ANAYASA ve HUKUKU I-ANAYASA HUKUKUNUN BİLGİ KAYNAKLARI -Anayasa Hukukunun bilgi kaynakları, anayasa hukuku kurallarının bulunacağı yerleri ve bunların kapsamı hakkında bilgi edinilecek belgeleri ifade eder. -Anayasa hukukunun başlıca bilgi kaynakları şunlardır.. I. ANAYASALAR -Şüphesiz anayasa hukukunun bilgi kaynakları arasında en önemlisi anayasalardır. -Doğal olarak bir anayasal meseleyle karşılaşıldığında yapılması gereken ilk sey, o konuda anayasada bir kural olup olmadığına bakmaktır. A. TÜRK ANAYASALARI Türk anayasalarının bilgi kaynakları resmî kaynaklar ve özel kaynaklar olarak iki gruba ayrılabilir. 1. Resmî Kaynaklar.- Resmî kaynaklar arasında Düstur ve TBMM Tutanak Dergisi ve Resmî Gazete yer alır. Bunların en önemlisi Resmî Gazetedir. Resmî Gazete, Basbakanlık Mevzuatı Gelistirme ve Yayın Genel Müdürlüğü tarafından Ankara’da yayımlanmaktadır. Gazete bayilerinde satılmaz. Resmî Gazete kural olarak günlüktür; ancak bazen acele yayınlanması lazım gelen bir metin için aynı gün ikinci bir sayı daha çıkarılır. Buna “mükerrer sayı” denir. Resmî Gazetenin 27 Haziran 2000 tarihinden bu yana olan sayılarına ücretsiz olarak http://rega.basbakanlik.gov.tr adresinden ulaşılabilmektedir. 2. Özel Kaynaklar: Anayasa Derlemeleri.- Resmî kaynakların dışında birçok özel kişinin yaptığı anayasa derlemeleri de vardır. Bunların içinde en önemli ikisi şunlardır: a) Suna Kili ve Seref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Ankara, Türkiye Đs Bankası Kültür Yayınları b) Server Tanilli, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, Đstanbul, Cem Yayınevi, 1976, 670 s. (Bu derleme 1808’den bu yana bütün Türk anayasalarını [1982 Anayasası hariç] ve anayasal belgelerini ve keza bazı yabancı anayasaları içermektedir). Internette Anayasalar.- Türk anayasa metinlerine internet üzerinden pek çok adresten ulasılabilir. Örneğin 1808 Sened-i Đttifakından günümüze anayasa ve anayasal belgelere www.anayasa.gen.tr’den ulasılabilmektedir. 1982 anayasasının metnine ise çesitli sitelerden ulasılabilir. Resmî metne, “Mevzuat Bilgi Sistemi”nden (www.mevzuat.gov.tr) ulasılabilmektedir. 1982 Anayasası metnine TBMM’nin internet sitesinden (www.tbmm.gov.tr/anayasa.htm) de ulaşılabilmektedir. B. YABANCI ANAYASALAR Türkçe.- Maalesef Dünya anayasalarının Türkçe olarak derlendiği yeni tarihli bir kaynak yoktur. Bununla birlikte, bazı ülkelerin Anayasalarını içeren su derlemeler vardır: 1. Server Tanilli, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, Đstanbul, Cem Yayınları, 1976, 668 s. (Bu kaynakta A.B.D., Fransa, İtalya, Almanya, Đsviçre, SSCB, Çin, Cezayir Anayasalarını bulabilirsiniz. Ancak 1976 tarihli olan bu kaynaktaki Anayasalardan bazıları yürürlükten kalkmıs, diğerlerinde de önemli değisiklikler yapılmıstır). 2. Yasar Gürbüz, Anayasalar, Đstanbul, Filiz Kitabevi, 1981, 493 s. (Bu kaynakta A.B.D., Almanya, Fransa, Đtalya, Çin, SSCB, Çin, Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyeti, Cezayir ve Kolombiya Anayasalarını bulabilirsiniz. Ancak 1981 tarihli olan bu kaynaktaki Anayasalardan bazıları yürürlükten kalkmıs, diğerlerinde de önemli değisiklikler yapılmıstır). • 3. Abdurrahman Eren ve Alesker Aleskerli (der.), Yeni Anayasalar: Bağımsız Devletler Topluluğu ve Baltık Cumhuriyetleri, Ankara, TĐKA Yayınları, 2005, 715 s. (Onbes devletin anayasası var). • 4. Hasan Tunç (der.), Türkiye’ye Komsu Devletlerin Anayasaları, Ankara, Asil Yayın, 2008, 315 s.) (Dokuz devletin anayasası var). • İnternette Yabancı Anayasalar.- İnternet sayesinde yabancı anayasaların son metinlerine ulaşma sorunu artık ortadan kalkmıstır. • İnternetten her ülkenin anayasasının İngilizce veya bu anayasanın orijinal dilindeki metnine kolayca ulaşılabilmektedir. Asağıdaki sitelerden değisik ülkelerin anayasalarının İngilizce metinlerine ulasılabilir: • 1. ICL: International Constitutional Law (A. Tschentscher): www.servat.unibe.h/cl/index.html • 2. “Constitution Finder” (John Paul Jones, The T.C. Williams School of Law,University of Richmond):http://confinder.richmond.edu/ • 3. CODICES: http://codices.coe.int (CODICES > Constitutions > English) (Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu tarafından hazırlanan bu veritabanından Avrupa Konseyi üye ülkelerinin anayasa metinlerinin Đngilizce veya Fransızca çevirilerine ulasılabilmektedir.) • 4. Constitution Society - National Constitutions: www.constitution.org/cons/natlcons.htm • 5. Constitutions of Countries of the World (Editors: Rainer Grote ve Rudiger Wolfrum; Editor Emeritus: G.H. Flanz, Ed., Oceana Law): www.oceanalaw.com;www.oup.com/online/us/law/ oceanalaw/#ccwo (188 devletin anayasasını içermektedir. • Ücretlidir). II. ANAYASA MAHKEMELERİ KARARLARI -Anayasa hukukunun bilgi kaynaklarının ikincisi anayasa mahkemeleri kararlarıdır. -Bir anayasal mesele hakkında, ilgili ülkenin anayasasında kural yoksa, o konuda o ülkenin anayasa mahkemesinin kararlarına bakmak gerekir. -Çesitli ülkelerin anayasa mahkemesi kararlarını bulmak için o ülkenin anayasa mahkemesinin web sitesine bakmak en uygun çözümdür. -Çesitli ülkelerin anayasa mahkemelerinin web sitelerinin linklerine Avrupa Konseyi Venedik Komisyonunun sitesinden ulasılabilir (www.venice.coe.int/site/ dynamics/N_court_links_ef.asp?L=E). • 1. Türk Anayasa Mahkemesi Kararları.- Türk Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede ve Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisinde bulunabilir. • -Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisinin ilk sayısı 1964 yılında yayınlanmıştır. • -Türk Anayasa Mahkemesi kararlarına ww.anayasa.gov.tr adresinde bulunan Anayasa Mahkemesinin resmî internet sitesindeki “Kararlar Bilgi Bankası” ndan ulaşmak mümkündür. • -2000 yılından sonra yayınlanan Anayasa Mahkemesi kararlarına Resmî Gazeteden (http://rega.basbakanlik.gov.tr) de ulasılabilir. • -Anayasa Mahkemesi kararlarına “Kazancı İçtihat Bilgi Bankası (www.kazanci.com)”ndan da ulasılabilir ve bu kararlarda arama yapılabilir (Ücretlidir). • III. BİLİMSEL ESERLER • -Anayasa hukuku genel esaslarının üçüncü bilgi kaynağı bilimsel eserlerdir. • -Bilimsel eserler genel eserler, monografiler ve makaleler olarak üç grup altında toplanabilir. • -“Genel eserler”, anayasa hukukunun bütünü hakkında bilgi verirler. • -Monografiler anayasa hukuku alanında belirli bir konuyu derinlemesine inceleyen kitaplardır. • -Örneğin hükûmet sistemleri hakkında yazılmıs bir kitap, bir monografidir. • -Makaleler ise belirli bir konu hakkında yazılmıs ve bir monografi teskil etmeyecek uzunlukta kısa inceleme yazılarıdır. Makaleler dergilerde yayınlanır. ANAYASA HUKUKU (Tanımı, Konusu, Kısımları, Yaklasım Biçimleri, Diğer Dallar ile İliskisi, Tarihsel Gelisimi) -Terminolojiyle ise baslayalım. • I. TERMİNOLOJİ • Türkçe “anayasa” kelimesi, İngilizce ve Fransızca “constitution” kelimesinin karsılığı olarak kullanılmaktadır. • Fransızca constitution kelimesi “constituer” fiilinden türemistir. • Constituer fiili ise “olusturmak, teskil etmek, meydana getirmek, kurmak, tesis • etmek” anlamlarına gelmektedir. • O halde constitution’u “oluşum”, “kuruluş” olarak Türkçeye çevirebiliriz. • Türkçede constitution kelimesinin karşılığında sırasıyla “kanun-u esasî”, “teskilât-ı esâsiye kanunu” ve “anayasa” kelimeleri kullanılmıştır. • 1876 Anayasamızın resmi adı “Kanun-ı Esasî”dir. • “Esâsî”, “asıl ve temele mensup, esasla ilgili” demektir. • O halde “kanun-ı esâsî”, “asıl kanun”, “temel kanun” demektir. • Dolayısıyla “temel kanun” anlamına gelen “kanun-ı esasi” terimi, “kurulus” anlamına gelen Fransızca “constitution” terimini karşılamaktan uzaktır. • -1921 ve 1924 Anayasalarımızın resmi adı ise “Teskilât-ı Esâsiye Kanunu”dur. • -“Teskilât-ı esâsiye”, “esas teskilat”, yani “temel kurulus” demektir. • -Yukarıda açıkladığımız gibi Fransızca “constitution” kelimesi de “kurulus” anlamına gelmektedir. • -Dolayısıyla “teskilat” terimi, Fransızca “constitution” terimini anlam olarak karsılamaktadır. • -Herhalde 1920’li yıllarda bu “teskilât”a, onu dernek, vakıf, sirket gibi özel teskilâtlardan ayırmak amacıyla ve 1876’nın mirasıyla bir de “esâsiye” sıfatı eklendi. • -Böylece “teskilât-ı esâsiyye” veya “esas teskilât”, Fransızca constitution kelimesinin doğru bir karsılığı olarak o yıllarda Türkçede kullanılır oldu. • -“Anayasa” terimi, resmi olarak ilk defa 1945 yılında kullanıldı. 1924 tarihli • “Teskilât-ı Esâsiye Kanunu” 1945 yılında “mana ve kavramda bir değişiklik yapılmaksızın Türkçelestirilmis” ve yerine 10 Ocak 1945 tarih ve 4695 sayılı “Anayasa” terimi kabul edilmistir. • -Bu Anayasa, 1952 yılında kaldırılarak, 1924 tarihli “Teskilât-ı Esâsiye Kanunu” tekrar yürürlüğe konulmustur. • -1961 ve 1982 Anayasalarımızın baslığı da “Anayasa”dır. • -“Anayasa” terimi “ana” ve “yasa” kelimelerinden oluşmuş bileşik bir kelimedir. • -“Yasa” kanun demektir. “Ana” ise bilindiği gibi yavruyu doğuran dişidir. • -Etimolojik olarak “anayasa” teriminin, “yasaların anası”, yani “yasaların kendisinden doğduğu yasa” anlamına geldiği söylenebilir. II. ANAYASA HUKUKUNUN TANIMI, KONUSU VE KISIMLARI • Anayasa ve anayasa hukuku terimlerini gördükten sonra simdi anayasa hukukunun tanımını, konusunu ve kısımlarını görelim. A. TANIMI • Birçok yazar anayasa hukukunu çok değişik şekillerde tanımlıyorsa da bu tanımların ortak özelliklerinden hareketle söyle bir anayasa hukuku tanımı yapılabilir: • -TANIM: Anayasa hukuku, yasama, yürütme ve yargı gibi devletin temel organlarının kurulusunu, isleyisini ve bu organlar arasındaki karsılıklı iliskileri ve devlet karsısında vatandasların temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen hukuk kurallarını inceleyen bir hukuk bilimi dalıdır. • B. KONUSU • Anayasa hukukunun belli baslı iki veçhesi vardır: Bunlardan birincisi devletin temel organlarıyla, ikincisi ise vatandasların temel hak ve özgürlükleriyle ilgilidir. • -Birinci veçhesinde anayasa hukuku, yasama, yürütme ve yargıdan olusan devletin temel organlarının, bir yandan kurulusunu, diğer yandan işleyisini ve bu organların arasındaki karşılıklı ilişkileri incelemektedir. • İkinci veçhesinde ise anayasa hukuku, vatandaşların devlet karsındaki temel hak ve özgürlüklerini incelemektedir. C. ANAYASA HUKUKUNUN KISIMLARI • Türkiye’de anayasa hukuku genellikle kendi içinde “anayasa hukukunun genel esasları” ve “Türk anayasa hukuku” seklinde bir ayrıma tâbi tutulmaktadır. 1. Anayasa Hukukunun Genel Teorisi • -Türkçede kendisine yaygın olarak “anayasa hukukunun genel esasları” denen“anayasa hukukunun genel teorisi (general theory of constitutional law), • inceleme konusuna belirli bir ülkenin anayasasının kurallarından bağımsız olarak, genel ve soyut düzeyde yaklaşır • Anayasa hukukunun genel teorisi (genel esasları) kısmında islenen konular arasında şunlar sayılabilir: • Anayasa kavramı, anayasacılık hareketleri, kurucu iktidar, devlet kavramı (devletin unsurları), devlet sekilleri (tek devlet-federal devlet; cumhuriyetmonarsi), kuvvetler ayrılığı, kuvvetler ayrılığına göre hükûmet sistemleri (meclis hükümeti, baskanlık rejimi, parlâmenter rejim), demokrasi teorisi, demokrasi anlayısları, egemenliğin kullanılması bakımından demokrasi tipleri (doğrudan demokrasi, yarı-doğrudan demokrasi, temsilî demokrasi), seçim sistemleri, seçim ilkeleri, temel hak ve hürriyetler, anayasa yargısı, vs. 2. Türk Anayasa Hukuku • -Anayasa hukukunun “Türk anayasa hukuku” kısmı, incelediği konuyu, Türkiye’de yürürlükte bulunan pozitif hukuk kuralları ve özellikle de 1982 Anayasası çerçevesinde ele alır. • -Bu konuyu düzenleyen hukuk kurallarının anlam ve içeriği ile ilgili sistematik açıklamalarda bulunur. • -Anayasa hukukunun genel teorisi ve Türk anayasa hukuku ayrımı ve her birinin inceleme konuları şematik olarak şu şekilde gösterilebilir. III. ANAYASA HUKUKUNDA YAKLASIM BİÇİMLERİ • Anayasa hukukunun inceleme konularına tarihî, felsefî, sosyolojik ve hukukî • olmak üzere değisik açılardan yaklaşılabilir. A. TARİHÎ YAKLASIM • Anayasa hukukunun konularına öncelikle tarihî açıdan yaklasılabilir. • Zira, basta anayasa olmak üzere, anayasa hukukunun incelediği bütün kurum ve kurallar belirli tarihsel koşulların ürünüdür. • Anayasa hukukunun incelediği kurum ve kuralların ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı tarih biliminin yöntemleriyle araştırılıp, bunların neden ibaret olduğu ortaya konabilir. • Ancak unutulmamalıdır ki bu tür çalışmalar bir hukuk çalışması değil, bir tarih çalışmasıdır. B. FELSEFÎ YAKLASIM • İkinci olarak, anayasa hukuku konularına felsefî açıdan da yaklaşılabilir. • Zira bir anayasal düzen, sadece tarihî veya hukukî bir vakıa değil, aynı zamanda bir değerler ve inançlar sisteminin somutlaşması, harekete geçirilmesidir. • Diğer yandan, anayasa hukuku kurum ve kurallarının özünü anlamak, gerçek niteliğini ortaya koyabilmek ve ayrıntılarda kaybolmamak için, felsefi bir bakış açısıyla bakmak gerekir. • Nihayet, anayasalar “daha iyi” bir düzen yaratmak amacıyla yapılır. Bir anayasayla hedeflenen bu “daha iyi” nin ortaya konulması ve ideal bir temel kurulusun ideal ilkelerinin saptanması gerekir. • Tüm bunlar ise spekülatif düşünceyi ön plânda tutarak felsefî bir yaklaşımla yapılabilir. • Şüphesiz böyle bir yaklaşımda büyük yarar vardır. • Ancak böyle bir yaklaşım biçimiyle yapılan çalışma bir hukuk çalışması değil, bir felsefe çalışmasıdır ve dolayısıyla anayasa hukukçularının uzmanlık alanının dışında kalır. • C. SOSYOLOJİK YAKLASIM • -Nihayet, anayasa hukuku konularına sosyolojik açıdan da yaklaşılabilir. • -Bu takdirde bu konular ampirik açıdan incelenir; gözlem yoluyla elde edilen veriler sistemleştirilir, genellemelere varılır, örüntüler saptanır; neticede anayasa hukuku kurum ve kurallarının “kanun”larına ulaşılmaya çalışılır. • Örneğin anayasa hukukunun klasik konularından biri olan seçimler konusunda sık sık “saha çalısmaları” yapılmakta, örneğin seçmenlerin oy verme davranısları ampirik açıdan incelenmektedir. • Şüphesiz anayasa hukukunun incelediği konulara sosyolojik açıdan da yaklaşılmalıdır. • Bu tür konularda bir ampirik çalışma, bir siyasal sosyoloji çalışması, bir siyasal bilim çalışması fevkalâde gereklidir. • Ancak kanımızca bu tür çalışmaları yapmak anayasa hukukçularının isi değildir. • Bu tür ampirik çalışmalar, anayasa hukukunun değil, siyasal bilimin görevine girer. D. HUKUKÎ YAKLASIM • Nihayet anayasa hukuku konularına hukukî açıdan da yaklaşılabilir. • Zira anayasa hukukunun inceleme konusu olan kurum ve kurallar kaynaklarını pozitif hukukî metinlerde bulmaktadır. • Bir konuya hukukî açıdan da iki değisik sekilde yaklasılabilir: Bir kere, incelenmesi istenilen konu, pozitif hukuk kuralları çerçevesinde ele alınabilir. Bu konuyu düzenleyen hukuk kurallarının anlam ve içeriği ile ilgili sistematik açıklamalar getirilebilir. • İkinci olarak, aynı konu pozitif hukuk kurallarından ve bunların uygulanmasına ilişkin sorunlardan bağımsız olarak, genel bir düzeyde ele alınabilir. • Bir kere, belirli bir konu, belirli bir ülkede belirli bir tarihte yürürlükte olan anayasanın hükümleri çerçevesinde ele alınabilir. • Bu takdirde anayasa hukuku dogmatiği çalışması yapılmıs olur. • İkinci olarak, aynı konu, belirli bir anayasanın kurallarından bağımsız olarak, genel ve soyut düzeyde ele alınabilir. • Bu durumda anayasa hukukunun genel teorisi çalışması yapılmış olur. • - Anayasa hukuku dogmatiği, belirli bir anayasa düzenini incelerken, anayasa • hukukunun genel teorisi, bütün anayasa düzenleri için geçerli, genel, soyut • ve evrensel düzeyde açıklamalarda bulunur. • Örneğin parlâmenter sistem, 1982 Türk Anayasasının hükümlerine göre incelenirse bir Türk anayasa hukuku dogmatiği çalışması yapılmış olur. • Bu çalışma sadece Türkiye için geçerli olur. Ancak parlâmenter sistem konusuna, genel, soyut düzeyde de yaklaşılabilir. • Bu sistemin uygulandığı diğer ülkeler de göz önüne alınarak hepsi için geçerli olan ortak özellikler saptanabilir. • Bu şekilde parlâmentarizmin temel ilkelerine ulaşılmaya çalışılır. Böyle bir çalışma, anayasa hukukunun genel teorisi çalışmasıdır. Bu çalışmada varılan sonuçların Türkiye için olduğu kadar, Almanya, İtalya gibi parlâmenter sistemi uygulayan diğer ülkeler için de geçerli olması beklenir. IV. ANAYASA HUKUKU İLE SİYASAL BİLİM, SİYASAL FELSELFE VE SİYASAL TARİH ARASINDAKİ İLİSKİ • Bir üst baslıkta anayasa hukukunun inceleme konusu olana devletin temel kurulusuna, sadece hukukî açıdan değil, aynı zamanda sosyolojik, felsefî ve tarihî açılardan da yaklaşılabileceğini, ancak hukuk alanında kalınarak bu tür yaklaşımların anayasa hukukunda kullanılmaması gerektiğini söyledik. • Burada benzer bir konuya değineceğiz. Anayasa hukuku ile siyaset bilimi, siyasal felsefe ve siyasî tarih arasındaki ilişkiye değineceğiz. • A. ANAYASA HUKUKU - SİYASET BİLİMİ 1. Konuları Arasında Ortaklık.- Anayasa hukuku ile siyaset bilimi arasında inceleme konuları itibarıyla kısmî bir ortaklık olduğu söylenebilir. • Yukarıda açıklandığı gibi anayasa hukuku devletin temel organlarının kuruluş ve isleyişini incelemektedir. • Ancak siyaset bilimi kitaplarına bakıldığında, siyaset biliminin, çesitli siyasal olguların yanında eskiden beri ve hâlâ siyasî iktidarı ve özelliklede devleti incelediği söylenebilir. • Süphesiz devlet ve devlet organları, modern siyaset biliminin tek inceleme konusu değildir; ancak bu konuların, eskiden olduğu gibi bugün de siyaset biliminin inceleme alanında bulunduğu söylenebilir. • Devlet organları, siyaset biliminin olduğu kadar, anayasa hukukunun da inceleme konusunu oluşturur. • Diğer bir ifadeyle, devlet organları konusu itibarıyla siyaset bilimi ile anayasa hukuku arasında çakısma vardır. • Ancak bunun böyle olması, bu iki bilim dalının aynı veya komsu bilim dalı olduğu anlamına gelmez. Zira bunların arasında yöntem farklılığı vardır. • 2. Yöntemleri Arasında Farklılık.- Anayasa hukuku, hukukun bir alt dalıdır, dolayısıyla yöntemi hukukîdir. • Metodolojik bakımdan anayasa hukukunda tümden gelim yöntemi kullanılır; kuraldan olaya gidilir; kural olaya uygulanır; olaya bakılarak kuralın ne olduğu söylenmez; kurala bakılarak olayın ne olması gerektiği söylenir. • Siyaset bilimi, sosyolojinin bir alt dalıdır, dolayısıyla ampirik bir bilimdalıdır. • Siyaset bilimi incelediği konuya ampirik açıdan yaklasır; gözlem yoluyla veriler elde eder; bu verileri sistemleştirir, genellemelere varır, örüntüleri saptar ve neticede incelediği konunun “kanun” larına ulaşmaya çalışır. • Siyaset bilimi tüme varım yöntemini kullanır. Gözlemlediği olay ve olgulardan genel kurallara ulaşmaya çalışır. • B. ANAYASA HUKUKU – SİYASAL FELSEFE • Anayasa hukukunun inceleme konusu olan devlet kavramı, aynı zamanda siyasal felsefenin de temel inceleme konularından biridir. • Ancak bu iki disiplinin yöntemleri birbirinden tamamıyla farklıdır. • -Anayasa hukukunun yöntemini yukarıda açıkladık. • Siyasal felsefenin yöntemi ise spekülatiftir. • Siyasal felsefe devlet ile ilgili değerleri arastırır. “Daha iyi” bir devlet düzeninin ne olduğunu tartısır. • Devletin temel kurulusunun ideal ilkelerinin ne olduğu konusunda yapılan bir çalısma anayasa hukuku çalısması değil, siyasal felsefe çalısmasıdır. • -Süphesiz devlet olgusunu bütün boyutlarıyla anlamak için bu tür çalısmalara da ihtiyaç vardır. • Ancak bu tür çalısmalar, anayasa hukukunun değil, siyasal felsefenin uzmanlık alanına girer. • Anayasa hukukçularının, devletin temel organlarının kuruluş ve isleyişini düzenleyen hukuk kurallarını tahlil etmekle yetinmeleri; bunların ötesine çıkıp, söz konusu organlarla ilgili değerleri incelememeleri, bu organların idealde veya mevcuda göre daha iyi nasıl kurulup çalışabileceği konusundaki tartışmalara girmemeleri gerekir. • Değer yargılarının doğruluğunu bilimsel olarak ispatlamanın bir yolu yoktur. B. ANAYASA HUKUKU – SİYASÎ TARİH • Yürürlükten kalkmış anayasalar tarafından öngörülen temel kuruluş ile ilgili olarak anayasa hukuku çalışması yapılabilir. • Bu tür bir çalışma da anayasa hukuku çalışmasıdır. • Yeter ki söz konusu temel kurulus, mülga anayasanın kurallarına dayanılarak incelensin. • Örneğin 1876 Kanun-ı Esasisine göre Osmanlı devletinin yasama, yürütme ve yargı organlarının kuruluş ve isleyişi incelenebilir. • Eğer bu inceleme o zaman yürürlükte olan hukuk kurallarının tahlilinde ibaretse bu çalısma bir anayasa hukuku çalışmasıdır. • Ancak bu çalısmada o zaman yürürlükte olan hukuk kuralları bir yana bırakılıp, 1876 Kanun-ı Esasisini hazırlayan tarihsel koşullar, yahut Kanun-ı Esaside yapılan değişikliklere sebep olan siyasal faktörler, Meclis-i Mebusanda temsil edilen siyasal güçler, vs. incelenmeye kalkılırsa, artık anayasa hukuku alanından çıkılmış, tarih alanına girilmiş olur. • Süphesiz devletin temel kurulusuyla ilgili tarih çalışmalarına da ihtiyaç vardır. • Devletin belirli bir andaki temel teşkilatı, birden bire ortaya çıkmış bir teşkilat değildir. Bu teşkilat, kaçınılmaz olarak belirli bir tarihsel sürecin ürünüdür. • Bu sürecin de ortaya konulmasında yarar vardır. Ancak bunu yapmak, anayasa hukukunun değil, siyasî tarihin alanına girer. • Örneğin 1982 Anayasası tarafından kurulmuş olan temel teşkilatı incelemek anayasa hukukunun görevi, ama 1982 Anayasasının hangi tarihi koşullarda hazırlandığını, örneğin 12 Eylül 1980 askerî darbesini incelemek siyasî tarihin görevidir. V. ANAYASA HUKUKU İLE HUKUKUN DİĞER DALLARI ARASINDAKİ İLİSKİLER • Anayasa hukuku adı üstünde bir hukuk dalıdır. • Hukuk ise kamu hukuku ve özel hukuk olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. • Anayasa hukuku kamu hukukunun bir dalıdır. • Kamu hukukunun diğer kolları ise uluslararası kamu hukuku, idare hukuku, malî hukuk ve ceza hukukudur. • Kamu hukukunun bütün dalları konu itibarıyla devlet ile ilgilidir. • Uluslararası kamu hukuku, bir devlet ile diğer bir devlet veya devletler veya uluslararası kuruluslar arasındaki ilişkileri; • idare hukuku, devletin esas itibarıyla yürütme organının bir parçası olan ve kendisine “idare” denilen teskilatın kuruluş ve işleyişini; • malî hukuk devletin gelir ve giderlerini, • ceza hukuku devletin cezalandırma hakkını incelemektedir. • O nedenle anayasa bütün bu kamu hukuku dalları ile çok yakın ilişki içinde olması doğaldır. • Hatta anayasa hukuku ile bu kamu hukukunun diğer dalları arasında zaman • zaman konuların iç içe geçmesi de söz konusu olmaktadır. • Örneğin devletin bir organı olan “yürütme organı”, hem anayasa hukukunun, • hem de idare hukukunun inceleme alanına girer. • Genellikle yürütme organının üst kısımlarının (Cumhurbaskanı, Basbakan, Bakanlar Kurulu, bakanların) esas itibarıyla idare hukukunun değil, Anayasa hukukunun inceleme alanına girdiği söylense de, bütün idare hukuku kitaplarında Cumhurbaskanı, Basbakan, Bakanlar Kurulu, bakanlar da incelenmektedir. • Keza yürütme organının düzenleyici islemleri (KHK, tüzük, yönetmelik) hem anayasa hukukunda, hem de idare hukukunda incelenir. • Anayasa hukuku ile kamu hukukunun diğer dalları olan malî hukuk ve ceza hukuku arasında da çok sıkı ilişkiler vardır. • Malî hukukun temel ilkelerinden pek çoğu (örneğin, “kanunsuz vergi olmaz” ve dolayısıyla “temsilsiz vergi olmaz” ilkesi) aynı zamanda anayasa hukukunda da incelenir. • Zira bu ilke nedeniyle tarihte parlâmentolar ortaya çıkmış ve daha sonra yasama yetkisini yavaş yavaş ele geçirmişlerdir. • Bugün Türkiye’de malî hukukun pek çok ilkesi 1982 Anayasasında (örneğin m.73, 161-165) bulunmaktadır. • Aynı sekilde ceza hukukunun temel ilkelerinden pek çoğu da günümüzde anayasal ilke durumundadır. • Örneğin Türkiye’de 1982 Anayasasının 37 ve 38’inci maddelerinde neredeyse ceza hukukunun bütün temel ilkeleri sayılmaktadır. • Hatta günümüzde eskiden pek görülmediği ölçüde anayasa hukuku ile özel hukuk dalları arasında da yakın ilişkiler ortaya çıkmaktadır. • Zira bir kere özel hukukun temelinde bulunan mülkiyet hakkı, özel teşebbüs hürriyeti gibi temel hak ve hürriyetler, hep anayasal temel hak ve hürriyetler konumundadır. • Örneğin 1982 Türk Anayasası özel hukukun inceleme sahasında bulunan, mülkiyet (m.35), dernekler (m.35), aile (m.41), sözleşme hürriyeti (m.49) toplu is sözleşmesi (m.53) gibi pek çok konuyu doğrudan doğruya veya dolaylı olarak düzenlemiştir. • İkinci olarak, özel hukukla ilgili bir konu anayasada ayrıca düzenlenmemiş olsa bile, özel hukuk kurallarının da anayasanın diğer kurallarına (örneğin esitlik ilkesine) uygun olma zorunluluğu vardır. • Zira, özel hukuk alanındaki medenî kanun, borçlar kanunu, ticaret kanunu gibi temel kanunlar da normlar hiyerarşisinde anayasanın altında yer almakta ve dolayısıyla anayasaya uygun olmak zorundadırlar. • Keza aynı sebepten dolayı, hukuk alanındaki temel kanunlar (medenî, borçlar, ticaret ve ceza kanunları) anayasa mahkemelerinin yargısal denetimine tâbidir. • Örneğin Türkiye’de Anayasa Mahkemesinin Medenî Kanunda, Ticaret Kanunundaki ve Ceza Kanunundaki pek çok hükmü iptal ettiği görülmüştür. • Böyle bir ortamda, özel hukukçuların anayasa hukukuna ilgisiz kalmaları beklenemez. • Neticede, özel hukukun artan bir oranda anayasallastığından söz edilmektedir. • VII. NİÇİN ANAYASA HUKUKUNU ÖĞRENMEK GEREKLİ? • Anayasa hukuku dersinin gerekliliğini açıklarken su iki soruyu sorup cevaparayabiliriz; 1. Anayasa hukuku, sadece anayasa mahkemesi üyelerini mi ilgilendiriyor? • İlk bakısta anayasa hukukunun, anayasa mahkemeleri tarafından uygulanan bir hukuk olduğu ve dolayısıyla sadece anayasa mahkemesi üyelerini (ki çoğunlukla sayıları 20’den azdır) ilgilendiren bir hukuk olduğu akla gelebilir. • Bu doğru değildir. Anayasa hukuku sadece anayasa mahkemesi üyelerini değil, bütün hukukçuları ilgilendiren bir hukuk dalıdır. • Çünkü hukuk bir bütündür. • Hukukun dallara ayrılması onun birbirinden bağımsız parçalardan oluştuğu anlamına gelmez. • Bütün hukuk dallarının birbiriyle yakından ilişkisi vardır. • Medeni hukuk bilmeden, borçlar hukukunu, borçlar hukuku bilmeden ticaret hukukunu öğrenmek mümkün değildir. • Keza belli bir ölçüde ceza hukuku, idare hukuku bilmeyen bir hâkimin veya bir avukatın medenî hukuk, borçlar hukuku ve ticaret hukuku gibi alanlarda başarılı bir şekilde mesleğini icra etmesi mümkün değildir. • Aynı şey çok daha büyük ölçüde anayasa hukuku için de geçerlidir. • Belli bir düzeyde anayasa hukuku bilgisine sahip olmayan bir hâkimin veya avukatın, mesleğinde tam anlamıyla başarılı olması mümkün değildir. • Çünkü medenî hukuk, borçlar hukuku, ticaret hukuku, ceza hukuku gibi hukukun diğer dallarındaki temel kanunlar anayasaya dayanır, geçerliliklerini anayasadan alırlar ve anayasaya aykırı olamazlar. • Dolayısıyla bir hâkim, önündeki davada uygulayacağı kanun hükmünün anayasaya aykırı olup olmadığını araştırmak durumunda kalabilir. • Aynı şekilde, bir avukat, takip ettiği bir davada uygulanacak kanunun anayasaya aykırı olduğunu ileri sürmek durumunda kalabilir. • Dolayısıyla anayasa hukuku sadece anayasa mahkemesi üyelerini değil, bütün hukukçuları ilgilendirir. • Anayasa hukuku sadece teorik, genel bir şey değil, günümüzde tamamıyla diğer hukuk dalları gibi uygulaması olan bir şeydir. • O hâlde anayasa hukukunu bütün hukuk fakültesi öğrencilerinin öğrenmesi gerekmektedir. 2. Anayasa hukuku sadece devletin temel organları olan, cumhurbaskanı, basbakan, bakanlar ve milletvekillerini mi ilgilendiriyor?