A. ANAYASA HUKUKU

advertisement
ANAYASA ve HUKUKU
I-ANAYASA HUKUKUNUN BİLGİ KAYNAKLARI
-Anayasa Hukukunun bilgi kaynakları, anayasa
hukuku kurallarının bulunacağı yerleri ve bunların
kapsamı hakkında bilgi edinilecek belgeleri ifade
eder.
-Anayasa hukukunun başlıca bilgi kaynakları
şunlardır..
I. ANAYASALAR
-Şüphesiz anayasa hukukunun bilgi kaynakları
arasında en önemlisi anayasalardır.
-Doğal olarak bir anayasal meseleyle
karşılaşıldığında yapılması gereken ilk sey, o konuda
anayasada bir kural olup olmadığına bakmaktır.
A. TÜRK ANAYASALARI
Türk anayasalarının bilgi kaynakları resmî kaynaklar ve özel
kaynaklar olarak iki gruba ayrılabilir.
1. Resmî Kaynaklar.- Resmî kaynaklar arasında Düstur ve TBMM
Tutanak
Dergisi ve Resmî Gazete yer alır.
Bunların en önemlisi Resmî Gazetedir.
Resmî Gazete, Basbakanlık Mevzuatı Gelistirme ve Yayın Genel
Müdürlüğü
tarafından Ankara’da yayımlanmaktadır.
Gazete bayilerinde satılmaz.
Resmî Gazete kural olarak günlüktür; ancak bazen acele
yayınlanması lazım gelen bir metin için aynı gün ikinci bir sayı daha
çıkarılır. Buna “mükerrer sayı” denir.
Resmî Gazetenin 27 Haziran 2000 tarihinden bu yana olan
sayılarına ücretsiz olarak http://rega.basbakanlik.gov.tr adresinden
ulaşılabilmektedir.
2. Özel Kaynaklar: Anayasa Derlemeleri.- Resmî kaynakların dışında
birçok özel kişinin yaptığı anayasa derlemeleri de vardır.
Bunların içinde en önemli ikisi şunlardır:
a) Suna Kili ve Seref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Ankara,
Türkiye Đs Bankası Kültür Yayınları
b) Server Tanilli, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, Đstanbul, Cem
Yayınevi, 1976, 670 s. (Bu derleme 1808’den bu yana bütün Türk
anayasalarını [1982 Anayasası hariç] ve anayasal belgelerini ve keza
bazı yabancı anayasaları içermektedir).
Internette Anayasalar.- Türk anayasa metinlerine internet üzerinden
pek çok adresten ulasılabilir. Örneğin 1808 Sened-i Đttifakından
günümüze anayasa ve anayasal belgelere www.anayasa.gen.tr’den
ulasılabilmektedir. 1982 anayasasının metnine ise çesitli sitelerden
ulasılabilir.
Resmî metne, “Mevzuat Bilgi Sistemi”nden (www.mevzuat.gov.tr)
ulasılabilmektedir. 1982 Anayasası metnine TBMM’nin internet
sitesinden (www.tbmm.gov.tr/anayasa.htm) de ulaşılabilmektedir.
B. YABANCI ANAYASALAR
Türkçe.- Maalesef Dünya anayasalarının Türkçe olarak
derlendiği yeni tarihli bir kaynak yoktur. Bununla birlikte, bazı
ülkelerin Anayasalarını içeren su derlemeler vardır:
1. Server Tanilli, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, Đstanbul, Cem
Yayınları, 1976, 668 s. (Bu kaynakta A.B.D., Fransa, İtalya,
Almanya, Đsviçre, SSCB, Çin, Cezayir Anayasalarını
bulabilirsiniz. Ancak 1976 tarihli olan bu kaynaktaki
Anayasalardan bazıları yürürlükten kalkmıs, diğerlerinde de
önemli değisiklikler yapılmıstır).
2. Yasar Gürbüz, Anayasalar, Đstanbul, Filiz Kitabevi, 1981,
493 s. (Bu kaynakta A.B.D., Almanya, Fransa, Đtalya, Çin,
SSCB, Çin, Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyeti, Cezayir
ve Kolombiya Anayasalarını bulabilirsiniz. Ancak 1981 tarihli
olan bu kaynaktaki Anayasalardan bazıları yürürlükten
kalkmıs, diğerlerinde de önemli değisiklikler yapılmıstır).
• 3. Abdurrahman Eren ve Alesker Aleskerli (der.),
Yeni Anayasalar: Bağımsız Devletler Topluluğu ve
Baltık Cumhuriyetleri, Ankara, TĐKA Yayınları, 2005,
715 s. (Onbes devletin anayasası var).
• 4. Hasan Tunç (der.), Türkiye’ye Komsu Devletlerin
Anayasaları, Ankara, Asil Yayın, 2008, 315 s.) (Dokuz
devletin anayasası var).
• İnternette Yabancı Anayasalar.- İnternet sayesinde yabancı anayasaların
son metinlerine ulaşma sorunu artık ortadan kalkmıstır.
• İnternetten her ülkenin anayasasının İngilizce veya bu anayasanın orijinal
dilindeki metnine kolayca ulaşılabilmektedir. Asağıdaki sitelerden değisik
ülkelerin anayasalarının İngilizce metinlerine ulasılabilir:
• 1. ICL: International Constitutional Law (A. Tschentscher):
www.servat.unibe.h/cl/index.html
• 2. “Constitution Finder” (John Paul Jones, The T.C. Williams School of
Law,University of Richmond):http://confinder.richmond.edu/
• 3. CODICES: http://codices.coe.int (CODICES > Constitutions > English)
(Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu tarafından hazırlanan bu
veritabanından Avrupa Konseyi üye ülkelerinin anayasa metinlerinin
Đngilizce veya Fransızca çevirilerine ulasılabilmektedir.)
• 4. Constitution Society - National Constitutions:
www.constitution.org/cons/natlcons.htm
• 5. Constitutions of Countries of the World (Editors: Rainer Grote ve
Rudiger Wolfrum; Editor Emeritus: G.H. Flanz, Ed., Oceana Law):
www.oceanalaw.com;www.oup.com/online/us/law/ oceanalaw/#ccwo
(188 devletin anayasasını içermektedir.
• Ücretlidir).
II. ANAYASA MAHKEMELERİ KARARLARI
-Anayasa hukukunun bilgi kaynaklarının ikincisi
anayasa mahkemeleri kararlarıdır.
-Bir anayasal mesele hakkında, ilgili ülkenin
anayasasında kural yoksa, o konuda o ülkenin
anayasa mahkemesinin kararlarına bakmak gerekir.
-Çesitli ülkelerin anayasa mahkemesi kararlarını
bulmak için o ülkenin anayasa mahkemesinin web
sitesine bakmak en uygun çözümdür.
-Çesitli ülkelerin anayasa mahkemelerinin web
sitelerinin linklerine Avrupa Konseyi Venedik
Komisyonunun sitesinden ulasılabilir
(www.venice.coe.int/site/
dynamics/N_court_links_ef.asp?L=E).
• 1. Türk Anayasa Mahkemesi Kararları.- Türk Anayasa Mahkemesi
kararları Resmî Gazetede ve Anayasa Mahkemesi Kararlar
Dergisinde bulunabilir.
• -Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisinin ilk sayısı 1964 yılında
yayınlanmıştır.
• -Türk Anayasa Mahkemesi kararlarına ww.anayasa.gov.tr
adresinde bulunan Anayasa Mahkemesinin resmî internet
sitesindeki “Kararlar Bilgi Bankası” ndan ulaşmak mümkündür.
• -2000 yılından sonra yayınlanan Anayasa Mahkemesi kararlarına
Resmî Gazeteden (http://rega.basbakanlik.gov.tr) de ulasılabilir.
• -Anayasa Mahkemesi kararlarına “Kazancı İçtihat Bilgi Bankası
(www.kazanci.com)”ndan da ulasılabilir ve bu kararlarda arama
yapılabilir (Ücretlidir).
• III. BİLİMSEL ESERLER
• -Anayasa hukuku genel esaslarının üçüncü bilgi kaynağı bilimsel
eserlerdir.
• -Bilimsel eserler genel eserler, monografiler ve makaleler olarak
üç grup altında toplanabilir.
• -“Genel eserler”, anayasa hukukunun bütünü hakkında bilgi
verirler.
• -Monografiler anayasa hukuku alanında belirli bir konuyu
derinlemesine inceleyen kitaplardır.
• -Örneğin hükûmet sistemleri hakkında yazılmıs bir kitap, bir
monografidir.
• -Makaleler ise belirli bir konu hakkında yazılmıs ve bir monografi
teskil etmeyecek uzunlukta kısa inceleme yazılarıdır. Makaleler
dergilerde yayınlanır.
ANAYASA HUKUKU
(Tanımı, Konusu, Kısımları, Yaklasım Biçimleri,
Diğer Dallar ile İliskisi, Tarihsel Gelisimi)
-Terminolojiyle ise baslayalım.
• I. TERMİNOLOJİ
• Türkçe “anayasa” kelimesi, İngilizce ve Fransızca “constitution” kelimesinin karsılığı
olarak kullanılmaktadır.
• Fransızca constitution kelimesi “constituer” fiilinden türemistir.
• Constituer fiili ise “olusturmak, teskil etmek, meydana getirmek, kurmak, tesis
• etmek” anlamlarına gelmektedir.
• O halde constitution’u “oluşum”, “kuruluş” olarak Türkçeye çevirebiliriz.
• Türkçede constitution kelimesinin karşılığında sırasıyla “kanun-u esasî”, “teskilât-ı
esâsiye kanunu” ve “anayasa” kelimeleri kullanılmıştır.
• 1876 Anayasamızın resmi adı “Kanun-ı Esasî”dir.
• “Esâsî”, “asıl ve temele mensup, esasla ilgili”
demektir.
• O halde “kanun-ı esâsî”, “asıl kanun”, “temel
kanun” demektir.
• Dolayısıyla “temel kanun” anlamına gelen “kanun-ı
esasi” terimi, “kurulus” anlamına gelen Fransızca
“constitution” terimini karşılamaktan uzaktır.
• -1921 ve 1924 Anayasalarımızın resmi adı ise “Teskilât-ı
Esâsiye Kanunu”dur.
• -“Teskilât-ı esâsiye”, “esas teskilat”, yani “temel
kurulus” demektir.
• -Yukarıda açıkladığımız gibi Fransızca “constitution”
kelimesi de “kurulus” anlamına gelmektedir.
• -Dolayısıyla “teskilat” terimi, Fransızca “constitution”
terimini anlam olarak karsılamaktadır.
• -Herhalde 1920’li yıllarda bu “teskilât”a, onu dernek,
vakıf, sirket gibi özel teskilâtlardan ayırmak amacıyla ve
1876’nın mirasıyla bir de “esâsiye” sıfatı eklendi.
• -Böylece “teskilât-ı esâsiyye” veya “esas teskilât”,
Fransızca constitution kelimesinin doğru bir karsılığı
olarak o yıllarda Türkçede kullanılır oldu.
• -“Anayasa” terimi, resmi olarak ilk defa 1945 yılında
kullanıldı. 1924 tarihli
• “Teskilât-ı Esâsiye Kanunu” 1945 yılında “mana ve
kavramda bir değişiklik yapılmaksızın
Türkçelestirilmis” ve yerine 10 Ocak 1945 tarih ve
4695 sayılı “Anayasa” terimi kabul edilmistir.
• -Bu Anayasa, 1952 yılında kaldırılarak, 1924 tarihli
“Teskilât-ı Esâsiye Kanunu” tekrar yürürlüğe
konulmustur.
• -1961 ve 1982 Anayasalarımızın baslığı da
“Anayasa”dır.
• -“Anayasa” terimi “ana” ve “yasa” kelimelerinden
oluşmuş bileşik bir kelimedir.
• -“Yasa” kanun demektir. “Ana” ise bilindiği gibi
yavruyu doğuran dişidir.
• -Etimolojik olarak “anayasa” teriminin, “yasaların
anası”, yani “yasaların kendisinden doğduğu yasa”
anlamına geldiği söylenebilir.
II. ANAYASA HUKUKUNUN TANIMI, KONUSU VE
KISIMLARI
• Anayasa ve anayasa hukuku terimlerini gördükten
sonra simdi anayasa hukukunun tanımını, konusunu ve
kısımlarını görelim.
A. TANIMI
• Birçok yazar anayasa hukukunu çok değişik şekillerde
tanımlıyorsa da bu tanımların ortak özelliklerinden
hareketle söyle bir anayasa hukuku tanımı yapılabilir:
• -TANIM: Anayasa hukuku, yasama, yürütme ve yargı
gibi devletin temel organlarının kurulusunu, isleyisini
ve bu organlar arasındaki karsılıklı iliskileri ve devlet
karsısında vatandasların temel hak ve özgürlüklerini
düzenleyen hukuk kurallarını inceleyen bir hukuk bilimi
dalıdır.
• B. KONUSU
• Anayasa hukukunun belli baslı iki veçhesi vardır:
Bunlardan birincisi devletin temel organlarıyla,
ikincisi ise vatandasların temel hak ve
özgürlükleriyle ilgilidir.
• -Birinci veçhesinde anayasa hukuku, yasama,
yürütme ve yargıdan olusan devletin temel
organlarının, bir yandan kurulusunu, diğer yandan
işleyisini ve bu organların arasındaki karşılıklı
ilişkileri incelemektedir.
• İkinci veçhesinde ise anayasa hukuku, vatandaşların
devlet karsındaki temel hak ve özgürlüklerini
incelemektedir.
C. ANAYASA HUKUKUNUN KISIMLARI
• Türkiye’de anayasa hukuku genellikle kendi içinde
“anayasa hukukunun genel esasları” ve “Türk anayasa
hukuku” seklinde bir ayrıma tâbi tutulmaktadır.
1. Anayasa Hukukunun Genel Teorisi
• -Türkçede kendisine yaygın olarak “anayasa hukukunun
genel esasları” denen“anayasa hukukunun genel teorisi
(general theory of constitutional law),
• inceleme konusuna belirli bir ülkenin anayasasının
kurallarından bağımsız olarak, genel ve soyut düzeyde
yaklaşır
• Anayasa hukukunun genel teorisi (genel esasları)
kısmında islenen konular arasında şunlar sayılabilir:
• Anayasa kavramı, anayasacılık hareketleri, kurucu
iktidar, devlet kavramı (devletin unsurları), devlet
sekilleri (tek devlet-federal devlet; cumhuriyetmonarsi), kuvvetler ayrılığı, kuvvetler ayrılığına göre
hükûmet sistemleri (meclis hükümeti, baskanlık
rejimi, parlâmenter rejim), demokrasi teorisi,
demokrasi anlayısları, egemenliğin kullanılması
bakımından demokrasi tipleri (doğrudan demokrasi,
yarı-doğrudan demokrasi, temsilî demokrasi), seçim
sistemleri, seçim ilkeleri, temel hak ve hürriyetler,
anayasa yargısı, vs.
2. Türk Anayasa Hukuku
• -Anayasa hukukunun “Türk anayasa hukuku” kısmı,
incelediği konuyu, Türkiye’de yürürlükte bulunan
pozitif hukuk kuralları ve özellikle de 1982 Anayasası
çerçevesinde ele alır.
• -Bu konuyu düzenleyen hukuk kurallarının anlam ve
içeriği ile ilgili sistematik açıklamalarda bulunur.
• -Anayasa hukukunun genel teorisi ve Türk anayasa
hukuku ayrımı ve her birinin inceleme konuları
şematik olarak şu şekilde gösterilebilir.
III. ANAYASA HUKUKUNDA YAKLASIM BİÇİMLERİ
• Anayasa hukukunun inceleme konularına tarihî, felsefî, sosyolojik
ve hukukî
• olmak üzere değisik açılardan yaklaşılabilir.
A. TARİHÎ YAKLASIM
• Anayasa hukukunun konularına öncelikle tarihî açıdan yaklasılabilir.
• Zira, basta anayasa olmak üzere, anayasa hukukunun incelediği
bütün kurum ve kurallar belirli tarihsel koşulların ürünüdür.
• Anayasa hukukunun incelediği kurum ve kuralların ne zaman ve
nasıl ortaya çıktığı tarih biliminin yöntemleriyle araştırılıp, bunların
neden ibaret olduğu ortaya konabilir.
• Ancak unutulmamalıdır ki bu tür çalışmalar bir hukuk çalışması
değil, bir tarih çalışmasıdır.
B. FELSEFÎ YAKLASIM
• İkinci olarak, anayasa hukuku konularına felsefî açıdan da
yaklaşılabilir.
• Zira bir anayasal düzen, sadece tarihî veya hukukî bir vakıa
değil, aynı zamanda bir değerler ve inançlar sisteminin
somutlaşması, harekete geçirilmesidir.
• Diğer yandan, anayasa hukuku kurum ve kurallarının özünü
anlamak, gerçek niteliğini ortaya koyabilmek ve ayrıntılarda
kaybolmamak için, felsefi bir bakış açısıyla bakmak gerekir.
• Nihayet, anayasalar “daha iyi” bir düzen yaratmak amacıyla
yapılır. Bir anayasayla hedeflenen bu “daha iyi” nin ortaya
konulması ve ideal bir temel kurulusun ideal ilkelerinin
saptanması gerekir.
• Tüm bunlar ise spekülatif düşünceyi ön plânda
tutarak felsefî bir yaklaşımla yapılabilir.
• Şüphesiz böyle bir yaklaşımda büyük yarar vardır.
• Ancak böyle bir yaklaşım biçimiyle yapılan çalışma
bir hukuk çalışması değil, bir felsefe çalışmasıdır ve
dolayısıyla anayasa hukukçularının uzmanlık
alanının dışında kalır.
• C. SOSYOLOJİK YAKLASIM
• -Nihayet, anayasa hukuku konularına sosyolojik
açıdan da yaklaşılabilir.
• -Bu takdirde bu konular ampirik açıdan incelenir;
gözlem yoluyla elde edilen veriler sistemleştirilir,
genellemelere varılır, örüntüler saptanır; neticede
anayasa hukuku kurum ve kurallarının “kanun”larına
ulaşılmaya çalışılır.
• Örneğin anayasa hukukunun klasik konularından biri
olan seçimler konusunda sık sık “saha çalısmaları”
yapılmakta, örneğin seçmenlerin oy verme
davranısları ampirik açıdan incelenmektedir.
• Şüphesiz anayasa hukukunun incelediği konulara
sosyolojik açıdan da yaklaşılmalıdır.
• Bu tür konularda bir ampirik çalışma, bir siyasal
sosyoloji çalışması, bir siyasal bilim çalışması
fevkalâde gereklidir.
• Ancak kanımızca bu tür çalışmaları yapmak anayasa
hukukçularının isi değildir.
• Bu tür ampirik çalışmalar, anayasa hukukunun değil,
siyasal bilimin görevine girer.
D. HUKUKÎ YAKLASIM
• Nihayet anayasa hukuku konularına hukukî açıdan da
yaklaşılabilir.
• Zira anayasa hukukunun inceleme konusu olan kurum ve
kurallar kaynaklarını pozitif hukukî metinlerde bulmaktadır.
• Bir konuya hukukî açıdan da iki değisik sekilde yaklasılabilir:
Bir kere, incelenmesi istenilen konu, pozitif hukuk kuralları
çerçevesinde ele alınabilir. Bu konuyu düzenleyen hukuk
kurallarının anlam ve içeriği ile ilgili sistematik açıklamalar
getirilebilir.
• İkinci olarak, aynı konu pozitif hukuk kurallarından ve bunların
uygulanmasına ilişkin sorunlardan bağımsız olarak, genel bir
düzeyde ele alınabilir.
• Bir kere, belirli bir konu, belirli bir ülkede belirli bir
tarihte yürürlükte olan anayasanın hükümleri
çerçevesinde ele alınabilir.
• Bu takdirde anayasa hukuku dogmatiği çalışması
yapılmıs olur.
• İkinci olarak, aynı konu, belirli bir anayasanın
kurallarından bağımsız olarak, genel ve soyut
düzeyde ele alınabilir.
• Bu durumda anayasa hukukunun genel teorisi
çalışması yapılmış olur.
• - Anayasa hukuku dogmatiği, belirli bir anayasa düzenini incelerken, anayasa
• hukukunun genel teorisi, bütün anayasa düzenleri için geçerli, genel, soyut
• ve evrensel düzeyde açıklamalarda bulunur.
• Örneğin parlâmenter sistem, 1982 Türk Anayasasının hükümlerine göre
incelenirse bir Türk anayasa hukuku dogmatiği çalışması yapılmış olur.
• Bu çalışma sadece Türkiye için geçerli olur. Ancak parlâmenter sistem
konusuna, genel, soyut düzeyde de yaklaşılabilir.
• Bu sistemin uygulandığı diğer ülkeler de göz önüne alınarak hepsi için geçerli
olan ortak özellikler saptanabilir.
• Bu şekilde parlâmentarizmin temel ilkelerine ulaşılmaya çalışılır. Böyle bir
çalışma, anayasa hukukunun genel teorisi çalışmasıdır. Bu çalışmada varılan
sonuçların Türkiye için olduğu kadar, Almanya, İtalya gibi parlâmenter
sistemi uygulayan diğer ülkeler için de geçerli olması beklenir.
IV. ANAYASA HUKUKU İLE SİYASAL BİLİM, SİYASAL
FELSELFE VE SİYASAL TARİH ARASINDAKİ İLİSKİ
• Bir üst baslıkta anayasa hukukunun inceleme
konusu olana devletin temel kurulusuna, sadece
hukukî açıdan değil, aynı zamanda sosyolojik, felsefî
ve tarihî açılardan da yaklaşılabileceğini, ancak
hukuk alanında kalınarak bu tür yaklaşımların
anayasa hukukunda kullanılmaması gerektiğini
söyledik.
• Burada benzer bir konuya değineceğiz. Anayasa
hukuku ile siyaset bilimi, siyasal felsefe ve siyasî
tarih arasındaki ilişkiye değineceğiz.
• A. ANAYASA HUKUKU - SİYASET BİLİMİ
1. Konuları Arasında Ortaklık.- Anayasa hukuku ile siyaset bilimi arasında
inceleme konuları itibarıyla kısmî bir ortaklık olduğu söylenebilir.
• Yukarıda açıklandığı gibi anayasa hukuku devletin temel organlarının kuruluş
ve isleyişini incelemektedir.
• Ancak siyaset bilimi kitaplarına bakıldığında, siyaset biliminin, çesitli siyasal
olguların yanında eskiden beri ve hâlâ siyasî iktidarı ve özelliklede devleti
incelediği söylenebilir.
• Süphesiz devlet ve devlet organları, modern siyaset biliminin tek inceleme
konusu değildir; ancak bu konuların, eskiden olduğu gibi bugün de siyaset
biliminin inceleme alanında bulunduğu söylenebilir.
• Devlet organları, siyaset biliminin olduğu kadar, anayasa hukukunun da
inceleme konusunu oluşturur.
• Diğer bir ifadeyle, devlet organları konusu itibarıyla siyaset bilimi ile
anayasa hukuku arasında çakısma vardır.
• Ancak bunun böyle olması, bu iki bilim dalının aynı veya komsu bilim dalı
olduğu anlamına gelmez. Zira bunların arasında yöntem farklılığı vardır.
• 2. Yöntemleri Arasında Farklılık.- Anayasa hukuku, hukukun bir alt dalıdır,
dolayısıyla yöntemi hukukîdir.
• Metodolojik bakımdan anayasa hukukunda tümden gelim yöntemi kullanılır;
kuraldan olaya gidilir; kural olaya uygulanır; olaya bakılarak kuralın ne
olduğu söylenmez; kurala bakılarak olayın ne olması gerektiği söylenir.
• Siyaset bilimi, sosyolojinin bir alt dalıdır, dolayısıyla ampirik bir bilimdalıdır.
• Siyaset bilimi incelediği konuya ampirik açıdan yaklasır; gözlem yoluyla
veriler elde eder; bu verileri sistemleştirir, genellemelere varır, örüntüleri
saptar ve neticede incelediği konunun “kanun” larına ulaşmaya çalışır.
• Siyaset bilimi tüme varım yöntemini kullanır. Gözlemlediği olay ve
olgulardan genel kurallara ulaşmaya çalışır.
• B. ANAYASA HUKUKU – SİYASAL FELSEFE
• Anayasa hukukunun inceleme konusu olan devlet kavramı, aynı
zamanda siyasal felsefenin de temel inceleme konularından biridir.
• Ancak bu iki disiplinin yöntemleri birbirinden tamamıyla farklıdır.
• -Anayasa hukukunun yöntemini yukarıda açıkladık.
• Siyasal felsefenin yöntemi ise spekülatiftir.
• Siyasal felsefe devlet ile ilgili değerleri arastırır.
“Daha iyi” bir devlet düzeninin ne olduğunu tartısır.
• Devletin temel kurulusunun ideal ilkelerinin ne olduğu konusunda
yapılan bir çalısma anayasa hukuku çalısması değil, siyasal felsefe
çalısmasıdır.
• -Süphesiz devlet olgusunu bütün boyutlarıyla anlamak
için bu tür çalısmalara da ihtiyaç vardır.
• Ancak bu tür çalısmalar, anayasa hukukunun değil,
siyasal felsefenin uzmanlık alanına girer.
• Anayasa hukukçularının, devletin temel organlarının
kuruluş ve isleyişini düzenleyen hukuk kurallarını tahlil
etmekle yetinmeleri; bunların ötesine çıkıp, söz konusu
organlarla ilgili değerleri incelememeleri, bu organların
idealde veya mevcuda göre daha iyi nasıl kurulup
çalışabileceği konusundaki tartışmalara girmemeleri
gerekir.
• Değer yargılarının doğruluğunu bilimsel olarak
ispatlamanın bir yolu yoktur.
B. ANAYASA HUKUKU – SİYASÎ TARİH
• Yürürlükten kalkmış anayasalar tarafından öngörülen
temel kuruluş ile ilgili olarak anayasa hukuku çalışması
yapılabilir.
• Bu tür bir çalışma da anayasa hukuku çalışmasıdır.
• Yeter ki söz konusu temel kurulus, mülga anayasanın
kurallarına dayanılarak incelensin.
• Örneğin 1876 Kanun-ı Esasisine göre Osmanlı devletinin
yasama, yürütme ve yargı organlarının kuruluş ve
isleyişi incelenebilir.
• Eğer bu inceleme o zaman yürürlükte olan hukuk
kurallarının tahlilinde ibaretse bu çalısma bir anayasa
hukuku çalışmasıdır.
• Ancak bu çalısmada o zaman yürürlükte olan hukuk kuralları bir yana
bırakılıp, 1876 Kanun-ı Esasisini hazırlayan tarihsel koşullar, yahut Kanun-ı
Esaside yapılan değişikliklere sebep olan siyasal faktörler, Meclis-i
Mebusanda temsil edilen siyasal güçler, vs. incelenmeye kalkılırsa, artık
anayasa hukuku alanından çıkılmış, tarih alanına girilmiş olur.
• Süphesiz devletin temel kurulusuyla ilgili tarih çalışmalarına da ihtiyaç vardır.
• Devletin belirli bir andaki temel teşkilatı, birden bire ortaya çıkmış bir
teşkilat değildir. Bu teşkilat, kaçınılmaz olarak belirli bir tarihsel sürecin
ürünüdür.
• Bu sürecin de ortaya konulmasında yarar vardır. Ancak bunu yapmak,
anayasa hukukunun değil, siyasî tarihin alanına girer.
• Örneğin 1982 Anayasası tarafından kurulmuş olan temel teşkilatı incelemek
anayasa hukukunun görevi, ama 1982 Anayasasının hangi tarihi koşullarda
hazırlandığını, örneğin 12 Eylül 1980 askerî darbesini incelemek siyasî tarihin
görevidir.
V. ANAYASA HUKUKU İLE HUKUKUN DİĞER DALLARI
ARASINDAKİ İLİSKİLER
• Anayasa hukuku adı üstünde bir hukuk dalıdır.
• Hukuk ise kamu hukuku ve özel hukuk olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır.
• Anayasa hukuku kamu hukukunun bir dalıdır.
• Kamu hukukunun diğer kolları ise uluslararası kamu
hukuku, idare hukuku, malî hukuk ve ceza hukukudur.
• Kamu hukukunun bütün dalları konu itibarıyla devlet ile
ilgilidir.
• Uluslararası kamu hukuku, bir devlet ile diğer bir devlet
veya devletler veya uluslararası kuruluslar arasındaki
ilişkileri;
• idare hukuku, devletin esas itibarıyla yürütme organının
bir parçası olan ve kendisine “idare” denilen teskilatın
kuruluş ve işleyişini;
• malî hukuk devletin gelir ve giderlerini,
• ceza hukuku devletin cezalandırma hakkını
incelemektedir.
• O nedenle anayasa bütün bu kamu hukuku dalları ile
çok yakın ilişki içinde olması doğaldır.
• Hatta anayasa hukuku ile bu kamu hukukunun diğer dalları
arasında zaman
• zaman konuların iç içe geçmesi de söz konusu olmaktadır.
• Örneğin devletin bir organı olan “yürütme organı”, hem
anayasa hukukunun,
• hem de idare hukukunun inceleme alanına girer.
• Genellikle yürütme organının üst kısımlarının
(Cumhurbaskanı, Basbakan, Bakanlar Kurulu, bakanların) esas
itibarıyla idare hukukunun değil, Anayasa hukukunun
inceleme alanına girdiği söylense de, bütün idare hukuku
kitaplarında Cumhurbaskanı, Basbakan, Bakanlar Kurulu,
bakanlar da incelenmektedir.
• Keza yürütme organının düzenleyici islemleri (KHK, tüzük,
yönetmelik) hem anayasa hukukunda, hem de idare
hukukunda incelenir.
• Anayasa hukuku ile kamu hukukunun diğer dalları olan malî
hukuk ve ceza hukuku arasında da çok sıkı ilişkiler vardır.
• Malî hukukun temel ilkelerinden pek çoğu (örneğin,
“kanunsuz vergi olmaz” ve dolayısıyla “temsilsiz vergi olmaz”
ilkesi) aynı zamanda anayasa hukukunda da incelenir.
• Zira bu ilke nedeniyle tarihte parlâmentolar ortaya çıkmış ve
daha sonra yasama yetkisini yavaş yavaş ele geçirmişlerdir.
• Bugün Türkiye’de malî hukukun pek çok ilkesi 1982
Anayasasında (örneğin m.73, 161-165) bulunmaktadır.
• Aynı sekilde ceza hukukunun temel ilkelerinden pek çoğu da
günümüzde anayasal ilke durumundadır.
• Örneğin Türkiye’de 1982 Anayasasının 37 ve 38’inci
maddelerinde neredeyse ceza hukukunun bütün temel ilkeleri
sayılmaktadır.
• Hatta günümüzde eskiden pek görülmediği ölçüde anayasa hukuku ile özel
hukuk dalları arasında da yakın ilişkiler ortaya çıkmaktadır.
• Zira bir kere özel hukukun temelinde bulunan mülkiyet hakkı, özel teşebbüs
hürriyeti gibi temel hak ve hürriyetler, hep anayasal temel hak ve hürriyetler
konumundadır.
• Örneğin 1982 Türk Anayasası özel hukukun inceleme sahasında bulunan,
mülkiyet (m.35), dernekler (m.35), aile (m.41), sözleşme hürriyeti (m.49)
toplu is sözleşmesi (m.53) gibi pek çok konuyu doğrudan doğruya veya
dolaylı olarak düzenlemiştir.
• İkinci olarak, özel hukukla ilgili bir konu anayasada ayrıca düzenlenmemiş
olsa bile, özel hukuk kurallarının da anayasanın diğer kurallarına (örneğin
esitlik ilkesine) uygun olma zorunluluğu vardır.
• Zira, özel hukuk alanındaki medenî kanun, borçlar kanunu, ticaret kanunu
gibi temel kanunlar da normlar hiyerarşisinde anayasanın altında yer
almakta ve dolayısıyla anayasaya uygun olmak zorundadırlar.
• Keza aynı sebepten dolayı, hukuk alanındaki temel
kanunlar (medenî, borçlar, ticaret ve ceza kanunları)
anayasa mahkemelerinin yargısal denetimine
tâbidir.
• Örneğin Türkiye’de Anayasa Mahkemesinin Medenî
Kanunda, Ticaret Kanunundaki ve Ceza Kanunundaki
pek çok hükmü iptal ettiği görülmüştür.
• Böyle bir ortamda, özel hukukçuların anayasa
hukukuna ilgisiz kalmaları beklenemez.
• Neticede, özel hukukun artan bir oranda
anayasallastığından söz edilmektedir.
• VII. NİÇİN ANAYASA HUKUKUNU ÖĞRENMEK GEREKLİ?
• Anayasa hukuku dersinin gerekliliğini açıklarken su iki soruyu
sorup cevaparayabiliriz;
1. Anayasa hukuku, sadece anayasa mahkemesi üyelerini mi
ilgilendiriyor?
• İlk bakısta anayasa hukukunun, anayasa mahkemeleri
tarafından uygulanan bir hukuk olduğu ve dolayısıyla sadece
anayasa mahkemesi üyelerini (ki çoğunlukla sayıları 20’den
azdır) ilgilendiren bir hukuk olduğu akla gelebilir.
• Bu doğru değildir. Anayasa hukuku sadece anayasa
mahkemesi üyelerini değil, bütün hukukçuları ilgilendiren bir
hukuk dalıdır.
• Çünkü hukuk bir bütündür.
• Hukukun dallara ayrılması onun birbirinden bağımsız
parçalardan oluştuğu anlamına gelmez.
• Bütün hukuk dallarının birbiriyle yakından ilişkisi vardır.
• Medeni hukuk bilmeden, borçlar hukukunu, borçlar hukuku
bilmeden ticaret hukukunu öğrenmek mümkün değildir.
• Keza belli bir ölçüde ceza hukuku, idare hukuku bilmeyen bir
hâkimin veya bir avukatın medenî hukuk, borçlar hukuku ve
ticaret hukuku gibi alanlarda başarılı bir şekilde mesleğini icra
etmesi mümkün değildir.
• Aynı şey çok daha büyük ölçüde anayasa hukuku için de
geçerlidir.
• Belli bir düzeyde anayasa hukuku bilgisine sahip olmayan bir hâkimin veya
avukatın, mesleğinde tam anlamıyla başarılı olması mümkün değildir.
• Çünkü medenî hukuk, borçlar hukuku, ticaret hukuku, ceza hukuku gibi
hukukun diğer dallarındaki temel kanunlar anayasaya dayanır, geçerliliklerini
anayasadan alırlar ve anayasaya aykırı olamazlar.
• Dolayısıyla bir hâkim, önündeki davada uygulayacağı kanun hükmünün
anayasaya aykırı olup olmadığını araştırmak durumunda kalabilir.
• Aynı şekilde, bir avukat, takip ettiği bir davada uygulanacak kanunun
anayasaya aykırı olduğunu ileri sürmek durumunda kalabilir.
• Dolayısıyla anayasa hukuku sadece anayasa mahkemesi üyelerini değil,
bütün hukukçuları ilgilendirir.
• Anayasa hukuku sadece teorik, genel bir şey değil, günümüzde tamamıyla
diğer hukuk dalları gibi uygulaması olan bir şeydir.
• O hâlde anayasa hukukunu bütün hukuk fakültesi öğrencilerinin öğrenmesi
gerekmektedir.
2. Anayasa hukuku sadece devletin temel organları olan, cumhurbaskanı,
basbakan, bakanlar ve milletvekillerini mi ilgilendiriyor?• Süphesiz anayasa hukuku her seyden önce devletin temel organlarını
düzenlemektedir.
• Dolayısıyla cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve milletvekilleri anayasa
hukukunun doğrudan doğruya ilgilendirdiği kişilerdir.
• Ancak anayasa hukuku sadece bu kişileri değil, herkesi, bütün vatandaşları
ve hatta bir ülkede yasayan yabancıları bile ilgilendiren bir hukuk dalıdır.
• Çünkü vatandaşların temel hak ve hürriyetleri anayasalarda düzenlenmiş ve
güvence altına alınmıştır.
• Gerek bizde, gerek yabancı ülkelerde verilmiş anayasa mahkemesi
kararlarına söyle bir baktığınızda anayasa hukukunda içtihat teşkil eden pek
çok önemli kararın bir “gerçek hayat hikayesi” nden çıktığına şahit oluruz
• iki örnek verelim:
• Türkiye'den Bir Örnek: Evli Kadının Çalısması
• Türk Anayasa Mahkemesinin 29 Kasım 1990 tarih ve E.1990/30 ve
K.1990/31 sayılı kararına konu teşkil eden olayda, İzmir’de şarkıcılık yapmak
isteyen bir kadına, kocası izin vermemiş, kadın bu sefer izin alabilmek için
İzmir 4’üncü Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır.
• Davayı hakimin reddetmesi gerekiyordu. Çünkü o zaman yürürlükte olan
1926 tarihli eski Türk Medenî Kanununun 159’uncu maddesi, evli kadının
çalışabilmesi için kocasının iznini almasını öngörüyordu.
• Ancak hakim bu davayı reddetmemiş, eski Medenî Kanunun bu maddesinin
Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine basvurmuş,
Anayasa Mahkemesi de 29 Kasım 1990 tarih ve E.1990/30 ve K.1990/31
sayılı kararıyla eski Türk Medenî Kanununun 159’uncu maddesinin
Anayasaya aykırı olduğuna karar verip bu maddeyi iptal etmiştir.
