5018 SAYILI KANUN İLE YÖNETİŞİM İLKE VE ESASLARI ÇERÇEVESİNDE KAMU HİZMETLERİNİN SUNUMU MESLEKİ YETERLİLİK TEZİ Hazırlayan Gülşah KARAKUŞ Maliye Uzman Yardımcısı Danışman Doç. Dr. Ahmet KESİK Strateji Geliştirme Başkanı Ankara-2010 5018 SAYILI KANUN İLE YÖNETİŞİM İLKE VE ESASLARI ÇERÇEVESİNDE KAMU HİZMETLERİNİN SUNUMU MESLEKİ YETERLİLİK TEZİ Hazırlayan Gülşah KARAKUŞ Maliye Uzman Yardımcısı Danışman Doç. Dr. Ahmet KESİK Strateji Geliştirme Başkanı Ankara-2010 ÖNSÖZ Bu tez çalışmasının amacı, kamu yönetiminde 1970’li yılların sonlarından itibaren belirgin bir şekilde fark edilen ve 1990’lı yıllarla birlikte daha da hızlanan değişim ve dönüşüm sürecinin ortaya çıkardığı yeniden yapılanma ihtiyacı sonucu kabul edilen 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve bu Kanunun temel felsefesini oluşturan yönetişim yaklaşımının kamu hizmet sunumunda meydana getirdiği dönüşümleri irdelemektir. Bu kapsamda çalışmada kamu yönetiminde yeniden yapılanma ihtiyacı sonucunda ortaya çıkan 5018 sayılı Kanun ve geleneksel kamu yönetimi anlayışına bir tepki ve alternatif olarak ortaya çıkan yeni yaklaşımlardan biri olan yönetişim yaklaşımı ele alınacaktır. Bununla birlikte kamu hizmeti anlayışında, kamu hizmeti ilkelerinde ve kamu hizmeti sunum biçimlerinde 5018 sayılı Kanun ve yönetişim yaklaşımı ile yaşanan dönüşüm çözümlenecektir. Çalışmanın hazırlanmasında tecrübesi ve bilgi birikimiyle bana yol gösteren, yorumlarını esirgemeyen tez danışmanım ve Sayın Başkanımız Doç. Dr. Ahmet KESİK’e ve ablam Sebahat Bozkaya’ya katkılarından dolayı teşekkürü bir borç bilirim. Gülşah KARAKUŞ Ankara-2010 i ÖZET 5018 SAYILI KANUN İLE YÖNETİŞİM İLKE VE ESASLARI ÇERÇEVESİNDE KAMU HİZMETLERİNİN SUNUMU KARAKUŞ, Gülşah Maliye Uzman Yardımcısı Mesleki Yeterlik Tezi Mayıs 2010, 113 sayfa Küreselleşme ile birlikte hız kazanan çok yönlü değişim dinamikleri tüm toplumların sosyo-ekonomik ve kültürel hayatında önemli dönüşümlere yol açmakta, kamu yönetimine ilişkin kavram ve değerler de bu dinamiklerden yakından etkilenmektedir. Ortaya çıkan bu çok yönlü değişim dinamikleri sonucu, toplumun daha etkili ve kaliteli hizmet taleplerinin artması, kamu kurum ve kuruluşlarının bu talepleri karşılamada yetersiz kalması, kamu hizmetlerinin vatandaşların gözünde yavaş, kalitesiz, pahalı ve ulaşılması zor olarak görülmesi, devlete biçilen yeni roller, kamu yönetimini değişmesi yönünde sürekli bir baskı altında tutmaktadır. Diğer taraftan kamusal harcamaların artması sonucu mali sistemde ortaya çıkan sıkıntılar ve bilgi iletişim teknolojilerinde yaşanan hızlı değişimin her yönüyle toplumsal yaşama girmesi kamu mali yönetiminde bir değişimi zorunlu kılmaktadır. Ülkemizde bu değişim sürecinde kamu mali yönetim alanında ortaya çıkan en köklü ve bütünsel değişiklik, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunudur. Öte yandan küresel değişim dinamiklerinin zorlamasıyla yeniden yapılanma arayışına giren kamu kesiminin tanık olduğu yaklaşımlardan birisi yönetişim yaklaşımıdır. Yönetişim yaklaşımının benimsendiği bir sistemde kamu hizmetlerinin daha etkin ve etkili bir biçimde görülmesinin sağlanabileceği kabul edilmektedir. Bu kapsamda bu çalışmanın amacı, ülkemizde yeniden yapılanma süreci sonunda ortaya çıkan 5018 sayılı Kanun ve yönetişim ilkeleri çerçevesinde kamu hizmet sunumunda meydana gelen dönüşümleri ortaya koymaktır. Anahtar Kelimeler: 5018 sayılı Kanun, Yönetişim, Vatandaş Odaklılık, Performans Esaslı Bütçeleme, Yerelleşme. ii ABSTRACT PUBLİC SERVİCES PROVİSİON WİTHİN THE FRAMEWORK OF THE LAW NO. 5018 AND THE GOVERNANCE RULES AND PRİNCİPLES KARAKUŞ, Gülşah Assistant Finance Expert Proficiency Thesis Mayıs 2010, 113 pages Multidimensional dynamics of change accelerating with globalization lead to a significant transformation in socio-economic and cultural life of all societies, and the concepts and values related to public administration are closely affected by these dynamics. As a result of this, increase in more efficient and quality service demands of the society, insufficiency of the public institutions and organizations in meeting these demands, consideration of public services as slow, low quality, expensive and difficult to reach in the eyes of citizens, new roles of the state keep public administration under constant pressure in order to change. On the other hand, problems in the financial system as a result of the increasing public spending and penetration of rapid exchange of information communication technologies into all aspects of social life require a change in public financial management. In this process, the most fundamental and comprehensive change in the public financial management in our country is the Public Financial Management and Control Law No. 5018. On the other hand, governance is one of the approaches that the public sector, looking for restructuring with the force of global change dynamics, witnesses. It is considered that more efficient and effective public services can be provided in a system that adopts the governance approach. In this context, this study aims to reveal the transformations that occur in the provision of public services within the framework of the Law No. 5018 and the governance principles at the end of the restructuring process in our country. Key Words: The Law No. 5018, Governance, Citizen-Oriented Approach, Performance Based Budgeting, Decentralization. iii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ......................................................................................................................... i ÖZET........................................................................................................................... ii ABSTRACT ...............................................................................................................iii İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... iv KISALTMALAR ...................................................................................................... vi ŞEKİLLER DİZİNİ .................................................................................................vii GİRİŞ .......................................................................................................................... 1 1. KAMU YÖNETİMİNDE DEĞİŞİM DİNAMİKLERİ: TÜRKİYE’DE KAMU MALİ YÖNETİMİNİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI İHTİYACI VE 5018 SAYILI KAMU YÖNETİMİ VE KONTROL KANUNUNU ................ 5 1.1. TÜRKİYE’DE YENİ BİR MALİ YAPILANMA İHTİYACI ....................... 5 1.1.1. Dünyada Yaşanan Gelişmeler ............................................................. 7 1.1.2. Türkiye’de Yaşanan Gelişmeler.......................................................... 