• Süphesiz anayasa hukuku her seyden önce devletin temel organlarını düzenlemektedir. • Dolayısıyla cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve milletvekilleri anayasa hukukunun doğrudan doğruya ilgilendirdiği kişilerdir. • Ancak anayasa hukuku sadece bu kişileri değil, herkesi, bütün vatandaşları ve hatta bir ülkede yasayan yabancıları bile ilgilendiren bir hukuk dalıdır. • Çünkü vatandaşların temel hak ve hürriyetleri anayasalarda düzenlenmiş ve güvence altına alınmıştır. • Gerek bizde, gerek yabancı ülkelerde verilmiş anayasa mahkemesi kararlarına söyle bir baktığınızda anayasa hukukunda içtihat teşkil eden pek çok önemli kararın bir “gerçek hayat hikayesi” nden çıktığına şahit oluruz • iki örnek verelim: • Türkiye'den Bir Örnek: Evli Kadının Çalısması • Türk Anayasa Mahkemesinin 29 Kasım 1990 tarih ve E.1990/30 ve K.1990/31 sayılı kararına konu teşkil eden olayda, İzmir’de şarkıcılık yapmak isteyen bir kadına, kocası izin vermemiş, kadın bu sefer izin alabilmek için İzmir 4’üncü Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. • Davayı hakimin reddetmesi gerekiyordu. Çünkü o zaman yürürlükte olan 1926 tarihli eski Türk Medenî Kanununun 159’uncu maddesi, evli kadının çalışabilmesi için kocasının iznini almasını öngörüyordu. • Ancak hakim bu davayı reddetmemiş, eski Medenî Kanunun bu maddesinin Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine basvurmuş, Anayasa Mahkemesi de 29 Kasım 1990 tarih ve E.1990/30 ve K.1990/31 sayılı kararıyla eski Türk Medenî Kanununun 159’uncu maddesinin Anayasaya aykırı olduğuna karar verip bu maddeyi iptal etmiştir. • Böylece şarkıcılık yapmak isteyen İzmirli kadın şarkıcılık yapabilmişve bu karardan sonra da Türkiye'de çalışmak isteyen kadınlar, kocalarından izin almadan çalışabilmislerdir. • ABD’den Bir Örnek: Brown Kararı (Bir Kız Çocuğunun İlkokula Gitmesi) • ABD Yüksek Mahkemesinin 1954 tarihli Brown v. Board of Education of Topeka kararına kadar ABD’nin pek çok eyaletinde, bu arada Kansas’ta zenci ve beyaz çocuklar için ayrı okullar vardı. • 1951 yılında Kansas Eyaleti Topeka sehrinde ilkokul öğrencisi bir zenci kız çocuğu olan Linda Brown, zenci okuluna değil, beyaz çocukların gittiği okula gitmek istedi. • Ancak okula alınmadı. Bunun üzerine kızın babası okul idaresine karsı dava açtı. • Bu davanın temyiz incelemesinde ABD Yüksek Mahkemesi beyaz çocuklar ile zenci çocukların ayrı okullara gitmesinin anayasaya aykırı olduğuna karar verdi ve böylece zenci çocuklar da, beyaz çocukların gittiği okula gitmeye basladı. • Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, anayasa hukuku, sadece bir kaç kisiyi değil, herkesi, neredeyse bütün vatandasları ilgilendiren bir hukuk dalıdır. • O nedenle, anayasa hukuku sadece hukukçular tarafından değil, bütün vatandaşlar tarafından belirli bir ölçüde bilinmesi gereken bir hukuk dalıdır. • Türkiye’de liselerde okutulan “yurttaslık bilgisi” dersi bir nevi basitlestirilmis “anayasa hukuku” dersidir. • Keza Türkiye’de üniversite düzeyinde, anayasa hukuku dersi sadece hukuk fakültelerinde değil, üniversitelerin, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler, maliye, çalışma ekonomisi, iletişim gibi daha pek çok bölümünde okutulan bir derstir. • • • • • ANAYASA KAVRAMI Anayasa kavramı, maddi ve şekli olmak üzere başlıca 2 değişik anlamda tanımlanabilir. 1-Maddi anlamda Anayasa: devletin temel organlarının kuruluşunu ve işleyişini belirleyen hukuk kurallarının bütünü olarak tanımlanabilir. Bu anlamda bir kuralın anayasa kuralı olup olmadığına, o kuralın içeriğine, neyi düzenlediğine bakılarak karar verilir. Bir kural içerik olarak devletin temel organlarının kuruluşuyla veya işleyişiyle ilgili ise, o kural anayasal niteliktedir. • 2- Şekli Anlamda Anayasa: normlar hiyerarşisinde en üst sırada bulunan, kanunlardan farklı ve daha zor usullerle konulup değiştirilebilen hukuk kuralları bütünü olarak tanımlanabilir. • Bu anlamda bir hukuk kuralının anayasa kuralı olup olmadığına, onun içeriğine bakılmaksızın, o kuralın bulunduğu yere ve yapılış ve değiştiriliş şekline bakılarak karar verilir. • Eğer bir kural, normlar hiyerarşisinde en üst basamakta yer alıyorsa ve kanunlardan daha zor bir usulle değiştirilebiliyorsa, o kural içerik olarak neye ilişkin olursa olsun bir anayasa kuralıdır. • ANAYASA TÜRLERİ • Anayasalar yazılı olup olmamalarına ve katılık derecelerine göre ayrımlara tabi tutulmaktadır. • A-Yazılı Anayasa/Yazısız Anayasa Ayrımı • 1-Yazılı Anayasa: Bir anayasa içinde olması düşünülebilecek kuralların yetkili bir organ tarafından belirli bir belge içinde toplanmasıdır. • Söz konusu kuralların mutlaka tek metinde toplanması şart değildir. • 2- Yazısız Anayasa: Herşeyden önce «yazılı anayasa»nın karşıtıdır. • Teamüli anayasa ya da geleneksel anayasa da denir. • Bu tür anayasa, toplum içinde uzunca süre kesintisiz olarak tekrarlanan ve bağlayıcı olduğuna inanılan uygulamalardan oluşur. • Yazısız anayasanın en bilinen örneği İngiltere’dir. • İngiltere’de devletin temel kuruluşunu düzenleyen kurallardan önemli bir kısmı teamüli niteliktedir. • Bu kurallar, belirli bir konuda anayasal organların uzunca bir zaman boyunca düzenli olarak tekrarlanan uygulamalarından oluşmaktadır. • Örneğin, Kraliçenin çoğunluk partisinin liderini Başbakan olarak ataması, Başbakan’ın Avam kamarası üyesi olması, Avam Kamarasının güvenini yitiren Kabinenin istifa etmesi, Kraliçenin yasaları veto etme yetkisini kullanmaması birer yazısız anayasa kuralıdır. • Hiçbir yerde yazılı olmamasına rağmen bu kurallar çok eski zamanlardan beri uygulanagelmektedir. • Örneğin, 1707 yılından bu yana bir kral ya da Kraliçe’nin bir yasayı veto ettiği görülmemiştir. • B-Yumuşak Anayasa/Katı Anayasa Ayrımı • Anayasalar değiştirilmelerindeki güçlük bakımından yumuşak anayasalar ve katı anayasalar olmak üzere 2’ye ayrılır. • A-Yumuşak Anayasalar: Normal kanunlarla aynı usullerle ve aynı organlarca değiştirilebilen anayasalar olarak tanımlanabilirler. • Yazısız anayasalar nitelikleri gereği yumuşak anayasalardır. • Örneğin ingiltere’nin anayasası yazısız bir anayasa olduğu için niteliği gereği yumuşak bir anayasadır. • Ancak, yazılı olmakla birlikte yumuşak olan anayasalar da vardır. • Yazılı bir anayasanın yumuşak bir anayasa olması teorik olarak iki şekilde mümkündür. • Anayasa kendisini normal kanunlar gibi değiştirilebileceğini hükme bağlamış olabilir. • Ya da anayasa, değişiklikle ilgili hiçbir hüküm içermez. Birinci duruma ilişkin bilinen bir örnek yoktur. • İkinci duruma ise en bilindik örnek 1921 Türk anayasasıdır. • 1921 anayasası, anayasa değişikliğinin nasıl yapılacağına dair hiçbir hüküm içermediği için normal kanunlar gibi değiştirilebilen bir anayasa olmuştur ve dolayısı ile yumuşak anayasa olarak tanımlanabilir. • Yumuşak anayasa sisteminde yasama organı alelade bir kanun yapar gibi anayasayı değiştirebilir. • Bu nedenle yumuşak anayasa sisteminde «anayasanın üstünlüğü» boş bir laftan öte bir anlam ifade etmez. • Çünkü bu sistemin ayırıcı özelliği, anayasaların alelade bir kanunla değiştirilebilmesidir. • Yumuşak anayasa siteminde normlar hiyerarşisinde Anayasa kanun ile aynı basamakta yer alır. • Bu nedenle yumuşak anayasa sisteminde anayasanın «anayasallık değeri» tartışmalıdır. • B-Katı anayasalar: (Sert Anayasa) normal kanunlardan daha farklı organlarca ve daha zor usullerle değiştirilebilen anayasa olarak tanımlanabilir. • Yazısız anayasalar nasıl nitelikleri itibarıyla yumuşak anayasa iseler, yazılı anayasalar da genellikle katı anayasadırlar. • Anayasayı değiştirme usulünün bir kez anayasada belirlenmesi kabul edilince, zorunlu olarak, kanunlar için öngörülenden farklı bir usul tespit edilmektedir. • Çünkü aksi durum, mantık olarak bir tutarsızlık olur. • Normal kanunlardan daha farklı bir değiştirme usulü öngörmedikçe anayasanın değiştirilmesi usulünün ayrıca belirlenmesine gerek kalmayacaktır. • 1814 ve 1830 Fransız Şartları, 1848 İtalyan Anayasası ve 1921 Türk Anayasası dışındaki bütün yazılı anayasalar katı anayasalardır. • ANAYASAYA KATILIK SAĞLAMANIN YOLLARI • A- Özel Meclis Usulü: Anayasa değişikliği, normal parlamento tarafından değil, sırf anayasa değişikliği için oluşturulmuş özel bir meclis tarafından teklif edilebiliyor, kabul edilebiliyor veya onaylanabiliyorsa bu anayasa katı bir anayasadır. • Örneğin, ABD’de anayasa değişikliği sürecinde sırf anayasa değişikliği ile görevli federal düzeyde bir konvansiyon meclisinin veya her federe devlet düzeyinde bir konvansiyon meclisinin toplanması gerekir. • B- Üye Tamsayısının Salt Çoğunluğu Kuralı: Normal kanunların kabul edilebilmesi için genellikle adi çoğunluk yeterlidir. • Yani bir kanunun kabul edilebilmesi için toplantıya katılan milletvekillerinin veya kullanılan oyların salt çoğunluğu (%50+1) yeterlidir. • Eğer bir anayasanın değiştirilmesi için kanunlarda aranmayan parlamento üye tamsayısının salt çoğunluğu aranıyorsa, o anayasa katı bir anayasadır. • C- Nitelikli Çoğunluk Kuralı: Anayasanın değiştirilmesi için parlamentonun üye tamsayısının 3/5’i, 2/3’ü, ¾’ü gibi nitelikli bir çoğunluk isteniyorsa o anayasa katı anayasadır. • Çünkü bu çoğunluklara ulaşmak, kanunların değiştirilmesi için aranan çoğunluğa ulaşmaktan daha zordur. • D- Halkoylaması: Kanunlar için aranmadığı halde, bir anayasanın değiştirilmesi için değişiklik teklifinin halkoylamasına sunulması gerekiyorsa, bu anayasa katı bir anayasadır. • E-Değiştirilemeyecek Maddeler: Bir anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi yasak ise o anayasa katı bir anayasadır.örn.1982 Anayasası’nın ilk 3 maddesi. • F-Süre Yasağı: bir anayasanın kabul edilmesinden itibaren belli bir süre değiştirilmesi yasak ise, o anayasa katı bir anayasadır. • Bazı anayasalar istikrar sağlamak adına belli süre anayasa değişikliği yapılmasını yasaklayan hükümlere yer veririler. • Örn. 1787 tarihli ABD anayasası, kendisinin 1808 yılından önce değiştirilmesini yasaklayan hükme sahiptir. • 1791 Fransız anayasası ilk dört yıl değişiklik yasağı getirmiştir. • 1976 Portekiz Anayasası ve 1975 Yunan Anayasası yayınlanmalarından itibaren ilk 5 yıl değişiklik yapmayı yasaklamıştır. • G-Dönem yasağı;bir anayasa kendisinin belli dönem ya da durumlarda değiştirilmesini yasaklıyorsa katı bir anayasadır. • Örn.1994 Belçika anayasası devlet başkanlığına vekaleten bakılan (niyabet dönemi) dönemde anayasa değişikliğini yasaklar. • 1958 Fransız Anayasası Cumhurbaşkanına vekalet edildiği dönemlerde anayasa değişikliğini yasaklar. • Bazı anayasalarda savaş, sıkıyönetim ve olağanüstü hal durumlarında anayasanın değiştirilmesiniyasaklar. I. ANAYASALARIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRİMİ -Anayasacılık hareketleri çağdaş anayasa hukukunun oluşumunda belirleyici bir yere sahiptir. -Ancak anayasa ve anayasacılık kavramları tümüyle birbiriyle örtüşmemektedir. A)ANAYASACILIK HAREKETLERİ - İlk anayasalar; 1787’ de ABD’ de, 1791’ de Polonya ve Fransa’ da hazırlanmıştır. Şu halde, XVIII. yy’ın son çeyreği anayasacılık hareketinin başlangıcı olarak alınabilir. Ancak bu kabule iki kayıt düşmek gerekir; -Birincisi, Anayasacılığın fikri temellerinin 1780’lerden önce atıldığıdır. J.Locke’ un «Hükümet Üzerine İkinci İnceleme» (1690), ve Montesquieu’ nun «Kanunların Ruhu»(1748) adlı yapıtları doğrudan kaynaklarıdır. - İkinci olarak, Büyük Britanya’ da anayasacılık, kısmen de olsa önceki yüzyıllardan başlayarak mevcut olmuştur. Büyük Britanya’ da maddi anlamda anayasanın mevcut olduğu varsayılırsa; ABD, Fransa ve Polonya maddi anayasacılığı şekli yönüyle tamamlamış oluyorlar. -Bu hareket liberal anayasacılık geleneğinin de başlatıcısı olacaktır. -Sosyalist anayasa hareketi ise ancak XX. Yy’ da uygulamaya konacaktır. -XXI. Yy’ ın başında ise ulusal-üstü anayasacılık süreci yaşanmaktadır. 1) Liberal Anayasacılık - İlk yazılı anayasalar, XVIII. yy. ın sonunda Amerika, Polonya, Fransa ve İsviçre’ de hazırlandı. - O zamana kadar iktidarın statüsünü belirleyen kurallar, eskiden beri yinelenerek oluşmuş daha çok örf ve adet kökenli idi. - Anayasalar yönetime ilişkin kuralları ve insanın doğal haklarını, resmi bir belgede toplar ve ilan eder. Geleneksel anayasalarda ise bu kurallar süregelen uygulamalardan kaynaklanır. Büyük Britanya, eski(1215 Magna Carta Libertatum, 1688 Bill of Rights) veya modern (1911,1949 Parliament Acts) kimi metinlere sahiptir. Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’ da yazılı anayasaların yürürlüğe konulması modern anayasacılığın doğuşunu damgalayacaktır. Amerika Birleşik Devletleri Anayasa yapımı ile eş zamanlı kurulmuştur; Londra Parlamentosu’ nun 1763’ te Amerika’ nın doğu kıyılarındaki Britanya kolonilerinin vergi ödemeleri için kabul ettiği yasa, tepki ile karşılanmış ancak Londra Parlamentosu tavrında ısrarcı olmuştur. Bunun üzerine bir araya gelen 13 koloninin temsilcileriyle yapılan kongrede 4 Temmuz 1776’ da «Bağımsızlık Bildirgesi» ilan edildi. Bağımsız hale gelen 13 koloni, ABD’yi kuran 17 Eylül 1787 tarihli Federal Anayasayı kabul etti. Fransa’ da, 1789 devrimi sonrası, monarşinin temel yasalar adı verilen geleneksel anayasasından vazgeçip, monarşi yönetiminin ayak uymak zorunda olduğu yazılı, açık ve kalıcı hukuki ilkeler içeren bir anayasa hazırlanarak yürürlüğe koyuldu(1791 Anayasası) - Amerika’ da ABD’ nin, Avrupa’ da Fransa’ nın öncülük ettiği «anayasacılık hareketi» bir yandan yeni devleti kurucu işlev görmüş; öte yandan mutlak monarşinin anayasa yoluyla sınırlanması ile devletlerde rejim değişikliğinin simgesi olmuştur. - Anayasa’ nın diğer hukuk kuralları üzerinde üstünlüğünün kabul edilmesi anlamına gelen anayasacılık, felsefi temelini doğal hukuk okulundan alır. * Bu anlayışta bireysel özgürlükleri güvenceleme fikri baskındır. * Özgürlükleri üstün bir hukuk metninde düzenleyerek korumayı hedefleyen bu hareket liberal anayasacılık hareketidir. - Anayasacılık, anayasanın hiyerarşik üstünlüğüne saygıyı gözetmekle yükümlü bir organı gerekli kılar. Anayasanın üstünlüğü Avrupa’ da ancak XX. Yy’ da anayasa mahkemelerinin kurulmasıyla güvence altına alınmıştır. ABD’ de ise bu denetim XIX. Yy. dan itibaren ortaya çıkmıştır. 2) XX. Yüzyıl: İki Anayasacılık Hareketi XX. Yüzyılda sosyalist anayasalar uygulanmaya konulmuş, liberal anayasalar ise kendi içinde evrim geçirmiştir. a) Sosyalist Anayasacılık ve Sovyet Geleneği - Düşünsel ve toplumsal temelleri XIX. Yüzyıda hazırlanan sosyalist öğretinin uzantısı olarak XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde yeni anayasalar yürürlüğe konmaya başlanmıştır. - Bu konuda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) öncülük yapmıştır. (1924 Anayasası) - Sosyalist Anayasacılık esasen XX.yy’ın ortalarına doğru, yani II. Dünya savaşının bitiminden hemen sonra Orta ve Doğu Avrupa başta gelmek üzere Asya, Afrika ve Amerika kıtalarında uygulamaya konmuştur. Sosyalist anayasal gelişmeler dört döneme ayrılır; İlk Dönem, SSCB’ nin II. Dünya Savaşına kadar anayasal evrimini(1924 ve 1936) yansıtır. Başta Rusya olmak üzere Birliği oluşturan Cumhuriyetlerdeki anayasal gelişmeler de kaydedilebilir. Ancak Stalin diktatörlüğünde anayasal farklılaşma en aza indirgenmiş, anayasalar daha çok iktidar tekelinin pekiştirilmesi yönünde kullanılan birer araç olmuştur. İkinci Dönem, Anayasa çokluğu, sınırlı bir anayasal çoğulculuk ilkesini beraberinde getirmiştir. SSCB ile Çin Halk Cumhuriyetinde ayrılan yolar ötesinde, Yugoslavya, Macaristan, Çekoslavakya deneyimleri tek biçimli sosyalist anayasa geleneğini aşma çabalarını yansıtmaktadır.(II. Dünya Savaşı sonrası Orta ve Doğu Avrupa devletleri, Çin Halk Cumhuriyeti, diğer sosyalist devlet anayasaları) Üçüncü Dönem, «geçiş dönemi anayasa hukuku» olarak adlandırılır. 1980’ lerden 2000’ lere uzanan bu dönem üç alt aşamayı barındırmaktadır. 1.sorgulama evresi; iktidarın sosyalist temellerinin sorgulanması.-reform yanlısı komünist parti üyelerinin iktidara gelişi, anayasadan komünist partinin yönetici rolünün çıkarılması, çoğulcu seçimlerin düzenlenmesi 2. Geçiş evresi; Yeni meclisin kurulması, sosyalist olmayan yeni anayasanın hazırlanması, anayasal kurumların oluşturulması 3. Demokrasiyi pekiştirme ilkesi; çoğulcu siyasal temelde yeni kurumların işlemesidir. – Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile SSCB için geçerli bu üçüncü evre, sosyalist anayasa hareketinin (bir tür karşı devrimle) sona ermesi demektir. Dördüncü Dönem, Günümüzde sosyalist rejimi uygulamaya devam eden ülkelerin anayasal eğilimlerini ifade etmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti, Küba, K. Kore, Vietnam, Srilanka Anayasaları bu grupta yer alır. b)Liberal Anayasalarda Sosyalleşme ve Neo-Liberal Dalga - II. Dünya Savaşından Sonra hazırlanan liberal anayasalar «sosyalleşme» yönünde bir dönüşüm sürecine girdi. - Bu süreçte, devletin klasik görevlerini aşarak sosyoekonomik yükümlülükler altına girmesi, öte yandan hak ve özgürlükler listesine sosyal ve kültürel hakların eklenmesi dönüşümün iki ana eksenini oluşturdu. - Diğer yandan anayasaya üstün norm özelliği kazandıran Anayasa Mahkemelerin kurulması bu dönemde kayda değer bir gelişme olmuştur. - Buna karşılık XX. Yy’ ın son çeyreğinde anayasaların sosyal özelliği sorgulanmaya başlanmış ve liberal rejimlerin anayasalarında sosyal vurgu yumuşamıştır. KURUCU İKTİDAR (Anayasaların Yapılması ve Değiştirilmesi) Kurucu İktidar; anayasa yapma ve değiştirme iktidarıdır. Aslı Kurucu İktidar – Tali Kurucu İktidar Ayrımı Asli kurucu iktidar , yeni bir anayasa yapma, tali kurucu iktidar ise anayasayı değiştirme iktidarıdır. Kurucu İktidar – Kurulmuş İktidarlar Ayrımı Kurulmuş iktidarlar, kurucu iktidarlar tarafından yapılan anayasa ile kurulan devlet organlarıdır. Devletin başlıca yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç kurulmuş organı vardır. I. ASLİ KURUCU İKTİDAR: ANAYASALARIN YAPILMASI A) ASLİ KURUCU İKTİDARIN ORTAYA ÇIKIŞ HALLERİ Asli kurucu iktidar hukuk-dışı bir iktidardır. Bu iktidar hukuk boşluğu ortamında belirir. 1. En yaygın ortaya çıkış biçimi devrim ve hükümet darbesidir. Ülkenin mevcut siyasal rejimi, bir devrim ya da hükümet darbesi sonucu yıkılır. Rejimi yıkarak siyasal iktidarı ele geçiren devrimciler ve darbeciler yeni bir anayasa hazırlayarak yeni bir siyasal rejim kurarlar. (1789 Fransız, 1917 Rus İhtilaleri, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 Askeri darbeleri yine asli kurucu iktidar olayına örnektir.) 2. Asli Kurucu İktidarın ortaya çıktığı diğer bir durum savaş halidir. - Örneğin I. Sünya Savaşı sonrasında Avrupa’ da daha önce mevcut olmayan birçok devlet(Litvanya, Çekoslovakya, Yugoslavya) kuruldu ve bunlarda yeni anayasalar yapıldı. - Keza savaştan sonra yeni bir devlet kurulmasa bile ağır savaştan çıkan bir ülkede bazen yeni bir anayasa yapıldığına şahit olunmaktadır. Örneğin II. Dünya savaşından sonra Fransa’ da(1946 Anayasası), İtalya’ da (1947 anayasası) ve Almanya’ da(1949 anayasası) yeni anayasalar yapılmıştır. 3. Asli kurucu iktidar, sömürge olan bir ülkenin bağımsızlığını kazanması durumunda da ortaya çıkmaktadır. 4. Bazı hallerde birden çok bağımsız devletin kendi istekleriyle birleşerek yeni bir devlet kurdukları görülmektedir. Bu durumda yeni bir federasyon kurulur ve bu federasyonda yeni bir anayasa kabul edilir. (Örn. 1987 ABD federal anayasası) Bazen ise bir devlet, birden çok bağımsız devlete ayrılmaktadır. Bu durumda yeni devletler kurulur ve yeni anayasalar yapılır. 1990’ ların başında SSCB’ nin dağılmasından sonra yerine kurulan devletler ve bu devletlerda yapılan anayasalar bu hale örnektir. B) ASLİ KURUCU İKTİDARIN SAHİBİ - Asli kurucu iktidarın ancak halka veya millete ait olabileceğini savunan yazarlar varsa da asli kurucu iktidarın sahibinin kim olacağına önceden hukuken cevap verilemez. - Devrim, hükümet darbesi gibi olağanüstü durumlardan sonra ortaya çıkan bu iktidarın sahibi fiili koşulalra göre belirlenecektir. - Ö dönemde kim ya da kimler en güçlüyse asli kurucu iktidarın sahibi onlardır. (Örneğin Türkiye’ de 1960 hükümet darbesinden sonra asli kurucu iktidar Millli Birlik Komitesine, 1980 darbesinden sonra ise bu iktidar Milli Güvenlik Konseyine ait olmuştur. C. ASLİ KURUCU İKTİDARIN ÖZELLİKLERİ 1. Hukuk- Dışılık Bu iktidar devrim ve hükümet darbesi gibi durumlardan sonra ortaya çıkan ve hukuk boşluğu ortamında çalışan bir iktidardır. Asli kurucu iktidar, yeni bir anayasa yapmadan önce, varsa mevcut anayasayı ilga ederek hukuk boşluğu yaratır. Bu ortamda asli kurucu iktidarı bağlayacak bir hukuk kuralı yoktur. Bundan sonra asli kurucu iktidar hiçbir hukuk kuralıyla bağlı olmaksızın yeniden bir anayasa yapar. 2. Sınırsızlık Aksini ileri sürenler mevcutsa da asli kurucu iktidar sınırsızdır. Yukarıda açıkladığımız gibi böyle bir iktidarı sınırlayacak herhangi bir kural ya da güç yoktur. Asli kurucu iktidarı sınırlandıran bir güç veya kural varsa bu durumda bu iktidar tanımı gereği «asli kurucu iktidar» olmaktan çıkar. D. ASLİ KURUCU İKTİDARIN BİÇİMLERİ: ANAYASA YAPMA USULLERİ Asli kurucu iktidarın yukarıda açıkladığımız hukukdışılık ve sınırsızlık özellikleri nedeniyle anayasa yaparken uymak zorunda olduğu bir usul yoktur. Bununla birlikte uygulamada asli kurucu iktidarların şimdiye kadar kullandığı en yaygın usuller aşağıda gösterilmiştir. Anayasa Yapma Usulleri Monokratik Usuller Demokratik Usuller Ferman Misak Kurucu Meclis Kurucu Referandum 1. Monokratik Usuller Bir sistemde egemenlik hükümdardaysa anayasa, hükümdarın bahşettiği bir ferman (1931 Etiyopya Anayasası, 1889 Japon Anayasası, 1876 Kanun-u Esasisi..), Hükümdar ile parlamento arasında bölüşülmüşse bunların anlaşmasını yansıtan bir misak şeklinde(1215 Magna Carta Libertatum, 1689 Bill of Rights, 1808 Sened-i ittifak)olacaktır. 2. Demokratik Usuller a) Kurucu Meclis(Konvansiyon) Kurucu meclis halk tarafından anayasayı yapmak için seçilmiş özel meclis demektir. - Amerika’ da 1776’ başlayarak ayaklanan kolonilerin çoğu kendi anayasalarını konvansiyon usulü ile yaptılar. Nihayet 1787 tarihli Federal Anayasa Filadelfiya Konvansiyonunun ürünüdür. Fransa’ da 1791, 1848 ve 1875 anayasaları da bu usulle yapılmıştır. Görevleri Bakımından Kurucu Meclislerin «Fransız» ve «Amerikan» olmak üzere iki tipi vardır; aa) Fransız tipi kurucu meclislerin çifte görevi vardır. Bir yandan anayasa yapımı ile ilgilenirken aynı zamanda olağan yasama organının rolünü de üstlenerek, hükümeti denetlemek, kanun yapmak gibi yasama faaliyetlerini de yürütürler. bb) Amerikan tipi kurucu meclislerin yetkisi ise yalnızca anayasayı hazırlamaktan ibarettir. Bu meclis olağan yasama işlemlerini yapmaz. - Kurucu meclis usulü, teorik olarak, «milli egemenlik» ilkesine dayanır ve temsili demokrasi ilkesinin anayasaların yapılması alanına uygulanması anlamı taşır. - Bu nedenle kurucu meclis millet adına karar alır ve onun iradesi hukuken milletin iradesi olarak kabul edilir. - Dolayısıyla kurucu meclisin aldığı kararlar halkoylamasına sunulmazlar b) Kurucu Referandum - Teorik temelini «halk egemenliği» ilkesi oluşturur. -Kurum pratikte yarı-doğrudan demokrasi araçlarından biri olan referandumun anayasaların kabulüne uygulanmasından ibarettir. - Kurucu referandum usul, kurucu referandum usulünün demokratikliğinden zamanla kuşkuya düşülmesi ve eleştirilmesi sonucu uygulanmaya başlamıştır. Bu eleştirilere göre, doğrudan halkın oyuna başvurmak varken, halkın temsilcilerinin oyuyla yetinilmemelidir. - Kurucu referandum usulüyle kabul edilen anayasa, yine bir meclis veya komisyon tarafından hazırlanır. Ancak bu meclis veya komisyon hazırladığı anayasa tasarısını kendi kabul etmez. Kabul için mutlaka halk oyuna sunulmalıdır. - Kabul için halkoyuna sunulan anayasa hukuki gücünü doğrudan halktan alır. Yukarıda yaptığımız açıklamalar doğrultusunda daha geniş bir tanım yapılacak olursa; Asli kurucu iktidar; - hukuk-dışı, - sınırsız, - sahibi hukuken belirlenemeyen, - hukuk boşluğu ortamında beliren, - monokratik ya da demoktarik biçimleri olan, yeni bir anayasa yapma iktidarıdır. II. TALİ KURUCU DEĞİŞTİRİLMES İKTİDAR: ANAYASALARIN Tali Kurucu İktidar, bir anayasayı yine o anayasada öngörülmüş usullerle değiştirme iktidarıdır. - Teorik olarak tali kurucu iktidar yoluyla, anayasanınvarsa değiştirilemeyecek maddeleri hariç – bütün maddeleri değiştirilebilir. Ancak uygulamada genellikle tali kurucu iktidar yoluyla anayasanın bir veya birkaç maddesi veya 20-30 maddesi değiştirilir. - O halde anayasa değişikliği veya anayasayı değiştirme ifadelerinden çoğunlukla anayasanın bir veya birkaç maddesinin değiştirilmesi anlaşılır. A) TALİ KURUCU İKTİDARIN GEREKLİLİĞİ - Anayasalar ebedi değildir. Yüzyıllar bozyu sürecek, gelecek kuşakları da bağlayacak bir anayasa yapmak bu nedenle mümkün değildir. Anayasa değişikliği kaçınılmazdır. - Bununla beraber anayasanın istikrarı da gereklidir. Anayasalar devletin temel kuruluşu, hukuki ve siyasal statüsüyle ilgilidir. Bu nedenle sık sık değiştirilmemelidir. - «Değişme gerekliliği» ve istikrar ihtiyacını uzlaştırmak, deyim yerindeyse bir «nisbi istikrar» sağlamak gerekir. İşte anayasalar da kural olarak değiştirilebileceklerini kabul etmekte ancak istikrarlarını da korumak için, değişiklik için kanunlardan daha zor usuller öngörmektedirler. B) TALİ KURUCU İKTİDARIN SAHİBİ Tali kurucu iktidarın sahibinin kim olduğu, yani anayasayı değiştirme yetkisinin hangi organa ait olduğu yine anayasalarda belirtilmektedir. - Değiştirme yetkisini anayasalar, kendi kurduğu organlardan birine vermektedir. - Anayasayı değiştirme yetkisi genellikle normal yasama organının nitelikli çoğunluğuna verilmektedir. - Bazı sistemlerde ise bu organın kabul ettiği anayasa değişikliklerine devlet başkanının veya halkın veto etme yetkisi vardır. Bu durumda ise tali kurucu iktidarın yasama organı, devlet başkanı ve halk arasında paylaştırılmış olduğunu söyleyebiliriz. C) TALİ KURUCU İKTİDARIN ÖZELLİKLERİ - TALİ kurucu iktidar hukuki nitelikte bir iktidardır. -İktidaraın kimin tarafından hangi yöntemlerle kullanılacağını belirleyen hukuk kuralları vardır ki bu kurallar bizzat anayasa tarafından konulmuşlardır. -tali kurucu iktidar sınırlı bir iktidardır. TKİ bizzat anayasa tarafından kurulduğuna göre bu iktidarın yine anayasa tarafından sınırlandırılması her zaman mümkündür. Bu sınırlar; -içeriksel -zamansal -biçimsel Olmak üzere 3’ e ayrılabilirler. 1- içeriksel (maddi sınırlar): Anayasalara bakıldığında birçok anayasanın bazı hükümlerinin değiştirilmesini ybizzat yasakladıkları görülmektedir. Örneğin 1958 fransız anayasası’nın 89/5 maddesi -Bazı federal devletlerde de devletin federal yapısının değiştirilmesi yasaklanmıştır. 1982 türk Anayasasının 4. maddesine göre de ilk üç maddenin değiştirilmesi yasaktır. 2- Zamansal Sınırlar: Bazı anayasalarda TKİ’ın anayasayı değiştirmesine anayasanın kabul edilmesinden itibaren belli bir süre geçmedikçe yasaklamaktadır. -Örn.1976 Portekiz Anayasası md. 284. 3- Biçimsel Sınırlar: Katı anayasaların hemen hepsi kendi değiştirilme usullerini ayrıntılı olarak tespit etmektedirler. -tespit edilen bu usuller TKİ’ın biçimsel sınırlarını oluştururlar -TKİ ancak bu biçimsel koşullara uyarak anayasayı değiştirebilirler. -Bu koşullar, TKİ’ın şekilleri (anayasayı değiştirme usulleri)başlığı altında anlatılacaktır. -Bununla birlikte TKİ sadece anayasa tarafından belirtilen sınırlarla bağlıdır. Bazı yazarlar anayasa üstü normların veya anayasa normları arasında hiyerarşinin veya anayasanın ruhunun bulunduğunu iddia ederek, TKİ’ın bunlarla da sınırlı bir iktidar olduğunu savunmaktadır. Gözler’e göre bu iddialarda isabet yotur. Bu düşünceler ancak doğal hukuk anlayışının kabul edilesi halinde geçerli olabilir. -Pozitivist bir anlayışta TKİ sadece ve sadece anayasa ile öngörülmüş sınırlarla bağlıdır. D-TALİ KURUCU İKTİDARIN BİÇİMLERİ: ANAYASAYI DEĞİŞTİRME USULLERİ -TKİ’ın biçileri, diğer bir iafde ile anayasayı değiştirme usulleri, yazılı anayasa sisteminde genel olarak yazılı bir kurala bağlanmıştır. -İşte yazılı anayasalar kendi belirledikleri bu kurala göre değiştirilirler. -Anayasayı değiştirme usulleri 3 safhada incelenebilir: 1-teklif 2- karar 3- Onay 1- Teklif safhası: Bu anayasa değişikliğinin ilk safhasıdır. -Anayasa değişikliğinin fiilen gerçekleşmesi safhasına kadar uzanan bütün işlemleri içerir. -Anayasalar anayasa değişikliği teklif etme yetkisini çok çeşitli organlara vermektedirler. Bazı anayasalar bu yetkiyi sadece yürütmeye veya sadece yasamaya tanırken, bazıları da hem yasamaya hem de yürütmeye tanımaktadır. -Diğer küçük bir grup anayasa da teklif yetkisini halka da tanımaktadır. Birçok anayasa, yasama organından gelen teklifleri bazı şartlara bağlaıştır. -Bazı anayasalar değişiklik teklifi için 5-10 milletvekilinin imzası ile yetinirken, bazıları milletvekillerinin 1/3’ünün imzasını aramışlardır. -Örneğin 1982 Any’nın 175.md.si anayasa değişikliği teklif etme yetkisini TBMM üye tamsayısının 1/3 tutarındaki üyelere ait olduğunu belirtmiştir. -Diğer bazı anayasalar teklifi zorlaştırmak için teklifte bulunan yasama organının feshini öngörmüştür. -keza bazı anayasalar da az önce belirtildiği gibi değiştirilmenin teklif edilmesini belli bir süre yasaklamaktadır. -Yine yukarıda gördüğümüz gibi, bazı anayasalarda kimi maddelerin değiştirilmesini teklif edilmesini yasaklamaktadır. 2- Karar Safhası: Bu safha değişiklik teklifinin kabul ya da reddine varan bütün işlemleri içerir. -Anayasaların çoğu, karar yetkisini yasama organına vermektedir. -Bununla birlikte karar yetkisini yasama organı dışında başka bir organa veren anayasalar da yok değildir. Bazı anayasa koyucular, anayasa değişikliği yetkisini her an ellerinde tutmak için bu yetkiyi yürütmeye, bazıları da anayasaların değiştirilmesini çok zorlaştırmak için özel bir meclise vermektedirler. -Karar safhasında pek çok usul kuralı vardır. -Bu nedenle bu kurallar ülkelere istedikleri katılık derecesine ulaşma imkanı vermektedir ve kullanışlı araçlar sunmaktadırlar. -Karar safhasında çeşitli özel kurallar öngörülmüş olabilmektedir. -Bazı anayasalar karar için birden fazla görüşmeyi şart koşmuş, diğer bazıları karar için 2/3 ya da 3/5gibi nitelikli bir çoğunluk aramış, diğer bazıları ise bu safhada özel bazı süreler öngörmüştür. -Nihayet diğer bazı anayasalar, değişiklik konusuna göre farklı usuller öngörmüştür. 