA şifrelerinin kodları çözülerek genetikte de sıçramalar yaşandı. Bu durum eski bilim anlayışı olan mekanik düşüncenin ve mekanik bilimin sonunu getirirken, yeni bilim, teknoloji ve araştırma yöntemlerini devreye soktu. Zira Kuantum paradigmasında, nokta anlayışından, zaman ve mekân boyutlarına doğru yol alan genişleme, olay ve olguların, bir sistem ve süreç mantığı içinde ele alınmasını gerektirdi. Ancak bu durumda karşımıza çıkan sistem ve süreçlerin karmaşıklığı ile çok yönlülüğü değişik yönlerden, relativite (görelilik kuramı), kaos kuramı, karmaşıklık kuramı gibi yaklaşımların doğmasına yol açtı. Böylece, mekanik düşüncedeki doğal denge durumundan; doğadaki veya toplumsal olay ve süreçlerdeki kaotik, dinamik, çok yönlü ve karmaşık durumların varlık ve analizine yönelim gerçekleşti. Kuantum paradigmasında çok sayıdaki karmaşık ilişkilerin, karşılıklı interaktif etkileşimi bir bütün olarak ele alındı. Böylece karşılıklı etkileşim ilişkilerinin bir ağ ve sistem oluşturması ile bu sistemin zaman ve mekan boyutlarında kazandığı işlerik, süreç düşüncesini gündeme getirdi. Mekanik paradigmadan kuantum paradigmasına kayış, nokta durumdan; sistem ve süreç durumlarına geçişi beraberinde getirdi. Toplumsal ve ekonomik olgular, sistem ve süreç olarak yeni ve bütüncül etkileşim şeması içinde ele alınır oldu. Mekanik paradigmada, doğa ve toplumun işleyiş modeli “makine” imajıyla evrenin rasyonel işlediği varsayımı varsaymıştı. Rasyonelliğe dayalı mekanik işleyiş içindeki evren bütünü, istendiği kadar küçük parçalarına (atom) ayrılıp, soyutlanıp tek başına ele alınabilir. Başka bir deyişle evren bütününün, kesin, değişmez, mekanik, determinist etkileşim gösterdiği kabullenilmişti. Kuantum paradigması, evren anlayışına farklı bir yaklaşım getirdi. Kuantum dünya görüşü, mekanik paradigmanın getirdiği belirlilik ve mutlaklık ilkesi yerine belirsizliği ve olasılığı; tek yönlü ve mutlak nedensellik yerine, interaktif etkileşimden oluşan sistem bütününü ve objektif tek gerçeklik yerine, etkileşim sisteminin oluşturduğu ağda yapılanmayı ikame etti. Kuantum paradigmasını şekillendiren temel kavramlar katalogu ise aşağıdaki gibidir: İndeterminizm 7 Doğrusal olmama Katılımcı tesadüfilik Belirsizlik Karmaşıklık Bulanıklık Karşılıklı bağlantı ve etkileşim Dalgalı gelişim Subjektifliğin devreye girmesi Noktasal olmayan nedensellik Kesin olmayan nedensellik Tamamlayıcılık Birbiri ile bağlantılı olma Neden sonuç bağlantısında orantısızlık Başlangıç koşullarına karşı duyarlılık ve Bütünsellik Kuantum paradigmasında değinilen kavramlarla doğa ve toplumun algılanışı ve açıklanışı mekanik paradigmaya göre tümüyle farklı bir içerik, işleyiş ve açıklama kazandı. Böylece, tek yönlü ve tek değişkenli nedensellik spektrumu yerine burada çoklu etkileşim spektrumu devreye girdi. Başka bir deyimle, Her şeyin her şeyi etkilediği (kelebek etkisi), Karşılıklı bağlantı ve ilişkilerin sistem içinde şekillendiği, Sonuçların olasılıklar içinde gerçekleştiği, Sistem içinde, zıtlıkların, olumlu ve olumsuz gelişmelerin sistem öğelerinin yapılanış ve