8 1.2. KAMU MALİ YÖNETİMİNDE PERFORMANSA DAYALI YÖNETİME GEÇİŞ: 5018 SAYILI KAMU MALİ YÖNETİMİ VE KONTROL KANUNU 10 2. YENİDEN YAPILANMA SÜRECİNİN YÜKSELEN SÖYLEMİ: YÖNETİŞİM ............................................................................................................ 15 2.1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE .......................................................................... 15 2.1.1. Kavramın Kökeni .............................................................................. 15 2.1.2. Kavramın Tanımı .............................................................................. 18 2.2. İYİ YÖNETİŞİMİN TANIMI VE TEMEL İLKELERİ............................... 21 2.2.1. İyi Yönetişimin Tanımı ..................................................................... 21 2.2.2. İyi Yönetişimin Temel İlkeleri.......................................................... 22 2.2.2.1. Şeffaflık.................................................................................... 23 2.2.2.2. Hesap Verebilirlik .................................................................... 25 2.2.2.3. Katılımcılık .............................................................................. 27 2.2.2.4. Cevap Verebilirlik.................................................................... 28 2.2.2.5. Hukukun Üstünlüğü ................................................................. 29 2.2.2.6. Etkinlik..................................................................................... 31 2.2.2.7. Eşitlik ....................................................................................... 33 2.2.2.8. Stratejik Vizyona Sahip............................................................ 34 2.3. YÖNETİŞİM YAKLAŞIMININ TÜRK KAMU YÖNETİMİNİN GÜNDEMİNE GELİŞİ........................................................................................ 36 iv 3. 5018 SAYILI KANUN VE YÖNETİŞİM YAKLAŞIMLARI ÇERÇEVESİNDE KAMU HİZMETLERİNİN DEĞİŞEN SUNUMU .............. 41 3.1. KAMU HİZMETİ KAVRAMI ..................................................................... 41 3.2. KAMU HİZMETİNİN GENEL İLKELERİ................................................. 43 3.2.1. Eşitlik ve Genellik............................................................................. 44 3.2.2. Devamlılık ve Düzenlilik .................................................................. 44 3.2.3. Değişkenlik ....................................................................................... 44 3.2.4. Kamu Hizmetlerinde Etkinlik ........................................................... 45 3.3. KAMU HİZMETLERİNE YÖN VEREN ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR..... 46 3.3.1. Yönetişim Yaklaşımı......................................................................... 46 3.3.2. Yeni Kamu Hizmeti Yaklaşımı......................................................... 49 3.3.3. Kamu Hizmetlerinde Kalite Arayışları: Toplam Kalite Yönetimi.... 52 3.3.4. 5018 Sayılı Kanun Çerçevesinde Kamu Hizmetlerinin Sunumunda Kalite ve Etkinliğin Artırılmasına Yönelik Düzenlemeler.......................... 57 3.3.4.1. Hesap Verme Sorumluluğu (Yönetim Sorumluluğu Modeli).. 60 3.3.4.2. Stratejik Planlama .................................................................... 66 3.3.4.3. Saydamlık................................................................................. 71 3.3.4.4. Raporlama ................................................................................ 76 3.3.4.5. Denetim .................................................................................... 78 3.3.4.6. Diğer düzenlemeler .................................................................. 82 3.4. 5018 SAYILI KANUN VE YÖNETİŞİM İLKELERİ BAĞLAMINDA KAMU HİZMETLERİNİN DEĞİŞEN SUNUMU ............................................. 84 3.4.1. Vatandaş/Müşteri Odaklı Hizmet Dönüşümü ................................... 88 3.4.2. Kamu Hizmetlerinin Sunumunda Kalite Arttırma Çabaları Ve Performansa Dayalı Bütçeleme................................................................... 91 3.4.3. Yerelleşme Eğilimleri ....................................................................... 97 SONUÇ.................................................................................................................... 103 KAYNAKÇA .......................................................................................................... 106 v KISALTMALAR AB Avrupa Birliği - European Union ABD Amerika Birleşik Devletleri AR-GE Araştırma Geliştirme A.Ü. SBF Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi BM Birleşmiş Milletler - United Nations BÜMKO Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü COFOG Hükümet Faaliyetlerinin Sınıflandırılması der. Derleyen DPT Devlet Planlama Teşkilatı DTÖ Dünya Ticaret Örgütü- World Trade Organization E-DEVLET Elektronik devlet GFS Devlet Mali İstatistikleri IMF Uluslararası Para Fonu - International Monetary Fund İİBF İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi KMYKK Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu OECD Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı - Organization for Economic Cooperation and Development PEB Performans Esaslı Bütçeleme s. Sayfa TBD Türkiye Bilişim Derneği TESEV Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı TKY Toplam Kalite Yönetimi TODAİE Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü TÜSİAD Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği UNDP Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı -United Nations Development Programme vb. Ve benzeri vd. Ve diğerleri vi ŞEKİLLER DİZİNİ Sayfa No Şekil 2.1. İyi Yönetişimin Temel İlkeleri.................................................................... 23 Şekil 3.1: Hesap Verme Sorumluluğu-Yönetim Sorumluluğu Modeli.................... 62 Şekil 3.2: Vatandaş Odaklı Yönetime Gidiş .............................................................. 90 Şekil 3.3. Performans Esaslı Bütçeleme Piramidi ..................................................... 