3- Onay Safhası: anayasa değişikliğin son safhasıdır. -Artık ayrıntılarıyla kararlaştırılmış değişikliğin yayınlanıp yürürlüğe girmeden önce, aşması gereken son engeldir. a-Onay Yetkisinin devlet başkanına verilmesi: Bazı anayasalar anayasa değişikliğini onaylama yetkisini devlet başkanına vermektedir. Devlet başkanının onay yetkisinin 3 türü vardır; aa-bazı devletlerde devlet başkanı anayasa değişikliğini onaylamak istemezse, yapabileceği tek şey anayasa değişikliğini Parlamentoya iade etmek ve bir kez daha görüşülmesini istemekten ibarettir. -Parlamento aynı değişikliği aynı çoğunlukla aynen kabul ederse, devlet başkanı değişikliği onaylayıp yayımlamak zorunda kalmaktadır. -Bu durumda devlet başkanının onay yetkisi bir «geciktirici» veto yetkisi durumundadır. ab- Bazı anayasalar ise devlet başkanı tarafından geri gönderilmiş anayasa değişikliğinin Parlamento tarafından kabul edilebilmesi için daha yüksek nitelikli çoğunluk şartı aramaktadır. -Bu durumda devlet başkanının geri gönderme yetkisi «güçleştirici veto yetkisi niteliğindedir. ac- Bazı anayasalarda devlet başkanına anayasa değişikliğini onaylayıp onaylamamak konusunda sınırsız bir yetki vermektedir. -Bu ülkelerde devlet başkanı beğenmediği bir anayasa değişikliğini onaylamayabilir. -bu durumda anayasa değişikliği yürürlüğe giremez. -bu durumda devlet başkanının onay yetkisi mutlak veto yetkisi durumundadır. -Monarşilerde Kral ya da Kraliçe anayasa değişikliği konusunda mutlak veto yetkisine sahiptir. -Bununla birlikte Kral ya da Kraliçe uygulama bu veto yetkisini çok uzun zamandır kullanmamaktadırç. b- Onay yetkisinin halka verilmesi: bazı anayasalar ise anayasa değişikliğinin onaylanması yetkisini halka vermektedir. -Bu durumda anayasa değişikiği onaylanmak üzere halk oylamasına sunulur. Halk oylaması -mecburi -ihtiyari Olmak üzere iki çeşittir. ba- Mecburi halk oylaması: Mecburi halk oylaması anayasa değişikliği, anayasa gereği doğrudan doğruya ve otomatik olarak halk oylamasına sunulur. -Örneğin İsviçre’de anayasanın md. 121 danımarka’da md. 88 gereği anayasa değişiklikleri belli süre içinde onaylanmak üzere halk oylamasına sunulur. bb- İhtiyari(isteğe bağlı) halk oylaması: devlet başkanının belirli sayıda parlamento üyesinin veya, belirli sayda seçmenin isteğiyle yapılan halk oylamasıdır. -Örneğin 1982 anayasasına göre, Meclis üye tamsayısının 2/3 çoğunluğu ile kabul edilen bir anayasa değişikliği, CB isteği ile halk oylamasına sunulur.(md.175) -Buraya kadar yaptığımız açıklamalar doğrultusunda daha geniş bir tanım yapılacak olursa, TKİ, hukuki ve sınırlı nitelikte olan ve sahibi hukuken belirlenebilen anayasayı yine o anayasanın öngördüğü usullerle değiştirme iktidarıdır. Asli Kurucu İkt.- Tali Kurucu İkt. Karşılaştırması Asli Kurucuİktidar • Konusu: Yeni bir anayasa yapmak • Ortaya çıkış halleri: Devrim, Hükümet darbesi, savaş vs.. • Sahibi: Fiilen en güçlü olanlar • Hukuk-dışıdır • Sınırsızdır • Usulleri önceden belirlenemez Tali Kurucu İktidar • Konusu: Mevcut anayasada değişiklik yapmak • Ortaya çıkış halleri: normal dönemler • Sahibi: Anayasanın yetki verdiği organlar • Hukukidir • Sınırlıdır • Değişiklik usulü anayasa tarafından belirlenmiştir. DEVLET KAVRAMI -DEVLET TERİMİ:devlet kelimesinin İngilizce karşılığı «state»; Fransızca karşılığı ise «etat», Almanca karşılığı «Staat» tır. -Bu terimlerin hepsinin kökeni latince «status» kelimesidir. -ancak latince’de «status» devlet demek değil, «hal», «durum», «vaziyet» demektir. «stato» terimini modern anlamda devlet karşılığında kullanan kişi «hükümdar» isimli eserin Machiavelli olmuştur. DEVLETİN UNSURLARI: MİLLET/ÜLKE/EGEMENLİK -Bir devletin kurulabilmesi için nelere ihtiyaç vardır. -devlet denen şey, bir insan topluluğu olduğuna göre , her şeyden önce bir devletin kurulabilmesi için insanlara ihtiyaç vardır. -İnsan topluluğu devletin ilk unsurudur. -İkinci unsur, devlet sadece karada kurulabilir. Yani toprak parçası devletin diğer bir temel unsurudur. -dünyada sahipsiz toprak yoktur. Yeryüzündeki bütün topraklar devletlere aittir. - -Egemenlik, devletin üçüncü unsurudur. Egemenlik, devletin ülkesi üstünde sahip olduğu en üstün emretme gücüdür. Özetle bir devlet, belirli bir insan topluluğunun belirli bir toprak parçası üzerinde egemenlik kurması ile oluşur. Bu 3 unsuru yakından inceleyelim.. A-insan topluluğu: Millet Az önce de belirttiğimiz gibi, bir devletin kurulabilmesi için gerekli olan ilk şey, «insan topluluğudur». -İnsanlar olmaksızın bir devletin kurulması mümkün değildir. -Ancak insan topluluğunun büyüklüğünün bir önemi yoktur. -Burada önemli olan insan topluluğunu oluşturan nüfusun sayısal çokluğu değil, belli bir toprak parçası üzerinde belli bir insan topluluğunun egemen olmasıdır. -10000 kişi belli bir toprakta egemen olmuş ve bunu sürdürebilir hale gelmişse, devlet olmuşlar demektir. 10.000.000 kişi bir toprak parçası üzerinde egemen olamıyorsa onlar devleti oluşturamaz. -burada insan topluluğunun niceliğinin değil niteliğinin öenmli olduğunu söylemeliyiz. -Her insan topluluğu devlet kuramaz. -belli bir insan topluluğunun devlet kurabilmesi için, bir takım bağlar ile birbirlerine bağlanmış olmaları gerekir. -İşte birbirine birtakım bağlarla bağlanmış insanlardan oluşmuş topluluğa «millet» denir. -o halde, belli bir insan topluluğunun bir devlet kurabilmesi için «millet» niteliğinde olması gerektiğini söyleyebiliriz. -Peki insanları birbirine bağlayan ve milleti meydana getiren bu bağlar ne tür bağlardır? -bu bağların niteliğine göre iki değişik millet anlayışı vardır 1- Objektif Millet anlayışı 2- sübjektif millet anlayışı 1- objektif millet anlayışı: Objektif anlayışa göre, millet bir takım «objektif bağlarla» birbirine bağlanmış insanlar topluluğudur. -Bu bağlar maddi, yani elle tutulur, gözle görülür, kısacası 5 duyuyla hissedilir niteliktedir. -Örn. Irksal, dilsel veya dinsel bağlar bu niteliktedir. A- Irk Birliği: Irk birliğini esas alan görüşe göre, insan topluluğunu millet haline getiren şey, bu insanlar arasındaki ırk birliğidir. -Diğer bir ifade ile millet aralarında ırk birliği bulunan insanların oluşturduğu bir topluluktur. -O halde insanların «millet» oluşturabilmesi ve dolayısıyla bir devlet kurabilmesi için aynı ırktan olmaları gerekir. -bu görüşe göre, «damarlarında geçmiş zamanların karanlıklarına gömülmüş müşterek ataların kanı dolaşan ve aynı soy kökünden gelen insanlar nerede doğarlarsa doğsun ve yaşasın aynı milleti oluştururlar». -Bu görüşte kısmen doğruluk payı vardır. -Geçmişte ve günümüzde devletlerin önemli bir kısmında genel olarak ırk birliği vardır. -Ancak günümüzde ABD gibi ırk birliğine sahip olmayan birçok devlet de vardır. -Ancak ırksal birlik genel bir gerçeklik olsa da, demokratik hukuk devletlerinde ırk devlet ile birey arasındaki ilişkinin belirleyici unsuru değildir. B- Dil Birliği: Dil birliği görüşüne göre, insan topluluğunu bir millet haline getiren etmen, insanların aynı dili konuşmasıdır. -bu görüşe göre, millet aynı dili konuşan insanların oluşturduğu bir topluluktur. -şüphesiz ki bu görüşte de gerçeklik payı vardır. -Aynı dili konuşmayan insanlar arasında bir bağ kurulması mümkün olmayacaktır. -İnsanların aralarında bir bağ oluşturabilmeleri, dolayısıyla bir millet haline gelip bir devlet kurabilmelerinin ön şartı bu insanların birbirleri ile konuşup anlaşabilir durumda olmalarıdır. -ne var ki bu görüş de yüzde yüz doğru değildir. -Çünkü isviçre, Belçika, Kanada gibi birden fazla dilin resmi dil olduğu devletler de vardır. -yine başka birçok devlette de resmi tek dil olsa da birden fazla dil, anadil olarak konuşulmaktadır. C- Din Birliği: Din birliği teorisine göre, bir arada yaşayan insanların bir millet oluşturabilmesi ve dolayısıyla bir devlet kurabilmesi için aynı dine mensup olmaları gerekmektedir. - Başka bir deyişle, millet aynı dine mensup insanların oluşturduğu bir topluluktur. - -Bu görüşte de kısmen bir gerçeklik payı vardır. - -Çünkü farklı dinlere mensup insanların yaşadığı bölgelerde özellikle ortadoğu ve balkanlarda din birliği ve ayrılığı millet kavramı bakımından belirleyici bir etmedir. - -Bunun en tipik örneği, Boşnak, Hırvat ve sırplardır. Bu onların üçü de aynı ırktan olmalarına ve aynı dili konuşmalarına rağmen 3 farklı milleti oluştururlar. -Bunun sebebi kuşkusuz dinsel farklılıktır. -Bununla birlikte millet oluşumunda din faktörünün önemini fazla abartmamak gerekir. -Çünkü yeryüzünde yüzlerce millet olmasına rağmen, 3 büyük din vardır. -Bu nedenle kaçınılmaz bir şekilde birçok devlet aynı dinden hatta aynı mezheptendir. -Aynı dine mensup olmalarına rağmen çoğu insan farklı bir millet olduğunu düşünmekte ve ayrı devlet kurmak istemektedir. Örn. Türkler ile Araplar aynı dinden olmalarına rağmen kendilerini aynı millete mensup olarak görmemişler ve ayrı devlet kurmuşlardır. 2- Sübjektif Millet Anlayışı: -Sübjektif anlayışa göre, milleti oluşturan insanlar birbirine sübjektif, yani elle tutulamayan, gözle görülemeyen nitelikte bağlarla da bağlanabilir. -Bu bağlar manevi niteliktedir. -bazı duygu ve düşüncelerden oluşur. Sübjektif millet anlayışı ilk defa, fransız düşünür Ernest Renan 81823-1892) tarafından 1882 yılında yayınlanan «Millet nedir?» isimli eserinde kullanılmıştır. -Milleti oluşturan insanları birbirine bağlayan bu sübjektif bağlar arasında, geçmiş, hatıralar, amaç, ideal, bağımsızlık, ülkü birliği gibi hususlar yer alır. -geçmişte yaşanan ortak acılar veya birlikte kazanılan başarılar, ortak amaca varmak için mücadeleler, ortak tehlikelere karşı birlikte karşı koyma isteği gibi faktörler, insanları birbirine bağlar ve milleti oluşturur. -Günümüzde pek çok ülkede aralarında ırk birliği, din birliği, dil birliği olmayan insanlar bir araya gelerek bir milleti oluşturduklarını ve devlet kurduklarını görüyoruz. -O nedenle bir objektif millet anlayışının her durumda doğru olmadığını, aralarında ırksal, dinsel ya da dilsel farklılıklar olmasına rağmen insanların kendilerini aynı milletten hissedebileceklerini ve aynı ve ortak bir milleti oluşturabileceklerini söyleyebiliriz. *Milliyetler Prensibi: bu prensip, 1789 Fransız Devriminin ertesinde ortaya çıkmış ve Osmanlı İmp., Avusturya macaristan İmp., ve Rus Çarlığı gibi çok uluslu devletlerin parçalanması amacıyla kullanılmıştır. -Bu prensibe göre, millet oluşturacak derecede gelişmiş her insan topluluğu, kendi devletini kurma hakkına sahiptir. -Bu prensip hiçbir zaman hukuksal olarak geçerli bir ilke olarak kabul edilmemiş;ancak uluslararası ilişkilerde bazı devletlerin diğer devletlere müdahale etmelerini meşrulaştıran diplomatik bir araç olarak kullanılmıştır. *Self-Determinasyon Hakkı: Milletlerin kendi kaderini bizzat tayin hakkı olarak adlandırılan bu hak, 1918 Wilson ilkelerinden kaynaklanmıştır. -Bu hak, 1945 BM Anlaşmasının 1, 55 ve 76. maddelerinde de geçmektedir. -Self-determinasyon hakkı, «bir halkın bağımsız bir devlet kurmak dahil, dilediği devlete bağlı olmayı seçme hakkı» demektir. -Bu hak uluslararası hukukta sadece başka devletlerin sömürgesi altında bulunan halklara tanınmaktadır. -yani bu hak, «sömürgecilikten kurtulma» durumunda geçerli olan bir haktır. -Self-determinasyon hakkı, kendisi sömürge olmayan, bir devletin ülkesi üzerinde yaşayan insan topluluklarına tanınmamaktadır. B- DEVLETİN TOPRAK UNSURU: ÜLKE -Devletin ikinci unsuru «ülke» unsurudur. -Bir devletin kurulabilmesi için insan topluluğundan sonra , ülke gereklidir. -ülke olmaksızın bir devletin kurulabilmesi mümkün değildir. -Millet teşkil eden bir insan topluluğunun belli bir toprak parçasına hakim olmaksızın devlet kurması mümkün değildir. -keza, mevcut olan bir devlet, ülkesini kaybederse devlet olma vasfını da yitirir. -İşte bu nedenle, her devlet, kendi ülkesini oluşturan toprak parçası açısından çok hassas davranır. -Üzerinde devamlı olarak yaşanabilir ve egemenlik kurulabilir nitelikte olmak kaydıyla , ülkenin büyüklüğünün/küçüklüğünün hiçbir önemi yoktur. -Dünyada Rusya, ABD gibi çok büyük ülkelere sahip devletler varken, Vatikan gibi ülkesi çok küçük devletler de vardır. (440 dönüm) -Ülkenin Kısımları: Ülke,devletin egemenliğine tabi olan ve üzerinde milletin yerleşmiş olduğu 3 boyutlu çevredir. -Ülke, kara sahası, su sahası ve hava sahası olmak üzere başlıca 3 kısımdan oluşur. a- Kara Sahası (kara ülkesi): ülkenin kara sahasına, kara ülkesi denir. -Kara ülkesi, devletin egemenliği altındaki toprak parçasıdır. -Ülke 3 Boyutlu olduğuna göre, kara ülkesi de 3 boyutludur. -Kara ülkesi, toprak ve toprak altından oluşur. -Kara sahası, ülkenin temel kısmıdır. -Kara sahası olmadan bir ülke olamaz. -Yani sadece denizde ve havada devlet kurulamaz; kara sahası olmadan deniz veya hava bir devletin ülke unsuru olamaz. -O halde sonuç olarak bir devlet mutlaka bir kara ülkesine sahip olmalıdır. b- Su Sahası (su ülkesi): -Ülkenin su sahasına «su ülkesi» denir. -Bir devletin su sahası, devletin egemenliği altındaki su parçasıdır. -ülke üç boyutlu olduğuna göre, su sahası da 3 boyutludur. - Yani su sahası terimine suyun yalnız yüzeyi değil, aynı zamanda altı da dahildir. - -Su sahası, deniz, boğaz, kanal, akarsu ve göl gibi çeşitli unsurları kapsar. - Devletin kara ülkesi içinde yer alan akarsuların ve göllerin kara ülkesi gibi devletin egemenliğine tabi olduğu açıktır. - Devlet kıyısında bulunan deniz üzerinde çeşitli miktarlarda egemenlik hakkına sahiptir: kıyı devletinin egemenlik hakkı bakımından denizler 3 alana ayrılır. i- Birinci alanda devlet tam egemendir. Bu alana «karasuları» girer. -Karasuları; «bir kıyı devletinin kara ülkesini çevreleyen ve uluslararası hukuka uygun olarak açıklara doğru belirli bir genişliğe (12 mil) kadar uzanan kıyı devletine ait deniz kuşağına verilen addır». - Karasuları üzerinde devlet tam egemendir. ii- ikinci alanda kıyı devleti tam değil, sadece belirli egemenlik haklarına sahiptir. - Bu alan 200 mile kadar çıkabilen bir alanı kapsar. - Bu alana «bitişik bölge» , «balıkçılık bölgesi», «kıta sahanlığı» ve «münhasır ekonomik bölge» girer. iii- üçüncü alan karasuları ve münhasır ekonomik bölge dışında kalan deniz alanını kapsar. -Buna «açık deniz» denir. -Açık deniz, hiçbir devletin ülkesine tabi değildir. -Açık deniz üzerinde, hiçbir devletin egemenliği bulunmaz. -bu alanda «açık denizin serbestliği» ilkesi geçerlidir. -Açık denizde seyreden gemi üzerinde uyruğunda bulunduğu devletin egemenlik hakkı vardır. -Buna da «bayrak yasası» denir. C- hava Sahası (hava ülkesi): Bir devletin hava sahası, devletin kara ülkesi ve karasuları üzerinde yer alan bütün hava sahasını kapsar. -Buna «ulusal hava sahası» da denir. -Devlet kendi ulusal hava sahasında tam ve münhasır egemenliğe sahiptir. -Hava sahasının dış sınırı, ülkenin karasularının bittiği çizgidir. - Üç boyutlu olduğuna göre, hava sahasının bir de üst sınırı vardır. -Bu üst sınır, havanın bittiği artık «uzayın» başladığı çizgidir. -ancak bu çizginin hangi yükseklikten geçtiği sorunu tartışmalıdır. -Uygulamada üst sınır 60-100 km’ye kadar çıkabilmektedir. -Bu sınırın altı devletin egemenliğine tabidir, üstü ise tabi değildir. C- DEVLETİN İKTİDAR UNSURU: EGEMENLİK -bir devletin kurulabilmesi için, insan topluluğu ve ülke unsurlarının varlığı gereklidir ancak yeterli değildir. -insan topluluğu ve ülke unsurları tek başına devleti oluşturmazlar. -Devletin oluşması için, insan topluluğunun bu ülke üzerinde egemen olması gerekir. -Devletin üçüncü unsuruna, «iktidar unsuru», «devlet kudreti unsuru» «kamu gücü unsuru» gibi değişik isimler veriliyorsa da biz bu unsura egemenlik unsuru ismini vermeyi tercih ediyoruz. -egemenlik, kelimesi latince «en üstün iktidar» anlamına gelen «superanus» sözcüğünden gelir. -egemenlik kavramını ilk defa tanımlayıp sistemleştiren jean Bodin ‘dir. -Bodin 1576‘da yayınlanan «devletin 6 kitabı» adlı kitabında egemenliği yurttaşlar ve uyruklar üzerindeki en yüksek, en mutlak ve en sürekli güç» olarak tanımlamaktadır. *devletin kişiliği ilkesi: -devlet kendisini oluşturan gerçek kişilerin kişiliklerinden ayrı bir hukuksal kişiliğe sahip bir varlıktır. -Devletin kişiliği ilkesi, iktidarın kişiselleşmesini önler. -Bu ilkeye göre, devlet iktidarı onu kullanan yöneticilere değil, devletin kişiliğine aittir. -O halde, yöneticiler, iktidar üzerinde sübjektif bir hak sahibi değildirler; sadece devletin bir görevlisi olarak hukukun kendilerine tanıdığı yetkiyi kullanırlar. -Diğer yandan devletin kişiliği ilkesi devletin hukuki işlemler yapabilmesine imkan sağlar. -Devlet bir tüzel kişi olarak hukuki işlemler yapabilir, hak ve borç altına girebilir; mahkemeler önünde davacı ve davalı olabilir. -Devlet işlemlerinde doğan hak ve borçlar, bu işlemleri yapan yöneticilerin şahsı üzerinde değil, devletin tüzel kişiliği üzerinde doğar. 1- Egemenliğin Değişik Anlamları: -Egemenlik kavramı ortaya atıldığı zamanlardan günümüze kadar değişik anlamlarda kullanılmıştır. - Egemenlik öncelikle «dış egemenlik» ve «iç egemenlik» olmak üzere iki değişik anlamda kullanılmaktadır. EGEMENLİK DIŞ EGEMENLİK (BAĞIMSIZLIK) • 1-Devletlerin Eşit Egemenliği • 2-İçişlerine Karışmama İÇ EGEMENLİK • 1- kendisi (içeriği) • Kanun yapmak/Savaş veya Barış ilan Etmek/ yargılama Yapmak/Para basmak7vergi toplamak vb. • 2- Niteliği: asli/ En üstün /Sınırsız/Bölünmez/devredilmez İktidar. a- Dış Egemenlik Dış egemenlik, uluslararası ilişkiler alanında söz konusu olur. -dış egemenlikten kısaca bir devletin diğer devletlerden aşağı olmaması, başka devletlerle eşit olması anlaşılır. -Dış egemenlikten kast edilen şey, «bağımsızlık»tan başka bir şey değildir. -bir başka ifadeyle uluslararası hukuk bakımından egemenlik kavramı, bağımsızlık kavramı ile aynı anlama gelmemektedir. -Devletlerin bağımsızlığı ilkesinin «devletlerin egemen eşitliği ilkesi» ve «içişlerine karışmama ilkesi» gibi iki sonucu vardır. i- devletlerin egemen eşitliği: uluslararası hukuk bakımından bütün devletlerin aynı hukuksal statüye sahip oldukları anlamına gelir. -Yani askeri ve ekonomik bakımdan aralarında güç farkı olsa bile her devlet uluslararası hukukta haklar ve yükümlülükler bakımından eşittir. Devletlerin eşitliği ilkesi BM Anlaşmasının 2/1. maddesinde tanınmaktadır. ii- iç işlerine karışmama ilkesi: Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’nin 15/8. maddesi ile tanınmıştır. -Bu ilke BM Genel Kurulunun 21.12.1965 tarih ve 2131 sayılı kararı ile de kabul edilmiştir. b- İç Egemenlik İç egemenlik, devletin kendi ülkesi içinde söz konusu olan egemenliktir. -iç egemenlik de kendi içinde 2 değişik anlamda kullanılır; 1-Devlet egemenliğinin kendisini yani içeriğini, açıkça kapsadığı yetkileri ifade etmek için kullanılır. Örn.Bodin’e göre egemenlik, devletin kanun yapmak, savaş ve barış ilan etmek, yargılama yapmak, para basmak, vergi toplamak gibi yetkilerden oluşmaktadır. 2- Egemenlik terimi devlet iktidarının kendisini değil, bu iktidarın bazı niteliklerini belirtir. Egemen iktidarın başlıca nitelikleri şunlardır; -Asli iktidardır. Egemen iktidar başka bir iktidardan türememiştir; bir başka iktidar tarafından kurulmamıştır. -egemen iktidar «en üstün» iktidardır. -egemen iktidar, «sınırsız» bir iktidardır. -tek ve bölünmez bir bütündür. -devir veya ferağ edilemez. *devletin Devamlılığı ilkesi: -Devlet içinde, hükümetlerin siyasal rejimlerin değişmesiyle devlet değişmez. -Devletin devamlılığı ilkesinin 3 sonucu vardır; 1-Anlaşmaların devamlılığı: belli bir dönemdeki yöneticilerin devlet adına yaptıkları uluslararası anlaşmalar, o yöneticiler değiştikten sonra da uluslararası hukuk bakımından devleti bağlamaya devam eder. 2-hukukun Devamlılığı: belli bir dönemdeki yasam organının yaptığı kanunlar, yürütme organının yaptığı düzenleyici işlemler veya bireysel işlemler, o yasama organını veya yürütme organını işgal eden kişiler değiştikten sonra da varlıklarını ve geçerliklerini korumaya devam ederler. -keza önceki rejimi devrim yolu ile deviren yeni bir rejim de eski rejim zamanında çıkarılmış kanunlar ve diğer işlemleri ilga etmedikçe, bu kanunlar ve işlemler yürürlükte kalmaya ve kişileri bağlamaya devam eder. -borçların Devamlılığı: belli bir dönemde, devlet adına yetkili organların aldığı gerek iç ve dış borçlar, gerek hükümet, gerek rejim değişikliklerinden sonra da varlıklarını sürdürür. Mevcut bir rejimi devrim yolu ile deviren yeni rejim, eski rejim döneminde devlet adına alınan gerek iç, gerek dış borçları hukuksal olarak inkar edemezler. 2- EGEMENLİK TEORİLERİ Egemenliğin kime ait olduğu sorusuna ilişkin olarak değişik teoriler ileri sürülmüştür. Bu teorileri şu şekilde gösterebiliriz. EGEMENLİK TEORİLERİ Teokratik Teoriler • 1-Doğaüstü İlahi hukuk Doktrini • 2- Providansiyel İlahi Hukuk doktrini Demokratik Teoriler • 1- Milli Egemenlik Teorisi • 2-Halk Egemenliği teorisi A- Teokratik teoriler -teokratik egemenlik teorisine göre egemenlik Tanrı’ya aittir. -bütün iktidarlar tanrı’dan gelir. -Aziz Paul «Romalılara mektup» adlı eserinde bunu «tanrı’dan gelmeyen iktidar yoktur» cümlesi ile ifade etmektedir. -Egemenliğin sahibi Tanrı olmakla birlikte, bunu yeryüzünde bilfiil kullanamayacağına göre , tanrı adına bu egemenliği yeryüzünde kullanacak insanlara ihtiyaç vardır. -Bu insanlar, yani egemenliğin yeryüzündeki «kullanıcıları» ya da «zilyetleri»nin kim olacağına ya da nasıl belirleneceğine ilişkin teokratik teorilerde bir görüş birliği yoktur. Bu konuda ileri sürülmüş iki teori vardır; 1- Doğaüstü İlahi hukuk Doktrini: bu doktrine göre, egemenlik hem Tanrı’dan gelir, hem de egemenliği yeryüzünde çeşitli ülkelerde kullanacak kişileri bizzat ve doğrudan doğruya tanrı seçer. -Dolayısıyla doktrine göre, krallar tanrı’nın seçtiği kişilerdir. -Kullandıkları egemenlik de doğrudan doğruya (aracısız) Tanrı’dan gelir. - O halde krallar, feodal beylere veya halka karşı değil, doğrudan doğruya Tanrı’ya karşı sorumludurlar. - Örneğin bu doktrin doğrultusunda 14. Lui, «iktidarın kaynağı halkta değil, Tanrıdadır. Ve Krallar Tanrının kendilerine verdiği iktidardan dolayı sadece tanrı’ya karşı sorumludur.» demiştir. 2- Providansiyel İlahi hukuk Doktrini -Bu doktrine göre, egemenlik tanrı’ya aittir. Ancak, egemenliği yeryüzünde kullanan kişiler doğrudan Tanrı tarafından seçilmemiştir. -Bu kişiler Tanrı’nın görünmez yön vermesi altında insanlar tarafından veya beşeri olaylar neticesinde seçilir. -Aquinalı Thomas, «bütün iktidar halk aracılığı ile tanrı’dan gelir» sözü ile bunu açıklamaktadır. -Bu doktrin daha sonraları Maistre (1752-1821)ve de Bonald (1754-1840) gibi fransız düşünürler tarafından Fransız devrimine karşı ileri sürülmüştür. - B- Demokratik Egemenlik teorileri -Bu teoriye göre, artık egemenlik Tanrı’ya değil, insanlara aittir. -yani egemenliğin kaynağı beşeridir. -Aslında demokratik egemenlik teorilerinin demokratik bir rejime yol açıp açmayacağı son derece tartışmalıdır. - O nedenle bu teoriye «beşeri egemenlik teorileri» adını vermek daha doğru olacaktır. - Ancak bu alanda «demokratik egemenlik teorileri» deyimi yerleşmiş bir deyim olduğu için bu terimi kullanmakta sakınca görmüyoruz. -Demokratik egemenlik teorileri de kendi içinde «milli egemenlik teorisi» ve «halk egemenliği teorisi» olmak üzere ikiye ayrılır. aa- Milli Egemenlik teorisi: Bu teoriye göre, egemenlik millete aittir. -Millet ise, kendisini oluşturan bireylerden ayrı ve onların üstünde yer alan manevi varlıktır. -bu anlamda millet, halk kavramından farklıdır. -Halk belli bir zamanda milli topluluğu oluşturan vatandaşlar kitlesine verilen addır. Millet ise sadece belli bir ülke üzerinde belli bir dönemde yaşayan bireyleri değil, aynı zamanda geçmişte yaşamış olanları ve gelecekte doğacak olanları kapsayan bir kavramdır. -Yani bugün yaşayanların dahil olduğu gibi, geçmiş ve gelecek kuşakları da millet kavramına dahildir. -O halde bu anlayışa göre egemenlik halka yani tek tek vatandaşlara değil; millete yani geçmişte yaşamış ve gelecekte doğacaklara da aittir. bb- Halk egemenliği Teorisi: Bu teoriye göre, egemenlik halka aittir. -Halk ise belirli bir anda hayatta olan vatandaşlar topluluğu demektir. -halk egemenliği teorisine göre, egemenlik halka yani halkı oluşturan tek tek her bireye aittir. -Bu nedenle, egemenlik bölünebilir bir şeydir. -Herkes oransal olarak egemenliğin bir miktarına bir parseline sahiptir. -örneğin J.J. Russo’nun «sosyal sözleşme» adlı eserinde 10.000 vatandaşın bulunduğu bir devlette her vatandaş egemenliğin onbinde birine sahiptir. II- DEVLETİN KÖKENİ HAKKINDA TEORİLER -Devlet neden ve nasıl ortaya çıkmıştır? -Devletin kaynağı hakkında çeşitli teoriler ileri sürülmüştür. Bunlar; 1-Aile Teorisi 2-Biyolojik teori 3-Kuvvet ve Mücadele teorisi 4-Ekonomik Teori 5- Sosyal Sözleşme teorisi 1- Aile teorisi -bu teoriye göre devlet, ailenin zamanla büyümesi ve aynı kandan gelen ailelerin birleşmesi ile meydana gelmiştir. -önce ailenin gelişmesi ile aileden daha büyük sosyal birlikler olan sülaleler (gens) meydana gelmiştir. -genslerin birleşmesi ile kabileler, kabilelerin birleşmesi ile devlet ortaya çıkmıştır. -Diğer yandan aile teorisi, devlet otoritesinin niteliğini ataerkil ailede , babanın aile üyelerinin üzerindeki otoritesi ile açıklar. -Ataerkil ailenin bütün üyeleri «aile babası» nın otoritesine sahiptir. -Ailenin zamanla büyüyüp, genişleyip devlet haline gelmesi ile babanın aile içindeki otoritesi de zamanla kralın otoritesi haline dönüşmüştür. -O halde, kralın devlet içindeki otoritesi, babanın aile içindeki otoritesi gibidir. -Babaya itaat edildiği gibi krala da aynı şekilde itaat edilmelidir. -Bu teoriyi Aristotales,Çiçero, Padovalı Marsilius, J.Bodin ile 20. yy. Amerikan hukukçu ve devlet adamlarından Woodrow Wilson savunmuştur. 2- Biyolojik Teori: buna organizmacı teori de denir. -Bu teoriye göre, devlet doğal ve biyolojik kanunlara göre diğer canlı varlıklar gibi kendiliğinden meydana gelen, büyüyen, gelişen ve zamanla yok olan bir organizmadır. -Organik bir birlik olarak devlet, tabiatın eseridir. -Devlet, insan tabiatının gelişmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. -Bu teoriye göre, insan organizması ile devlet organizması arasında büyük bir benzerlik vardır. -insan vücudunun organ ve işlevlerine tekabül eden organ ve işlevler aynen devlette de vardır. Örneğin insandaki beslenme, devlette üretimdir. -insan vücudundaki yağ birikiminin karşılığı devlette sermaye birikimidir. -İnsan vücudunda dolaşan kanın devlette karşılığı mal ve eşya dolaşımıdır. Bu teoriyi, Platon, Herbert Spencer ve alfred Espinas savunmuştur. 3- Kuvvet ve Mücadele teorisi -Bu teoriye göre, devlet, güçlüler ile zayıflar arasındaki kuvvet ve mücadeleden doğmuştur. -Devlet, güçlülerin zayıflar üzerinde zorla kurdukları bir baskı teşkilatıdır. -Bu teşkilat sayesinde, güçlüler zayıfları sömürmeye devam etmektedirler. -Hukuk da bu baskı ve sömürüye çanak tutmaktadır. -Kuvvet ve mücadele teorisi çok eski zamanlardan beri savunulmuş bir teoridir. -Bu teori savunucularından Oppenheimer’a göre devlet, kaynağını belirli sebeplerin etkisi altında meydana gelen mücadele, gasp ve yağmada bulur. -Dünya tarihinde devlet için, topluca yapılan mücadele gasp ve yağmadan başka bir neden ve kaynak yoktur. - Sosyolojik olarak devletin dış görünüşü tahakkümdür, iç görünüşü ise tebaaların efendiler zümresi tarafından ekonomik yönden sömürülmesidir. - 4- Ekonomik Teori: Marksizm -Bu teoriye göre, devlet ekonomik olayların sosyal ve siyasi olaylara hakim olması sonucunda meydana gelmiştir. -Ekonomik teorinin en önemli savunucusu, karl Marx’tır. -Marx’a göre, dünyayı ekonomik çıkarlar yönetir. -Marxist teori, üst yapı ve alt yapı kurumları arasında ayrım yapar. -Üst yapıyı, alt yapı belirler. -Alt yapıda «üretim biçimleri» bulunur. Devlet işte bu üretim biçimlerinin belirlediği bir üst yapı kurumudur. -Marxist teorinin temel kavramlarından birisi de «sınıf mücadelesi»dir. -marx’a göre tarih «sınıfların mücadelesi tarihidir» -tarihin her döneminde birbiri ile savaşan iki sınıf vardır. -Bu sınıflar, üretim araçlarının mülkiyetini ele geçirmek için savaşırlar. -Bu savaşı kazanan sınıfa «egemen sınıf» veya «sömüren sınıf», diğer sınıfa da «sömürülen sınıf» denir. -Egemen sınıf, üstünlüğünü ve sömürüyü sürdürebilmek için yani üretim araçları üzerindeki mülkiyetini devam ettirebilmek için zora başvurmak zorundadır. -bunun için bir baskı örgütüne ihtiyaç duyar ki, bu örgüt devlettir. -Devlet, egemen sınıfın sömürülen sınıf üzerindeki baskısının teşkilatlanmış halidir. -Devlet, üretim araçları sahiplerinin jandarmasıdır. -Devlet köleci toplumda köle sahiplerine, feodal toplumda derebeyine, kapitalist toplumda ise burjuvaziye hizmet edecektir. 