işleyişine göre olumlu ve olumsuz olabileceği ve sistem bütünün, alt sistem ve süreçlerinde kısa dönemde farklı yönde gelişmelerin olabileceği bir işleyiş olduğu ortaya kondu. Bütünleşik Ağ Sistemi içinde karşılıklı etkileşimlerin yaratığı, sistem, yapı ve süreçlerin; kurumlaşma, şekillenme, örgütlenme ve işleyişine bağlı olarak, pozitif ve negatif sinerji oluşarak, farklı yönde gelişmelerin mümkün olduğu gerçeği açığa çıktı. Bu paradigmada araştırmacının, tekdüze neden-sonuç bağlantısını araştırması yerine, çoklu bağlantı ve ilintilendirme görevi nedeniyle bütüncül etkileşim anlayışı ön plana çıktı. Araştırmacının, tek tek ve anlık neden-sonuç bağlantılarını keşfetmesi yerine, dünden bugüne gelen ve bugünden geleceğe uzanan sistem, yapılanma ve süreç işleyişlerinin bağlantılarını bulup, bu bağlantıların oluşturduğu davranış kalıplarını keşfetme görevi 8 vardır. Ayrıca Bütünleşik Ağ Etkileşim Paradigması içinde Araştırmacı, ağ bağlantılarını farklı düzey, zaman, mekan ve ortamlarda aramak durumundadır. Toplumsal süreçler gibi, çok yönlü ve çok boyutlu bir konu, tek yönlü tek değişkenli mekanik etkileşim paradigması içinde ele alınırsa, literatürde olduğu gibi sınırlı birkaç değişkenin mekanik nedensellik etkileşimini tasvir eden birbirinden kopuk sayısız model geliştirilebilir. Ancak bunların hiç birisi çok sayıdaki değişkeni ve bunlar arasındaki çok yönlü bağlantıları (ilintileri) dikkate almadığı için konunun açıklanmasında ve reel analizlerin gerçekleştirilmesinde yeterli olamaz. Kuantum paradigması ile yaşanan bu sıçrama insanlığı ve uygarlığı yeni bir spektruma ve yeni bir toplum yapısına yönlendirdi. Başka bir deyimle, yeni paradigma insanlığı bilgi toplumuna, bilgi uygarlığına ve bilgi teknolojilerine yönelmenin yollarını açtı. Burada artık görünün doğanın pozitif ilişkileri yerine; görünmez doğanın; yani atom altı parçalarla, DNA şifrelerinin davranış ve ilişkileri öne çıktı. Yeni yaklaşımda akıl, mantık, sezgi ve duygusal zekamızın da kullanımı ile beynin birikim ve odaklanmasının yarattığı, yeni fikir ve hayallerin önemi devreye girdi. Olanı değil, olmayanı araştırmak ve yeniliği yakalamak önem kazandı. Kuantum düşüncesinin konuları ele alışı; sosyal bilimlerin eskiden karşılaştığı karmaşıklık ve belirsizlik sorununa bir çözüm getiriyordu. Yeni yöntemde noktasal etkileşim yerine farklı düzeylerde karşımıza çıkan karşılıklı ağ etkileşimi vardı ve yeni sorunlar bu çoklu ağ etkileşim sistemi içinde bütüncül olarak ele alınır oldu. Bugün bilimin kuantum düşüncesiyle ulaştığı düzey; olmayana, geleceği ve yeniyi keşfetme uğraşı içindeki insanın ve insan beyninin tüm potansiyeli ile araştırma süreçlerinin içinde olduğunu ortaya koydu. Araştırmacı, mekanik düşüncedeki gibi araştırılanın dışında değil; sosyal bilimlerdeki gibi araştırılanın bir parçası olarak öne çıktı. Araştırmada; nesne özne ayrımı ortadan kalktı. Araştırmacı özne, artık araştırma sürecini ve yeni bilgi üretme sürecinin bir parçası durumuna geldi. Böylece, mühendislik ve bilimi ile sosyal bilimler arasında hem karmaşıklık açısından hem de