• Böylece şarkıcılık yapmak isteyen İzmirli kadın şarkıcılık yapabilmişve bu
karardan sonra da Türkiye'de çalışmak isteyen kadınlar, kocalarından izin
almadan çalışabilmislerdir.
• ABD’den Bir Örnek: Brown Kararı (Bir Kız Çocuğunun İlkokula
Gitmesi)
• ABD Yüksek Mahkemesinin 1954 tarihli Brown v. Board of
Education of Topeka kararına kadar ABD’nin pek çok
eyaletinde, bu arada Kansas’ta zenci ve beyaz çocuklar için
ayrı okullar vardı.
• 1951 yılında Kansas Eyaleti Topeka sehrinde ilkokul öğrencisi
bir zenci kız çocuğu olan Linda Brown, zenci okuluna değil,
beyaz çocukların gittiği okula gitmek istedi.
• Ancak okula alınmadı. Bunun üzerine kızın babası okul
idaresine karsı dava açtı.
• Bu davanın temyiz incelemesinde ABD Yüksek Mahkemesi
beyaz çocuklar ile zenci çocukların ayrı okullara gitmesinin
anayasaya aykırı olduğuna karar verdi ve böylece zenci
çocuklar da, beyaz çocukların gittiği okula gitmeye basladı.
• Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, anayasa hukuku,
sadece bir kaç kisiyi değil, herkesi, neredeyse bütün
vatandasları ilgilendiren bir hukuk dalıdır.
• O nedenle, anayasa hukuku sadece hukukçular
tarafından değil, bütün vatandaşlar tarafından belirli bir
ölçüde bilinmesi gereken bir hukuk dalıdır.
• Türkiye’de liselerde okutulan “yurttaslık bilgisi” dersi bir
nevi basitlestirilmis “anayasa hukuku” dersidir.
• Keza Türkiye’de üniversite düzeyinde, anayasa hukuku
dersi sadece hukuk fakültelerinde değil, üniversitelerin,
kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler, maliye, çalışma
ekonomisi, iletişim gibi daha pek çok bölümünde
okutulan bir derstir.
•
•
•
•
• ANAYASA KAVRAMI
Anayasa kavramı, maddi ve şekli olmak üzere başlıca
2 değişik anlamda tanımlanabilir.
1-Maddi anlamda Anayasa: devletin temel
organlarının kuruluşunu ve işleyişini belirleyen
hukuk kurallarının bütünü olarak tanımlanabilir.
Bu anlamda bir kuralın anayasa kuralı olup
olmadığına, o kuralın içeriğine, neyi düzenlediğine
bakılarak karar verilir.
Bir kural içerik olarak devletin temel organlarının
kuruluşuyla veya işleyişiyle ilgili ise, o kural anayasal
niteliktedir.
• 2- Şekli Anlamda Anayasa: normlar hiyerarşisinde
en üst sırada bulunan, kanunlardan farklı ve daha
zor usullerle konulup değiştirilebilen hukuk kuralları
bütünü olarak tanımlanabilir.
• Bu anlamda bir hukuk kuralının anayasa kuralı olup
olmadığına, onun içeriğine bakılmaksızın, o kuralın
bulunduğu yere ve yapılış ve değiştiriliş şekline
bakılarak karar verilir.
• Eğer bir kural, normlar hiyerarşisinde en üst
basamakta yer alıyorsa ve kanunlardan daha zor bir
usulle değiştirilebiliyorsa, o kural içerik olarak neye
ilişkin olursa olsun bir anayasa kuralıdır.
• ANAYASA TÜRLERİ
• Anayasalar yazılı olup olmamalarına ve katılık
derecelerine göre ayrımlara tabi tutulmaktadır.
• A-Yazılı Anayasa/Yazısız Anayasa Ayrımı
• 1-Yazılı Anayasa: Bir anayasa içinde olması
düşünülebilecek kuralların yetkili bir organ
tarafından belirli bir belge içinde toplanmasıdır.
• Söz konusu kuralların mutlaka tek metinde
toplanması şart değildir.
• 2- Yazısız Anayasa: Herşeyden önce «yazılı
anayasa»nın karşıtıdır.
• Teamüli anayasa ya da geleneksel anayasa da denir.
• Bu tür anayasa, toplum içinde uzunca süre kesintisiz
olarak tekrarlanan ve bağlayıcı olduğuna inanılan
uygulamalardan oluşur.
• Yazısız anayasanın en bilinen örneği İngiltere’dir.
• İngiltere’de devletin temel kuruluşunu düzenleyen
kurallardan önemli bir kısmı teamüli niteliktedir.
• Bu kurallar, belirli bir konuda anayasal organların
uzunca bir zaman boyunca düzenli olarak
tekrarlanan uygulamalarından oluşmaktadır.
• Örneğin, Kraliçenin çoğunluk partisinin liderini
Başbakan olarak ataması, Başbakan’ın Avam
kamarası üyesi olması, Avam Kamarasının güvenini
yitiren Kabinenin istifa etmesi, Kraliçenin yasaları
veto etme yetkisini kullanmaması birer yazısız
anayasa kuralıdır.
• Hiçbir yerde yazılı olmamasına rağmen bu kurallar
çok eski zamanlardan beri uygulanagelmektedir.
• Örneğin, 1707 yılından bu yana bir kral ya da
Kraliçe’nin bir yasayı veto ettiği görülmemiştir.
• B-Yumuşak Anayasa/Katı Anayasa Ayrımı
• Anayasalar değiştirilmelerindeki güçlük bakımından
yumuşak anayasalar ve katı anayasalar olmak üzere
2’ye ayrılır.
• A-Yumuşak Anayasalar: Normal kanunlarla aynı
usullerle ve aynı organlarca değiştirilebilen
anayasalar olarak tanımlanabilirler.
• Yazısız anayasalar nitelikleri gereği yumuşak
anayasalardır.
• Örneğin ingiltere’nin anayasası yazısız bir anayasa
olduğu için niteliği gereği yumuşak bir anayasadır.
• Ancak, yazılı olmakla birlikte yumuşak olan anayasalar
da vardır.
• Yazılı bir anayasanın yumuşak bir anayasa olması teorik
olarak iki şekilde mümkündür.
• Anayasa kendisini normal kanunlar gibi
değiştirilebileceğini hükme bağlamış olabilir.
• Ya da anayasa, değişiklikle ilgili hiçbir hüküm içermez.
Birinci duruma ilişkin bilinen bir örnek yoktur.
• İkinci duruma ise en bilindik örnek 1921 Türk
anayasasıdır.
• 1921 anayasası, anayasa değişikliğinin nasıl yapılacağına
dair hiçbir hüküm içermediği için normal kanunlar gibi
değiştirilebilen bir anayasa olmuştur ve dolayısı ile
yumuşak anayasa olarak tanımlanabilir.
• Yumuşak anayasa sisteminde yasama organı alelade
bir kanun yapar gibi anayasayı değiştirebilir.
• Bu nedenle yumuşak anayasa sisteminde
«anayasanın üstünlüğü» boş bir laftan öte bir anlam
ifade etmez.
• Çünkü bu sistemin ayırıcı özelliği, anayasaların
alelade bir kanunla değiştirilebilmesidir.
• Yumuşak anayasa siteminde normlar hiyerarşisinde
Anayasa kanun ile aynı basamakta yer alır.
• Bu nedenle yumuşak anayasa sisteminde
anayasanın «anayasallık değeri» tartışmalıdır.
• B-Katı anayasalar: (Sert Anayasa) normal
kanunlardan daha farklı organlarca ve daha zor
usullerle değiştirilebilen anayasa olarak
tanımlanabilir.
• Yazısız anayasalar nasıl nitelikleri itibarıyla yumuşak
anayasa iseler, yazılı anayasalar da genellikle katı
anayasadırlar.
• Anayasayı değiştirme usulünün bir kez anayasada
belirlenmesi kabul edilince, zorunlu olarak, kanunlar
için öngörülenden farklı bir usul tespit edilmektedir.
• Çünkü aksi durum, mantık olarak bir tutarsızlık olur.
• Normal kanunlardan daha farklı bir değiştirme usulü
öngörmedikçe anayasanın değiştirilmesi usulünün
ayrıca belirlenmesine gerek kalmayacaktır.
• 1814 ve 1830 Fransız Şartları, 1848 İtalyan
Anayasası ve 1921 Türk Anayasası dışındaki bütün
yazılı anayasalar katı anayasalardır.
• ANAYASAYA KATILIK SAĞLAMANIN YOLLARI
• A- Özel Meclis Usulü: Anayasa değişikliği, normal
parlamento tarafından değil, sırf anayasa değişikliği
için oluşturulmuş özel bir meclis tarafından teklif
edilebiliyor, kabul edilebiliyor veya
onaylanabiliyorsa bu anayasa katı bir anayasadır.
• Örneğin, ABD’de anayasa değişikliği sürecinde sırf
anayasa değişikliği ile görevli federal düzeyde bir
konvansiyon meclisinin veya her federe devlet
düzeyinde bir konvansiyon meclisinin toplanması
gerekir.
• B- Üye Tamsayısının Salt Çoğunluğu Kuralı: Normal
kanunların kabul edilebilmesi için genellikle adi
çoğunluk yeterlidir.
• Yani bir kanunun kabul edilebilmesi için toplantıya
katılan milletvekillerinin veya kullanılan oyların salt
çoğunluğu (%50+1) yeterlidir.
• Eğer bir anayasanın değiştirilmesi için kanunlarda
aranmayan parlamento üye tamsayısının salt
çoğunluğu aranıyorsa, o anayasa katı bir anayasadır.
• C- Nitelikli Çoğunluk Kuralı: Anayasanın
değiştirilmesi için parlamentonun üye tamsayısının
3/5’i, 2/3’ü, ¾’ü gibi nitelikli bir çoğunluk isteniyorsa
o anayasa katı anayasadır.
• Çünkü bu çoğunluklara ulaşmak, kanunların
değiştirilmesi için aranan çoğunluğa ulaşmaktan
daha zordur.
• D- Halkoylaması: Kanunlar için aranmadığı halde, bir
anayasanın değiştirilmesi için değişiklik teklifinin
halkoylamasına sunulması gerekiyorsa, bu anayasa
katı bir anayasadır.
• E-Değiştirilemeyecek Maddeler: Bir anayasanın bazı
maddelerinin değiştirilmesi yasak ise o anayasa katı
bir anayasadır.örn.1982 Anayasası’nın ilk 3 maddesi.
• F-Süre Yasağı: bir anayasanın kabul edilmesinden
itibaren belli bir süre değiştirilmesi yasak ise, o
anayasa katı bir anayasadır.
• Bazı anayasalar istikrar sağlamak adına belli süre
anayasa değişikliği yapılmasını yasaklayan
hükümlere yer veririler.
• Örn. 1787 tarihli ABD anayasası, kendisinin 1808
yılından önce değiştirilmesini yasaklayan hükme
sahiptir.
• 1791 Fransız anayasası ilk dört yıl değişiklik yasağı
getirmiştir.
• 1976 Portekiz Anayasası ve 1975 Yunan Anayasası
yayınlanmalarından itibaren ilk 5 yıl değişiklik
yapmayı yasaklamıştır.
• G-Dönem yasağı;bir anayasa kendisinin belli dönem
ya da durumlarda değiştirilmesini yasaklıyorsa katı
bir anayasadır.
• Örn.1994 Belçika anayasası devlet başkanlığına
vekaleten bakılan (niyabet dönemi) dönemde
anayasa değişikliğini yasaklar.
• 1958 Fransız Anayasası Cumhurbaşkanına vekalet
edildiği dönemlerde anayasa değişikliğini yasaklar.
• Bazı anayasalarda savaş, sıkıyönetim ve olağanüstü
hal durumlarında anayasanın
değiştirilmesiniyasaklar.
I. ANAYASALARIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRİMİ
-Anayasacılık hareketleri çağdaş anayasa hukukunun
oluşumunda belirleyici bir yere sahiptir.
-Ancak anayasa ve anayasacılık kavramları tümüyle
birbiriyle örtüşmemektedir.
A)ANAYASACILIK HAREKETLERİ
- İlk anayasalar; 1787’ de ABD’ de, 1791’ de Polonya
ve Fransa’ da hazırlanmıştır. Şu halde, XVIII. yy’ın son
çeyreği anayasacılık hareketinin başlangıcı olarak
alınabilir.
Ancak bu kabule iki kayıt düşmek gerekir;
-Birincisi, Anayasacılığın fikri temellerinin
1780’lerden önce atıldığıdır. J.Locke’ un «Hükümet
Üzerine İkinci İnceleme» (1690), ve Montesquieu’ nun
«Kanunların Ruhu»(1748) adlı yapıtları doğrudan
kaynaklarıdır.
- İkinci olarak, Büyük Britanya’ da anayasacılık,
kısmen de olsa önceki yüzyıllardan başlayarak mevcut
olmuştur.
Büyük Britanya’ da maddi anlamda anayasanın
mevcut olduğu varsayılırsa; ABD, Fransa ve Polonya
maddi anayasacılığı şekli yönüyle tamamlamış
oluyorlar.
-Bu hareket liberal anayasacılık geleneğinin de
başlatıcısı olacaktır.
-Sosyalist anayasa hareketi ise ancak XX. Yy’ da
uygulamaya konacaktır.
-XXI. Yy’ ın başında ise ulusal-üstü anayasacılık süreci
yaşanmaktadır.
1) Liberal Anayasacılık
- İlk yazılı anayasalar, XVIII. yy. ın sonunda
Amerika, Polonya, Fransa ve İsviçre’ de hazırlandı.
- O zamana kadar iktidarın statüsünü belirleyen
kurallar, eskiden beri yinelenerek oluşmuş daha çok
örf ve adet kökenli idi.
- Anayasalar yönetime ilişkin kuralları ve insanın
doğal haklarını, resmi bir belgede toplar ve ilan eder.
Geleneksel anayasalarda ise bu kurallar süregelen
uygulamalardan kaynaklanır.
Büyük Britanya, eski(1215 Magna Carta Libertatum,
1688 Bill of Rights) veya modern (1911,1949
Parliament Acts) kimi metinlere sahiptir.
Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’ da yazılı
anayasaların yürürlüğe konulması modern anayasacılığın
doğuşunu damgalayacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri Anayasa yapımı ile eş zamanlı
kurulmuştur;
Londra Parlamentosu’ nun 1763’ te Amerika’ nın doğu
kıyılarındaki Britanya kolonilerinin vergi ödemeleri için
kabul ettiği yasa, tepki ile karşılanmış ancak Londra
Parlamentosu tavrında ısrarcı olmuştur. Bunun üzerine bir
araya gelen 13 koloninin temsilcileriyle yapılan kongrede
4 Temmuz 1776’ da «Bağımsızlık Bildirgesi» ilan edildi.
Bağımsız hale gelen 13 koloni, ABD’yi kuran 17 Eylül 1787
tarihli Federal Anayasayı kabul etti.
Fransa’ da, 1789 devrimi sonrası, monarşinin temel
yasalar adı verilen geleneksel anayasasından vazgeçip,
monarşi yönetiminin ayak uymak zorunda olduğu
yazılı, açık ve kalıcı hukuki ilkeler içeren bir anayasa
hazırlanarak yürürlüğe koyuldu(1791 Anayasası)
- Amerika’ da ABD’ nin, Avrupa’ da Fransa’ nın
öncülük ettiği «anayasacılık hareketi» bir yandan yeni
devleti kurucu işlev görmüş; öte yandan mutlak
monarşinin anayasa yoluyla sınırlanması ile
devletlerde rejim değişikliğinin simgesi olmuştur.
- Anayasa’ nın diğer hukuk kuralları üzerinde
üstünlüğünün kabul edilmesi anlamına gelen anayasacılık,
felsefi temelini doğal hukuk okulundan alır.
*
Bu anlayışta bireysel özgürlükleri güvenceleme fikri
baskındır.
* Özgürlükleri üstün bir hukuk metninde düzenleyerek
korumayı hedefleyen bu hareket liberal anayasacılık
hareketidir.
- Anayasacılık, anayasanın hiyerarşik üstünlüğüne saygıyı
gözetmekle yükümlü bir organı gerekli kılar. Anayasanın
üstünlüğü Avrupa’ da ancak XX. Yy’ da anayasa
mahkemelerinin kurulmasıyla güvence altına alınmıştır.
ABD’ de ise bu denetim XIX. Yy. dan itibaren ortaya
çıkmıştır.
2) XX. Yüzyıl: İki Anayasacılık Hareketi
XX. Yüzyılda sosyalist anayasalar uygulanmaya konulmuş,
liberal anayasalar ise kendi içinde evrim geçirmiştir.
a) Sosyalist Anayasacılık ve Sovyet Geleneği
- Düşünsel ve toplumsal temelleri XIX. Yüzyıda
hazırlanan sosyalist öğretinin uzantısı olarak XX.
Yüzyılın ilk çeyreğinde yeni anayasalar yürürlüğe
konmaya başlanmıştır.
- Bu konuda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)
öncülük yapmıştır. (1924 Anayasası)
- Sosyalist Anayasacılık esasen XX.yy’ın ortalarına doğru,
yani II. Dünya savaşının bitiminden hemen sonra Orta
ve Doğu Avrupa başta gelmek üzere Asya, Afrika ve
Amerika kıtalarında uygulamaya konmuştur.
Sosyalist anayasal gelişmeler dört döneme ayrılır;
İlk Dönem, SSCB’ nin II. Dünya Savaşına kadar anayasal
evrimini(1924 ve 1936) yansıtır. Başta Rusya olmak üzere
Birliği oluşturan Cumhuriyetlerdeki anayasal gelişmeler
de kaydedilebilir. Ancak Stalin diktatörlüğünde anayasal
farklılaşma en aza indirgenmiş, anayasalar daha çok
iktidar tekelinin pekiştirilmesi yönünde kullanılan birer
araç olmuştur.
İkinci Dönem, Anayasa çokluğu, sınırlı bir anayasal
çoğulculuk ilkesini beraberinde getirmiştir. SSCB ile Çin
Halk Cumhuriyetinde ayrılan yolar ötesinde, Yugoslavya,
Macaristan, Çekoslavakya deneyimleri tek biçimli sosyalist
anayasa geleneğini aşma çabalarını yansıtmaktadır.(II.
Dünya Savaşı sonrası Orta ve Doğu Avrupa devletleri, Çin
Halk Cumhuriyeti, diğer sosyalist devlet anayasaları)
Üçüncü Dönem, «geçiş dönemi anayasa hukuku» olarak
adlandırılır. 1980’ lerden 2000’ lere uzanan bu dönem üç
alt aşamayı barındırmaktadır.
1.sorgulama evresi; iktidarın sosyalist temellerinin
sorgulanması.-reform yanlısı komünist parti üyelerinin
iktidara gelişi, anayasadan komünist partinin yönetici
rolünün çıkarılması, çoğulcu seçimlerin düzenlenmesi
2. Geçiş evresi; Yeni meclisin kurulması, sosyalist
olmayan yeni anayasanın hazırlanması, anayasal
kurumların oluşturulması
3. Demokrasiyi pekiştirme ilkesi; çoğulcu siyasal
temelde yeni kurumların işlemesidir. – Orta ve Doğu
Avrupa ülkeleri ile SSCB için geçerli bu üçüncü evre,
sosyalist anayasa hareketinin (bir tür karşı devrimle) sona
ermesi demektir.
Dördüncü Dönem,
Günümüzde sosyalist rejimi
uygulamaya devam eden ülkelerin anayasal
eğilimlerini ifade etmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti,
Küba, K. Kore, Vietnam, Srilanka Anayasaları bu grupta
yer alır.
b)Liberal Anayasalarda Sosyalleşme ve Neo-Liberal
Dalga
- II. Dünya Savaşından Sonra hazırlanan liberal anayasalar
«sosyalleşme» yönünde bir dönüşüm sürecine girdi.
- Bu süreçte, devletin klasik görevlerini aşarak sosyoekonomik yükümlülükler altına girmesi, öte yandan hak ve
özgürlükler listesine sosyal ve kültürel hakların eklenmesi
dönüşümün iki ana eksenini oluşturdu.
- Diğer yandan anayasaya üstün norm özelliği kazandıran
Anayasa Mahkemelerin kurulması bu dönemde kayda değer bir
gelişme olmuştur.
- Buna karşılık XX. Yy’ ın son çeyreğinde anayasaların
sosyal özelliği sorgulanmaya başlanmış ve liberal rejimlerin
anayasalarında sosyal vurgu yumuşamıştır.
KURUCU İKTİDAR
(Anayasaların Yapılması ve Değiştirilmesi)
Kurucu İktidar; anayasa yapma ve değiştirme iktidarıdır.
Aslı Kurucu İktidar – Tali Kurucu İktidar Ayrımı
Asli kurucu iktidar , yeni bir anayasa yapma, tali kurucu
iktidar ise anayasayı değiştirme iktidarıdır.
Kurucu İktidar – Kurulmuş İktidarlar Ayrımı
Kurulmuş iktidarlar, kurucu iktidarlar tarafından yapılan
anayasa ile kurulan devlet organlarıdır. Devletin başlıca
yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç kurulmuş organı
vardır.
I. ASLİ KURUCU İKTİDAR: ANAYASALARIN YAPILMASI
A) ASLİ KURUCU İKTİDARIN ORTAYA ÇIKIŞ HALLERİ
Asli kurucu iktidar hukuk-dışı bir iktidardır. Bu
iktidar hukuk boşluğu ortamında belirir.
1. En yaygın ortaya çıkış biçimi devrim ve
hükümet darbesidir. Ülkenin mevcut siyasal rejimi, bir
devrim ya da hükümet darbesi sonucu yıkılır. Rejimi
yıkarak siyasal iktidarı ele geçiren devrimciler ve
darbeciler yeni bir anayasa hazırlayarak yeni bir siyasal
rejim kurarlar. (1789 Fransız, 1917 Rus İhtilaleri, 27
Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 Askeri darbeleri yine asli
kurucu iktidar olayına örnektir.)
2. Asli Kurucu İktidarın ortaya çıktığı diğer
bir durum savaş halidir.
- Örneğin I. Sünya Savaşı sonrasında Avrupa’ da
daha önce mevcut olmayan birçok devlet(Litvanya,
Çekoslovakya, Yugoslavya) kuruldu ve bunlarda yeni
anayasalar yapıldı.
- Keza savaştan sonra yeni bir devlet kurulmasa
bile ağır savaştan çıkan bir ülkede bazen yeni bir
anayasa yapıldığına şahit olunmaktadır. Örneğin II.
Dünya savaşından sonra Fransa’ da(1946 Anayasası),
İtalya’ da (1947 anayasası) ve Almanya’ da(1949
anayasası) yeni anayasalar yapılmıştır.
3. Asli kurucu iktidar, sömürge olan bir
ülkenin bağımsızlığını kazanması durumunda da ortaya
çıkmaktadır.
4. Bazı hallerde birden çok bağımsız devletin
kendi istekleriyle birleşerek yeni bir devlet kurdukları
görülmektedir. Bu durumda yeni bir federasyon kurulur ve
bu federasyonda yeni bir anayasa kabul edilir. (Örn. 1987
ABD federal anayasası)
Bazen ise bir devlet, birden çok bağımsız devlete
ayrılmaktadır. Bu durumda yeni devletler kurulur ve yeni
anayasalar yapılır. 1990’ ların başında SSCB’ nin
dağılmasından sonra yerine kurulan devletler ve bu
devletlerda yapılan anayasalar bu hale örnektir.
B) ASLİ KURUCU İKTİDARIN SAHİBİ
- Asli kurucu iktidarın ancak halka veya millete
ait olabileceğini savunan yazarlar varsa da asli kurucu
iktidarın sahibinin kim olacağına önceden hukuken
cevap verilemez.
- Devrim, hükümet darbesi gibi olağanüstü
durumlardan sonra ortaya çıkan bu iktidarın sahibi fiili
koşulalra göre belirlenecektir.
- Ö dönemde kim ya da kimler en güçlüyse asli
kurucu iktidarın sahibi onlardır. (Örneğin Türkiye’ de
1960 hükümet darbesinden sonra asli kurucu iktidar
Millli Birlik Komitesine, 1980 darbesinden sonra ise bu
iktidar Milli Güvenlik Konseyine ait olmuştur.
C. ASLİ KURUCU İKTİDARIN ÖZELLİKLERİ
1. Hukuk- Dışılık
Bu iktidar devrim ve hükümet darbesi gibi durumlardan
sonra ortaya çıkan ve hukuk boşluğu ortamında çalışan bir
iktidardır. Asli kurucu iktidar, yeni bir anayasa yapmadan
önce, varsa mevcut anayasayı ilga ederek hukuk boşluğu
yaratır. Bu ortamda asli kurucu iktidarı bağlayacak bir
hukuk kuralı yoktur. Bundan sonra asli kurucu iktidar
hiçbir hukuk kuralıyla bağlı olmaksızın yeniden bir anayasa
yapar.
2. Sınırsızlık
Aksini ileri sürenler mevcutsa da asli kurucu iktidar
sınırsızdır. Yukarıda açıkladığımız gibi böyle bir iktidarı
sınırlayacak herhangi bir kural ya da güç yoktur. Asli
kurucu iktidarı sınırlandıran bir güç veya kural varsa bu
durumda bu iktidar tanımı gereği «asli kurucu iktidar»
olmaktan çıkar.
D. ASLİ KURUCU İKTİDARIN BİÇİMLERİ: ANAYASA
YAPMA USULLERİ
Asli kurucu iktidarın yukarıda açıkladığımız hukukdışılık ve sınırsızlık özellikleri nedeniyle anayasa
yaparken uymak zorunda olduğu bir usul yoktur.
Bununla birlikte uygulamada asli kurucu iktidarların
şimdiye kadar kullandığı en yaygın usuller aşağıda
gösterilmiştir.
Anayasa Yapma Usulleri
Monokratik Usuller
Demokratik Usuller
Ferman
Misak Kurucu Meclis
Kurucu
Referandum
1. Monokratik Usuller
Bir sistemde egemenlik hükümdardaysa anayasa,
hükümdarın bahşettiği bir ferman (1931 Etiyopya
Anayasası, 1889 Japon Anayasası, 1876 Kanun-u
Esasisi..),
Hükümdar ile parlamento arasında bölüşülmüşse
bunların anlaşmasını yansıtan bir misak şeklinde(1215
Magna Carta Libertatum, 1689 Bill of Rights, 1808
Sened-i ittifak)olacaktır.
2. Demokratik Usuller
a) Kurucu Meclis(Konvansiyon)
Kurucu meclis halk tarafından anayasayı yapmak için
seçilmiş özel meclis demektir.
- Amerika’ da 1776’ başlayarak ayaklanan
kolonilerin çoğu kendi anayasalarını konvansiyon
usulü ile yaptılar. Nihayet 1787 tarihli Federal Anayasa
Filadelfiya Konvansiyonunun ürünüdür.
Fransa’ da 1791, 1848 ve 1875 anayasaları
da bu usulle yapılmıştır.
Görevleri Bakımından Kurucu Meclislerin «Fransız» ve
«Amerikan» olmak üzere iki tipi vardır;
aa) Fransız tipi kurucu meclislerin çifte görevi
vardır. Bir yandan anayasa yapımı ile ilgilenirken aynı
zamanda olağan yasama organının rolünü de
üstlenerek, hükümeti denetlemek, kanun yapmak gibi
yasama faaliyetlerini de yürütürler.
bb) Amerikan tipi kurucu meclislerin yetkisi ise
yalnızca anayasayı hazırlamaktan ibarettir. Bu meclis
olağan yasama işlemlerini yapmaz.
- Kurucu meclis usulü, teorik olarak, «milli
egemenlik» ilkesine dayanır ve temsili demokrasi
ilkesinin anayasaların yapılması alanına uygulanması
anlamı taşır.
- Bu nedenle kurucu meclis millet adına karar
alır ve onun iradesi hukuken milletin iradesi olarak
kabul edilir.
- Dolayısıyla kurucu meclisin aldığı kararlar
halkoylamasına sunulmazlar
b) Kurucu Referandum
- Teorik temelini «halk egemenliği» ilkesi oluşturur.
-Kurum pratikte yarı-doğrudan demokrasi araçlarından
biri olan referandumun anayasaların kabulüne
uygulanmasından ibarettir.
- Kurucu referandum usul, kurucu referandum usulünün
demokratikliğinden zamanla kuşkuya düşülmesi ve
eleştirilmesi sonucu uygulanmaya başlamıştır. Bu
eleştirilere göre, doğrudan halkın oyuna başvurmak
varken, halkın temsilcilerinin oyuyla yetinilmemelidir.
- Kurucu referandum usulüyle kabul edilen anayasa, yine
bir meclis veya komisyon tarafından hazırlanır. Ancak bu
meclis veya komisyon hazırladığı anayasa tasarısını kendi
kabul etmez. Kabul için mutlaka halk oyuna sunulmalıdır.
- Kabul için halkoyuna sunulan anayasa hukuki gücünü
doğrudan halktan alır.
Yukarıda yaptığımız açıklamalar doğrultusunda daha
geniş bir tanım yapılacak olursa;
Asli kurucu iktidar;
- hukuk-dışı,
- sınırsız,
- sahibi hukuken belirlenemeyen,
- hukuk boşluğu ortamında beliren,
- monokratik ya da demoktarik biçimleri
olan,
yeni bir anayasa yapma iktidarıdır.
II.
TALİ
KURUCU
DEĞİŞTİRİLMES
İKTİDAR:
ANAYASALARIN
Tali Kurucu İktidar, bir anayasayı yine o anayasada
öngörülmüş usullerle değiştirme iktidarıdır.
- Teorik olarak tali kurucu iktidar yoluyla, anayasanınvarsa değiştirilemeyecek maddeleri hariç – bütün
maddeleri değiştirilebilir. Ancak uygulamada genellikle
tali kurucu iktidar yoluyla anayasanın bir veya birkaç
maddesi veya 20-30 maddesi değiştirilir.
- O halde anayasa değişikliği veya anayasayı
değiştirme ifadelerinden çoğunlukla anayasanın bir
veya birkaç maddesinin değiştirilmesi anlaşılır.
A) TALİ KURUCU İKTİDARIN GEREKLİLİĞİ
- Anayasalar ebedi değildir. Yüzyıllar bozyu sürecek,
gelecek kuşakları da bağlayacak bir anayasa yapmak bu
nedenle
mümkün
değildir.
Anayasa
değişikliği
kaçınılmazdır.
- Bununla beraber anayasanın istikrarı da gereklidir.
Anayasalar devletin temel kuruluşu, hukuki ve siyasal
statüsüyle ilgilidir. Bu nedenle sık sık değiştirilmemelidir.
- «Değişme gerekliliği» ve istikrar ihtiyacını
uzlaştırmak, deyim yerindeyse bir «nisbi istikrar»
sağlamak gerekir.
İşte
anayasalar
da
kural
olarak
değiştirilebileceklerini kabul etmekte ancak istikrarlarını
da korumak için, değişiklik için kanunlardan daha zor
usuller öngörmektedirler.
B) TALİ KURUCU İKTİDARIN SAHİBİ
Tali kurucu iktidarın sahibinin kim olduğu, yani
anayasayı değiştirme yetkisinin hangi organa ait
olduğu yine anayasalarda belirtilmektedir.
- Değiştirme yetkisini anayasalar, kendi kurduğu
organlardan birine vermektedir.
- Anayasayı değiştirme yetkisi genellikle normal
yasama organının nitelikli çoğunluğuna verilmektedir.
- Bazı sistemlerde ise bu organın kabul ettiği anayasa
değişikliklerine devlet başkanının veya halkın veto
etme yetkisi vardır. Bu durumda ise tali kurucu
iktidarın yasama organı, devlet başkanı ve halk
arasında paylaştırılmış olduğunu söyleyebiliriz.
C) TALİ KURUCU İKTİDARIN ÖZELLİKLERİ
- TALİ kurucu iktidar hukuki nitelikte bir iktidardır.
-İktidaraın kimin tarafından hangi yöntemlerle
kullanılacağını belirleyen hukuk kuralları vardır ki bu
kurallar bizzat anayasa tarafından konulmuşlardır.
-tali kurucu iktidar sınırlı bir iktidardır.
TKİ bizzat anayasa tarafından kurulduğuna göre bu
iktidarın yine anayasa tarafından sınırlandırılması her
zaman mümkündür.
Bu sınırlar;
-içeriksel
-zamansal
-biçimsel
Olmak üzere 3’ e ayrılabilirler.
1- içeriksel (maddi sınırlar): Anayasalara bakıldığında
birçok anayasanın bazı hükümlerinin değiştirilmesini
ybizzat yasakladıkları görülmektedir.
Örneğin 1958 fransız anayasası’nın 89/5 maddesi
-Bazı federal devletlerde de devletin federal yapısının
değiştirilmesi yasaklanmıştır.
1982 türk Anayasasının 4. maddesine göre de ilk üç
maddenin değiştirilmesi yasaktır.
2- Zamansal Sınırlar: Bazı anayasalarda TKİ’ın
anayasayı değiştirmesine anayasanın kabul
edilmesinden itibaren belli bir süre geçmedikçe
yasaklamaktadır.
-Örn.1976 Portekiz Anayasası md. 284.
3- Biçimsel Sınırlar: Katı anayasaların hemen hepsi kendi
değiştirilme usullerini ayrıntılı olarak tespit etmektedirler.
-tespit edilen bu usuller TKİ’ın biçimsel sınırlarını
oluştururlar
-TKİ ancak bu biçimsel koşullara uyarak anayasayı
değiştirebilirler.
-Bu koşullar, TKİ’ın şekilleri (anayasayı değiştirme
usulleri)başlığı altında anlatılacaktır.
-Bununla birlikte TKİ sadece anayasa tarafından belirtilen
sınırlarla bağlıdır.
Bazı yazarlar anayasa üstü normların veya anayasa
normları arasında hiyerarşinin veya anayasanın ruhunun
bulunduğunu iddia ederek, TKİ’ın bunlarla da sınırlı bir
iktidar olduğunu savunmaktadır.
Gözler’e göre bu iddialarda isabet yotur. Bu
düşünceler ancak doğal hukuk anlayışının kabul edilesi
halinde geçerli olabilir.
-Pozitivist bir anlayışta TKİ sadece ve sadece anayasa
ile öngörülmüş sınırlarla bağlıdır.
D-TALİ KURUCU İKTİDARIN BİÇİMLERİ: ANAYASAYI
DEĞİŞTİRME USULLERİ
-TKİ’ın biçileri, diğer bir iafde ile anayasayı değiştirme
usulleri, yazılı anayasa sisteminde genel olarak yazılı
bir kurala bağlanmıştır.
-İşte yazılı anayasalar kendi belirledikleri bu kurala
göre değiştirilirler.
-Anayasayı değiştirme usulleri 3 safhada incelenebilir:
1-teklif
2- karar
3- Onay
1- Teklif safhası: Bu anayasa değişikliğinin ilk
safhasıdır.
-Anayasa değişikliğinin fiilen gerçekleşmesi safhasına
kadar uzanan bütün işlemleri içerir.
-Anayasalar anayasa değişikliği teklif etme yetkisini
çok çeşitli organlara vermektedirler.
Bazı anayasalar bu yetkiyi sadece yürütmeye veya
sadece yasamaya tanırken, bazıları da hem yasamaya
hem de yürütmeye tanımaktadır.
-Diğer küçük bir grup anayasa da teklif yetkisini halka
da tanımaktadır.
Birçok anayasa, yasama organından gelen teklifleri
bazı şartlara bağlaıştır.
-Bazı anayasalar değişiklik teklifi için 5-10
milletvekilinin imzası ile yetinirken, bazıları
milletvekillerinin 1/3’ünün imzasını aramışlardır.
-Örneğin 1982 Any’nın 175.md.si anayasa değişikliği
teklif etme yetkisini TBMM üye tamsayısının 1/3
tutarındaki üyelere ait olduğunu belirtmiştir.
-Diğer bazı anayasalar teklifi zorlaştırmak için teklifte
bulunan yasama organının feshini öngörmüştür.
-keza bazı anayasalar da az önce belirtildiği gibi
değiştirilmenin teklif edilmesini belli bir süre
yasaklamaktadır.
-Yine yukarıda gördüğümüz gibi, bazı anayasalarda
kimi maddelerin değiştirilmesini teklif edilmesini
yasaklamaktadır.
2- Karar Safhası: Bu safha değişiklik teklifinin kabul ya
da reddine varan bütün işlemleri içerir.
-Anayasaların çoğu, karar yetkisini yasama organına
vermektedir.
-Bununla birlikte karar yetkisini yasama organı dışında
başka bir organa veren anayasalar da yok değildir.
Bazı anayasa koyucular, anayasa değişikliği yetkisini
her an ellerinde tutmak için bu yetkiyi yürütmeye,
bazıları da anayasaların değiştirilmesini çok
zorlaştırmak için özel bir meclise vermektedirler.
-Karar safhasında pek çok usul kuralı vardır.
-Bu nedenle bu kurallar ülkelere istedikleri katılık
derecesine ulaşma imkanı vermektedir ve kullanışlı
araçlar sunmaktadırlar.