95 vii GİRİŞ Değişimin hızlandığı dünyada, küreselleşme ve bilgi toplumunun gerektirdiği yönetim anlayışına dayalı olarak, kamu mali yönetim sistemlerinde bir değişim ihtiyacı öne çıkmış, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş, mevcut kalıplar içinde kamu yönetimlerinin değişen şartlara uyum sağlamasının güçlüğünü ortaya çıkarmış ve kamu mali yönetim sistemleri de ortaya çıkan yeni kamu yönetimi anlayışlarına paralel olarak değişime uğramıştır. Geleneksel kamu yönetiminin maruz kaldığı sıkıntıları aşmak için kamu hizmetlerinin rekabet ortamında piyasa benzeri mekanizmalarla yürütülmesi, merkeziyetçi ve hiyerarşik yönetim yapısının desantralize edilmesi, esnek örgütlenme ve yönetim, yönetime yeni aktörlerin katılması, prosedürlerden çok sonuca önem verilmesi, performans ölçümü ve yönetimine önem verilmesi, etkinlik ve verimliliğin temel alınması, kaliteye vurgu, müşteri odaklılık ve sonuçlara dayalı hesap verme sorumluluğu gibi temel özellikleri bünyesine katan yeni kamu yönetimi yaklaşımları; devletin küçültülmesini, sınırlanmasını, yetkilerin ve karar alma mekanizmalarının merkezden yerele ve sivil topluma aktarılmasını savunmaktadır. Bu yaklaşımlardan günümüzde en çok tartışılanı ise yönetişim yaklaşımıdır. Kamu sektöründe etkinliğin sağlanması ve yönetsel boyutta şeffaf ve denetime açık bir kamu hizmeti sunma mekanizmasının kurulması için geleneksel karar alma süreçlerine vatandaşların özel sektörün ve sivil toplumun da dahil edildiği, kamu kurumları arasında etkileşimin arttığı bir model olarak yönetişim yaklaşımı günümüzde pek çok ülkede kabul görmüş ve uygulanmaktadır. Bu yaklaşım ile kamu hizmetlerinin onlardan yararlananların mutluluğunu sağlayacak ve refahını yükseltecek şekilde uygulanması temel ilke olarak benimsenmiş, verimlilik çalışmalarına özel bir önem verilmiş ve bu sayede kamu hizmetlerinin kalitesi yükseltilmeye çalışılmıştır. Dünya geneline bakıldığında başta Yeni Zelanda, İngiltere, Avustralya, İsveç ve Fransa gibi gelişmiş ülkeler olmak üzere daha birçok ülkenin mali yönetimlerini bir reform sürecine tabi tuttuğu veyahut reform ihtiyacı nedeniyle böyle bir süreç içerisine girmekte olduğu görülmektedir. Kamu mali yönetim sistemine ilişkin bu yeni anlayışta; özel sektör uygulamalarının kamu kesimine yansıtıldığını söylemek 1 mümkündür. Bir yandan kamu hizmetlerinin daha alt yönetim kademelerinde kararlaştırılıp gerçekleştirilmesi, diğer yandan kamu hizmetlerinin görülmesinde yerel idareler ve yerinden yönetim kuruluşlarına ağırlık verilmesi ve kamu hizmetinin gördürülmesinde kamu-özel sektör ortak projelerinin önem kazanmaya başlaması, kamu mali yönetimi ve kontrol sistemindeki değişimi de etkilemiştir. Bu çerçevede kamu mali yönetimi alanındaki bu değişimin ana eksenlerinin; kamu hizmet kalitesinin yükseltilmesi, kamu kaynaklarının öncelikli kamu hizmetlerine tahsisi, tahsis edilen kaynakların öngörülen amaçlara uygun, etkin, etkili ve ekonomik bir şekilde kullanılması, idarelere ve harcama birimlerine bütçe hazırlama ve uygulama sürecinde daha fazla yetki verilmesi, faaliyetlerinde esnekliğin artırılması ve kaynak yönetiminde hesap verebilirlik ve saydamlığın sağlanması olduğu söylenebilir. Dünyada yaşanan, yönetişim reformları olarak ifade edilen ve Batılı ülkelerin son 20-30 yıllık dönemde verimlilik kaygılarıyla ortaya koyduğu bu değişimlerin yanında, ülkemizde yaşanan ekonomik ve mali krizlerin, kamu yönetimi ve kamu mali yönetimi alanlarındaki reform ihtiyacının daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmasında önemli bir etkisi olmuştur. Sonuçta Türkiye de bu sürecin dışında kalamamış ve kamu mali yönetiminde yeniden yapılanma çalışmaları ve yönetişim yaklaşımı son yıllarda ülkemizde de temel tartışma konularından biri haline gelmiştir. Bu bağlamda ülkemizde dünya uygulamalarına koşut olarak bir mali yönetim reformu yapılması gereği kendisini hissettirmeye başlamıştır. Gerçekten de ülkemizde uygulanan kamu mali yönetiminin, gerek devlet hesaplarının bilgi üretecek bazda olmaması, gerek harcamacı kuruluşların kendilerini motive edecek yeterli mali yönetim araçlarından yoksun olması, gerekse de bütçeleme sürecinin etkinlikten uzak olması nedenleriyle modern bir mali yönetimin gereklerini yerine getirmekten uzaklaşmış olduğu belirgin bir biçimde ortaya çıkmış ve bu doğrultuda reform çalışmalarına başlanmıştır. Kamu mali yönetimi reformu kapsamında ülkemizdeki mali yönetim sisteminde en köklü ve bütünsel değişiklik 2003 yılı sonunda, reform niteliğinde doğru ilkelerin benimsendiği, etkinliğin arttırılması ve kamu hizmetlerinin gereği 2 gibi sunulmasının temine yönelik, mali yönetim yapısının kuruluş ve işleyiş ilkelerinin yeniden belirlendiği 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun (KMYKK’nın) çıkarılması ile gerçekleştirilmiştir. Bu Kanunun yürürlüğe girmesi ile yaklaşık seksen yıldır uygulanmakta olan ancak günümüz dünyasında ortaya çıkan yeniliklerin gereklerini artık karşılayamaz hale gelen 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu yürürlükten kaldırılmış ve çağın gereklerine uygun bir kamu mali yönetim anlayışı getirilmiştir. Kamu yönetimi sisteminin sorunlarının çözümüne yönelik olarak gerçekleştirilmek istenen bu değişimin temel dinamiklerini; kamu yönetiminde sürekli gelişme şeffaflık ve katılımcılık, yönetişim ve hizmette yerellik, vatandaş odaklılık ve hesap verebilirlik gibi kavramlar ya da ilkeler oluşturmaktadır. Bu bağlamda bu kanun ile kamu harcama sürecini daha hızlı ve sağlam esaslara bağlama, kamu mali yönetim sisteminde disiplinin, saydamlığın, hesap verebilirlik ve kamu kaynaklarının kullanılmasında etkinlik, verimlilik ve ekonomikliğin sağlanması, sistemdeki dağınıklığın giderilmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda bu çalışmada dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan kamu mali yönetimi reformunun kilometre taşlarından biri olan ve ülkenin ihtiyaçlarına cevap vermesi beklenen 5018 sayılı Kanun ve bu Kanunun temel felsefesini çizen yönetişim yaklaşımı çerçevesinde kamu hizmet sunumu açıklanmaya çalışılacaktır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde, reformların başlamasından hemen önce, ana hatlarıyla Türkiye’de ve dünyada nasıl bir mali yapı olduğunun resmi çizilerek, kamu mali yönetimi alanında ortaya çıkan yeniden yapılanma ihtiyacı ortaya konulacaktır. Daha sonra kamu mali yönetim sistemimize reform sayılabilecek köklü değişiklikler getiren 5018 sayılı Kanun ele alınacaktır. Bu kanunun başta bütçe(ler) ile ilgili olmak üzere diğer bazı hükümlerinde neo-liberal minimal devlet yaklaşımı ve bu yaklaşımın bir sonucu sayılabilecek yönetişim yaklaşımının etkilerine rastlanmaktadır. Çalışmanın bir amacı da aslında bu etkilerin tahlilidir. 3 İkinci bölümde kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması sürecinde önemli bir yere sahip olan “yönetişim” kavramı, kavramın ortaya çıkış nedenleri ile gelişim süreci ve ilkeleri irdelenecektir. Üçüncü ve son bölümde ise 5018 sayılı Kanun ve yönetişim ilkeleri çerçevesinde kamu hizmetlerinin sunumunda yaşanan dönüşümler tahlil edilecektir. 