5- Devletin kaynağını İnsan Aklına ve İradesine Dayandıran teori: Sosyal Sözleşme Teorisi -Bu teori, Hobbes, Locke ve Russo tarafından savunulmuştur. -Bu yazarlara göre, insanlar devletin oluşmasından önce «doğal yaşam» veya «tabiat hali» denilen bir dönemde yaşıyorlardı. -Ancak Locke’a göre cezalandırma hakkının kötüye kullanılmasından, hobbes’a göre kargaşa ve terör halinden kurtularak güvenliği sağlama ihtiyacından ve Russo’ya göre özel mülkiyetin ortaya çıkmasından, insanlar bu doğal yaşam halini kendi istekleri ile terk ettiler. -Doğal yaşam halini terk eden insanlar kedi aralarında toplum sözleşmesi aktettiler. -İşte devlet, doğal yaşam halinden çıkarken insanların düşünüp taşınarak ve bir sözleşme yaparak yarattıkları bir kurumdur. -o halde devlet insan aklının ve iradesinin bir ürünüdür. Teorilere İlişkin genel değerlendirme -bu teorilerin hepsinin eleştirilebilecek pek çok yönü vardır. -Bununla birlikte, bu teorilerin hepsi, devletin kökeni sorunun bir yönüne ışık tutmaktadır. -O nedenle bu teorilerin bilinmesi, devlet olgusunun anlaşılmasında oldukça önemlidir. DEVLET ŞEKİLLERİ -Monarşi ve Cumhuriyet -Monarşi ve Cumhuriyet arasında nasıl ve hangi ölçütlere göre ayrım yapılacağı konusu tartışmalıdır. -bu konuda çeşitli öneriler getirilmiştir. -Burada Leon Dugit’in önerdiği ölçütler ele alınacaktır. -Bu ölçüte göre; «devlet başkanının göreve geliş usulü» bu ayrımda esas alınmalıdır. -Duguit’e göre, bir devlette eğer devlet başkanı, bu makama veraset usulü ile yani ırsi olarak geliyorsa o devlet bir monarşidir. -Devlet başkanının, veraset usulü dışında bir usul ile makama geldiği devlet ise Cumhuriyettir. Görüldüğü gibi, Duguit’in anlayışında monarşi ve cumhuriyet birbirinin karşıtı kavramlar olarak tanımlanmıştır. -Devlet başkanlığı görevinin veraset dışı bir yol ile intikal ettiği her devlet cumhuriyettir. - -bu anlamda devlet başkanının seçimle ya da zor kullanarak işbaşına gelmesinin bir önemi yoktur. -Duguit bir monarşinin mutlak veya despotik olabileceği gibi bir cumhuriyetin de mutlak veya despotik olabileceğini ileri sürmektedir. I-MONARŞİ -Az önce belirttiğimiz gibi, monarşi, devlet başkanlığının ırsi olarak intikal ettiği devlet şekli olarak tanımlanmaktadır. -Ancak Monarşi de kendi içinde bazı ayrımlara tabi tutulmaktadır. A-Saltanat Haklarının Sınırlanmasına Göre monarşi çeşitleri a-Mutlak monarşi b-Meşruti Monarşi B-Hükümdarın Tahta Geçiş Biçimine Göre Monarşi Çeşitleri a-Irsi Monarşiler b- Seçimli monarşiler A-Saltanat haklarının Sınırlanmasına Göre Monarşi Çeşitleri a-Mutlak Monarşi: Hükümdarın saltanat haklarının kanuni bir sınırlamaya tabi tutulmadığı monarşi türüdür. -Diğer bir ifade ile, bu tür monarşide, hükümdar bütün iktidarı elinde toplar ve gücü onun yanında yer alan bir organın yani bir parlamentonun varlığı ile sınırlanmamıştır. -Ancak mutlak monarşiyi despotizm ile karıştırmamak gerekir. -Montesquieu’nun da belirttiği gibi, «monarşik bir hükümet tek kişinin ama önceden konulmuş ve tespit edilmiş kanunlara göre yönettiği bir hükümettir. -Despotizmde kuralı ve kanunu olmayan biri, her şeyi kendi iradesi ve kaprisi ile yönetir. -Günümüzde Avrupa’da mutlak monarşi kalmamıştır. -Mutlak monarşiden meşruti monarşiye önce İngiltere’de geçilmiştir (1689). -Daha sonraları diğer Avrupa ülkeleri meşruti monarşiye geçmiştir. -Bizde 1876’da Kanun-u Esasi ile meşruti monarşiye geçilmiş, 1878’de parlamento Abdülhamit tarafından tatil edilmiştir. -1908’de tekrar meşruti monarşiye dönülmüş, 1909 Anayasa değişiklikleri ile meşruti monarşi kuvvetlendirilmiştir. b-Meşruti Monarşi; -Fransızların «sınırlı monarşi» veya «anayasal monarşi» dedikleri şeye Türkçe’de «meşruti monarşi» denmektedir. -meşruti monarşi; hükümdarın saltanat haklarının kanuni bir sınırlandırmaya tabi tutulduğu monarşidir. -Başka bir deyişle, bu tür monarşide hükümdarın yanında, devlet iktidarını onunla birlikte paylaşan ve en azından bir kısmı halk tarafından seçilen bir organ bir parlamento vardır. -meşruti monarşide, hükümdar devletin tek organı değildir. -onun yanında parlamento gibi başka organlar da vardır. - Bu organların yetkilerini tespit eden ise hükümdar değildir. - Hükümdar da, bu organlar da yetkilerini anayasadan alırlar. - -Dolayısıyla meşruti monarşilerde hükümdar dahil, her organın yetkisini sınırlayan anayasa kuralları vardır. - -Avrupa’da 19. yy. dan itibaren mutlak monarşiler yerlerini meşruti monarşilere bırakmışlardır. - -Günümüzde Avrupa’da İngiltere, ispanya, belçika, hollanda, Danimarka, isveç, Lüksemburg ve Norveç’te meşruti monarşiler vardır. b- Hükümdarın Tahta Geçiş Biçimine Göre Monarşi Çeşitleri 1- Irsi Monarşiler: Bu monarşilerde, hükümdar tahta belirli bir hanedana mensup olmak, veraset sırasında belli bir yerde bulunmak ve belli bir takım şartları yerine getirmek suretiyle otomatik olarak çıkar. -Başka bir deyişle, tahtın sahibi veraset kurallarına göre belirlenir. -Çok çeşitli veraset kuralları vardır. -Bazı monarşilerde, usul-füru sistemi uygulanır. -Buna göre hükümdar ölünce, yerine çocuğu geçer. Usul-füru sisteminin de kendi içinde ayrımları vardır. -birden fazla çocuk varsa, genellikle en büyük erkek çocuk tahta çıkar. (primogenitur) -İkinci bir sistem civar(yan soy) sistemidir. -Bu sisteme göre, kardeşten kardeşe veya amcadan yeğene saltanat geçebilir. -Burada saltanat ailenin en yaşlı üyesine geçer. -Buna seniorat veya ekber evlat sistemi denir. 2- Seçimli Monarşiler -bu tür monarşilerde hükümdar saltanat hakkını seçimle kazanır. -Hükümdarı devletin ileri gelenleri seçer. -Ancak seçimli monarşi yine de bir cumhuriyet değil, monarşidir. -Çünkü seçilen kral, ömür boyu görevde kalır ve genellikle o ölünce tekrar seçim yapılmaz, çocuğu tahta geçer. -Böylece seçimli monarşi, ırsi monarşiye dönüşür. -Seçimli monarşi ender görülen bir monarşidir. - -Hükümdarın seçimle işbaşına gelmesi, ya tahta irsen geçecek kimsenin bulunmaması veya tahta geçmeye hakkı olan birden fazla kişinin bulunması ya da hanedana mensup bir varisin kalmaması durumunda görülür. -Bu durumda iktidara kimin geçeceği yolunda devletin ileri gelenlerinin oyuna başvurulur. MONARŞİNİN DEĞERİ -Öncelikle belirtilmelidir ki, monarşiler demokrasiye aykırı devlet şekli olmak zorunda değildirler. -İngiltere, Belçika, Danimarka, isveç ve Norveç gibi monarşiler dünyanın en eski ve köklü demokrasileri arasında yer alır. -Ancak bir monarşinin demokrasi ile bağdaşmasının ilk şartı, kralın siyasette aktif bir rol almaktan çekilmeyi kabul etmiş olmasıdır. -Rose/Kavanagh ‘ın gözlemlerine göre, kralın siyasi iktidarı kullanmayı sürdürmek istediği ülkelerde monarşiler yıkılmıştır. -Demokratik monarşilerde, Thiers’ın ünlü formülüne göre, «kral saltanat sürer ama yönetmez». -Yani kral siyasal yönetimi belirlemez. -Siyasal yönetim, sorumlu olan hükümete aittir. -Kral saltanat sürdüğüne ama yönetmediğine göre, kralın varlığı demokrasi ile tamamen uyum içindedir. -Siyasi iktidarı kullanmaktan vazgeçmesi şartıyla, kralın varlığının demokrasi bakımından yararlı olduğu ve dolayısıyla monarşilerin cumhuriyetlere nazaran demokratik rejim bakımından bazı avantajlarının olduğu da ileri sürülmektedir. Buna göre kral siyaset dışı, sınıflar ve partiler üstü, tarafsız bir devlet başkanıdır. -Kral devletin devamlılığının sembolüdür. -Kral ulusal bütünlüğü sağlayıcı bir unsurdur. -kral siyasal mücadeleyi yumuşatıcı, uzlaştırıcı bir unsurdur. II- CUMHURİYET -Anayasa hukuku doktrininde, cumhuriyetin hukuksal tanımı üzerinde görüş birliği yoktur. -Bazı yazarlar cumhuriyet kavramını monarşinin karşıtı olarak dar bir anlamda tanımlarken -bazıları da cumhuriyeti demokrasi ile özdeş tutarak geniş anlamda tanımlarlar. A- Dar anlamda Tanım: Cumhuriyet Monarşinin tersidir. -Duguit’e göre, devlet başkanının veraset dışındaki bir yöntemle işbaşına geldiği devlet bir cumhuriyettir. B- Geniş Anlamda Tanım: Cumhuriyet=Demokrasi -Buna karşılık doktrinde cumhuriyet kavramının geniş anlamda tanımlanması gerektiğini savunanlar da vardır. -Bunlar cumhuriyeti, demokratik düzenin temel prensipleri içine alan geniş bir kavram olarak düşünürler. -bu anlayışta, cumhuriyet sadece monarşinin tersi değil, aynı zamanda demokrasinin de eş anlamlısıdır. -fransız anayasa hukuku tarihinde bunu en açık savunan yazar, maurice hauriou’dur. -Bu hukukçuya göre, cumhuriyet tamamen seçime bağlı bir hükümet şeklidir. -Dahası yazara göre, cumhuriyet seçilmiş yöneticilerin ömür boyu değil sadece belli bir zaman için görevde kalmasını gerektirir. -Bu şart sayesinde Cumhuriyet, milli egemenliğin en iyi şekilde gerçekleştiği hükümet şekli haline gelir. - Böylece cumhuriyet, milli egemenlikle ve dolayısıyla demokrasi ile özdeştir. DEĞERLENDİRME: -Gözler’e göre, dar anlamda Monarşi ve cumhuriyet tanımları doğrudur. -Monarşinin ve cumhuriyetin tanımlanmasında mutlakiyet, despotizm, demokratiklik gibi unsurlar, bir tanım unsuru olarak kullanılamaz. -bunlar monarşinin de cumhuriyetin de özelliği olabilirler. -Yani bir monarşi anti demokratik olabileceği gibi demokratik de olabilir. -bu önermenin doğruluğunu örneklerle kanıtlamak çok kolaydır. -Örn. Suudi Arabistan gibi pekçok devletin anti demokratik birer monarşi olduğunu kolayca söyleyebiliriz. -Ancak bir monarşi demokratik de olabilir. -Lijphart’ın demokratik olarak kabul ettiği 21 ülkeden 10’u cumhuriyet, 11’i ise monarşidir. -Avusturalya, Belçika, İngiltere, Danimarka vb. gibi uzun ve köklü demokrasilere sahip devletler bir cumhuriyet değil, monarşidir. -örneğin, SSCB, Saddam dönemi Irak, ve Kaddafi dönemi Libya birer anti-demokratik cumhuriyetti. -fakat bir cumhuriyet demokratik de olabilir. Örn. Almanya, ABD,Avusturya, Fransa, Finlandiya, İrlanda, İsviçre, İtalya, izlanda. -yine bir başka bilimsel tespite göre, dünya üstünde 101 Cumhuriyetten sadece 22’si yerleşik demokrasidir. -Buna karşılık 25monarşinin 13’ü yerleşik demokrasidir. -görüldüğü gibi cumhuriyet ile demokrasi arasında olmazsa olmaz bir bağlantı yoktur. -Bir cumhuriyet demokratik olabileceği gibi, anti demokratik de olabilir. -Yine monarşi ile demokrasi arasında da bir bağlantı yoktur. -O halde Dugit’in monarşi ve Cumhuriyet tanımları ampirik olarak doğrulanmaktadır. DEVLET ŞEKİLLERİ Üniter Devlet-Bileşik Devlet -Devletler yapılarına göre, “üniter devlet” ve “bileşik devlet” olmak üzere 2’ye ayrılır. -Bileşik devletler de kendi içinde “devlet birlikleri” ve “devlet toplulukları” olmak üzere 2’ye ayrılırlar. -”devlet birlikleri” de “şahsi birlik” ve “federasyon” olmak üzere 2’ye ayrılır. Devlet şekilleri • Üniter Devlet • Bileşik Devlet A-Devlet Birlikleri -Şahsi Birlik -Hakiki Birlik B- Devlet Toplulukları -Konfedarasyon -Federasyon I- ÜNİTER DEVLET -Bu devlete “tek devlet” veya “basit devlet” de denir. -Danimarka, Fransa, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsrail, Norveç,Portekiz ve Türkiye gibi devletler birer üniter devlettir. -Üniter devlet, devletin ülke, millet ve egemenlik unsurları ve keza yasama, yürütme ve yargı organları bakımından teklik özelliği gösteren devlet şeklidir. -O halde üniter devlet,i, devletin unsurlarında ve organlarında teklik özelliği ile tanımlayabiliriz. *Devletin Unsurlarında Teklik -Devlet, ülke, millet ve egemenlik unsurlarından oluştuğuna göre, üniter devlette tek ülke, tek millet ve tek egemenlik vardır. -Diğer bir ifade ile üniter devlet, tek bir ülke üzerinde, tek bir milletin , tek bir egemenliğe tabi olduğu devlet şeklidir. -Bu nedenle üniter devlette, devleti oluşturan unsurlar tek ve bölünmez bir bütündür. a- üniter devlette, devletin ülkesi tek ve bölünmez bir bütündür -Ancak bu ülkenin idari bölünme şekli olarak “il” ve “ilçe” gibi bir takım bölümlere ayrılamayacağı anlamına gelmez. -Bu tip bir idari bölünmede, bölümlerin, devletin ana yargı ve yasama yetkisinden ayrı bir yargı ve yasama yetkisi yoktur. -Bu il ve ilçelerin hepsi aynı egemenliğe tabidir. -Bunların hepsinde aynı anayasa ve aynı yasalar kısacası aynı hukuk düzeni uygulanır. b-Üniter devlette, millet unsuru da tek ve bölünmez bir bütündür. -Millet teşkil eden insanların, milleti oluşturmalarında din, dil, etnik grup vb. bakımından ayrım yapılamaz. -Üniter devlette “toplumlar” veya “cemaatler” temelinde egemenlik yetkilerinin kullanılmasında ayrı egemenlik alanlarına izin verilmez. -Üniter devlette sadece yer bakımından federalizme değil, az sonra açıklayacağımız cemaatler veya etnik temelli federalizme yani “korporatif federalizm”e de karşıdır. c- son olarak üniter devlette egemenlik tek ve bölünmez bir bütündür. -tek olan egemenliğin sahası bütün ülkedir. -Bu egemenliğe tabi olan de bütün millettir. -Egemenliğin kaynağı bakımından da ayrım yapılamaz. *Devletin organlarında Teklik -Üniter devlette, devletin ülke, millet ve egemenlik unsurlarında teklik olduğu gibi, devletin yasama, yürütme ve yargı organları bakımından da teklik söz konsudur. a- üniter devlette tek yasama organı vardır. -Ülkenin bütünü için geçerli kanunlar, merkezde bulunan tek yasama organı tarafından yapılır. Örn. Türkiye’de tek yasama organı Ankara’da bulunan TBMM’dir. b-Üniter devletin yargı organı da üniter niteliktedir. -Şüphesiz yargı organı üniter devletlerde de mahiyeti gereği birçok mahkemeden oluşur. -Ancak, ülkenin her yerinde aynı tür mahkemeler vardır ve bunların üst mahkemeleri aynıdır. -bir üniter devlette, birden fazla ceza mahkemesi, birden fazla idare mahkemesi olabilir. -Ama iki tane Yargıtay, iki tane Danıştay olmaz. c- Üniter devlette, yürütme organı ve yetkisinde de esas itibarıyla bir bütünlük vardır. -Üniter devletin yürütme organının tepesinde, parlamenter hükümet sistemlerinde başbakan, bakanlar kurulu ve bakanlar, başkanlık sisteminde başkan bulunur. -Yürütme yetkisinin sahibi bu kurumlardır. -Ancak büyükçe bir ülkede, bütün yürütme ve idare yetkisinin başkan, başbakan ve bakan gibi birkaç kişi tarafından kullanılması mümkün değildir. -O nedenle başkan, başbakan ve bakanlar yürütme görevi için geniş bir teşkilata ihtiyaç duyar. -İşte bu teşkilata “idare” denir. Üniter Devletin İdari Teşkilatı • Merkezi İdare • Başkent Teşkilatı (devlet Başkanı,Başbakan, Bakanlar kurulu, Bakanlar) • Taşra Teşkilatı (İller “valiler”/ilçeler “kaymakamlar”) • Mahalli İdareler (yerel Yönetimler) İl Özel İdareleri Belediyeler Köyler 1- Üniter Devletin Merkezi idaresi -Üniter devletin merkezi idaresi, başkent teşkilatı ve taşra teşkilatı olmak üzere ikiye ayrılır. -merkezi idarenin başkent teşkilatında, devlet başkanlığı, başbakanlık, bakanlar kurulu ve bakanlıklar bulunur. -Ancak büyükçe bir ülkede bütün yürütme ve idare yetki ve görevlerinin başkentte oturan bu sınırlı sayıda kişi tarafından yerine getirilmesi mümkün değildir. -O nedenle, üniter devletin merkezi idaresi başkent teşkilatının dışında bir de taşra teşkilatına ihtiyaç duyar. -İşte bu nedenle üniter devletlerde başkent teşkilatı dışında, tüm ülkeye yayılmış ayrı bir teşkilat vardır. -Bu teşkilata “merkezi idarenin taşra teşkilatı” denir. -örneğin, Türkiye’de iller ve ilçeler merkezi idarenin taşra teşkilatı içinde yer alır. -üniter devletin merkezi idaresi kendi içinde başkent ve taşra teşkilatı olarak ikiye ayrılsa da, merkezi idare bir bütündür. Çünkü 1- başkent ve taşra teşkilatları aynı tüzel kişilik içinde yer alır. 2- üniter devletlerde merkezi idarenin taşra teşkilatı merkezin bir uzantısı konumundadır. Taşradaki görevliler (örn. Valiler ve kaymakamlar) halk tarafından seçilmezler , doğrudan doğruya merkez tarafından atanırlar ve görevden alınırlar. 3- üniter devletlerde, başkent teşkilatının taşra teşkilatı üzerinde hiyerarşi yetkisi ( emir ve talimat verme, işlemleri iptal etme, disiplin vs.)vardır. 2- Üniter Devlette Mahalli İdareler (yerel Yönetimler) -Üniter devletlerde, insanların sırf belirli bir yerde oturmalarından kaynaklanan ortak ihtiyaçlarını karşılamak üzere, merkezi idarenin dışında, kendine özgü tüzel kişiliği bulunan, belli bir özerkliğe sahip olan, karar organları orada oturan seçmenler tarafından seçilen kamu tüzel kişileri kurulmuştur. -Bunlara mahalli idareler denir. Örn. Türkiye’de il özel idareleri, belediyeler ve köyler birer mahalli idaredir. -mahalli idarelerin özellikleri şunlardır; a- merkezi idarenin sahip olduğu kamu tüzel kişiliği dışında ayrı bir kamu tüzel kişiliğine sahiptir. b- mahalli idarelerin hepsi belli ölçüde “özerk”tirler.merkezi idarenin hiyerarşisine tabi değildirler. c- merkezi idareden ayrı kendine has malvarlıkları ve bütçeleri vardır. d- mahalli idarelerin karar organları (belediye meclisleri, köy ihtiyar heyetleri) ve keza çoğunlukla baş yöneticileri (belediye başkanları, muhtarlar) seçimle işbaşına gelir. e- Mahalli idarelerin kendine has personeli vardır. Bu personel merkezi idarenin hiyerarşisine tabi değildir. Görüldüğü gibi üniter devlette, merkezi idarenin dışında kendilerine mahalli idareler denilen kuruluşlar vardır. -Ancak üniter devletlerde mahalli idarelerin olması, bu devletlerin üniter niteliğine ve keza bu devlette idarenin bütünlüğü ilkesine aykırı değildir. Çünkü, a-mahalli idarelerin (il özel idaresi, belediye, köy) yasama ve yargı yetkileri yoktur.sadece bazı idari yetkileri vardır.Bu kuruluşlar idari kuruluşlardır. b-mahalli idarelerin varlığı ve yetkileri, kendilerinden değil, merkezi idarenin iradesiden kaynaklanır.Merkezi idare mahalli idareleri kanunla kurar istediğinde de kanunla bunların varlığına son verir. Merkezi idare, belli bir dönem kanunla mahalli idarelere verdiği bir yetkiyi daha sonra başka bir kanunla geri alabilir. Üniter devletin üniter devlet olmaktan çıkması için mahalli idarelere anayasayla yetki devrinin yapılmış olması ve mahalli idarelere anayasanın değiştirilmesi sürecine katılma yetkisinin verilmesi gerekir. -Anayasayla güvence altına alınan bir şekilde mahalli idarelere yetki transferi yapılmadıkça, yerel yönetimlere ne kadar çok yetki verilirse verilsin, ortada bir üniter devlet modeli vardır. c- mahalli idareler, merkezi idare karşısında belli derecede özerk olsalar da, merkezi idarenin mahalli idareler üzerinde “idari vesayet” yetkisi vardır. -Bunun anlamı, merkezi idarenin belli şartlar altında, mahalli idarenin işlemleri üzerinde sınırlı bir denetim yetkisine sahip olabilmektedir. İşte bu nedenlerden dolayı üniter devletlerde mahalli idarelerin bulunması bu devletlerin üniter niteliğini bozmamaktadır. II-BİLEŞİK DEVLET Bileşik devlet, iki veya daha fazla devletin sıkı veya gevşek bağlarla birleşmelerinden meydana gelmiş bir devlet çeşididir. -Bu devlette, yasama, yürütme ve yargı organlarına sahip ayrı devletler vardır. -Bileşik devletlerde birden fazla anayasa, birden fazla hukuk düzeni yürürlüktedir. -Bileşik devletler kendi içinde “devlet birlikleri” ve “devlet toplulukları” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. A- Devlet birlikleri -Devlet birlikleri, iki ayrı devletin, ayrılıklarını az çok koruyarak birleşmesinden meydana gelir. -devlet birlikleri de “şahsi birlik” ve “hakiki birlik” olmak üzere ikiye ayrılır. 1- şahsi birlik: İki veya daha fazla monarşik dvletin başına aynı hükümdarın geçmesi ile olur. -Yani aynı şahıs iki ayrı devletin de kralı olursa şahsi birlikten söz edilir. -Örn. 1714-1737 arasında İngiltere ile Hanover arasında, 1815-1890 arası Hollanda Lüksemburg arasında şahsi birlik olmuştur. -Günümüzde şahsi birliğe örnek yoktur.Şahsi birliği oluşturan iki devlet arasındaki tek birlik kralın şahsı bakımındandır. -Kralın şahsı dışında tüm diğer alanlarda bu iki devlet, birbirinden ayrı devletler olarak varlığını sürdürür. -Her iki devlet de gerek iç işleri, gerek dışişleri bakımından bağımsızdır. --Her iki devlet de kendine has yasama, yargı ve yürütme organına sahiptir. - Şahsi birlik geçicidir. -Evlenme ya da veraset nedeniyle iki ülke hükümdarlığının aynı kişide birleşmesi sonucu oluşur ve genellikle bir süre sonra ortak hükümdarın ölümüyle sona erer. 2- Hakiki Birlik:-hakiki birlik, temelde bir şahsi birlik olmakla birlikte, şahsi birlikten daha ileri bir aşamadır. -Birden fazla devletin, içişlerinde bağımsızlıklarını koruyarak dış ilişkileri bakımından bir devlet oluşturacak şekilde birleşmelerinden meydana gelir. -Hakiki birliği oluşturan devletlerin her birinin kendi anayasaları, kendi kanunları, kısacası kendi hukuk düzenleri, kendi yasama, yürütme ve yargı organları vardır. -her bir devlet, kendi içinde egemen bir devlettir. -Ancak, birliğin oluşturan devletler dış ilişkiler bakımından bağımsız değildirler. -Bu devletlerin dış ilişkileri birlik tarafından yürütülür. -Bu devletlerin uluslar arası hukuk bakımından ayrı birer kişilikleri yoktur. -Hakiki birliği oluşturan devletlerde, devlet başkanlığı makamı ortaktır. -Keza dış işleri ve savunma bakanlıkları da ortak olabilir. Hakiki birliğin günümüzde örneği yoktur. -Tarihsel olarak Norveç-İsveç birliği (1815-1905), Avusturya-Macaristan İmp.(1867-1918) örnek olarak verilebilir. B- DEVLET TOPLULUKLARI -Devlet toplulukları da, iki veya daha fazla devletin bir araya gelmesi oluşturdukları birleşik devletlerdir. -Devlet toplulukları kendi içinde “konfedarasyon” ve “federasyon” Olmak üzere 2’ye ayrılır. 1- Konfederasyon: Birden fazla bağımsız devletin uluslar arası hukuki kişiliklerini muhafaza etmek şartıyla belli bir amaçla, özellikle ortak savunma sağlamak amacıyla, kurdukları bir devlet topluluğu şeklidir. -Konf. Bir uluslaarası anlaşma ile kurulur. -Konf.’a Anlaşma ile girildiğinden Konf.na üye devletin Konf.’dan istedikleri zaman çıkabilecekleri kabul edilir. -yani üye devletlerin “ayrılma hakkı” vardır. -konf.oluşturan devletler (konfedere devletler), gerek iç gerek dış ilişkileri bakımından bağımsız birer devlet olma niteliklerini korurlar. -Konf. Bir devlet olarak görmek mümkün değildir. -Konf.nun tüzel kişiliği yoktur. -Konf.’nun Konfedere devletlerin üzerinde bir zorlama gücü yoktur. -Konf.nun tek organı “diyet” ismi verilen bir meclistir. -bu mecliste konfedere devletlerin delegeleri vardır. -Diyet meclisi, genellikle bu delegelerin oy birliği ile karar alabilir. -Diyette alınan kararlar doğrudan konfedere devletlerde geçerli değildir. -Diyet meclisinin kararlarının her konfedere devlet tarafından ayrıca onaylanması gerekir. -Konfederasyonun en eski örneği, İsviçre Konfederasyonudur. -Bu konf., 1848’de federasyon halini almıştır. -İsviçre’nin bugünkü resmi ismi de bu tarihsel nedenlerle “helvetya Konfederasyonu”’dur. -ABD de bir federal devlet haline gelmeden önce 1776-1787 yılları arasında bir konfederasyondu. -1815-1866 arası Almanya da konfederasyondu. -Bu nedenle genellikle Konfederasyon, federasyona geçişte ilk aşamadır. -Günümüzde konfederasyon olarak kabul edilen bir devlet topluluğu yoktur. -Konf. Geniş anlamda ele alınarak Britanya Uluslar Topluluğunu; NATO’yu konfederasyon benzeri topluluk olarak değerlendirenler vardır. -1991 yılında SSCB’nin dağılmasından sonra kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu da büyük ölçüde Konf.’a benzemektedir. 2-Federasyon (Federal Devlet) Şahsi birlik,hakiki birlik,konfederasyon daha ziyade tarihsel şekiller olmasına rağmen,federasyon günümüzde de yaygın olarak görülen bir devlet şeklidir. Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Kanada, Avusturya, İsviçre, Avustralya en bilinen federal devletlerdir. Yeni federal devletlere örnek olarak Rusya Federasyonunu gösterebiliriz. a) Tanım ‘’Federasyon (federation)’’ veya ‘’federal devlet (federal state, Etat federal)’’i bir cümlede tanımlamak oldukça güçtür. -Onun özelliklerini aşağıda sayacağız. Ama başlangıç olarak şöyle bir tanım yapabiliriz: Federasyon, kendi içlerinde belli bir özerkliği koruyarak iki veya daha fazla devletin aynı merkezi iktidara tabi olmak suretiyle oluşturduğu bir devlet topluluğudur. Federasyonda ‘’federal devlet’’ ve ‘’federe devletler’’ olmak iki tür devlet vardır. Federe devletler, ‘’devlet (state)’’, ‘’eyalet’’, ‘’kanton (canton)’’, ‘’Lander’’ gibi isimler verilir. Bunlar federasyonun ‘’üye birimleri’’ veya ‘’kurucu birimleri’’dir. Federasyonda federe devletler de, federal devlet de birer ‘’devlet’’tir. Federe devletler birer devlettir; çünkü, bunların her birinin kendisine mahsus bir ülkesi, kendisine mahsus bir halkı ve belli alanlarda sınırlandırılmış olmakla birlikte kendisine mahsus bir egemenliği vardır. • Federal devlet de, bir ‘’devlet’’tir; çünkü, federal devlet de, bir ülkeye (ki bu ülke federe devletlerin topraklarından oluşmaktadır); bir insan topluluğuna (ki bu topluluk, federe devletlerin ahalisinin bütününden oluşmaktadır) ve bir egemenliğe sahiptır. • Federal devlet, federe devletlerin ülke ve insan unsuru üzerinde kuruludur; ancak, federal devlet, kendisini oluşturan bu federe devletlerden ayrı bir devlettir. Federal devlet ve federe devletler ayrı tüzel kişiliklere sahiptir. -Federasyonda iki ayrı tür devlet olduğuna göre, aynı ülke ve insan topluluğu iki ayrı devlet egemenliğine ve dolaysıyla hukuk düzenine tabidir. • KONFEDERASYON • Kaynak:UA Anlaşma ile kurulur. • Bağın Niteliği:Üye devletler arasındaki bağ akdidir. • Ayrılma Hakkı: Üye devletler, üyelikten çıkabilir • UA Kişilik: üye devletlerin ua kişiliği vardır. • Dış İlişkiler: Üye devletler bağımsızdır. • Konf.üye devletler üzerinde zorlama yetkisi yoktur. • Sadece üye devletlerin vatandaşlığı vardırç • • • • • FEDERASYON Anayasa ile kurulur Anayasal niteliktedir. Ayrılma hakkı yoktur. Sadece federal devletin ua kişiliği vardır. • Federe devletler federal devlete bağlıdır. • Federal devletin zorlama gücü var. • İki vatandaşlık var. Federal vatandaşlık+Federe vatandaşlık) • • • • ÜNİTER DEVLET Tek devlet Tek Hukuk düzeni Tek Yasama Yürütme ve Yargı organı • Merkezi idare ile yerel idareler arasındaki yetki paylaşımı kanun ile yapılır. • FEDERAL DEVLET • İki devlet var: federal devlet ve birden fazla federe devlet. • İki hukuk düzeni var: federal hukuk ve federe hukuk • İki tür organ var: federal yasama, yürütme ve yargı; federe yasama, yürütme ve yargı. • Federe devlet ile federal devlet arasındaki yetki paylaşımı anayasa ile yapılır. b) Federalizmin Özellikleri Arend Lijphart,federalizmi, merkezi yönetim ile federasyonun kurucu birimleri (federe devletler, eyaletler) arasında anayasayla güvence altına alınmış yerel düzeyde bir yetki paylaşımı olarak tanımlamaktadır. Daha kısa bir ifadeyle federalizm, ‘’merkezi ve bölgesel yönetimler arasında güvenceli bir iktidar bölüşümü’’ demektedir. 1.Yetkilerin Yerel Bölüşümü- Bu tanımda altı çizilmesi gereken özelliklerden birincisi, söz konusu yetki bölüşümünün yerel düzeyde yapılmış olmasıdır. Diğer bir ifadeyle, federasyonun kurucu bilimleri coğrafi olarak tanımlanmaktadır. Yani, federalizmde, mekansal veya yerel bir yetki paylaşımı söz konusudur. Aşağıda ‘’korporatif federalizm’’ başlığı altında ayrıca göreceğimiz gibi, cemaatler bazında yetki paylaşımının düşünüldüğü bir federalizm, yani yerelolmayan federalizm mümkün değildir. 2.Yetkilerin Güvenceli Bölüşümü: Yazılı ve Katı Anayasa ile Anayasanın Değiştirilmesinde Federe Devletlerin Rızalarının Alınması Zorunluluğu.Ferderalizmin ikinci temel özelliği, merkezi yönetim ile federasyonun kurucu birimleri arasındaki yetki bölüşümünün güvenceli olmasıdır. Bu güvence yazılı ve katı anayasa ile sağlanır. Merkezi yönetime ve bölgesel yönetimlere verilen yetkiler anayasada sayılmalı ve bölgesel yönetimlere verilen yetkilerin merkezi yönetim tarafından geri alınmayacağı yine anayasada belirtilmelidir. Her federal devlet bir yazılı anayasaya sahiptir. Yazılı anayasa, federalizmin zorunlu bir özelliğidir. Diğer yandan, federal anayasanın kurucu birimlerin rızası olmaksızın değiştirilememesi gerekir. Aksi taktirde, federal Anayasa federal yasama yasama organı tarafından değiştirebiliyorsa, yetki bölüşümünün anayasa ile yapılmış olmasının pek bir anlamı olmayacaktır. Zira bu taktirde federal devlet, federe devletlere verilmiş yetkileri anayasayı değiştirerek geri alabilir. Onun için federal sistemlerde, federal anayasanın değiştirilmesi usûlünde federe devletlerin onayı da aranmaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri Anayasasına göre (m.5), anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girebilmesi için federe devletlerin dörtte üçünün onayı gerekir. 3. Yetki Bölüşümü Usûlü.-Federalizmde yetkilerin federal devlet ile federal devletler arasında anayasa ile paylaştırıldığını yukarıda söylemiştik. Bu konuda iki sistem uygulanır: a) Federal Devletin Yetkilerini Sayma.