SOL'UN CUMHURİYET ve KEMALİZM SINAVI Yakın dönemin siyasal sürecinde, özellikle günümüzde, Cumhuriyet'in ve onun kurucu ideolojisi olan Kemalizm ya da Atatürkçülük'ün sağ ideolojiler, dinsel gerici unsurlar, liberalizm etiketli siyasal ideologlar, emperyalist odaklı hegemonik, yapı ve kuruluşlar, özgürlük ve demokrasiyi gerçekliğinden, tarihsel sürecinden koparmış aydın elitler (!), niteliklerinin ne olduğunu kendilerinin de bilmediği demokrasi yandaşlarının eleştiri odağı olmasını, yıkıma uğratılması çabasını anlamak zor değildir. Bu noktada önemli bir tarihsel unsur olarak Türkiye’de ‘’Sol’’un kendi tarihsel mirasına nasıl baktığı ve yeni durumda kendini Cumhuriyet yıkımında nerede gördüğünü incelemek gerekir. Siyasal, sosyal ve ideolojik sonuçlarıyla ‘’Sol’’un merceğinden Cumhuriyet’in nasıl bir algılama ve değerlendirmeye uğratıldığı, özellikle yakın tarihimiz içinden, bu yaşanan deneyimler ışığında ele almak gerekiyor. Sol kendi nesnel tarihinden kalkarak yine kendi somutunu nasıl değerlendiriyor ve sürecin sol içi ideolojik eleştirisinin öznesi olan Cumhuriyeti hangi gerekçelerle nasıl bir değerlendirmeye tabi tutuyor? İçinde bulunulan kaotik yapıda toplumsal yapıyı oluşturan güçlerin içinde''sol''un bakışı v değerlendirmesi kuşkusuz önem taşıyor. Sol bu ''kaos''un hangi yanında, hangi somut tahliliyle ve hangi çözüm önerileriyle var? Bir diğer önemli soru ''Sol'un hangisi'' ne öneriyor. Tek bir tarife sığmayan sol esas olaraksosyalist devrimlerin ideolijisi olan ''bilimsel sosyalizm''i, tarihsel materyalizmi benimseyen soldur. Bakış açımızı da bu niteliğe uygun olarak ortaya koymak, yöntem açısından da doğru olacaktır. Bilimsel sosyalizmin tarihsel ve yöntemsel çözümlemeleri yönünde bir ilkeyi esas alan sol hareketin tarihin içinde olup bitenler konusundaki tutumu esas olandır. Tarihi yapan güçlerin egemen ve belirleyici bir etken olarak tarihsel gerçeklik kazanması ve iktidar gücüne kavuşması yine bir tarihsel ''moment''te koşulların uygunluğu ve çalışması sorunudur. Faktörel unsurlarınçakışması ve yeni bir niteliğe dönüşümü ''an''ında yeni bir oluşumun hareket noktası olarak gerçekleşme olanağını yaratması ve kesişen sosyal verilerin varlığı devrimin de habercisidir. Burada, yine bilimsel verilerin öngörü olanağıyla hareket edersek Cumhuriyet de böyle bir tarihsel ‘’an’’da gerçekleşmiş ve kuruluşunu bu ‘’an’’üzerinde inşa etmiştir. Bu oluşum ve inşa toplumsal yapı gereği geçmişten aldığı tarihsel ögelerin niteliği gereği bir yığın çelişkiyi de bağrında taşıyordu. Bugün tartışılan sınıfsal konum ve yapılanma, demokrasi, özgürlük, kimlik, din, etnisite vb. gibi, kavram ve sorunlar, yeni niteliği ile Cumhuriyet’in çözmesi gereken sorunlar olarak bünyesinin içinde varlığını koruyordu. Önceki İmparatorluk döneminin çöküşüne yol açan bu çelişkiler Cumhuriyet’in çözmek zorunda olduğu çelişkilerdi. Devrim bu çelişkilerin varlığını çözmek görevini tarihsel olarak üstlenmişti. Çelişkiler yeni bir bir sentezi oluşturmuştu; Bu Cumhuriyet’ti. Bir siyasal irade, güç ve yapı olarak kendi içinde var olan bu çelişkilerin çözümü de tarihsel ‘’imkan’’lara bağlıydı. Sol tam bu noktada tarihin bu evresine yine tarihsel konumlarla ve nesnelliğin, gerçekliğin prizmasından bakmak zorundadır. Bir ‘’imkan’’ olarak, tarih kendi teorik gelişiminin dışına düşüyorsa nesnel durumun ve somut gerçekliğin buna izin vermemesindendir. Bir sistem olarak Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı sonrasında zaferi sağlayan öncü güçler ve halkla birlikte kuruldu. Bir ‘’kurucu irade’’ yeni bir Cumhuriyet’i bir devlet olarak oluştururken kendini oluşturan güçlerin ekonomik ve siyasi tercihlerine göre hareket etmesi de kaçınılmazdı. Burda ‘’irade’’ ana yönü belirledi ama bu yönün sonuna kadar götürülmesi sınıfsal konuma, güçlere, sosyal ve siyasal koşullara göre değişkenlik, ileri-geri dönüşümler göstermesi de bir gerçeklikti. Bu gerçekliğin niteliğini ve tarihsel rolünü görmeden,tarihin yönünün ideolojik tercihlerimize göre şekillenmemesini kavramakta zorlanırız ve ‘’tarihi niye böyle yapmadınız’’ diye suçlama kolaylığına düşeriz. ‘’Kurucu irade’’ bir sınıfsal tercihle programı gerçekleştirmek üzere yönetimi yönlendirmeye