-Karar safhasında çeşitli özel kurallar öngörülmüş
olabilmektedir.
-Bazı anayasalar karar için birden fazla görüşmeyi şart
koşmuş, diğer bazıları karar için 2/3 ya da 3/5gibi
nitelikli bir çoğunluk aramış, diğer bazıları ise bu
safhada özel bazı süreler öngörmüştür.
-Nihayet diğer bazı anayasalar, değişiklik konusuna
göre farklı usuller öngörmüştür.
3- Onay Safhası: anayasa değişikliğin son safhasıdır.
-Artık ayrıntılarıyla kararlaştırılmış değişikliğin yayınlanıp
yürürlüğe girmeden önce, aşması gereken son engeldir.
a-Onay Yetkisinin devlet başkanına verilmesi: Bazı
anayasalar anayasa değişikliğini onaylama yetkisini devlet
başkanına vermektedir.
Devlet başkanının onay yetkisinin 3 türü vardır;
aa-bazı devletlerde devlet başkanı anayasa değişikliğini
onaylamak istemezse, yapabileceği tek şey anayasa
değişikliğini Parlamentoya iade etmek ve bir kez daha
görüşülmesini istemekten ibarettir.
-Parlamento aynı değişikliği aynı çoğunlukla aynen kabul
ederse, devlet başkanı değişikliği onaylayıp yayımlamak
zorunda kalmaktadır.
-Bu durumda devlet başkanının onay yetkisi bir
«geciktirici» veto yetkisi durumundadır.
ab- Bazı anayasalar ise devlet başkanı tarafından geri
gönderilmiş anayasa değişikliğinin Parlamento
tarafından kabul edilebilmesi için daha yüksek nitelikli
çoğunluk şartı aramaktadır.
-Bu durumda devlet başkanının geri gönderme yetkisi
«güçleştirici veto yetkisi niteliğindedir.
ac- Bazı anayasalarda devlet başkanına anayasa
değişikliğini onaylayıp onaylamamak konusunda
sınırsız bir yetki vermektedir.
-Bu ülkelerde devlet başkanı beğenmediği bir anayasa
değişikliğini onaylamayabilir.
-bu durumda anayasa değişikliği yürürlüğe giremez.
-bu durumda devlet başkanının onay yetkisi mutlak
veto yetkisi durumundadır.
-Monarşilerde Kral ya da Kraliçe anayasa değişikliği
konusunda mutlak veto yetkisine sahiptir.
-Bununla birlikte Kral ya da Kraliçe uygulama bu veto
yetkisini çok uzun zamandır kullanmamaktadırç.
b- Onay yetkisinin halka verilmesi: bazı anayasalar ise
anayasa değişikliğinin onaylanması yetkisini halka
vermektedir.
-Bu durumda anayasa değişikiği onaylanmak üzere
halk oylamasına sunulur.
Halk oylaması
-mecburi
-ihtiyari
Olmak üzere iki çeşittir.
ba- Mecburi halk oylaması: Mecburi halk oylaması
anayasa değişikliği, anayasa gereği doğrudan doğruya
ve otomatik olarak halk oylamasına sunulur.
-Örneğin İsviçre’de anayasanın md. 121 danımarka’da
md. 88 gereği anayasa değişiklikleri belli süre içinde
onaylanmak üzere halk oylamasına sunulur.
bb- İhtiyari(isteğe bağlı) halk oylaması: devlet
başkanının belirli sayıda parlamento üyesinin veya,
belirli sayda seçmenin isteğiyle yapılan halk
oylamasıdır.
-Örneğin 1982 anayasasına göre, Meclis üye
tamsayısının 2/3 çoğunluğu ile kabul edilen bir
anayasa değişikliği, CB isteği ile halk oylamasına
sunulur.(md.175)
-Buraya kadar yaptığımız açıklamalar doğrultusunda
daha geniş bir tanım yapılacak olursa, TKİ, hukuki ve
sınırlı nitelikte olan ve sahibi hukuken belirlenebilen
anayasayı yine o anayasanın öngördüğü usullerle
değiştirme iktidarıdır.
Asli Kurucu İkt.- Tali Kurucu İkt.
Karşılaştırması
Asli
Kurucuİktidar
• Konusu: Yeni bir anayasa
yapmak
• Ortaya çıkış halleri: Devrim,
Hükümet darbesi, savaş vs..
• Sahibi: Fiilen en güçlü olanlar
• Hukuk-dışıdır
• Sınırsızdır
• Usulleri önceden belirlenemez
Tali Kurucu İktidar
• Konusu: Mevcut anayasada
değişiklik yapmak
• Ortaya çıkış halleri: normal
dönemler
• Sahibi: Anayasanın yetki verdiği
organlar
• Hukukidir
• Sınırlıdır
• Değişiklik usulü anayasa
tarafından belirlenmiştir.
DEVLET KAVRAMI
-DEVLET TERİMİ:devlet kelimesinin İngilizce karşılığı
«state»; Fransızca karşılığı ise «etat», Almanca karşılığı
«Staat» tır.
-Bu terimlerin hepsinin kökeni latince «status»
kelimesidir.
-ancak latince’de «status» devlet demek değil, «hal»,
«durum», «vaziyet» demektir.
«stato» terimini modern anlamda devlet karşılığında
kullanan kişi «hükümdar» isimli eserin Machiavelli
olmuştur.
DEVLETİN UNSURLARI: MİLLET/ÜLKE/EGEMENLİK
-Bir devletin kurulabilmesi için nelere ihtiyaç vardır.
-devlet denen şey, bir insan topluluğu olduğuna göre ,
her şeyden önce bir devletin kurulabilmesi için
insanlara ihtiyaç vardır.
-İnsan topluluğu devletin ilk unsurudur.
-İkinci unsur, devlet sadece karada kurulabilir. Yani
toprak parçası devletin diğer bir temel unsurudur.
-dünyada sahipsiz toprak yoktur. Yeryüzündeki bütün
topraklar devletlere aittir.
-
-Egemenlik, devletin üçüncü unsurudur.
Egemenlik, devletin ülkesi üstünde sahip olduğu en
üstün emretme gücüdür.
Özetle bir devlet, belirli bir insan topluluğunun belirli
bir toprak parçası üzerinde egemenlik kurması ile
oluşur.
Bu 3 unsuru yakından inceleyelim..
A-insan topluluğu: Millet
Az önce de belirttiğimiz gibi, bir devletin kurulabilmesi
için gerekli olan ilk şey, «insan topluluğudur».
-İnsanlar olmaksızın bir devletin kurulması mümkün
değildir.
-Ancak insan topluluğunun büyüklüğünün bir önemi
yoktur.
-Burada önemli olan insan topluluğunu oluşturan nüfusun
sayısal çokluğu değil, belli bir toprak parçası üzerinde belli
bir insan topluluğunun egemen olmasıdır.
-10000 kişi belli bir toprakta egemen olmuş ve bunu
sürdürebilir hale gelmişse, devlet olmuşlar demektir.
10.000.000 kişi bir toprak parçası üzerinde egemen
olamıyorsa onlar devleti oluşturamaz.
-burada insan topluluğunun niceliğinin değil
niteliğinin öenmli olduğunu söylemeliyiz.
-Her insan topluluğu devlet kuramaz.
-belli bir insan topluluğunun devlet kurabilmesi için,
bir takım bağlar ile birbirlerine bağlanmış olmaları
gerekir.
-İşte birbirine birtakım bağlarla bağlanmış insanlardan
oluşmuş topluluğa «millet» denir.
-o halde, belli bir insan topluluğunun bir devlet
kurabilmesi için «millet» niteliğinde olması gerektiğini
söyleyebiliriz.
-Peki insanları birbirine bağlayan ve milleti meydana
getiren bu bağlar ne tür bağlardır?
-bu bağların niteliğine göre iki değişik millet anlayışı
vardır
1- Objektif Millet anlayışı
2- sübjektif millet anlayışı
1- objektif millet anlayışı: Objektif anlayışa göre, millet
bir takım «objektif bağlarla» birbirine bağlanmış
insanlar topluluğudur.
-Bu bağlar maddi, yani elle tutulur, gözle görülür,
kısacası 5 duyuyla hissedilir niteliktedir.
-Örn. Irksal, dilsel veya dinsel bağlar bu niteliktedir.
A- Irk Birliği: Irk birliğini esas alan görüşe göre, insan
topluluğunu millet haline getiren şey, bu insanlar
arasındaki ırk birliğidir.
-Diğer bir ifade ile millet aralarında ırk birliği bulunan
insanların oluşturduğu bir topluluktur.
-O halde insanların «millet» oluşturabilmesi ve
dolayısıyla bir devlet kurabilmesi için aynı ırktan
olmaları gerekir.
-bu görüşe göre, «damarlarında geçmiş zamanların
karanlıklarına gömülmüş müşterek ataların kanı
dolaşan ve aynı soy kökünden gelen insanlar nerede
doğarlarsa doğsun ve yaşasın aynı milleti
oluştururlar».
-Bu görüşte kısmen doğruluk payı vardır.
-Geçmişte ve günümüzde devletlerin önemli bir
kısmında genel olarak ırk birliği vardır.
-Ancak günümüzde ABD gibi ırk birliğine sahip
olmayan birçok devlet de vardır.
-Ancak ırksal birlik genel bir gerçeklik olsa da,
demokratik hukuk devletlerinde ırk devlet ile birey
arasındaki ilişkinin belirleyici unsuru değildir.
B- Dil Birliği: Dil birliği görüşüne göre, insan
topluluğunu bir millet haline getiren etmen, insanların
aynı dili konuşmasıdır.
-bu görüşe göre, millet aynı dili konuşan insanların
oluşturduğu bir topluluktur.
-şüphesiz ki bu görüşte de gerçeklik payı vardır.
-Aynı dili konuşmayan insanlar arasında bir bağ
kurulması mümkün olmayacaktır.
-İnsanların aralarında bir bağ oluşturabilmeleri,
dolayısıyla bir millet haline gelip bir devlet
kurabilmelerinin ön şartı bu insanların birbirleri ile
konuşup anlaşabilir durumda olmalarıdır.
-ne var ki bu görüş de yüzde yüz doğru değildir.
-Çünkü isviçre, Belçika, Kanada gibi birden fazla dilin
resmi dil olduğu devletler de vardır.
-yine başka birçok devlette de resmi tek dil olsa da
birden fazla dil, anadil olarak konuşulmaktadır.
C- Din Birliği: Din birliği teorisine göre, bir arada
yaşayan insanların bir millet oluşturabilmesi ve
dolayısıyla bir devlet kurabilmesi için aynı dine
mensup olmaları gerekmektedir.
- Başka bir deyişle, millet aynı dine mensup
insanların oluşturduğu bir topluluktur.
- -Bu görüşte de kısmen bir gerçeklik payı vardır.
- -Çünkü farklı dinlere mensup insanların yaşadığı
bölgelerde özellikle ortadoğu ve balkanlarda din
birliği ve ayrılığı millet kavramı bakımından
belirleyici bir etmedir.
- -Bunun en tipik örneği, Boşnak, Hırvat ve sırplardır.
Bu onların üçü de aynı ırktan olmalarına ve aynı dili
konuşmalarına rağmen 3 farklı milleti oluştururlar.
-Bunun sebebi kuşkusuz dinsel farklılıktır.
-Bununla birlikte millet oluşumunda din faktörünün
önemini fazla abartmamak gerekir.
-Çünkü yeryüzünde yüzlerce millet olmasına rağmen,
3 büyük din vardır.
-Bu nedenle kaçınılmaz bir şekilde birçok devlet aynı
dinden hatta aynı mezheptendir.
-Aynı dine mensup olmalarına rağmen çoğu insan
farklı bir millet olduğunu düşünmekte ve ayrı devlet
kurmak istemektedir.
Örn. Türkler ile Araplar aynı dinden olmalarına
rağmen kendilerini aynı millete mensup olarak
görmemişler ve ayrı devlet kurmuşlardır.
2- Sübjektif Millet Anlayışı:
-Sübjektif anlayışa göre, milleti oluşturan insanlar
birbirine sübjektif, yani elle tutulamayan, gözle
görülemeyen nitelikte bağlarla da bağlanabilir.
-Bu bağlar manevi niteliktedir.
-bazı duygu ve düşüncelerden oluşur.
Sübjektif millet anlayışı ilk defa, fransız düşünür Ernest
Renan 81823-1892) tarafından 1882 yılında
yayınlanan «Millet nedir?» isimli eserinde
kullanılmıştır.
-Milleti oluşturan insanları birbirine bağlayan bu
sübjektif bağlar arasında, geçmiş, hatıralar, amaç,
ideal, bağımsızlık, ülkü birliği gibi hususlar yer alır.
-geçmişte yaşanan ortak acılar veya birlikte kazanılan
başarılar, ortak amaca varmak için mücadeleler, ortak
tehlikelere karşı birlikte karşı koyma isteği gibi
faktörler, insanları birbirine bağlar ve milleti oluşturur.
-Günümüzde pek çok ülkede aralarında ırk birliği, din
birliği, dil birliği olmayan insanlar bir araya gelerek bir
milleti oluşturduklarını ve devlet kurduklarını
görüyoruz.
-O nedenle bir objektif millet anlayışının her durumda
doğru olmadığını, aralarında ırksal, dinsel ya da dilsel
farklılıklar olmasına rağmen insanların kendilerini aynı
milletten hissedebileceklerini ve aynı ve ortak bir
milleti oluşturabileceklerini söyleyebiliriz.
*Milliyetler Prensibi: bu prensip, 1789 Fransız
Devriminin ertesinde ortaya çıkmış ve Osmanlı İmp.,
Avusturya macaristan İmp., ve Rus Çarlığı gibi çok
uluslu devletlerin parçalanması amacıyla kullanılmıştır.
-Bu prensibe göre, millet oluşturacak derecede
gelişmiş her insan topluluğu, kendi devletini kurma
hakkına sahiptir.
-Bu prensip hiçbir zaman hukuksal olarak geçerli bir
ilke olarak kabul edilmemiş;ancak uluslararası
ilişkilerde bazı devletlerin diğer devletlere müdahale
etmelerini meşrulaştıran diplomatik bir araç olarak
kullanılmıştır.
*Self-Determinasyon Hakkı: Milletlerin kendi kaderini
bizzat tayin hakkı olarak adlandırılan bu hak, 1918 Wilson
ilkelerinden kaynaklanmıştır.
-Bu hak, 1945 BM Anlaşmasının 1, 55 ve 76.
maddelerinde de geçmektedir.
-Self-determinasyon hakkı, «bir halkın bağımsız bir devlet
kurmak dahil, dilediği devlete bağlı olmayı seçme hakkı»
demektir.
-Bu hak uluslararası hukukta sadece başka devletlerin
sömürgesi altında bulunan halklara tanınmaktadır.
-yani bu hak, «sömürgecilikten kurtulma» durumunda
geçerli olan bir haktır.
-Self-determinasyon hakkı, kendisi sömürge olmayan, bir
devletin ülkesi üzerinde yaşayan insan topluluklarına
tanınmamaktadır.
B- DEVLETİN TOPRAK UNSURU: ÜLKE
-Devletin ikinci unsuru «ülke» unsurudur.
-Bir devletin kurulabilmesi için insan topluluğundan
sonra , ülke gereklidir.
-ülke olmaksızın bir devletin kurulabilmesi mümkün
değildir.
-Millet teşkil eden bir insan topluluğunun belli bir
toprak parçasına hakim olmaksızın devlet kurması
mümkün değildir.
-keza, mevcut olan bir devlet, ülkesini kaybederse
devlet olma vasfını da yitirir.
-İşte bu nedenle, her devlet, kendi ülkesini oluşturan
toprak parçası açısından çok hassas davranır.
-Üzerinde devamlı olarak yaşanabilir ve egemenlik
kurulabilir nitelikte olmak kaydıyla , ülkenin
büyüklüğünün/küçüklüğünün hiçbir önemi yoktur.
-Dünyada Rusya, ABD gibi çok büyük ülkelere sahip
devletler varken, Vatikan gibi ülkesi çok küçük
devletler de vardır. (440 dönüm)
-Ülkenin Kısımları:
Ülke,devletin egemenliğine tabi olan ve üzerinde
milletin yerleşmiş olduğu 3 boyutlu çevredir.
-Ülke, kara sahası, su sahası ve hava sahası olmak
üzere başlıca 3 kısımdan oluşur.
a- Kara Sahası (kara ülkesi): ülkenin kara sahasına, kara
ülkesi denir.
-Kara ülkesi, devletin egemenliği altındaki toprak
parçasıdır.
-Ülke 3 Boyutlu olduğuna göre, kara ülkesi de 3
boyutludur.
-Kara ülkesi, toprak ve toprak altından oluşur.
-Kara sahası, ülkenin temel kısmıdır.
-Kara sahası olmadan bir ülke olamaz.
-Yani sadece denizde ve havada devlet kurulamaz;
kara sahası olmadan deniz veya hava bir devletin ülke
unsuru olamaz.
-O halde sonuç olarak bir devlet mutlaka bir kara
ülkesine sahip olmalıdır.
b- Su Sahası (su ülkesi): -Ülkenin su sahasına «su ülkesi»
denir.
-Bir devletin su sahası, devletin egemenliği altındaki su
parçasıdır.
-ülke üç boyutlu olduğuna göre, su sahası da 3
boyutludur.
- Yani su sahası terimine suyun yalnız yüzeyi değil, aynı
zamanda altı da dahildir.
- -Su sahası, deniz, boğaz, kanal, akarsu ve göl gibi çeşitli
unsurları kapsar.
- Devletin kara ülkesi içinde yer alan akarsuların ve
göllerin kara ülkesi gibi devletin egemenliğine tabi
olduğu açıktır.
- Devlet kıyısında bulunan deniz üzerinde çeşitli
miktarlarda egemenlik hakkına sahiptir: kıyı devletinin
egemenlik hakkı bakımından denizler 3 alana ayrılır.
i- Birinci alanda devlet tam egemendir. Bu alana
«karasuları» girer.
-Karasuları; «bir kıyı devletinin kara ülkesini
çevreleyen ve uluslararası hukuka uygun olarak
açıklara doğru belirli bir genişliğe (12 mil) kadar
uzanan kıyı devletine ait deniz kuşağına verilen
addır».
- Karasuları üzerinde devlet tam egemendir.
ii- ikinci alanda kıyı devleti tam değil, sadece belirli
egemenlik haklarına sahiptir.
- Bu alan 200 mile kadar çıkabilen bir alanı kapsar.
- Bu alana «bitişik bölge» , «balıkçılık bölgesi», «kıta
sahanlığı» ve «münhasır ekonomik bölge» girer.
iii- üçüncü alan karasuları ve münhasır ekonomik
bölge dışında kalan deniz alanını kapsar.
-Buna «açık deniz» denir.
-Açık deniz, hiçbir devletin ülkesine tabi değildir.
-Açık deniz üzerinde, hiçbir devletin egemenliği
bulunmaz.
-bu alanda «açık denizin serbestliği» ilkesi geçerlidir.
-Açık denizde seyreden gemi üzerinde uyruğunda
bulunduğu devletin egemenlik hakkı vardır.
-Buna da «bayrak yasası» denir.
C- hava Sahası (hava ülkesi):
Bir devletin hava sahası, devletin kara ülkesi ve
karasuları üzerinde yer alan bütün hava sahasını
kapsar.
-Buna «ulusal hava sahası» da denir.
-Devlet kendi ulusal hava sahasında tam ve münhasır
egemenliğe sahiptir.
-Hava sahasının dış sınırı, ülkenin karasularının bittiği
çizgidir.
-
Üç boyutlu olduğuna göre, hava sahasının bir de üst
sınırı vardır.
-Bu üst sınır, havanın bittiği artık «uzayın» başladığı
çizgidir.
-ancak bu çizginin hangi yükseklikten geçtiği sorunu
tartışmalıdır.
-Uygulamada üst sınır 60-100 km’ye kadar
çıkabilmektedir.
-Bu sınırın altı devletin egemenliğine tabidir, üstü ise
tabi değildir.
C- DEVLETİN İKTİDAR UNSURU: EGEMENLİK
-bir devletin kurulabilmesi için, insan topluluğu ve
ülke unsurlarının varlığı gereklidir ancak yeterli
değildir.
-insan topluluğu ve ülke unsurları tek başına devleti
oluşturmazlar.
-Devletin oluşması için, insan topluluğunun bu ülke
üzerinde egemen olması gerekir.
-Devletin üçüncü unsuruna, «iktidar unsuru», «devlet
kudreti unsuru» «kamu gücü unsuru» gibi değişik
isimler veriliyorsa da biz bu unsura egemenlik unsuru
ismini vermeyi tercih ediyoruz.
-egemenlik, kelimesi latince «en üstün iktidar»
anlamına gelen «superanus» sözcüğünden gelir.
-egemenlik kavramını ilk defa tanımlayıp
sistemleştiren jean Bodin ‘dir.
-Bodin 1576‘da yayınlanan «devletin 6 kitabı» adlı
kitabında egemenliği yurttaşlar ve uyruklar üzerindeki
en yüksek, en mutlak ve en sürekli güç» olarak
tanımlamaktadır.
*devletin kişiliği ilkesi:
-devlet kendisini oluşturan gerçek kişilerin
kişiliklerinden ayrı bir hukuksal kişiliğe sahip bir
varlıktır.
-Devletin kişiliği ilkesi, iktidarın kişiselleşmesini önler.
-Bu ilkeye göre, devlet iktidarı onu kullanan
yöneticilere değil, devletin kişiliğine aittir.
-O halde, yöneticiler, iktidar üzerinde sübjektif bir hak
sahibi değildirler; sadece devletin bir görevlisi olarak
hukukun kendilerine tanıdığı yetkiyi kullanırlar.
-Diğer yandan devletin kişiliği ilkesi devletin hukuki
işlemler yapabilmesine imkan sağlar.
-Devlet bir tüzel kişi olarak hukuki işlemler yapabilir,
hak ve borç altına girebilir; mahkemeler önünde
davacı ve davalı olabilir.
-Devlet işlemlerinde doğan hak ve borçlar, bu işlemleri
yapan yöneticilerin şahsı üzerinde değil, devletin tüzel
kişiliği üzerinde doğar.
1- Egemenliğin Değişik Anlamları:
-Egemenlik kavramı ortaya atıldığı zamanlardan
günümüze kadar değişik anlamlarda kullanılmıştır.
- Egemenlik öncelikle «dış egemenlik» ve «iç
egemenlik» olmak üzere iki değişik anlamda
kullanılmaktadır.
EGEMENLİK
DIŞ EGEMENLİK (BAĞIMSIZLIK)
• 1-Devletlerin Eşit Egemenliği
• 2-İçişlerine Karışmama
İÇ EGEMENLİK
• 1- kendisi (içeriği)
• Kanun yapmak/Savaş veya Barış
ilan Etmek/ yargılama
Yapmak/Para basmak7vergi
toplamak vb.
• 2- Niteliği: asli/ En üstün
/Sınırsız/Bölünmez/devredilmez
İktidar.
a- Dış Egemenlik
Dış egemenlik, uluslararası ilişkiler alanında söz
konusu olur.
-dış egemenlikten kısaca bir devletin diğer
devletlerden aşağı olmaması, başka devletlerle eşit
olması anlaşılır.
-Dış egemenlikten kast edilen şey, «bağımsızlık»tan
başka bir şey değildir.
-bir başka ifadeyle uluslararası hukuk bakımından
egemenlik kavramı, bağımsızlık kavramı ile aynı
anlama gelmemektedir.
-Devletlerin bağımsızlığı ilkesinin «devletlerin egemen
eşitliği ilkesi» ve «içişlerine karışmama ilkesi» gibi iki
sonucu vardır.
i- devletlerin egemen eşitliği: uluslararası hukuk
bakımından bütün devletlerin aynı hukuksal statüye
sahip oldukları anlamına gelir.
-Yani askeri ve ekonomik bakımdan aralarında güç
farkı olsa bile her devlet uluslararası hukukta haklar ve
yükümlülükler bakımından eşittir.
Devletlerin eşitliği ilkesi BM Anlaşmasının 2/1.
maddesinde tanınmaktadır.
ii- iç işlerine karışmama ilkesi: Milletler Cemiyeti
Sözleşmesi’nin 15/8. maddesi ile tanınmıştır.
-Bu ilke BM Genel Kurulunun 21.12.1965 tarih ve 2131
sayılı kararı ile de kabul edilmiştir.
b- İç Egemenlik
İç egemenlik, devletin kendi ülkesi içinde söz konusu
olan egemenliktir.
-iç egemenlik de kendi içinde 2 değişik anlamda
kullanılır;
1-Devlet egemenliğinin kendisini yani içeriğini, açıkça
kapsadığı yetkileri ifade etmek için kullanılır.
Örn.Bodin’e göre egemenlik, devletin kanun yapmak,
savaş ve barış ilan etmek, yargılama yapmak, para
basmak, vergi toplamak gibi yetkilerden oluşmaktadır.
2- Egemenlik terimi devlet iktidarının kendisini değil,
bu iktidarın bazı niteliklerini belirtir.
Egemen iktidarın başlıca nitelikleri şunlardır;
-Asli iktidardır. Egemen iktidar başka bir iktidardan
türememiştir; bir başka iktidar tarafından
kurulmamıştır.
-egemen iktidar «en üstün» iktidardır.
-egemen iktidar, «sınırsız» bir iktidardır.
-tek ve bölünmez bir bütündür.
-devir veya ferağ edilemez.
*devletin Devamlılığı ilkesi:
-Devlet içinde, hükümetlerin siyasal rejimlerin
değişmesiyle devlet değişmez.
-Devletin devamlılığı ilkesinin 3 sonucu vardır;
1-Anlaşmaların devamlılığı: belli bir dönemdeki
yöneticilerin devlet adına yaptıkları uluslararası
anlaşmalar, o yöneticiler değiştikten sonra da uluslararası
hukuk bakımından devleti bağlamaya devam eder.
2-hukukun Devamlılığı: belli bir dönemdeki yasam
organının yaptığı kanunlar, yürütme organının yaptığı
düzenleyici işlemler veya bireysel işlemler, o yasama
organını veya yürütme organını işgal eden kişiler
değiştikten sonra da varlıklarını ve geçerliklerini korumaya
devam ederler.
-keza önceki rejimi devrim yolu ile deviren yeni bir
rejim de eski rejim zamanında çıkarılmış kanunlar ve
diğer işlemleri ilga etmedikçe, bu kanunlar ve işlemler
yürürlükte kalmaya ve kişileri bağlamaya devam eder.
-borçların Devamlılığı: belli bir dönemde, devlet adına
yetkili organların aldığı gerek iç ve dış borçlar, gerek
hükümet, gerek rejim değişikliklerinden sonra da
varlıklarını sürdürür.
Mevcut bir rejimi devrim yolu ile deviren yeni rejim,
eski rejim döneminde devlet adına alınan gerek iç,
gerek dış borçları hukuksal olarak inkar edemezler.
2- EGEMENLİK TEORİLERİ
Egemenliğin kime ait olduğu sorusuna ilişkin olarak
değişik teoriler ileri sürülmüştür. Bu teorileri şu
şekilde gösterebiliriz.
EGEMENLİK TEORİLERİ
Teokratik Teoriler
• 1-Doğaüstü İlahi hukuk
Doktrini
• 2- Providansiyel İlahi Hukuk
doktrini
Demokratik Teoriler
• 1- Milli Egemenlik Teorisi
• 2-Halk Egemenliği teorisi
A- Teokratik teoriler
-teokratik egemenlik teorisine göre egemenlik Tanrı’ya
aittir.
-bütün iktidarlar tanrı’dan gelir.
-Aziz Paul «Romalılara mektup» adlı eserinde bunu
«tanrı’dan gelmeyen iktidar yoktur» cümlesi ile ifade
etmektedir.
-Egemenliğin sahibi Tanrı olmakla birlikte, bunu
yeryüzünde bilfiil kullanamayacağına göre , tanrı adına bu
egemenliği yeryüzünde kullanacak insanlara ihtiyaç vardır.
-Bu insanlar, yani egemenliğin yeryüzündeki
«kullanıcıları» ya da «zilyetleri»nin kim olacağına ya da
nasıl belirleneceğine ilişkin teokratik teorilerde bir görüş
birliği yoktur.
Bu konuda ileri sürülmüş iki teori vardır;
1- Doğaüstü İlahi hukuk Doktrini: bu doktrine göre,
egemenlik hem Tanrı’dan gelir, hem de egemenliği
yeryüzünde çeşitli ülkelerde kullanacak kişileri bizzat ve
doğrudan doğruya tanrı seçer.
-Dolayısıyla doktrine göre, krallar tanrı’nın seçtiği
kişilerdir.
-Kullandıkları egemenlik de doğrudan doğruya (aracısız)
Tanrı’dan gelir.
- O halde krallar, feodal beylere veya halka karşı değil,
doğrudan doğruya Tanrı’ya karşı sorumludurlar.
- Örneğin bu doktrin doğrultusunda 14. Lui, «iktidarın
kaynağı halkta değil, Tanrıdadır. Ve Krallar Tanrının
kendilerine verdiği iktidardan dolayı sadece tanrı’ya
karşı sorumludur.» demiştir.
2- Providansiyel İlahi hukuk Doktrini
-Bu doktrine göre, egemenlik tanrı’ya aittir.
Ancak, egemenliği yeryüzünde kullanan kişiler
doğrudan Tanrı tarafından seçilmemiştir.
-Bu kişiler Tanrı’nın görünmez yön vermesi altında
insanlar tarafından veya beşeri olaylar neticesinde
seçilir.
-Aquinalı Thomas, «bütün iktidar halk aracılığı ile
tanrı’dan gelir» sözü ile bunu açıklamaktadır.
-Bu doktrin daha sonraları Maistre (1752-1821)ve de
Bonald (1754-1840) gibi fransız düşünürler tarafından
Fransız devrimine karşı ileri sürülmüştür.
-
B- Demokratik Egemenlik teorileri
-Bu teoriye göre, artık egemenlik Tanrı’ya değil,
insanlara aittir.
-yani egemenliğin kaynağı beşeridir.
-Aslında demokratik egemenlik teorilerinin
demokratik bir rejime yol açıp açmayacağı son derece
tartışmalıdır.
- O nedenle bu teoriye «beşeri egemenlik teorileri»
adını vermek daha doğru olacaktır.
- Ancak bu alanda «demokratik egemenlik teorileri»
deyimi yerleşmiş bir deyim olduğu için bu terimi
kullanmakta sakınca görmüyoruz.
-Demokratik egemenlik teorileri de kendi içinde «milli
egemenlik teorisi» ve «halk egemenliği teorisi» olmak
üzere ikiye ayrılır.
aa- Milli Egemenlik teorisi: Bu teoriye göre, egemenlik
millete aittir.
-Millet ise, kendisini oluşturan bireylerden ayrı ve
onların üstünde yer alan manevi varlıktır.
-bu anlamda millet, halk kavramından farklıdır.
-Halk belli bir zamanda milli topluluğu oluşturan
vatandaşlar kitlesine verilen addır.
Millet ise sadece belli bir ülke üzerinde belli bir
dönemde yaşayan bireyleri değil, aynı zamanda
geçmişte yaşamış olanları ve gelecekte doğacak
olanları kapsayan bir kavramdır.
-Yani bugün yaşayanların dahil olduğu gibi, geçmiş ve
gelecek kuşakları da millet kavramına dahildir.
-O halde bu anlayışa göre egemenlik halka yani tek tek
vatandaşlara değil; millete yani geçmişte yaşamış ve
gelecekte doğacaklara da aittir.
bb- Halk egemenliği Teorisi: Bu teoriye göre,
egemenlik halka aittir.
-Halk ise belirli bir anda hayatta olan vatandaşlar
topluluğu demektir.
-halk egemenliği teorisine göre, egemenlik halka yani
halkı oluşturan tek tek her bireye aittir.
-Bu nedenle, egemenlik bölünebilir bir şeydir.
-Herkes oransal olarak egemenliğin bir miktarına bir
parseline sahiptir.
-örneğin J.J. Russo’nun «sosyal sözleşme» adlı
eserinde 10.000 vatandaşın bulunduğu bir devlette
her vatandaş egemenliğin onbinde birine sahiptir.
II- DEVLETİN KÖKENİ HAKKINDA TEORİLER
-Devlet neden ve nasıl ortaya çıkmıştır?
-Devletin kaynağı hakkında çeşitli teoriler ileri
sürülmüştür.
Bunlar;
1-Aile Teorisi
2-Biyolojik teori
3-Kuvvet ve Mücadele teorisi
4-Ekonomik Teori
5- Sosyal Sözleşme teorisi
1- Aile teorisi
-bu teoriye göre devlet, ailenin zamanla büyümesi ve
aynı kandan gelen ailelerin birleşmesi ile meydana
gelmiştir.
-önce ailenin gelişmesi ile aileden daha büyük sosyal
birlikler olan sülaleler (gens) meydana gelmiştir.
-genslerin birleşmesi ile kabileler, kabilelerin
birleşmesi ile devlet ortaya çıkmıştır.
-Diğer yandan aile teorisi, devlet otoritesinin niteliğini
ataerkil ailede , babanın aile üyelerinin üzerindeki
otoritesi ile açıklar.
-Ataerkil ailenin bütün üyeleri «aile babası» nın
otoritesine sahiptir.
-Ailenin zamanla büyüyüp, genişleyip devlet haline
gelmesi ile babanın aile içindeki otoritesi de zamanla
kralın otoritesi haline dönüşmüştür.
-O halde, kralın devlet içindeki otoritesi, babanın aile
içindeki otoritesi gibidir.
-Babaya itaat edildiği gibi krala da aynı şekilde itaat
edilmelidir.
-Bu teoriyi Aristotales,Çiçero, Padovalı Marsilius,
J.Bodin ile 20. yy. Amerikan hukukçu ve devlet
adamlarından Woodrow Wilson savunmuştur.
2- Biyolojik Teori: buna organizmacı teori de denir.
-Bu teoriye göre, devlet doğal ve biyolojik kanunlara
göre diğer canlı varlıklar gibi kendiliğinden meydana
gelen, büyüyen, gelişen ve zamanla yok olan bir
organizmadır.
-Organik bir birlik olarak devlet, tabiatın eseridir.
-Devlet, insan tabiatının gelişmesinin bir sonucu
olarak ortaya çıkmıştır.
-Bu teoriye göre, insan organizması ile devlet
organizması arasında büyük bir benzerlik vardır.
-insan vücudunun organ ve işlevlerine tekabül eden
organ ve işlevler aynen devlette de vardır.
Örneğin insandaki beslenme, devlette üretimdir.
-insan vücudundaki yağ birikiminin karşılığı devlette
sermaye birikimidir.
-İnsan vücudunda dolaşan kanın devlette karşılığı mal
ve eşya dolaşımıdır.
Bu teoriyi, Platon, Herbert Spencer ve alfred Espinas
savunmuştur.
3- Kuvvet ve Mücadele teorisi
-Bu teoriye göre, devlet, güçlüler ile zayıflar arasındaki
kuvvet ve mücadeleden doğmuştur.
-Devlet, güçlülerin zayıflar üzerinde zorla kurdukları
bir baskı teşkilatıdır.
-Bu teşkilat sayesinde, güçlüler zayıfları sömürmeye
devam etmektedirler.
-Hukuk da bu baskı ve sömürüye çanak tutmaktadır.
-Kuvvet ve mücadele teorisi çok eski zamanlardan beri
savunulmuş bir teoridir.
-Bu teori savunucularından Oppenheimer’a göre
devlet, kaynağını belirli sebeplerin etkisi altında
meydana gelen mücadele, gasp ve yağmada bulur.
-Dünya tarihinde devlet için, topluca yapılan mücadele
gasp ve yağmadan başka bir neden ve kaynak yoktur.
- Sosyolojik olarak devletin dış görünüşü
tahakkümdür, iç görünüşü ise tebaaların efendiler
zümresi tarafından ekonomik yönden sömürülmesidir.
-
4- Ekonomik Teori: Marksizm
-Bu teoriye göre, devlet ekonomik olayların sosyal ve
siyasi olaylara hakim olması sonucunda meydana
gelmiştir.
-Ekonomik teorinin en önemli savunucusu, karl
Marx’tır.
-Marx’a göre, dünyayı ekonomik çıkarlar yönetir.
-Marxist teori, üst yapı ve alt yapı kurumları arasında
ayrım yapar.
-Üst yapıyı, alt yapı belirler.
-Alt yapıda «üretim biçimleri» bulunur.
Devlet işte bu üretim biçimlerinin belirlediği bir üst
yapı kurumudur.
-Marxist teorinin temel kavramlarından birisi de «sınıf
mücadelesi»dir.
-marx’a göre tarih «sınıfların mücadelesi tarihidir»
-tarihin her döneminde birbiri ile savaşan iki sınıf
vardır.
-Bu sınıflar, üretim araçlarının mülkiyetini ele
geçirmek için savaşırlar.
-Bu savaşı kazanan sınıfa «egemen sınıf» veya
«sömüren sınıf», diğer sınıfa da «sömürülen sınıf»
denir.
-Egemen sınıf, üstünlüğünü ve sömürüyü
sürdürebilmek için yani üretim araçları üzerindeki
mülkiyetini devam ettirebilmek için zora başvurmak
zorundadır.