-Birinci sistemde federal devletin yetkileri tek tek sayılır (bu yetkilere ‘’sayılmış yetkiler (enumerated powers, competences enumerees)’’ denir) ve bu yetkilerin dışındakiler (bunlara ‘’bakiye yetkiler,(residual powers,competences residuelles)’’ denir) federe devletlere bırakılır. Bu sistemde, federe devletlerin yetkisi, ‘’genel yetki (general power,comepetence de droit commun)’’; Federal devletin yetkisi ise ‘’istisnaî yetki (competence d’exception)’’ veya ‘’verilmiş yetki (attributed power,competence d’attribution)’’ niteliğindedir. Bu sistem, federe devletlerin lehinedir. Bu sisteme örnek olarak Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İsviçre gösterebilir. Bu Devletlerin Anayasaları, federal devletin yetkilerini saymış, geriye kalan yetkileri federe devletlere vermişler ve ayrıca federe devletleri genel yetkili olduğu kuralını koymuşlardır. b) Federe Devletlerin Yetkilerini Sayma.-İkinci sistemde anayasada federe devletlerin yetkileri tek tek sayılır bu yetkilerin dışında kalan yetkiler (bakiye yetkiler) federal devlete bırakılır. Bu sistemde, federal devletin yetkisi genel, federe devletlerin yetskisi ise istisnaî niteliktedir. Bu sisteme örnek olarak Kanada gösterilebilir. Kanada Anayasasında federe devletlere verilen yetkiler dışında kalan konularda federal yönetimin yetkili olduğu belirtmiştir (m.91). 4.Yetki uyuşmazlıklarının Yargısal Çözümü: Federal Yüksek Mahkemenin Gerekliliği.- Federalizm, federal devletler ile federe devletler arasında bir yetki bölüşümü olarak tanımlandığına göre, bir federal sistemde, gerek federal devlet ile federe devletler arasında, gerekse federe devletlerin kendi arasında yetki uyuşmazlıklarının ortaya çıkması kaçınılmazdır. İşte bir yetki uyuşmazlığının ortaza çıkması durumunda, bir federal devlet kendi iradesini federe devletlere veya federe devletlerden biri kendi iradesini diğer federe devletlere empoze edebiliyorsa, federalizm ortadan kalkar. Bu ihtimale yol açmamak için,federal sistemde, yetki uyuşmazlıklarının yargısal çözümünün öngörülmüş olması gerekir. İşte bu nedenle federal devletlerin hepsinde yetki uyuşmazlıklarını çözmekle görevli bir federal yüksek mahkeme vardır. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinde Federal Yüksek Mahkeme (Supreme Court of the United States), Almanyada Federal Anayasa Mahkemesi (Das Bundesverfassungsgericht) böyledir. 5.Federe Devletlerin Federal Yasama Organında Temsili: İki-Meclislilik ve İkinci Mecliste Eşit Temsil İlkesi.- Federal sistemlerde, federe devletler federal devletin yönetiminde katılır. Federe devletlerin arasında eşitlik ilkesi geçerli olduğuna göre, bu katılmada da eşitlik esası geçerlidir. Federe Devletler federal devletlerin yönetimine katılması, federe devletlerin federal yasama organında temsil edilmeleri şeklinde ortaya çıkar. Bunun için, her federal devletin yasama organı iki-meclislidir. Bu meclislerden birincisi (örneğin ABD’de Temsilciler Meclisi) genel olarak bütün federe devletlerin halkını, ikincisi ise (Örneğın ABD’de Senato) federe devletleri temsil eder. Birinci meclisi (öneğin Temsilciler Meclisi) bütün halk seçtığı için, bu mecliste, her federe devlet, kendi nüfusları oranında temsil edilir. Ancak, federe devletlerin eşitliğini sağlamak üzere, ikinci meclise (örneğin Senato) federe devletler eşit olarak katılır. Yani, federe devletler, aralarında nüfus ve toprak bakımından büyüklülük farkları ne olursa olsun, ikinci mecliste eşit olarak temsil edilir. Örneğin ABD’de Senatoda her eyalet iki senatör ile temsil edilir. Keza, İsviçre’de her kanton, Kantonlar Konseyine iki temsilci gönderir. Avustralya’da federal devletler Federal Meclise onar temsilci gönderir. 6. Eşit-İki Meclislilik -Federe devletler arasında eşitlik ilkesi geçerlidir. -Bu eşitlik ilkesi esas olarak federe devletlerin ikinci meclislerde eşit temsil edilmeleri ile sağlanır. -Bu nedenle ikinci meclisin göstermelik olmaması, önemli ve işlevsel yetkilere sahip olması özellikle yasa yapım sürecinde bu meclisin de söz sahibi kılınması gerekir. -Bu düşünce tarzı uygulamaya da yansımıştır. -Birinci ve ikinci meclisin yetkileri birbirine yakın ya da eşittir. c- Federal Devletlerin Kurulması -Federal devletler “birleşme” ya da “ayrılma” olmak üzere iki farklı yoldan meydana gelirler. 1- Birleşme Yolu ile federalizm: Başlangıçta birbirinden ayrı olan üniter devletler, birleşerek federal devleti meydana getiriler. -Üniter devletten federal devlete geçiş aşamasında öncelikle bir “konfederasyon” meydana getirir sonrasında “federasyon”a dönüşürler. -Örn. ABD ve İsviçre birleşme yolu ile meydana gelmiş federal devletlerdir. 2- Ayrılma Yolu ile Federalizm: Başlangıçta üniter nitelikte olan bir devletin, bazı bölge ya da illerinin ayrılması sonucunda oluşur. -Ayrılan birimler ayrı bağımsız bir devlet kurmak yerine yeni oluşan federal devletin federe devlet olurlar. -Bu şekilde eski üniter devlet federal devlete, eski üniter devletin il ya da bölgeleri de federe devlete dönüşür. -Örn. 1918’de Avusturya-Macaristan İmp.’nun dağışmasının ardından Avusturya federal devlete dönüşmüştür. -Rusya 1924’te Sovyetler Birliğine dönüşmüştür. HÜKÜMET SİSTEMLERİ -Hükümet sistemleri, kuvvetlerin ayrılığı ya da birliğine göre tasnif edilir. I-Kuvvetler Ayrılığı teorisi: Bu teorisi, klasik anayasa hukukunun temel konularından birisidir. -Bu teorisi Montesquieu ile anılsa da, kökenleri İngiltere tarihinde bulunur. -İngiltere’de yasama ve yürütme kuvvetlerinin ayrılığı 1066 ila 1689 Haklar Birlidirisi arasındaki tarihsel kesitte yavaş yavaş gerçekleşmiştir. -Başlangıçta kralın danışma kurulu olan “magnum Consilium” adlı meclis, adım adım vergiye rıza gösterme ve kanun yapma yetkisini ele geçirerek yasama organı haline dönüşmüştür. Locke, kuvvetler ayrılığı ilkesini il dile getiren düşünürdür. -Locke’a göre, devlet yönetiminde “yasama kuvveti” “yürütme kuvveti” ve “federatif kuvvet” olmak üzere 3 kuvvet vardır. -Bu kuvvetler birbirinden ayrılmalıdır. -yasama; kanun yapma, yürütme; kanunları devamlı ve aralıksız uygulama ve federatif kuvvet ise savaş, barış, birlik ve ittifak yapma kuvvetidir. Montesquieu, kuvvetler ayrılı teorisinin gerçek kurucusudur. -Düşünüre göre devlette “geçici ve sürekli kanunlar yapan yasama kuvveti”; “savaş ve barış yapan, elçi gönderen , güvenliği kuran ve istilayı önleyen yürütme kuvveti” ve suçluları cezalandıran ve özel kişilerin uyuşmazlıklarını yargılayan yargı kuvveti” olmak üzere 3 kuvvet bulunur. -Bu kuvvetler birbirinden ayrılmalıdır. Yasama ve yürütme aynı elde toplanırsa, özgürlükler yok olur. Yargı kuvveti de yasama ve yürütmeden ayrı değilse, yine özgürlük yoktur. -yürütme bir monaraka verilmelidir çünkü, hükümet bir kişinin elinde daha iyi idare edilir. -yasama kuvvti ise, bir kişi yerine birden çok kişi tarafından daha iyi kullanılır. -O nedenle yasama bir kurul tarafından kullanılmalıdır ve bu kurul da iki bölümden oluşmalıdır. -Birinci bölüm asillerden diğer bölüm de halkın temsilcilerinden oluşmalıdır. -bunların her birinin diğerini “önleme yetkisi” olmalıdır. -Bu sayede bu bölümlerden her biri diğerini sınırlandıracaktır. -her iki bölüm de yürütme organı tarafından sınırlandırılacak ve bunlar da yürütme erkini sınırlandıracaktır. -Montes.’ya göre yargı kuvveti mahkemelere ait olmaldır. -Yargı ne belli bir zümrenin ne de belirli bir mesleğin elinde olmalıdır. -Bu nedenle yargılamaya halktan seçilecek kimselerin de katılması gerekir. -Yargı kanunların uygulanmasından ibaret olduğu için yapısı gereği sınırlı bir kuvvettir. -Bu 3 kuvvet kendi görevlerinin dışına çıkmamalıdır. -Yasama kendi koyduğu kanunları yürütmemeli, yürütme yürüttüğü kuralları kendisi koymamalı, yargı ise kanun koyucunun ağzı olmakla yetinmeyip kendisi yorum yolu ile yeni kurallar koymamalıdır. -Aksi taktirde özgürlükler ortadan kalkar. HÜKÜMET SİSTEMLERİNİN TASNİFİ -Hükümet sistemlerinin tasnifinde yürütme ve yasama kuvvetleri arasındaki ilişki önemlidir. -Yargı organı her sistemde yasama ve yürütme kuvvetlerinden ayrı olması gerektiği varsayıldığı için bu tasnifte yargı organı hesaba katılmaz. -Bu bakımdan hükümet sistemleri öncelikle “kuvvetler birliği” ve “kuvvetler ayrılığı” sistemleri olmak üzere ikiye ayrılır. -Kuvvetler birliği de kendi içinde kuvvetlerin yasama ve yürütmede birleştiği sistemler olarak ikiye ayrılır. • Kuvvetlerin yürütmede birleşmesi mutlak monarşi ya da diktatörlük şeklinde ortaya çıkar. • -kuvvetlerin yasamada birleştiği sisteme meclis hükümeti sistemi denir. • -Kuvvetler ayrılığı sistemi de kendi içinde sert ve yumuşak olmak üzere ikiye ayrılır. • Kuvvetlerin sert ayrılı başkanlık sistemi, yumuşak ayrılığı ise parlamenter hükümet sistemini ifade eder. Hükümet Sistemleri Kuvvetler birliği Yürütmede Birleşme A-Mutlak Monarşi B- Diktatörlük Yasamada Birleşme Meclis hükümeti Sistemi Kuvvetler Ayrılığı Sert Ayrılık: Başkanlık Sistemi Yumuşak Ayrılık Parlamenter Sistem KUVVETLER BİRLİĞİ SİSTEMİ -kuvvetler birliği sisteminde yasama ve yürütme kuvvetleri bu kuvvetlerden birisinin tek elinde toplanmıştır. A-Yürütme organında birleşme: Eğer kuvvetler yürütme organının elinde toplanmışsa, bu durumda yürütme organı hem yasaları yapar hem de onları uygular. -Bu durum ya mutlak monarşi ya da diktatörlük şeklinde ortaya çıkar. 1- Mutlak Monarşi: bu hükümet sisteminde yasama ve yürütme bir hükümdarın elindedir. -hükümdar devlet içinde tek ve en yüksek otoritedir. -Hükümdar sadece yasama ve yürütmeyi değil yargı yetkisine de sahiptir. -Yani hükümdar hem kanun koyar hem bunu uygular hem de bu uygulamadan doğan uyuşmazlıkları çözer. -Hükümdar bu yetkilerin sahibidir ancak bunları doğrudan doğruya kullanamaz. -O nedenle bazı görevliler atar. -Buradaki ayırt edici özellik, hükümdara ait yetkileri kullanan görevlilerin, hükümdara karşı herhangi bir bağımsızlığa sahip olmamasıdır. -Bu nedenle hükümdar görevlileri istediği zaman azledebilir ve onlara devrettiği yetkilerini geri alabilir ya da değiştirebilir. -Burada meşruti monarşi ile mutlak monarşi arasındaki farka dikkat çekmek gerekir. -meşruti monarşi, hükümdarın saltanat haklarının hukuksal bir sınırlandırmaya tabi tutulduğu bir sistemdir. -. -meşruti monarşi kuvvetler birliği sistemi değil, bir kuvvetler ayrılığı sistemidir (parlamenter sistem). --İngiltere, Belçika, Hollanda, Danimarka gibi ülkeler birer meşruti monarşidir. -Meşruti monarşi demokratik bir sistem iken mutlak monarşi anti demokratik bir sistemdir. -Mutlak monarşiler ortaçağa özgü sistemlerdir, günümüzde Suudi Arabistan ve bazı küçük sultanlıklar dışında mutlak monarşi yok gibidir 2- Diktatörlük: yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin tek kişinin ya da grubun elinde toplandığı sistemdir. -diktatörlükler tanım gereği demokratik sistemler değildir. -Bununla birlikte bazı diktatörlükler demokratik oldukları iddiası ile düzmece seçimler ya da halk oylaması yaparlar. -Ancak bu oylama ve seçimler sürekli galibi diktatördür. -Bu tür diktatörlüklere «plebisiter diktatörlükler» denir. • -otoriter ve totaliter diktatörlük olmak üzere 2 türü ön plana çıkar. • Totaliter diktatörlük; – çoğulculuk karşıtlığı – Toptancı ideoloji – Kütlesel tek partinin varlığı – Yaygın terör ve şiddet uygulamasının bulunduğu diktatörlük olarak tanımlanabilir. A- Totaliter diktatörlük: dört unsurla tanımlanabilir; 1-totaliter diktatörlükler toplum içinde başka bir potansiyel iktidar merkezi olmasını istemez. Bu edenle toplumsal çoğulculuğa karşıdırlar. Dahası çoğulcu yapıyı tasfiye ederler. 2- Kütlesel tek parti vardır. 3- Marksizm ya da faşizm gibi katı ve toptancı bir ideolojisi vardır. 4- muhaliflerin ortadan kaldırılmasına yönelik keyfi bir zor kullanım vardır.(Stalin dönemi SSCB ve Nazi Almanyası) B- Otoriter Diktatörlük: sınırlı bir çoğulculuğa yer veren, ideolojiye değil zihniyete dayanan, yaygın ve yoğun bir siyasal hareketlilik ve katılım yaratmayan rejimlerdir. -Franko dönemi İspanya, Kaddafi dönemi Libya, Saddam dönemi Irak. YASAMA ORGANINDA BİRLEŞME: MECLİS HÜKÜMETİ Kuvvetler birliği sistemlerinin bu çeşidinde, yasama ve yürütme kuvvetleri yasama organında birleşmiştir. Yani yasama organı hem kanun yapmakta, hem de kendi yaptığı kanunları uygulamaktadır. Bu tür sisteme anayasa hukuku literatüründe ‘’meclis hükümeti sistemi’’ veya ‘’konvensiyonel sistem’’ denmektedir. Teorik Kökeni:-Meclis hükümeti sistemi, Jean-Jaques Rousseau tarafından savunulan egemenliğin tekliği ve bölünmezliği teorisine dayanır. Madem ki, egemenlik tek ve bölünmez niteliktedir; o halde, o tek ve bölünmemiş bir şekilde temsil edilmelidir. Yani egemenlik yetkileri olan yasama ve yürütme (ve hatta yargı) tek bir organa verilmelidir. -Bu organ da haliyle, demokratik mantıkta, halkın temsilcilerinden oluşan meclistir. - O halde meclis, başta yasama, yürütme olmak üzere bütün sahalarda milli iradeyi açıklanmaya yetkilidir. Kısacası, yasama ve yürütme iktidarları mecliste toplanmalıdır. Meclis Hükümeti Sisteminin Yasama Organına İlişkin Özellikler. - Meclis hükümeti sisteminde yasama yetkisi halk tarafından seçilmiş temsilcilerden (milletvekillerinden) oluşan bir meclise aittir. - Meclis hükümeti sisteminin yasama organına ilişkin gösterdiği başlıca özellikler şunlardır: a-Meclis hükümeti sistemlerinde yasama organı her halükarda tek-meclistir. • -Yani meclis hükümeti sisteminde parlamento birinci meclis (millet meclisi), ikinci meclis (senato) gibi iki ayrı meclise bölünmemiştir. • Bunun nedeni, egemenliğin bölünmezliği ilkesidir. • Bunun bir diğer nedeni de, ikinci meclislerin halk tarafından seçilmemiş temsilcilerden oluşması geleneğidir. Bu meclisin halkın iradesini engelleyici bir işleve sahip olduğu düşünülür. • Oysa parlamenter sistemlerde yasama organı, tek meclisi olabileceği gibi iki-meclisi de olabilir. • b-Meclis hükümeti sistemlerinde, meclis kendi kendini toplantıya çağırır hakkına sahiptir. • Bütün yetkilerin meclise ait olduğu bir sistemde bu doğal bir sonuçtur. • Bu sistemde meclisi bir başka kurum ya da kişinin toplantıya çağırması düşünülemez. • Parlamenter sistemde ise yürütme organının da meclisi toplantıya çağırma yetkisi vardır. C-Meclis hükümeti sistemlerinde, meclis ancak kendi kendini feshedebilir. Oysa parlamenter sistemlerde devlet başkanları da fesih hakkına sahiptir. d- Meclis hükümeti sisteminde meclis, sürekli olarak çalışır. -Buna, ‘’meclisin sürekliliği veya meclisin istimrarı’’ ilkesi denir. Oysa parlamenter sistemlerde meclis çalışması ‘’toplantı dönemlerine ayrılabilir. Keza parlamenter sistemlerde meclis tatil yapamaz. Çünkü yürütme yetkisi meclise ait olduğuna ve yürütme fonksiyonu da sürekli bir devlet fonksiyonu olduğuna göre, bu fonksiyonun sahibinin de sürekli olarak görevde kalması gerekir. Meclis Hükümeti Sisteminin Yürütme Organına İlişkin Özellikleri. - Meclis hükümeti sistemlerinde yürütme yetkisinin de bizzat meclise ait olduğunu söyledik. - Yani Meclis bir yandan kanunları yapar; diğer yandan kendi yaptığı kanunları kendi uygular. Ancak, yüzlerce kişiden oluşmuş bir meclisin bu haliyle yurutme yetkisini bizzat kullanması yani kendi yaptıgı kanunları yine kendisinin uygulaması pratikte mumkun degildir. -İste bu nedenle, meclis hukumeti sisteminde de meclis yurutme isi icin kendi icinden bir heyet, bir komite seçer. • Bu arada meclis hukumeti sisteminde yurutme gorevi bir kişiye değil bir heyete verilir. • heyetin uyelerinden her biri temel kamu hizmeti bölümlerinin (bakanlıkların) yönetilmesi ile görevlendirilir. • Bu nedenle heyet üyeleri bakanlara benzetilebilir. • Ancak bu üyelerin parlamenter sistemdeki bakanlardan temel farklılıkları vardır. • O nedenle doktrinde heyete «bakanlar kurulu» ya da «hükümet» değil 1921 Anayasası dönemi TBMM hükümeti terimlerinden esinlenerek «icra heyeti»» üyelerine de «icra vekili» denir. • MECLİS HÜKÜMETİ SİSTEMİNİN YÜRÜTMEYE İLİŞKİN ÖZELLİKLERİ ŞUNLARDIR • 1- Meclise Bağımlılık: MHS’nde icra heyetinin meclisten ayrı, kendine özgü bir kimliği ve hareket serbestisi yoktur. • İcra heyeti tamamıyla meclisin emri, işareti ve kontrolü altındadır. • İcra heyeti meclisin bir «vekili», «komitesi», bir «aracı» hatta «hizmetkarı» niteliğindedir. • Buna ek olarak kendine özgü bir hükümet programı veya bir siyasi programı da yoktur. • Heyetin tek görevi, Meclis tarafınan alınan kararları uygulamaktır. • -bu sistemde, icra heyeti, meclisin belirlediği esaslar dairesinde görev yapmak ve meclisin açıkladığı iradeyi yerine getirmekle görevlidir. • -meclis ne istiyorsa icra vekilleri heyeti onu yapmak zorundadır. • Açıkçası, icra vekilleri heyetinin karar alma yetkisi yoktur.. • Onların görevi meclisin aldığı kararları uygulamaktan ibarettir. • Bunun da ötesinde icra vekilleri heyeti basit hizmetkarlar olarak siyasal düşüncelerini açıklama hakkından bile mahrumdurlar. • 2-Bu sistemde bir devlet başkanı yoktur. • MHS’nde bir devlet başkanı (kral, cumhurbaşkanı) yoktur. Çünkü bütün yetkiler mecliste toplandığından devlet başkanına ihtiyaç bulunmaz. • Meclis dışında bir devlet başkanlığı olursa, bu kişi zamanla, meclise rakip bir güç haline gelebilir. • 3- Bir başbakanlık makamı yoktur. • MHS’nde bir başbakanlık makamı da yoktur. Yürütme görevi parçalar halinde bu işlevle görevlendirilen «icra heyetine» verilmiştir. • Bu «icra vekilleri heyetinin» bir başkanı da yoktur. • Heyet, bir «başbakanın» ya da bir «icra vekilleri heyeti başkanının» otoritesi altında değildir. • 4- İcra vekilleri heyeti üyeleri arasında «kolektif sorumluluk» ya da «bakanlık dayanışması» ilkesi geçerli değildir. • İVH parlamenter hükümet sistemlerindeki bakanlar kurulu gibi bir kurul değildir; heyetin üyeleri arasında kolektif sorumluluk ve bakanlık dayanışması yoktur. • Heyet üyeleri, atanma ve azil usulleri nedeniyle birbirlerine güvenmezler; birbirleri ile dayanışma içinde değil, yarış ve rekabet içindedirler. • 5- İcra vekilleri heyetinin üyeleri, meclis içinden ve meclis tarafından tek tek seçilir. • Bu üyeler gerektiğinde gene Meclis tarafından serbestçe görevden alınır. • İcra heyetinin veya icra vekillerinin meclise karşı yapabileceği bir şey yoktur. • Meclise karşı «fesih» hakkına sahip değildirler. • İcra vekillerinin «istifa etme» hakları bile yoktur. • Parlamenter Hükümet Sisteminde bakanlar, başbakanın önerisi ile devlet başkanı tarafından atanırlar ve görevden alınırlar. • 6- İcra vekilleri heyeti üyeleri meclise karşı bireysel olarak sorumludurlar. • Bu sorumluluk mutlaktır. • Meclis hükümeti sisteminde yürütme ile görevlendirilen kişi bir uşağın efendisine hesap vermesi gibi meclise hesap verir. 7) Meclis hükümeti sistemlerinde, meclis icra vekillerine kendi işlerini yürütme işini nasıl yapacakları konusunda emir ve talimat verebilir. Oysa parlamenter hükümet sisteminde, meclis hükümete emir ve talimat vermez. Meclis, hükümeti beğenmiyorsa, yapabileceği tek şey onu güvensizlik oyuyla düşürmektir. 8) Meclis hükümeti sistemlerinde, icra vekillerinin aldığı kararlar, meclis denetimine tabidir. Meclis, icra vekillerinin kararlarını istediği zaman değiştirebilir veya iptal edebilir ve hatta onların yerine geçerek gereken işlemi tesis edebilir. • 9) İcra heyetinin meclis karşısında kullanabileceği hiçbir hukuki silah, hiçbir araç yoktur. • Meclis, icra heyeti üzerinde mutlak bir egemenliğe sahiptir. • İcra heyeti, meclisi feshetme, toplantısına engel olma, çalışma süresini uzatıp kısaltma gibi etkileme araçlarına sahip değildir. • Meclis Hükümeti Sisteminde Yargının Durumu• Meclis hükümeti sisteminde genellikle yargının durumuna değinilmez. Çünkü bütün sistemlerde yargının bağımsız olduğu varsayılır. • Aslında meclis hükümeti sistemi teorisinde yargı kuvveti de meclise tabidir. • Bu sistemde tek egemenlik olduğuna ve egemenlik de bölünmez bir şekilde tek meclis tarafından temsil edildiğine göre, yargı da teorik olarak meclise tabidir. • Örneğin, Türkiye’de Birinci TBMM dönemi meclis hükümeti sisteminde yargının da büyük ölçüde Meclise tabi olduğu söylenebilir. • Zira bu sistemde üyeleri Meclis tarafından kendi üyeleri arasından seçilen İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. • Diğer yandan diktatörlüğe dönüşmüş bir meclis hükümeti sisteminde yargı kuvvetinin pratikte icra heyetine tabi olma ihtimali de vardır. • Meclis Hükümeti Sisteminde Pratikte Yürütmenin Üstünlüğü• Yukarıda görüldüğü gibi, meclis hükümeti sistemlerinde, meclis (yasama), icra vekilleri heyetinden (yürütmeden) tartışılmaz bir şekilde her bakımından üstündür. • İcra vekillerinin atanması ve azli meclise aittir. • Meclis icra vekillerine emir ve talimat verebilir. • Meclis icra vekillerinin işlemlerini değiştirebilir veya iptal edebilir. • İcra vekillerinin meclise karşı kullanabileceği bir silah yoktur. • Bununla birlikte, meclis hükümeti sisteminde yasamanın yürütmeye üstünlüğü teoride kalır. – • Pratikte bunun tersi görülür. Yürütmeye görevlendirilen kişiler (icra heyeti), kısa zaman içinde, güçlenirler ve meclis karşısında ‘’fiili üstünlük’’ kurarlar. • Kalabalık meclislerde ‘’oligarşinin demir kanunu’’nu doğrular nitelikte bir grup şu ya da bu şekilde iktidarı ele geçirmektedir. • Meclis hükümeti sistemi uygulamada diktatörlüğe dönüşür. Gerçekten de meclis hükümetinin uygulandığı sistemlerde diktatörlükler görülmüştür. • Örneğin 1792-1795 yıllarda arasında Fransa’da uygulanan konvansiyonel sistemler meclise, kamu selameti komitesi hakim olmuş ve terör estirmiştir. • 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu döneminde Türkiye’de uygulanan Meclis hükümeti sisteminde de, icra vekilleri heyetinin BMM karşısında kısa bir süre için üstünlüğü de geçirildi söylenir. • Örnekler Fransa 1792-1795, Türkiye 1920-1923 • İsviçre dışında meclis hükümet sistemi olağan üstü ve krizli dönemlerde uygulanmıştır. • Fransa: 1792-1795 döneminde yasama, yürütme ve hatta yargı kuvvetleri (Konvansiyon) ismi verilen bir meclisi elinde toplanmıştır. • Teorik olarak bu mecliste toplanan bütün yetkiler de uygulamada «Milli selamet Komitesi» tarafından kullanılmıştır. • Komite ilk olarak meclisteki ve dışarıdaki muhalifleri giyotinle idam etmiştir. • Ardından kendi içindeki muhalifleri yok etmiştir. • İkinci örnek Türkiye’deki Birinci Meclis Dönemi 1921 Teşkilat Esasiye dönemi yasama ve yürütme kuvveti TBMM de toplanmıştır. • 1921 Teşkilat-ı Esasiye kanununun 2. maddesinde açıkça kuvvetler birliği ilkesi ifade edilmekte, 3. maddesinde de benzer bir ifadeye yer vermektedir. • Meclis Hükümeti Benzeri Bir Sistem: İsviçre Örneği • Bazı yazarlar İsviçre hükümet sisteminin meclis hükümet sisteminin olduğunu belirseler de konu tartışmalıdır. • İsviçre sisteminin meclis hükümet sistemine benzeyen çok yönü vardır. Örneğin yürütme görevi 7 üyeden oluşan federal konsey tarafından yerine getirilir. Federal konsey üyeleri tek tek federal meclis tarafından doğrudan seçilir. • Federal konsey içinde dayanışma ilkesi geçerli değildir. Üyeler çoğu zaman birbirine karşı tavır takınırlar. Konsey üyeleri her zaman değişik partilerdendir. • Federal Konsey üyelerinden birisi, federal Meclis tarafından 1 yıllığına Konsey Başkanlığına seçilir. • Konsey başkanı, devlet başkanı olarak devleti temsil eder, ancak bir başbakan değildir. • Konsey kendisine ait bir programı değil meclislerin belirlediği programı uygulamakla görevlidir. • Konsey parlamento karşısında kolektif sorumluluğa sahip değildir. • İsviçre’de güven oyu, gensoru gibi kurumlar yoktur. • Federal konseyin meclisi feshetme hakkı da yoktur. • Bu sistemin yürütme organı olan federal konsey yasama organı taraftan görevden alınamaz. • O nedenle İsviçre de yürütme organın yasama organına bağımlı olduğunu, yanı meclis hükümeti siteminin var olduğunu söylemek güçtür. • SSCB: SSCB’nin hükümet sisteminin de MHS olarak görenler vardır. • Bu sistemde 1977 Anayasasına göre, tüm yetkiler Yüksek Sovyet denilen yasama organında toplanmıştır. • Ancak bu göstermeliktir. Çünkü gerçek iktidar «yüksek sovyet»te değil, Komünist partinin elindeydi. • Demokratik olmayan ülkelerde anayasalar «göstermeliktir».o nedenle bu ülkelerde anayasalara bakılarak sistem analizi yapmamak gerekir. • Bu ülkelerde iktidarın anayasalar tarafından kime verildiğine değil, fiilen kimin elinde bulunduğuna ve sistemin nasıl işlediğine bakmak gerekir. • Bu nedenle SSCB’de bir MHS’nden değil, Komünist parti diktatörlüğünden bahsetmek daha doğru olacaktır. • • • • • KUVVETLER AYRILIĞI SİSTEMİ Kuvvetler ayrılığı sistemi yasama ve yürütme kuvvetlerinin ayrı ayrı organlara verildiği hükümet sistemidir. Kuvvetler ayrılı sistemi kendi içinde ayrılığın derecesine göre sert kuvvetler ayrılığı sistemi, yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemi olmak üzere ikiye ayrılır. Sert kuvvetler ayrılığı sistemi başkanlık sistemi Yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemi ise parlamenter sistemi olarak adlandırılabilir. • A) Sert kuvvetler ayrılığı: Başkanlık sistemi • SKAS yasama ve yürütme kuvveti birbirinden mutlak bir şekilde ayrılmış iki organa verilmiştir. • Bu organlar birbirinden gerek kaynak bakımından gerek varlıklarını sürdürme bakımından bağımsızdır. • Yani, yasama ve yürütme organı ayrı ayrı seçilir ve seçildikten sonra da birbirlerinin varlıklarına son veremezler. • Bu organların anayasal sistemi içinde güçleri de birbirine eşit ve dengelidir. • SKASne başkanlık sistemi denir. Buna ek olarak başkanlık rejimi, başkanlık demokrasisi, başkanlık hükümeti veya prezidansiyalizm de denir (ABD). • B- Yumuşak Kuvvetler Ayrılığı Sistemi: • Bu sistemde ise, yasama ve yürütme kuvvetleri kural olarak iki ayrı organa verilmişse de, bu organlar birbirinden tam olarak ayrı değildir; bazı bakımlardan iç içe geçmiştir. • Bu sistemde, yasama ve yürütme organları arasında karşılıklı işbirliği vardır. • Keza bu organlar karşılıklı olarak birbirinin hukuksal varlıklarına son verme imkanına da sahiptirler. • İKİ SİSTEMİN BİRBİRİNDEN FARKLARI A- Asli farklar • 1- Yürütme Organının Yapısı: başkanlık sistemi ile Parlamenter Sistem arasındaki birinci asli fark; • Başkanlık S.’nde yürütme tek kişiden oluşur ve bu kişiye başkan denir. • Prlm Sis.’de yürütme iki-başlıdır. Bir yanda devlet başkanı (kral/C.başkanı) diğer yanda da hükümet bulunur. Kabinenin en önemli unsuru Başbakandır. • 2- Yürütme Organının Kaynağı (göreve Gelişi): • Başkanlık s.’nde Başkan doğrudan halk tarafından seçilir. • Prlm. Sis.’de hükümet yani Başbakan ve kabinesi yasama tarafından seçilir. • Bu seçim konusunda değişik yöntemler vardır. Almanya, İrlanda ve Japonya’da başbakan doğrudan yasama tarafından seçilir. • Bazı ülkelerde de devlet başkanı (kral/C.başkanı) parlamentodan güvenoyu alabilecek kişiyi örneğin çoğunluk partisi liderini başbakan olarak atar. • Bu kişi diğer bakanları belirler, bu kişiler de devlet başkanı tarafından bakan olarak atanır. • Bu şekilde kurulmuş olan kabine yasama organından güvenoyu ister. • Bu nedenle parlamenter hükümet sisteminde her halükarda kabinenin nihai tahlilde, yasama organı tarafından belirlendiğini söyleyebiliriz. • 3- Yürütme Organının Yasama Organına Karşı Sorumluluğu: • Başkanlık sisteminde yürütmenin başı olan başkan yasama organının güvenine dayanmaz; onun karşısında siyasal bir sorumluluğu yoktur, bu nedenle yasama organı güvensizlik oyuyla başkanı görevden alamaz. • Parlamenter sistemde hükümet, yani başbakan ve kabinesi, yasama organının güvenoyuna dayanır yani onun karşısında sorumludur, dolayısıyla yasam organı hükümeti güvensizlik oyuyla görevden alabilir. • B-Tali farklar • 1-Yürütme Organının Yasama Organını Fesih Hakkı • Başkanlık sisteminde nasıl yasama organı başkanı güvensizlik oyuyla görevden alamaz ise, başkan da yasama organını feshedemez. • Parlamenter sistemde ise nasıl yasama organı hükümeti güvensizlik oyuyla görevden alabiliyorsa, bunun paraleli olarak yürütme organı da yasama organını feshedebilir. • 2-Aynı Kişinin hem Yürütmede Hem de Yasamada Görev alması: • Başkanlık sisteminde aynı kişi hem yasama hem de yürütme organında görev yapamaz.Yani Başkanlık sisteminde başkan ve onun görevlendirdiği bakanlar (sekreterler)aynı zamanda parlamento üyesi olmazlar. • Parlamenter sistemde hükümet üyeleri (başbakan ve bakanlar) aynı zamanda yasam organınınüyesi olabilirler. • Yani başbakan ve bakanlar aynı zamanda genellikle milletvekilidirler. (teorik olarak böyle olması zorunlu değilidir.) • 3- Yürütme Organının Yasam çalışmalarına Katılması: • Başkanlık sisteminde yürütme organı, yasama çalışmalarına katılmazlar. Yani kanun teklif edemezler, kanunların görüşmesine katılamazlar. • Parlamenter sistemde, hükümet yasama çalışmalarına katılır, kanun tasarısı sunabilir ve hükümet üyeleri kanunların görüşmesine katılabilirler. • Sayılan bu farklar asli değil tali nitelikte farklardır. • Bu nedenle bir hükümet sisteminin başkanlık sistemi mi yoksa parlamenter sistem mi olduğunun belirlenmesi bu tali farklara göre değil, asli farklara göre yapılır. • BAŞKANLIK SİSTEMİ • Başkanlık sisteminin özellikleri: • 1) Aslı özellikler: • Arent Lijphart, başkanlık sisteminin temel özelliği olarak iki özellik vermektedir; 1- Başkan halk tarafından seçilir. 