başladı. Bu yönlendirmenin çok önemli iki siyasal ilkesi vardı. Halkçılık ve Devrimcilik. Bu iki ilke kendinde ‘’mündemiç’’ doğruluk dinamiklerini toplumsal hayatın her alanına sokacak, içerikleri programlanmış, yapıcı, geliştirici ögelerdi. Türkiye Cumhuriyeti adını alan bu yeni yapı, yeni bir kimlikle, tarihin o aşamasında geçmişinden bir kopuş yaşayarak, nitelik olarak sıçrama yapmasına karşın, binlerce yıllık yapısal özelliklerin olumsuz yönlerini de içinde taşıyordu.Bu geri ilişkilerin her alanda ileri bir dönüşüme yönelmesi bir güç sorunuydu. Mevcut sol’un Cumhuriyet’in bu sorunları çözmedeki tarihsel engelleri görmemesi tarih bilinci eksikliğidir. Kuşkusuz Cumhuriyet Devrimi bir proleter devrim değildi. Programı da buna uygun bir program olamazdı. Onu kendi tarihi koşulları içinde değerlendirmek gerekir. İktidar sorunu ve programı devrimi yapan güçlerin ileri nitelikleri oranında hayatiyet gösterir. Gösterdiği dinamizmin tarihsel önemi çözümlediği geri yapının yerine koyduğu kurumsal, düşünsel yeniliklerle değerlendirilmelidir. Özgürlük ve demokrasi talebi çağdaşlaşmanın gereği olarak haklı bir taleptir ve insanlığın varlık nedenidir. Etnik farklılık, alt kültürler, dinsel temalar ve sembollere dayalı özellikler temelinde özgürlük ve demokrasi arayışları bu başlıkları tarihsel olarak geri unsurlara dayandırma istekleri haklı ve doğru görülemez. Buradan; Cumhuriyet ve onun ideolojisi Kemalizm’i eskiyi ve eskiye ait olanın tümüyle yıkılmasını sağlamadığı için eleştirmek siyasal açıdan mümkündür fakat haklı ve gerçekçi değildir. Aradan geçen 90 yıllık sürece karşın bu sorunun çözülmemesi, tersine daha da geri bir noktaya gelmesi ayrıca değerlendirilmelidir. Yıkılan bir imparatorluğun içinden tarihin olanakları, somut koşulları, sınıfsal dinamikleri ve toplumsal koşulları içinden çıkan Cumhuriyet’in ana kavramsal nitelemesi Bağımsızlık ve Egemenlik’ti, Bu iki kavramın içeriği tam anlamıyla gerçekleşmediğinde diğer ileri aşama taleplerinin oluşması da mümkün değildi. Bugünkü ‘’Sol’’un Kemalizm eleştirisinin temeline demokrasi ve insan hakları konularını yerleştirmesi dönemsel özelliklerin kavranmamasına bağlıdır. Kendi tarihselliğinin getirdiği milli yapısını, emperyalist dönemde milletleşme olarak tarihin kapısına koymak birinci görevdi. Mustafa Kemal bunu yaptı. Bu olmadan ötekilerin bir derecelendirme içinde gerçekleşmesi olanaksızdır. Ümmet yapısının niteliksel özelliği somut direniş odağı olduğu sürece ideolojik olarak, sınıfsal toprak mülkiyet yapısının ağa-eşraf niteliği ve cılız sanayi sermayesinin devrimci bir talebi olmadığı sürece de ekonomik olarak Cumhuriyetin temel devrimlerinin gerçekleşmesi kolay olmayacaktı ve olmadı. Somut duruma bakarsak söyleyebiliriz ki bir sosyal devrim talebi tamamlanmamış olarak varlığını sürdürüyor. Milli yapılanma süreci emperyalist dönemde ve emperyalist kuşatma altında engellenmekte, gerçek demokrasi ve özgürlük toplumsal bir istek haline gelmemektedir. Demokrasi ve özgürlük soyut zihinsel alan alan ürünü değildir. Kavram olarak somut gerçeğin içinden çıkan, toplumsal varlığın kendi çözümünden dönüşen, zorunluluğun bilincine bilgi olarak varan akıl varlığıdır. Kemalizm, bir iktidar ve siyasal irade olarak bu yetersizliğin nedeni değildi. Devrimin dinamiklerinin yetersizliği, toplumsal sınıfların önünün açılamaması tarihin kendilerine yüklediği görevi yerine getirememesi sonucunu yaratmıştır. Öncü kadro sınıfsal konumu gereği sosyalizan bir eğilimi ve kararı, devletçi, halkçı bir yönetimi tercih etse de var olan somut sınıfsal durum öncü kadronun düşüncelerinin gerçekleşmesini engelledi. Devrimin gücü yetersiz kaldı. Doğan Avcıoğlu’nun anlatımıyla ‘’Halk halkçı aydınlardan uzakta, halk düşmanlarının safında bulunuyor. Halkçı bir politikanın hareket noktası sınıf gerçeğini kabul etmek ve sınıf tezatlarını kaldırmaya çalışmak olmalıydı.Halbuki ’bizde sınıf yoktur’ gibi bilime aykırı bir düşünceden hareket edildi.’’ Bu görüşün haklılığı devrim öncülerinin nerede yanıldıklarının da açıklamasıydı. Devrimci istekle, somut durumun devrimci kavranışı farklıdır. Ekonomik modeli ve öngörüleri olmayan bir siyasal hareketin varlık nedeni olamaz. Siyasal tercih ve program kitlelerin yöneliminde ve program hedefine yönelmesinde kuşkusuz çok önemlidir. Temel ideolojik ve siyasal yapı bu süreçte oluşur. Fakat bunu ekonomik programla, ekonominin halkçı-devrimci niteliğiyle birlikte siyasal programa bağlamak gerekir. Halkçıdevrimci niteliğiyle belirlenemeyen bir siyasal-ekonomik sistemin ulusalcı ya da milli niteliği de belirginleşemez. Mustafa Kemal 1 Aralık 1921’de TBMM’de şöyle diyordu: ‘’Halkçılık sosyal düzenini emeğine, hukukuna dayandırmak isteyen bir sosyal doktrindir. Biz bu hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altında bulundurabilmek için toptan, bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe savaşmayı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız.’’ Bu görüş Türk Devrimi’nin ilke ve hedeflerinin en özlü anlatımıdır. Burada sorgulanması ve ele alınması gereken yön bu anlatımın içerisinde yatan yeni bir dünya ve düzen neden gerçekleşmedi. Bir program özeti olarak görülebilecek Mustafa Kemal’in bu görüşü 90 yıl sonra bile gerçekleşmemiş olarak Türkiye toplumunun önünde duruyor. Düşündürücü olan o yılların düşman gösterilen güçleri bu gün toplumun, milletin birliğini parçalamayı hedeflemiş ve vatan bütünlüğünü bölünmeye yönelik çok ciddi organizasyonu yerli işbirlikçilerle uygulamaya koymuştur. Sol, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal eleştirisinde, Kemalistlerin modernleşme ve demokratikleşmeyi eş zamanlı olarak gerçekleştirmemesini öne çıkarır. Bu iki olgununmodernleşme ve demokrasi bir arada ve eş zamanlı oluştuğu bir tarihsel örnek var mı? Modernleşme bir zor alımdır. Eskinin elinden iktidarı almaktır. Bunun klasik demokrasi içinde olması mümkün değildir. Modernleşmenin tamamlanmadığı ekonomik, siyasi, kültürel gelişmişliğin uluslaşmasıyla bütünleşmediği bir toplumsal yapıda demokrasi hangi alt yapıya alt yapıya dayanarak ortaya çıkabilir? Demokrasi geleneği düşünsel bir veri olarak yaratılamaz; Yaşamın gerçeğinden ve içinden çıkan uzun erimli bir mücadelenin ürünüdür. Dinselleştirilmiş bir Kemalizm kabulüyle eleştiri yapmak, bilimsel sosyalizmin yasallığı ile metafizik özlü dinin vahiyciliğini birlikte görmenin aymazlığını ortaya koyar. Bunda bir art niyet yoksa bilgisizlik var demektir. Sol’un Kemalizm’le çelişmesi modernleşme süreci içinde talepler açısından olanaklı değildir. Aşamalı bir tarih anlayışının sol için geçerliliği Kemalizm’in reddini değil, bu aşamalara uygunluğu ve bu aşamaların gerçekleşmesine olanak açması nedeniyle tarihsel ilerlemeye de uygunluğuyla olumlanmasını gerektirir. Tarihin yasalarına uygunluğun örneği olarak Kemalizm’in bu ideoloji ve pratik olarak ‘’Sol’’un tarihsel açılımına uygundur. Red durumu, sol olmayan fakat sol’un küreselleşmeye ve emperyalist sisteme katılımına katkı sağlayan yeni biçimine bağlı olarak gerçekleşiyor. Toplumsal tarihin gelişim aşamalarıyla Kemalizm’in çelişik gösterilmesi zorlama bir şeydir. Özellikle 68’in ürünü olan ‘’Sol’’dan sönerek sürece katılan ve liberal sol’u öneren, ‘’Sol’’u küreselleşmenin hizmetine sokan anlayışların Kemalizm’e aşırı düşmanlığı; kapitalizm’e entegrasyonu reddeden, bağımsızlığı esas alan, emperyalizmi insanlığın, halkların baş düşmanı gören ve demokratikleşmeyi halkçı temelde sistemleştirmeyi amaçlayan bir yapılanmayı esas millet oluşumuna karşı olmasındandır. Böylesine bir yapılanmanın gerçekleştireceği ulusal yapının kendi siyasal sistemlerine karşıt olacağındandır. ‘’Sol’’un Kemalizm’e itirazının odak noktası gündelik yaşamda, siyasal bir karşı çıkış olarak demokrasi üzerinedir. 1960’lı yıllarda çok tartışılan ‘’cici demokrasi’’, ‘’Filipin tipi demokrasi’’ anlayışlarına-ki bu anlayış o yıllarda ideolojik ve siyasi olarak mahkum edilmişti-son yıllarda küreselleşmenin verdiği güç ve destekle bağımsızlık, milli devlet, laik devlet ilke va varlıklarını yok etmek; bunlardan kurtulmanın demokrasinin gerçekleşmesinin esası olduğunu da ekleyerek yeni bir boyut getirdiler. Emperyalist dönemde-Leninizm’in ortaya koyduğu tanım gereği-çelişmenin esas yönünün ezilen mazlum milletlerle ezen emperyalist devletler arasında olduğu sadece ideolojik bir saptama değil nesnel durumun ortaya koyduğu bir gerçektir. Devrimci tutum ve anlayış nesnel durumun