4 1. KAMU YÖNETİMİNDE DEĞİŞİM DİNAMİKLERİ: TÜRKİYE’DE KAMU MALİ YÖNETİMİNİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI İHTİYACI VE 5018 SAYILI KAMU YÖNETİMİ VE KONTROL KANUNUNU 1.1. TÜRKİYE’DE YENİ BİR MALİ YAPILANMA İHTİYACI Yeni bir yüzyıla girerken yaşanan hızlı değişim ve yenileşme, toplumsal ve ekonomik örgütleri değişmeye ve gelişmeye, diğer bir ifadeyle yeni durumlara adapte olmaya zorlamaktadır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2000). Bu gelişmelere paralel olarak dünyada ve Türkiye’de son yüzyılda kamu maliyesi alanında da hızlı değişmeler yaşanmaktadır. Kamu maliyesi alanında yaşanan değişimlerin bir yönünü de kamu mali yönetimi alanında yaşanan gelişmeler oluşturmaktadır. Bir türlü kapatılamayan, sürekli büyüyen bütçe açıkları; ekonominin küreselleşmesi ve bunun bir sonucu olarak uluslararası rekabetin kızışması; özellikle uluslar arası ilişkilerden kaynaklanan değişim baskılarıyla karakterize olan yeni ekonomik koşullar ve halkın tüm bu sorunlarla gereği gibi baş edemeyen ekonomi yönetimlerine olan güvenini yitirmesi, kamusal politikalarda ve kamu yönetiminde şeffaflık taleplerinin artması gibi faktörler kamu yönetimlerini değişmeye zorlamaktadır. Kamu yönetimini değişmeye zorlayan önemli nedenlerin birisi de artan ve çeşitlenen toplumsal istem ve beklentiler karşısında kamu kesimindeki performansın yetersiz kalmasıdır (Kutlu, 2004: 37). Giderek kamuda hizmet konuları genişleyip örgütsel yapı büyüdükçe, yurttaş gözünde kamusal hizmetlerin yavaş, kalitesiz, pahalı, ulaşılması zor olarak algılanması başlı başına bir sorun haline dönüşmüş bulunmaktadır. Artık toplum, yirmi yıl öncesinin “Kanaatkar’’ toplumu değildir. Halk, ortak toplumsal gereksinimlerin karşılanması yönünde daha gözle görülür istemler, tepkiler, beklentiler içerisindedir. Bunda kuşkusuz bilgi ve iletişim teknolojilerindeki hızlı değişimin büyük payı vardır (Uluğ, 2004: 2). Öte yandan günümüzde küreselleşme ve neo-liberalizm egemen süreçler ve ideolojiler haline gelirken bu süreçte eski düşünce tarzları, eski formüller, öğretiler, ideolojiler, geçmişte ne denli yararlı olmuş olurlarsa olsunlar, artık bugünün gerçeklerine uymamaktadırlar. Yeni değerlerin ve teknolojilerin, yeni jeopolitik ilişkilerin, yeni yaşam biçimlerinin ve haberleşme yöntemlerinin etkisiyle ortaya 5 çıkan bu dünya, yeni fikirleri, yeni benzetmeleri, yeni sınıflandırmaları ve kavramları da gerektirmekte bireyler, kurumlar ve kurallar yeniden konumlandırılıp tanımlanmaktadır. Günümüzde her alanda yaşanan hızlı değişim ve teknolojik gelişmelerin ortaya çıkardığı yönetişim yaklaşımı devletin var olan yapısıyla kamu hizmetlerini kaliteli ve etkin olarak sürdürebilmesinin olanaksız hale geldiğini bu nedenle devletin en temel görev alanlarına çekilmesini ve hemen her alanda doğrudan hizmet sunumundan vazgeçmesi gerektiğini savunmaktadır. Bunun yanı sıra kamusal mal üretim ve hizmet sunumunda merkeziyetçiliğin azaltılarak yerel yönetimlerin, piyasanın ve üçüncü sektörün önünün açılmasını ve desteklenmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Acar ve Gül, 2006). Çünkü devletin var olan yapısıyla kamu hizmetlerini kaliteli ve etkin olarak sürdürebilmesi güçleşmiştir. Bu açıdan dünyada bütün ülkelerde kamu yönetiminde hizmetlerin daha kaliteli ve müşteriye ya da vatandaşlara daha hızlı sunulması için yeniden yapılandırılma çalışmaları yapılmaktadır. Türkiye’de de devletin var olan hantal yapısı ile kamu hizmetlerini etkin ve verimli bir şekilde sürdürmesi mümkün değildir (Sezer, 2008: 148). Bu bağlamda ülkemizde son yıllarda dünyada yaşanan bu gelişmelere paralel olarak genelde kamu yönetimi anlayışı, özelde kamu mali yönetimi sorgulanmakta ve bu alanlarda değişim ihtiyacı gündeme getirilmektedir. Kamu mali yönetimine ilişkin değişim ihtiyacının, kamu gelirlerinin kullanımı ve kamu harcamaları konusunda artan kamuoyu hassasiyeti ile gerek bürokraside gerekse akademik çevrelerdeki değişim çabalarından oluşan iç etkenlerin yanı sıra uluslararası mali kuruluşlarla olan ilişkiler ve Avrupa Birliğine üyelik sürecinde Birlik müktesebatının üstlenilmesi çalışmalarından oluşan dış etkenlerden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Bütün bunların yanında, Türkiye’nin çok uzun süreden beri içinde yaşadığı olumsuz ekonomik koşullar, ülkemizi reformlara dünyadaki her ülkeden daha çok muhtaç hale getirmiştir. Aşırı enflasyonist baskılar, gelecek kuşakların geleceğini bile ipotek altına koyan dış ve iç borçlanma, dış ekonomik baskılar ve uluslararası rekabetin zorlayıcılığı, ekonomideki küreselleşmenin önümüze koyduğu imkan ve tuzaklar yumağı temel ilkeleri 19. yüzyılda konulmuş olan ve bugüne kadar bazı yüzeysel değişikliklere konu edilen kamu yönetimi ile kamu mali yönetimindeki yeniden yapılanma ihtiyacının boyutlarını iyice belirginleştirmiştir. 6 Bu bağlamda aşağıda yeniden yapılandırma sürecinde dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler ele alınacaktır. 1.1.1. Dünyada Yaşanan Gelişmeler Dünya ekonomisinde 1970’li yılların sonundan itibaren başlayan ve 1980’li yıllarda hızlanarak devam eden yapısal değişiklikler ekonomik ilişkilerin daha karmaşık bir yapıya bürünmesine yol açmıştır. Gerçekten de 1980’li yılların başından itibaren dünyada çok yönlü bir dönüşüm yaşanmaktadır. Bu dönüşüm sanayi toplumundan bilgi toplumuna, Fordist üretimden esnek üretime, ulus devletler dünyasından küreselleşmiş dünyaya, modernist düşünceden post modern dünyaya geçiş söyleminde ifadesini bulmuştur. Bu dönüşüm sürecinde ekonomide liberal yaklaşım ön plana çıkarken, bireyle devlet arasındaki ilişki biçimi de değişmiş; yönetim (government) kavramı yerine yönetişim (governance) kavramı kullanılmaya başlanılmıştır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2000). Bu gelişmelere paralel olarak, dünyada devletin rolü ve işlevi köklü bir şekilde irdelenmiş, yapısal uyum ve piyasa reformlarını içeren kamu kesiminin yeniden yapılandırılma çalışmaları, farklı gelişmişlik düzeyindeki ülkelerin gündemine girmiştir. İyi bir kamu mali yönetim sistemi sadece o ülke yönetimi ve halkı tarafından değil diğer ülkeler ve toplumlar açısından da son derece önemlidir. Günümüzde sınırların gerek siyasi gerekse ekonomik nedenlerle yavaş yavaş ortadan kalkması nedeniyle hükümetler, aynı mali ve ekonomik dilde konuşabilmek amacıyla uluslar arası standartlara göre hazırlanmış kamu mali yönetim sistemleri konusunda reform çalışmalarına başlamıştır (Gülşen, 2006: 1). Reform çalışmalarında ise; kaynak kullanımında etkinliğin arttırılması, hizmetin kalitesinin yükseltilmesi, bütçe açıklarının ve kamu kesimi borçlanma gereğinin azaltılması gibi yaklaşımlar ön plana çıkmıştır (Yılmaz ve Susam, 2005: 114). Bu doğrultuda birçok gelişmiş ülke kamu mali yönetim ve bütçeleme sistemlerinde önemli yapısal değişikliklere gitmiştir. 