2- Başkan yasamanın güvenine dayanmaz. • Nur Uluşahin ise, başkanlık sisteminin 3 özelliğine vurgu yapmaktadır; 1-Başkan doğruda halk tarafından seçilir; 2- Belli bir dönem için seçilen yürütmenin yasamanın güvenine dayanmaması; 3Yürütmenin tek kişiden oluşması. • Uluşahin’in bu tanımını takip ederek özellikleri şu şekilde açıklayabiliriz. • a) Yürütme organı tek kişiliktir: Phs’de yürütme organı bölünmüş yapılıdır. • Bir yandan sorumsuz devlet başkanı (kral yada cumhurbaşkanı) diğer yandan ise sorumlu olan kabine vardır. • Yanı, PHS’de yürütme organı 2 başlıdır. • Kabine başbakan ve bakanlardan oluşan kolektif bir organdır. • Oysa başkanlık sisteminde yürütme organı «başkandır». • Yani başkanlık sisteminde yürütmede tek başlılık vardır. • Başkan dışında sembolik bir devlet başkanlığı makamı yoktur. Başkan aynı zamanda devlet başkanıdır. • Diğer yandan BS’de PS’de görülen türde bir kabine yanı kolektif bir yürütme organı yoktur. • Bütün yürütme yetkisinin sahibi tek başına başkandır. • Yürütme birimlerinin (bakanlıkların) başı durumunda olan kişiler PS’deki bakanlar gibi değildirler; bunlar başkanın «yardımcısı» konumundadırlar. • Bu kişilere bakan değil, sekreter denir ve bunlar Başkanın emir ve talimatları dışına çıkmazlar. • Sekreterleri başkan atar ve görevden alır. Sekreterler yasama organına karşı değil, başkana karşı sorumludurlar. • Başkanlık sisteminde başkan, hem devlet başkanı hem de hükümet başkanıdır. • Başkanlık sisteminde , Başkan ve sekreterler bir araya gelip toplanabilir ve yürütme işlerini görüşebilirler. • Hatta ABD’de olduğu gibi başkan ve sekreterlerin toplanmasına «kabine» ismi de verilebilir.Ancak bu kabine PHS’ndekinden farklıdır. • Ancak bu durum Parlamenter S.deki kabine toplantısından farklıdır. Bu kabinede dayanışma ilkesinin geçerli olduğu kolektif bir karar organı değildir. • Başkanlık sistemindeki «kabinenin» genel siyaseti belirleme yetkisi yoktur. İstişari nitelikte bir kabinedir. • Başkan sekreterlere görüş sorabilir ancak bu görüşler Başkanı bağlamaz. Nihai kararı Başkan verir. • ABD tarihinde bunun tipik bir örneği vardır;Abraham L.( 1861-1865)kabineye bir öneri getirir. Bu öneriye kendisi dışında herkes karşı çıkar. • Sonuçta Lincoln, «7 hayır, 1 evet; evetler kazandı» diyerek toplantıyı bitirmiştir. • b) Başkan halk tarafından seçilir: BS’de yürütmenin başı doğrudan doğruya ya da ona benzer şekilde belli bir süre için halk tarafından seçilir. (ABD’de başkan iki dereceli bir sistemle seçilir ama pratikte Başkanın halk tarafından seçildiği kabul edilir) • Başkan varlığını yasama organının iradesine borçlu değildir. • Yasama ve yürütme organları meşruluklarını ayrı ayrı halktan alır. Her ikisi de halkın oyuna dayanır. • Bu nedenle biri diğerine göre daha meşru değildir. • Bu nedenle başkanlık sisteminde yasama ve yürütme arasındaki ayrılık daha bu kuvvetlerin kaynağında başlamaktadır. • Başkanın doğrudan halk tarafından seçilmesi ona prestij ve daha da önemlisi bir otorite verir. • c- Başkan, Yasamanın güvenine dayanmaz: • Başkanlık sisteminde, yürütmenin başı, yani başkan, halk tarafından belli bir süre için seçildikten sonra görev süresi boyunca görevde kalır. • Bu süre boyunca görevde kalması, yasama organının güvenine dayanmaz. • Başkan normal süresi içinde yasama organı tarafından bir güvensizlik oyuyla görevden alınamaz.(ABD’deki «impeachment» bunun istisnasıdır) • Dolayısıyla başkan yasama organına karşı değil, sadece kendisini seçen halka karşı sorumludur. • 2- Tali özellikler: • Asli özellikler başkanlık sisteminin minimum sayıdaki, olmazsa olmaz özellikleridir. • Asli özelliklerin üçünü de aynı anda taşıyan bir hükümet sistemi Başkanlık sistemidir. • Bu özellikleri taşıyan ve bu nedenle Başkanlık sistemi olan sistemlerin gösterdiği başka özellikler de vardır. • Bunlar başkanlık sisteminin tali özellikleri ya da ek özellikleridir. • . • Hemen belirtelim ki, bu tali özellikler, başkanlık sisteminin sine qua non (olmazsa olmaz) şartları değildir. • Yani yukarıdaki üç asli özelliği taşıyan bir hükümet sistemi, aşağıdaki tali özelliklerden birisini taşımıyorsa, sırf bu nedenle, başkalık sistemi olmaktan çıkmaz a) Başkan Yasama Organını Feshedemez • -Başkanlık sisteminde yasama organı nasıl başkanı güvensizlik oyuyla düşüremiyorsa, buna paralel olarak, başkan da yasama organını feshedemez. • Bu sistemde yasama ve yürütme organları birbirlerinin varlıklarına son veremezler. • Bu bir kuvvetler ayrılığı sistemi olan başkanlık sisteminde yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinden bağımsız olmasının mantıksal sonucudur. • Ancak BS’nde başkana fesih yetkisinin tanınmış olması, sistemin mantığından bir sapmadır; ama sırf bu nedenle başkanlık sistemi bir başka sisteme dönüşmez. • b) Aynı Kişi Hem Yürütmede, Hem Yasamada Görev Alamaz • Başkanlık sisteminde aynı kişi, aynı anda hem yasama, hem de yürütme organında yer almaz. • Bu kural, yasama ve yürütmenin birbirinden ayrılığının mantıksal sonucudur. • Bundan şu sonuçlar çıkar. Bir kere, başkan ve sekreterleri yasama organı üyesi olamazlar. Örneğin ABD’de Başkan seçilen kişi Kongre üyesiyle, bu görevinden çekilmek zorundadır. • Keza Başkan, sekreterlerini Kongre üyelerinin dışından seçmelidir. Buna paralel olarak, yasama organı üyeleri de yürütme organında yer almazlar, idari nitelikte görevler kabul edemezler; memur olamazlar. • c) Başkan, Yasama Organın Çalışmasına Katılamaz. • Yasama ve yürütme arasındaki mutlak ayrılık, yürütme organının yasama organının çalışmalarına müdahale edememesini gerektirir. • Bu nedenle Başkanlık sisteminde başkan ve sekreterler yasama organının çalışmasına katılamaz. Bu şu anlamlara gelir: (aa) başkan ve sekreterler, yasama organının toplantılarına katılıp görüş bildiremezler. Başkanlık sistemlerinde meclislerde yürütmenin temsilcileri yoktur. (bb) Başkanın kanun teklif etme yetkisi yoktur. • (cc) Başkanın yasama organının toplanmasının engelleme hakkı, toplanmış meclisin toplantılarını kapatma, meclisi tatile sokma yetkisi yoktur. Meclis kendiliğinden toplanma ve dilediği kadar çalışma hakkına sahiptir. • Ancak başkanın yasama faaliyetine katılamaması özelliği mutlak nitelikte değildir; bu özelliğin birçok istisnası vardır. • • • • • • • AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ ABD’nin hükümet sistemi tipik bir başkanlık sistemidir. Başkanlık sisteminin ilk defa kurulduğu yer de ABD’dir. YASAMA: ABD’de yasama yetkisi Kongre’ye aittir. Kongre, « Temsilciler Meclisi» ve «Senato»dan oluşur. Temsilciler meclisi, federal devletin halkını temsil eder. Senato da ise Federe devletler, eşitlik esasına göre, temsil edilir. • Kanun teklif etme hakkı, Temsilciler meclisi ve Senato üyelerine tanınmıştır. • Başkanın ve sekreterlerin kanun teklif etme hakkı yoktur. • YÜRÜTME: ABD’de yürütme organı tek kişidenBaşkan- oluşur. • Bir de Başkan yardımcısı vardır, ancak bu yardımcının yürütmede resmi bir görevi yoktur. • Başkan ölür ya da istifa ederse yerine Başkan yardımcısı geçer. • Başkan yrd. Sembolik olarak Senato’nun da Başkanıdır. • Yürütme bütünüyle Başkan’dadır. Başkan kendisine yardımcı olmak üzere 15 adet sekreter atar. • Bu atamalar senatonun onayına tabidir. • Bu sekreterler «department» denilen federal birimlerin (bir tür bakanlıkların) başında bulunurlar. • Bunlar Başkan tarafından istenildiğinde görevden alınır. Sekereterler Başkanın emir ve talimatlarına göre hareket ederler. • ABD’de başkan 4 yıllığına halk tarafından seçilir. Seçim iki derecelidir. • Ancak ikinci seçmenler «emredici vekalet» esasına göre hareket ettiklerinden birinci seçmenlerin iradesi belirleyicidir. • Başkan en çok iki dönem seçilebilir. Başkan yrd. Da başkan ile birlikte seçilir. • Başkan kongre tarafından görevden alınamaz. • Başkan halk tarafından seçildiği için prestij ve otorite sahibidir. • ABD’de Başkan kongrenin güvenine dayanmaz. Normal görev süresi dolmadan güvensizlik oyuyla Kongre tarafından düşürülemez. • Başkan da Kongreyi feshedemez. • ABD’de aynı kişi hem başkan kongre üyesi olamaz. Başkan seçilen kişi Kongre üyesi ise, bu görevinden istifa etmek zorundadır. • Devlet sekreterleri de Kongre üyesi olmaz. • Başkan yasama organının toplantılarına katılamaz, kanun teklif edemez. • Başkan en çok iki dönem seçilebilir. Başkan yrd. Da başkan ile birlikte seçilir. • YARGI: ABD’de yargı kuvveti de yasama ve yürütme kuvvetlerinden ayrılmıştır. • Bu ülkede federal yargı, 94 adet İlk derece Bölge Mahkemeleri, 13 adet temyiz mahkemeleri ve 1 federal yüksek mahkemeden oluşur. • Yüksek mahkeme, biri başkan toplam 9 yargıçtan oluşur. • Bunlar federal başkan tarafından Senatonun onayı ile atanırlar ve ömür boyu görevde kalırlar. 3- başkanlık Sisteminde yasama ve Yürütme arasında karşılıklı etkileşim araçları •Belirtildiği gibi Başkanlık sistemi bir “sert” kuvvetler ayrılığı sistemidir. • Bu sistemde yasama ve yürütme kuvvetleri birbirinden her bakımdan bağımsız iki ayrı organa verilmiştir. • Yine hatırlanacağı gibi bu sistemde her iki kuvvet de ayrı ayrı seçilmekte ve seçildikten sonra birbirlerinin varlıklarına son verememektedirler. • Buna ek olarak bu kuvvetlerin faaliyetlerinde birbirlerine müdahale etme olanağı da yoktur. Bu özellikleri nedeniyle başkanlık sisteminin işlerlik kazanabilmesi ancak her iki kuvvetin uyum ve karşılıklı işbirliği halinde mümkündür. •İşte bu nedenle başkanlık sisteminde yasama ve yürütme kuvveti arasında karşılıklı bazı etkileşim araçları vardır. •ABD örneğinde bu etkileşim araçları şu şekilde açıklanabilir. a- Atamalar: Bu sistemde atamalar Başkanın elindedir. Bununla birlikte bazı atamalar Senatonun onayına tabidir. Bu nedenle, Başkan bu tip atamalarda Senatonun eğilimini göz önünde bulundurmak ve Senato ile uzlaşmak zorundadır. Örn. Federal devlet memurlarını atama yetkisi Başkana aittir ancak bu atamalarda Senato’nun onayı gerekir. -Senato’nun benimsemediği bir Federal memurun ataması onaylanmaz. b- Milletler arası Antlaşmaların Onaylanması: ABD’de dış ilişkileri yürütmek, milletlerarası antlaşmalar yapmak yetkisi Başkana aittir. -Ancak bu antlaşmaların geçerliliği Senato tarafından 2/3 çoğunlukla onaylanmasına bağlıdır. -Bu nedenle Başkan herhangi bir antlaşmayı imzalamadan önce Senato’nun bu konudaki eğilimini ve düşüncesini dikkate almalıdır. c- Meclis Araştırması: Kongre, yürütme alanına giren faaliyetlerde bir araştırma yapabilir. -Araştırma olumsuz bir sonuç ortaya çıkarsa bile Senato Başkanı görevden alamaz. -Kongre araştırma yetkisini “araştırma Komisyonları” eliyle kullanır. d-Impeachment (suçlama): Impeachment, başkanın cezai sorumluluğuna yol açabilecek bir yasama meclisi soruşturmasıdır. *Suçlandırma yetkisi Temsilciler Meclisine aittir. *Suçlanan başkanı yargılama yetkisi ise Senato’ya aittir. -Senato’ya Yüksek Mahkeme Başkanı başkanlık eder ve mahkumiyet kararı ancak hazır bulunan üyelerin 2/3 oyu ile alınabilir. -Mahkumiyet kararı verilmesi halinde Başkan görevden alınmış olur. -Impeachment, siyasi değil, cezai nitelikte bir uygulamadır. --Bu yolda başkanın siyasi sorumluluğu değil, cezai sorumluluğu esastır. -Yani impeachment yöntemi ile suç işlememiş bir Başkan’ın siyasi sorumluluğuna gidilemez. -Siyasi nedenlerle bu yola başvurulamaz. -İmpeachment örnekleri Johnson(1868)/NixonWatergate(1975)/Clinton- Monica skandalı(1998) s.578 e- Bütçe: Yürütmenin harcama yapabilmesi için bütçeye ihtiyacı vardır. -Kongre, Başkan’ın bütçesini onaylamayabilir ya da kısıtlama yapabilir. -Bu nedenle Başkan, Kongre ile iyi ilişkiler kurmak zorundadır. f- Veto: Kongrenin söz konusu önemli yetkilerine karşılık, Başkan’ın da kongreye karşı kullanabileceği önemli bir yetkisi vardır; Veto. -Başkan Kongrenin kabul ettiği kanunları veto edebilir. -Başkan tarafından veto edilen yasanın tekrar kabul edilebilmesi için temsilciler meclisinin ve Senato’nun her birinin 2/3 çoğunluk ile kabul etmeleri gerekir. Veto edilen Yasa bu çoğunluklarla tekrar kabul edilmişse Başkan artık yasayı yayınlamak zorundadır. -Ancak genellikle Kongre’de bu çoğunluğun elde edilmesi oldukça zordur. -O nedenle Başkana istemediği kanunları engelleme yetkisi verilmiştir. -Dolayısıyla Kongre’nin de Başkanla uzlaşması gerekir. -Aksi taktirde yapılan yasaların yürürlüğe girmesi oldukça zorlaşır. f- Mesaj: Başkan’ın kanun teklif etme yetkisi olmasa da, Kongre’ye “mesaj gönderme” hakkı vardır. -Bu mesajlardan en önemlisi Anayasanın 2 md.sinin 3. bölümündeki “birliğin durumu” na ilişkin mesajdır. -Başkan bu mesajı her dönemin başında Ocak ayında Senato ve Temsilciler Meclisinin birleşik toplantısında okur. -Başkan bu mesajlarında, Kongreye istediği belli kanunların çıkarılmasını telkin edebilir. -Bu karşılıklı yetkilerin amacı, organların bağımsızlığı değil, birbirleri ile işbirliği yapmalarını, uyum içinde çalışmalarını sağlamaktır. -Bu nedenle ABD’deki başkanlık sistemine “frenler ve dengeler” sistemi denmektedir. DEĞERLENDİRME -Başkanlık sisteminin Parlamenter sisteme üstünlükleri 1- başkanlık sistemi istikrarlı bir yönetime yol açar. Çünkü Başkan belli bir süre için seçildiği ve bu süre içinde güvensizlik oyuyla görevden alınamadığı için hükümet krizinin ortaya çıkması oldukça zordur.Ayrıca bu sistemde koalisyon hükümetleri de ortaya çıkmaz. 2- başkanlık sistemi güçlü bir yönetim yaratır: Tek kişinin yönetimi daha güçlü bir yönetim şekli ortaya çıkarır. Bu görüş 3 argümanla desteklenir;. • A- devletin tek kişi tarafından yönetilmesi, yürütmenin enerjik olmasını sağlar. Enerjik yürütme tek kişi yönetimi ile mümkün olabilir. • 2 veya daha fazla kişinin ortak bir amaç etrafında hareket etmesi er ya da geçgörüş ayrılıklarına neden olur. • B-başkanın doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesi başkan’ın meşruluğunu güçlendirir, başkan psikolojik olarak kendisini daha güçlü konumda hisseder. • C- başkan’ın belli süre görevden alınmadan görevde olması, daha cesur politikalar uygulamasını sağlar. 4 ya da 5 yıl görevde kalacağını bilen başkan politikalarını korkusuzca uygulayabilir. 3- Başkanlık sistemi daha demokratik bir yönetim yaratır. A- buna göre ilk olarak başkanın Doğrudan halk tarafından seçilmesi daha demokratik bir durumdur. Yürütmenin doğrudan halk tarafından seçilmesi,yasama tarafından belirlenmesine göre daha demokratiktir. B-Hesap sorulabilirlik bakımından Parlamenter sisteme göre daha net bir durum ortaya çıkarır. Ülkeyi tek kişi yönettiğine göre, sorunun ve bu sorunun sorumlusunu tespit etmek son derece kolaydır. Sorumlu her durumda Başkandır, parlamenter sistemde olduğu gibi sorumluluğu başkasının üzerine atma imkanı yoktur. • Başkanlık sisteminde iki seçim dönemi arasında hükümet değişmeyeceğine göre, o dönemdeki sorumluluk sahibi açıkça teşhis edilebilecekve bu sorumluluğun hesabı bir sonraki seçimlerde sorulabilecektir. • Bu nedenle başkanlık sisteminde hesap sorulabilirlik oranı yüksektir. C-Başkanlık sisteminde, öngörülebilirlik vardır. Seçmenler oy verirken, seçim sonunda kazanan kişinin ülkeyi yöneteceğini bilirler. -Bu sayede seçmenler geleceğe yönelik tercih yapabilirler. başkanlık sisteminde PHS’ne göre önceden biline bilirlik oranı daha yüksektir. -Parlamenter sistemde bir partinin temsilcileri için oy kullanan seçmen partinin başbakan olarak kimi destekleyeceğini bilemezler. Dahası, bir partinin tek başına çoğumluğu tek başına elde edememesi durumunda koalisyonu hangi partilerin oluşturacağı da bilinmez. -Bu nedenle Parlamenter sistemdeki koalisyon hükümetleri bu belirsizliği arttırır. BAŞKANLIK SİSTEMİNİN ZAYIF YÖNLERİ A-Rejim Krizine neden olabilir: Başkanlık sisteminde fesih ve güvensizlik oyu gibi yöntemlerle yasama ve yürütme organları birbirlerinin varlıklarına son veremedikleri için bu sistemde eğer bir kriz ortaya çıkarsa, bu krizin sistem içinde yeniden seçime gidilerek çözülme imkanı yoktur. -Bu durumda kriz derinleşerek demokratik olmayan yollarla-askeri darbe gibi- çözülmesi ihtimali yüksektir. B- Başkanlık sistemi katıdır: PHS’nde güvensizlik oyu ve fesih araçları tıkanıklıkları giderebilir.Oysa BS’de seçimden sonra siyasal süreç adeta donar. -Başkanlık sisteminde başkan da parlamento da belli süreyle iş başındadır. İşte bu kesin görev süresinin neden olduğu soruna «katılık sorunu» denir. -Seçilmiş Başkan zaman içinde halkın desteğini yitirse bile görevinden alınamaz. Halk parlamentoya başkana muhalif bir çoğunluk gönderecek olursa sistem kilitlenir. -Uzlaşmaz bir parlamentoya karşı Başkanın da yapabileceği bir şey yoktur. • BS’nde, başkanın tekrar veya 2’den fazla seçilmemesi gibi sınırlamalar vardır. Bu da başarılı bir hükümetin sona ermesine yol açar. • Öte yandan yasama meclisleri bakımından da katılık vardır. Uzlaşmaz bir meclisin görev süresini sona erdirmek de mümkün değildir. C-Başkanlık sistemi çift meşruluk sorununa yol açar: Bu sistemde hem yasama organı hem yürütme organı halk tarafından seçildiği için her iki organın da ayrı ayrı meşruluk iddiasına yol açabilir. -özellikle başkanın ve Yasama organı çoğunluğunun farklı partilerden olması halinde her iki organda halk desteğini ve dolayısıyla buna dayalı meşruluk iddialarını öne sürebilirler ve işbirliği yapmayı ve uzlaşmayı reddedebilirler. -Bu durumda sistem kilitlenir. D- Başkanlık sistemi siyasal kutuplaşmaya yol açabilir: başkanlık sisteminde kazanan herşeyi kazanmakta, kaybeden de herşeyi kaybetmektedir. -Bu nedenle bu sistemde demokratik süreç “ya hep ya hiç” oyununa benzetilebilir. -Bu nedenle başkanlık sistemi toplumdaki siyasi kutuplaşmayı arttıracak niteliktedir. -Bu sistemde başkanlık seçiminde kaybedenler, siyasal sistemin bütünüyle dışına itilirler. -Bu sistemde kazananların, kaybedenlerle ilişki kurma ihtiyacı yoktur. -Buna karşılık kaybedenlerin de kazananla uzlaşmak zorunluluğu yoktur. Bu durum, siyasal kutuplaşmayı derinleştirir. E- Başkanlık sistemi iktidarın kişiselleşmesine neden olabilir: Çünkü bu sistemde yürütme tek kişiden oluşur. Bu sistemde başkan hem hükümet hem de devlet başkanı statüsündedir. - Halk tarafından seçilen ve görev süresi dolmadan görevden alınamayan bu tip bir başkan, devleti, hükümeti ve bütün halkı temsil ettiği yanılsamasına kapılarak iktidarını kişiselleştirme yoluna gidebilir. Başkanın özel Başkanlık sarayına sahip olması gibi unsurlar da göz önüne alındığında Başkanın süreç içinde kendisini Kral ya da imparator gibi hissetmesi ihtimal dahilindedir. Değerlendirme -Başkanlık sistemi hakkında kesin bir şekilde “iyi” ya da “kötü” bir sistemdir önermesinde bulunulamaz. -Bu sistemin diğer sistemler gibi avantajlı ve dezavantajlı yönleri vardır. -Bu yönlerden hangisinin ön plana çıkacağı, bu sistemi uygulayan her ülkenin siyasi kültürüne, siyasi kurumlarının yapısına ve birikimine bağlıdır. -Bir ülkede iyi sonuçlar veren bu sistem başka bir ülkede kötü sonuçlara neden olabilir. Örn. ABD ve Latin Amerika ülkeleri -YARI BAŞKANLIK SİSTEMİ •TANIM: C.başkanının halk tarafından seçildiği bir parlamenter sisteme yarı başkanlık sistemi denir. •Gözler’e göre bu sisteme “yarı parlamenter sistem” demek daha mantıklıdır. •Ancak her nedense yarı-başkanlık sistemi denmiştir. •Parlamenter sistemi henüz anlatmadığımız için burada Yarı-başkanlık sistemi, başkanlık sisteminin özellikleri üzerinden anlatılacaktır. • ÖZELLİKLERİ • İki Başlı Yürütme: • Başkanlık sisteminde tek başlı bir yürütme varken, yarı başkanlıkta iki başlı bir yürütme organı bulunmaktadır. • -Yürütmenin bir kanadında C.başkanı diğer kanadında da hükümet vardır. • Bu bakımdan parlamenter sisteme benzer. •Seçim usulü: başkanlık sisteminde yürütmenin başı olan başkan doğrudan halk tarafından belli bir süre için seçilir. •Yarı başkanlık sisteminde de yürütme organının başlarından birisi olan C.başkanı halk tarafından seçilir. Bu yönü ile de yarı başkanlık sistemi parlamenter sisteme değil başkanlık sistemine benzer. •Yasamanın Güveni: Başkanlık sisteminde yürütme organı, yasama organının güvenine dayanmaz. •. • Oysa yarı başkanlık sisteminde yürütme organının bir kanadı olan hükümet (bakanlar kurulu), yasama organına karşı sorumludur. • Yasama organı kabineyi güvensizlik oyu ile görevden alabilir. • Bu yönü ile yarı başkanlık sistemi parlamenter sisteme benzer. • Yarı başkanlık sistemine örnek olarak Fransa, Portekiz, Avusturya, İrlanda, İzlanda ve Finlandiya verilmektedir TÜRKİYE ÖRNEĞİ • 2007 yılında halk oylaması ile kabul edilen Anayasa değişikliği, Türkiye’de C.başkanının halk tarafından seçilmesini öngörmüştür. • Ancak 11. c.başkanı A.Gül, halk tarafından değil 28.08.2007 tarihinde TBMM tarafından seçilmiştir. •11. C. Başkanının görev süresinin dolmasından sonra 12. C.başkanının TBMM tarafından değil, halk tarafından seçilmiştir. •Yapılan seçimle halk tarafından seçilen ilk C.başkanı olan R.T.Erdoğan’ın göreve başlaması ile Türkiye, saf parlamenter hükümet sisteminden yarı başkanlık sisteminin özelliklerini taşır hale gelmiştir. B- YUMUŞAK KUVVETLER AYRILIĞI: PARLAMENTER SİSTEM Buraya kadar hükümet sistemlerinin kuvvetler birliği ve kuvvetler ayrılığı sistemleri olmak üzere ikiye ayrıldığını, kuvvetler ayrılığı sisteminin de kendi içinde «sert kuvvetler ayrılığı» ve « yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemi» olmak üzere ikiye ayrıldığını gördük. Yumuşak kuvvetler ayrılığı sisteminde yasama ve yürütme kuvvetleri birbirinden yumuşak bir şekilde ayrılmıştır. -bu sistemde yasama ve yürütme kuvvetleri kural olarak iki ayrı organa verilmişse de bu organlar tam olarak birbirinden bağımsız değildir. Bu organlar yer yer iç içe geçmiştir, keza bu organlar karşılıklı olarak birbirinin hukuksal varlığına da son verme imkanına sahiptirler. - -Yumuşak kuvvetler ayrılığı sisteminde yasama ve yürütme organları arasında karşılıklı işbirliği vardır. -Bu nedenle bu sisteme kuvvetlerin işbirliği sistemi de denir. - Yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemine genel olarak parlamenter hükümet sistemi, ya da daha kısa olarak parlamenter sistem denir. - -Parlamenter sistem yerine, parlamenter rejim, parlamenter demokrasi, parlamenter hükümet, kabine hükümeti, Westminster sistemi veya kısaca Parlamenterizm dendiği de olur. PARLAMENTER SİSTEMİN AYIRICI ÖZELLİKLERİ -Parlamenter sistemin ayırıcı özellikleri başkanlık sisteminin ayırıcı özelliklerinin tersidir. -ASLİ ÖZELLİKLER -PHS’in en kısa tanımını Epstein yapmıştır. «Yürütme iktidarının yasama iktidarından kaynaklandığı ve ona karşı sorumlu olduğu anayasal demokrasi tipidir» Bu tanıma göre PHS’nin iki ayırıcı özelliği vardır; 1- Hükümet yasama organından kaynaklanır, yani yasama organı tarafından seçilir. 2- Hükümet yasama organına karşı sorumludur. Bu iki özelliğe Gözler bir 3. özellik eklemektedir; 3- Yürütme ikili yapıdadır. Son özelliği ilk sıraya alarak inceleyelim; 1- YÜRÜTMENİN YAPISI: İki Başlılık (dualizm): -PHS’nde yürütme organı iki başlıdır; bir yanda devlet başkanı diğer yanda da bakanlar kurulu vardır. A- Devlet başkanı: Devlet başkanı, monarşik parlamenter sistemlerde Kral, cumhuriyet tipi parlamenter sistemlerde ise, C.başkanıdır. Gerek kral gerek C. Başkanı yasama organı karşısında sorumsuzdur. Yani Parlamento tarafından görevinden alınamaz. -Devlet başkanı, devletin bütünlüğünü ve birliğini temsil eder. -PHS’nde devlet başkanının sorumsız olması onun yetkisiz olması sonucunu doğurmuştur. -O nedenle devlet başkanının işlemlerinin başbakan ya da ilgili bakan tarafından imzalanması usulü ortaya çıkmıştır; Buna «karşı imza kuralı» denir. -Devlet başkanının işlemlerinde karşı imza kime ait ise bu işlemlerden o sorumludur. -Dolayısıyla bu işlemleri yapma konusunda asıl yetki bu kişiye aittir. - B- Bakanlar kurulu: Yürütme organının diğer kanadında ise Bakanlar kurulu bulunur. Bakanlar kuruluna kabine ya da hükümet de denir. -İşte yürütme organının bu ikinci kanadı yasamaorganı karşısında sorumludur. -BK’nun başlıca görevi ülkenin genel siyasetini belirlemek ve hükümet etmektir. Ba- Başbakan-Bakanlar. PHS’inde bakanlar kurulu kendi içinde ikili bir yapıdadır. -Bir tarafta Başbakan, diğer tarafta bakanlar bulunur. -Başbakan, bakanlar kurulunun yani hükümetin başıdır. Klasik anayasa hukuku teorisinde başbakan hukuksal statü itibarıyla diğerleri gibi bir bakandır. -Bu nedenle başbakan, sadece eşitler arasında birincidir. -ne var ki başbakanın primus İnter pares «eşitler arası birinci» konumu sadece hukuksal planda kalmış siyasi planda başbakan diğer bakanlardan çok daha önemli bir hale gelmiştir. -Fiili olarak PHS’nde başbakan ve bakanlar arasında eşitlik değil, hiyerarşik bir ilişki vardır. Bakanlar başbakanın otoritesi altında yer alırlar. -bakanların atanması ve görevden alınması tamamen başbakanın iradesi ile gerçekleşir. -yeni yapılan Parlamenter anayasalarda genellikle başbakanın bu üstün konumu hukuksal olarak da tanınmıştır. -Bugün için açıkça PHS’nde başbakanın kabinenin başı olduğu ve diğer bakanlardan üstün konumda olduğu aralarında hiyerarşik bir ilişki olduğu söylenebilir. -Yine de hatırlatalım ki, hukuksal, cezai ve mali statüsü bakımından başbakan da bir bakan gibi işlem görür. Bb- Kolektiflik -Bununla birlikte PHS’nde başbakanın, diğer bakanlardan üstün bir konumda bulunması, başkanlık sistemlerinde olduğu gibi hükümetin tek kişiden oluştuğu başbakan’ın bir Primus Solus (tek başına birinci) olduğu anlamına gelmez. -Başbakan her ne kadar üstün konumda olsa da PHS’nde başbakan ve diğer bakanların bir araya gelmesinden oluşan bakanlar kurulu, Kolejyal ya da Kolektif bir organdır. -yani bakanlar ve başbakan bir araya gelerek ortak karar alma yetkisine sahip bir kurul oluştururlar. -Bu nedenle bir kolektif organ olarak bakanlar kurulu, bütün üyelerinin aynı anda aynı yönde irade açıklamaları ile karar alabilir. -Bazı üyelere o toplantıda yoksa ya da o karara muhalifse, bakanlar kurulu karar alamaz. -Bu nedenle bakanlar kurulunun aldığı kararlar hukuki işlem teorisi bakımından kolektif işlem niteliğindedir. -Daha sonra da görüleceği gibi başbakan ve bakanlar yasama organı karşısında hem tek tek hem birlikte sorumludur. -Birinci halde bireysel sorumluluk/ikinci halde de kolektif sorumluluk ilkesi söz konusudur. Kolektif sorumluluk ilkesi *Kabinenin birliği *Kabinenin Homojenliği *Kabinenin dayanışması ilkelerini ortaya çıkarmıştır. Bc-kabinenin Birliği İlkesi -Kabinenin birliği ilkesi ile bakanlar kurulunun başbakanın yönetimi altında bir bütünlük oluşturduğu anlatılmak istenir. -Bakanlar kurulu bütün bakanlar katılması ile oluşur. Ülkenin genel siyaseti ile ilgili her konu bütün bakanlar bir araya gelmesi ile görüşülüp karara bağlanır. -Bd- kabinenin Homojenliği İlkesi; -Bu ilke ile bakanlar kurulu üyelerinin ortak bir siyasal çizgiye, ortak bir bakış açısına sahip oldukları anlatılmak istenir. -Tek parti hükümetlerinde bu homojenlik kendiliğinden sağlanır. -Koalisyon hükümetlerinde ise bu homojenlik koalisyonu oluşturan partilerin yaptıkları koalisyon programı ile sağlanır. Be-Kabinenin dayanışması ilkesi: Bu ilke ise bakanlar kurulu tarafından ortaklaşa alınan kararların sorumluluğunun tek tek bütün bakanlar tarafından yüklenilmesi gerekliliğini ifade eder. -şüphesiz ki bir bakan bakanlar kurulu tarafından alınan bir kararı benimsemeyebilir. Bakanlar kurulu toplantılarında bu karara karşı görüşünü belirtebilir. -Ancak bakanlar kurulu aksi yönde karar almışsa bu karara karşı olan bakan istifa etmedikçe, bu kararı imzalamak zorundadır. -Dahası artık bu kararı eleştirmemek, kamu oyu önünde savunmak ve etkili bir şekilde uygulamak zorundadır. -keza yine dayanışma ilkesi gereğince, bakanlar kurulunun bir üyesi, diğer üyelerini Bakanlar Kurulu dışında eleştirmemekle yükümlüdür. -Bu yükümlülüklerini yerine getirmeyen Bakanın yapması gereken şey, istifa etmektir. -İstifa etmeyen bakan, Başbakanın teşebbüsü ile görevden alınır. - 2- YÜRÜTMENİN GÖREVE GELİŞİ -PHS’nde yürütme organı doğrudan doğruya halk tarafından seçilmez. -Yürütme organının birinci kanadı olan devlet başkanı, monarşik parlamenter sistemlerde veraset yolu ile belirlenir yani devlet başkanlığı babadan oğula irsi olarak intikal eder. Cumhuri parlamenter sistemlerde ise devlet başkanı doğrudan halk tarafından değil, yasama organı tarafından seçilir. -PHS’lerde yürütme organının ikinci kanadı olan kabine de doğrudan halk tarafında seçim usulü ile değil, yasama organı tarafından belirlenir. - -Kabine parlamentonun içinden çıkar, ondan kaynaklanır. -Bu konuda çeşitli usuller vardır. -Örn. Almanya’da, irlanda’da ve Japonya’da başbakan doğrudan yasama organı tarafından seçilir. -Diğer bazı ülkelerde ise devlet başkanı, parlamentodan güvenoyu alabilecek kişiyi, (örneğin çoğunluk partisi genel başkanını) başbakan olarak atar. -Bu kişi diğer bakanları seçer. Başbakan tarafından seçilen kişiler kral ya da c.başkanı tarafından bakan olarak atanırlar. -Daha sonra bu şekilde kurulmuş olan kabine, yasama organından güven ister. -bu nedenle, PHS’nde her durumda kabinenin nihai tahlilde yasama organı tarafından belirlendiğini söyleyebiliriz. 