-bunun için bir baskı örgütüne ihtiyaç duyar ki, bu
örgüt devlettir.
-Devlet, egemen sınıfın sömürülen sınıf üzerindeki
baskısının teşkilatlanmış halidir.
-Devlet, üretim araçları sahiplerinin jandarmasıdır.
-Devlet köleci toplumda köle sahiplerine, feodal
toplumda derebeyine, kapitalist toplumda ise
burjuvaziye hizmet edecektir.
5- Devletin kaynağını İnsan Aklına ve İradesine
Dayandıran teori: Sosyal Sözleşme Teorisi
-Bu teori, Hobbes, Locke ve Russo tarafından
savunulmuştur.
-Bu yazarlara göre, insanlar devletin oluşmasından
önce «doğal yaşam» veya «tabiat hali» denilen bir
dönemde yaşıyorlardı.
-Ancak Locke’a göre cezalandırma hakkının kötüye
kullanılmasından, hobbes’a göre kargaşa ve terör
halinden kurtularak güvenliği sağlama ihtiyacından ve
Russo’ya göre özel mülkiyetin ortaya çıkmasından,
insanlar bu doğal yaşam halini kendi istekleri ile terk
ettiler.
-Doğal yaşam halini terk eden insanlar kedi aralarında
toplum sözleşmesi aktettiler.
-İşte devlet, doğal yaşam halinden çıkarken insanların
düşünüp taşınarak ve bir sözleşme yaparak yarattıkları
bir kurumdur.
-o halde devlet insan aklının ve iradesinin bir
ürünüdür.
Teorilere İlişkin genel değerlendirme
-bu teorilerin hepsinin eleştirilebilecek pek çok yönü
vardır.
-Bununla birlikte, bu teorilerin hepsi, devletin kökeni
sorunun bir yönüne ışık tutmaktadır.
-O nedenle bu teorilerin bilinmesi, devlet olgusunun
anlaşılmasında oldukça önemlidir.
DEVLET ŞEKİLLERİ
-Monarşi ve Cumhuriyet
-Monarşi ve Cumhuriyet arasında nasıl ve hangi
ölçütlere göre ayrım yapılacağı konusu tartışmalıdır.
-bu konuda çeşitli öneriler getirilmiştir.
-Burada Leon Dugit’in önerdiği ölçütler ele alınacaktır.
-Bu ölçüte göre; «devlet başkanının göreve geliş
usulü» bu ayrımda esas alınmalıdır.
-Duguit’e göre, bir devlette eğer devlet başkanı, bu
makama veraset usulü ile yani ırsi olarak geliyorsa o
devlet bir monarşidir.
-Devlet başkanının, veraset usulü dışında bir usul ile
makama geldiği devlet ise Cumhuriyettir.
Görüldüğü gibi, Duguit’in anlayışında monarşi ve
cumhuriyet birbirinin karşıtı kavramlar olarak
tanımlanmıştır.
-Devlet başkanlığı görevinin veraset dışı bir yol ile
intikal ettiği her devlet cumhuriyettir.
-
-bu anlamda devlet başkanının seçimle ya da zor
kullanarak işbaşına gelmesinin bir önemi yoktur.
-Duguit bir monarşinin mutlak veya despotik
olabileceği gibi bir cumhuriyetin de mutlak veya
despotik olabileceğini ileri sürmektedir.
I-MONARŞİ
-Az önce belirttiğimiz gibi, monarşi, devlet
başkanlığının ırsi olarak intikal ettiği devlet şekli olarak
tanımlanmaktadır.
-Ancak Monarşi de kendi içinde bazı ayrımlara tabi
tutulmaktadır.
A-Saltanat Haklarının Sınırlanmasına Göre monarşi çeşitleri
a-Mutlak monarşi
b-Meşruti Monarşi
B-Hükümdarın Tahta Geçiş Biçimine Göre Monarşi Çeşitleri
a-Irsi Monarşiler
b- Seçimli monarşiler
A-Saltanat haklarının Sınırlanmasına Göre Monarşi
Çeşitleri
a-Mutlak Monarşi: Hükümdarın saltanat haklarının
kanuni bir sınırlamaya tabi tutulmadığı monarşi
türüdür.
-Diğer bir ifade ile, bu tür monarşide, hükümdar
bütün iktidarı elinde toplar ve gücü onun yanında yer
alan bir organın yani bir parlamentonun varlığı ile
sınırlanmamıştır.
-Ancak mutlak monarşiyi despotizm ile karıştırmamak
gerekir.
-Montesquieu’nun da belirttiği gibi, «monarşik bir
hükümet tek kişinin ama önceden konulmuş ve tespit
edilmiş kanunlara göre yönettiği bir hükümettir.
-Despotizmde kuralı ve kanunu olmayan biri, her şeyi
kendi iradesi ve kaprisi ile yönetir.
-Günümüzde Avrupa’da mutlak monarşi kalmamıştır.
-Mutlak monarşiden meşruti monarşiye önce
İngiltere’de geçilmiştir (1689).
-Daha sonraları diğer Avrupa ülkeleri meşruti
monarşiye geçmiştir.
-Bizde 1876’da Kanun-u Esasi ile meşruti monarşiye
geçilmiş, 1878’de parlamento Abdülhamit tarafından
tatil edilmiştir.
-1908’de tekrar meşruti monarşiye dönülmüş, 1909
Anayasa değişiklikleri ile meşruti monarşi
kuvvetlendirilmiştir.
b-Meşruti Monarşi;
-Fransızların «sınırlı monarşi» veya «anayasal
monarşi» dedikleri şeye Türkçe’de «meşruti monarşi»
denmektedir.
-meşruti monarşi; hükümdarın saltanat haklarının
kanuni bir sınırlandırmaya tabi tutulduğu monarşidir.
-Başka bir deyişle, bu tür monarşide hükümdarın
yanında, devlet iktidarını onunla birlikte paylaşan ve
en azından bir kısmı halk tarafından seçilen bir organ
bir parlamento vardır.
-meşruti monarşide, hükümdar devletin tek organı
değildir.
-onun yanında parlamento gibi başka organlar da
vardır.
- Bu organların yetkilerini tespit eden ise hükümdar
değildir.
- Hükümdar da, bu organlar da yetkilerini
anayasadan alırlar.
- -Dolayısıyla meşruti monarşilerde hükümdar dahil,
her organın yetkisini sınırlayan anayasa kuralları
vardır.
- -Avrupa’da 19. yy. dan itibaren mutlak monarşiler
yerlerini meşruti monarşilere bırakmışlardır.
- -Günümüzde Avrupa’da İngiltere, ispanya, belçika,
hollanda, Danimarka, isveç, Lüksemburg ve
Norveç’te meşruti monarşiler vardır.
b- Hükümdarın Tahta Geçiş Biçimine Göre Monarşi
Çeşitleri
1- Irsi Monarşiler:
Bu monarşilerde, hükümdar tahta belirli bir hanedana
mensup olmak, veraset sırasında belli bir yerde
bulunmak ve belli bir takım şartları yerine getirmek
suretiyle otomatik olarak çıkar.
-Başka bir deyişle, tahtın sahibi veraset kurallarına
göre belirlenir.
-Çok çeşitli veraset kuralları vardır.
-Bazı monarşilerde, usul-füru sistemi uygulanır.
-Buna göre hükümdar ölünce, yerine çocuğu geçer.
Usul-füru sisteminin de kendi içinde ayrımları vardır.
-birden fazla çocuk varsa, genellikle en büyük erkek
çocuk tahta çıkar. (primogenitur)
-İkinci bir sistem civar(yan soy) sistemidir.
-Bu sisteme göre, kardeşten kardeşe veya amcadan
yeğene saltanat geçebilir.
-Burada saltanat ailenin en yaşlı üyesine geçer.
-Buna seniorat veya ekber evlat sistemi denir.
2- Seçimli Monarşiler
-bu tür monarşilerde hükümdar saltanat hakkını
seçimle kazanır.
-Hükümdarı devletin ileri gelenleri seçer.
-Ancak seçimli monarşi yine de bir cumhuriyet değil,
monarşidir.
-Çünkü seçilen kral, ömür boyu görevde kalır ve
genellikle o ölünce tekrar seçim yapılmaz, çocuğu
tahta geçer.
-Böylece seçimli monarşi, ırsi monarşiye dönüşür.
-Seçimli monarşi ender görülen bir monarşidir.
-
-Hükümdarın seçimle işbaşına gelmesi, ya tahta irsen
geçecek kimsenin bulunmaması veya tahta geçmeye
hakkı olan birden fazla kişinin bulunması ya da
hanedana mensup bir varisin kalmaması durumunda
görülür.
-Bu durumda iktidara kimin geçeceği yolunda devletin
ileri gelenlerinin oyuna başvurulur.
MONARŞİNİN DEĞERİ
-Öncelikle belirtilmelidir ki, monarşiler demokrasiye
aykırı devlet şekli olmak zorunda değildirler.
-İngiltere, Belçika, Danimarka, isveç ve Norveç gibi
monarşiler dünyanın en eski ve köklü demokrasileri
arasında yer alır.
-Ancak bir monarşinin demokrasi ile bağdaşmasının ilk
şartı, kralın siyasette aktif bir rol almaktan çekilmeyi
kabul etmiş olmasıdır.
-Rose/Kavanagh ‘ın gözlemlerine göre, kralın siyasi
iktidarı kullanmayı sürdürmek istediği ülkelerde
monarşiler yıkılmıştır.
-Demokratik monarşilerde, Thiers’ın ünlü formülüne
göre, «kral saltanat sürer ama yönetmez».
-Yani kral siyasal yönetimi belirlemez.
-Siyasal yönetim, sorumlu olan hükümete aittir.
-Kral saltanat sürdüğüne ama yönetmediğine göre,
kralın varlığı demokrasi ile tamamen uyum içindedir.
-Siyasi iktidarı kullanmaktan vazgeçmesi şartıyla,
kralın varlığının demokrasi bakımından yararlı olduğu
ve dolayısıyla monarşilerin cumhuriyetlere nazaran
demokratik rejim bakımından bazı avantajlarının
olduğu da ileri sürülmektedir.
Buna göre kral siyaset dışı, sınıflar ve partiler üstü,
tarafsız bir devlet başkanıdır.
-Kral devletin devamlılığının sembolüdür.
-Kral ulusal bütünlüğü sağlayıcı bir unsurdur.
-kral siyasal mücadeleyi yumuşatıcı, uzlaştırıcı bir
unsurdur.
II- CUMHURİYET
-Anayasa hukuku doktrininde, cumhuriyetin hukuksal
tanımı üzerinde görüş birliği yoktur.
-Bazı yazarlar cumhuriyet kavramını monarşinin karşıtı
olarak dar bir anlamda tanımlarken
-bazıları da cumhuriyeti demokrasi ile özdeş tutarak
geniş anlamda tanımlarlar.
A- Dar anlamda Tanım: Cumhuriyet Monarşinin tersidir.
-Duguit’e göre, devlet başkanının veraset dışındaki bir
yöntemle işbaşına geldiği devlet bir cumhuriyettir.
B- Geniş Anlamda Tanım: Cumhuriyet=Demokrasi
-Buna karşılık doktrinde cumhuriyet kavramının geniş
anlamda tanımlanması gerektiğini savunanlar da vardır.
-Bunlar cumhuriyeti, demokratik düzenin temel
prensipleri içine alan geniş bir kavram olarak düşünürler.
-bu anlayışta, cumhuriyet sadece monarşinin tersi değil,
aynı zamanda demokrasinin de eş anlamlısıdır.
-fransız anayasa hukuku tarihinde bunu en açık
savunan yazar, maurice hauriou’dur.
-Bu hukukçuya göre, cumhuriyet tamamen seçime
bağlı bir hükümet şeklidir.
-Dahası yazara göre, cumhuriyet seçilmiş yöneticilerin
ömür boyu değil sadece belli bir zaman için görevde
kalmasını gerektirir.
-Bu şart sayesinde Cumhuriyet, milli egemenliğin en
iyi şekilde gerçekleştiği hükümet şekli haline gelir.
- Böylece cumhuriyet, milli egemenlikle ve dolayısıyla
demokrasi ile özdeştir.
DEĞERLENDİRME:
-Gözler’e göre, dar anlamda Monarşi ve cumhuriyet
tanımları doğrudur.
-Monarşinin ve cumhuriyetin tanımlanmasında
mutlakiyet, despotizm, demokratiklik gibi unsurlar, bir
tanım unsuru olarak kullanılamaz.
-bunlar monarşinin de cumhuriyetin de özelliği
olabilirler.
-Yani bir monarşi anti demokratik olabileceği gibi
demokratik de olabilir.
-bu önermenin doğruluğunu örneklerle kanıtlamak
çok kolaydır.
-Örn. Suudi Arabistan gibi pekçok devletin anti
demokratik birer monarşi olduğunu kolayca
söyleyebiliriz.
-Ancak bir monarşi demokratik de olabilir.
-Lijphart’ın demokratik olarak kabul ettiği 21 ülkeden
10’u cumhuriyet, 11’i ise monarşidir.
-Avusturalya, Belçika, İngiltere, Danimarka vb. gibi
uzun ve köklü demokrasilere sahip devletler bir
cumhuriyet değil, monarşidir.
-örneğin, SSCB, Saddam dönemi Irak, ve Kaddafi
dönemi Libya birer anti-demokratik cumhuriyetti.
-fakat bir cumhuriyet demokratik de olabilir.
Örn. Almanya, ABD,Avusturya, Fransa, Finlandiya, İrlanda,
İsviçre, İtalya, izlanda.
-yine bir başka bilimsel tespite göre, dünya üstünde 101
Cumhuriyetten sadece 22’si yerleşik demokrasidir.
-Buna karşılık 25monarşinin 13’ü yerleşik demokrasidir.
-görüldüğü gibi cumhuriyet ile demokrasi arasında
olmazsa olmaz bir bağlantı yoktur.
-Bir cumhuriyet demokratik olabileceği gibi, anti
demokratik de olabilir.
-Yine monarşi ile demokrasi arasında da bir bağlantı
yoktur.
-O halde Dugit’in monarşi ve Cumhuriyet tanımları
ampirik olarak doğrulanmaktadır.
DEVLET ŞEKİLLERİ
Üniter Devlet-Bileşik Devlet
-Devletler yapılarına göre, “üniter devlet” ve
“bileşik devlet” olmak üzere 2’ye ayrılır.
-Bileşik devletler de kendi içinde “devlet birlikleri”
ve “devlet toplulukları” olmak üzere 2’ye ayrılırlar.
-”devlet birlikleri” de “şahsi birlik” ve “federasyon”
olmak üzere 2’ye ayrılır.
Devlet şekilleri
• Üniter Devlet
• Bileşik Devlet
A-Devlet Birlikleri
-Şahsi Birlik
-Hakiki Birlik
B- Devlet Toplulukları
-Konfedarasyon
-Federasyon
I- ÜNİTER DEVLET
-Bu devlete “tek devlet” veya “basit devlet” de
denir.
-Danimarka, Fransa, İngiltere, İrlanda, İspanya,
İsrail, Norveç,Portekiz ve Türkiye gibi devletler
birer üniter devlettir.
-Üniter devlet, devletin ülke, millet ve egemenlik
unsurları ve keza yasama, yürütme ve yargı
organları bakımından teklik özelliği gösteren
devlet şeklidir.
-O halde üniter devlet,i, devletin unsurlarında ve
organlarında teklik özelliği ile tanımlayabiliriz.
*Devletin Unsurlarında Teklik
-Devlet, ülke, millet ve egemenlik unsurlarından
oluştuğuna göre, üniter devlette tek ülke, tek
millet ve tek egemenlik vardır.
-Diğer bir ifade ile üniter devlet, tek bir ülke
üzerinde, tek bir milletin , tek bir egemenliğe tabi
olduğu devlet şeklidir.
-Bu nedenle üniter devlette, devleti oluşturan
unsurlar tek ve bölünmez bir bütündür.
a- üniter devlette, devletin ülkesi tek ve bölünmez
bir bütündür
-Ancak bu ülkenin idari bölünme şekli olarak “il”
ve “ilçe” gibi bir takım bölümlere ayrılamayacağı
anlamına gelmez.
-Bu tip bir idari bölünmede, bölümlerin, devletin
ana yargı ve yasama yetkisinden ayrı bir yargı ve
yasama yetkisi yoktur.
-Bu il ve ilçelerin hepsi aynı egemenliğe tabidir.
-Bunların hepsinde aynı anayasa ve aynı yasalar
kısacası aynı hukuk düzeni uygulanır.
b-Üniter devlette, millet unsuru da tek ve
bölünmez bir bütündür.
-Millet teşkil eden insanların, milleti
oluşturmalarında din, dil, etnik grup vb.
bakımından ayrım yapılamaz.
-Üniter devlette “toplumlar” veya “cemaatler”
temelinde egemenlik yetkilerinin kullanılmasında
ayrı egemenlik alanlarına izin verilmez.
-Üniter devlette sadece yer bakımından
federalizme değil, az sonra açıklayacağımız
cemaatler veya etnik temelli federalizme yani
“korporatif federalizm”e de karşıdır.
c- son olarak üniter devlette egemenlik tek ve
bölünmez bir bütündür.
-tek olan egemenliğin sahası bütün ülkedir.
-Bu egemenliğe tabi olan de bütün millettir.
-Egemenliğin kaynağı bakımından da ayrım
yapılamaz.
*Devletin organlarında Teklik
-Üniter devlette, devletin ülke, millet ve egemenlik
unsurlarında teklik olduğu gibi, devletin yasama,
yürütme ve yargı organları bakımından da teklik
söz konsudur.
a- üniter devlette tek yasama organı vardır.
-Ülkenin bütünü için geçerli kanunlar, merkezde
bulunan tek yasama organı tarafından yapılır.
Örn. Türkiye’de tek yasama organı Ankara’da
bulunan TBMM’dir.
b-Üniter devletin yargı organı da üniter niteliktedir.
-Şüphesiz yargı organı üniter devletlerde de
mahiyeti gereği birçok mahkemeden oluşur.
-Ancak, ülkenin her yerinde aynı tür mahkemeler
vardır ve bunların üst mahkemeleri aynıdır.
-bir üniter devlette, birden fazla ceza mahkemesi,
birden fazla idare mahkemesi olabilir.
-Ama iki tane Yargıtay, iki tane Danıştay olmaz.
c- Üniter devlette, yürütme organı ve yetkisinde
de esas itibarıyla bir bütünlük vardır.
-Üniter devletin yürütme organının tepesinde,
parlamenter hükümet sistemlerinde başbakan,
bakanlar kurulu ve bakanlar, başkanlık sisteminde
başkan bulunur.
-Yürütme yetkisinin sahibi bu kurumlardır.
-Ancak büyükçe bir ülkede, bütün yürütme ve
idare yetkisinin başkan, başbakan ve bakan gibi
birkaç kişi tarafından kullanılması mümkün
değildir.
-O nedenle başkan, başbakan ve bakanlar
yürütme görevi için geniş bir teşkilata ihtiyaç
duyar.
-İşte bu teşkilata “idare” denir.
Üniter Devletin İdari Teşkilatı
• Merkezi İdare
• Başkent Teşkilatı
(devlet
Başkanı,Başbakan,
Bakanlar kurulu, Bakanlar)
• Taşra Teşkilatı
(İller “valiler”/ilçeler “kaymakamlar”)
• Mahalli İdareler
(yerel Yönetimler)
İl Özel İdareleri
Belediyeler
Köyler
1- Üniter Devletin Merkezi idaresi
-Üniter devletin merkezi idaresi, başkent teşkilatı
ve taşra teşkilatı olmak üzere ikiye ayrılır.
-merkezi idarenin başkent teşkilatında, devlet
başkanlığı, başbakanlık, bakanlar kurulu ve
bakanlıklar bulunur.
-Ancak büyükçe bir ülkede bütün yürütme ve
idare yetki ve görevlerinin başkentte oturan bu
sınırlı sayıda kişi tarafından yerine getirilmesi
mümkün değildir.
-O nedenle, üniter devletin merkezi idaresi
başkent teşkilatının dışında bir de taşra
teşkilatına ihtiyaç duyar.
-İşte bu nedenle üniter devletlerde başkent
teşkilatı dışında, tüm ülkeye yayılmış ayrı bir
teşkilat vardır.
-Bu teşkilata “merkezi idarenin taşra teşkilatı”
denir.
-örneğin, Türkiye’de iller ve ilçeler merkezi
idarenin taşra teşkilatı içinde yer alır.
-üniter devletin merkezi idaresi kendi içinde
başkent ve taşra teşkilatı olarak ikiye ayrılsa da,
merkezi idare bir bütündür.
Çünkü
1- başkent ve taşra teşkilatları aynı tüzel kişilik
içinde yer alır.
2- üniter devletlerde merkezi idarenin taşra
teşkilatı merkezin bir uzantısı konumundadır.
Taşradaki görevliler (örn. Valiler ve kaymakamlar)
halk tarafından seçilmezler , doğrudan doğruya
merkez tarafından atanırlar ve görevden alınırlar.
3- üniter devletlerde, başkent teşkilatının taşra
teşkilatı üzerinde hiyerarşi yetkisi ( emir ve talimat
verme, işlemleri iptal etme, disiplin vs.)vardır.
2- Üniter Devlette Mahalli İdareler (yerel
Yönetimler)
-Üniter devletlerde, insanların sırf belirli bir yerde
oturmalarından kaynaklanan ortak ihtiyaçlarını
karşılamak üzere, merkezi idarenin dışında,
kendine özgü tüzel kişiliği bulunan, belli bir
özerkliğe sahip olan, karar organları orada oturan
seçmenler tarafından seçilen kamu tüzel kişileri
kurulmuştur.
-Bunlara mahalli idareler denir.
Örn. Türkiye’de il özel idareleri, belediyeler ve
köyler birer mahalli idaredir.
-mahalli idarelerin özellikleri şunlardır;
a- merkezi idarenin sahip olduğu kamu tüzel
kişiliği dışında ayrı bir kamu tüzel kişiliğine
sahiptir.
b- mahalli idarelerin hepsi belli ölçüde
“özerk”tirler.merkezi idarenin hiyerarşisine tabi
değildirler.
c- merkezi idareden ayrı kendine has malvarlıkları
ve bütçeleri vardır.
d- mahalli idarelerin karar organları (belediye
meclisleri, köy ihtiyar heyetleri) ve keza
çoğunlukla baş yöneticileri (belediye başkanları,
muhtarlar) seçimle işbaşına gelir.
e- Mahalli idarelerin kendine has personeli vardır.
Bu personel merkezi idarenin hiyerarşisine tabi
değildir.
Görüldüğü gibi üniter devlette, merkezi idarenin
dışında kendilerine mahalli idareler denilen
kuruluşlar vardır.
-Ancak üniter devletlerde mahalli idarelerin
olması, bu devletlerin üniter niteliğine ve keza bu
devlette idarenin bütünlüğü ilkesine aykırı değildir.
Çünkü,
a-mahalli idarelerin (il özel idaresi, belediye, köy)
yasama ve yargı yetkileri yoktur.sadece bazı idari
yetkileri vardır.Bu kuruluşlar idari kuruluşlardır.
b-mahalli
idarelerin
varlığı
ve
yetkileri,
kendilerinden değil, merkezi idarenin iradesiden
kaynaklanır.Merkezi idare mahalli idareleri
kanunla kurar istediğinde de kanunla bunların
varlığına son verir. Merkezi idare, belli bir dönem
kanunla mahalli idarelere verdiği bir yetkiyi daha
sonra başka bir kanunla geri alabilir.
Üniter devletin üniter devlet olmaktan çıkması için
mahalli idarelere anayasayla yetki devrinin
yapılmış olması ve mahalli idarelere anayasanın
değiştirilmesi sürecine katılma yetkisinin verilmesi
gerekir.
-Anayasayla güvence altına alınan bir şekilde
mahalli idarelere yetki transferi yapılmadıkça,
yerel yönetimlere ne kadar çok yetki verilirse
verilsin, ortada bir üniter devlet modeli vardır.
c- mahalli idareler, merkezi idare karşısında belli
derecede özerk olsalar da, merkezi idarenin
mahalli idareler üzerinde “idari vesayet” yetkisi
vardır.
-Bunun anlamı, merkezi idarenin belli şartlar
altında, mahalli idarenin işlemleri üzerinde sınırlı
bir denetim yetkisine sahip olabilmektedir.
İşte bu nedenlerden dolayı üniter devletlerde
mahalli idarelerin bulunması bu devletlerin üniter
niteliğini bozmamaktadır.
II-BİLEŞİK DEVLET
Bileşik devlet, iki veya daha fazla devletin sıkı
veya gevşek bağlarla birleşmelerinden meydana
gelmiş bir devlet çeşididir.
-Bu devlette, yasama, yürütme ve yargı
organlarına sahip ayrı devletler vardır.
-Bileşik devletlerde birden fazla anayasa, birden
fazla hukuk düzeni yürürlüktedir.
-Bileşik devletler kendi içinde “devlet birlikleri” ve
“devlet toplulukları” olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır.
A- Devlet birlikleri
-Devlet birlikleri, iki ayrı devletin, ayrılıklarını az
çok koruyarak birleşmesinden meydana gelir.
-devlet birlikleri de “şahsi birlik” ve “hakiki birlik”
olmak üzere ikiye ayrılır.
1- şahsi birlik: İki veya daha fazla monarşik
dvletin başına aynı hükümdarın geçmesi ile olur.
-Yani aynı şahıs iki ayrı devletin de kralı olursa
şahsi birlikten söz edilir.
-Örn. 1714-1737 arasında İngiltere ile Hanover
arasında, 1815-1890 arası Hollanda Lüksemburg
arasında şahsi birlik olmuştur.
-Günümüzde şahsi birliğe örnek yoktur.Şahsi birliği
oluşturan iki devlet arasındaki tek birlik kralın şahsı
bakımındandır.
-Kralın şahsı dışında tüm diğer alanlarda bu iki devlet,
birbirinden ayrı devletler olarak varlığını sürdürür.
-Her iki devlet de gerek iç işleri, gerek dışişleri
bakımından bağımsızdır.
--Her iki devlet de kendine has yasama, yargı ve
yürütme organına sahiptir.
- Şahsi birlik geçicidir.
-Evlenme ya da veraset nedeniyle iki ülke
hükümdarlığının aynı kişide birleşmesi sonucu oluşur ve
genellikle bir süre sonra ortak hükümdarın ölümüyle
sona erer.
2- Hakiki Birlik:-hakiki birlik, temelde bir şahsi
birlik olmakla birlikte, şahsi birlikten daha ileri bir
aşamadır.
-Birden fazla devletin, içişlerinde bağımsızlıklarını
koruyarak dış ilişkileri bakımından bir devlet
oluşturacak şekilde birleşmelerinden meydana
gelir.
-Hakiki birliği oluşturan devletlerin her birinin
kendi anayasaları, kendi kanunları, kısacası kendi
hukuk düzenleri, kendi yasama, yürütme ve yargı
organları vardır.
-her bir devlet, kendi içinde egemen bir devlettir.
-Ancak, birliğin oluşturan devletler dış ilişkiler
bakımından bağımsız değildirler.
-Bu devletlerin dış ilişkileri birlik tarafından yürütülür.
-Bu devletlerin uluslar arası hukuk bakımından ayrı birer
kişilikleri yoktur.
-Hakiki birliği oluşturan devletlerde, devlet başkanlığı
makamı ortaktır.
-Keza dış işleri ve savunma bakanlıkları da ortak olabilir.
Hakiki birliğin günümüzde örneği yoktur.
-Tarihsel olarak Norveç-İsveç birliği (1815-1905),
Avusturya-Macaristan İmp.(1867-1918) örnek olarak
verilebilir.
B- DEVLET TOPLULUKLARI
-Devlet toplulukları da, iki veya daha fazla
devletin bir araya gelmesi oluşturdukları birleşik
devletlerdir.
-Devlet toplulukları kendi içinde
“konfedarasyon” ve
“federasyon”
Olmak üzere 2’ye ayrılır.
1- Konfederasyon: Birden fazla bağımsız devletin
uluslar arası hukuki kişiliklerini muhafaza etmek
şartıyla belli bir amaçla, özellikle ortak savunma
sağlamak amacıyla, kurdukları bir devlet
topluluğu şeklidir.
-Konf. Bir uluslaarası anlaşma ile kurulur.
-Konf.’a Anlaşma ile girildiğinden Konf.na üye
devletin Konf.’dan istedikleri zaman
çıkabilecekleri kabul edilir.
-yani üye devletlerin “ayrılma hakkı” vardır.
-konf.oluşturan devletler (konfedere devletler),
gerek iç gerek dış ilişkileri bakımından bağımsız
birer devlet olma niteliklerini korurlar.
-Konf. Bir devlet olarak görmek mümkün değildir.
-Konf.nun tüzel kişiliği yoktur.
-Konf.’nun Konfedere devletlerin üzerinde bir
zorlama gücü yoktur.
-Konf.nun tek organı “diyet” ismi verilen bir
meclistir.
-bu mecliste konfedere devletlerin delegeleri
vardır.
-Diyet meclisi, genellikle bu delegelerin oy birliği
ile karar alabilir.
-Diyette alınan kararlar doğrudan konfedere
devletlerde geçerli değildir.
-Diyet meclisinin kararlarının her konfedere devlet
tarafından ayrıca onaylanması gerekir.
-Konfederasyonun en eski örneği, İsviçre
Konfederasyonudur.
-Bu konf., 1848’de federasyon halini almıştır.
-İsviçre’nin bugünkü resmi ismi de bu tarihsel
nedenlerle “helvetya Konfederasyonu”’dur.
-ABD de bir federal devlet haline gelmeden önce
1776-1787 yılları arasında bir konfederasyondu.
-1815-1866 arası Almanya da konfederasyondu.
-Bu nedenle genellikle Konfederasyon,
federasyona geçişte ilk aşamadır.
-Günümüzde konfederasyon olarak kabul edilen
bir devlet topluluğu yoktur.
-Konf. Geniş anlamda ele alınarak Britanya
Uluslar Topluluğunu; NATO’yu konfederasyon
benzeri topluluk olarak değerlendirenler vardır.
-1991 yılında SSCB’nin dağılmasından sonra
kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu da büyük
ölçüde Konf.’a benzemektedir.
2-Federasyon (Federal Devlet)
Şahsi birlik,hakiki birlik,konfederasyon daha ziyade
tarihsel şekiller olmasına rağmen,federasyon
günümüzde de yaygın olarak görülen bir devlet
şeklidir. Amerika Birleşik Devletleri, Almanya,
Kanada, Avusturya, İsviçre, Avustralya en bilinen
federal devletlerdir. Yeni federal devletlere örnek
olarak Rusya Federasyonunu gösterebiliriz.
a) Tanım
‘’Federasyon (federation)’’ veya ‘’federal devlet
(federal state, Etat federal)’’i bir cümlede
tanımlamak oldukça güçtür.
-Onun özelliklerini aşağıda sayacağız. Ama başlangıç
olarak şöyle bir tanım yapabiliriz:
Federasyon, kendi içlerinde belli bir özerkliği
koruyarak iki veya daha fazla devletin aynı
merkezi iktidara tabi olmak suretiyle oluşturduğu
bir devlet topluluğudur.
Federasyonda ‘’federal devlet’’ ve ‘’federe
devletler’’ olmak iki tür devlet vardır.
Federe devletler, ‘’devlet (state)’’, ‘’eyalet’’, ‘’kanton
(canton)’’, ‘’Lander’’ gibi isimler verilir. Bunlar
federasyonun ‘’üye birimleri’’ veya ‘’kurucu
birimleri’’dir.
Federasyonda federe devletler de, federal devlet de
birer ‘’devlet’’tir.
Federe devletler birer devlettir; çünkü, bunların her
birinin kendisine mahsus bir ülkesi, kendisine
mahsus bir halkı ve belli alanlarda sınırlandırılmış
olmakla birlikte kendisine mahsus bir egemenliği
vardır.
• Federal devlet de, bir ‘’devlet’’tir; çünkü, federal
devlet de, bir ülkeye (ki bu ülke federe devletlerin
topraklarından oluşmaktadır); bir insan
topluluğuna (ki bu topluluk, federe devletlerin
ahalisinin bütününden oluşmaktadır) ve bir
egemenliğe sahiptır.
• Federal devlet, federe devletlerin ülke ve insan
unsuru üzerinde kuruludur; ancak, federal devlet,
kendisini oluşturan bu federe devletlerden ayrı bir
devlettir.
Federal devlet ve federe devletler ayrı tüzel
kişiliklere sahiptir.
-Federasyonda iki ayrı tür devlet olduğuna göre, aynı
ülke ve insan topluluğu iki ayrı devlet egemenliğine
ve dolaysıyla hukuk düzenine tabidir.
• KONFEDERASYON
• Kaynak:UA Anlaşma ile
kurulur.
• Bağın Niteliği:Üye devletler
arasındaki bağ akdidir.
• Ayrılma Hakkı: Üye
devletler, üyelikten çıkabilir
• UA Kişilik: üye devletlerin
ua kişiliği vardır.
• Dış İlişkiler: Üye devletler
bağımsızdır.
• Konf.üye devletler üzerinde
zorlama yetkisi yoktur.
• Sadece üye devletlerin
vatandaşlığı vardırç
•
•
•
•
•
FEDERASYON
Anayasa ile kurulur
Anayasal niteliktedir.
Ayrılma hakkı yoktur.
Sadece federal devletin ua
kişiliği vardır.
• Federe devletler federal
devlete bağlıdır.
• Federal devletin zorlama
gücü var.
• İki vatandaşlık var. Federal
vatandaşlık+Federe
vatandaşlık)
•
•
•
•
ÜNİTER DEVLET
Tek devlet
Tek Hukuk düzeni
Tek Yasama Yürütme ve
Yargı organı
• Merkezi idare ile yerel
idareler arasındaki yetki
paylaşımı kanun ile yapılır.
• FEDERAL DEVLET
• İki devlet var: federal devlet
ve birden fazla federe
devlet.
• İki hukuk düzeni var:
federal hukuk ve federe
hukuk
• İki tür organ var: federal
yasama, yürütme ve yargı;
federe yasama, yürütme ve
yargı.
• Federe devlet ile federal
devlet arasındaki yetki
paylaşımı anayasa ile
yapılır.
b) Federalizmin Özellikleri
Arend Lijphart,federalizmi, merkezi yönetim ile
federasyonun kurucu birimleri (federe devletler,
eyaletler) arasında anayasayla güvence altına alınmış
yerel düzeyde bir yetki paylaşımı olarak
tanımlamaktadır. Daha kısa bir ifadeyle federalizm,
‘’merkezi ve bölgesel yönetimler arasında güvenceli
bir iktidar bölüşümü’’ demektedir.
1.Yetkilerin Yerel Bölüşümü- Bu tanımda altı çizilmesi
gereken özelliklerden birincisi, söz konusu yetki
bölüşümünün yerel düzeyde yapılmış olmasıdır.
Diğer bir ifadeyle, federasyonun kurucu bilimleri
coğrafi olarak tanımlanmaktadır. Yani, federalizmde,
mekansal veya yerel bir yetki paylaşımı söz
konusudur.
Aşağıda ‘’korporatif federalizm’’ başlığı altında ayrıca
göreceğimiz gibi, cemaatler bazında yetki
paylaşımının düşünüldüğü bir federalizm, yani yerelolmayan federalizm mümkün değildir.
2.Yetkilerin Güvenceli Bölüşümü: Yazılı ve Katı
Anayasa ile Anayasanın Değiştirilmesinde Federe
Devletlerin Rızalarının Alınması Zorunluluğu.Ferderalizmin ikinci temel özelliği, merkezi yönetim
ile federasyonun kurucu birimleri arasındaki yetki
bölüşümünün güvenceli olmasıdır. Bu güvence yazılı
ve katı anayasa ile sağlanır. Merkezi yönetime ve
bölgesel yönetimlere verilen yetkiler anayasada
sayılmalı ve bölgesel yönetimlere verilen yetkilerin
merkezi yönetim tarafından geri alınmayacağı yine
anayasada belirtilmelidir. Her federal devlet bir yazılı
anayasaya sahiptir. Yazılı anayasa, federalizmin
zorunlu bir özelliğidir. Diğer yandan, federal
anayasanın kurucu birimlerin rızası olmaksızın
değiştirilememesi gerekir.
Aksi taktirde, federal Anayasa federal yasama
yasama organı tarafından değiştirebiliyorsa, yetki
bölüşümünün anayasa ile yapılmış olmasının pek bir
anlamı olmayacaktır. Zira bu taktirde federal devlet,
federe devletlere verilmiş yetkileri anayasayı
değiştirerek geri alabilir. Onun için federal
sistemlerde, federal anayasanın değiştirilmesi
usûlünde federe devletlerin onayı da aranmaktadır.
Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri Anayasasına
göre (m.5), anayasa değişikliklerinin yürürlüğe
girebilmesi için federe devletlerin dörtte üçünün
onayı gerekir.