tanınmasını ve bilince çıkarılıp maddi bir güç haline gelmesini gerektirir; En büyük devrimcinin gerçeğin kendisi olduğunu unutmadan 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbeleri Kemalizm-Atatürkçü kılıflı, ABD-AB programlı uygulamalardı. Faşizm bir olgu olarak bu hareketlerle toplumun bel kemiğini kırdı. Faşist cundaların Kemalizm ya da Atatürk maskelemeleri çok büyük bir saptırma ve aldatma propaganda malzemesiydi. Sol, Cumhuriyet’in dönemsel bütün baskı ve engellemelerine, ezme politikalarına karşın yine bu dönemde kendini geliştirdi ve bu günkü noktasına geldi. İlginçtir ki, toplumsal mücadele tarihimizde Kemalizm’in en çok konuşulduğu yıllar olan 1960’lıve 1970’li yıllar,’’SOL’’un en hızlı, niceliksel ve niteliksel olarak en çok büyüdüğü dönem oldu. Kemalizm esas yönü ve özü itibariyle o yıllarda ciddi biçimde Türkiye’nin gündemini belirledi. Yine o yıllarda sol hızlı bir gelişme ve sıçramayla, 1968’i içine alacak şekilde büyük, yığınsal boyutlara ulaştı.Sol ideolojili demokratik kitle örgütleri, sendikalar, kuruluşlar tüm Türkiye’yi etkisi altına aldı. Buna karşılık Türk-İslam-Nato bileşeni bir araya gelerek bu günleri hazırladı. Bu bileşen sadece Türkiye’de değil, bütün Ortadoğu’da ve İslam ülkelerinde kendi koşullarına uygulanarak büyük bir emperyalist proje olarak dünya dünya egemenliğini sağlamaya çalışıyor. Bu siyasal proje karşısında sol ne yapıyor? Dar İdeolojik alanda işçi sınıfı popilizminin kuyruğuna takılarak büyük kuvvetlerin birliğini engelliyor. Dünyanın geleceğini belirleyecek bu coğrafyada emperyalizm’’Kaos’’ bir yönetim ve yöntem biçimi olarak tercih ediyoruz. Yönetilebilir bir kaos sistemini bir devlet uygulamasından bölgesel uygulamalara geçirdiler. Kaos’un getirdiği istikrarsızlık egemen güce, emperyal politik tutuma, yeni küreselleşmeci planlara uygun düşüyor. Bölünme tehdidi, yok olma korkusu bir milletin ve halkın en büyük endişesidir. Büyük birlikteliklerin oluşmaması için emperyalizm’in kaos politikaları uygun yöntemlerdir. Barışın insanlık için istenir bir yaşama biçimi olduğu gerçeğini benimseyen Atatürk’çü tutum bu gün solun hedefi haline geliyor ve Türkiye’de, Ortadoğu’da, İslam Coğrafyasında savaş çığlıkları atan siyasal çizgi oluyor. Bu çelişkiyi sol nasıl izah edecek? Demokrasi isteği, insan hakları isteği, diktatörlüklerin yıkılması….! Tarihin akışının durdurmak, bugünkü insanlık dışı düzeni savunmak ümitsizce çırpınan burjuva , emperyalist kuramcılar Kapitalizmi içinden kemiren, emperyalizmi yıkıma götüren çelişkileri saklayarak bugünkü dünya sisteminin sonsuzluğunu ve sonul bir düzen olduğunu savunuyorlar. Dünya sisteminin bu büyük gerçekliğine sol, bir karşı çıkışla, direnişle, onu yok etmeyi amaçlayan örgütlenme yapısıyla, bilimsel sosyalizmin ilkeleriyle karşı çıkmayı programından çıkardı. Bağımsızlık, özgürlük, eşitlik ilkelerini de unuttu. Adalet gücün elinde şekillenen ve bütün toplumu tehdit eden bir kırbaca dönüştü.Tüm bu yapılanmalar bir sisteme dönüşüp dünyaya ‘’nizam’’ vermeye çalışırken ‘’SOL’’un Kemalizm ve ilkeleriyle hesaplaşmaya girmesini ciddi olarak düşünmek gerekiyor. Bir tarihsel gerçeklik olarak toplumsal yapının hem kendi hem de sürecin içinde taşıdığı içsel çelişmeler nasıl çözümlenebilir? Haklı olan toplumsal ve sınıfsal güç, zor kullanımla bu çelişmeyi çözecektir. Tarih bu çözümlemelerin yarattığı dinamiklerin hem nedeni hem de sonucudur. Bu sonucun yaratıcı gücü ‘’zor’’dur. Tarihi yaratan ve ileri götüren güç ‘’zor’’ ile sonucu ortaya koyar. Bu ‘’zor’’un niteliği de toplumsal yapının sınıfsal karakterini ve siyasal iradenin niteliğini belirler. Kemalist Devrim kendi tarihsel koşullarının içeriğine uygun olarak ‘’zor’’a dayalı çözümü üretti. Tarihin sürekliliği üretilen çözümün de nihai bir hedef olmadığını gösterir. Bu nedenle devrimlerin sürekliliği ve gelişimin kesintisizliği kaçınılmaz bir süreçtir. Sol ideolojisi gereği bu toplumsal yasallığı görüp Kemalist devrimi ve Cumhuriyetle ortaya çıkan milli devlet yapısını esas almakla geleceğe dair söz söyleyebilir. İçsel çelişme günümüz dünyasında emperyalizmin etten niteliği, küreselleşme projesinin ekonomik gerçekliği siyasal tek kutuplu dünya ereği sonucu belirleyici olma