etkileşim sistemi açısından gözlenen farklılık önemli ölçüde ortadan kalktı. Zira atom altı parçalar arasındaki etkileşimin çeşitlilik ve karmaşıklığı ile toplumsal süreçteki insan ilişkileri arasında önemli bir benzerlik vardır. Toplumda, oluşmuş, sistem, kurum, yapı ve süreçlerin birlikte yaratığı etkileşim ağında gözlenen bağlantı ve ilişkilerin benzeri atomaltı ilintilerle büyük bir paralellik göstermektedir. Mühendis araştırmacı, atom altındaki etkileşimi değiştirerek yeni bir ürün; yeni bir ilişki, yeni etkileşim keşfetmeye çalışırken; mikro biyolog yeni bir DNA kodu veya yeni bir iletici veya algılayıcı enzim keşfetme sürecinde olabilir. Sosyal bilimci de, gelecekte olmak istediği konum ve sosyal süreç ya da çalıştığı kurum ve işletmesinin nerde olması gerektiğini belirleyebilmek için, bugünden geleceğe 9 giden yoldaki etkileşim sürecindeki stratejik değişken, unsur ve öğrenme süreçlerini devreye sokması gerekiyor. Yeni bir amaç ve durumu yaratmanın, yeni yöntem ve yollarını, süreç içerisindeki birikimlerinden öğrenerek, sürekli yenilenerek devreye sokmak için çabalamaktadır. Kısacası sosyal bilimci için, yeni bilimsel aşamada, yeniyi yaratmak, onun similasyon modelini geliştirmek ve geleceğin stratejik planlarını yapmak, yani geleceği araştırmak, bunun için sürekli değişen dinamik sistem, yapı ve süreçleri devreye sokmak sosyal bilim alanındaki araştırmacının görevidir. V. KUANTUM PARADİGMASI İÇİNDE SOSYAL BİLİM ARAŞTIRMALARI İÇİN MODEL ARAYIŞLARI Atom altı parçaların dinamik ve karmaşık etkileşimini açıklayan model arayışları sosyal bilimlerde de sürmektedir. Bu alanda bilişsel (cognitive) teorisinin yaklaşımlarından yararlanılmaktadır. Sosyal alanda, birey, örgüt, kurum ve sistemlerin kalıplaşmış standart davranışlar yerine öğrenmeye dayalı dinamik davranışlara dayalı modeller üzerinde çalışılmaktadır. Yeni araştırma modelleri, ağ etkileşim sistemleri şeklinde oluşturulmaktadır. Ağ etkileşim sistemleri farklı düzeylerde birbiri ile bağlantılı (connectionist) modeller olarak kurgunlanmaktadır. Ağ etkileşim modellerinin, basitten karmaşığa kadar çok sayıda örnekleri oluşturulmakla birlikte, sosyal sürecin karmaşıklığını, dinamizmini ve öğrenme süresini kavrayabilmesi açısından iki model türü birbiri ile yanaşmaktadır. Daha çok yapay zeka, bilişsel (cognitive) teori, nöröloji bilimi, psikoloji ve zihin felsefesi alanlarındaki çalışmaların ürünü olarak bu araştırmalar şekillenmektedir. Bunlardan birincisi mühendis araştırmacıların tercih ettiği, bilgisayar sistemini model alan yaklaşımlardır (computational modelling). bu yaklaşımda bağlantılı – bütünleşik ağ etkileşim modeli; içerdiği birbiri ile bağlantılı süreçlerin oluşturduğu bir ağ modelidir. Daha çok sembolik mantığa dayalı şematik amaçlı olarak yapılandırılmış modellerdir. Zaman içinde birbiriyle bağlantılı unsurlar Birbirine benzer unsurlar veya Birbiriyle zıtlık (karşıtlık) içindeki unsurların bağlantılandırıldığı modellerdir. Bu türdeki bir ağ etkileşim sistemleri temel özellikleri şunlardır (M.W. Eysenck, M. T. Keane, 2000:7-8). Birbirine bağlı noktalardan oluşan bir ağ (network) sistemi oluştururlar. Birbiriyle bağlantılar çeşitlilik arz eder; bu bağlantılar genel, özel veya karmaşık bir katılım şeklinde oluşabilir. 