3- SORUMLULUK -yasamanın güvenine dayanma: -PHS’nde yürütmenin bir kanadı olan devlet başkanı yasama organı karşısında sorumsuzdur. -ancak yürütmenin ikinci kanadı olan yasama organı karşısında sorumludur. -PHS’nde kabine, yasama organının güvenine dayanır. -yasama organı «güvensizlik oyu» ile görevden alabilir. -Kabinenin yasama organı karşısında kolektif ve bireysel olmak üzere 2 tür sorumluluğu vardır. -Kabinenin bir bürün olarak yasama organı karşısında sorumluluğuna kolektif sorumluluk denir. -Bunun anlamı şudur; yasama organı kabine hakkında güvensizlik oyu vermişse, bütün kabine olduğu gibi düşer. -Görevini iyi yaptığı düşünülen bakanlar da görevlerini kaybederler. -PHS’nde ayrıca her bir bakan, tek tek yasama organı karşısında sorumludur. Buna bireysel sorumluluk denir. Bunun anlamı şudur; yasama organı kabineyi genel olarak görevde bırakırken, sadece bir bakanı güvensizlik oyu verip görevden alabilir B-Tali Özellikler: -Bir hükümet sisteminin PHS olup olmadığını az önceki asli özelliklere bakarak anlayabiliriz. -Bu üç özellik PHS’nin olmazsa olmaz, minimum standartlarıdır. -Bu 3 özelliği taşıyan hükümet sistemi PHS’dir. -Bu özellikleri taşıyan hükümet sistemlerinin taşıdığı başka özellikler de vardır. -Bu 3 ek özellik şunlardır; 1- Yürütme yasamayı fesh edebilir. 2- aynı kişi hem yürütmede hem yasamada görev alabilir. 3- Bakanlar kurulu yasama organının faaliyetlerine katılabilir. 1- yürütme Organı yasama Organını Feshedebilir • -PHS’nde yasama organının hükümeti güvensizlik oyu ile düşürebilmesine paralel olarak Yürütme organının da yasama organı üzerinde fesih yetkisi vardır. • Yani PHS’nde yasama ve yürütme organları birbirlerinin hukuksal varlıklarına son verebilirler. • -Zaten bu nedenle PHS’nde tam bir kuvvetler ayrılığının olmadığını ifade etmek için bu sistemeyumuşak kuvvetler ayrılığı sistemi denmektedir. • -O halde PHS’nde yasama ve yürütme kuvvetleri karşılıklı olarak birbirlerine bağımlıdır. • Fesih yetkisinin hiç olmadığı ya da Türkiye’de olduğu gibi çok sıkı şartlara bağlanmış olduğu bir hükümet sistemi, Asli özellikleri taşımak kaydıyla PHS olarak kabul edilir. • -Yani sırf yürütme organının yasama organını fesih yetkisine sahip olmaması bir pHS’ni parlamenter nitelikte olmaktan çıkarmaz. • -Fesih yetkisi genellikle devlet başkanının imzası ile kullanılan bir yetkidir. • Devlet başkanının bu yetkiyi kullanması bakımından iki ihtimal söz konusudur. • Bazı anayasalar, fesih yetkisini tek başına devlet başkanına vermiş olabilir. • Bu taktirde devlet başkanı bu yetkiyi başbakanın talebi olmaksızın kullanabilir. • -Ama PHS’nde, devlet başkanı bu yetkisini ancak başbakan veya Bakanlar Kurulunun istemi ile kullanabilir. • 2- Aynı Kişi Hem Yürütmede Hem de yasamada Görev Alabilir; • -PHS’nde aynı kişi aynı anda hem yasama hem de Yürütme organında görev alabilir. • -Yani bir kişi hem milletvekili hem de başbakan veya bakan olabilir. • -Çoğu PHS’nde başbakanın aynı zamanda parlamento üyesi olması bir zorunluluktur. • -Bakanların Parlamento üyesi olması zorunluluğu yoktur. • Bakanlar içeriden veya dışarıdan atanabilir. • -Ama PHS’nde genellikle bakanlar da parlamento üyesidir. • -PHS’nde hem yasama hem de yürütme organında görev alabildiğine göre, bu sistemde tam olarak kuvvetler ayrılığı yoktur. • Zaten bu nedenle PHS’ne yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemi denmektedir. • 3- Bakanlar Kurulu Yasama organının Çalışmalarına Katılır: • PHS’nde yasama ve yürütme organları arasında mutlak bir ayrılık olmadığına tersine, bunların arasında bir işbirliği olduğuna göre yürütme organının yasama organının çalışmalarına katılabilmesi gerekir. • -Bu nedenle PHS’nde bakanlar kurulunun kanun teklif etme hakkı vardır. • -Keza başbakan ve Bakanlar parlamentoya girme hakkı orada oturma ve tartışmaları izleme, söz alma haklarına sahiptir. • - Diğer yandan hükümet Parlamentoya baskı yapmak amacıyla Parlamentoda güven isteyebilir. • -Ayrıca PHS’nde bakanlar kurulunun veya devlet başkanının parlamentoyu toplantıya çağırma hakkı vardır. • Nihayet daha önce de belirtildiği gibi, PHS’nde yürütme organının parlamentoyu fesih yetkisi de vardır. • II-KARŞILIKLI ETKİLEŞİM ARAÇLARI • PHS, yumuşak bir kuvvetler ayrılığı sistemidir. • -Kural olarak yürütme ve yasama organları birbirlerinden ayrı olmakla birlikte birbirlerine karşılıklı bağımlıdır. • Yürütme yasamanın içinden çıkmaktadır. • -yasama yürütmenin, yürütme de yasamanın görevine son verebilmektedir. • O nedenle PHS’nde yasama ve yürütme organları kaçınılmaz olarak işbirliği içindedirler. • -Kaldı ki PHS’de bu özelliklere ak olarak çeşitli etkileşim araçları vardır. • 1- kanun yapımına yürütmenin katılması; yürütme organı kanun önerme hakkına sahiptir. • -PHS’nde yasama organı tarafından kabul edilmiş kanunlar, devlet başkanı tarafından ısdar edilirler. • Bu vesile ile genellikle devlet başkanlarına «geciktirici veto» niteliğinde kanunları bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderme yetkisi tanınmaktadır. • Dolayısıyla devlet başkanı beğenmediği kanunları yürürlüğe girmesini geciktirebilir. • 2- Bütçe; Bütçeyi yürütme organı hazırlar ama yasama organı kabul eder. 3- Uluslararası Anlaşmalar; UA yapma yetkisi yürütme organına aittir. Ancak bu anlaşmaların onaylanması yetkisi yasama organına aittir. 4- Denetim: yasama organı soru, meclis araştırması , meclis soruşturması ve gensoru gibi yollarla yürütmeyi denetleyebilir. • Bütün bu karşılıklı etkileşime rağmen yasama ve yürütme kuvvetleri birbirinden ayrı varlıklar olarak kalmaktadırlar. • Özellikle PHS’nde hükümetin meclis hükümeti sisteminde olduğu gibi yasama organına tabi olduğu sanılmamalıdır. • -bir kere hükümetin yasama organından ayrı bir hukuksal kişiliği vardır. • -hükümet parlamentodan bağımsız bir politika izleyebilir. • Parlamento hükümete emir ve talimat veremez. • -Hükümet beğenilmiyorsa sadece güvensizlik oyu ile görevden alınabilir. • III- PHS’NİN ORTAYA ÇIKIŞI:İNGİLTERE • -PHS, Başkanlık sistemi gibi önceden tasarlanmış bir sistem değildir. • -PHS’nin az önce belirtilen özellikleri İngiltere’de uzun süreli toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişme ve evrimlerin bir sonucu olarak kendiliğinden bugünkü nihai noktasına ulaşmıştır. • Yani kraldan ayrı bir parlamento oluşmuş, yürütme organı içinde kralın yanında bir kabine teşekkül etmiş, bu kabine zamanla kraldan bağımsız hale gelmiş, yürütme içinde gerçek otoriteyi bu kabine ve özellikle başbakan ele geçirmiş, kral silikleşmiş, kabinenin parlamento karşısında siyasi sorumluluğu doğmuş yani güvenoyu kurumu ortaya çıkmış ve kabine de buna karşılık kraldan parlamentonun feshini isteyebilmiştir. • IV- PARLAMENTER SİSTEM ÇEŞİTLERİ:DUALİST ve MONİST • PHS’nin dualist (ikici) ve monist (tekçi) olmak üzere 2 çeşidi vardır. • A- Dualist PHS: -Mutlak monarşiden, meşruti monarşiye geçiş aşamasında görülür. • -18.yy’da İngiltere’de uygulanmıştır. -1837’de kraliçe’nin tahta çıkışı sırasında kesin olarak terk edilmiştir. -Dualist sistemde devlet başkanı sorumsuz olmakla birlikte, siyasal hayatta hala aktif bir rol oynamaktadır. -dualist PHS’nin ayırt edici temel özelliği bakanlar kurulunun çifte sorumluluğudur. • -Bu sistemde hükümet sadece Yasama organına karşı değil, devlet başkanına karşı da sorumludur. • Yani Bakanlar kurulu hem parlamentonun hem de devlet başkanının güvenine dayanır. • Dolayısıyla bakanlar kurulu hem yasama organı tarafından güvensizlik oyu ile düşürülebilir hem de devlet başkanı tarafından azledilebilirler. • -bu sistem korkunç bir hükümet istikrarsızlığına yol açma potansiyeline sahip olması nedeniyle şiddetli eleştirilere maruz kalmıştır. • Çünkü devlet başkanının güvenine sahip bir hükümet parlamento tarafından, parlamentonun güvenine sahip bir hükümet de devlet başkanı tarafından görevden alınabilir durumdadır. • B-Monist PHS: Bu sistem bakanlar kurulunun devlet başkanına karşı değil, sadece parlamentoya karşı sorumlu olduğu PHS’dir. • -Bu sistemde de yürütme ikili yapıdadır.Yani yürütme tek başlı değil,iki başlıdır. • -Ancak bu başlardan birisi olan devlet başkanı, devlet yönetiminde aktif rol oynamaz. • Yetkileri semboliktir. • Bu yetkileri ancak hükümetin isteği ve karşı imzasıyla kullanabilir. • Bu sistemde açıkçası yürütmenin gerçek başı bakanlar kurulu, onun içinde de başbakandır. • -Monist sistemde yapısında değil yönetiminde teklik, birlik vardır. • Bu sistem 18.yy’dan itibaren başta İngiltere olmak üzere bütün PHS’nde görülmeye başlanmıştır. • Bugün tüm PHS’i monist PHS’dir. • Demokrasi düşüncesi monist PHS’ni gerektirir. Çünkü sorumsuz olan ve halk tarafından seçilmemiş olan devlet başkanının yetkili olması demokrasi ile bağdaşmaz. • PHS’in özellikleri olarak bahsettiğimiz özellikler aslında Monist PHS’nin özellikleridir. • Değişik ülkelerde PHS, aynı hukuksal mekanizmalara sahiptir; • -iki başlı yürütme • -kabinenin kolektif sorumluluğu • -Güvensizlik oyu • -fesih vs. ne var ki aynı hukuksal mekanizmalara sahip olan bu sistem, çeşitli nedenlere ülkeden ülkeye farklı şekillerde çalışabilir. • PHS’nin uygulamada iki değişik tipi görülür; • V-YASAMA-YÜRÜTME DENGESİ BAKIMINDAN PHS: • «KABİNE HÜKÜMETİ»/ «MECLİS HÜKÜMETİ» • -PHS’de yürütme yasamadan kaynaklanmakta ve yasamaya karşı sorumlu olmaktadır dedik. • -Bu sistemde yasama organı, yürütme organını istediği zaman görevden alabilir. • -Buna karşılık yürütme organı yasama organını feshedebilir. • -Dolayısıyla PHS’de teorik olarak yasama ve yürütme kuvvetleri arasında belirli bir denge ve eşitlik vardır. • Ancak Parlamenter sistem pratikte farklı bir şekilde çalışabilir. • Yasama ve yürütme kuvvetleri arasında eşitlik yerine bunların arasında eşitsizlik ortaya çıkabilir. • -Burada iki ihtimal vardır; ya yürütme organı yasamaya üstünlük sağlar, ya da yasama organı yürütmeye üstünlük sağlar. • Buna göre, PHS’nin yürütmenin üstünlüğüne dayanan ve yasamanın üstünlüğüne dayanan iki ayrı tip olabilir. • A-YÜRÜTMENİN ÜSTÜN OLDUĞU PHS: KABİNE HÜKÜMETİ: • -Bu sistemde parlamento değil, kabine «hükümet eder». • Bu tip PHS’nde yürütme organı yasama karşısında üstünlük sağlar. • -Yasama yürütmenin istediği yasaları çıkarır ve ülke gerçekte yürütme tarafından yönetilir. • Bu sistemin en tipik temsilcisi İngiltere’dir. • Bu nedenle PHS’nin bu tipine «Anglo-Sakson tipi Parlamenter Sistem» dendiği de olur. • PHS’nde yürütme yasamanın içinden çıktığı için aslında yasama çoğunluğu ile yürütme arasında bir «bütünleşme» vardır. • Kabine yasama organının çoğunluğuna dayanır. • Kabine de zaten yasama organında çoğunluğa sahip siyasi partinin lideri tarafından oluşturulur. • Bu nedenle yürütme ile yasama çoğunluğu arasındaki organik bağın kurulmasında siyasi parti olgusu kilit role sahiptir. • -bu sistemde kabine kanun tasarılarını hazırlamakta, parlamento da bunları kabul etmektedir. • Böylece parlamento bir nevi onay makamı, kabine kararlarının «kayıt bürosu» halinde iş görmektedir. • bu sistemde bütün iktidar kabineden toplanmaktadır. • Kabine ülkenin genel siyasetini belirlemekte ve bu siyaset parlamentoda çok fazla değişikliğe uğramadan onaylanarak uygulanmaktadır. • Kabinenin üstünlüğüne dayalı bu sistem iki şartın gerçekleşmesi halinde ortaya çıkar ve devam eder; • 1- kabine tek partiden oluşmalıdır. Koalisyon hükümetlerinde yürütmenin yasama organı karşısında üstünlük sağlaması güçtür. • Hükümetin tek partiden oluşması genellikle «iki parti sistemi»nde görülür. • 2- kabine parlamentoda sağlam ve disiplinli bir çoğunluğa sahip olmalıdır. • Parlamentoda kabineyi destekleyen sağlam bir çoğunluk yoksa, kabinenin istediği yasaları çıkarması mümkün değildir. • Genellikle iki parti sisteminde partilerden birisi parlamentoda sağlam bir çoğunluğa sahip olabilir. • Diğer yandan kabineyi destekleyen parlamento çoğunluğu disiplinli değilse, yani iktidar partisine mensup bazı parlamento üyeleri, kabinenin hazırladığı yasa tasarılarına ret oyu kullanabiliyorsa, kabinenin parlamentoya karşı üstün hale gelmesi mümkün değildir. • Kabinenin parlamento karşısında üstünlük sağlaması ancak «basit çoğunluk seçim sistemi», «iki parti sistemi» ve «parti disiplini» şartlarının gerçekleşmesi ile mümkündür. • Bu şartların tam anlamıyla gerçekleştiği tek ülke İngiltere’dir. • İngiltere’de kabine, sağlam ve disiplinli bir parlamentoya dayanır ve basit çoğunluk sisteminin neden olduğu iki parti sistemi de «tek parti» hükümetleri sonucunu doğurmuştur. • «Başbakanlık Hükümeti»; kabine içinde tek iktidar sahibinin başbakan olduğu sistemdir. • Bu sistemde ülkeyi başbakanın yönettiği de söylenebilir. • Bu sistem ile «başkanlık sistemi» arasında büyük benzerlikler vardır. • İngiltere’de Avam Kamarası seçimlerinde seçmenler, bir partiye oy verirken, oy verdikleri partinin seçimleri kazanması halinde o partinin seçimleri kazanması halinde o partinin liderinin başbakan olacağını ve disiplinli ve sağlam bir parlamento çoğunluğuna dayandığı için ülkeyi 4 yıl yöneteceğini önceden bilmektedir. • Bu nedenle kabine hükümeti ya da başbakanlık hükümeti tipi PHS istikrarlı ve etkili bir şekilde çalışmaktadır. • Bu sistemlerde başbakan ve partisi belli bir süre tek başına iktidarda kaldığından sorumluluk kolayca teşhis edilmektedir. • Bu sistemlerde başbakan ve onun partisi belli bir süre tek başına iktidarda kaldığından sorumluluk kolayca teşhis edilebilir. • Bu nedenle bu sistemde iktidarın her seçimlerde kolayca el değiştirmesi mümkün olabilir. • B- YASAMANIN ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN PHS: Meclis Hükümeti; • Bu sistemin temel özelliği yasama organı karşısında hükümetlerin güçsüzlüğüdür. • Hükümetler, yasama organı tarafından kısa aralıklarla düşürülürler. • Fransa’daki 3. ve 4. Fransız cumhuriyetleri ile İtalya • Bu nedenle bu sisteme «latin tipi parlamenter sistem» de denir. • Meclis hükümeti tipi PHS’nin temel özellikleri şu şekilde sayılabilir; – Hükümetler yasama organını yönlendiremezler – İktidar birleşmiş değil, dağılmış ve atomize olmuştur. – Sorumluluk tümden kaybolmuştur. – Parti disiplini ya zayıftır ya da bütünüyle yoktur. – Hükümetler hızlı ve kararlı bir şekilde hareket edemezler. – Hükümetler genellikle koalisyonlardan oluşur. – Hükümetler kısa ömürlüdür. Yaygın bir hükümet istikrarsızlığı vardır. • Hükümetler çok sık bir şekilde parlamento tarafından güvensizlik oyu ile düşürülürler. – Hükümeti oluşturan koalisyon partileri kolayca uzlaşmazlığa düşerler ve uzlaşmazlıklarını kolayca çözemezler. – Kabineler arkalarında parlamento desteği olup olmadığından hiçbir zaman emin değildirler. – Hükümetler hiçbir zaman tek ve açık bir sesle hareket edemezler. Meclis hükümeti tipi PHS, etkisiz, istikrarsız ve başarısız yönetimelre yol açar. Bu sistemin demokratik performansız da düşüktür. Hükümet durmadan değişse de iktidardaki kişiler değişmez. • Bu sistemde «gerçek» bir iktidar değişikliğinden bahsedilemez. • Hükümet halkın oyu ile değil, partiler arasındaki siyasi oyunlarla , milletvekilleri arasındaki pazarlıklarla kurulur veya dağılır. • Bu nedenle haklı olarak İtalya’daki sisteme «partitokrasi» ve Fransız 3. Cumhuriyetine de «mebuslar cumhuriyeti, 4. Cumhuriyete «partiler rejimi» denir. • Türkiye’de de 1970’li ve 90’lı yıllarda bir «meclis hükümeti tipi parlamenter sistem» görülmüştür ve günümüzde de görülmektedir. • Anayasa Hukuku genel teorisinde PHS’in bu tipine meclis hükümeti sistemi denir. • Ancak bu sistem yasamanın üstünlüğüne dayalı , meclisin hükümet ettiği izlenimi uyandıran bir sistem gibi görünse de, sadece hükümetin değil, meclisin de son derece zayıf olduğu bir sistemdir. • İktidarsızlık sadece hükümetin değil, meclisin de temel özelliğidir. • Meclis de sağlam bir çoğunluktan mahrum olduğu için, kanun çıkaramaz. • Örneklerde de gözlemlendiği gibi meclisler yasama görevlerinden, hükümetlere KHK çıkarma yetkisi vererek sıyrılırlar. • Bu sistemde meclis, kanun yapmak ile uğraşmaz. • Bu sistemde meclis kanun yapmak yerine «araştırma komisyonları» «soruşturma komisyonları» kurarak vakit geçirir. • SONUÇ: farklı ülkelerde PHS, aynı hukuksal mekanizmalara sahiptir. • İki Başlı Kabine, Kabinenin Kolektif sorumluluğu, Güvensizlik oyu, Fesih vs. • Ancak, aynı hukuksal mekanizmalara sahip olan bu sistem ülkeden ülkeye farklı çalışmaktadır. • İngiltere2de etkili, sorumlu, istikrarlı ve demokratik bir yönetime yol açarken Fransa, İtalya ve Türkiye gibi ülkelerde güçsüz, sorumsuz, istikrarsız ve niteliksiz bir demokratik yönetime yol açabilmektedir. • PHS’in performansı büyük ölçüde, tek parti hükümetine, tek parti hükümeti ise parlamentoda sağlam ve disiplinli bir çoğunluğun olmasına, sağlam ve disiplinli bir parlamento çoğunluğu ise iki parti sistemine, iki parti sistemi ise tek turlu çoğunluk seçim sistemine bağlıdır. • PHS’in ZAYIF VE GÜÇLÜ YANLARI • A- PHS’İN GÜÇLÜ YANLARI: • BS’nin daha önce zayıf yönleri olarak gördüğümüz özellikleri, PHS’nin güçlü yönlerini oluşturur. • 1-PHS’de Tıkanıkların Çözüm Yolları Vardır: Bu sistemde,yürütme organı, yasama organının içinden çıktığı ve onun güvenine dayandığına göre, bu sistemde yasama ile yürütme arasında bir krizin çıkması zayıf bir ihtimaldir. • Böyle bir kriz çıkarsa, sistemde yer alan güvensizlik oyu ve fesih gibi araçlarla kriz çözülebilir. • PHS’nde parlamento güvensizlik oyu ile hükümeti her zaman düşürebilir. • Buna karşılık hükümet de parlamentoyu feshedebilir. Fesihten sonra seçime gidilir. • Seçimlerde parlamento ile hükümet arasındaki kriz halk tarafından çözümlenir. • Bu nedenle PHS, rejimin kilitlenmesi, tıkanması ihtimali daha düşüktür. • Bu nedenle PHS’lerde hükümet darbelerine Başkanlık sistemine göre daha az rastlanır. • 2- PHS Esnektir: PHS savunucularına göre, bu sistem oldukça esnektir. • Güvensizlik oyu ve fesih tıkanıkları çözebilen araçlardır. • Hükümet ile parlamento arasındaki siyasal süreç donmuş değildir; sürekli gelişime ve değişimlere uyma imkanına sahiptir. • Halkın desteğini yitirmiş, iş göremeyen hükümetleri değiştirmek için BS’ndeki gibi 4-5 yıl beklemek gerekli değildir. • Seçim döneminin içinde de hükümeti değiştirmek mümkündür. • 3- PHS Kutuplaşmaya Neden Olmaz: BS’nde, kazanan her şeyi alırken, kaybeden hiçbir şey alamaz. • Bu nedenle, BS’nde kaybedenlerin sistemden dışlandığı ve böylece sistemde kutuplaşma meydana geldiği gözlemlenmektedir. • Buna karşılık, PHS’nde hükümetin herşeyi kazandığı söylenemez, çünkü görevde kalması için Parlamentonun sürekli güvenine ihtiyacı vardır. • PHS’nde iktidarda olmayanlar sistemden dışlanmazlar. Muhalefet partisi olarak Parlamentoda görev alırlar. • Bu sayede kanunların yapılmasına ve hükümetin denetlenmesine katılırlar. • Kısaca, PHS’nde seçimi kaybedenler, BS’nde olduğu gibi sistemden tamamen dışlanmazlar. • 4- PHS’de Devlet Başkanının Ilımlaştırıcı ve Uzlaştırıcı Bir Etkisi Vardır: • PHS’de yürütme organı 2 başlıdır. • Bir tarafta sorumsuz devlet başkanı (kral/C.Başkanı) vardır. Devlet başkanları tarafsız ve genellikle partiler üstü bir konumdadır. • Çünkü devlet başkanları, devleti ve milletin tamamını temsil ederler. • Bu nedenle tarafsız olan devlet başkanının siyasal mücadeleyi ılımlaştırıcı bir rolü vardır. • Devlet başkanından parlamento ve hükümet arasında ortaya çıkabilecek siyasi çatışmayı uzlaştırıcı, taraflar arasında arabulucu veya hakem rolü üstlenmesi beklenir. • • • • B-PHS’in ZAYIF YANLARI: 1-PHS, İstikrarsız Hükümetlere Yol Açar: Bu PHS’ne yöneltilen en önemli eleştiridir. BS’nde başkan belli bir dönem için seçildiği ve o dönem içinde parlamento tarafından görevden alınamadığı için yürütme organının istikrarı garantilenmiş olur. • Oysa PHS’nde hükümetin istikrarı hiçbir zaman garanti altında değildir, çünkü parlamento hükümeti her zaman görevden alınabilir. • Bu nedenle PHS’de sistemin mantığı gereği, sistem içinde bir hükümet istikrarsızlığı saklıdır. • 3. ve 4. Fransız Cumhuriyeti, Alman Weimer Cumhuriyetinde, 2. dünya savaşı sonrası İtalya’da ve 1961-1980 ve 1990-2001 yılları arasında Türkiye’de yaygın bir hükümet istikrarsızlığı görülür. • Şüphesiz PHS’nin uygulandığı bütün ülkelerde durum böyle değildir. • PHS’nin istikrarsızlığa yol açtığına yönelik eleştiriye 2 tür savunma yapılır. • a-Disiplinli iki-partili sistemde istikrarsızlık yoktur: PHS istikrarlı hükümetler yaratmaları imkansız değildir. • Hükümet istikrarsızlığının gerçek nedeni, PHS değil, çok partili sistem ve partilerin disiplinsizliğidir. • İki-partinin ve parti disiplininin bulunduğu bir PHS’nde hükümet istikrarsızlığı ortaya çıkmaz. • Böyle bir sistemde hükümetler uzun ömürlü olacaktır. • Gerçekten de ingiliz Parlamenter sisteminde hükümet istikrarsızlığı yoktur. Çünkü bu sistemde • -Bu savunmaya karşı görüş ileri sürmek çok mümkün değildir. gerçekten de İngiltere gibi disiplinli iki partinin olduğu sistemde, parlamentodaki çoğunluk değişmedikçe, hükümetin değişmesini gerektirecek bir neden yoktur. • Böyle bir sistemde hükümet, seçimler sonucunda parlamentodaki çoğunluk değişirse, değişir. Dolayısıyla bu sistemde yürütme, başkanlık sistemindeki yürütme kadar dayanıklıdır. • Ancak, dünyada disiplinli iki-partili sistem yaygın değildir. • PHS’lerin çoğunda (türkiye de dahil) çok partili sistem vardır. • Türkiye’de çok partili sistemi iki parti sistemine dönüştürmek için bir kere nisbi temsil seçim sistemini terk edip basit çoğunluk seçim sistemini kabul etmek gerekir. • Ancak bu sistem lehine Türkiye’de bir uzlaşma yoktur. • 2. olarak, Türkiye’de gerçekten sadece partiler düzeyinde yapay bölünmeler değil seçmenler • Bu kadar bölünmüş bir toplumda iki partili sistemi oluşturmak ve devamını sağlamak mümkün değildir. • b- PHS’nde Hükümet İstikrarsızlığı Gerçek değil Görünüştedir. • PHS’ni savunanlara göre, bu sistemde görünen hükümet istikrarsızlığı çoğu zaman görünüştedir. • Çünkü, biçimsel olarak hükümetin değişmesine rağmen iktidardaki partiler aynı kalır; yeni kabine eski başbakanın başkanlığında kurulur, anahtar bakanlıklardaki bakanlar görevde kalmaya devam ederler. • Bu görüşe göre, PHS’de biçimsel olarak hükümet değişiklikleri olsa da «esasta istikrar» söz konusudur. • Başka bir deyişle, iktidardaki personel aynı kaldıkça hükümetlerin sık sık değişmesi istikrarı bozmaz. • Gerçekten de hükümet istikrarsızlığının olduğu ülkelerde aynı kişilerin birçok defa başbakanlık ve bakanlık yaptıkları görülmektedir. • Örn. 2. Dünya Savaşından sonra sahneye çıkan politikacılar İtalya’da 1990’lara kadar sahnede kalmıştır. • Türkiye’de de benzer bir durum gözlemlenmektedir. • Örn. Demirel 1965 ile 2000 yılları arasında 7 defa başbakanlık, bir defa c. Başkanlığı yapmıştır. • Anayasa 2. defa c.başkanı olarak seçilmesine izin vermediği için, resmi siyasal hayattan 2000 yılında ayrılmıştır. • Yine bülent Ecevit 5 defa başbakanlık yapmış, birçok defa bakanlıklarda bulunmuştur. • O halde gerçekten de istikrarsız olduğu söylenen PHS’nde başkanlıkta görülmeyen bir tarzda «personel istikrarı» vardır. • Bazı PHS’lerinde ülke geçen yüzyılın 2. yarısında 30-40 yıl boyunca aynı politikacılar tarafından idare edilmiştir; bu kişileri iktidardan ancak ölüm ayırabilmiştir. • PHS’de tartışmasız bir «personel istikrarı» vardır. ancak bu iyi bir şey midir? • Sartori bu soruya olumsuz yanıt vermiştir. • Sartori’ye göre, «personel istikrarı» kavramı, hükümet istikrarı sorununa getirilmiş «yanılgı dolu bir çaredir». • Sartori’ye göre, bu şekilde hükümetteki istikrar problemi daha da kötüleşir. • Çünkü aynı kişinin 7 defa başbakan, birçok defa bakan olması «onun için harika birşeydir» ve bu kişinin iktidardaki istikrarından hiçbir şekilde şüphe duyulmaz. • Ama onun kişisel istikrarı sisteme ne kadar hizmet etmiş olur? Sartori’ye göre hiçbir şekilde. • Personel istikrarı ile kişinin bu süreçte herhangi bir alanda uzmanlığı artmadığı gibi, kendi yeteneksizliğini tüm etrafına yaymaktadır. • Bu kişiyi her makamda ebedi kılan şey kabinede gösterdiği üstün performans ya da doğal zekası değil, tümüyle parti içinde geliştirdiği ilişkiler ve manevra kaabiliyetidir. • Bu nedenle Sartori’ye göre, istikrardan kastedilen buysa, bunsuz olmak daha iyidir. • Gözler’e göre, PHS kaçınılmaz olarak hükümet istikrarsızlığına yol açmaz. • İstikrarsızlık, koalisyon hükümetlerine, o da parti sistemine bağlıdır. • O halde PHS bizzat istikrarsızlık yarattığı söylenemez. • Ancak, PHS’nin BS gibi kendi başına hükümetin istikrarını sağlayıcı bir mekanizması yoktur. • O halde, çok parti sisteminin ve dolayısıyla koalisyon hükümetlerinin görüldüğü bir parlamenter sistemde hükümet istikrarsızlığı potansiyelinin bulunduğu söylenebilir. • Türkiye’de çok partili sistem vardır ve yakın gelecekte bu sistemin iki partili sisteme dönüşmesi gerçekçi bir beklenti değildir. • Buna göre, mevcut parti sistemi dahilinde Türkiye’de parlamentarizmin devamlı olarak hükümet istikrarsızlığına yol açması muhtemel görünmektedir. • 2- PHS, Zayıf Hükümetlere Yol açar: • Bu eleştiriye göre bu sistemde zayıf, etkinliği düşük hükümetler görülür. • a- Bir kere PHS’nde hükümet, tek partiden oluşsa bile, hiçbir zaman BS’ndeki başkan kadar kendisini güvende hissetmez. • Her halükarda parlamentodaki çoğunluğu göz önünde bulundurmalıdır. • b- İkinci olarak, PHS’nde hükümet tek partiden oluşsa bile, yürütme organının iki başlı olması bazen sorunlara neden olabilir. • Ancak PHS’in mantığına göre, başlardan birisi olan devlet başkanı sorumsuz ve dolayısıyla yetkisizdir. • Ne varki uygulamada devlet başkanı ile hükümet arasında bazen çatışma da yaşanabilir. • Devlet başkanı (c.başkanı) tamamıyla sembolik rolü ile yetinmez ise PHS’nde yetki ve sorumluluk karmaşası çıkabilir; hükümet etkinliğini yitirebilir. • Oysa yürütme organının tek kişiden oluştuğu BS’nde böyle bir sorun ortaya çıkmaz. • c- Diğer yandan, PHS’nde hükümet tek partiden oluşsa da hükümetin kolektif niteliğinden kaynaklanan sorunlar ortaya çıkabilir. • PHS’nde bakanlar kurulunun karar alabilmesi için oy birliği gereklidir. • Kurulun içinde bir bakanın muhalif kalması durumunda, bu bakanın istifa etmesi veya azledilmesi gerekir ki her iki durumda kamuoyunda tartışmalara neden olur. • d- PHS, genellikle koalisyon hükümetlerine yol açar. Koalisyon hükümetleri güçsüz hükümetlerdir. • Çünkü bu hükümetler birden fazla partiden oluşur.ve bu partiler birbirinin rakibi durumundadır. • Dolayısıyla hükümeti oluşturan partiler arasında bir şekilde bir nedenden dolayı anlaşmazlık çıkma ihtimali yüksektir. • Bu partiler arasında gerçekte üzerinde anlaşılan çok az konu vardır. • Koalisyon hükümetleri hızlı karar alamazlar.Çünkü karardan önce parti liderlerinin kendi aralarında anlaşmaları gerekir. • Bu ise uzun pazarlıklar sonucu gerçekleşebilir. • Ayrıca koalisyon hükümetlerinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar çok zor ve uzun sürede çözülür. • Bu hükümetlerde genellikle icraatlar anlaşmazlık • Bu nedenle bu hükümetler çoğu zaman az icraat yaparak ömürlerini uzatmaya çalışır. • Sartori’ye göre koalisyon hükümetlerinin yapacağı birazcık icraat genellikle ilk 6 ay içinde hükümetin devrilmesinin hoş karşılanmayacağı ilk döenmde yapılır. • Bundan sonra hükümetler, hareketsiz kalarak gemiyi batırmamaya çalışarak zaman kazanmaya bakarlar. • 3- PHS Düşük Nitelikli Bir Demokrasiye Yol Açar: • PHS karşıtlarına göre, BS’ne oranla PHS daha düşük nitelikli bir demokrasiye yol açmaktadır. Bu iddia şu 4 argümana dayanmaktadır; • a- PHS, halk hükümeti doğrudan doğruya belirleyememektedir. Halk Parlamento üyelerini seçmekte, parlamento üyeleri de hükümeti seçmektedir. • b- PHS, hesap verilebilirlik bakımından daha düşük değerde bir sistemdir. Özellikle koalisyon hükümetlerinde sorumluluğun sahibini tespit etmek oldukça zordur. • Hükümet birden fazla partiden oluştuğundan işler iyi gitmediğinde halk hesap soracağı partiyi bilemez. • PHS’de başbakanın sorumluluktan kurtulması, suçu ortaklarına yıkması mümkündür. • c- Hükümet istikrarsızlığı da sorumlunun belirlenmesini güçleştirir. Kısa süre iktidarda kalmış partilerden hesap sorulması oldukça güçtür.