1980’li yılların sonlarında Yeni Zelanda ve Avustralya, 1990’lı yıllarda İsveç, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Finlandiya, İngiltere, Danimarka, Hollanda, Kanada ve Fransa, 2000’li yılların başlarında ise Avusturya, İsviçre ve Almanya performans esaslı bütçelemeye 7 (PEB’e) geçiş yönünde düzenlemeler yapmıştır (Organisation for Economic Cooperation and Development, 2004). Her ülkede, gerek ülkenin yerleşik ekonomik, sosyal ve kültürel yapısı, gerekse kamu yönetimi ile kamu mali yönetim sistemlerine bağlı olarak yapılan düzenlemeler farklılık göstermektedir. Ancak dünyada kamu mali yönetim alanında yapılan düzenlemelerin bazı ortak özellikleri vardır; kamu mali yönetim reformları esasında üç temel unsuru etkilemek üzere gerçekleştirilmektedir. Bunlar; toplam mali disiplin, stratejik önceliklere göre kaynakların dağıtımı ve kullanımı ve kamu hizmetlerinin sunumunda etkinlik ve verimliliğin sağlanmasıdır. Bunları gerçekleştirebilmek için de yüzyıldır devam eden bütçe reformları, kamunun üç temel fonksiyonunu yeniden formüle etmek üzerinde yoğunlaşmıştır. Bunlar; kamu kaynaklarının kontrolü, orta vadeli kaynak tahsisi ve kaynakların yönetimidir (The World Bank 1999; Zevenbergen, 2004: 1). Türkiye’deki mali yapılanma sürecine dünyadaki gelişmelerin etkisinin çok büyük olduğu söylenebilir. Özellikle çok yıllı bütçeleme, performans yönetimi, devlet muhasebesinde gerçekleşen değişimler başlıca örnekler olarak ortaya çıkmıştır. 1.1.2. Türkiye’de Yaşanan Gelişmeler Türkiye’de 1970’li yılların başından itibaren ekonomik yapı hızla bozulmuş, istikrarı yakalamak için yapılan birçok girişim, siyasi yapıdaki dalgalanmalarla da birleşince sonuçsuz kalmıştır. Türkiye, yüksek enflasyon, kamu açıkları, istikrarsız büyüme, yüksek faiz ve bozuk gelir dağılımı ile sürekli olarak uğraşmış, bazı kısa dönemli iyileşmeler dışında sorunlarına köklü bir çözüm bulamamış ve istediği istikrarlı yapıya ulaşamamıştır. Bu arada, yapısal reformlarla desteklenmeyen ekonomik istikrar paketlerinin ömrü de kısa süreli olmuştur (Kesik, 2005). Yeniden yapılanma ihtiyacı özellikle ekonomik ve mali krizler sonrasında ortaya çıkmış, kamu mali yönetim sisteminde yaşanan sorunlar, son yıllarda hep tartışılan konular arasında yer almış, parçalı, katı esas ve usullerle çalışan, yoğun ve etkin olmayan bir denetim sistemi üzerine oturmuş, mali saydamlık ve hesap verebilirliği içinde barındırmayan, idarelere inisiyatif tanımayan girdi odaklı bir bütçeleme anlayışını benimseyen bir bütçe sisteminin sürdürülemeyeceği anlayışı hakim olmuştur. 8 Böylece, kamu mali yönetim sisteminden kaynaklanan sorunlar ve devamında kamu kaynaklarının etkin, verimli ve ekonomik kullanılmadığı düşüncesi, reform çabalarını hızlandırmıştır. Bununla birlikte Türkiye’nin Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi uluslararası organizasyonlara üyeliği de reform çabalarına ivme kazandırmıştır. Özellikle Avrupa Birliği’ne üyelik süreci gelişmeleri hızlandırmış ve zorunlu hale getirmiştir. Bu tür kuruluş ve birliklerin kamu mali yönetim sistemine etkileri de oldukça fazla olmuştur. Türk kamu yönetiminde ve kamu mali yönetimi alanında yaşanan gelişmeler son yıllarda çeşitli çalışmalarda da gündeme getirilmeye başlanmıştır. Gerçekten de, 2000’li yıllar Türkiye’sinde, tanılar ve çözüm önerileri farklılık gösterse de, “kamu yönetimi”ne ve “kamu mali yönetimi”ne ilişkin tartışmaların birçok platformda (siyasal, bürokratik ve akademik vs.) sürdüğüne, VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı Kamu Mali Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması ve Mali Saydamlık Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2001, 2002, 2003 yılları programları, Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı (2001), (2003), Katılım Ortaklığı Belgesi, IMF’ye verilen niyet mektupları, Türkiye’de saydamlığın arttırılması ve Kamuda Etkin yönetimin geliştirilmesi eylem planı, (Bakanlar Kurulu Prensip Kararı), 58. ve 59. Hükümet Programı ve Acil Eylem Planında, mevcut yapılanmanın kifayetsizliğinin sıklıkla vurgulandığına tanık olunmuştur. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı çalışmaları sırasında hazırlanan Kamu Mali Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması ve Mali Saydamlık Özel İhtisas Komisyonu Raporunda; orta vadeli harcama sistemine geçilmesi, mali disiplinin sağlanması, stratejik önceliklere göre kaynak tahsisi, meclisin bütçe üzerindeki etkinliğinin arttırılması, denetimin etkinliğinin arttırılması ve performans denetimine geçilmesi, kamuoyunun kamu harcamaları hakkında bilgilendirilmesi için kamu mali yönetiminin yeniden yapılandırılması önerilmiştir (Erüz ve Arcagök, 2006: 3-4). Sonuçta gerek dünyadaki gelişmeler gerekse ülkedeki eksiklikler ve sorunlar Türkiye’de mali alandaki yapılanma gerekliliğini kaçınılmaz hale getirmiş ve bu çerçevede kamu mali yönetim sistemleri konusunda reform çalışmalarına başlanmıştır. Bu kapsamda devletin yarı mali işlemlerine çeki düzen verilmiş, uzun yıllardan beri büyük sorun olan bütçe içi ve bütçe dışı fonlar ile özel ödenek ve özel hesap uygulamaları bazı istisnalar dışında kaldırılmış, yıl içinde idare bütçelerine 9 parlamento izni alınmadan ödenek eklenmesine imkan veren hükümler kaldırılmış, devlet borçlanması ve ihale sistemi çerçeve bir kanunla disiplin altına alınmıştır. Reform çalışmaları sürecinde kamu mali yönetim sisteminde en köklü ve bütünsel değişiklik ise, 2003 yılı sonunda 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu çıkarılması ile gerçekleştirilmiştir. 24/12/2003 tarih ve 25326 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kanun, kamu maliyesinin temel ilkelerinde ve kamu kaynağının kullanılmasında çok önemli değişiklikler getirmektedir (Öz ve Kaplan, 2005: 243). Kanunun genel gerekçesine bakıldığında mali yönetim alanında reformu gerektiren sebepleri görmek mümkündür. Kamu yönetiminin yeniden yapılandırılmasında verimlilik, etkinlik ve tutumluluğun, dolayısıyla da performansın artırılması, çalışanların performansını etkin bir şekilde ölçen bir sisteme kavuşturulması, yetki devri ve esneklikle beraber hesap verme sorumluluğunun ve yönetsel saydamlığın güçlendirilmesi ve kamu hizmetlerinin sunumunda kalite anlayışının ve bu amaca yönelik yönetsel yöntemlerin yerleştirilmesi gerekmektedir. Kamu hizmetlerinin sunumunda vatandaşın memnuniyeti esas alınmak suretiyle, hizmet kalitesine ve sonuçlara odaklanarak kamu yönetiminin etkinliği ve güvenilirliğinin sağlanması temel amaç olmalıdır. Bu bağlamda, nitelikli kamu hizmeti sunumu için performans yönetimi, Toplam Kalite Yönetimi (TKY) gibi çeşitli çağdaş yönetim tekniklerinden tüm kamu kurumlarında yararlanılması, böylece kamu yönetiminin toplam yönetim kalitesinin artırılması gerekmektedir (www.masak.gov.tr). 5018 sayılı Kanun da bu amaçlara hizmet etmek için oluşturulan yasal düzenlemelerden biridir. 