10 Bağlantılı noktalar arasındaki ilişkiler her modelde farklı güç ve etkinliği temsil ederler. Sistem içinde öğrenme yeni bağlantı ve noktasal ilişkilerin oluşumuna yol açar. Bağlantılar arasındaki ilişkinin güç değeri ve ilişki gücü değişkendir. Örneğin iki ayrı yaklaşım için gerçekleşen öğrenme süreçleri arasındaki sentez öğrenmeyi daha da geliştirir. Bir bağlantı noktasındaki ağ bölgesinden kaynaklanan değişik etkilerin eğ bütünü içinde yayılma biçimi farklı model yapılanmasına fırsat verir. Ağ sistemi içindeki etkileşimin dağılımı farklılaşmış faktörlerin bulunmasından kaynaklanabilir. Bunlar faktör analizleriyle belirlenebilir. Bağlantı noktaları, ara bağlantılar, etki gücü ve etki zamanı, sistemin etkileşim süreci içinde yapılanmaktadır. Ağ etkileşim modellerinin giderek daha çok ön plana çıkan bir türü, beynin çalışması esasına dayalı Sinir Ağları Modelidir. Bu tür ağ-sistem (connectionst network veya neural network) modellerinde öğrenme özel sonuçlar doğurmaktadır. Zihinin yaratıcı işlevi sistem dinamikleri için belirleyici olmaktadır. Bu modellerin özellikleri şöyle özetlenebilir (M.W. Eysenck, M. T. Keane, 2000:9-10): Bu tür ağ etkileşim sistemleri, beyin ve sinir hücresi benzeri bir yapılanma içinde temel birim veya noktalar içerir. Her birim, bir diğeri ile çok sayıda bağlantıya sahiptir. Her birimde ortaya çıkan bir uyarı veya sinyal diğer birimleri de etkiler. Her birime ulaşan bir etki; etkileşim içindeki etkilerin ağırlıklı ortalamasının belli bir eşik değeri aşması durumunda buradan kaynaklanan tek bir etki (sonuc) üretir. Ağ bütününün karakteri onu oluşturan birimlerin birlikte belirlediği ağırlığa göre şekillenir. Birimler arasındaki bağlantının gücündeki değişim, bütünde geçerli kurallarca şekillendirilir. Ağ bütünü farklı düzeyde yapı ve bağlantılara sahiptir. Girdi birim bağlantısı; ara bağlantı ve çıktı bağlantıları oluşur. Bağlantı konsepti, bütün içinde farklı biçimde dağılıp yapılanan bir davranış kalıbı oluşturabilir. Aynı ağ sistemi; birbirinden çok farklı davranış kalıplarının oluşumuna yol açabilir. Ağdaki önemli bir öğrenme kuralı hatalardan geri bağlantı yoluyla yararlanma şansıdır. Ağ bütünü bir davranışı öğrenebilir, içerdiği yapılanmaya göre yeni davranış kalıbı oluşturabilir. Ağ bütünü uygun sonucu üretinceye kadar tekrarlanabilir. Bu yüzden davranışın dıştan ve önceden programlanmasından çok davranışların 11 öğrenilerek değiştirilmesi söz konusudur. Kuralların belirlenmesinden çok öğrenilmesi esastır. Sinir ağları modeli, beynin çeşitlenmiş paralel süreçler içermesi nedeniyle, bilgisayar modellerine göre üstünlüğü söz konusudur. Ayrıca burada öğrenme becerisi de devreye girmektedir. Ağ sistem bütününün esnekliği onun öğrenme yeteneğini ortaya koyarken istikrarı onun öğrenilen yeteneği koruma olarak orta çıkar. Ancak ikisi arasında genellikle çatışma vardır. Bu nedenle ikisinin sentezi