3. Yetki Bölüşümü Usûlü.-Federalizmde yetkilerin
federal devlet ile federal devletler arasında anayasa
ile paylaştırıldığını yukarıda söylemiştik. Bu konuda
iki sistem uygulanır:
a) Federal Devletin Yetkilerini Sayma.-Birinci
sistemde federal devletin yetkileri tek tek sayılır (bu
yetkilere ‘’sayılmış yetkiler (enumerated powers,
competences enumerees)’’ denir) ve bu yetkilerin
dışındakiler (bunlara ‘’bakiye yetkiler,(residual
powers,competences residuelles)’’ denir) federe
devletlere bırakılır. Bu sistemde, federe devletlerin
yetkisi, ‘’genel yetki (general power,comepetence de
droit commun)’’;
Federal devletin yetkisi ise ‘’istisnaî yetki
(competence d’exception)’’ veya ‘’verilmiş yetki
(attributed power,competence d’attribution)’’
niteliğindedir. Bu sistem, federe devletlerin lehinedir.
Bu sisteme örnek olarak Amerika Birleşik Devletleri,
Almanya, İsviçre gösterebilir. Bu Devletlerin
Anayasaları, federal devletin yetkilerini saymış,
geriye kalan yetkileri federe devletlere vermişler ve
ayrıca federe devletleri genel yetkili olduğu kuralını
koymuşlardır.
b) Federe Devletlerin Yetkilerini Sayma.-İkinci
sistemde anayasada federe devletlerin yetkileri tek
tek sayılır bu yetkilerin dışında kalan yetkiler (bakiye
yetkiler) federal devlete bırakılır. Bu sistemde,
federal devletin yetkisi genel, federe devletlerin
yetskisi ise istisnaî niteliktedir. Bu sisteme örnek
olarak Kanada gösterilebilir. Kanada Anayasasında
federe devletlere verilen yetkiler dışında kalan
konularda federal yönetimin yetkili olduğu
belirtmiştir (m.91).
4.Yetki uyuşmazlıklarının Yargısal Çözümü: Federal
Yüksek Mahkemenin Gerekliliği.- Federalizm, federal
devletler ile federe devletler arasında bir yetki
bölüşümü olarak tanımlandığına göre, bir federal
sistemde, gerek federal devlet ile federe devletler
arasında, gerekse federe devletlerin kendi arasında
yetki uyuşmazlıklarının ortaya çıkması kaçınılmazdır.
İşte bir yetki uyuşmazlığının ortaza çıkması
durumunda, bir federal devlet kendi iradesini federe
devletlere veya federe devletlerden biri kendi
iradesini diğer federe devletlere empoze
edebiliyorsa, federalizm ortadan kalkar. Bu ihtimale
yol açmamak için,federal sistemde, yetki
uyuşmazlıklarının yargısal çözümünün öngörülmüş
olması gerekir.
İşte bu nedenle federal devletlerin hepsinde yetki
uyuşmazlıklarını çözmekle görevli bir federal yüksek
mahkeme vardır. Örneğin Amerika Birleşik
Devletlerinde Federal Yüksek Mahkeme (Supreme
Court of the United States), Almanyada Federal
Anayasa Mahkemesi (Das Bundesverfassungsgericht)
böyledir.
5.Federe Devletlerin Federal Yasama Organında
Temsili: İki-Meclislilik ve İkinci Mecliste Eşit Temsil
İlkesi.- Federal sistemlerde, federe devletler federal
devletin yönetiminde katılır. Federe devletlerin
arasında eşitlik ilkesi geçerli olduğuna göre, bu
katılmada da eşitlik esası geçerlidir. Federe Devletler
federal devletlerin yönetimine katılması, federe
devletlerin federal yasama organında temsil
edilmeleri şeklinde ortaya çıkar. Bunun için, her
federal devletin yasama organı iki-meclislidir. Bu
meclislerden birincisi (örneğin ABD’de Temsilciler
Meclisi) genel olarak bütün federe devletlerin
halkını, ikincisi ise (Örneğın ABD’de Senato) federe
devletleri temsil eder.
Birinci meclisi (öneğin Temsilciler Meclisi) bütün halk
seçtığı için, bu mecliste, her federe devlet, kendi
nüfusları oranında temsil edilir. Ancak, federe
devletlerin eşitliğini sağlamak üzere, ikinci meclise
(örneğin Senato) federe devletler eşit olarak katılır.
Yani, federe devletler, aralarında nüfus ve toprak
bakımından büyüklülük farkları ne olursa olsun,
ikinci mecliste eşit olarak temsil edilir. Örneğin
ABD’de Senatoda her eyalet iki senatör ile temsil
edilir. Keza, İsviçre’de her kanton, Kantonlar
Konseyine iki temsilci gönderir. Avustralya’da federal
devletler Federal Meclise onar temsilci gönderir.
6. Eşit-İki Meclislilik
-Federe devletler arasında eşitlik ilkesi
geçerlidir.
-Bu eşitlik ilkesi esas olarak federe devletlerin
ikinci meclislerde eşit temsil edilmeleri ile
sağlanır.
-Bu nedenle ikinci meclisin göstermelik
olmaması, önemli ve işlevsel yetkilere sahip
olması özellikle yasa yapım sürecinde bu
meclisin de söz sahibi kılınması gerekir.
-Bu düşünce tarzı uygulamaya da yansımıştır.
-Birinci ve ikinci meclisin yetkileri birbirine
yakın ya da eşittir.
c- Federal Devletlerin Kurulması
-Federal devletler “birleşme” ya da “ayrılma”
olmak üzere iki farklı yoldan meydana gelirler.
1- Birleşme Yolu ile federalizm: Başlangıçta
birbirinden ayrı olan üniter devletler, birleşerek
federal devleti meydana getiriler.
-Üniter devletten federal devlete geçiş
aşamasında öncelikle bir “konfederasyon”
meydana getirir sonrasında “federasyon”a
dönüşürler.
-Örn. ABD ve İsviçre birleşme yolu ile meydana
gelmiş federal devletlerdir.
2- Ayrılma Yolu ile Federalizm: Başlangıçta üniter
nitelikte olan bir devletin, bazı bölge ya da illerinin
ayrılması sonucunda oluşur.
-Ayrılan birimler ayrı bağımsız bir devlet kurmak
yerine yeni oluşan federal devletin federe devlet
olurlar.
-Bu şekilde eski üniter devlet federal devlete, eski
üniter devletin il ya da bölgeleri de federe devlete
dönüşür.
-Örn. 1918’de Avusturya-Macaristan İmp.’nun
dağışmasının ardından Avusturya federal devlete
dönüşmüştür.
-Rusya 1924’te Sovyetler Birliğine dönüşmüştür.
HÜKÜMET SİSTEMLERİ
-Hükümet sistemleri, kuvvetlerin ayrılığı ya da
birliğine göre tasnif edilir.
I-Kuvvetler Ayrılığı teorisi: Bu teorisi, klasik
anayasa hukukunun temel konularından birisidir.
-Bu teorisi Montesquieu ile anılsa da, kökenleri
İngiltere tarihinde bulunur.
-İngiltere’de yasama ve yürütme kuvvetlerinin
ayrılığı 1066 ila 1689 Haklar Birlidirisi arasındaki
tarihsel kesitte yavaş yavaş gerçekleşmiştir.
-Başlangıçta kralın danışma kurulu olan “magnum
Consilium” adlı meclis, adım adım vergiye rıza
gösterme ve kanun yapma yetkisini ele geçirerek
yasama organı haline dönüşmüştür.
Locke, kuvvetler ayrılığı ilkesini il dile getiren
düşünürdür.
-Locke’a göre, devlet yönetiminde “yasama
kuvveti” “yürütme kuvveti” ve “federatif kuvvet”
olmak üzere 3 kuvvet vardır.
-Bu kuvvetler birbirinden ayrılmalıdır.
-yasama; kanun yapma, yürütme; kanunları
devamlı ve aralıksız uygulama ve federatif kuvvet
ise savaş, barış, birlik ve ittifak yapma kuvvetidir.
Montesquieu, kuvvetler ayrılı teorisinin gerçek
kurucusudur.
-Düşünüre göre devlette “geçici ve sürekli
kanunlar yapan yasama kuvveti”; “savaş ve barış
yapan, elçi gönderen , güvenliği kuran ve istilayı
önleyen yürütme kuvveti” ve suçluları
cezalandıran ve özel kişilerin uyuşmazlıklarını
yargılayan yargı kuvveti” olmak üzere 3 kuvvet
bulunur.
-Bu kuvvetler birbirinden ayrılmalıdır.
Yasama ve yürütme aynı elde toplanırsa,
özgürlükler yok olur.
Yargı kuvveti de yasama ve yürütmeden ayrı
değilse, yine özgürlük yoktur.
-yürütme bir monaraka verilmelidir çünkü,
hükümet bir kişinin elinde daha iyi idare edilir.
-yasama kuvvti ise, bir kişi yerine birden çok kişi
tarafından daha iyi kullanılır.
-O nedenle yasama bir kurul tarafından
kullanılmalıdır ve bu kurul da iki bölümden
oluşmalıdır.
-Birinci bölüm asillerden diğer bölüm de halkın
temsilcilerinden oluşmalıdır.
-bunların her birinin diğerini “önleme yetkisi”
olmalıdır.
-Bu sayede bu bölümlerden her biri diğerini
sınırlandıracaktır.
-her iki bölüm de yürütme organı tarafından
sınırlandırılacak ve bunlar da yürütme erkini
sınırlandıracaktır.
-Montes.’ya göre yargı kuvveti mahkemelere ait
olmaldır.
-Yargı ne belli bir zümrenin ne de belirli bir
mesleğin elinde olmalıdır.
-Bu nedenle yargılamaya halktan seçilecek
kimselerin de katılması gerekir.
-Yargı kanunların uygulanmasından ibaret olduğu
için yapısı gereği sınırlı bir kuvvettir.
-Bu 3 kuvvet kendi görevlerinin dışına
çıkmamalıdır.
-Yasama kendi koyduğu kanunları yürütmemeli,
yürütme yürüttüğü kuralları kendisi koymamalı,
yargı ise kanun koyucunun ağzı olmakla
yetinmeyip kendisi yorum yolu ile yeni kurallar
koymamalıdır.
-Aksi taktirde özgürlükler ortadan kalkar.
HÜKÜMET SİSTEMLERİNİN TASNİFİ
-Hükümet sistemlerinin tasnifinde yürütme ve
yasama kuvvetleri arasındaki ilişki önemlidir.
-Yargı organı her sistemde yasama ve yürütme
kuvvetlerinden ayrı olması gerektiği varsayıldığı
için bu tasnifte yargı organı hesaba katılmaz.
-Bu bakımdan hükümet sistemleri öncelikle
“kuvvetler birliği” ve “kuvvetler ayrılığı” sistemleri
olmak üzere ikiye ayrılır.
-Kuvvetler birliği de kendi içinde kuvvetlerin
yasama ve yürütmede birleştiği sistemler olarak
ikiye ayrılır.
• Kuvvetlerin yürütmede birleşmesi mutlak
monarşi ya da diktatörlük şeklinde ortaya çıkar.
• -kuvvetlerin yasamada birleştiği sisteme meclis
hükümeti sistemi denir.
• -Kuvvetler ayrılığı sistemi de kendi içinde sert
ve yumuşak olmak üzere ikiye ayrılır.
• Kuvvetlerin sert ayrılı başkanlık sistemi,
yumuşak ayrılığı ise parlamenter hükümet
sistemini ifade eder.
Hükümet Sistemleri
Kuvvetler birliği
Yürütmede Birleşme
A-Mutlak Monarşi
B- Diktatörlük
Yasamada Birleşme
Meclis hükümeti
Sistemi
Kuvvetler Ayrılığı
Sert Ayrılık:
Başkanlık Sistemi
Yumuşak Ayrılık
Parlamenter Sistem
KUVVETLER BİRLİĞİ SİSTEMİ
-kuvvetler birliği sisteminde yasama ve yürütme
kuvvetleri bu kuvvetlerden birisinin tek elinde
toplanmıştır.
A-Yürütme organında birleşme:
Eğer kuvvetler yürütme organının elinde
toplanmışsa, bu durumda yürütme organı hem
yasaları yapar hem de onları uygular.
-Bu durum ya mutlak monarşi ya da diktatörlük
şeklinde ortaya çıkar.
1- Mutlak Monarşi: bu hükümet sisteminde
yasama ve yürütme bir hükümdarın elindedir.
-hükümdar devlet içinde tek ve en yüksek
otoritedir.
-Hükümdar sadece yasama ve yürütmeyi değil
yargı yetkisine de sahiptir.
-Yani hükümdar hem kanun koyar hem bunu
uygular hem de bu uygulamadan doğan
uyuşmazlıkları çözer.
-Hükümdar bu yetkilerin sahibidir ancak bunları
doğrudan doğruya kullanamaz.
-O nedenle bazı görevliler atar.
-Buradaki ayırt edici özellik, hükümdara ait yetkileri
kullanan görevlilerin, hükümdara karşı herhangi bir
bağımsızlığa sahip olmamasıdır.
-Bu nedenle hükümdar görevlileri istediği zaman
azledebilir ve onlara devrettiği yetkilerini geri alabilir ya
da değiştirebilir.
-Burada meşruti monarşi ile mutlak monarşi arasındaki
farka dikkat çekmek gerekir.
-meşruti monarşi, hükümdarın saltanat haklarının
hukuksal bir sınırlandırmaya tabi tutulduğu bir sistemdir.
-. -meşruti monarşi kuvvetler birliği sistemi değil, bir
kuvvetler ayrılığı sistemidir (parlamenter sistem).
--İngiltere, Belçika, Hollanda, Danimarka gibi ülkeler
birer meşruti monarşidir.
-Meşruti monarşi demokratik bir sistem iken mutlak
monarşi anti demokratik bir sistemdir.
-Mutlak monarşiler ortaçağa özgü sistemlerdir,
günümüzde Suudi Arabistan ve bazı küçük sultanlıklar
dışında mutlak monarşi yok gibidir
2- Diktatörlük: yasama, yürütme ve yargı
kuvvetlerinin tek kişinin ya da grubun elinde
toplandığı sistemdir.
-diktatörlükler tanım gereği demokratik sistemler
değildir.
-Bununla birlikte bazı diktatörlükler demokratik
oldukları iddiası ile düzmece seçimler ya da halk
oylaması yaparlar.
-Ancak bu oylama ve seçimler sürekli galibi
diktatördür.
-Bu tür diktatörlüklere «plebisiter diktatörlükler»
denir.
• -otoriter ve totaliter diktatörlük olmak üzere 2
türü ön plana çıkar.
• Totaliter diktatörlük;
– çoğulculuk karşıtlığı
– Toptancı ideoloji
– Kütlesel tek partinin varlığı
– Yaygın terör ve şiddet uygulamasının bulunduğu
diktatörlük olarak tanımlanabilir.
A- Totaliter diktatörlük: dört unsurla tanımlanabilir;
1-totaliter diktatörlükler toplum içinde başka bir
potansiyel iktidar merkezi olmasını istemez. Bu
edenle toplumsal çoğulculuğa karşıdırlar. Dahası
çoğulcu yapıyı tasfiye ederler.
2- Kütlesel tek parti vardır.
3- Marksizm ya da faşizm gibi katı ve toptancı bir
ideolojisi vardır.
4- muhaliflerin ortadan kaldırılmasına yönelik
keyfi bir zor kullanım vardır.(Stalin dönemi SSCB
ve Nazi Almanyası)
B- Otoriter Diktatörlük: sınırlı bir çoğulculuğa yer
veren, ideolojiye değil zihniyete dayanan, yaygın
ve yoğun bir siyasal hareketlilik ve katılım
yaratmayan rejimlerdir.
-Franko dönemi İspanya, Kaddafi dönemi Libya,
Saddam dönemi Irak.
YASAMA ORGANINDA BİRLEŞME: MECLİS HÜKÜMETİ
Kuvvetler birliği sistemlerinin bu çeşidinde, yasama
ve yürütme kuvvetleri yasama organında
birleşmiştir. Yani yasama organı hem kanun
yapmakta, hem de kendi yaptığı kanunları
uygulamaktadır.
Bu tür sisteme anayasa hukuku literatüründe ‘’meclis
hükümeti sistemi’’ veya ‘’konvensiyonel sistem’’
denmektedir.
Teorik Kökeni:-Meclis hükümeti sistemi, Jean-Jaques
Rousseau tarafından savunulan egemenliğin tekliği
ve bölünmezliği teorisine dayanır.
Madem ki, egemenlik tek ve bölünmez niteliktedir; o
halde, o tek ve bölünmemiş bir şekilde temsil
edilmelidir.
Yani egemenlik yetkileri olan yasama ve yürütme (ve
hatta yargı) tek bir organa verilmelidir.
-Bu organ da haliyle, demokratik mantıkta, halkın
temsilcilerinden oluşan meclistir.
- O halde meclis, başta yasama, yürütme olmak
üzere bütün sahalarda milli iradeyi açıklanmaya
yetkilidir. Kısacası, yasama ve yürütme iktidarları
mecliste toplanmalıdır.
Meclis Hükümeti Sisteminin Yasama Organına İlişkin
Özellikler.
- Meclis hükümeti sisteminde yasama yetkisi halk
tarafından seçilmiş temsilcilerden
(milletvekillerinden) oluşan bir meclise aittir.
- Meclis hükümeti sisteminin yasama organına ilişkin
gösterdiği başlıca özellikler şunlardır:
a-Meclis hükümeti sistemlerinde yasama organı her
halükarda tek-meclistir.
• -Yani meclis hükümeti sisteminde parlamento
birinci meclis (millet meclisi), ikinci meclis (senato)
gibi iki ayrı meclise bölünmemiştir.
• Bunun nedeni, egemenliğin bölünmezliği ilkesidir.
• Bunun bir diğer nedeni de, ikinci meclislerin halk
tarafından seçilmemiş temsilcilerden oluşması
geleneğidir. Bu meclisin halkın iradesini engelleyici
bir işleve sahip olduğu düşünülür.
• Oysa parlamenter sistemlerde yasama organı, tek
meclisi olabileceği gibi iki-meclisi de olabilir.
• b-Meclis hükümeti sistemlerinde, meclis kendi
kendini toplantıya çağırır hakkına sahiptir.
• Bütün yetkilerin meclise ait olduğu bir sistemde bu
doğal bir sonuçtur.
• Bu sistemde meclisi bir başka kurum ya da kişinin
toplantıya çağırması düşünülemez.
• Parlamenter sistemde ise yürütme organının da
meclisi toplantıya çağırma yetkisi vardır.
C-Meclis hükümeti sistemlerinde, meclis ancak kendi
kendini feshedebilir.
Oysa parlamenter sistemlerde devlet başkanları da fesih
hakkına sahiptir.
d- Meclis hükümeti sisteminde meclis, sürekli olarak
çalışır.
-Buna, ‘’meclisin sürekliliği veya meclisin istimrarı’’ ilkesi
denir.
Oysa parlamenter sistemlerde meclis çalışması ‘’toplantı
dönemlerine ayrılabilir.
Keza parlamenter sistemlerde meclis tatil yapamaz.
Çünkü yürütme yetkisi meclise ait olduğuna ve yürütme
fonksiyonu da sürekli bir devlet fonksiyonu olduğuna
göre, bu fonksiyonun sahibinin de sürekli olarak görevde
kalması gerekir.
Meclis Hükümeti Sisteminin Yürütme Organına
İlişkin Özellikleri.
- Meclis hükümeti sistemlerinde yürütme yetkisinin
de bizzat meclise ait olduğunu söyledik.
- Yani Meclis bir yandan kanunları yapar; diğer
yandan kendi yaptığı kanunları kendi uygular.
Ancak, yüzlerce kişiden oluşmuş bir meclisin bu
haliyle yurutme yetkisini bizzat kullanması yani
kendi yaptıgı kanunları yine kendisinin uygulaması
pratikte mumkun degildir.
-İste bu nedenle, meclis hukumeti sisteminde de
meclis yurutme isi icin kendi icinden bir heyet, bir
komite seçer.
• Bu arada meclis hukumeti sisteminde yurutme
gorevi bir kişiye değil bir heyete verilir.
• heyetin uyelerinden her biri temel kamu hizmeti
bölümlerinin (bakanlıkların) yönetilmesi ile
görevlendirilir.
• Bu nedenle heyet üyeleri bakanlara benzetilebilir.
• Ancak bu üyelerin parlamenter sistemdeki
bakanlardan temel farklılıkları vardır.
• O nedenle doktrinde heyete «bakanlar kurulu» ya
da «hükümet» değil 1921 Anayasası dönemi
TBMM hükümeti terimlerinden esinlenerek «icra
heyeti»» üyelerine de «icra vekili» denir.
• MECLİS HÜKÜMETİ SİSTEMİNİN YÜRÜTMEYE
İLİŞKİN ÖZELLİKLERİ ŞUNLARDIR
• 1- Meclise Bağımlılık: MHS’nde icra heyetinin
meclisten ayrı, kendine özgü bir kimliği ve hareket
serbestisi yoktur.
• İcra heyeti tamamıyla meclisin emri, işareti ve
kontrolü altındadır.
• İcra heyeti meclisin bir «vekili», «komitesi», bir
«aracı» hatta «hizmetkarı» niteliğindedir.
• Buna ek olarak kendine özgü bir hükümet
programı veya bir siyasi programı da yoktur.
• Heyetin tek görevi, Meclis tarafınan alınan
kararları uygulamaktır.
• -bu sistemde, icra heyeti, meclisin belirlediği esaslar
dairesinde görev yapmak ve meclisin açıkladığı
iradeyi yerine getirmekle görevlidir.
• -meclis ne istiyorsa icra vekilleri heyeti onu yapmak
zorundadır.
• Açıkçası, icra vekilleri heyetinin karar alma yetkisi
yoktur..
• Onların görevi meclisin aldığı kararları
uygulamaktan ibarettir.
• Bunun da ötesinde icra vekilleri heyeti basit
hizmetkarlar olarak siyasal düşüncelerini açıklama
hakkından bile mahrumdurlar.
• 2-Bu sistemde bir devlet başkanı yoktur.
• MHS’nde bir devlet başkanı (kral, cumhurbaşkanı)
yoktur. Çünkü bütün yetkiler mecliste toplandığından
devlet başkanına ihtiyaç bulunmaz.
• Meclis dışında bir devlet başkanlığı olursa, bu kişi
zamanla, meclise rakip bir güç haline gelebilir.
• 3- Bir başbakanlık makamı yoktur.
• MHS’nde bir başbakanlık makamı da yoktur. Yürütme
görevi parçalar halinde bu işlevle görevlendirilen «icra
heyetine» verilmiştir.
• Bu «icra vekilleri heyetinin» bir başkanı da yoktur.
• Heyet, bir «başbakanın» ya da bir «icra vekilleri heyeti
başkanının» otoritesi altında değildir.
• 4- İcra vekilleri heyeti üyeleri arasında «kolektif
sorumluluk» ya da «bakanlık dayanışması» ilkesi
geçerli değildir.
• İVH parlamenter hükümet sistemlerindeki
bakanlar kurulu gibi bir kurul değildir; heyetin
üyeleri arasında kolektif sorumluluk ve bakanlık
dayanışması yoktur.
• Heyet üyeleri, atanma ve azil usulleri nedeniyle
birbirlerine güvenmezler; birbirleri ile dayanışma
içinde değil, yarış ve rekabet içindedirler.
• 5- İcra vekilleri heyetinin üyeleri, meclis içinden ve
meclis tarafından tek tek seçilir.
• Bu üyeler gerektiğinde gene Meclis tarafından
serbestçe görevden alınır.
• İcra heyetinin veya icra vekillerinin meclise karşı
yapabileceği bir şey yoktur.
• Meclise karşı «fesih» hakkına sahip değildirler.
• İcra vekillerinin «istifa etme» hakları bile yoktur.
• Parlamenter Hükümet Sisteminde bakanlar,
başbakanın önerisi ile devlet başkanı tarafından
atanırlar ve görevden alınırlar.
• 6- İcra vekilleri heyeti üyeleri meclise karşı bireysel
olarak sorumludurlar.
• Bu sorumluluk mutlaktır.
• Meclis hükümeti sisteminde yürütme ile
görevlendirilen kişi bir uşağın efendisine hesap
vermesi gibi meclise hesap verir.
7) Meclis hükümeti sistemlerinde, meclis icra
vekillerine kendi işlerini yürütme işini nasıl yapacakları
konusunda emir ve talimat verebilir.
Oysa parlamenter hükümet sisteminde, meclis
hükümete emir ve talimat vermez. Meclis, hükümeti
beğenmiyorsa, yapabileceği tek şey onu güvensizlik
oyuyla düşürmektir.
8) Meclis hükümeti sistemlerinde, icra vekillerinin
aldığı kararlar, meclis denetimine tabidir.
Meclis, icra vekillerinin kararlarını istediği zaman
değiştirebilir veya iptal edebilir ve hatta onların yerine
geçerek gereken işlemi tesis edebilir.
• 9) İcra heyetinin meclis karşısında
kullanabileceği hiçbir hukuki silah, hiçbir araç
yoktur.
• Meclis, icra heyeti üzerinde mutlak bir
egemenliğe sahiptir.
• İcra heyeti, meclisi feshetme, toplantısına
engel olma, çalışma süresini uzatıp kısaltma
gibi etkileme araçlarına sahip değildir.
• Meclis Hükümeti Sisteminde Yargının Durumu• Meclis hükümeti sisteminde genellikle yargının
durumuna değinilmez. Çünkü bütün sistemlerde
yargının bağımsız olduğu varsayılır.
• Aslında meclis hükümeti sistemi teorisinde yargı
kuvveti de meclise tabidir.
• Bu sistemde tek egemenlik olduğuna ve egemenlik de
bölünmez bir şekilde tek meclis tarafından temsil
edildiğine göre, yargı da teorik olarak meclise tabidir.
• Örneğin, Türkiye’de Birinci TBMM dönemi meclis
hükümeti sisteminde yargının da büyük ölçüde
Meclise tabi olduğu söylenebilir.
• Zira bu sistemde üyeleri Meclis tarafından kendi
üyeleri arasından seçilen İstiklal Mahkemeleri
kurulmuştur.
• Diğer yandan diktatörlüğe dönüşmüş bir meclis
hükümeti sisteminde yargı kuvvetinin pratikte icra
heyetine tabi olma ihtimali de vardır.
• Meclis Hükümeti Sisteminde Pratikte Yürütmenin Üstünlüğü• Yukarıda görüldüğü gibi, meclis hükümeti sistemlerinde, meclis
(yasama), icra vekilleri heyetinden (yürütmeden) tartışılmaz bir
şekilde her bakımından üstündür.
• İcra vekillerinin atanması ve azli meclise aittir.
• Meclis icra vekillerine emir ve talimat verebilir.
• Meclis icra vekillerinin işlemlerini değiştirebilir veya iptal edebilir.
• İcra vekillerinin meclise karşı kullanabileceği bir silah yoktur.
• Bununla birlikte, meclis hükümeti sisteminde
yasamanın yürütmeye üstünlüğü teoride kalır. –
• Pratikte bunun tersi görülür. Yürütmeye
görevlendirilen kişiler (icra heyeti), kısa zaman
içinde, güçlenirler ve meclis karşısında ‘’fiili
üstünlük’’ kurarlar.
• Kalabalık meclislerde ‘’oligarşinin demir
kanunu’’nu doğrular nitelikte bir grup şu ya da bu
şekilde iktidarı ele geçirmektedir.
• Meclis hükümeti sistemi uygulamada diktatörlüğe
dönüşür. Gerçekten de meclis hükümetinin
uygulandığı
sistemlerde
diktatörlükler
görülmüştür.
• Örneğin 1792-1795 yıllarda arasında Fransa’da
uygulanan konvansiyonel sistemler meclise, kamu
selameti komitesi hakim olmuş ve terör estirmiştir.
• 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu döneminde
Türkiye’de uygulanan Meclis hükümeti sisteminde
de, icra vekilleri heyetinin BMM karşısında kısa
bir süre için üstünlüğü de geçirildi söylenir.
• Örnekler Fransa 1792-1795, Türkiye 1920-1923
• İsviçre dışında meclis hükümet sistemi olağan üstü
ve krizli dönemlerde uygulanmıştır.
• Fransa: 1792-1795 döneminde yasama, yürütme
ve hatta yargı kuvvetleri (Konvansiyon) ismi verilen
bir meclisi elinde toplanmıştır.
• Teorik olarak bu mecliste toplanan bütün yetkiler
de uygulamada «Milli selamet Komitesi»
tarafından kullanılmıştır.
• Komite ilk olarak meclisteki ve dışarıdaki
muhalifleri giyotinle idam etmiştir.
• Ardından kendi içindeki muhalifleri yok etmiştir.
• İkinci örnek Türkiye’deki Birinci Meclis Dönemi
1921 Teşkilat Esasiye dönemi yasama ve yürütme
kuvveti TBMM de toplanmıştır.
• 1921 Teşkilat-ı Esasiye kanununun 2. maddesinde
açıkça kuvvetler birliği ilkesi ifade edilmekte, 3.
maddesinde de benzer bir ifadeye yer
vermektedir.
• Meclis Hükümeti Benzeri Bir Sistem: İsviçre Örneği
• Bazı yazarlar İsviçre hükümet sisteminin meclis
hükümet sisteminin olduğunu belirseler de konu
tartışmalıdır.
• İsviçre sisteminin meclis hükümet sistemine
benzeyen çok yönü vardır. Örneğin yürütme görevi
7 üyeden oluşan federal konsey tarafından yerine
getirilir. Federal konsey üyeleri tek tek federal
meclis tarafından doğrudan seçilir.
• Federal konsey içinde dayanışma ilkesi geçerli değildir.
Üyeler çoğu zaman birbirine karşı tavır takınırlar. Konsey
üyeleri her zaman değişik partilerdendir.
• Federal Konsey üyelerinden birisi, federal Meclis
tarafından 1 yıllığına Konsey Başkanlığına seçilir.
• Konsey başkanı, devlet başkanı olarak devleti temsil eder,
ancak bir başbakan değildir.
• Konsey kendisine ait bir programı değil meclislerin
belirlediği programı uygulamakla görevlidir.
• Konsey parlamento karşısında kolektif sorumluluğa sahip
değildir.
• İsviçre’de güven oyu, gensoru gibi kurumlar yoktur.
• Federal konseyin meclisi feshetme hakkı da yoktur.
• Bu sistemin yürütme organı olan federal konsey yasama
organı taraftan görevden alınamaz.
• O nedenle İsviçre de yürütme organın yasama organına
bağımlı olduğunu, yanı meclis hükümeti siteminin var
olduğunu söylemek güçtür.
• SSCB: SSCB’nin hükümet sisteminin de MHS olarak
görenler vardır.
• Bu sistemde 1977 Anayasasına göre, tüm yetkiler
Yüksek Sovyet denilen yasama organında toplanmıştır.
• Ancak bu göstermeliktir. Çünkü gerçek iktidar «yüksek
sovyet»te değil, Komünist partinin elindeydi.
• Demokratik olmayan ülkelerde anayasalar
«göstermeliktir».o nedenle bu ülkelerde
anayasalara bakılarak sistem analizi yapmamak
gerekir.
• Bu ülkelerde iktidarın anayasalar tarafından kime
verildiğine değil, fiilen kimin elinde bulunduğuna
ve sistemin nasıl işlediğine bakmak gerekir.
• Bu nedenle SSCB’de bir MHS’nden değil, Komünist
parti diktatörlüğünden bahsetmek daha doğru
olacaktır.
•
•
•
•
• KUVVETLER AYRILIĞI SİSTEMİ
Kuvvetler ayrılığı sistemi yasama ve yürütme
kuvvetlerinin ayrı ayrı organlara verildiği hükümet
sistemidir.
Kuvvetler ayrılı sistemi kendi içinde ayrılığın
derecesine göre sert kuvvetler ayrılığı sistemi,
yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemi olmak üzere
ikiye ayrılır.
Sert kuvvetler ayrılığı sistemi başkanlık sistemi
Yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemi ise parlamenter
sistemi olarak adlandırılabilir.
• A) Sert kuvvetler ayrılığı: Başkanlık sistemi
• SKAS yasama ve yürütme kuvveti birbirinden mutlak
bir şekilde ayrılmış iki organa verilmiştir.
• Bu organlar birbirinden gerek kaynak bakımından
gerek varlıklarını sürdürme bakımından bağımsızdır.
• Yani, yasama ve yürütme organı ayrı ayrı seçilir ve
seçildikten sonra da birbirlerinin varlıklarına son
veremezler.
• Bu organların anayasal sistemi içinde güçleri de
birbirine eşit ve dengelidir.
• SKASne başkanlık sistemi denir. Buna ek olarak
başkanlık rejimi, başkanlık demokrasisi, başkanlık
hükümeti veya prezidansiyalizm de denir (ABD).
• B- Yumuşak Kuvvetler Ayrılığı Sistemi:
• Bu sistemde ise, yasama ve yürütme kuvvetleri
kural olarak iki ayrı organa verilmişse de, bu
organlar birbirinden tam olarak ayrı değildir; bazı
bakımlardan iç içe geçmiştir.
• Bu sistemde, yasama ve yürütme organları
arasında karşılıklı işbirliği vardır.
• Keza bu organlar karşılıklı olarak birbirinin
hukuksal varlıklarına son verme imkanına da
sahiptirler.
• İKİ SİSTEMİN BİRBİRİNDEN FARKLARI
A- Asli farklar
• 1- Yürütme Organının Yapısı: başkanlık sistemi ile
Parlamenter Sistem arasındaki birinci asli fark;
• Başkanlık S.’nde yürütme tek kişiden oluşur ve bu
kişiye başkan denir.
• Prlm Sis.’de yürütme iki-başlıdır. Bir yanda devlet
başkanı (kral/C.başkanı) diğer yanda da hükümet
bulunur. Kabinenin en önemli unsuru
Başbakandır.
• 2- Yürütme Organının Kaynağı (göreve Gelişi):
• Başkanlık s.’nde Başkan doğrudan halk tarafından
seçilir.
• Prlm. Sis.’de hükümet yani Başbakan ve kabinesi
yasama tarafından seçilir.
• Bu seçim konusunda değişik yöntemler vardır.
Almanya, İrlanda ve Japonya’da başbakan
doğrudan yasama tarafından seçilir.
• Bazı ülkelerde de devlet başkanı (kral/C.başkanı)
parlamentodan güvenoyu alabilecek kişiyi örneğin
çoğunluk partisi liderini başbakan olarak atar.
• Bu kişi diğer bakanları belirler, bu kişiler de devlet
başkanı tarafından bakan olarak atanır.
• Bu şekilde kurulmuş olan kabine yasama
organından güvenoyu ister.
• Bu nedenle parlamenter hükümet sisteminde her
halükarda kabinenin nihai tahlilde, yasama organı
tarafından belirlendiğini söyleyebiliriz.
• 3- Yürütme Organının Yasama Organına Karşı
Sorumluluğu:
• Başkanlık sisteminde yürütmenin başı olan başkan
yasama organının güvenine dayanmaz; onun
karşısında siyasal bir sorumluluğu yoktur, bu
nedenle yasama organı güvensizlik oyuyla başkanı
görevden alamaz.
• Parlamenter sistemde hükümet, yani başbakan ve
kabinesi, yasama organının güvenoyuna dayanır
yani onun karşısında sorumludur, dolayısıyla
yasam organı hükümeti güvensizlik oyuyla
görevden alabilir.
• B-Tali farklar
• 1-Yürütme Organının Yasama Organını Fesih Hakkı
• Başkanlık sisteminde nasıl yasama organı başkanı
güvensizlik oyuyla görevden alamaz ise, başkan da
yasama organını feshedemez.
• Parlamenter sistemde ise nasıl yasama organı
hükümeti güvensizlik oyuyla görevden
alabiliyorsa, bunun paraleli olarak yürütme organı
da yasama organını feshedebilir.
• 2-Aynı Kişinin hem Yürütmede Hem de Yasamada
Görev alması:
• Başkanlık sisteminde aynı kişi hem yasama hem de
yürütme organında görev yapamaz.Yani Başkanlık
sisteminde başkan ve onun görevlendirdiği
bakanlar (sekreterler)aynı zamanda parlamento
üyesi olmazlar.
• Parlamenter sistemde hükümet üyeleri (başbakan
ve bakanlar) aynı zamanda yasam organınınüyesi
olabilirler.
• Yani başbakan ve bakanlar aynı zamanda genellikle
milletvekilidirler. (teorik olarak böyle olması
zorunlu değilidir.)
• 3- Yürütme Organının Yasam çalışmalarına
Katılması:
• Başkanlık sisteminde yürütme organı, yasama
çalışmalarına katılmazlar. Yani kanun teklif
edemezler, kanunların görüşmesine katılamazlar.
• Parlamenter sistemde, hükümet yasama
çalışmalarına katılır, kanun tasarısı sunabilir ve
hükümet üyeleri kanunların görüşmesine
katılabilirler.
• Sayılan bu farklar asli değil tali nitelikte farklardır.
• Bu nedenle bir hükümet sisteminin başkanlık
sistemi mi yoksa parlamenter sistem mi
olduğunun belirlenmesi bu tali farklara göre değil,
asli farklara göre yapılır.
• BAŞKANLIK SİSTEMİ
• Başkanlık sisteminin özellikleri:
• 1) Aslı özellikler:
• Arent Lijphart, başkanlık sisteminin temel özelliği
olarak iki özellik vermektedir; 1- Başkan halk
tarafından seçilir. 2- Başkan yasamanın güvenine
dayanmaz.