özelliğini ilerlemeyi sağlayan esas neden olmaktan çıkarmıştır. Bu nedenle toplumsal çelişme iç dinamiklerin bütünlüğüne dönüşerek milletle emperyalizm arasındaki çelişkiyi başat hale getirmiştir. İçsel çelişme sınıfsal düzeyde emekçi talebiyle haklı bir zeminde devam ederken emperyalizme olan çelişkinin öncülüğü konumunda ikincil plana düşmektedir. Bu da tarihin gerçekliği ve zorunluluğu olarak görülmelidir. İdeolojik bir zorlama ile bu gerçeği sınıfsal verilerle değiştirmek tarihi zorlamaktır. Dışsal çelişkinin öne çıkması tarihsel bir durum olarak varlığını bütün saldırganlığıyla gösterirken içsel çelişmeyi öne almak bütün varlığın yok olması anlamına gelir. Bu nedenle dışsal güç emperyalizmle çelişkisi olan bütün güçlerin ana mücadele alanı kendini tehdit eden dinsel gücün tüm dinamiklerinin var olduğu alandır. Sol’un Kemalizm’e yönelttiği eleştirilerden birisi de milliyetçilik ilkesi nedeniyledir. Tarihsel süreç içerisinde Ortaçağ, ümmet değerlerinden modern bir devlet ve ulus oluşturma sürecinde milliyetçilik ve onun öznesi olan Türk Milleti ilerleme sürecinin kavram olarak bir üst kimliğin belirlenimidir. Bu niteliğiyle milliyetçilik ‘’bir milletin çağdaşlaştırılması, ileriye götürülmesi diğer çağdaş milletlerle aynı düzeye getirilmesi gibi bir içerik taşıyor.’’(Levent Köker) Bu süreç gerçekleştirilmeden, öğreti yeniden var edilmeden demokrasiyi nasıl oluşturacaksınız? ‘’ Kün’’ demekle demokrasi olmuyor. Tarih bunun tanığıdır. Durmadan yenilenen bir süreçte demokrasi de durmadan içeriksel değişime uğruyor. Ayrı bir başlık konusu olarak ele alınması gerekir fakat burada belirtmek gerekir; Eşitlik ve demokrasi birbirini tamamlayan iki kavramdır. Eşitlik bu iki denklemin maddi yönüdür. Burda eşitlik hayatın her alanında kendini gösteremiyorsa, demokrasi sadece bir fantezidir ve uyutma aracıdır. Kemalizm’in halkçılık ilkesi eşitliği bireyin ve toplumun hayatına bir sistem ve ilke olarak getirmekle demokrasiye en çok yaklaşmayı amaçlamıştır. Bu bugünden yarına olacak bir şey değildi ve hala olmadı. Sol’un bilmesi ve kavraması gereken bir bakış açısı da ‘’bilgimizin objektif, mutlak gerçeğe doğru yaklaşma sınırlarının ‘’ olduğu ve bu ‘’sınırların tarihi şartlara bağlılığı’’dır. ‘’Fakat gerçeğin varlığı hiçbir şarta bağlı değildir, bundan dolayı ona yaklaşabilmekteyiz.’’ Büyük Ortadoğu hududu, küresel oluşumu kendi yönünden tekçi bir dünya yapılanmasına programlarken, bu tekçi dünyanın tekil unsuru olacak devletleri birer enstrüman-araç olarak kullanmaktadır. Böyle bir dünya kabul edilebilir bir dünya olabilir mi? Tarihsel sürecin evrensel boyutta ‘’yapıcısı’’ olan bütün uluslar-milletler, dünya uygarlığının gerçekleşmesinin ana güçleri olarak varlıklarını inkar ederek küresel, insana aykırı yeni oluşuma ve güce teslim mi olacak? Milli sınırların değişerek ve ortadan kaldırılarak Büyük Ortadoğu Projesine uygun yapılaştırma planı bölgeye bir istikrar getirmedi ve getirmeyecek. Kaos içinde istikrar arayışı yeni dönemin niteliğini ortaya koyuyor. Kan, zulüm, ölüm uygarlığın yok edilişi. Sol bu sürecin müdahili olmalı. Teorize edilmiş bir yeni durumun yedeğine düşmemeli. Demokrasi, insan hakları, diktatörlüğe son ve bahar gibi sözcüklerle esas büyük felaketi, emperyalist dalgayı göz ardı etmek ‘’Sol’’un işi değildir. Bundan ihracatçısı ve kaotik yönetim uygulaması emperyalist dönemin yönetimi haline geldi. Türkiye’de de bu yöntem uygulanmaktadır. Bölünme, iç çatışma, belirsizlik, güvensizlik, korku ve endişe dönemin Türkiyesinin özelliği haline geldi. Bunu çözmek solun görevidir. Bir halk, varlığını oluşturan, kendini millet yapan temel tarihsel güçlerin devamı olarak sürekliliğini gerçekleştirme göreviyle de yükümlüdür. Buna da ‘’görev’’ dar anlamında değil bir tarihsel zorunluluk olarak varlığını ve hayatiyetini koruma, tarihsel kalıtımını geleceğe taşıma yükümlülüğü anlamındadır, Bu nedenle temel varlık şartını tehdit eden, yok sayan, ortadan kaldırmayı amaçlayan her tutum, tehdit, güç ve anlayışa karşı çıkması tüm varlığıyla bu duruma direnmesi ve ‘’yok edilme’’ karşısında ‘’yok etme’’ hedefli olması doğaldır ve haktır. Bu durumda demokratik öneriler geçersiz olur. Ölüm ve yokoluş demokratik tercihe bağlı