gerekmektedir. Ağ yapılanışının zaman içinde değişimi onun zaman boyutu içeren dinamik bir sürece sahip olduğunu gösterir. Sinir ağları sistemi sürekli çalışan bir işlerliğe sahiptir. Etkileşim sistem bütününün hepsini birlikte etkileyen yaygın işlerliğe sahiptir. Sinir ağları modeliyle çalışırken, ağ oluşturan birimlerin belirlenmesi, etkileşim aktivitesinin tanımlanması ve öğrenme ile değişen etkileşim ağırlıklarının belirlenmesi gündeme gelir. Çıktı Birimleri Katmanı Ağırlıklandırılmış Bağlantılar Saklı (Orta) Birimler Katmanı Ağırlıklandırılmış Bağlantılar Girdi Birimleri Katmanı Kaynak: Istvan S. N. Berkeley, “What is Connectionism”, 1997, 5 Beynin işleyişini esas alan ağ-sistem modelleri; ekonomik alanda da yeni sentezler yaratmaktadır (Nöroekonomi bilimi-neuroeconomics). Nöroloji bilimleri ve ekonomi ile psikoloji sentezine yönelen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım içinde karar ve tercih süreçleri ile risk ve ödüllerin değerlendirilmesinde beynin rolü inceleme konusu yapılmaktadır. Bu 12 alanlardaki karar süreçlerinde sinir hücreleri ve biyo-kimyasalların nasıl kullanıldığı araştırılmaktadır. Nöro ekonominin bulguları; duyguların, ekonomik karara ve tercihlerde oldukça etkili olduğu sonucuna ulaşmaktadır. Nöro ekonomik bulgulara göre ekonomik karar süreçlerine beynin değişik bölgelerinin katıldığı tesbit edilmiştir. Nitekim Daniel Kahneman, ekonomide Nobel Ödülünü bu alandaki çalışmaları nedeniyle almıştır. Nöro ekonomi, ekonomi biliminin belli alanında yeni bir açılım getirmekle, interdisipliner bir araştırma alanının doğmasına katkı yapmıştır. Ancak yeni gelişmelerin asıl katkısı, geleneksel ekonomi biliminin kendi kendini hapsettiği kapalı mekanik modellerden, beynin çalışmasını esas alan ağ etkileşim modellerinin ekonomik alana taşınmasıyla elde edilecektir. Böylece mekanik fiziğin daha da daraltılmış bir taklit modeli olan ve pratik değeri olmayan denge modelleri yerine, dinamik çoklu etkileşime dayalı zaman ve mekan boyutu olan modellere fırsat yaratmasıdır. Bu anlamda ekonomi bilimin tüm alanları üretim sürecinin çoklu katılım ve ağ etkileşimi içinde daha gerçekçi açıklamalar ortaya koyduğunu görebiliriz. Bu süreçlere tüm farklılıklarıyla sürece katılan insan, örgüt, kurum ve sistemlerin bu süreçleri birlikte belirlemesi, daha uygulamaya yatkın yeni modeller gerçekleştirilebileceğini göstermektedir. Mekanik ve noktasal nedenselliğe dayalı sosyal bilim modeli aşırı soyutlamaya dayalı olması nedeniyle sosyal sürecin karmaşık ve çok yönlü içerik işleyişi ile yapılanışını; açıklamak için yetersiz kalırken; ağ etkileşim sistemlerine dayalı bilimsel açıklama şeması sosyal bilimlerin karmaşık, çoğulcu ve çok boyutlu içerik ve işleyişine daha uygun bir yaklaşımdır. Bu nedenle sosyal bilimler kendi analiz yöntemini ancak Kuantum Düşüncesine dayalı yeni yaklaşımlarda bulmaktadır. Mühendislik biliminin, kuantum düşüncesine dayalı, atom altı parçacıkların davranışını inceleyen ağ etkileşim modelleri ile sosyal bilimlerin çoklu ve değişken insani ve kültürel özelliklere dayalı model yapısı