• Nur Uluşahin ise, başkanlık sisteminin 3 özelliğine
vurgu yapmaktadır; 1-Başkan doğruda halk
tarafından seçilir; 2- Belli bir dönem için seçilen
yürütmenin yasamanın güvenine dayanmaması; 3Yürütmenin tek kişiden oluşması.
• Uluşahin’in bu tanımını takip ederek özellikleri şu
şekilde açıklayabiliriz.
• a) Yürütme organı tek kişiliktir: Phs’de yürütme
organı bölünmüş yapılıdır.
• Bir yandan sorumsuz devlet başkanı (kral yada
cumhurbaşkanı) diğer yandan ise sorumlu olan
kabine vardır.
• Yanı, PHS’de yürütme organı 2 başlıdır.
• Kabine başbakan ve bakanlardan oluşan kolektif
bir organdır.
• Oysa başkanlık sisteminde yürütme organı
«başkandır».
• Yani başkanlık sisteminde yürütmede tek başlılık
vardır.
• Başkan dışında sembolik bir devlet başkanlığı makamı
yoktur. Başkan aynı zamanda devlet başkanıdır.
• Diğer yandan BS’de PS’de görülen türde bir kabine
yanı kolektif bir yürütme organı yoktur.
• Bütün yürütme yetkisinin sahibi tek başına başkandır.
• Yürütme birimlerinin (bakanlıkların) başı durumunda
olan kişiler PS’deki bakanlar gibi değildirler; bunlar
başkanın «yardımcısı» konumundadırlar.
• Bu kişilere bakan değil, sekreter denir ve bunlar
Başkanın emir ve talimatları dışına çıkmazlar.
• Sekreterleri başkan atar ve görevden alır. Sekreterler
yasama organına karşı değil, başkana karşı
sorumludurlar.
• Başkanlık sisteminde başkan, hem devlet başkanı hem
de hükümet başkanıdır.
• Başkanlık sisteminde , Başkan ve sekreterler bir araya
gelip toplanabilir ve yürütme işlerini görüşebilirler.
• Hatta ABD’de olduğu gibi başkan ve sekreterlerin
toplanmasına «kabine» ismi de verilebilir.Ancak bu
kabine PHS’ndekinden farklıdır.
• Ancak bu durum Parlamenter S.deki kabine
toplantısından farklıdır. Bu kabinede dayanışma
ilkesinin geçerli olduğu kolektif bir karar organı
değildir.
• Başkanlık sistemindeki «kabinenin» genel siyaseti
belirleme yetkisi yoktur. İstişari nitelikte bir kabinedir.
• Başkan sekreterlere görüş sorabilir ancak bu görüşler
Başkanı bağlamaz. Nihai kararı Başkan verir.
• ABD tarihinde bunun tipik bir örneği vardır;Abraham
L.( 1861-1865)kabineye bir öneri getirir. Bu öneriye
kendisi dışında herkes karşı çıkar.
• Sonuçta Lincoln, «7 hayır, 1 evet; evetler kazandı»
diyerek toplantıyı bitirmiştir.
• b) Başkan halk tarafından seçilir: BS’de yürütmenin
başı doğrudan doğruya ya da ona benzer şekilde belli
bir süre için halk tarafından seçilir. (ABD’de başkan iki
dereceli bir sistemle seçilir ama pratikte Başkanın halk
tarafından seçildiği kabul edilir)
• Başkan varlığını yasama organının iradesine borçlu
değildir.
• Yasama ve yürütme organları meşruluklarını ayrı
ayrı halktan alır. Her ikisi de halkın oyuna dayanır.
• Bu nedenle biri diğerine göre daha meşru değildir.
• Bu nedenle başkanlık sisteminde yasama ve
yürütme arasındaki ayrılık daha bu kuvvetlerin
kaynağında başlamaktadır.
• Başkanın doğrudan halk tarafından seçilmesi ona
prestij ve daha da önemlisi bir otorite verir.
• c- Başkan, Yasamanın güvenine dayanmaz:
• Başkanlık sisteminde, yürütmenin başı, yani
başkan, halk tarafından belli bir süre için
seçildikten sonra görev süresi boyunca görevde
kalır.
• Bu süre boyunca görevde kalması, yasama organının
güvenine dayanmaz.
• Başkan normal süresi içinde yasama organı
tarafından bir güvensizlik oyuyla görevden
alınamaz.(ABD’deki «impeachment» bunun
istisnasıdır)
• Dolayısıyla başkan yasama organına karşı değil,
sadece kendisini seçen halka karşı sorumludur.
• 2- Tali özellikler:
• Asli özellikler başkanlık sisteminin minimum
sayıdaki, olmazsa olmaz özellikleridir.
• Asli özelliklerin üçünü de aynı anda taşıyan bir
hükümet sistemi Başkanlık sistemidir.
• Bu özellikleri taşıyan ve bu nedenle Başkanlık
sistemi olan sistemlerin gösterdiği başka özellikler
de vardır.
• Bunlar başkanlık sisteminin tali özellikleri ya da ek
özellikleridir.
• .
• Hemen belirtelim ki, bu tali özellikler, başkanlık
sisteminin sine qua non (olmazsa olmaz) şartları
değildir.
• Yani yukarıdaki üç asli özelliği taşıyan bir hükümet
sistemi, aşağıdaki tali özelliklerden birisini
taşımıyorsa, sırf bu nedenle, başkalık sistemi
olmaktan çıkmaz
a) Başkan Yasama Organını Feshedemez
• -Başkanlık sisteminde yasama organı nasıl başkanı
güvensizlik oyuyla düşüremiyorsa, buna paralel olarak,
başkan da yasama organını feshedemez.
• Bu sistemde yasama ve yürütme organları birbirlerinin
varlıklarına son veremezler.
• Bu bir kuvvetler ayrılığı sistemi olan başkanlık
sisteminde yasama ve yürütme kuvvetlerinin
birbirinden bağımsız olmasının mantıksal sonucudur.
• Ancak BS’nde başkana fesih yetkisinin tanınmış
olması, sistemin mantığından bir sapmadır; ama sırf
bu nedenle başkanlık sistemi bir başka sisteme
dönüşmez.
• b) Aynı Kişi Hem Yürütmede, Hem Yasamada Görev
Alamaz
• Başkanlık sisteminde aynı kişi, aynı anda hem
yasama, hem de yürütme organında yer almaz.
• Bu kural, yasama ve yürütmenin birbirinden
ayrılığının mantıksal sonucudur.
• Bundan şu sonuçlar çıkar. Bir kere, başkan ve
sekreterleri yasama organı üyesi olamazlar.
Örneğin ABD’de Başkan seçilen kişi Kongre
üyesiyle, bu görevinden çekilmek zorundadır.
• Keza Başkan, sekreterlerini Kongre üyelerinin
dışından seçmelidir. Buna paralel olarak, yasama
organı üyeleri de yürütme organında yer almazlar,
idari nitelikte görevler kabul edemezler; memur
olamazlar.
• c) Başkan, Yasama Organın Çalışmasına Katılamaz.
• Yasama ve yürütme arasındaki mutlak ayrılık, yürütme
organının yasama organının çalışmalarına müdahale
edememesini gerektirir.
• Bu nedenle Başkanlık sisteminde başkan ve
sekreterler yasama organının çalışmasına katılamaz.
Bu şu anlamlara gelir: (aa) başkan ve sekreterler,
yasama organının toplantılarına katılıp görüş
bildiremezler. Başkanlık sistemlerinde meclislerde
yürütmenin temsilcileri yoktur. (bb) Başkanın kanun
teklif etme yetkisi yoktur.
• (cc) Başkanın yasama organının toplanmasının
engelleme hakkı, toplanmış meclisin toplantılarını
kapatma, meclisi tatile sokma yetkisi yoktur. Meclis
kendiliğinden toplanma ve dilediği kadar çalışma
hakkına sahiptir.
• Ancak başkanın yasama faaliyetine katılamaması
özelliği mutlak nitelikte değildir; bu özelliğin birçok
istisnası vardır.
•
•
•
•
•
•
• AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ
ABD’nin hükümet sistemi tipik bir başkanlık
sistemidir.
Başkanlık sisteminin ilk defa kurulduğu yer de
ABD’dir.
YASAMA: ABD’de yasama yetkisi Kongre’ye aittir.
Kongre, « Temsilciler Meclisi» ve «Senato»dan
oluşur.
Temsilciler meclisi, federal devletin halkını temsil
eder.
Senato da ise Federe devletler, eşitlik esasına göre,
temsil edilir.
• Kanun teklif etme hakkı, Temsilciler meclisi ve
Senato üyelerine tanınmıştır.
• Başkanın ve sekreterlerin kanun teklif etme hakkı
yoktur.
• YÜRÜTME: ABD’de yürütme organı tek kişidenBaşkan- oluşur.
• Bir de Başkan yardımcısı vardır, ancak bu
yardımcının yürütmede resmi bir görevi yoktur.
• Başkan ölür ya da istifa ederse yerine Başkan
yardımcısı geçer.
• Başkan yrd. Sembolik olarak Senato’nun da
Başkanıdır.
• Yürütme bütünüyle Başkan’dadır. Başkan kendisine
yardımcı olmak üzere 15 adet sekreter atar.
• Bu atamalar senatonun onayına tabidir.
• Bu sekreterler «department» denilen federal
birimlerin (bir tür bakanlıkların) başında bulunurlar.
• Bunlar Başkan tarafından istenildiğinde görevden
alınır. Sekereterler Başkanın emir ve talimatlarına göre
hareket ederler.
• ABD’de başkan 4 yıllığına halk tarafından seçilir. Seçim
iki derecelidir.
• Ancak ikinci seçmenler «emredici vekalet» esasına
göre hareket ettiklerinden birinci seçmenlerin iradesi
belirleyicidir.
• Başkan en çok iki dönem seçilebilir. Başkan yrd. Da
başkan ile birlikte seçilir.
• Başkan kongre tarafından görevden alınamaz.
• Başkan halk tarafından seçildiği için prestij ve
otorite sahibidir.
• ABD’de Başkan kongrenin güvenine dayanmaz.
Normal görev süresi dolmadan güvensizlik oyuyla
Kongre tarafından düşürülemez.
• Başkan da Kongreyi feshedemez.
• ABD’de aynı kişi hem başkan kongre üyesi olamaz.
Başkan seçilen kişi Kongre üyesi ise, bu görevinden
istifa etmek zorundadır.
• Devlet sekreterleri de Kongre üyesi olmaz.
• Başkan yasama organının toplantılarına katılamaz,
kanun teklif edemez.
• Başkan en çok iki dönem seçilebilir. Başkan yrd.
Da başkan ile birlikte seçilir.
• YARGI: ABD’de yargı kuvveti de yasama ve yürütme
kuvvetlerinden ayrılmıştır.
• Bu ülkede federal yargı, 94 adet İlk derece Bölge
Mahkemeleri, 13 adet temyiz mahkemeleri ve 1
federal yüksek mahkemeden oluşur.
• Yüksek mahkeme, biri başkan toplam 9 yargıçtan
oluşur.
• Bunlar federal başkan tarafından Senatonun onayı
ile atanırlar ve ömür boyu görevde kalırlar.
3- başkanlık Sisteminde yasama ve Yürütme
arasında karşılıklı etkileşim araçları
•Belirtildiği gibi Başkanlık sistemi bir “sert”
kuvvetler ayrılığı sistemidir.
• Bu sistemde yasama ve yürütme kuvvetleri
birbirinden her bakımdan bağımsız iki ayrı organa
verilmiştir.
• Yine hatırlanacağı gibi bu sistemde her iki
kuvvet de ayrı ayrı seçilmekte ve seçildikten
sonra birbirlerinin varlıklarına son
verememektedirler.
• Buna ek olarak bu kuvvetlerin faaliyetlerinde
birbirlerine müdahale etme olanağı da yoktur.
Bu özellikleri nedeniyle başkanlık sisteminin
işlerlik kazanabilmesi ancak her iki kuvvetin uyum
ve karşılıklı işbirliği halinde mümkündür.
•İşte bu nedenle başkanlık sisteminde yasama ve
yürütme kuvveti arasında karşılıklı bazı etkileşim
araçları vardır.
•ABD örneğinde bu etkileşim araçları şu şekilde
açıklanabilir.
a- Atamalar: Bu sistemde atamalar Başkanın
elindedir.
Bununla birlikte bazı atamalar Senatonun
onayına tabidir.
Bu nedenle, Başkan bu tip atamalarda Senatonun
eğilimini göz önünde bulundurmak ve Senato ile
uzlaşmak zorundadır.
Örn. Federal devlet memurlarını atama yetkisi
Başkana aittir ancak bu atamalarda Senato’nun
onayı gerekir.
-Senato’nun benimsemediği bir Federal memurun
ataması onaylanmaz.
b- Milletler arası Antlaşmaların Onaylanması:
ABD’de dış ilişkileri yürütmek, milletlerarası
antlaşmalar yapmak yetkisi Başkana aittir.
-Ancak bu antlaşmaların geçerliliği Senato
tarafından
2/3
çoğunlukla
onaylanmasına
bağlıdır.
-Bu nedenle Başkan herhangi bir antlaşmayı
imzalamadan önce Senato’nun bu konudaki
eğilimini ve düşüncesini dikkate almalıdır.
c- Meclis Araştırması: Kongre, yürütme alanına
giren faaliyetlerde bir araştırma yapabilir.
-Araştırma olumsuz bir sonuç ortaya çıkarsa bile
Senato Başkanı görevden alamaz.
-Kongre
araştırma
yetkisini
“araştırma
Komisyonları” eliyle kullanır.
d-Impeachment
(suçlama):
Impeachment,
başkanın cezai sorumluluğuna yol açabilecek bir
yasama meclisi soruşturmasıdır.
*Suçlandırma yetkisi Temsilciler Meclisine aittir.
*Suçlanan başkanı yargılama yetkisi ise
Senato’ya aittir.
-Senato’ya Yüksek Mahkeme Başkanı başkanlık eder ve
mahkumiyet kararı ancak hazır bulunan üyelerin 2/3 oyu
ile alınabilir.
-Mahkumiyet kararı verilmesi halinde Başkan görevden
alınmış olur.
-Impeachment, siyasi değil, cezai nitelikte bir
uygulamadır.
--Bu yolda başkanın siyasi sorumluluğu değil, cezai
sorumluluğu esastır.
-Yani impeachment yöntemi ile suç işlememiş bir
Başkan’ın siyasi sorumluluğuna gidilemez.
-Siyasi nedenlerle bu yola başvurulamaz.
-İmpeachment örnekleri Johnson(1868)/NixonWatergate(1975)/Clinton- Monica skandalı(1998) s.578
e- Bütçe: Yürütmenin harcama yapabilmesi için bütçeye
ihtiyacı vardır.
-Kongre, Başkan’ın bütçesini onaylamayabilir ya da
kısıtlama yapabilir.
-Bu nedenle Başkan, Kongre ile iyi ilişkiler kurmak
zorundadır.
f- Veto: Kongrenin söz konusu önemli yetkilerine karşılık,
Başkan’ın da kongreye karşı kullanabileceği önemli bir
yetkisi vardır; Veto.
-Başkan Kongrenin kabul ettiği kanunları veto edebilir.
-Başkan tarafından veto edilen yasanın tekrar kabul
edilebilmesi için temsilciler meclisinin ve Senato’nun her
birinin 2/3 çoğunluk ile kabul etmeleri gerekir.
Veto edilen Yasa bu çoğunluklarla tekrar kabul
edilmişse Başkan artık yasayı yayınlamak
zorundadır.
-Ancak genellikle Kongre’de bu çoğunluğun elde
edilmesi oldukça zordur.
-O nedenle Başkana istemediği kanunları
engelleme yetkisi verilmiştir.
-Dolayısıyla Kongre’nin de Başkanla uzlaşması
gerekir.
-Aksi taktirde yapılan yasaların yürürlüğe girmesi
oldukça zorlaşır.
f- Mesaj: Başkan’ın kanun teklif etme yetkisi olmasa da,
Kongre’ye “mesaj gönderme” hakkı vardır.
-Bu mesajlardan en önemlisi Anayasanın 2 md.sinin 3.
bölümündeki “birliğin durumu” na ilişkin mesajdır.
-Başkan bu mesajı her dönemin başında Ocak ayında
Senato ve Temsilciler Meclisinin birleşik toplantısında
okur.
-Başkan bu mesajlarında, Kongreye istediği belli
kanunların çıkarılmasını telkin edebilir.
-Bu karşılıklı yetkilerin amacı, organların bağımsızlığı
değil, birbirleri ile işbirliği yapmalarını, uyum içinde
çalışmalarını sağlamaktır.
-Bu nedenle ABD’deki başkanlık sistemine “frenler ve
dengeler” sistemi denmektedir.
DEĞERLENDİRME
-Başkanlık sisteminin Parlamenter sisteme
üstünlükleri
1- başkanlık sistemi istikrarlı bir yönetime yol
açar. Çünkü Başkan belli bir süre için seçildiği ve
bu süre içinde güvensizlik oyuyla görevden
alınamadığı için hükümet krizinin ortaya çıkması
oldukça zordur.Ayrıca bu sistemde koalisyon
hükümetleri de ortaya çıkmaz.
2- başkanlık sistemi güçlü bir yönetim yaratır: Tek
kişinin yönetimi daha güçlü bir yönetim şekli
ortaya çıkarır. Bu görüş 3 argümanla desteklenir;.
• A- devletin tek kişi tarafından yönetilmesi,
yürütmenin enerjik olmasını sağlar. Enerjik yürütme
tek kişi yönetimi ile mümkün olabilir.
• 2 veya daha fazla kişinin ortak bir amaç etrafında
hareket etmesi er ya da geçgörüş ayrılıklarına
neden olur.
• B-başkanın doğrudan doğruya halk tarafından
seçilmesi başkan’ın meşruluğunu güçlendirir,
başkan psikolojik olarak kendisini daha güçlü
konumda hisseder.
• C- başkan’ın belli süre görevden alınmadan
görevde olması, daha cesur politikalar uygulamasını
sağlar. 4 ya da 5 yıl görevde kalacağını bilen
başkan politikalarını korkusuzca uygulayabilir.
3- Başkanlık sistemi daha demokratik bir yönetim
yaratır.
A- buna göre ilk olarak başkanın Doğrudan halk
tarafından seçilmesi daha demokratik bir
durumdur. Yürütmenin doğrudan halk tarafından
seçilmesi,yasama tarafından belirlenmesine göre
daha demokratiktir.
B-Hesap sorulabilirlik bakımından Parlamenter
sisteme göre daha net bir durum ortaya çıkarır.
Ülkeyi tek kişi yönettiğine göre, sorunun ve bu
sorunun sorumlusunu tespit etmek son derece
kolaydır. Sorumlu her durumda Başkandır,
parlamenter sistemde olduğu gibi sorumluluğu
başkasının üzerine atma imkanı yoktur.
• Başkanlık sisteminde iki seçim dönemi arasında
hükümet değişmeyeceğine göre, o dönemdeki
sorumluluk sahibi açıkça teşhis edilebilecekve bu
sorumluluğun hesabı bir sonraki seçimlerde
sorulabilecektir.
• Bu nedenle başkanlık sisteminde hesap
sorulabilirlik oranı yüksektir.
C-Başkanlık sisteminde, öngörülebilirlik vardır.
Seçmenler oy verirken, seçim sonunda kazanan
kişinin ülkeyi yöneteceğini bilirler.
-Bu sayede seçmenler geleceğe yönelik tercih
yapabilirler. başkanlık sisteminde PHS’ne göre
önceden biline bilirlik oranı daha yüksektir.
-Parlamenter sistemde bir partinin temsilcileri için oy
kullanan seçmen partinin başbakan olarak kimi
destekleyeceğini bilemezler.
Dahası, bir partinin tek başına çoğumluğu tek başına
elde edememesi durumunda koalisyonu hangi
partilerin oluşturacağı da bilinmez.
-Bu nedenle Parlamenter sistemdeki koalisyon
hükümetleri bu belirsizliği arttırır.
BAŞKANLIK SİSTEMİNİN ZAYIF YÖNLERİ
A-Rejim Krizine neden olabilir: Başkanlık
sisteminde fesih ve güvensizlik oyu gibi
yöntemlerle yasama ve yürütme organları
birbirlerinin varlıklarına son veremedikleri için bu
sistemde eğer bir kriz ortaya çıkarsa, bu krizin
sistem içinde yeniden seçime gidilerek çözülme
imkanı yoktur.
-Bu durumda kriz derinleşerek demokratik
olmayan yollarla-askeri darbe gibi- çözülmesi
ihtimali yüksektir.
B- Başkanlık sistemi katıdır:
PHS’nde güvensizlik oyu ve fesih araçları
tıkanıklıkları giderebilir.Oysa BS’de seçimden sonra
siyasal süreç adeta donar.
-Başkanlık sisteminde başkan da parlamento da belli
süreyle iş başındadır. İşte bu kesin görev süresinin
neden olduğu soruna «katılık sorunu» denir.
-Seçilmiş Başkan zaman içinde halkın desteğini
yitirse bile görevinden alınamaz.
Halk parlamentoya başkana muhalif bir çoğunluk
gönderecek olursa sistem kilitlenir.
-Uzlaşmaz bir parlamentoya karşı Başkanın da
yapabileceği bir şey yoktur.
• BS’nde, başkanın tekrar veya 2’den fazla
seçilmemesi gibi sınırlamalar vardır. Bu da başarılı
bir hükümetin sona ermesine yol açar.
• Öte yandan yasama meclisleri bakımından da
katılık vardır. Uzlaşmaz bir meclisin görev süresini
sona erdirmek de mümkün değildir.
C-Başkanlık sistemi çift meşruluk sorununa yol
açar: Bu sistemde hem yasama organı hem
yürütme organı halk tarafından seçildiği için her
iki organın da ayrı ayrı meşruluk iddiasına yol
açabilir.
-özellikle başkanın ve Yasama organı
çoğunluğunun farklı partilerden olması halinde
her iki organda halk desteğini ve dolayısıyla buna
dayalı meşruluk iddialarını öne sürebilirler ve
işbirliği yapmayı ve uzlaşmayı reddedebilirler.
-Bu durumda sistem kilitlenir.
D- Başkanlık sistemi siyasal kutuplaşmaya yol açabilir:
başkanlık sisteminde kazanan herşeyi kazanmakta,
kaybeden de herşeyi kaybetmektedir.
-Bu nedenle bu sistemde demokratik süreç “ya hep ya
hiç” oyununa benzetilebilir.
-Bu nedenle başkanlık sistemi toplumdaki siyasi
kutuplaşmayı arttıracak niteliktedir.
-Bu sistemde başkanlık seçiminde kaybedenler, siyasal
sistemin bütünüyle dışına itilirler.
-Bu sistemde kazananların, kaybedenlerle ilişki kurma
ihtiyacı yoktur.
-Buna karşılık kaybedenlerin de kazananla uzlaşmak
zorunluluğu yoktur. Bu durum, siyasal kutuplaşmayı
derinleştirir.
E- Başkanlık sistemi iktidarın kişiselleşmesine
neden olabilir:
Çünkü bu sistemde yürütme tek kişiden oluşur.
Bu sistemde başkan hem hükümet hem de devlet
başkanı statüsündedir.
-
Halk tarafından seçilen ve görev süresi
dolmadan görevden alınamayan bu tip bir
başkan, devleti, hükümeti ve bütün halkı temsil
ettiği yanılsamasına kapılarak iktidarını
kişiselleştirme yoluna gidebilir.
Başkanın özel Başkanlık sarayına sahip olması
gibi unsurlar da göz önüne alındığında Başkanın
süreç içinde kendisini Kral ya da imparator gibi
hissetmesi ihtimal dahilindedir.
Değerlendirme
-Başkanlık sistemi hakkında kesin bir şekilde “iyi”
ya da “kötü” bir sistemdir önermesinde
bulunulamaz.
-Bu sistemin diğer sistemler gibi avantajlı ve
dezavantajlı yönleri vardır.
-Bu yönlerden hangisinin ön plana çıkacağı, bu
sistemi uygulayan her ülkenin siyasi kültürüne,
siyasi kurumlarının yapısına ve birikimine bağlıdır.
-Bir ülkede iyi sonuçlar veren bu sistem başka bir
ülkede kötü sonuçlara neden olabilir.
Örn. ABD ve Latin Amerika ülkeleri
-YARI BAŞKANLIK SİSTEMİ
•TANIM: C.başkanının halk tarafından seçildiği bir
parlamenter sisteme yarı başkanlık sistemi denir.
•Gözler’e göre bu sisteme “yarı parlamenter
sistem” demek daha mantıklıdır.
•Ancak her nedense yarı-başkanlık sistemi
denmiştir.
•Parlamenter sistemi henüz anlatmadığımız için
burada Yarı-başkanlık sistemi, başkanlık
sisteminin özellikleri üzerinden anlatılacaktır.
• ÖZELLİKLERİ
• İki Başlı Yürütme:
• Başkanlık sisteminde tek başlı bir yürütme varken,
yarı başkanlıkta iki başlı bir yürütme organı
bulunmaktadır.
• -Yürütmenin bir kanadında C.başkanı diğer
kanadında da hükümet vardır.
• Bu bakımdan parlamenter sisteme benzer.
•Seçim usulü: başkanlık sisteminde yürütmenin
başı olan başkan doğrudan halk tarafından belli
bir süre için seçilir.
•Yarı başkanlık sisteminde de yürütme organının
başlarından birisi olan C.başkanı halk tarafından
seçilir. Bu yönü ile de yarı başkanlık sistemi
parlamenter sisteme değil başkanlık sistemine
benzer.
•Yasamanın Güveni: Başkanlık sisteminde
yürütme organı, yasama organının güvenine
dayanmaz.
•.
• Oysa yarı başkanlık sisteminde yürütme organının
bir kanadı olan hükümet (bakanlar kurulu),
yasama organına karşı sorumludur.
• Yasama organı kabineyi güvensizlik oyu ile
görevden alabilir.
• Bu yönü ile yarı başkanlık sistemi parlamenter
sisteme benzer.
• Yarı başkanlık sistemine örnek olarak Fransa,
Portekiz, Avusturya, İrlanda, İzlanda ve Finlandiya
verilmektedir
TÜRKİYE ÖRNEĞİ
• 2007 yılında halk oylaması ile kabul edilen Anayasa
değişikliği, Türkiye’de C.başkanının halk tarafından
seçilmesini öngörmüştür.
• Ancak 11. c.başkanı A.Gül, halk tarafından değil
28.08.2007 tarihinde TBMM tarafından seçilmiştir.
•11. C. Başkanının görev süresinin dolmasından sonra
12. C.başkanının TBMM tarafından değil, halk tarafından
seçilmiştir.
•Yapılan seçimle halk tarafından seçilen ilk C.başkanı
olan R.T.Erdoğan’ın göreve başlaması ile Türkiye, saf
parlamenter hükümet sisteminden yarı başkanlık
sisteminin özelliklerini taşır hale gelmiştir.
B- YUMUŞAK KUVVETLER AYRILIĞI: PARLAMENTER
SİSTEM
Buraya kadar hükümet sistemlerinin kuvvetler birliği ve
kuvvetler ayrılığı sistemleri olmak üzere ikiye ayrıldığını,
kuvvetler ayrılığı sisteminin de kendi içinde «sert
kuvvetler ayrılığı» ve « yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemi»
olmak üzere ikiye ayrıldığını gördük.
Yumuşak kuvvetler ayrılığı sisteminde yasama ve yürütme
kuvvetleri birbirinden yumuşak bir şekilde ayrılmıştır.
-bu sistemde yasama ve yürütme kuvvetleri kural olarak
iki ayrı organa verilmişse de bu organlar tam olarak
birbirinden bağımsız değildir.
Bu organlar yer yer iç içe geçmiştir, keza bu organlar
karşılıklı olarak birbirinin hukuksal varlığına da son verme
imkanına sahiptirler.
-
-Yumuşak
kuvvetler ayrılığı sisteminde yasama ve
yürütme organları arasında karşılıklı işbirliği vardır.
-Bu nedenle bu sisteme kuvvetlerin işbirliği sistemi de
denir.
- Yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemine genel olarak
parlamenter hükümet sistemi, ya da daha kısa olarak
parlamenter sistem denir.
- -Parlamenter sistem yerine, parlamenter rejim,
parlamenter demokrasi, parlamenter hükümet,
kabine hükümeti, Westminster sistemi veya kısaca
Parlamenterizm dendiği de olur.
PARLAMENTER SİSTEMİN AYIRICI ÖZELLİKLERİ
-Parlamenter sistemin ayırıcı özellikleri başkanlık
sisteminin ayırıcı özelliklerinin tersidir.
-ASLİ ÖZELLİKLER
-PHS’in en kısa tanımını Epstein yapmıştır.
«Yürütme iktidarının yasama iktidarından
kaynaklandığı ve ona karşı sorumlu olduğu anayasal
demokrasi tipidir»
Bu tanıma göre PHS’nin iki ayırıcı özelliği vardır;
1- Hükümet yasama organından kaynaklanır, yani
yasama organı tarafından seçilir.
2- Hükümet yasama organına karşı sorumludur.
Bu iki özelliğe Gözler bir 3. özellik eklemektedir;
3- Yürütme ikili yapıdadır.
Son özelliği ilk sıraya alarak inceleyelim;
1- YÜRÜTMENİN YAPISI: İki Başlılık (dualizm):
-PHS’nde yürütme organı iki başlıdır; bir yanda devlet
başkanı diğer yanda da bakanlar kurulu vardır.
A- Devlet başkanı: Devlet başkanı, monarşik
parlamenter sistemlerde Kral, cumhuriyet tipi
parlamenter sistemlerde ise, C.başkanıdır.
Gerek kral gerek C. Başkanı yasama organı karşısında
sorumsuzdur. Yani Parlamento tarafından görevinden
alınamaz.
-Devlet başkanı, devletin bütünlüğünü ve birliğini
temsil eder.
-PHS’nde devlet başkanının sorumsız olması onun
yetkisiz olması sonucunu doğurmuştur.
-O nedenle devlet başkanının işlemlerinin başbakan ya
da ilgili bakan tarafından imzalanması usulü ortaya
çıkmıştır; Buna «karşı imza kuralı» denir.
-Devlet başkanının işlemlerinde karşı imza kime ait ise
bu işlemlerden o sorumludur.
-Dolayısıyla bu işlemleri yapma konusunda asıl yetki
bu kişiye aittir.
-
B- Bakanlar kurulu: Yürütme organının diğer
kanadında ise Bakanlar kurulu bulunur.
Bakanlar kuruluna kabine ya da hükümet de denir.
-İşte yürütme organının bu ikinci kanadı yasamaorganı
karşısında sorumludur.
-BK’nun başlıca görevi ülkenin genel siyasetini
belirlemek ve hükümet etmektir.
Ba- Başbakan-Bakanlar. PHS’inde bakanlar kurulu
kendi içinde ikili bir yapıdadır.
-Bir tarafta Başbakan, diğer tarafta bakanlar bulunur.
-Başbakan, bakanlar kurulunun yani hükümetin
başıdır.
Klasik anayasa hukuku teorisinde başbakan hukuksal
statü itibarıyla diğerleri gibi bir bakandır.
-Bu nedenle başbakan, sadece eşitler arasında
birincidir.
-ne var ki başbakanın primus İnter pares «eşitler arası
birinci» konumu sadece hukuksal planda kalmış siyasi
planda başbakan diğer bakanlardan çok daha önemli
bir hale gelmiştir.
-Fiili olarak PHS’nde başbakan ve bakanlar arasında
eşitlik değil, hiyerarşik bir ilişki vardır.
Bakanlar başbakanın otoritesi altında yer alırlar.
-bakanların atanması ve görevden alınması tamamen
başbakanın iradesi ile gerçekleşir.
-yeni yapılan Parlamenter anayasalarda genellikle
başbakanın bu üstün konumu hukuksal olarak da
tanınmıştır.
-Bugün için açıkça PHS’nde başbakanın kabinenin başı
olduğu ve diğer bakanlardan üstün konumda olduğu
aralarında hiyerarşik bir ilişki olduğu söylenebilir.
-Yine de hatırlatalım ki, hukuksal, cezai ve mali statüsü
bakımından başbakan da bir bakan gibi işlem görür.
Bb- Kolektiflik
-Bununla birlikte PHS’nde başbakanın, diğer bakanlardan üstün
bir konumda bulunması, başkanlık sistemlerinde olduğu gibi
hükümetin tek kişiden oluştuğu başbakan’ın bir Primus Solus
(tek başına birinci) olduğu anlamına gelmez.
-Başbakan her ne kadar üstün konumda olsa da PHS’nde
başbakan ve diğer bakanların bir araya gelmesinden oluşan
bakanlar kurulu, Kolejyal ya da Kolektif bir organdır.
-yani bakanlar ve başbakan bir araya gelerek ortak karar alma
yetkisine sahip bir kurul oluştururlar.
-Bu nedenle bir kolektif organ olarak bakanlar kurulu, bütün
üyelerinin aynı anda aynı yönde irade açıklamaları ile karar
alabilir.
-Bazı üyelere o toplantıda yoksa ya da o karara
muhalifse, bakanlar kurulu karar alamaz.
-Bu nedenle bakanlar kurulunun aldığı kararlar hukuki
işlem teorisi bakımından kolektif işlem niteliğindedir.
-Daha sonra da görüleceği gibi başbakan ve bakanlar
yasama organı karşısında hem tek tek hem birlikte
sorumludur.
-Birinci halde bireysel sorumluluk/ikinci halde de
kolektif sorumluluk ilkesi söz konusudur.
Kolektif sorumluluk ilkesi
*Kabinenin birliği
*Kabinenin Homojenliği
*Kabinenin dayanışması ilkelerini ortaya çıkarmıştır.
Bc-kabinenin Birliği İlkesi
-Kabinenin birliği ilkesi ile bakanlar kurulunun başbakanın
yönetimi altında bir bütünlük oluşturduğu anlatılmak
istenir.
-Bakanlar kurulu bütün bakanlar katılması ile oluşur.
Ülkenin genel siyaseti ile ilgili her konu bütün bakanlar bir
araya gelmesi ile görüşülüp karara bağlanır.
-Bd- kabinenin Homojenliği İlkesi;
-Bu ilke ile bakanlar kurulu üyelerinin ortak bir siyasal
çizgiye, ortak bir bakış açısına sahip oldukları anlatılmak
istenir.
-Tek parti hükümetlerinde bu homojenlik kendiliğinden
sağlanır.
-Koalisyon hükümetlerinde ise bu homojenlik koalisyonu
oluşturan partilerin yaptıkları koalisyon programı ile
sağlanır.
Be-Kabinenin dayanışması ilkesi:
Bu ilke ise bakanlar kurulu tarafından ortaklaşa alınan
kararların sorumluluğunun tek tek bütün bakanlar
tarafından yüklenilmesi gerekliliğini ifade eder.
-şüphesiz ki bir bakan bakanlar kurulu tarafından
alınan bir kararı benimsemeyebilir.
Bakanlar kurulu toplantılarında bu karara karşı
görüşünü belirtebilir.
-Ancak bakanlar kurulu aksi yönde karar almışsa bu
karara karşı olan bakan istifa etmedikçe, bu kararı
imzalamak zorundadır.
-Dahası artık bu kararı eleştirmemek, kamu oyu
önünde savunmak ve etkili bir şekilde uygulamak
zorundadır.
-keza yine dayanışma ilkesi gereğince, bakanlar
kurulunun bir üyesi, diğer üyelerini Bakanlar Kurulu
dışında eleştirmemekle yükümlüdür.
-Bu yükümlülüklerini yerine getirmeyen Bakanın
yapması gereken şey, istifa etmektir.
-İstifa etmeyen bakan, Başbakanın teşebbüsü ile
görevden alınır.
-
2- YÜRÜTMENİN GÖREVE GELİŞİ
-PHS’nde yürütme organı doğrudan doğruya halk
tarafından seçilmez.
-Yürütme organının birinci kanadı olan devlet başkanı,
monarşik parlamenter sistemlerde veraset yolu ile
belirlenir yani devlet başkanlığı babadan oğula irsi
olarak intikal eder.
Cumhuri parlamenter sistemlerde ise devlet başkanı
doğrudan halk tarafından değil, yasama organı
tarafından seçilir.
-PHS’lerde yürütme organının ikinci kanadı olan
kabine de doğrudan halk tarafında seçim usulü ile
değil, yasama organı tarafından belirlenir.
-
-Kabine parlamentonun içinden çıkar, ondan
kaynaklanır.
-Bu konuda çeşitli usuller vardır.
-Örn. Almanya’da, irlanda’da ve Japonya’da başbakan
doğrudan yasama organı tarafından seçilir.
-Diğer bazı ülkelerde ise devlet başkanı,
parlamentodan güvenoyu alabilecek kişiyi, (örneğin
çoğunluk partisi genel başkanını) başbakan olarak
atar.
-Bu kişi diğer bakanları seçer. Başbakan tarafından
seçilen kişiler kral ya da c.başkanı tarafından bakan
olarak atanırlar.
-Daha sonra bu şekilde kurulmuş olan kabine, yasama
organından güven ister.
-bu nedenle, PHS’nde her durumda kabinenin nihai
tahlilde yasama organı tarafından belirlendiğini
söyleyebiliriz.