1.2. KAMU MALİ YÖNETİMİNDE PERFORMANSA DAYALI YÖNETİME GEÇİŞ: 5018 SAYILI KAMU MALİ YÖNETİMİ VE KONTROL KANUNU Ülkemizde kamu mali yönetim sistemine ilişkin ilk düzenleme, 1927 yılında yürürlüğe giren ve kamu maliyesine ilişkin temel ilke ve esasları düzenleyen 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunudur (Bağbaşlıoğlu, 2006: 19-21). Türk kamu mali yönetim sisteminin çatısını hemen hemen Cumhuriyetle yaşıt olan söz konusu Kanun oluşturmuştur. Kamu mali yönetim sistemimizde mali anayasa olarak da adlandırılan bu Kanun özde genel ve katma bütçeli idarelerin muhasebe ve bütçesi, 10 sorumluları ve sorumluluklarıyla birlikte kamu harcama sisteminin temel esaslarını Anayasamıza uygun olarak düzenleyerek (Gülşen, 2006: 3) seksen yıla yakın sürede çok az değişiklikle yürürlükte kalmış ve kamu mali yönetimini düzenleyen temel kanun olma niteliğini sürdürmüştür. Ancak bu süre içinde, Türkiye’deki kamu mali yönetimi ve denetimi sistemlerinde önemli değişimler yaşanmıştır. Ülkemizde kamuda, kamu hizmetleri ile bu hizmetleri yürüten kamu idarelerinin sayı, nitelik ve teşkilatlanmalarına bağlı olarak önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Bu süreç içerisinde, gerek yeni oluşturulan kamu idareleri, gerekse teşkilat yapısı içerisinde daha önce var olanlar, 1050 sayılı Kanun kapsamından çıkma eğiliminde olmuşlar ve kısmen bunu başarmışlardır. Böylece, 1050 sayılı Kanun zaman içinde kapsamı oldukça dar bir Kanun haline dönüşmüştür (Cebeci ve Tosun, 2006: 2). 1050 sayılı Kanun ile düzenlenen kamu mali yönetim sistemimize kapsam darlığının ötesinde, dünyada yaşanan gelişmelere de paralel olarak pek çok eleştiriler getirilmiştir. Bu eleştirileri; Bütçe uygulamaları mali yılla sınırlı kalması ve çok yıllı bütçelemeye imkan verecek bir yapının kurulamaması, Mevcut kamu yönetim sistemi uluslar arası standartlara ve Avrupa Birliği (AB) normlarına uygun olmaması, Mevcut sistemin, görev, yetki ve sorumluluk dengesini kuramaması, Tek bir bütçe yerine daire ve idarelere bağlı olarak değişik bütçelerin ortaya çıkması (fonlar, döner sermeyeler vs.), Bütçe sisteminin plan-program, program-bütçe ve plan-bütçe ilişkisini kuramaması (Toprak, 2008: 314; Saraç, 2005: 124), Bazı mali hükümlerin bütçelerde yer almaması, Kamu kurum ve kuruluşlarının önlerini görebilecekleri stratejik planların yapılamaması, 11 Devletin fonksiyonel analizi ve dolayısıyla kamu kurum ve kuruluşlarının görev tanımlarının çok açık bir şekilde yapılmaması, Türk bütçe sisteminde denetimin, esas itibarıyla mevzuata uygunluğun denetimi şeklinde gerçekleştirilmesi, Kaynakların etkin, ekonomik ve verimli kullanımının sağlanamaması, Ödeneklerin tahsisinde sadece bir önceki yılda yapılan harcamaların dikkate alınması, Yetki-sorumluluk dengesinin açık bir şekilde kurulamaması, Yönetsel sorumlulukların açık bir şekilde tanımlanmaması, Bütçelenen ödenekler arasında yer almadığı halde, 1050 sayılı Kanun başta olmak üzere bazı kanunların verdiği yetkiye dayanılarak parlamentonun izni olmadan yıl içinde bütçelere eklenen ödeneklerin büyüklüğü, Devletin varlıkları ile ilgili kayıt ve kontrol sisteminin, yeterli etkinlik düzeyine ulaşamaması Devletin taahhütleri konusunda tam bir bilgiye sahip olamaması, Devletin teşvik politikalarıyla yarattığı vergi istisnaları, indirimleri ve muafiyetlerinin tutarının bütçelerde görülememesi şeklinde özetlemek mümkündür. Bu gelişmeler, Türkiye’deki kamu mali yönetim sistemi alanında büyük anlayış değişikliklerinin ortaya çıkmasını beraberinde getirmiş ve mali yönetim ve kontrol sistemimizin, stratejik planlama, performansa dayalı bütçeleme, orta vadeli mali plan ve mali saydamlık çerçevesinde yeniden düzenlenmesi ihtiyacı artmıştır (Yılmaz ve Susam, 2005: 114). Bu kapsamda Türk kamu mali yönetim ve kontrol sisteminde son yıllarda önemli ve kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan “hükümet faaliyetlerinin sınıflandırılması” (COFOG) ve IMF tarafından 12 yayımlanan “devlet mali istatistikleri” (GFS) esaslarına dayalı analitik bütçe kod yapısının uygulamaya konulması, muhasebe kod yapısının değiştirilmesi ve tahakkuk esaslı muhasebe uygulamalarına başlanması, bütçe ve muhasebe alanında bilgi işlem teknolojilerinden yararlanılmaya başlanılması ve son olarak Türk mali yönetiminin anayasası olarak kabul edilen 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununun 01/01/2005 tarihi itibariyle (Acar ve Çiçek, 2005) yürürlükten kaldırılarak mali yönetim ve kontrol sistemini düzenleyen 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun uygulamaya konulması suretiyle mali yönetim ve kontrol sisteminiz bütünüyle değiştirilmiş bulunmaktadır (Toprak, 2008: 322). Kanun her ne kadar Aralık 2003 yılında yayımlanmış olsa da uygulaması, bazı maddeler açısından yayımı tarihinde, diğer maddeler açısından 01/01/2005 tarihinde yürürlüğe girmesi beklenirken, Anayasa’da uygun değişikliklerin yapılamaması (Arslan, 2004), ikincil mevzuatın yetiştirilememesi ve diğer hazırlık çalışmalarının tamamlanamaması nedeniyle yürürlüğe girmesi 2004 ve 2005 yılı Bütçe Kanunları ile iki kez ertelenmiş ve 5277 sayılı 2005 Mali Yılı Bütçe Kanunu’na konulan hükümler gereği bazı maddelerin uygulanması 2006 yılına bırakılmıştır. Ayrıca 22/12/2005 tarihinde kabul edilen 5436 sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” (Tuncer, 2006: 4) ile birçok maddesi değişikliğe uğrayarak 01/01/2006 tarihi itibariyle Kanun tamamen uygulama alanı bulmuştur (Gülşen, 2006: 2). 1050 sayılı Kanun da bu tarih itibariyle yürürlükten kaldırılmıştır. 5018 Sayılı KMYKK, kamu mali sistemini köklü bir şekilde değiştirmiştir. Kanun ile mevcut sistemin değiştirilerek daha etkin olması, Ulusal Program ve Politika Belgesi'nde de yer aldığı üzere uluslararası standartlara ve Avrupa Birliği normlarına uygun bir kamu mali yönetim ve kontrol sisteminin oluşturulması amaçlanmış; diğer taraftan Kanunla, bütçe kapsamının genişletilmesi suretiyle bütçe hakkının en iyi şekilde kullanılması, bütçe hazırlama ve uygulama sürecinde etkinliğin arttırılması, mali yönetimde şeffaflığın sağlanması, sağlıklı bir hesap verme mekanizması ile harcama sürecinde yetki-sorumluluk dengesinin yeniden kurulması, etkin bir iç kontrol sisteminin oluşturulması ve bu suretle çağdaş gelişmelere uygun yeni bir kamu mali yönetim sisteminin oluşturulması öngörülmüştür (Cebeci ve Tosun, 2006: 2). 