Çünkü bu partiler, aldığı kararları uygulama fırsatını bulamamışlardır. • d- Nihayet, önceden bilinebilirlik açısından da phs daha düşük bir değere sahiptir. • Önceden bilinebilirlik, seçmenin oy kullanırken, oy verdiği adayın kazanması halinde kimin hükümeti kuracağını bilmesini ifade eder. • Bu sayede seçmenler, geleceğe yönelik tercihler yapabilir. • PHS’de partinin temmsilcileri için oy kullanan seçmen, oy verdiği milletvekilinin başbakan olarak kimi destekleyeceğini bilemez • Dahası, bir partinin tek başına çoğunluğu elde edememesi durumunda hangi partilerin koalisyon hükümeti kuracaklarını seçmen önceden tahmin edemez. • SONUÇ: PHS tercihe değer bir sistem mi yoksa terk edilmesi gereken bir sistem mi? • Bu soruya kesin olarak «evet» ya da «hayır» demek mümkün değildir. • PHS’in bazı zayıf ve güçlü yönleri vardır. Belirli bir ülke düzeyinde bu güçlü ve zayıf yönlerinin hangisinin baskın çıktığı gözlenebilse de bunun genel olarak bütün ülkeler için peşinen geçerli olduğu söylenemez. • PHS’in zayıf yanlarının doğrudan doğruya kendisnden kaynaklandığını ve mutlak nitelikte olduğunu da söyleyemeyiz. • PHS’de istikrarsız hükümetlere neden olmasının nedeni koalisyon hükümetleri, koalisyon hükümetlerinin nedeni de çok parti sistemidir. • Çok parti sisteminin nedeni de nisbi temsil seçim sistemidir. • Çoğunluk sisteminin uygulandığı ve disiplinli iki parti sistemin mevcut olduğu bir ülkede (İngiltere) PHS pek ala istikrarlı ve güçlü hükümetlere yol açabilmektedir. • Özetle zayıf yanların,PHS bağlı olduğu kadar, her ülkenin kendi siyasal ve sosyal koşullarına (parti sistemi, siyasal kültür, sosyal bölünmüşlük vs) bağlı olduğu söylenebilir. • Bir ülkede PHS iyi bir şekilde işlerken, bir başka ülkede kötü bir şekilde işleyebilmektedir. • Dolayısıyla PHS’in performansı, ülkeden ülkeye değişmektedir. • Bu sonuç Türkiye örneğinde de doğrulanmaktadır. Türkiye PHS’nde 1990-2002 yılları arasında oldukça istikrarsız hükümetler görülmüş olmasına rağmen, 2002’den beri güçlü tek parti hükümeti görülmektedir. • 2002-2007 ve sonraki seçimlerde AKP tek başına hükümet kurabilecek parlamento çoğunluğuna sahip olabilmiştir. RASYONELLEŞTİRİLMİŞ PARLÂMENTARİZM • Kabinenin üstünlüğüne dayanan “İngiliz tipi” parlâmenter hükümet sisteminde (kabine hükümeti veya başbakanlık hükümeti) güçlü ve istikrarlı hükümetler vardır. • Bu nedenle bu tür parlâmenter sistemler başarılıdır. Büyük bir sorunları yoktur. Buna karşılık, yukarıda “meclis hükümeti tipi parlâmenter sistem dediğimiz sistemlerde zayıf ve istikrarsız hükümetler vardır. • İşte bazı parlâmenter sistemlerde hükümete istikrar ve güç kazandırmak amacıyla birtakım usûller öngörülmüştür. Bu usûlleri barındıran parlâmenter sistemlere genel olarak “rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm (parlementarisme rationalisé) ismi verilmektedir. • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm, sağlam bir parlâmento çoğunluğuna dayanmayan hükümetlere güç ve istikrar kazandırmaya yönelik hukuk kurallarının bütünü olarak tanımlanmaktadır. • 1949 Alman Anayasası, 1958 Fransız Anayasası ve 1982 Türk Anayasası rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçlarına yer veren örnek anayasalardır. • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm hükümetlere istikrar ve etkinlik sağlamaya yönelik bir sistem olduğuna göre, rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmin araçlarını da “hükümete istikrar kazandırmaya yönelik araçlar’ ve “hükümete etkinlik kazandırmaya yönelik araçlar” olmak üzere ikiye ayırıp inceleyebiliriz. • Bu araçları inceledikten sonra bir de genel değerlendirme yapacağız. I. HÜKÜMETE İSTİKRAR KAZANDIRMAYA YÖNELİK ARAÇLAR • Hükümetlere istikrar kazandırmanın yolu, hükümetlerin kurulmasını kolaylaştırmak, düşürülmesini ise zorlaştırmaktan geçer. • O halde “hükümete istikrar kazandırmaya yönelik araçlar”ı da kendi içinde “hükümetin kurulmasını kolaylaştırmaya yönelik araçlar” ve “hükümetin düşürülmesini zorlaştırmaya yönelik araçlar” olarak ikiye ayırabiliriz. A-HÜKÜMETİN KURULMASINI KOLAYLAŞTIRMAYA YÖNELİK ARAÇLAR • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmin temel amacı, hükümetlerin kurulmasını kolaylaştırmak; düşünülmesini ise zorlaştırmaktır. • Hükümetlerin kurulmasını kolaylaştırmak amacıyla çeşitli ülke öngörülmüştür: anayasalarında şu usûller I. Hükümetin Güven Oylamasız Göreve Başlaması: Zımnî Güven • Hükümetin kurulmasını ve göreve başlamasını kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı birinci usûl, hükümetin göreve başlarken meclisten güven istemesi usûlünün kaldırılmasıdır. • Bu şekilde yeni atanan Hükümet bir iki hafta kaybetmeden derhal göreve başlamış olur. Bunu 1958 Fransız Anayasası yapmıştır. • 1958 Fransız Anayasasının 8’inci maddesine göre hükümet şöyle kurulur: Cumhurbaşkanı önce Başbakanı; sonra da Başbakanın önerisi üzerine diğer bakanları atar. • Hükümet bu şekilde kurulmuş olur. Bu şekilde kurulan hükümetin göreve başlayabilmesi için, bizde olduğu gibi, Meclisten güvenoyu istemesine gerek yoktur. • Atanan hükümetin zımnî olarak parlâmentonun güvenine sahip olduğu varsayılır. Buna “zımnî güven {confıance implicite)” ismi verilmektedir. • Şüphesiz göreve yeni atanan Başbakan da 1958 Fransız Anayasasının 49’uncu maddesinin ilk fıkrasına göre Millet Meclisinden “programı üzerine güven istemi”nde bulunabilir. • Ancak Hükümetin göreve başlayabilmek ve görevde kalabilmek için bunu yapmaya ihtiyacı yoktur. Uygulamada da göreve yeni başlayan hükümetler, Millet Meclisinden güvenoyu istememektedirler. • Bu usûlle, hükümetler göreve başlamak için bir iki haftalık zaman kaybetmezler. Atanan hükümetlerin derhal göreve başlaması böylece sağlanmış olur. • Ancak bu usûlün büyük bir yarar sağlayacağı pek şüphelidir. Zira yeni atanan hükümete karşı da parlâmentoda derhal güvensizlik önergesi verilip hükümet düşürülebilir. 2.Hükümetin Kurulması İçin, Düşmesi İçin Gerekenden Daha Düşük Bir Çoğunluk Aramak • Hükümetin kurulmasını ve göreve başlamasını kolaylaştırıcı diğer bir usûl de, göreve başlama sırasında yapılan güven oylamasında, meclis üye tamsayısının salt çoğunluğunun değil, toplantıya katılanların salt çoğunluğunun aranmasıdır. • Yüzlerce kişilik parlâmentolarda toplantıya katılanların sayısı daima, üye tamsayısından az olur. Güvenoyu için üye tamsayısının değil, toplantıya katılanların salt çoğunluğu aranırsa, Hükümetin güvenoyu alması daha kolay olur. • Çünkü bu durumda, toplantıya gelmeyenlerin hükümeti destekledikleri varsayılmaktadır. Bu usûl, 1982 Türk Anayasası tarafından kabul edilmiştir. • Hükümetlerin düşürülmesi için üye tamsayısının salt çoğunluğunu arayan 1982 Anayasası, Hükümetlerin göreve başlaması sırasında yapılan güven oylamasında toplantıya katılanların salt çoğunluğunu yeterli görmüştür. • B- HÜKÜMETİN DÜŞÜRÜLMESİNİ ZORLAŞTIRMAYA YÖNELİK ARAÇLAR • Hükümete istikrar kazandırmanın ikinci yolu, kurulmuş olan hükümetin düşürülmesini zorlaştırmaktır. • Bunun için çeşitli anayasalarda şu tedbirler öngörülmüştür. • 1- Güvensizlik Önergesi verme Hakkının Sınırlanması • 2-Serinleme Süresi • 3- Güvensizlik Oyunda Üye tam Sayısının Salt Çoğunluğunun Aranması • 4-Yalnızca Güvensizlik Oylarının Sayılması • 5-Yapıcı Güvensizlik Oyu • 6- Fesih tehdidi Altında Güvenoyu 1. Güvensizlik Önergesi Verme Hakkının Sınırlandırılması • Hükümetlerin düşürülmesini zorlaştırıcı birinci tedbir, güvensizlik öner¬gesi verme hakkının sınırlandırmasıdır. • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmden esinlenen anayasalar, güvensizlik önergesi gibi önemli bir kurumun gayri ciddî olarak kullanılmaması için, güvensizlik önergesi verme hakkını çeşitli şekillerde sınırlandırmakta, onun kullanılmasını zorlaştırmaktadırlar. • Örneğin 1982 Türk Anayasasına göre, gensoru önergesi, ancak bir siyasî parti grubu adına veya en az yirmi milletvekilinin imzasıyla verilebilir. Bu şekilde bir veya birkaç milletvekilinin gensoru önergesi vererek hükümetin güveni gibi önemli bir konunun tartışılmasını sağlaması engellenmek istenmiştir. • Fransız Anayasası ise, güvensizlik önergesi (motion de censure) verme hakkını daha da sınırlandırmış ve bu hakkı ancak Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda biri tutarındaki üyelerine tanımıştır (1958 Fransız Anayasası. m.49/2). • Keza 1958 Fransız Anayasası güvensizlik önergesi verme hakkını bir kez daha sınırlandırmıştır: 1958 Fransız Anayasasının 49'uncu maddesinin ikinci fıkrasına göre, verilen güvensizlik önergesi reddedilmişse, güvensizlik önergesini veren milletvekilleri aynı toplantı (session) döneminde (yani pratikte yılın yarısında) bir daha güvensizlik önergesi verememektedirler. • Böylece bir yasama yılında veya döneminde bir kez güvensizlik önergesi verme hakkına sahip olduğunu bilen milletvekili, bu hakkını kötü niyetle, sudan sebeplerle kullanmaktan çekinecektir. 1975 Yunan Anayasasına göre ise, bir güvensizlik önergesinin reddedilmesinden sonra, 6 ay geçmedikçe yeni bir güvensizlik önergesi verilemez (m.84/2). 2.Serinleme Süresi • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmin başvurduğu diğer bir teknik de. hükümetlerin düşmesine yol açacak önemli oylamalarda, kendilerine ' serinleme süresi (cooling-off period)” denen bir-iki günlük bekleme sürelerinin konulmasıdır. Bu sürelerin amacı, güven oylamalarında duygusal faktörlerin etkisini azaltmak, milletvekillerinin daha serinkanlı düşünebilmelerine imkân sağlamaktır. • Örneğin 1982 Türk Anayasasının 99'uncu maddesinin ikinci fıkrasına göre, “gensorunun görüşülmesi, gündeme alma kararının rildiği tarihten haklayarak iki gün geçmedikçe yapılamaz". • Keza aynı mad denin üçüncü fıkrasına göre, “gensoru görüşmeleri sırasında üyelerin veya grupların verecekleri gerekçeli güvensizlik önergeleri veya Bakanlar Kurulunun güven isteği, bir tam gün geçtikten sonra oylanır”. • 48 saatlik benzer bir serinleme süresi 1958 Fransız Anayasası (m.49/2) tarafından da öngörülmüştür. 3.Güvensizlik Oyunda Üye Tamsayısının Salt Çoğunluğunun Aranması • Hükümetlerin düşürülmesini zorlaştırmanın en bilinen yolu, güvensizlik oyunda oylamaya katılaııların değil, üye tamsayısının salt çoğunluğunun aranmasıdır. Bu şekilde, oylamaya gelmeyenler de, sanki hükümete güvenoyu vermiş gibi bir fonksiyon ifa ederler. • Böylece hükümetin düşmesi daha da zorlaşır. Örneğin 1982 I'ürk Anayasasının 99’uncu maddesinin 4’üncü fıkrasına göre, gensoru neticesinde yapılan güven oylamasında Bakanlar Kurulunun veya bir bakanın düşürülebilmesi için, üye tamsayısının salt çoğunluğu gerekir. • Oysa aynı Anayasa, hükümetin kurulması aşamasında yapılan güven oylamasında (md.110), toplantıya katılanların salt çoğunun güvenoyu vermesini yeterli görmektedir. • 1958 Fransız Anayasası da, hükümetin düşmesi için iiye tamsayısının salt çoğunluğunu aramaktadır (m.49/2). Oysa aynı Anayasa, hükümetin kurulması için, güven oylaması zorunluluğunu bile getirmemektedir. 4. Yalnızca Güvensizlik Oylarının Sayılması • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmin güven oylamalarına getirdiği bir yenilik de, oylamalarda sadece, güvensizlik oylarının sayılması kuralıdır. Örneğin 1958 Fransız Anayasasına göre oylamada yalnızca güvensizlik oyları sayılır (m.49/2). • Aynı hüküm 1982 Türk Anayasasında da bulunmaktadır (m.99/4). Sadece güvensizlik oylarının sayılması kuralı, hükümetlerin prestijini korumaya yönelik bir tedbirdir. • Eğer oylamada güven oyları ve çekimser oylar da sayılırsa, Anayasaya göre istifa etmek zorunda olmasa bile Hükümet, istifa etmek zorunda kalabilecektir. • Zira bu takdirde Mecliste Hükümeti destekleyen bir çoğunluğunun olmadığı görülecektir. • Örneğin Türkiye’de 540 milletvekilinin katıldığı bir güven oylamasında 265 üye güvensizlik oyu, 260 üye güvenoyu vermiş, 15 üye de çekimser kalmış olsun. Bu Hükümet görevde kalırdı. Zira güvensizlik oyları 276 ya ulaşmamıştır. • Ancak, böyle bir Hükümet, Mecliste çoğunluğunun olmadığı ortaya çıktığından prestij yitirir ve belki de istifa etmek zorunda kalabilirdi. • İşte bu nedenle, 1982 Anayasası, 99’uncu maddenin dördüncü fıkrasındaki kuralı getirmiştir. • Bu kural sayesinde, oylamadan sonra, sadece güvensizlik oyları sayılacak ve Meclis Başkanı, 265 güvensizlik oyunun çıktığını ve dolayısıyla Hükümetin görevde kaldığını açıklayacaktır. • Hükümetin Parlâmentoda gerçek anlamda salt çoğunluğa sahip olmadığı ise anlaşılmayacaktır. 5. Yapıcı Güvensizlik Oyu • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçlarından en ünlüsü kuşkusuz “yapıcı güvensizlik oyudur. • 1949 Alman Anayasasının 67’nci maddesine göre, Bundestagm (Millet Meclisinin), Başbakanı güvensizlik oyuyla düşürebilmesi için üyelerinin çoğunluğu ile yeni bir Başbakan seçmesi gerekir. • Yeni bir Başbakan seçmedikçe, Bundestagta. (Millet Meclisinde) hangi çoğunluk toplanırsa toplansın Başbakanı düşüremez. • Görüldüğü gibi bu sistemde, yıkmak için önce yapmak gerekmektedir. Bu nedenle de bu tür güvensizlik oyuna “yapıcı” güvensizlik oyu denmektedir. • Yapıcı güvensizlik oyu usûlü, ülkede hükümet krizinin olmasını, ülkenin hükümetsiz kalmasını önlemektedir. Zira bir başbakanın düşürülebilmesi için, öncelikle yeni bir başbakan üzerinde anlaşmak gerekmektedir. Yapıcı güvensizlik oyu, parlâmenter sistemlerde sıkça görülen “olumsuz çoğunluklaca karşı bulunmuş bir çaredir. • Olumsuz çoğunluklar, hükümete karşı güçlerini birteştirebilen, ama kendi içlerinde de birleşemeyen çoğunluklar demektir. Yapıcı güvensizlik oyu usulü, olumsuz çoğunlukları etkisiz kılmaktadır. • Zira bunlar kendi içlerinde yeni bir başbakan üzerinde anlaşamayacaklarına göre, mevcut hükümeti de deviremeyeceklerdir. • 1994 Belçika Anayasası da (m.96) yapıcı güvensizlik oyu usûlünü öngörmüştür. Bu Anayasanın 96’ncı maddesine göre, güven isteminin reddinden itibaren üç gün içinde Temsilciler Meclisinin üye tamsayısının salt çoğunluğuyla Krala yeni bir Başbakan atamasını önerdiği takdirde mevcut hükümet istifa etmekle yükümlüdür. • Dolayısıyla güvensizlik oyundan sonra üç gün içinde Temsilciler Meclisi Krala ataması için üye tamsayısının salt çoğunluğuyla bir başbakan öneremezse mevcut hükümet görevde kalmaya devam edecektir. 6. Fesih Tehdidi Altında Güvenoyu • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmin en etkili araçlarından biri de, fesih tehdidiyle hükümetin parlâmentodan güvenoyu elde etmesidir. • 1949 Alman Anayasasının 68’inci maddesine göre, Başbakan tarafından istenen bir güvenoyu, Bundestag (Millet Meclisi) tarafından reddedilirse, Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanı Bundestagı fesheder. • Burada fesih silahı çok etkilidir. Çünkü hükümeti yok etmekte kararlı olan meclisin kendisi de yok olacaktır. Böyle bir durumda, milletvekilliklerinin sona ermesini istemeyen milletvekilleri istemeye istemeye de olsa başbakana güvenoyu vermek zorunda kalacaklardır. • Diğer bir ifadeyle bu usûlde, milletvekilleri kendi görevlerini kaybetme riskini göze almadan, başbakanın görevine son veremeyeceklerdir. II. HÜKÜMETE ETKİNLİK KAZANDIRMAYA YÖNELİK ARAÇLAR • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm düşüncesinin tek amacı, hükümetlere istikrar kazandırmak değildir. • Çünkü istikrar tek başına bir işe yaramaz. Başarılı bir parlâmenter demokraside, hükümetin görevde kalması yeterli değildir; ülkeyi yönetebilmesi de gerekir. • Bir hükümetin ülkeyi yönetebilmesi içinse kanunlara ve kararnamelere ihtiyacı vardır. O halde, hükümetin etkinliği, bir yandan ihtiyacı olduğu kanunları çıkartabilmesine, diğer yandan da kararnameyle düzenleme yapabilmesine bağlıdır. • Dolayısıyla “hükümete etkinlik kazandırmaya yönelik araçlar”ı da kendi içinde, “kanun çıkarılmasını kolaylaştırmaya yönelik araçlar” ve “hükümetin kararname çıkarmasını kolaylaştırıcı araçlar” olarak ikiye ayırabiliriz. A. KANUN ÇIKARILMASINI KOLAYLAŞTIRMAYA YÖNELİK ARAÇLAR • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm sisteminde, parlâmento tarafından düşürülemeyen bir hükümetin parlâmentoda çoğunluğa sahip olmaması mümkündür. • Zira yukarıdaki araçlar sayesinde parlâmentoda çoğunluğa sahip olmayan bir hükümet düşmeyebilir. Ama bu hükümetin parlâmentodan kanun çıkartması imkânsızdır. • Bu hükümetin kanun tasarıları pek muhtemelen parlâmento tarafından reddedilecektir. • O halde, hükümeti sadece ayakta tutmakla iş bitmemekte, hükümete, parlâmentoyu zorlayabilecek, gerektiğinde parlâmentoyu aşabilecek, anayasal araçlar da vermek gerekmektedir. • İşte rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm düşüncesinden ilham alan bazı anayasalar, parlâmentoda sağlam bir çoğunluğa sahip olmayan hükümetlere, hazırladıkları kanun tasarılarının kabul edilmesini sağlayacak anayasal mekanizmalar da getirmektedirler. • Bunlardan bazıları şunlardır: • 1- Blok Oylama • 2-Giyotin usulü • 3-Teşrii Zorunluluk hali 1. Blok Oylama: Ya Kabul Et, Ya Reddet • Normal olarak bir kanun tasarısı parlâmentolarda madde madde oylanır. Keza her madde için milletvekilleri birçok değişiklik önergesi verebilir. Bu nedenle, bir kanunun kabul edilmesi çok uzun zaman alabilir. • Keza, milletvekillerinin verdiği bazı değişiklik önergeleri kabul edilirse, kanun metninin kendi iç tutarlılığı bozulabilir. • Kanunların kabul edilme sürecini hızlandırmak ve kanunların iç tutarlılığını korumak için, 1958 Fransız Anayasası “blok oylama (vote bloque)” usûlünü öngörmüştür. • Anayasanın 44’üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre, Hükümet istediği takdirde, Meclis, müzakere edilen metnin bütününü tek bir kerede oylamak zorundadır. • Dolayısıyla bu usûlde, parlâmentonun bir kanun tasarısında kendi istediği şekilde değişiklik yapması mümkün değildir. • Blok oylama usûlü uygulandığında, parlâmentonun yapabileceği iki şey vardır: Ya kabul eder; ya da reddeder. 2. “Giyotin” : Ya Kanunu Kabul Et, Ya Da Hükümeti Düşür • Parlâmenter sistemde normal olarak parlâmentonun düşürmediği bir hükümetin sunduğu kanun tasarılarını reddetmesi mümkündür. • Oysa bu, hükümetin etkinliği bakımından sakıncalıdır. Ülkenin etkin bir şekilde yönetilebilmesi için, ya hükümetin ihtiyaç duyduğu kanunlar çıkmalıdır; yahut istediği kanunları çıkaramayan hükümet gitmelidir. • Kanun çıkaramayan bir hükümetin işbaşında kalmasının bir anlamı yoktur. Keza, bir parlâmentonun düşürmediği bir hükümetin kanun tasarılarını reddetmesi de mantıksızlıktır. • Bu mantıksızlığı, 1958 Fransız Anayasası “giyotin” usûlüyle çözmüştür. Fransız Anayasasının 49’uncu maddesinin üçüncü fıkrasına göre, • “Başbakan, Bakanlar Kurulunda görüştükten sonra, Millet Meclisi önünde, bir metin üzerinde Hükümetin sorumluluğunu yüklenebilir. Bu durumda, izleyen yirmidört saat içinde bir güvensizlik önergesi sunulmaz ve önceki fıkra uyarınca oylanmazsa, bu metin kabul edilmiş sayılır”. • Buna göre, hükümetin sunduğu bir kanun tasarısının mecliste kabul edilmeme ihtimali varsa, hükümet bu kanun tasarısının kabul edilip edilmemesini bir güven sorunu haline getirmekte, bu nedenle “sorumluluğunu ileri sürmekte”dir. • Böyle bir durumda, hükümete karşı olan milletvekillerinin yapması gereken şey, 24 saat içinde güvensizlik önergesi vermektir. Bu güvensizlik önergesinin kabul edilebilmesi içinse, Millet Meclisi üye tamsayı-sının salt çoğunluğu tarafından oylanması gerekir. • Bu usûlde, Meclis, “ya kanunu kabul et, ya da hükümeti düşür” emriyle karşı karşıya kalmaktadır. Görüldüğü gibi, Fransa’da, parlâmentoda çoğunluğa sahip olmayan bir Hükümet, güvensizlik oyuyla düşürülmedikçe, istediği kanunları çıkartabilir . Giyotin usûlü, düşürülemeyen ama parlâmentoda kanun çıkarmak için yeterli çoğunluğa sahip olmayan bir hükümetin kanun çıkarabilmesini sağlamaktadır. Bu da parlâmenter sisteme işlerlik kazandırması bakımından büyük bir avantajdır. Fransa’da hükümetlerin parlâmentoda sağlam bir çoğunluğa sahip olmadığı dönemlerde bu usûle sıklıkla başvurdukları ve başarılı sonuçlar elde ettikleri görülmüştür. Örneğin bu usûl, hepsi de çok önemli kanun tasarılarına ilişkin olmak üzere, 2 Nisan 1988 ila 14 Mayıs 1988 tarihleri arasında 9 defa, Mayıs 1988-Ocak 1990 arasında 18 defa kullanılmıştır. 3.Teşriî Zorunluluk Hali: Ya Kanunu Kabul Et, Ya Hükümeti Düşür, Yoksa Kanun Koyma Yetkin Altı Ay Süreyle Askıya Alınır • Yukarıda gördüğümüz gibi, yapıcı güvensizlik oyu nedeniyle Almanya’da Bundestag’ın (Millet Meclisi) Hükümeti düşürmesi oldukça güçtür. Ancak, istikrarlı bir demokraside hükümetin görevde kalması yeterli değildir; yönetebilmesi de gerekir. • İşte 1949 Alman Anayasası, 81 ’inci maddesinde “teşriî zorunluluk hali” denen bir usûlle, düşürülemeyen hükümete kanun çıkarma imkânını tanımıştır. • Bu usûle göre Bundestag (Millet Meclisi), Başbakana istediği güvenoyunu vermemiş, ama onun yerine yeni bir Başbakan seçerek onu da görevden alamamışsa, Başbakan, Cumhurbaşkanına başvurarak, ya 68’inci maddeye uygun olarak Meclisin feshedilmesini, ya da 81’inci maddeye göre “teşriî zorunluluk hali’’ ilân edilmesini isteyebilir. • Bu ikinci halin ilân edilebilmesi için Bundesrat’ın (Federal Senatonun) da onayı gerekir. Başbakanın istemi ve Bundesrat‘ın onayı varsa Cumhurbaşkanı “teşriî zorunluluk hali” ilân eder. • Bu halin ilân edilmesiyle, Bundestag'm (Millet Meclisinin) reddettiği kanun tasarıları kendiliğinden kabul edilmiş sayılır. • Keza, Bundestag'a sunulan ve Bundestag’m dört hafta içinde sonuçlandırmadığı kanun tasarıları da kendiliğinden kabul edilmiş sayılır. • Ancak, “teşriî zorunluluk hali”, bir başbakanın döneminde en fazla altı ay süreyle kullanılabilir (m.81). • Kısacası, Alman parlâmenter sisteminde, Millet Meclisi (Bundestag) tarafından usûlüne uygun bir şekilde düşürülemeyen Başbakan, istediği kanunları çıkarmayan Bundestag'ı altı ay süreyle saf dışı bırakma ve yasama yetkisini bu süre içinde kullanma yetkisine sahip olabilmektedir. • Kısacası, “teşriî zorunluluk hali”, bir nevi olağanüstü hal ilan ederek, hükümetin yasama yetkilerini altı ay süreyle ele geçirmesi durumudur. B. HÜKÜMETİN KARARNAME ÇIKARMASINI KOLAYLAŞTIRICI ARAÇLAR • Ülkenin yönetilmesi için kurallara ihtiyaç vardır. Bu kuralların hepsinin yasama organı tarafından kanunla konulmasını beklersek yönetimin etkinliği düşer. • Çünkü parlâmentolar, gerek iş yükü, gerek çalışma usûlleri, gerekse teknik bilgilerinin yetersizliği nedeniyle ülkenin ihtiyacı olan bütün kanunları, gerektiği zamanda, gerektiği şekilde çıkaramazlar. • O nedenle, hükümetin kanun düzeyindeki bazı kuralları kararnameyle koyabilmesi gerekir. • Bunun ise iki yolu vardır: Hükümetin “özerk kararname” ve “kanun hükmünde kararname” çıkarma yetkisine sahip olması. 1. Hükümete “Özerk Kararname” Çıkarma Yetkisi Tanınması • Anayasa hukukunun klasik teorisinde, yasama yetkisi “aslî (originaire)”; yürütme yetkisi ise “türev {dérivé)” bir yetkidir. Yürütme organı, kural olarak, kanuna dayanmadan düzenleyici işlem yapamaz. • Yürütme organının düzenleyici işlemi, yasama organının yaptığı kanun karşısında secundum legem niteliktedir. Bu nedenle, klasik teoride, hükümetin özerk düzenleme yetkisi yoktur. • Hükümetin düzenleyici işlem yapması, kararname çıkarabilmesi için, kanuna dayanması gerekir. • Klasik teoride yürütme organının özerk düzenleme yetkisinin olmaması, hükümeti yasama organının iradesine bağlı hale getirmektedir. • Hükümete etkililik kazandırmak için, hükümete “özerk düzenleme yetkisi” verilebilir. • Hükümet özerk düzenleme yetkisi elde ederse, parlâmentonun yasama yetkisi gibi özerk kural koyma yetkisiyle donatılmış olur. • Örneğin 1958 Fransız Anayasası hükümete “özerk düzenleme yetkisi” tanımıştır. Fransız Anayasasına göre, Anayasanın 34’üncü maddesinde sayılan konular “kanun alanı” oluştururlar . • Bu alanda kural koymak için parlâmento yetkilidir. Ancak kanun alanı dışında kalan konularda kural koyma yetkisi yürütme organına aittir (m.37). • Kanun alanına girmeyen konularda, yasama organı kanun çıkaramaz. • Diğer bir ifadeyle, kanun alanına girmeyen konular, yani 34’üncü maddede sayılmayan konular, yürütme organının “mahfuz alanı”nı oluşturmaktadır. • Bu alanda hükümet, bir kanuna dayanmadan doğrudan doğruya kararname ile düzenleme yapabilir. • Dolayısıyla Fransa’da hükümetin ülkeyi yönetmek için “kanun”a, dolayısıyla yasama organına her zaman ihtiyacı yoktur. 34’üncü maddede sayılmayan konularda, Fransa’da yürütme organinin “özerk düzenleme yetkisi” vardır. • Bu alanda, yürütme organının düzenleme yetkisi aslî ve ilkel bir yetkidir. • Yani bu alanda yürütme organının düzenleme yapabilmesi için kanuna dayanması veya yasama organından yetki almasına ihtiyacı yoktur. • Yürütme organının bu şekilde yaptığı işlemlere “özerk kararname” veya “özerk düzenleyici işlemler» denir 2. Hükümete Kanun Hükmünde Kararname Çıkarma Yetkisinin Verilmesi • Anayasaların hükümetlere özerk kararname çıkarma yetkisi vermeleri istisnaî nitelikteyse de, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini genellikle verdikleri gözlemlenmektedir. • Hükümetlerin kanun hükmünde kararname çıkarabilmesi için, özerk kararnameden farklı olarak yasama organı tarafından yetkilendirilmeleri gerekir. • Yani özerk kararname yetkisi doğrudan doğruya anayasadan kaynaklanırken, kanun hükmünde kararname yetkisi yasama organından kaynaklanır. • Bu usûlde, yasama organı belli konularda kanun düzeyinde kural koymak için hükümete bir yetki vermektedir. • Hükümet bu yetkiye dayanarak, bir kararname çıkararak mevcut kanunlarda değişiklik yapmakta veya kanun düzeyinde yeni kurallar koymaktadır. • Hükümetin çıkardığı bu kanun hükmünde kararnameler, yayınlanarak yürürlüğe girmekte ve daha sonra onay için yasama organına sunulmaktadırlar. • Böylece hükümetler kanun hükmünde kararnameler ile ülkeyi daha etkili bir şekilde yönetebilmektedir. • A. RASYONELLEŞTİRİLMİŞ PARLÂMENTARİZM ARAÇLARI YETERİNCE ETKİLİ MİDİR? • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçlarının mutlak bir etkililiğe sahip olduğu ve her parlâmenter sistemde istikrarlı ve etkin hükümetler yaratacağını söylemek mümkün değildir. • Parlâmenter sistemde hükümetin istikrarı ve etkinliği esas olarak arkasındaki parlâmento çoğunluğuna bağlıdır. • Hükümetin arkasında gerçekten bir parlâmento çoğunluğu yoksa ve özellikle hükümet uyumsuz partilerden oluşan koalisyon hükümeti ise, pek muhtemelen rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçları da hükümete istikrar ve etkinlik kazandırmakta yetersiz kalacaktır. • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçları, parlâmentoda sağlam olmasa da az çok bir çoğunluğa sahip hükümetlere istikrar ve etkinlik sağlayabilir. • Diğer bir ifadeyle, hükümet parlâmentoda mutlak bir çoğunluğa sahip olmasa da, nispî bir çoğunluğa sahip olmalıdır. • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmin, parlâmentonun mutlak çoğunluğu tarafından düşürülebilen bir hükümeti ayakta tutmak için yapabileceği hiçbir şey yoktur. B. RASYONELLEŞTİRİLMİŞ PARLÂMENTARİZM DEMOKRATİK BİR USÛL MÜDÜR? • Görüldüğü gibi, rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçları, milletvekillerinin iradesini sınırlandırmaya veya onların iradesi üzerinde çeşitli şekillerde baskı kurmaya veya çeşitli usûllerle onların iradesini aşmaya yarayan usûllerdir. • Bunun ise demokrasi düşüncesiyle bağdaşmadığı akla gelebilir. Zira milletvekilleri doğrudan doğruya halk tarafından seçilmektedir. Bu bakımından demokratik meşruluğu simgelemektedirler. • Kanımızca bu düşünce isabetsizdir. • Çünkü bir kere, rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmde hiçbir zaman, hükümet parlâmentonun iradesine bağlı olmaktan çıkmamaktadır. • Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçları, parlâmentonun üye tamsayısıyla görevdeki hükümeti düşürememesi durumunda uygulanabilmektedir. • Parlâmentoda gerçekten hükümete karşı sağlam bir çoğunluk varsa ve bu çoğunluk yeni bir hükümet kurmakta anlaşabiliyorsa, bu hükümetin düşürülmesi her zaman mümkündür. • Hükümete özerk düzenleme yetkisinin tanınması veya kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisinin verilmesinde de demokratiklik bakımından bir sakınca görmek oldukça güçtür. • Zira her şeyden önce, günümüzde, hükümetler de, dolaylı bir şekilde de olsa seçmenlerin iradesine dayanmaktadır. • Parlâmentoların demokratik, hükümetlerin antidemokratik organlar olduğunu iddia etmek mümkün değildir. • Nihayet tek demokratik organ olarak parlâmento görülse bile, kanun hükmünde kararname usûlü anti-demokratik olarak nitelendirilemez. Çünkü bu usûlde, hükümetin kanun hükmünde kararname çıkarabilmesi için parlâmentodan yetki alması gerekir. • Keza hükümetin çıkardığı kanun hükmünde kararnameler de parlâmentonun onayına sunulmaktadır. • Nihayet belirtmek gerekir ki, rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm, hükümetin istikrarını ve etkinliğini sağlamayı amaçlamaktadır. • Bir demokrasinin ise istikrara ve etkinliğe ihtiyacı olduğu kuşkusuzdur. • Aksi takdirde, istikrarını ve etkinliğini yitirmiş bir demokrasi, yönetilemeyen bir demokrasidir ve böyle bir demokrasi, Weimer Alman Cumhuriyeti (1919-1933), Üçüncü Fransız Cumhuriyeti (1875-1940), Dördüncü Fransız Cumhuriyeti (1946-1958) ve 1961 Anayasası dönemi Türkiye Cumhuriyeti (1961-1980) örneklerinde görüldüğü gibi eninde sonunda yıkılmaya mahkûmdur. • Böylece normal yasama dönemi bitmeden yapılan erken seçimler, halkın siyasal iktidarı ve politikasını denetleme ve etkileme aracı olmaktadır. • Saf temsili demokraside olduğu gibi, seçmen bir kez oyunu kullandıktan sonra kamusal alandan elini çekmemekte, hükümeti etkileme olanağını elinde bulundurmaktadır.