3- SORUMLULUK
-yasamanın güvenine dayanma:
-PHS’nde yürütmenin bir kanadı olan devlet başkanı
yasama organı karşısında sorumsuzdur.
-ancak yürütmenin ikinci kanadı olan yasama organı
karşısında sorumludur.
-PHS’nde kabine, yasama organının güvenine dayanır.
-yasama organı «güvensizlik oyu» ile görevden alabilir.
-Kabinenin yasama organı karşısında kolektif ve
bireysel olmak üzere 2 tür sorumluluğu vardır.
-Kabinenin bir bürün olarak yasama organı karşısında
sorumluluğuna kolektif sorumluluk denir.
-Bunun anlamı şudur; yasama organı kabine hakkında
güvensizlik oyu vermişse, bütün kabine olduğu gibi
düşer.
-Görevini iyi yaptığı düşünülen bakanlar da görevlerini
kaybederler.
-PHS’nde ayrıca her bir bakan, tek tek yasama organı
karşısında sorumludur. Buna bireysel sorumluluk
denir.
Bunun anlamı şudur; yasama organı kabineyi genel
olarak görevde bırakırken, sadece bir bakanı
güvensizlik oyu verip görevden alabilir
B-Tali Özellikler:
-Bir hükümet sisteminin PHS olup olmadığını az önceki
asli özelliklere bakarak anlayabiliriz.
-Bu üç özellik PHS’nin olmazsa olmaz, minimum
standartlarıdır.
-Bu 3 özelliği taşıyan hükümet sistemi PHS’dir.
-Bu özellikleri taşıyan hükümet sistemlerinin taşıdığı
başka özellikler de vardır.
-Bu 3 ek özellik şunlardır;
1- Yürütme yasamayı fesh edebilir.
2- aynı kişi hem yürütmede hem yasamada görev
alabilir.
3- Bakanlar kurulu yasama organının faaliyetlerine
katılabilir.
1- yürütme Organı yasama Organını Feshedebilir
• -PHS’nde yasama organının hükümeti güvensizlik oyu
ile düşürebilmesine paralel olarak Yürütme organının
da yasama organı üzerinde fesih yetkisi vardır.
• Yani PHS’nde yasama ve yürütme organları
birbirlerinin hukuksal varlıklarına son verebilirler.
• -Zaten bu nedenle PHS’nde tam bir kuvvetler
ayrılığının olmadığını ifade etmek için bu
sistemeyumuşak
kuvvetler
ayrılığı
sistemi
denmektedir.
• -O halde PHS’nde yasama ve yürütme kuvvetleri
karşılıklı olarak birbirlerine bağımlıdır.
• Fesih yetkisinin hiç olmadığı ya da Türkiye’de
olduğu gibi çok sıkı şartlara bağlanmış olduğu bir
hükümet sistemi, Asli özellikleri taşımak kaydıyla
PHS olarak kabul edilir.
• -Yani sırf yürütme organının yasama organını fesih
yetkisine sahip olmaması bir pHS’ni parlamenter
nitelikte olmaktan çıkarmaz.
• -Fesih yetkisi genellikle devlet başkanının imzası ile
kullanılan bir yetkidir.
• Devlet başkanının bu yetkiyi kullanması
bakımından iki ihtimal söz konusudur.
• Bazı anayasalar, fesih yetkisini tek başına devlet
başkanına vermiş olabilir.
• Bu taktirde devlet başkanı bu yetkiyi başbakanın talebi
olmaksızın kullanabilir.
• -Ama PHS’nde, devlet başkanı bu yetkisini ancak
başbakan veya Bakanlar Kurulunun istemi ile
kullanabilir.
• 2- Aynı Kişi Hem Yürütmede Hem de yasamada Görev
Alabilir;
• -PHS’nde aynı kişi aynı anda hem yasama hem de
Yürütme organında görev alabilir.
• -Yani bir kişi hem milletvekili hem de başbakan veya
bakan olabilir.
• -Çoğu PHS’nde başbakanın aynı zamanda
parlamento üyesi olması bir zorunluluktur.
• -Bakanların Parlamento üyesi olması zorunluluğu
yoktur.
• Bakanlar içeriden veya dışarıdan atanabilir.
• -Ama PHS’nde genellikle bakanlar da parlamento
üyesidir.
• -PHS’nde hem yasama hem de yürütme organında
görev alabildiğine göre, bu sistemde tam olarak
kuvvetler ayrılığı yoktur.
• Zaten bu nedenle PHS’ne yumuşak kuvvetler
ayrılığı sistemi denmektedir.
• 3- Bakanlar Kurulu Yasama organının Çalışmalarına
Katılır:
• PHS’nde yasama ve yürütme organları arasında
mutlak bir ayrılık olmadığına tersine, bunların
arasında bir işbirliği olduğuna göre yürütme
organının yasama organının çalışmalarına
katılabilmesi gerekir.
• -Bu nedenle PHS’nde bakanlar kurulunun kanun
teklif etme hakkı vardır.
• -Keza başbakan ve Bakanlar parlamentoya girme
hakkı orada oturma ve tartışmaları izleme, söz
alma haklarına sahiptir.
• - Diğer yandan hükümet Parlamentoya baskı
yapmak amacıyla Parlamentoda güven isteyebilir.
• -Ayrıca PHS’nde bakanlar kurulunun veya devlet
başkanının parlamentoyu toplantıya çağırma hakkı
vardır.
• Nihayet daha önce de belirtildiği gibi, PHS’nde
yürütme organının parlamentoyu fesih yetkisi de
vardır.
• II-KARŞILIKLI ETKİLEŞİM ARAÇLARI
• PHS, yumuşak bir kuvvetler ayrılığı sistemidir.
• -Kural olarak yürütme ve yasama organları
birbirlerinden ayrı olmakla birlikte birbirlerine
karşılıklı bağımlıdır.
• Yürütme yasamanın içinden çıkmaktadır.
• -yasama yürütmenin, yürütme de yasamanın
görevine son verebilmektedir.
• O nedenle PHS’nde yasama ve yürütme organları
kaçınılmaz olarak işbirliği içindedirler.
• -Kaldı ki PHS’de bu özelliklere ak olarak çeşitli
etkileşim araçları vardır.
• 1- kanun yapımına yürütmenin katılması; yürütme
organı kanun önerme hakkına sahiptir.
• -PHS’nde yasama organı tarafından kabul edilmiş
kanunlar, devlet başkanı tarafından ısdar edilirler.
• Bu vesile ile genellikle devlet başkanlarına
«geciktirici veto» niteliğinde kanunları bir kez daha
görüşülmek üzere geri gönderme yetkisi
tanınmaktadır.
• Dolayısıyla devlet başkanı beğenmediği kanunları
yürürlüğe girmesini geciktirebilir.
• 2- Bütçe; Bütçeyi yürütme organı hazırlar ama
yasama organı kabul eder.
3- Uluslararası Anlaşmalar; UA yapma yetkisi
yürütme organına aittir. Ancak bu anlaşmaların
onaylanması yetkisi yasama organına aittir.
4- Denetim: yasama organı soru, meclis araştırması ,
meclis soruşturması ve gensoru gibi yollarla
yürütmeyi denetleyebilir.
• Bütün bu karşılıklı etkileşime rağmen yasama ve
yürütme kuvvetleri birbirinden ayrı varlıklar olarak
kalmaktadırlar.
• Özellikle PHS’nde hükümetin meclis hükümeti
sisteminde olduğu gibi yasama organına tabi olduğu
sanılmamalıdır.
• -bir kere hükümetin yasama organından ayrı bir
hukuksal kişiliği vardır.
• -hükümet parlamentodan bağımsız bir politika
izleyebilir.
• Parlamento hükümete emir ve talimat veremez.
• -Hükümet beğenilmiyorsa sadece güvensizlik oyu ile
görevden alınabilir.
• III- PHS’NİN ORTAYA ÇIKIŞI:İNGİLTERE
• -PHS, Başkanlık sistemi gibi önceden tasarlanmış
bir sistem değildir.
• -PHS’nin az önce belirtilen özellikleri İngiltere’de
uzun süreli toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişme
ve evrimlerin bir sonucu olarak kendiliğinden
bugünkü nihai noktasına ulaşmıştır.
• Yani kraldan ayrı bir parlamento oluşmuş, yürütme
organı içinde kralın yanında bir kabine teşekkül
etmiş, bu kabine zamanla kraldan bağımsız hale
gelmiş, yürütme içinde gerçek otoriteyi bu kabine
ve özellikle başbakan ele geçirmiş, kral silikleşmiş,
kabinenin parlamento karşısında siyasi
sorumluluğu doğmuş yani güvenoyu kurumu
ortaya çıkmış ve kabine de buna karşılık kraldan
parlamentonun feshini isteyebilmiştir.
• IV- PARLAMENTER SİSTEM ÇEŞİTLERİ:DUALİST ve
MONİST
• PHS’nin dualist (ikici) ve monist (tekçi) olmak üzere 2
çeşidi vardır.
• A- Dualist PHS: -Mutlak monarşiden, meşruti
monarşiye geçiş aşamasında görülür.
• -18.yy’da İngiltere’de uygulanmıştır.
-1837’de kraliçe’nin tahta çıkışı sırasında kesin olarak
terk edilmiştir.
-Dualist sistemde devlet başkanı sorumsuz olmakla
birlikte, siyasal hayatta hala aktif bir rol oynamaktadır.
-dualist PHS’nin ayırt edici temel özelliği bakanlar
kurulunun çifte sorumluluğudur.
• -Bu sistemde hükümet sadece Yasama organına karşı
değil, devlet başkanına karşı da sorumludur.
• Yani Bakanlar kurulu hem parlamentonun hem de devlet
başkanının güvenine dayanır.
• Dolayısıyla bakanlar kurulu hem yasama organı tarafından
güvensizlik oyu ile düşürülebilir hem de devlet başkanı
tarafından azledilebilirler.
• -bu sistem korkunç bir hükümet istikrarsızlığına yol açma
potansiyeline sahip olması nedeniyle şiddetli eleştirilere
maruz kalmıştır.
• Çünkü devlet başkanının güvenine sahip bir hükümet
parlamento tarafından, parlamentonun güvenine sahip bir
hükümet de devlet başkanı tarafından görevden alınabilir
durumdadır.
• B-Monist PHS: Bu sistem bakanlar kurulunun
devlet başkanına karşı değil, sadece parlamentoya
karşı sorumlu olduğu PHS’dir.
• -Bu sistemde de yürütme ikili yapıdadır.Yani
yürütme tek başlı değil,iki başlıdır.
• -Ancak bu başlardan birisi olan devlet başkanı,
devlet yönetiminde aktif rol oynamaz.
• Yetkileri semboliktir.
• Bu yetkileri ancak hükümetin isteği ve karşı
imzasıyla kullanabilir.
• Bu sistemde açıkçası yürütmenin gerçek başı
bakanlar kurulu, onun içinde de başbakandır.
• -Monist sistemde yapısında değil yönetiminde
teklik, birlik vardır.
• Bu sistem 18.yy’dan itibaren başta İngiltere olmak
üzere bütün PHS’nde görülmeye başlanmıştır.
• Bugün tüm PHS’i monist PHS’dir.
• Demokrasi düşüncesi monist PHS’ni gerektirir.
Çünkü sorumsuz olan ve halk tarafından
seçilmemiş olan devlet başkanının yetkili olması
demokrasi ile bağdaşmaz.
• PHS’in özellikleri olarak bahsettiğimiz özellikler
aslında Monist PHS’nin özellikleridir.
• Değişik ülkelerde PHS, aynı hukuksal
mekanizmalara sahiptir;
• -iki başlı yürütme
• -kabinenin kolektif sorumluluğu
• -Güvensizlik oyu
• -fesih vs. ne var ki aynı hukuksal mekanizmalara
sahip olan bu sistem, çeşitli nedenlere ülkeden
ülkeye farklı şekillerde çalışabilir.
• PHS’nin uygulamada iki değişik tipi görülür;
• V-YASAMA-YÜRÜTME DENGESİ BAKIMINDAN PHS:
• «KABİNE HÜKÜMETİ»/ «MECLİS HÜKÜMETİ»
• -PHS’de yürütme yasamadan kaynaklanmakta ve
yasamaya karşı sorumlu olmaktadır dedik.
• -Bu sistemde yasama organı, yürütme organını
istediği zaman görevden alabilir.
• -Buna karşılık yürütme organı yasama organını
feshedebilir.
• -Dolayısıyla PHS’de teorik olarak yasama ve
yürütme kuvvetleri arasında belirli bir denge ve
eşitlik vardır.
• Ancak Parlamenter sistem pratikte farklı bir şekilde
çalışabilir.
• Yasama ve yürütme kuvvetleri arasında eşitlik
yerine bunların arasında eşitsizlik ortaya çıkabilir.
• -Burada iki ihtimal vardır; ya yürütme organı
yasamaya üstünlük sağlar, ya da yasama organı
yürütmeye üstünlük sağlar.
• Buna göre, PHS’nin yürütmenin üstünlüğüne
dayanan ve yasamanın üstünlüğüne dayanan iki
ayrı tip olabilir.
• A-YÜRÜTMENİN ÜSTÜN OLDUĞU PHS: KABİNE
HÜKÜMETİ:
• -Bu sistemde parlamento değil, kabine «hükümet
eder».
• Bu tip PHS’nde yürütme organı yasama karşısında
üstünlük sağlar.
• -Yasama yürütmenin istediği yasaları çıkarır ve ülke
gerçekte yürütme tarafından yönetilir.
• Bu sistemin en tipik temsilcisi İngiltere’dir.
• Bu nedenle PHS’nin bu tipine «Anglo-Sakson tipi
Parlamenter Sistem» dendiği de olur.
• PHS’nde yürütme yasamanın içinden çıktığı için
aslında yasama çoğunluğu ile yürütme arasında bir
«bütünleşme» vardır.
• Kabine yasama organının çoğunluğuna dayanır.
• Kabine de zaten yasama organında çoğunluğa
sahip siyasi partinin lideri tarafından oluşturulur.
• Bu nedenle yürütme ile yasama çoğunluğu
arasındaki organik bağın kurulmasında siyasi parti
olgusu kilit role sahiptir.
• -bu sistemde kabine kanun tasarılarını
hazırlamakta, parlamento da bunları kabul
etmektedir.
• Böylece parlamento bir nevi onay makamı, kabine
kararlarının «kayıt bürosu» halinde iş görmektedir.
• bu sistemde bütün iktidar kabineden
toplanmaktadır.
• Kabine ülkenin genel siyasetini belirlemekte ve bu
siyaset parlamentoda çok fazla değişikliğe
uğramadan onaylanarak uygulanmaktadır.
• Kabinenin üstünlüğüne dayalı bu sistem iki şartın
gerçekleşmesi halinde ortaya çıkar ve devam eder;
• 1- kabine tek partiden oluşmalıdır. Koalisyon
hükümetlerinde yürütmenin yasama organı
karşısında üstünlük sağlaması güçtür.
• Hükümetin tek partiden oluşması genellikle «iki
parti sistemi»nde görülür.
• 2- kabine parlamentoda sağlam ve disiplinli bir
çoğunluğa sahip olmalıdır.
• Parlamentoda kabineyi destekleyen sağlam bir
çoğunluk yoksa, kabinenin istediği yasaları
çıkarması mümkün değildir.
• Genellikle iki parti sisteminde partilerden birisi
parlamentoda sağlam bir çoğunluğa sahip olabilir.
• Diğer yandan kabineyi destekleyen parlamento
çoğunluğu disiplinli değilse, yani iktidar partisine
mensup bazı parlamento üyeleri, kabinenin
hazırladığı yasa tasarılarına ret oyu
kullanabiliyorsa, kabinenin parlamentoya karşı
üstün hale gelmesi mümkün değildir.
• Kabinenin parlamento karşısında üstünlük
sağlaması ancak «basit çoğunluk seçim sistemi»,
«iki parti sistemi» ve «parti disiplini» şartlarının
gerçekleşmesi ile mümkündür.
• Bu şartların tam anlamıyla gerçekleştiği tek ülke
İngiltere’dir.
• İngiltere’de kabine, sağlam ve disiplinli bir
parlamentoya dayanır ve basit çoğunluk sisteminin
neden olduğu iki parti sistemi de «tek parti»
hükümetleri sonucunu doğurmuştur.
• «Başbakanlık Hükümeti»; kabine içinde tek iktidar
sahibinin başbakan olduğu sistemdir.
• Bu sistemde ülkeyi başbakanın yönettiği de
söylenebilir.
• Bu sistem ile «başkanlık sistemi» arasında büyük
benzerlikler vardır.
• İngiltere’de Avam Kamarası seçimlerinde
seçmenler, bir partiye oy verirken, oy verdikleri
partinin seçimleri kazanması halinde o partinin
seçimleri kazanması halinde o partinin liderinin
başbakan olacağını ve disiplinli ve sağlam bir
parlamento çoğunluğuna dayandığı için ülkeyi 4 yıl
yöneteceğini önceden bilmektedir.
• Bu nedenle kabine hükümeti ya da başbakanlık
hükümeti tipi PHS istikrarlı ve etkili bir şekilde
çalışmaktadır.
• Bu sistemlerde başbakan ve partisi belli bir süre
tek başına iktidarda kaldığından sorumluluk
kolayca teşhis edilmektedir.
• Bu sistemlerde başbakan ve onun partisi belli bir
süre tek başına iktidarda kaldığından sorumluluk
kolayca teşhis edilebilir.
• Bu nedenle bu sistemde iktidarın her seçimlerde
kolayca el değiştirmesi mümkün olabilir.
• B- YASAMANIN ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN PHS:
Meclis Hükümeti;
• Bu sistemin temel özelliği yasama organı karşısında
hükümetlerin güçsüzlüğüdür.
• Hükümetler, yasama organı tarafından kısa
aralıklarla düşürülürler.
• Fransa’daki 3. ve 4. Fransız cumhuriyetleri ile İtalya
• Bu nedenle bu sisteme «latin tipi parlamenter
sistem» de denir.
• Meclis hükümeti tipi PHS’nin temel özellikleri şu
şekilde sayılabilir;
– Hükümetler yasama organını yönlendiremezler
– İktidar birleşmiş değil, dağılmış ve atomize olmuştur.
– Sorumluluk tümden kaybolmuştur.
– Parti disiplini ya zayıftır ya da bütünüyle yoktur.
– Hükümetler hızlı ve kararlı bir şekilde hareket
edemezler.
– Hükümetler genellikle koalisyonlardan oluşur.
– Hükümetler kısa ömürlüdür. Yaygın bir hükümet
istikrarsızlığı vardır.
• Hükümetler çok sık bir şekilde parlamento
tarafından güvensizlik oyu ile düşürülürler.
– Hükümeti oluşturan koalisyon partileri kolayca
uzlaşmazlığa düşerler ve uzlaşmazlıklarını kolayca
çözemezler.
– Kabineler arkalarında parlamento desteği olup
olmadığından hiçbir zaman emin değildirler.
– Hükümetler hiçbir zaman tek ve açık bir sesle hareket
edemezler.
Meclis hükümeti tipi PHS, etkisiz, istikrarsız ve başarısız
yönetimelre yol açar.
Bu sistemin demokratik performansız da düşüktür.
Hükümet durmadan değişse de iktidardaki kişiler
değişmez.
• Bu sistemde «gerçek» bir iktidar değişikliğinden
bahsedilemez.
• Hükümet halkın oyu ile değil, partiler arasındaki
siyasi oyunlarla , milletvekilleri arasındaki
pazarlıklarla kurulur veya dağılır.
• Bu nedenle haklı olarak İtalya’daki sisteme
«partitokrasi» ve Fransız 3. Cumhuriyetine de
«mebuslar cumhuriyeti, 4. Cumhuriyete «partiler
rejimi» denir.
• Türkiye’de de 1970’li ve 90’lı yıllarda bir «meclis
hükümeti tipi parlamenter sistem» görülmüştür ve
günümüzde de görülmektedir.
• Anayasa Hukuku genel teorisinde PHS’in bu tipine
meclis hükümeti sistemi denir.
• Ancak bu sistem yasamanın üstünlüğüne dayalı ,
meclisin hükümet ettiği izlenimi uyandıran bir
sistem gibi görünse de, sadece hükümetin değil,
meclisin de son derece zayıf olduğu bir sistemdir.
• İktidarsızlık sadece hükümetin değil, meclisin de
temel özelliğidir.
• Meclis de sağlam bir çoğunluktan mahrum olduğu
için, kanun çıkaramaz.
• Örneklerde de gözlemlendiği gibi meclisler yasama
görevlerinden, hükümetlere KHK çıkarma yetkisi
vererek sıyrılırlar.
• Bu sistemde meclis, kanun yapmak ile uğraşmaz.
• Bu sistemde meclis kanun yapmak yerine
«araştırma komisyonları» «soruşturma
komisyonları» kurarak vakit geçirir.
• SONUÇ: farklı ülkelerde PHS, aynı hukuksal
mekanizmalara sahiptir.
• İki Başlı Kabine, Kabinenin Kolektif sorumluluğu,
Güvensizlik oyu, Fesih vs.
• Ancak, aynı hukuksal mekanizmalara sahip olan bu
sistem ülkeden ülkeye farklı çalışmaktadır.
• İngiltere2de etkili, sorumlu, istikrarlı ve demokratik
bir yönetime yol açarken Fransa, İtalya ve Türkiye
gibi ülkelerde güçsüz, sorumsuz, istikrarsız ve
niteliksiz bir demokratik yönetime yol
açabilmektedir.
• PHS’in performansı büyük ölçüde, tek parti
hükümetine, tek parti hükümeti ise parlamentoda
sağlam ve disiplinli bir çoğunluğun olmasına,
sağlam ve disiplinli bir parlamento çoğunluğu ise
iki parti sistemine, iki parti sistemi ise tek turlu
çoğunluk seçim sistemine bağlıdır.
• PHS’in ZAYIF VE GÜÇLÜ YANLARI
• A- PHS’İN GÜÇLÜ YANLARI:
• BS’nin daha önce zayıf yönleri olarak gördüğümüz
özellikleri, PHS’nin güçlü yönlerini oluşturur.
• 1-PHS’de Tıkanıkların Çözüm Yolları Vardır: Bu
sistemde,yürütme organı, yasama organının içinden
çıktığı ve onun güvenine dayandığına göre, bu
sistemde yasama ile yürütme arasında bir krizin
çıkması zayıf bir ihtimaldir.
• Böyle bir kriz çıkarsa, sistemde yer alan güvensizlik
oyu ve fesih gibi araçlarla kriz çözülebilir.
• PHS’nde parlamento güvensizlik oyu ile hükümeti her
zaman düşürebilir.
• Buna karşılık hükümet de parlamentoyu
feshedebilir. Fesihten sonra seçime gidilir.
• Seçimlerde parlamento ile hükümet arasındaki kriz
halk tarafından çözümlenir.
• Bu nedenle PHS, rejimin kilitlenmesi, tıkanması
ihtimali daha düşüktür.
• Bu nedenle PHS’lerde hükümet darbelerine
Başkanlık sistemine göre daha az rastlanır.
• 2- PHS Esnektir: PHS savunucularına göre, bu
sistem oldukça esnektir.
• Güvensizlik oyu ve fesih tıkanıkları çözebilen
araçlardır.
• Hükümet ile parlamento arasındaki siyasal süreç
donmuş değildir; sürekli gelişime ve değişimlere
uyma imkanına sahiptir.
• Halkın desteğini yitirmiş, iş göremeyen
hükümetleri değiştirmek için BS’ndeki gibi 4-5 yıl
beklemek gerekli değildir.
• Seçim döneminin içinde de hükümeti değiştirmek
mümkündür.
• 3- PHS Kutuplaşmaya Neden Olmaz: BS’nde,
kazanan her şeyi alırken, kaybeden hiçbir şey
alamaz.
• Bu nedenle, BS’nde kaybedenlerin sistemden
dışlandığı ve böylece sistemde kutuplaşma
meydana geldiği gözlemlenmektedir.
• Buna karşılık, PHS’nde hükümetin herşeyi
kazandığı söylenemez, çünkü görevde kalması için
Parlamentonun sürekli güvenine ihtiyacı vardır.
• PHS’nde iktidarda olmayanlar sistemden
dışlanmazlar. Muhalefet partisi olarak
Parlamentoda görev alırlar.
• Bu sayede kanunların yapılmasına ve hükümetin
denetlenmesine katılırlar.
• Kısaca, PHS’nde seçimi kaybedenler, BS’nde
olduğu gibi sistemden tamamen dışlanmazlar.
• 4- PHS’de Devlet Başkanının Ilımlaştırıcı ve
Uzlaştırıcı Bir Etkisi Vardır:
• PHS’de yürütme organı 2 başlıdır.
• Bir
tarafta
sorumsuz
devlet
başkanı
(kral/C.Başkanı) vardır. Devlet başkanları tarafsız
ve genellikle partiler üstü bir konumdadır.
• Çünkü devlet başkanları, devleti ve milletin
tamamını temsil ederler.
• Bu nedenle tarafsız olan devlet başkanının siyasal
mücadeleyi ılımlaştırıcı bir rolü vardır.
• Devlet başkanından parlamento ve hükümet
arasında ortaya çıkabilecek siyasi çatışmayı
uzlaştırıcı, taraflar arasında arabulucu veya hakem
rolü üstlenmesi beklenir.
•
•
•
•
B-PHS’in ZAYIF YANLARI:
1-PHS, İstikrarsız Hükümetlere Yol Açar:
Bu PHS’ne yöneltilen en önemli eleştiridir.
BS’nde başkan belli bir dönem için seçildiği ve o
dönem içinde parlamento tarafından görevden
alınamadığı için yürütme organının istikrarı
garantilenmiş olur.
• Oysa PHS’nde hükümetin istikrarı hiçbir zaman
garanti altında değildir, çünkü parlamento
hükümeti her zaman görevden alınabilir.
• Bu nedenle PHS’de sistemin mantığı gereği,
sistem içinde bir hükümet istikrarsızlığı saklıdır.
• 3. ve 4. Fransız Cumhuriyeti, Alman Weimer
Cumhuriyetinde, 2. dünya savaşı sonrası İtalya’da
ve 1961-1980 ve 1990-2001 yılları arasında
Türkiye’de yaygın bir hükümet istikrarsızlığı
görülür.
• Şüphesiz PHS’nin uygulandığı bütün ülkelerde
durum böyle değildir.
• PHS’nin istikrarsızlığa yol açtığına yönelik
eleştiriye 2 tür savunma yapılır.
• a-Disiplinli iki-partili sistemde istikrarsızlık yoktur:
PHS istikrarlı hükümetler yaratmaları imkansız
değildir.
• Hükümet istikrarsızlığının gerçek nedeni, PHS
değil, çok partili sistem ve partilerin
disiplinsizliğidir.
• İki-partinin ve parti disiplininin bulunduğu bir
PHS’nde hükümet istikrarsızlığı ortaya çıkmaz.
• Böyle bir sistemde hükümetler uzun ömürlü
olacaktır.
• Gerçekten de ingiliz Parlamenter sisteminde
hükümet istikrarsızlığı yoktur. Çünkü bu sistemde
• -Bu savunmaya karşı görüş ileri sürmek çok
mümkün değildir. gerçekten de İngiltere gibi
disiplinli iki partinin olduğu sistemde,
parlamentodaki çoğunluk değişmedikçe,
hükümetin değişmesini gerektirecek bir neden
yoktur.
• Böyle bir sistemde hükümet, seçimler sonucunda
parlamentodaki çoğunluk değişirse, değişir.
Dolayısıyla bu sistemde yürütme, başkanlık
sistemindeki yürütme kadar dayanıklıdır.
• Ancak, dünyada disiplinli iki-partili sistem yaygın
değildir.
• PHS’lerin çoğunda (türkiye de dahil) çok partili
sistem vardır.
• Türkiye’de çok partili sistemi iki parti sistemine
dönüştürmek için bir kere nisbi temsil seçim
sistemini terk edip basit çoğunluk seçim sistemini
kabul etmek gerekir.
• Ancak bu sistem lehine Türkiye’de bir uzlaşma
yoktur.
• 2. olarak, Türkiye’de gerçekten sadece partiler
düzeyinde yapay bölünmeler değil seçmenler
• Bu kadar bölünmüş bir toplumda iki partili sistemi
oluşturmak ve devamını sağlamak mümkün
değildir.
• b- PHS’nde Hükümet İstikrarsızlığı Gerçek değil
Görünüştedir.
• PHS’ni savunanlara göre, bu sistemde görünen
hükümet istikrarsızlığı çoğu zaman görünüştedir.
• Çünkü, biçimsel olarak hükümetin değişmesine
rağmen iktidardaki partiler aynı kalır; yeni kabine
eski başbakanın başkanlığında kurulur, anahtar
bakanlıklardaki bakanlar görevde kalmaya devam
ederler.
• Bu görüşe göre, PHS’de biçimsel olarak hükümet
değişiklikleri olsa da «esasta istikrar» söz
konusudur.
• Başka bir deyişle, iktidardaki personel aynı
kaldıkça hükümetlerin sık sık değişmesi istikrarı
bozmaz.
• Gerçekten de hükümet istikrarsızlığının olduğu
ülkelerde aynı kişilerin birçok defa başbakanlık ve
bakanlık yaptıkları görülmektedir.
• Örn. 2. Dünya Savaşından sonra sahneye çıkan
politikacılar İtalya’da 1990’lara kadar sahnede
kalmıştır.
• Türkiye’de de benzer bir durum
gözlemlenmektedir.
• Örn. Demirel 1965 ile 2000 yılları arasında 7 defa
başbakanlık, bir defa c. Başkanlığı yapmıştır.
• Anayasa 2. defa c.başkanı olarak seçilmesine izin
vermediği için, resmi siyasal hayattan 2000 yılında
ayrılmıştır.
• Yine bülent Ecevit 5 defa başbakanlık yapmış,
birçok defa bakanlıklarda bulunmuştur.
• O halde gerçekten de istikrarsız olduğu söylenen
PHS’nde başkanlıkta görülmeyen bir tarzda
«personel istikrarı» vardır.
• Bazı PHS’lerinde ülke geçen yüzyılın 2. yarısında
30-40 yıl boyunca aynı politikacılar tarafından
idare edilmiştir; bu kişileri iktidardan ancak ölüm
ayırabilmiştir.
• PHS’de tartışmasız bir «personel istikrarı» vardır.
ancak bu iyi bir şey midir?
• Sartori bu soruya olumsuz yanıt vermiştir.
• Sartori’ye göre, «personel istikrarı» kavramı,
hükümet istikrarı sorununa getirilmiş «yanılgı
dolu bir çaredir».
• Sartori’ye göre, bu şekilde hükümetteki istikrar
problemi daha da kötüleşir.
• Çünkü aynı kişinin 7 defa başbakan, birçok defa
bakan olması «onun için harika birşeydir» ve bu
kişinin iktidardaki istikrarından hiçbir şekilde
şüphe duyulmaz.
• Ama onun kişisel istikrarı sisteme ne kadar hizmet
etmiş olur? Sartori’ye göre hiçbir şekilde.
• Personel istikrarı ile kişinin bu süreçte herhangi
bir alanda uzmanlığı artmadığı gibi, kendi
yeteneksizliğini tüm etrafına yaymaktadır.
• Bu kişiyi her makamda ebedi kılan şey kabinede
gösterdiği üstün performans ya da doğal zekası
değil, tümüyle parti içinde geliştirdiği ilişkiler ve
manevra kaabiliyetidir.
• Bu nedenle Sartori’ye göre, istikrardan kastedilen
buysa, bunsuz olmak daha iyidir.
• Gözler’e göre, PHS kaçınılmaz olarak hükümet
istikrarsızlığına yol açmaz.
• İstikrarsızlık, koalisyon hükümetlerine, o da parti
sistemine bağlıdır.
• O halde PHS bizzat istikrarsızlık yarattığı
söylenemez.
• Ancak, PHS’nin BS gibi kendi başına hükümetin
istikrarını sağlayıcı bir mekanizması yoktur.
• O halde, çok parti sisteminin ve dolayısıyla
koalisyon hükümetlerinin görüldüğü bir
parlamenter sistemde hükümet istikrarsızlığı
potansiyelinin bulunduğu söylenebilir.
• Türkiye’de çok partili sistem vardır ve yakın
gelecekte bu sistemin iki partili sisteme
dönüşmesi gerçekçi bir beklenti değildir.
• Buna göre, mevcut parti sistemi dahilinde
Türkiye’de parlamentarizmin devamlı olarak
hükümet istikrarsızlığına yol açması muhtemel
görünmektedir.
• 2- PHS, Zayıf Hükümetlere Yol açar:
• Bu eleştiriye göre bu sistemde zayıf, etkinliği
düşük hükümetler görülür.
• a- Bir kere PHS’nde hükümet, tek partiden oluşsa
bile, hiçbir zaman BS’ndeki başkan kadar kendisini
güvende hissetmez.
• Her halükarda parlamentodaki çoğunluğu göz
önünde bulundurmalıdır.
• b- İkinci olarak, PHS’nde hükümet tek partiden
oluşsa bile, yürütme organının iki başlı olması
bazen sorunlara neden olabilir.
• Ancak PHS’in mantığına göre, başlardan birisi olan
devlet başkanı sorumsuz ve dolayısıyla yetkisizdir.
• Ne varki uygulamada devlet başkanı ile hükümet
arasında bazen çatışma da yaşanabilir.
• Devlet başkanı (c.başkanı) tamamıyla sembolik
rolü ile yetinmez ise PHS’nde yetki ve sorumluluk
karmaşası çıkabilir; hükümet etkinliğini yitirebilir.
• Oysa yürütme organının tek kişiden oluştuğu
BS’nde böyle bir sorun ortaya çıkmaz.
• c- Diğer yandan, PHS’nde hükümet tek partiden
oluşsa da hükümetin kolektif niteliğinden
kaynaklanan sorunlar ortaya çıkabilir.
• PHS’nde bakanlar kurulunun karar alabilmesi için
oy birliği gereklidir.
• Kurulun içinde bir bakanın muhalif kalması
durumunda, bu bakanın istifa etmesi veya
azledilmesi gerekir ki her iki durumda
kamuoyunda tartışmalara neden olur.
• d- PHS, genellikle koalisyon hükümetlerine yol
açar. Koalisyon hükümetleri güçsüz hükümetlerdir.
• Çünkü bu hükümetler birden fazla partiden
oluşur.ve bu partiler birbirinin rakibi
durumundadır.
• Dolayısıyla hükümeti oluşturan partiler arasında
bir şekilde bir nedenden dolayı anlaşmazlık çıkma
ihtimali yüksektir.
• Bu partiler arasında gerçekte üzerinde anlaşılan
çok az konu vardır.
• Koalisyon hükümetleri hızlı karar alamazlar.Çünkü
karardan önce parti liderlerinin kendi aralarında
anlaşmaları gerekir.
• Bu ise uzun pazarlıklar sonucu gerçekleşebilir.
• Ayrıca koalisyon hükümetlerinde ortaya çıkan
anlaşmazlıklar çok zor ve uzun sürede çözülür.
• Bu hükümetlerde genellikle icraatlar anlaşmazlık
• Bu nedenle bu hükümetler çoğu zaman az icraat
yaparak ömürlerini uzatmaya çalışır.
• Sartori’ye göre koalisyon hükümetlerinin yapacağı
birazcık icraat genellikle ilk 6 ay içinde hükümetin
devrilmesinin hoş karşılanmayacağı ilk döenmde
yapılır.
• Bundan sonra hükümetler, hareketsiz kalarak
gemiyi batırmamaya çalışarak zaman kazanmaya
bakarlar.
• 3- PHS Düşük Nitelikli Bir Demokrasiye Yol Açar:
• PHS karşıtlarına göre, BS’ne oranla PHS daha
düşük nitelikli bir demokrasiye yol açmaktadır. Bu
iddia şu 4 argümana dayanmaktadır;
• a- PHS, halk hükümeti doğrudan doğruya
belirleyememektedir. Halk Parlamento üyelerini
seçmekte, parlamento üyeleri de hükümeti
seçmektedir.
• b- PHS, hesap verilebilirlik bakımından daha
düşük değerde bir sistemdir. Özellikle koalisyon
hükümetlerinde sorumluluğun sahibini tespit
etmek oldukça zordur.
• Hükümet birden fazla partiden oluştuğundan işler
iyi gitmediğinde halk hesap soracağı partiyi
bilemez.
• PHS’de başbakanın sorumluluktan kurtulması,
suçu ortaklarına yıkması mümkündür.
• c- Hükümet istikrarsızlığı da sorumlunun
belirlenmesini güçleştirir. Kısa süre iktidarda
kalmış partilerden hesap sorulması oldukça
güçtür.Çünkü bu partiler, aldığı kararları uygulama
fırsatını bulamamışlardır.
• d- Nihayet, önceden bilinebilirlik açısından da phs
daha düşük bir değere sahiptir.
• Önceden bilinebilirlik, seçmenin oy kullanırken, oy
verdiği adayın kazanması halinde kimin hükümeti
kuracağını bilmesini ifade eder.
• Bu sayede seçmenler, geleceğe yönelik tercihler
yapabilir.