13 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve mali saydamlığı sağlamak üzere, kamu mali yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm mali işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve mali kontrolü düzenlemek üzere hazırlanmıştır (Toprak, 2008: 47). Küreselleşme sürecinin getirdiği yeni ekonomik düzene Türkiye’nin uyumunu öngören Kanun, ülkemizde kamu mali yönetim sistemini yeniden düzenlemekte; özellikle kamu mali yönetiminin sınırlarının çizilmesi, ortak terminoloji oluşturulması, devlet muhasebesi, mali raporlama ve devlet mali istatistiklerinin hazırlanması, merkezi yönetim bütçesinin kapsamı, hazırlanması ve uygulanması, iç denetim, dış denetim gibi konularda, çağdaş gelişmelere uygun olarak yeni yaklaşımlar getirmektedir (Kerimoğlu, 2004: 3). Kanun kapsamında, mali saydamlık, hesap verme sorumluluğu, stratejik planlama ve performans esaslı bütçeleme, çok yıllı bütçeleme ile iç kontrol ve iç denetim konuları, yeni mali yönetim ve kontrol sistemini oluşturan temel unsurlar olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu Kanunun amacı, uluslararası standartlar ve AB uygulamalarına uyum sağlamak üzere kamu kaynaklarının, hükümet politikaları ve hedefleri ile uyumlu olarak etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanımını ve hesap verebilirlik ve mali saydamlığı sağlamaktır (ec.europa.eu). Öte yandan 5018 Sayılı KMYKK, performans denetimi anlayışı ve bu anlayışın getirdiği ekonomiklik, etkililik, verimlilik ilkeleri doğrultusunda doğrudan kamu giderlerinin azaltılmasına yönelik bir yasa olarak kurgulanmış görünmektedir. Böylece, yeni Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Türk kamu yönetimi sisteminde köklü değişiklikler yaratan bir “yeniden yapılanma” etkinliğinin parçası olarak görülmekte ve bu Kanunun mali yönetimimize yeni bir çehre kazandırması beklenmektedir. 14 2. YENİDEN YAPILANMA SÜRECİNİN YÜKSELEN SÖYLEMİ: YÖNETİŞİM “İyi yönetişim belki de yoksulluğu sona erdirecek ve kalkınmayı sağlayacak tek ve en önemli faktördür” Kofi A. Annan 2.1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE 2.1.1. Kavramın Kökeni Anne Mette Kjaer, yönetişimle ilgili detaylı bir etimolojik inceleme yaptığı eserinde, kavramın 14. yüzyılın ortalarında “Governance” olarak bilindiğini öne sürmektedir. Hatta kötü ve iyi tanımlamaları eklenerek kullanıldığını belirttiği kavramın, nötr bir anlam içerdiğini; günümüzdeki karşılığı olan hükümet etmek, idare etmek gibi anlamlara geldiğini saptamaktadır. Buna karşılık, kavramın bu kez biraz daha farklılaşmış bir anlamda ve bazı özelliklere de vurgu yapar şekilde 1980’lerde yeniden kullanılmaya başlandığını ifade etmektedir. 1980’lerle birlikte siyaset bilimciler kavrama, sivil toplum aktörlerini de içerecek şekilde hükümetten ayrı bir anlam yüklemişler ve kullanmışlardır. Burada bahsedilen yönetişim, kamu kesimini dışlamayan, farklı olarak sivil toplumu, bir kısım ağları, ortaklıkları ve piyasaları (özellikle uluslararası piyasaları) yönetim işlevinin merkezine yerleştiren bir yönetim yaklaşımıdır (Kjaer, 2004: 1-3). Bazı yazarlar ise, yönetişim teriminin kökenini 16. yüzyıla kadar dayandırmaktadır. Özellikle 17. yüzyılda kullanılan ve Fransızca bir sözcük olan “gouvernance” teriminin temel alınmasıyla böyle bir çıkarım yapmaktadırlar. Bunlara göre “gouvernance” terimi, söz konusu dönemde, bazı felsefi yaklaşımlar çerçevesinde, hükümeti sivil toplum ile uzlaştırmaya veya uyumlaştırmaya çalışan bir anlayışı ifade etmek için kullanılmıştır. Ardından, bu kelimenin İngilizce’ye “governance” olarak tercüme edilerek yayıldığı ileri sürülmüştür (Gaudin, 1998: 47). Köken konusundaki en kapsamlı çalışmalardan birini yapan Rhodes’a göre de kavram, 1980’lerin ilk yarısından itibaren hükümetten farklı bir anlamda ve farklı bir şekilde, hükümet etme anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Rhodes’a göre 15 governance (yönetişim) kavramı, altı farklı şekilde kullanılmaktadır: Minimal devlet, kurumsal yönetişim, yeni kamu işletmeciliği, iyi yönetişim, sosyo-sibernetik sistem, kendi kendine organize ağlar (Rhodes, 1997: 46-47; Rhodes, 1996: 652). Yönetişim modelinin günümüzdeki anlamıyla ortaya çıkış sürecine bakıldığında genel olarak süreç içerisinde merkezi hükümet düzeyindeki ve giderek ulus ötesi düzeydeki problemlerin yönetimine uygulandığı ve 1970’lerden itibaren belirginleşen yönetebilirlik krizine bir yanıt olarak çıktığını söylemek mümkündür (Kazancıgil, 1998: 69). Bu bağlamda, Daniel Bell’in 1988 yılında tüm düzeylerdeki yönetebilirlik krizine ilişkin yaptığı saptama, temel meselenin, ulus devletin, yaşamın büyük sorunları karşısında çok küçük kaldığı üzerinedir. Ulus devlet hayatın küçük sorunları için de çok büyüktür. Büyük sorunlar için çok küçüktür; çünkü sermaye akışlarıyla, mülkiyet dengesizlikleriyle, iflaslarla, gelecek yirmi yılda hızla artacak demografik med-cezir dalgalarıyla uğraşacak etkin uluslararası mekanizmalara sahip değildir. Küçük sorunlar için de çok büyüktür çünkü ulusal siyasal merkeze yönelik güç akışları, merkezin artan oranda yerel ihtiyaçların çeşitliliğine ve farklılığına duyarsız kalmasına yol açmaktadır (Bell, 1988). Bell’in işaret ettiği; yirminci yüzyılın son çeyreğinde, merkezi yönetimlerin bu tür sorunları tek başına çözemeyeceğinin kesinleşmesi ve ortak kanaat olarak kabul görmeye başlamasıdır. Bu nedenle de, yeni yaklaşım arayışları ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımlar, kamusal, özel ve topluluk sektörleri arasında etkin bir işbirliğinin gerekli olduğu, bir başka deyişle çok aktörlü yönetim düşüncesi üzerine temellendirilmektedir. Var olan yönetim pratiklerinin yetersiz kalması üzerine, gereksinim duyulan arayışların uygulamada etkili olmaya başlamasıyla, bu yeni gelişmeleri anlatmak için de yönetişim yaklaşımı ortaya çıkmıştır (Tekeli, 1999: 239). Bu çerçevede yönetişim modeli devletin yönetimi alanında giderek artan işlevsiz ve yetersiz kalmasına ilişkin sorunlara bir çözüm olarak ortaya atılmakta; planlama, öngörme, eyleme geçme ve rekabetle baş etme yeteneği sınırlı devlet gücünü paylaşma yolları öne çıkarılmaktadır (Merrien, 1998: 57-58). Devlet artık hizmet sunan bir birim olmaktan çıkmakta ve “hizmet sunumunu düzenleme” rolünü 16 üstlenmektedir. Burada “dikey hizmet sunumu” yerine “yatay bir koordinasyon” söz konusudur (Kettl, 2000). Bu model çerçevesinde gerçekleştirilmek istenenler kamu sektöründe etkinliğin sağlanması, rekabetin ve piyasaların desteklenmesi ve özel teşebbüs için uygun ortamın yaratılması amacıyla devlet içinde girişimciliğin geliştirilmesi; kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi; kamu personel sayısının azaltılarak kamu hizmetlerinde reforma gidilmesi; bütçenin kontrol edilmesi; idarenin ademimerkezileşmesi ve devletin dışındaki aktörlerin daha fazla kullanılması” (Williams ve Young, 1994: 87) olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların gerçekleşebilmesi için ise sivil toplumun geliştirilmesi, merkezden yerele yetki devrinin sağlanması ve devletin rolünün kamu, özel, gönüllü kuruluşlar adı da verilen hükümet dışı örgütlenmeler ile paylaşımı sağlanmalıdır. 