olamaz. Bir ulusun parçalanması ve ölümü demokratik tercih konusu edilemez. Ama varlığını sürdürme ve yaşama hakkı demokratik bir haktır, doğal bir durumdur. Demokrasi bu hakkın ne ön ne de ardıl koşuludur. ABE Emperyalizmi dahil tüm emperyal güçlere karşı olmak için ‘’millici’’ ya da ‘’ulusalcı’’ olma yükümlülüğü doğası gereği vardır. Tersi nasıl mümkün olur; doğrusu açıklamaya değer. Sınıfsal kavramları ve ulusal kavramları birlikte kullanmak olgunun tümüne açıklık getirmek yönünden birbiriyle çelişmez. Demokrasi ve özgürlük de bu çelişmenin çözülmesiyle mümkün olacağına göre ‘’millici’’ bir bakış yanlış olmaz. Demokrasi ve özgürlük tanım olarak ‘’sol’’un içinde vardır ama ‘’sol’’un kendisi değildir. Liberalizmin sol diye öne çıkardığı özellik ve tanım, ekonomik demokrasiyi, ‘’eşitlik’’i, proleteryanın ve emeğin öncülüğünü hesaba katmaz. Geleceğe dönük olarak bunlarla ilgili bir öngörüsü de yoktur. Bu nedenle milli bir yapılanmayı emperyalizme karşı olmanın bir gereği gören ve emeğin, işçi sınıfının iktidar isteğini doğru bulan bir siyasal bileşim sol liberaller ve sol tarafından gündemde tutulmuyor? Sermaye ve emperyalist güçlerin oluşturduğu kimlik, din, etnisite vb. gibi kavram ve sorunlar, yeni niteliği ile Cumhuriyet’in çözmesi gereken sorunlar olarak bünyesinin içinde varlığını koruyordu. Önceki imparatorluk döneminin çöküşüne yol açan bu çelişkiler Cumhuriyet’in çözmek zorunda olduğu çelişkilerdi. Devrim bu çelişkilerin varlığını çözmek görevini tarihsel olarak üstlenmişti. Çelişkiler yeni bir sentez oluşturmuştu; Bu Cumhuriyet’ti. Bir siyasal irade, güç ve yapı olarak kendi içinde var olan bu çelişkilerin çözümü de tarihsel ‘’imkan’’lara bağlıydı. Sol tam bu noktada tarihin bu evresine yine tarihsel konumlarla ve nesnelliğin, gerçekliğin prizmasından bakmak zorundadır. Bir ‘’imkan’’ olarak, tarih teorik, varsayımsal gelişiminin dışına düşüyorsa nedeni nesnel durumun ve somut gerçekliğin buna olanak tanımamasındandır. Bir sistem olarak Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı sonrasında zaferi sağlayan öncü güçler ve halkla birlikte kuruldu. Bir ‘’kurucu irade’’ yeni bir Cumhuriyet’i bir devlet olarak oluştururken kendini oluşturan güçlerin ekonomik ve siyasal tercihlerine göre hareket etmesi kaçınılmazdı. Burda ‘’irade’’ ana yönü belirledi ama bu yönün sonuna kadar götürülmesi sınıfsal konuma, güçlere, sosyal ve siyasal koşullara göre değişkenlik, ileri-geri dönüşümler göstermesi de bir gerçeklikti. Bu gerçekliğin niteliğini ve tarihsel rolünü görmezsek, tarihin yönünün ideolojik tercihlerimize göre şekillenmemesini kavramakta zorlanırız ve ‘’ tarihi niye böyle yapmadınız’’ diye suçlama kolaylığına düşeriz. ‘’Kurucu irade’’ bir sınıfsal tercihle programı gerçekleştirmek üzere yönetimi yönlendirmeye başladı. Bu yönlendirmenin çok önemli iki siyasal ilkesi vardı. Halkçılık ve Devrimcilik. Bu iki ilke kendinde ‘’mündemiç’’ doğruluk dinamiklerini toplumsal hayatın her alanına sokacak, içerikleri programlanmış, yapıcı, geliştirici ögelerdi. Türkiye Cumhuriyeti adını alan bu yeni yapı, yeni bir kimlikle, tarihin o aşamasında geçmişinden bir kopuş yaşayarak, nitelik olarak sıçrama yapmasına karşın, binlerce yıllık yapısal özelliklerin olumsuz yönlerini de içinde taşıyordu. Bu geri ilişkilerin her alanda ileri bir dönüşüme yönelmesi bir güç sorunuydu. Günümüz sol’unun Cumhuriyet’in bu sorunları çözmedeki yetersizliğini tarihsel engelleri görmeden bir suçlama olarak ileri sürmesi tarih bilinci eksiğidir. Kuşkusuz Cumhuriyet Devrimi bir proleter devrim değildi. Programı da buna uygun bir program olamazdı. Onu kendi tarihi koşulları içinde değerlendirmek gerekir. İktidar sorunu ve programı devrimi yapan güçlerin ileri nitelikleri oranında hassasiyet gösterir. Gösterdiği dinamizmin tarihsel önemi çözümlendiği geri yapının yerine koyduğu kurumsal, düşünsel yeniliklerle değerlendirilmelidir. Özgürlük ve demokrasi talebi çağdaşlaşmanın gereği olarak haklı bir taleptir ve insanlığın varlık nedenidir. Etnik farklılık, alt kültürler, dinsel temalar ve sembollere dayalı özellikler temelinde özgürlük ve demokrasi arayışları, bu başlıkları tarihsel olarak geri unsurlara dayandırma istekleri haklı ve doğru