arasındaki farklılık eskiye göre nisbeten ortadan kalkmıştır. Mekanik düşüncenin dar elbisesi, sosyal bilimlere uymadığı için, mühendislik bilimleri ile sosyal bilimde araştırma projelerinde farklılık oluşmuştur. Oysa ki ağ etkileşim sistemleri içindeki projelerindeki fark azalmıştır. Yine de mühendislik bilimlerinde laboratuar deneyiminin yapılabilir olması karşısında, sosyal bilimin geleceği araştıran simülasyon modellerinde; için belirsizliğin ve kontrol edilemeyen değişkenlerin daha fazla olduğu söylenebilir. Her iki modelde de bilgisayar destekli araştırma ve simülasyon modelleri devreye girmektedir. Bir yıldız sisteminin sönümlenmesi veya bir sosyal süreç içindeki farklı karar ve değişimin yaratacağı sonuçları simülasyon modellerinde görmek mümkündür. Gerçekten de, yeni yaklaşım içinde mühendislik alanlarında yeni alanlar olarak sistem ve süreç mühendisliği alanları doğarken; sosyal sürecin ağ etkileşim yapısı sistem bütünü olarak yapılanmakta ve bu sistem içindeki akış; sosyal süreci vermektedir. Örneğin, artık kalkınma 13 ve büyüme olgusu diğer koşullar sabitken sadece marjinal tasarruf/yatırım oranına bağlı kalmak yerine, sistem ve süreç içindeki bir seri yapılar, kurumlar, kararlar, katılımlar ve işbirliğine dayalı olduğu gibi; bir kerelik bir duruma değil süreç boyunca ortaya çıkan akış ve işleyiş ile bu süreçteki öğrenmeye bağlı olarak gerçekleşmektedir. Aynı durum, bir rekabet sürecinin veya yenilik veya yeniden yapılanma sürecinin işleyişi için olduğu kadar ekonomi politikası sürecine ilişkin projelerde de geçerlidir. SONUÇ Yaşadığımız doğa ve evrenin, pratik gözlenmesinin ötesinde, işleyiş ve açıklamasının yapılması bilimsel dünya görüşünün doğmasını gerektirmiştir. Bilimsel dünya görüşü, uzun bir evrim süreci sonucunda Newton’un mekanik düşüncesiyle ilk temel formülasyonuna ulaşmıştır. Newton Devrimi doğa ve evrenin aşırı soyutlamaya dayalı mekanik açıklamasını basit ve kapalı model yapıları içinde sunmuştur. Bu yaklaşım modeli, içerdiği tüm çeşitliliği ile kendi alanını açıklamaya çalışan sosyal bilimler için yetersiz kalmıştır. Mekanik modeller mutlak ve genel yasalar peşinde koşarken; sosyal olayların karmaşıklığı bunu engellemiştir. Bu nedenle fen ve fizik bilimlerinin araştırma alan ve projelerinin sosyal bilimlerin açıklamaları için; Newtongil mekanik düşüncenin analiz araçları yetersiz kaldığı için sosyal bilimlerin karmaşık içeriğini açıklayacak yeterli yaklaşımlar oluşturulamamıştır. Ancak mekanik düşüncenin kuantum düşüncesiyle aşılarak, yeni, bir sıçrama ile ikinci bilimsel paradigmal değişim yeni yaklaşımların doğmasına yol açmıştır. Kuantum paradigması; fizikte atom altı parçaların etkileşim ilişkisini, sistem ve süreç mantığı içinde çoklu, belirsiz ve kesin olmayan etkileşim ağları içinde sunmuştur. Canlı organizmalara ilişkin açıklama şeması da sinir ağlarının etkileşiminde ortaya çıkan sistem ve süreçler olarak yapılanmıştır. Kısacası yeni bilimde ağ etkileşim sistemi yeni analiz aracı olarak şekillenmiştir. Ağ etkileşim şeması, fizik ve mühendislik bilimlerinde, görünmez doğanın