• PHS’de partinin temmsilcileri için oy kullanan
seçmen, oy verdiği milletvekilinin başbakan olarak
kimi destekleyeceğini bilemez
• Dahası, bir partinin tek başına çoğunluğu elde
edememesi durumunda hangi partilerin koalisyon
hükümeti kuracaklarını seçmen önceden tahmin
edemez.
• SONUÇ: PHS tercihe değer bir sistem mi yoksa
terk edilmesi gereken bir sistem mi?
• Bu soruya kesin olarak «evet» ya da «hayır»
demek mümkün değildir.
• PHS’in bazı zayıf ve güçlü yönleri vardır. Belirli bir
ülke düzeyinde bu güçlü ve zayıf yönlerinin
hangisinin baskın çıktığı gözlenebilse de bunun
genel olarak bütün ülkeler için peşinen geçerli
olduğu söylenemez.
• PHS’in zayıf yanlarının doğrudan doğruya
kendisnden kaynaklandığını ve mutlak nitelikte
olduğunu da söyleyemeyiz.
• PHS’de istikrarsız hükümetlere neden olmasının
nedeni koalisyon hükümetleri, koalisyon
hükümetlerinin nedeni de çok parti sistemidir.
• Çok parti sisteminin nedeni de nisbi temsil seçim
sistemidir.
• Çoğunluk sisteminin uygulandığı ve disiplinli iki
parti sistemin mevcut olduğu bir ülkede (İngiltere)
PHS pek ala istikrarlı ve güçlü hükümetlere yol
açabilmektedir.
• Özetle zayıf yanların,PHS bağlı olduğu kadar, her
ülkenin kendi siyasal ve sosyal koşullarına (parti
sistemi, siyasal kültür, sosyal bölünmüşlük vs)
bağlı olduğu söylenebilir.
• Bir ülkede PHS iyi bir şekilde işlerken, bir başka
ülkede kötü bir şekilde işleyebilmektedir.
• Dolayısıyla PHS’in performansı, ülkeden ülkeye
değişmektedir.
• Bu sonuç Türkiye örneğinde de doğrulanmaktadır.
Türkiye PHS’nde 1990-2002 yılları arasında
oldukça istikrarsız hükümetler görülmüş olmasına
rağmen, 2002’den beri güçlü tek parti hükümeti
görülmektedir.
• 2002-2007 ve sonraki seçimlerde AKP tek başına
hükümet kurabilecek parlamento çoğunluğuna
sahip olabilmiştir.
RASYONELLEŞTİRİLMİŞ
PARLÂMENTARİZM
• Kabinenin üstünlüğüne dayanan “İngiliz tipi” parlâmenter
hükümet sisteminde (kabine hükümeti veya başbakanlık
hükümeti) güçlü ve istikrarlı hükümetler vardır.
• Bu nedenle bu tür parlâmenter sistemler başarılıdır. Büyük
bir sorunları yoktur. Buna karşılık, yukarıda “meclis
hükümeti tipi parlâmenter sistem dediğimiz sistemlerde
zayıf ve istikrarsız hükümetler vardır.
• İşte bazı parlâmenter sistemlerde hükümete istikrar ve
güç
kazandırmak
amacıyla
birtakım
usûller
öngörülmüştür. Bu usûlleri barındıran parlâmenter
sistemlere
genel
olarak
“rasyonelleştirilmiş
parlâmentarizm (parlementarisme rationalisé) ismi
verilmektedir.
• Rasyonelleştirilmiş
parlâmentarizm,
sağlam
bir
parlâmento çoğunluğuna dayanmayan hükümetlere güç
ve istikrar kazandırmaya yönelik hukuk kurallarının
bütünü olarak tanımlanmaktadır.
• 1949 Alman Anayasası, 1958 Fransız Anayasası ve 1982
Türk Anayasası rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm
araçlarına yer veren örnek anayasalardır.
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm hükümetlere istikrar
ve etkinlik sağlamaya yönelik bir sistem olduğuna göre,
rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmin araçlarını da
“hükümete istikrar kazandırmaya yönelik araçlar’ ve
“hükümete etkinlik kazandırmaya yönelik araçlar” olmak
üzere ikiye ayırıp inceleyebiliriz.
• Bu araçları inceledikten sonra bir de genel değerlendirme
yapacağız.
I. HÜKÜMETE İSTİKRAR
KAZANDIRMAYA YÖNELİK ARAÇLAR
• Hükümetlere istikrar kazandırmanın yolu, hükümetlerin
kurulmasını
kolaylaştırmak,
düşürülmesini
ise
zorlaştırmaktan geçer.
• O halde “hükümete istikrar kazandırmaya yönelik araçlar”ı
da kendi içinde “hükümetin kurulmasını kolaylaştırmaya
yönelik
araçlar”
ve
“hükümetin
düşürülmesini
zorlaştırmaya yönelik araçlar” olarak ikiye ayırabiliriz.
A-HÜKÜMETİN KURULMASINI KOLAYLAŞTIRMAYA
YÖNELİK ARAÇLAR
• Rasyonelleştirilmiş
parlâmentarizmin
temel
amacı, hükümetlerin kurulmasını kolaylaştırmak;
düşünülmesini ise zorlaştırmaktır.
• Hükümetlerin kurulmasını kolaylaştırmak amacıyla
çeşitli
ülke
öngörülmüştür:
anayasalarında
şu
usûller
I. Hükümetin Güven Oylamasız
Göreve Başlaması: Zımnî Güven
• Hükümetin kurulmasını ve göreve başlamasını kolaylaştırıcı ve
hızlandırıcı birinci usûl, hükümetin göreve başlarken meclisten
güven istemesi usûlünün kaldırılmasıdır.
• Bu şekilde yeni atanan Hükümet bir iki hafta kaybetmeden
derhal göreve başlamış olur. Bunu 1958 Fransız Anayasası
yapmıştır.
• 1958 Fransız Anayasasının 8’inci maddesine göre hükümet
şöyle kurulur: Cumhurbaşkanı önce Başbakanı; sonra da
Başbakanın önerisi üzerine diğer bakanları atar.
• Hükümet bu şekilde kurulmuş olur. Bu şekilde kurulan
hükümetin göreve başlayabilmesi için, bizde olduğu gibi,
Meclisten güvenoyu istemesine gerek yoktur.
• Atanan hükümetin zımnî olarak parlâmentonun güvenine
sahip olduğu varsayılır. Buna “zımnî güven {confıance
implicite)” ismi verilmektedir.
• Şüphesiz göreve yeni atanan Başbakan da 1958 Fransız
Anayasasının 49’uncu maddesinin ilk fıkrasına göre Millet
Meclisinden “programı üzerine güven istemi”nde
bulunabilir.
• Ancak Hükümetin göreve başlayabilmek ve görevde
kalabilmek için bunu yapmaya ihtiyacı yoktur. Uygulamada
da göreve yeni başlayan hükümetler, Millet Meclisinden
güvenoyu istememektedirler.
• Bu usûlle, hükümetler göreve başlamak için bir iki haftalık
zaman kaybetmezler. Atanan hükümetlerin derhal göreve
başlaması böylece sağlanmış olur.
• Ancak bu usûlün büyük bir yarar sağlayacağı pek
şüphelidir. Zira yeni atanan hükümete karşı da
parlâmentoda derhal güvensizlik önergesi verilip hükümet
düşürülebilir.
2.Hükümetin Kurulması İçin, Düşmesi İçin
Gerekenden Daha Düşük Bir Çoğunluk Aramak
• Hükümetin kurulmasını ve göreve başlamasını
kolaylaştırıcı diğer bir usûl de, göreve başlama sırasında
yapılan güven oylamasında, meclis üye tamsayısının salt
çoğunluğunun değil, toplantıya katılanların salt
çoğunluğunun aranmasıdır.
• Yüzlerce kişilik parlâmentolarda toplantıya katılanların
sayısı daima, üye tamsayısından az olur. Güvenoyu için
üye tamsayısının değil, toplantıya katılanların salt
çoğunluğu aranırsa, Hükümetin güvenoyu alması daha
kolay olur.
• Çünkü bu durumda, toplantıya gelmeyenlerin hükümeti
destekledikleri varsayılmaktadır. Bu usûl, 1982 Türk Anayasası
tarafından kabul edilmiştir.
• Hükümetlerin düşürülmesi için üye tamsayısının salt
çoğunluğunu arayan 1982 Anayasası, Hükümetlerin göreve
başlaması sırasında yapılan güven oylamasında toplantıya
katılanların salt çoğunluğunu yeterli görmüştür.
• B- HÜKÜMETİN DÜŞÜRÜLMESİNİ ZORLAŞTIRMAYA YÖNELİK
ARAÇLAR
• Hükümete istikrar kazandırmanın ikinci yolu, kurulmuş olan
hükümetin düşürülmesini zorlaştırmaktır.
• Bunun için çeşitli anayasalarda şu tedbirler öngörülmüştür.
• 1- Güvensizlik Önergesi verme Hakkının Sınırlanması
• 2-Serinleme Süresi
• 3- Güvensizlik Oyunda Üye tam Sayısının Salt Çoğunluğunun
Aranması
• 4-Yalnızca Güvensizlik Oylarının Sayılması
• 5-Yapıcı Güvensizlik Oyu
• 6- Fesih tehdidi Altında Güvenoyu
1. Güvensizlik Önergesi Verme Hakkının Sınırlandırılması
• Hükümetlerin düşürülmesini zorlaştırıcı birinci tedbir,
güvensizlik öner¬gesi verme hakkının sınırlandırmasıdır.
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmden esinlenen
anayasalar, güvensizlik önergesi gibi önemli bir kurumun
gayri ciddî olarak kullanılmaması için, güvensizlik
önergesi verme hakkını çeşitli şekillerde
sınırlandırmakta, onun kullanılmasını
zorlaştırmaktadırlar.
• Örneğin 1982 Türk Anayasasına göre, gensoru önergesi, ancak
bir siyasî parti grubu adına veya en az yirmi milletvekilinin
imzasıyla verilebilir. Bu şekilde bir veya birkaç milletvekilinin
gensoru önergesi vererek hükümetin güveni gibi önemli bir
konunun tartışılmasını sağlaması engellenmek istenmiştir.
• Fransız Anayasası ise, güvensizlik önergesi (motion de censure)
verme hakkını daha da sınırlandırmış ve bu hakkı ancak Millet
Meclisi üye tamsayısının en az onda biri tutarındaki üyelerine
tanımıştır (1958 Fransız Anayasası. m.49/2).
• Keza 1958 Fransız Anayasası güvensizlik önergesi verme hakkını bir
kez daha sınırlandırmıştır: 1958 Fransız Anayasasının 49'uncu
maddesinin ikinci fıkrasına göre, verilen güvensizlik önergesi
reddedilmişse, güvensizlik önergesini veren milletvekilleri aynı
toplantı (session) döneminde (yani pratikte yılın yarısında) bir daha
güvensizlik önergesi verememektedirler.
• Böylece bir yasama yılında veya döneminde bir kez güvensizlik
önergesi verme hakkına sahip olduğunu bilen milletvekili, bu hakkını
kötü niyetle, sudan sebeplerle kullanmaktan çekinecektir. 1975
Yunan Anayasasına göre ise, bir güvensizlik önergesinin
reddedilmesinden sonra, 6 ay geçmedikçe yeni bir güvensizlik
önergesi verilemez (m.84/2).
2.Serinleme Süresi
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmin başvurduğu diğer bir teknik
de. hükümetlerin düşmesine yol açacak önemli oylamalarda,
kendilerine ' serinleme süresi (cooling-off period)” denen bir-iki
günlük bekleme sürelerinin konulmasıdır. Bu sürelerin amacı,
güven oylamalarında duygusal faktörlerin etkisini azaltmak,
milletvekillerinin daha serinkanlı düşünebilmelerine imkân
sağlamaktır.
• Örneğin 1982 Türk Anayasasının 99'uncu maddesinin ikinci
fıkrasına göre, “gensorunun görüşülmesi, gündeme alma kararının
rildiği tarihten haklayarak iki gün geçmedikçe yapılamaz".
• Keza aynı mad denin üçüncü fıkrasına göre, “gensoru
görüşmeleri sırasında üyelerin veya grupların verecekleri
gerekçeli güvensizlik önergeleri veya Bakanlar Kurulunun
güven isteği, bir tam gün geçtikten sonra oylanır”.
• 48 saatlik benzer bir serinleme süresi 1958 Fransız
Anayasası (m.49/2) tarafından da öngörülmüştür.
3.Güvensizlik Oyunda Üye Tamsayısının Salt
Çoğunluğunun Aranması
• Hükümetlerin düşürülmesini zorlaştırmanın en bilinen yolu,
güvensizlik oyunda oylamaya katılaııların değil, üye
tamsayısının salt çoğunluğunun aranmasıdır. Bu şekilde,
oylamaya gelmeyenler de, sanki hükümete güvenoyu vermiş
gibi bir fonksiyon ifa ederler.
• Böylece hükümetin düşmesi daha da zorlaşır. Örneğin 1982
I'ürk Anayasasının 99’uncu maddesinin 4’üncü fıkrasına göre,
gensoru neticesinde yapılan güven oylamasında Bakanlar
Kurulunun veya bir bakanın düşürülebilmesi için, üye
tamsayısının salt çoğunluğu gerekir.
• Oysa aynı Anayasa, hükümetin kurulması aşamasında
yapılan güven oylamasında (md.110), toplantıya
katılanların salt çoğunun güvenoyu vermesini yeterli
görmektedir.
• 1958 Fransız Anayasası da, hükümetin düşmesi için iiye
tamsayısının salt çoğunluğunu aramaktadır (m.49/2). Oysa
aynı Anayasa, hükümetin kurulması için, güven oylaması
zorunluluğunu bile getirmemektedir.
4.
Yalnızca Güvensizlik Oylarının Sayılması
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmin güven oylamalarına
getirdiği bir yenilik de, oylamalarda sadece, güvensizlik
oylarının sayılması kuralıdır. Örneğin 1958 Fransız
Anayasasına göre oylamada yalnızca güvensizlik oyları
sayılır (m.49/2).
• Aynı hüküm 1982 Türk Anayasasında da bulunmaktadır
(m.99/4). Sadece güvensizlik oylarının sayılması kuralı,
hükümetlerin prestijini korumaya yönelik bir tedbirdir.
• Eğer oylamada güven oyları ve çekimser oylar da sayılırsa,
Anayasaya göre istifa etmek zorunda olmasa bile
Hükümet, istifa etmek zorunda kalabilecektir.
• Zira bu takdirde Mecliste Hükümeti destekleyen bir
çoğunluğunun olmadığı görülecektir.
• Örneğin Türkiye’de 540 milletvekilinin katıldığı bir güven
oylamasında 265 üye güvensizlik oyu, 260 üye güvenoyu
vermiş, 15 üye de çekimser kalmış olsun. Bu Hükümet
görevde kalırdı. Zira güvensizlik oyları 276 ya ulaşmamıştır.
• Ancak, böyle bir Hükümet, Mecliste çoğunluğunun
olmadığı ortaya çıktığından prestij yitirir ve belki de istifa
etmek zorunda kalabilirdi.
• İşte bu nedenle, 1982 Anayasası, 99’uncu maddenin
dördüncü fıkrasındaki kuralı getirmiştir.
• Bu kural sayesinde, oylamadan sonra, sadece güvensizlik
oyları sayılacak ve Meclis Başkanı, 265 güvensizlik oyunun
çıktığını ve dolayısıyla Hükümetin görevde kaldığını
açıklayacaktır.
• Hükümetin Parlâmentoda gerçek anlamda salt çoğunluğa
sahip olmadığı ise anlaşılmayacaktır.
5. Yapıcı Güvensizlik Oyu
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçlarından en ünlüsü
kuşkusuz “yapıcı güvensizlik oyudur.
• 1949 Alman Anayasasının 67’nci maddesine göre, Bundestagm
(Millet Meclisinin), Başbakanı güvensizlik oyuyla düşürebilmesi
için üyelerinin çoğunluğu ile yeni bir Başbakan seçmesi gerekir.
• Yeni bir Başbakan seçmedikçe, Bundestagta. (Millet Meclisinde)
hangi çoğunluk toplanırsa toplansın Başbakanı düşüremez.
• Görüldüğü gibi bu sistemde, yıkmak için önce yapmak
gerekmektedir. Bu nedenle de bu tür güvensizlik oyuna “yapıcı”
güvensizlik oyu denmektedir.
• Yapıcı güvensizlik oyu usûlü, ülkede hükümet krizinin
olmasını, ülkenin hükümetsiz kalmasını önlemektedir. Zira
bir başbakanın düşürülebilmesi için, öncelikle yeni bir
başbakan üzerinde anlaşmak gerekmektedir. Yapıcı
güvensizlik oyu, parlâmenter sistemlerde sıkça görülen
“olumsuz çoğunluklaca karşı bulunmuş bir çaredir.
• Olumsuz çoğunluklar, hükümete karşı güçlerini
birteştirebilen, ama kendi içlerinde de birleşemeyen
çoğunluklar demektir. Yapıcı güvensizlik oyu usulü,
olumsuz çoğunlukları etkisiz kılmaktadır.
• Zira bunlar kendi içlerinde yeni bir başbakan üzerinde
anlaşamayacaklarına göre, mevcut hükümeti de
deviremeyeceklerdir.
• 1994 Belçika Anayasası da (m.96) yapıcı güvensizlik oyu
usûlünü öngörmüştür. Bu Anayasanın 96’ncı maddesine
göre, güven isteminin reddinden itibaren üç gün içinde
Temsilciler Meclisinin üye tamsayısının salt çoğunluğuyla
Krala yeni bir Başbakan atamasını önerdiği takdirde mevcut
hükümet istifa etmekle yükümlüdür.
• Dolayısıyla güvensizlik oyundan sonra üç gün içinde
Temsilciler Meclisi Krala ataması için üye tamsayısının salt
çoğunluğuyla bir başbakan öneremezse mevcut hükümet
görevde kalmaya devam edecektir.
6. Fesih Tehdidi Altında Güvenoyu
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmin en etkili araçlarından biri
de, fesih tehdidiyle hükümetin parlâmentodan güvenoyu elde
etmesidir.
• 1949 Alman Anayasasının 68’inci maddesine göre, Başbakan
tarafından istenen bir güvenoyu, Bundestag (Millet Meclisi)
tarafından reddedilirse, Başbakanın önerisi üzerine
Cumhurbaşkanı Bundestagı fesheder.
• Burada fesih silahı çok etkilidir. Çünkü hükümeti yok etmekte
kararlı olan meclisin kendisi de yok olacaktır. Böyle bir
durumda, milletvekilliklerinin sona ermesini istemeyen
milletvekilleri istemeye istemeye de olsa başbakana güvenoyu
vermek zorunda kalacaklardır.
• Diğer bir ifadeyle bu usûlde, milletvekilleri kendi görevlerini
kaybetme riskini göze almadan, başbakanın görevine son
veremeyeceklerdir.
II. HÜKÜMETE ETKİNLİK KAZANDIRMAYA
YÖNELİK ARAÇLAR
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm düşüncesinin tek amacı,
hükümetlere istikrar kazandırmak değildir.
• Çünkü istikrar tek başına bir işe yaramaz. Başarılı bir
parlâmenter demokraside, hükümetin görevde kalması yeterli
değildir; ülkeyi yönetebilmesi de gerekir.
• Bir hükümetin ülkeyi yönetebilmesi içinse kanunlara ve
kararnamelere ihtiyacı vardır. O halde, hükümetin etkinliği, bir
yandan ihtiyacı olduğu kanunları çıkartabilmesine, diğer
yandan da kararnameyle düzenleme yapabilmesine bağlıdır.
• Dolayısıyla “hükümete etkinlik kazandırmaya yönelik
araçlar”ı da kendi içinde, “kanun çıkarılmasını
kolaylaştırmaya yönelik araçlar” ve “hükümetin kararname
çıkarmasını kolaylaştırıcı araçlar” olarak ikiye ayırabiliriz.
A. KANUN ÇIKARILMASINI KOLAYLAŞTIRMAYA
YÖNELİK ARAÇLAR
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm sisteminde,
parlâmento tarafından düşürülemeyen bir hükümetin
parlâmentoda çoğunluğa sahip olmaması mümkündür.
• Zira yukarıdaki araçlar sayesinde parlâmentoda çoğunluğa
sahip olmayan bir hükümet düşmeyebilir. Ama bu
hükümetin parlâmentodan kanun çıkartması imkânsızdır.
• Bu hükümetin kanun tasarıları pek muhtemelen
parlâmento tarafından reddedilecektir.
• O halde, hükümeti sadece ayakta tutmakla iş bitmemekte,
hükümete, parlâmentoyu zorlayabilecek, gerektiğinde
parlâmentoyu aşabilecek, anayasal araçlar da vermek
gerekmektedir.
• İşte rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm düşüncesinden
ilham alan bazı anayasalar, parlâmentoda sağlam bir
çoğunluğa sahip olmayan hükümetlere, hazırladıkları
kanun tasarılarının kabul edilmesini sağlayacak anayasal
mekanizmalar da getirmektedirler.
• Bunlardan bazıları şunlardır:
• 1- Blok Oylama
• 2-Giyotin usulü
• 3-Teşrii Zorunluluk hali
1.
Blok Oylama: Ya Kabul Et, Ya Reddet
• Normal olarak bir kanun tasarısı parlâmentolarda madde
madde oylanır. Keza her madde için milletvekilleri birçok
değişiklik önergesi verebilir. Bu nedenle, bir kanunun
kabul edilmesi çok uzun zaman alabilir.
• Keza, milletvekillerinin verdiği bazı değişiklik önergeleri
kabul edilirse, kanun metninin kendi iç tutarlılığı
bozulabilir.
• Kanunların kabul edilme sürecini hızlandırmak ve kanunların iç
tutarlılığını korumak için, 1958 Fransız Anayasası “blok oylama
(vote bloque)” usûlünü öngörmüştür.
• Anayasanın 44’üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre,
Hükümet istediği takdirde, Meclis, müzakere edilen metnin
bütününü tek bir kerede oylamak zorundadır.
• Dolayısıyla bu usûlde, parlâmentonun bir kanun tasarısında
kendi istediği şekilde değişiklik yapması mümkün değildir.
• Blok oylama usûlü uygulandığında, parlâmentonun
yapabileceği iki şey vardır: Ya kabul eder; ya da reddeder.
2. “Giyotin” : Ya Kanunu Kabul Et, Ya Da
Hükümeti Düşür
• Parlâmenter sistemde normal olarak parlâmentonun
düşürmediği bir hükümetin sunduğu kanun tasarılarını
reddetmesi mümkündür.
• Oysa bu, hükümetin etkinliği bakımından sakıncalıdır. Ülkenin
etkin bir şekilde yönetilebilmesi için, ya hükümetin ihtiyaç
duyduğu kanunlar çıkmalıdır; yahut istediği kanunları
çıkaramayan hükümet gitmelidir.
• Kanun çıkaramayan bir hükümetin işbaşında kalmasının bir
anlamı yoktur. Keza, bir parlâmentonun düşürmediği bir
hükümetin kanun tasarılarını reddetmesi de mantıksızlıktır.
• Bu mantıksızlığı, 1958 Fransız Anayasası “giyotin” usûlüyle
çözmüştür. Fransız Anayasasının 49’uncu maddesinin
üçüncü fıkrasına göre,
• “Başbakan, Bakanlar Kurulunda görüştükten sonra, Millet
Meclisi önünde, bir metin üzerinde Hükümetin
sorumluluğunu yüklenebilir. Bu durumda, izleyen
yirmidört saat içinde bir güvensizlik önergesi sunulmaz ve
önceki fıkra uyarınca oylanmazsa, bu metin kabul edilmiş
sayılır”.
• Buna göre, hükümetin sunduğu bir kanun tasarısının mecliste
kabul edilmeme ihtimali varsa, hükümet bu kanun tasarısının
kabul edilip edilmemesini bir güven sorunu haline getirmekte,
bu nedenle “sorumluluğunu ileri sürmekte”dir.
• Böyle bir durumda, hükümete karşı olan milletvekillerinin
yapması gereken şey, 24 saat içinde güvensizlik önergesi
vermektir. Bu güvensizlik önergesinin kabul edilebilmesi içinse,
Millet Meclisi üye tamsayı-sının salt çoğunluğu tarafından
oylanması gerekir.
• Bu usûlde, Meclis, “ya kanunu kabul et, ya da hükümeti düşür”
emriyle karşı karşıya kalmaktadır.
Görüldüğü gibi, Fransa’da, parlâmentoda çoğunluğa sahip olmayan bir
Hükümet, güvensizlik oyuyla düşürülmedikçe, istediği kanunları çıkartabilir .
Giyotin usûlü, düşürülemeyen ama parlâmentoda kanun çıkarmak için yeterli
çoğunluğa sahip olmayan bir hükümetin kanun çıkarabilmesini
sağlamaktadır.
Bu da parlâmenter sisteme işlerlik kazandırması bakımından büyük bir
avantajdır. Fransa’da hükümetlerin parlâmentoda sağlam bir çoğunluğa sahip
olmadığı dönemlerde bu usûle sıklıkla başvurdukları ve başarılı sonuçlar elde
ettikleri görülmüştür.
Örneğin bu usûl, hepsi de çok önemli kanun tasarılarına ilişkin olmak üzere, 2
Nisan 1988 ila 14 Mayıs 1988 tarihleri arasında 9 defa, Mayıs 1988-Ocak
1990 arasında 18 defa kullanılmıştır.
3.Teşriî Zorunluluk Hali: Ya Kanunu Kabul Et, Ya
Hükümeti Düşür, Yoksa Kanun Koyma Yetkin Altı Ay
Süreyle Askıya Alınır
• Yukarıda gördüğümüz gibi, yapıcı güvensizlik oyu
nedeniyle Almanya’da Bundestag’ın (Millet Meclisi)
Hükümeti düşürmesi oldukça güçtür. Ancak, istikrarlı bir
demokraside hükümetin görevde kalması yeterli değildir;
yönetebilmesi de gerekir.
• İşte 1949 Alman Anayasası, 81 ’inci maddesinde “teşriî
zorunluluk hali” denen bir usûlle, düşürülemeyen
hükümete kanun çıkarma imkânını tanımıştır.
• Bu usûle göre Bundestag (Millet Meclisi), Başbakana istediği
güvenoyunu vermemiş, ama onun yerine yeni bir Başbakan
seçerek onu da görevden alamamışsa, Başbakan,
Cumhurbaşkanına başvurarak, ya 68’inci maddeye uygun
olarak Meclisin feshedilmesini, ya da 81’inci maddeye göre
“teşriî zorunluluk hali’’ ilân edilmesini isteyebilir.
• Bu ikinci halin ilân edilebilmesi için Bundesrat’ın (Federal
Senatonun) da onayı gerekir. Başbakanın istemi ve Bundesrat‘ın
onayı varsa Cumhurbaşkanı “teşriî zorunluluk hali” ilân eder.
• Bu halin ilân edilmesiyle, Bundestag'm (Millet Meclisinin)
reddettiği kanun tasarıları kendiliğinden kabul edilmiş
sayılır.
• Keza, Bundestag'a sunulan ve Bundestag’m dört hafta
içinde sonuçlandırmadığı kanun tasarıları da kendiliğinden
kabul edilmiş sayılır.
• Ancak, “teşriî zorunluluk hali”, bir başbakanın döneminde
en fazla altı ay süreyle kullanılabilir (m.81).
• Kısacası, Alman parlâmenter sisteminde, Millet Meclisi
(Bundestag)
tarafından
usûlüne
uygun
bir
şekilde
düşürülemeyen Başbakan, istediği kanunları çıkarmayan
Bundestag'ı altı ay süreyle saf dışı bırakma ve yasama
yetkisini bu süre içinde kullanma yetkisine sahip
olabilmektedir.
• Kısacası, “teşriî zorunluluk hali”, bir nevi olağanüstü hal
ilan ederek, hükümetin yasama yetkilerini altı ay süreyle
ele geçirmesi durumudur.
B. HÜKÜMETİN KARARNAME ÇIKARMASINI
KOLAYLAŞTIRICI ARAÇLAR
• Ülkenin yönetilmesi için kurallara ihtiyaç vardır. Bu kuralların
hepsinin yasama organı tarafından kanunla konulmasını beklersek
yönetimin etkinliği düşer.
• Çünkü parlâmentolar, gerek iş yükü, gerek çalışma usûlleri, gerekse
teknik bilgilerinin yetersizliği nedeniyle ülkenin ihtiyacı olan bütün
kanunları, gerektiği zamanda, gerektiği şekilde çıkaramazlar.
• O
nedenle,
hükümetin
kanun
düzeyindeki
bazı
kuralları
kararnameyle koyabilmesi gerekir.
• Bunun ise iki yolu vardır: Hükümetin “özerk kararname” ve “kanun
hükmünde kararname” çıkarma yetkisine sahip olması.
1. Hükümete “Özerk Kararname” Çıkarma Yetkisi
Tanınması
• Anayasa hukukunun klasik teorisinde, yasama yetkisi “aslî
(originaire)”; yürütme yetkisi ise “türev {dérivé)” bir yetkidir.
Yürütme organı, kural olarak, kanuna dayanmadan düzenleyici
işlem yapamaz.
• Yürütme organının düzenleyici işlemi, yasama organının yaptığı
kanun karşısında secundum legem niteliktedir. Bu nedenle,
klasik teoride, hükümetin özerk düzenleme yetkisi yoktur.
• Hükümetin düzenleyici işlem yapması, kararname çıkarabilmesi
için, kanuna dayanması gerekir.
• Klasik teoride yürütme organının özerk düzenleme
yetkisinin olmaması, hükümeti yasama organının iradesine
bağlı hale getirmektedir.
• Hükümete etkililik kazandırmak için, hükümete “özerk
düzenleme yetkisi” verilebilir.
• Hükümet özerk düzenleme yetkisi elde ederse,
parlâmentonun yasama yetkisi gibi özerk kural koyma
yetkisiyle donatılmış olur.
• Örneğin 1958 Fransız Anayasası hükümete “özerk
düzenleme yetkisi” tanımıştır. Fransız Anayasasına göre,
Anayasanın 34’üncü maddesinde sayılan konular “kanun
alanı” oluştururlar .
• Bu alanda kural koymak için parlâmento yetkilidir. Ancak
kanun alanı dışında kalan konularda kural koyma yetkisi
yürütme organına aittir (m.37).
• Kanun alanına girmeyen konularda, yasama organı kanun
çıkaramaz.
• Diğer bir ifadeyle, kanun alanına girmeyen konular, yani
34’üncü maddede sayılmayan konular, yürütme organının
“mahfuz alanı”nı oluşturmaktadır.
• Bu alanda hükümet, bir kanuna dayanmadan doğrudan
doğruya kararname ile düzenleme yapabilir.
• Dolayısıyla Fransa’da hükümetin ülkeyi yönetmek için
“kanun”a, dolayısıyla yasama organına her zaman ihtiyacı
yoktur. 34’üncü maddede sayılmayan konularda, Fransa’da
yürütme organinin “özerk düzenleme yetkisi” vardır.
• Bu alanda, yürütme organının düzenleme yetkisi aslî ve ilkel bir
yetkidir.
• Yani bu alanda yürütme organının düzenleme yapabilmesi
için kanuna dayanması veya yasama organından yetki
almasına ihtiyacı yoktur.
• Yürütme organının bu şekilde yaptığı işlemlere “özerk
kararname” veya “özerk düzenleyici işlemler» denir
2. Hükümete Kanun Hükmünde Kararname Çıkarma
Yetkisinin Verilmesi
• Anayasaların hükümetlere özerk kararname çıkarma yetkisi
vermeleri istisnaî nitelikteyse de, kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisini genellikle verdikleri
gözlemlenmektedir.
• Hükümetlerin kanun hükmünde kararname çıkarabilmesi
için, özerk kararnameden farklı olarak yasama organı
tarafından yetkilendirilmeleri gerekir.
• Yani özerk kararname yetkisi doğrudan doğruya anayasadan
kaynaklanırken, kanun hükmünde kararname yetkisi yasama
organından kaynaklanır.
• Bu usûlde, yasama organı belli konularda kanun düzeyinde kural
koymak için hükümete bir yetki vermektedir.
• Hükümet bu yetkiye dayanarak, bir kararname çıkararak
mevcut kanunlarda değişiklik yapmakta veya kanun
düzeyinde yeni kurallar koymaktadır.
• Hükümetin çıkardığı bu kanun hükmünde kararnameler,
yayınlanarak yürürlüğe girmekte ve daha sonra onay için
yasama organına sunulmaktadırlar.
• Böylece hükümetler kanun hükmünde kararnameler ile
ülkeyi daha etkili bir şekilde yönetebilmektedir.
• A. RASYONELLEŞTİRİLMİŞ PARLÂMENTARİZM
ARAÇLARI YETERİNCE ETKİLİ MİDİR?
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçlarının mutlak bir
etkililiğe sahip olduğu ve her parlâmenter sistemde istikrarlı ve
etkin hükümetler yaratacağını söylemek mümkün değildir.
• Parlâmenter sistemde hükümetin istikrarı ve etkinliği esas
olarak arkasındaki parlâmento çoğunluğuna bağlıdır.
• Hükümetin arkasında gerçekten bir parlâmento çoğunluğu
yoksa ve özellikle hükümet uyumsuz partilerden oluşan
koalisyon hükümeti ise, pek muhtemelen rasyonelleştirilmiş
parlâmentarizm araçları da hükümete istikrar ve etkinlik
kazandırmakta yetersiz kalacaktır.
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçları, parlâmentoda
sağlam olmasa da az çok bir çoğunluğa sahip hükümetlere
istikrar ve etkinlik sağlayabilir.
• Diğer bir ifadeyle, hükümet parlâmentoda mutlak bir
çoğunluğa sahip olmasa da, nispî bir çoğunluğa sahip
olmalıdır.
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmin, parlâmentonun
mutlak çoğunluğu tarafından düşürülebilen bir hükümeti
ayakta tutmak için yapabileceği hiçbir şey yoktur.
B. RASYONELLEŞTİRİLMİŞ PARLÂMENTARİZM
DEMOKRATİK BİR USÛL MÜDÜR?
• Görüldüğü gibi, rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçları,
milletvekillerinin iradesini sınırlandırmaya veya onların
iradesi üzerinde çeşitli şekillerde baskı kurmaya veya çeşitli
usûllerle onların iradesini aşmaya yarayan usûllerdir.
• Bunun ise demokrasi düşüncesiyle bağdaşmadığı akla
gelebilir. Zira milletvekilleri doğrudan doğruya halk
tarafından seçilmektedir. Bu bakımından demokratik
meşruluğu simgelemektedirler.
• Kanımızca bu düşünce isabetsizdir.
• Çünkü bir kere, rasyonelleştirilmiş parlâmentarizmde
hiçbir zaman, hükümet parlâmentonun iradesine bağlı
olmaktan çıkmamaktadır.
• Rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm araçları,
parlâmentonun üye tamsayısıyla görevdeki hükümeti
düşürememesi durumunda uygulanabilmektedir.
• Parlâmentoda gerçekten hükümete karşı sağlam bir
çoğunluk varsa ve bu çoğunluk yeni bir hükümet kurmakta
anlaşabiliyorsa, bu hükümetin düşürülmesi her zaman
mümkündür.
• Hükümete özerk düzenleme yetkisinin tanınması veya
kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisinin
verilmesinde de demokratiklik bakımından bir sakınca
görmek oldukça güçtür.
• Zira her şeyden önce, günümüzde, hükümetler de, dolaylı
bir şekilde de olsa seçmenlerin iradesine dayanmaktadır.
• Parlâmentoların demokratik, hükümetlerin antidemokratik organlar olduğunu iddia etmek mümkün
değildir.
• Nihayet tek demokratik organ olarak parlâmento görülse
bile, kanun hükmünde kararname usûlü anti-demokratik
olarak nitelendirilemez. Çünkü bu usûlde, hükümetin
kanun hükmünde kararname çıkarabilmesi için
parlâmentodan yetki alması gerekir.
• Keza hükümetin çıkardığı kanun hükmünde kararnameler
de parlâmentonun onayına sunulmaktadır.
• Nihayet belirtmek gerekir ki, rasyonelleştirilmiş parlâmentarizm,
hükümetin istikrarını ve etkinliğini sağlamayı amaçlamaktadır.
• Bir demokrasinin ise istikrara ve etkinliğe ihtiyacı olduğu
kuşkusuzdur.
• Aksi takdirde, istikrarını ve etkinliğini yitirmiş bir demokrasi,
yönetilemeyen bir demokrasidir ve böyle bir demokrasi, Weimer
Alman Cumhuriyeti (1919-1933), Üçüncü Fransız Cumhuriyeti
(1875-1940), Dördüncü Fransız Cumhuriyeti (1946-1958) ve 1961
Anayasası dönemi Türkiye Cumhuriyeti (1961-1980) örneklerinde
görüldüğü gibi eninde sonunda yıkılmaya mahkûmdur.
• Böylece normal yasama dönemi bitmeden yapılan erken
seçimler, halkın siyasal iktidarı ve politikasını denetleme
ve etkileme aracı olmaktadır.
• Saf temsili demokraside olduğu gibi, seçmen bir kez
oyunu kullandıktan sonra kamusal alandan elini
çekmemekte, hükümeti etkileme olanağını elinde
bulundurmaktadır.
Download