görülemez. Buradan; Cumhuriyet ve onun ideolojisi Kemalizm’i eskiyi ve eskiye ait olanın tümüyle yıkılmasını sağlamadığı için eleştirmek ideolojik açıdan mümkündür fakat haklı ve gerçekçi gündemin tutsağı olunuyor de haksızlığındandır.Teslimiyet ruhundan ve anlayışından, kendi gücüne inançsızlıktan ve? Kendi bağımsız gündemini var edemeyişi ne güçsüzlüğünden ne kolaycılıktan olduğunu söyleyebiliriz. Cumhuriyet'e tarihsel doğruluğu ve haklılığı nedeniyle sahip çıkan, nitelikleri gereği eskiyi yıkarak yeni bir özellik kazanan; devlet yapısının yeni ilkelerini özümseyen, feodalizmi gerileten, bağımsızlığı öne çıkaran 1920'lerde oluşan millici yapılanmayı günümüz gerçeklikleri ile geliştiren güçler karşı devrim önünde gerilemiş görünüyor. Ülkenin tam bağımsızlığını ve bütünlüğünü savunan, AKP'nin dinci ve gericiliğine karşı mücadele eden, emek gücünü ve siyasasını eksen alan ''ulusalcı''lar, bu tutum ve öncelikleriyle kavramların içeriği gereği sınıf egemenliği ve emek sömürüsünü de ortaya koymakta, nedenselliğin ve çözümün ana dinamiklerini göstererek ana güç kaynağının ulusal kimliğini de tanımlamaktadır. Mafyokrasi ve açılımı olan mafya-tarikat-gladyo egemenlik yapısı oluşturduğu oluşturduğu sermaye yapısıyla niteliğini küresel sermaye içinde belirlerken emeğe karşı tavrını da yasal ve eylemsel düzeyde ortaya koymaktadır. Emeğin bu kıskaçtan kurtuluşunun yolu, bağımsızlığı öne alan mafya-tarikat-gladyo üçlüsüyle mücadeleden geçtiğini görmek için kayıplı ve acı dolı deneyimlerden geçmek gerekmiyor. Yaşamın gerçeği hakikat bağlamında KURAM'ında esasını oluşturur. Yaşamdan çıkmayan bir kuramın pratiği yeniden üretmesini nasıl bekleyebiliriz ? Tam da bu noktada sermaye yapısının mafya-tarikat-gladyo özelliği güncelleşmiş bir sermaye yapısıdır. Bu yapıyı görmedensermayeyi açıklamak, emeğin buna karşı meyilenmesini beklemek bir yanlışa götürür. Çelişkinin açıklanması nesnelliğin görülmemesi nedeniyle yetersiz kalır. Sorun, sermayeyi kendi başına bir varlık olarak görmek de değil, sermayeyi var eden gücün siyasal-politik-bağımlı-emperyalist sermaye ile iç içeliğinin sağladığı gücü kavramaktır; Birleşenlerinin varlığı ve gerçekliği emeğin de birleşenlerini ve bağdaşıklarını belirlemede kompleksiz davranmayı gerektirir. Bu noktada emperyalizmle içiçelik mafya-tarikat-gladyo yapısı görülmeden soyut, ideolojik, kuramsal bir sermaye ve emek tanımı önem taşımaz. Emek bir sınıfsal güç olarak, kendisi için emek olma niteliğiyle sermayeyi ve bileşenlerini taşıdığı oranda mücadelesini doğru olarak saptar ve ona uygun mevzilenmeyi gerçekleştirir. Ulusalcılık yada millicilik emek-sermaye mücadelesini doğru olarak kavramazsa kendi stratejisini ve savaşım taktiklerini doğru olarak belirlemesi olanaklı değildir. Bileşenleri gereği ulusalcılık-milliciliksermaye-emek çelişkisini bağrında taşır; hem de başat bir unsur olarak, kuramsal olarak zorunlu emek eksenli bir çelişkinin ulusal devletemperyalizm çelişkisi görünürlüğü ve somutu içinde yer alması bir zorunluluktur. Fakat, evrensel ölçekte somutun ortaya koyduğu ve gösterdiği, siyasal çözümün ''milli-ulusal kimlikler''in anahtar, temel güç olduğu durmda gerçekleşme olanağı taşıdığıdır. Esas yönün ulus devlet karşıtı emperyalizm-mafya-tarikat-gladyo ittifakıyla süren bir süreç olduğu görülürken soyut bir emek tanımıyla ete kemiğe bürünen ve iktidar talebi olan bir öncülük ortaya koymak olanağı çok zordur. Tam da bu noktada devrimin yönü tarihsel olarak emperyalizme karşı mücadeleyi öne çıkarmakta ve bağımsızlığı tarihsel zorunluluğu nedeniyle Kemalizm'e dayandırmakta; milli devleti savunmak ve Cumhuriyet'i elde edilmişyetersizliği bir yana-bir kazanç olarak veri tabanı almakla gerçekçi davranmaktadır. Tarihin nesnelliği niyetlerin ve beklentilerin tutsağı olamaz. Yaşamın ortaya koyduğu gerçeklik bilimsel bilginin, tarihsel materyalizmin içerik olarak zorunlu göstergesidir. Bu nedenle milli demokratik devrim tamamlanmamış toplumsal devrim olan Cumhuriyet devrimini tarihsel yerine kor; gelişmenin ve sıçramanın ön verisi olarak görür. Proleter devrimlerle toplumsal devrimin tarihsel özelliklerini ve koşullarını karıştırırız. Sol, Türkiye'de tarihsel olarak yeniden kendi üstüne