karmaşık yapısını mekanik nedensellik etkileşim ve sezgisel zeka ile açıklamaya çalışırken; sosyal bilimlerin konu aldığı sosyal sürecin karmaşık çoklu yapılarının, işleyiş ve etkileşim ilişkilerinin açıklanması için daha uygun bir yaklaşım olarak ortaya çıkmaktadır. Yeni yaklaşımda insan unsuru ve araştırmacı; araştırılan konunun dışında değil, içinde ve onun bir parçası olarak, süreç içinde öğrenip motive olarak yer almaktadır. Sonuçta, mühendislik ve sosyal bili alanlarına ilişkin projeler arasındaki fark, kuantum düşüncesi içinde yürütülen yaklaşımlar için artık büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Her ikisinde de çoklu etkileşimin unsur ve yapıları sistem bütünü içinde belirlenmekte, bunların etkileşim süreci içinde sistem dinamik işleyişini ortaya koyarken, araştırmacı yeni durum veya sonuçlara ulaşmak için; süreç unsurlarıyla birlikte kendi bilgi, deneyim, motivasyon ve sezgisel gücünü devreye sokarak yeni durum ve sonuçları yaratmaya farklı olanı yakalamaya çalışmaktadır. 14 Kısacası araştırma konusunu oluşturan çoklu etkileşim her ikisinde de bir sisteme ve sistemi oluşturan elemanlara dayanırken, bunlar arasında etkileşim şemaları oluşturulmakta ve bu etkileşim şeması içindeki etkilerin ağırlığı sürekli değişim geçirmektedir. Farklılaşmış etki oluşumunu, sosyal bilimlerde stratejik planlamayı kaçınılmaz kılmaktadır. Geleceğe yönelik projeler, stratejik planlar şeklinde uygulamaya konulmaktadır. Sürece katılanların işbirliği, ortak değer ve kültürleri ile öğrenme becerilerini ve hatalardan öğrenme sürekli yenilenen dinamik sistem içinde, sürecin belirlenmiş vizyon veya hedefler doğrultusunda, bütüncül yönlendirilmesi sağlanmaktadır. Yararlanılan Kaynaklar 1. KUHN, Thomas., The Structure of Scientific Revolutions, University of Chicago Press, Chicago, 1970, 2. Özlem, Doğan 2002 Kavramlar ve Tarihleri I, İnkılap,ss. 272-73 3. Erkan. H. “Sosyo Ekonomik Bölgesel Gelişme”, DEÜ İİBF Yayını, İzmir, 1987 4. Erkan, H.(1982), “Ekonomi Biliminin Temel Paradigması: Denge ve Kaynakları”, ODTÜ Gelişme Dergisi Sayı7:1-2, Ankara. 5. Erkan, H. (1987) Sosyo,Ekonomik Bölgesel Gelişme, DEÜ Yayını, İzmir (Doçentlik Tezi olarak hazırlanışı 1982). 6. Erkan, H., (1998) Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İnsan ve Toplum Bilimleri 1992 Büyük Ödülü, 4. Baskı, Ankara. 7. Erkan, H., (2000) Bilgi Uygarlığı İçin Yeniden Yapılanma, İmge Yayınevi, Ankara. 8. Erkan, H., (2001) Ekonomi Politikasının Temelleri, 5. Baskı, (1. Baskı 1984), İlkem Ofset, İzmir. 9. Erkan, H. (2004) Ekonomi Sosyolojisi, Fakülteler Kitabevi, 5. Baskı,(1. Baskı 1986 ,İzmir), İzmir. 10. Erkan, H. v.d.(1996)Türkiye İçin Çözümsüzlükten Çıkış Stratejisi: Toplumsal Sorunlara Entegre Sistemler Yaklaşımı, (TOPSES ), Cilt 1 ve Cilt 2, EGİAD, İzmir. 11. E. Nagel, The Structure of Science, Problems in the Logic of Scientific Explanation, Routledge, London, 1971.s. 74 12. M.W. Eysenck, M. T. Keane, 2000, ss.7-8, Cognitive Pycholology, 4.Edt. Psycology Pres, East Sussex 13. Istvan S. N. Berkeley, “What is Connectionism”, 1997, 5 15