dönerek dünyayı ve ülkeyi Marxizm ışığında yeniden değerlendirmek ve buna bağlı olarak ''düşman güçler'' e karşı mücadele yöntemi geliştirmek zorundadır. Yaşamın somutunu görmeyen ve ona yanıt vermeyen akademik bir sol çözümleme, nesnellik ve gerçeklik açısından anlam taşımaz. Son çözümlemede, ekonomik yapı belirleyici olmakla birlikte siyasal-ideolojik ve politik gelişim ve durumlar toplumların dönemsel dönüşümlerinde belirleyici ve arızi bir etken olabilmektedir. Bir demokrasi ve özgürlük problemi olarak görülen Türk kimliği ya da ulusal kimlik bir sahiplik iddiası değil, kendini niteleme, tanımlama ve tarihsel zorunlu antropolojik bağın adını ortaya koyma, bir ''İsimlendirme''dir. Türk kimliğinin taşıyıcıları-ya da başka bir ulusunkendi efsanesinden pay çıkarması, bir gonenme unsuru olması, bir simge olarak kendini var eden, ya da ettiğine inanılan, simgesel ve mitolojik kollektif ruh açısından ruhsal dinginlik aracı olmasının sakıncası nedir? Ulusların, dinlerin, toplumların kişilerin ritüellerine, simgelerine, kutsallarına (akıl dışılıklarına karşın) demokrasi adına karşı çıkmanın anlamı nedir? Ruhsal dinginliğin ulus bilincinin içinde olması onun, herkesin bu efsaneden çıkıp geldiğini göstermez; Bu gerçekçi değildir. Günümüzün belirleyicisi politik-siyasal-ekonomik güçleri ve egemenler, Nato'cu, kontrgerilla, faşist, tarikatçı, dinci, ortaçağ artığı, işbirlikçi sermayedar nitelikleriyle Ergenekon vadilerinde, yaylalarında volta atıp, piyasa yapmıyorlar. Tam tersine ''sol'' adına piyasa yapıp demokrasi ve özgürlük kavramlarını iğdiş ederek Nato'dan tarikatlara uzanan medya bulvarlarında ışık hızıyla piyasa yapıyorlar. ''Sol''un bu durumu görmesi gerekir. ''Nato üyeliğine Ergenekon'dan varıldı''nın ''sol'' kalemden çıkması tam bir aymazlıktır. ''Nato üyeliği Ergenekon'u yeniden kendine uygun yarattı ve kullandı'' dense bu doğru olurdu. ''Sol'un Kemalizm'le ileri gitmekle, Kemalizm'i tarihin zorunlu ve olumlu bir basamağı olarak görmek arasındaki farkı ve önemi kavraması gerekir. Bir ilerleme, gelişme ve sıçrama süreci ve bu sürecin diyalektik oluşumu bir yöntem olarak doğru kavranmazsa tarihte olup bitenin niteliğini ve gelecekte bir tarihsel özne olarak ne tür belirleyicilik taşıyacağını göremezsiniz; Ortaçağın, gericiliğin, dinciliğin, faşizmin ''kadim'' ve '' arkaik'' nitelikleriyle tarih sahnesine çıkışlarını anlayamadıkları gibi. Kuramsal tartışmalar ve kuramdan kalkarak yaşamın, toplumsal sistemin niceliğini ve niteliğini kavrama çabası kuşkusuz önemlidir ve gereklidir. Bundan daha önemli ve gerekli olan yaşanan pratiğin, kuramın rehberliğinde, değişim-gelişim sürecinde doğru görülmesi ve kavranmasıdır. Aslolan hayattır; içinde yaşanılan ulusal ve evrensel düzeydeki somut durum ve gelişmelerdir. Geçmişi toplumun belleğinden silip atmak ve '' geçmişsiz'' yaşama önerisi yapılamaz;'' Uluslar büyük oğullarıyla yaşar.''Geçmişin içine çakılıp kalmakda, günümüzü, somutu, var olanı, yaşamsal önemi görmezden gelmek ve ''egemen''in hizmetine girmektir. Bu günlerde Türkiyede olup bitende budur. Bir dünya görüşü olarak ''SOL''un dünyayı değerlendirmesi parça-bütün ilişkisinin diyalektiğini iyi görmekten geçer. ''Bütün''ün kavranması ve ortaya çıkan niteliği esas olandır. Parça ''ulusal sorun'' da olsa parçalardan önemli ve öne çıkan unsurudur, fakat bütünün kendisi değildir. Türkiye'de sol, özellikle 1990'larda bu parçayı bütünün yerine koydu ve herşeyi buna bağladı. Bu yanlıştı ve bir kısım ''sol'' (!) için bu yanlış devam ediyor. Dahası, sermaye-emperyalizm eksenli çözüm politikalarına demokrasi ve sol adına geçerlilik kazandırmaya çalışıyorlar. Kemalizm de bu süreçte ''sol''un zayıflığı, yetersizliği ve çaresizliği sonucu kolay hedef haline getirildi. Sistem de bunu istiyor nasılsa. Tüm gericilik ve uluslararası güç Kemalizm hedefine vuruyor. Neden acaba? Sol bir de bunu düşünse... Vatan, emek ve Cumhuriyet ortak paydalı bir birleşim Kürt sorunundan, demokrasi, özgürlük, eşitlik sorununa kadar bir yığın sorunun çözümünde anahtar rol gerçekleştirir. Böyle bir olasılık emperyalizmin kabusudur. Bu kabusu görmemek için o da kendi gücünce olanı yapacaktır. Tarih bu sarmalın helejonik gelişiminde gerçekleşecektir.