1980’li yıllarda Latin Amerika’da belirginleşen demokratikleşme dalgasıyla ve bu dalganın 1990’lı yıllarla birlikte Afrika’da yayılmasıyla gelişimini arttıran yönetişim kavramı, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’nün yanı sıra Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD), Birleşmiş Milletler’in bazı kuruluşları (örneğin Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı-UNDP) ve Avrupa Birliği kurumlarının resmi söylemleri arasında yer almaktadır. Bu uluslararası örgütler gelişmekte olan ülkelerde yaşanan ekonomik krizlerin bu ülkelerin içinde bulunduğu yönetim zaafiyeti ile ilişkisini kurarak, yönetişimin kalkınma için vazgeçilmez bir gereklilik olduğunu öne sürmüşlerdir (Devlet Planlama Teşkilatı, 2007). 1990’lardan bu yana, gerek azgelişmiş ülkelerin gerekse de dağılan Doğu Avrupa ülkelerinin ulusal politikalarının ve kamu yönetimlerinin küresel eklemlenmeye uyumunu geliştirmek amacına yönelik olarak Dünya Bankası’nın elindeki en önemli araçlardan biri haline gelen yönetişim, tüm reform programlarının genel çerçevesini ve içeriğini belirlemektedir. Tüm bu ülkelerde, ulusal politikaların yanı sıra devlet örgütlenmelerinin de küresel eklemlenmeye uyumlu hale getirilmesinde “iyi yönetişim modeli” reform programlarının zorunlu ve ayrılmaz bir parçası olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitmesi ile birlikte gelişme yardımlarını eski Doğu Bloku ülkelerine yönlendiren Dünya Bankası’nın gelişme anlayışının kapsamı genişlemiş ve gelişme “teknik” bir içerik kazanmıştır. Bu bağlamda, yönetişim, söz 17 konusu ülkelerde devlet aracılığıyla girişimciliğin ve piyasa mekanizmalarının kurumsallaşmasında önemli bir işlev görmeye başlamıştır. Dünya Bankası’nın beklentisi özelleştirme uygulamaları, bunun mümkün olmadığı koşullarda ise kamu hizmetlerinde reforma gidilerek girişimci kültürün kamu sektörüne uyarlanmasıdır. Dünya Bankası, azgelişmiş ülkelerin temel sorununu özel sektörün büyümesine elverişli bir ortamın yaratılmasındaki yetersizlik ve başarısızlık olarak tanımlamakta ve bu ortamın yaratılarak korunması politikalarını da “piyasa dostu devlet” kavramı ile açıklamaktadır. Bunun anlamı, ekonomik gelişme sürecinde devletlerin belli işlevleri yüklenmesi ve ekonomik faaliyete ivme kazandıracak ortamın devlet eliyle yaratılması gerektiğidir. Bir başka deyişle devlet, kendi hareket alanı içinde “piyasa dostu” politikaları benimsemelidir (Kiely, 1998). Yönetişim, başta devlet olmak üzere, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları da dahil üç aktörü bünyesinde barındırmaktadır: Bu üç aktörün de güçlü ve zayıf yönleri bulunduğundan, iyi yönetişimin gerçekleştirilebilmesi için, üç aktör arasındaki etkileşimin artırılması gerekmektedir. Sürdürülebilir kalkınma, ancak bu aktörler arasında doğru dengenin kurulması yoluyla sağlanabilir. Yönetişimin amacı kalkınmayı gerçekleştirmek için gerekli kapasiteyi geliştirmek olduğundan, iyi yönetişim ve sürdürülebilir kalkınmanın birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu gerçeği geniş kabul görmektedir. Kalkınmayı sürdürülebilir kılmak için iyi yönetişimin kapasitesinin artırılması gerekmektedir. Özetle kamu yönetimi alanındaki etkinliği 1990 sonrasında artan yönetişim küreselleşme ve serbest piyasa koşullarında devletin küçülmesiyle ve ona bir cevap olarak ya da ortaya çıkan boşluğu doldurmak üzere yaratılmış bir kavramdır ve esas olarak devletin ekonomide ve toplumsal alanda değişen rolü ile ilişkili bir seyir izlemiştir. 2.1.2. Kavramın Tanımı Pek çok disiplin tarafından kullanılan yönetişimin çok boyutlu özelliği bu kavramın, herkesin üzerinde uzlaştığı standart bir tanımının yapılmasını güçleştirmektedir. Hem özel sektör hem de kamu yönetimi kavramı olan ve son yıllarda kamu yönetimi alanında giderek yaygınlık kazanan yönetişim kavramı, bir toplumda sorunlar, aktörler ve dönemler değiştikçe kamusal kararların nasıl 18 alındığını, siyasaların nasıl saptandığını, kamusal eylemlerin nasıl yürütüldüğünü belirleyen düzenlemelere atıfta bulunmaktadır ((Organisation for Economic Cooperation and Development, 2005). Birbirinden farklı birçok disiplinde ekonomik, yönetsel, siyasal, ekolojik yönetişim olarak farklı alanlarda kullanılan yönetişim kavramı bugünkü anlamıyla ilk kez Dünya Bankası’nın 1989 tarihli “Aşağı Sahra Afrikası: Krizden Sürdürülebilir Büyümeye” (“Sub Saharan Africa: From Crisis to Sustainable Growth”) adlı Raporunda kullanılmıştır (Bayramoğlu, 2005: 40). Böylece yönetişim kavramı ilk kez bu raporla uluslar arası reform literatürüne girişmiştir. Bu raporda yönetişim, bahsi geçen bölgede ekonomik krizden çıkışın bir yolu olarak görülmektedir (Zabcı, 2002: 151). Raporla birlikte Dünya Bankası’nın ilk defa bir ekonomik krizin çözümü olarak ekonomik reçeteler dışında, yönetime ilişkin yaklaşımlarla bir çözüm sunduğu göze çarpmaktadır. İlk kullanımı “governance” olan kavramla, “Uluslararası ilişkilerde siyasal boyutun kullanılması” öne çıkmaya başlamıştır. Ancak, daha sonra kavrama olumlu bir sıfat eklenerek “İyi yönetişim” anlamına gelen “good governance” kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Yönetişim kavramının ilk olarak Dünya Bankasınca kullanılmasının ardından, OECD raporlarında, 1992 yılında Rio de Janeiro’da yapılan Birleşmiş Milletler (BM) Çevre ve Kalkınma Konferansında, 1994 tarihli Kahire Nüfus ve Kalkınma Konferansında, 1995’te gerçekleşen Kopenhag Sosyal Gelişme Konferansında, 1996’da İstanbul’da düzenlenen BM İkinci İnsan Yerleşmeleri HABITAT II Konferansında, 2000 New York Binyıl (Millenium) Zirvesinde ve 2002 tarihli Johannesburg Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde (Rio+10) kullanılarak, kavram daha net hale gelmiştir. 1992 Rio Konferansının en temel belgesi olan Gündem 21 belgesi “küresel ortaklık” kavramını gündeme getirmiş, bu kavramla birlikte geleneksel yönetim anlayışı, yerini çok aktörlü yönetim olarak yönetişime bırakmıştır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2007). Avrupa Komisyonu ise kendi yönetişim konseptini oluşturmuş ve Avrupa Yönetişimi Beyaz Kitabı (White Paper on European Governance) olarak adlandırılan belgede ayrıntılı yer vermiştir. 2001 yılında Komisyon tarafından hazırlanan Beyaz Kitap geliştirmeyi amaçladığı yönetişimi, yetkilerin AB düzeyinde yürütülme biçimini etkileyen kurallar, süreçler ve davranışlar olarak tanımlamakta ve 19 yönetişimin açıklık, katılımcılık, hesap verebilirlik, etkililik ve tutarlılık olmak üzere beş ilkeden oluştuğunu ifade etmektedir (Commission of the European Communities, 2001). Dünya Bankası yönetişim ilgili şu tanımlamayı yapmaktadır: “Yönetişim, bir ülkenin ekonomik ve sosyal kaynaklarının gelişme amacıyla yönetimde yetkinin kullanılma tarzıdır”. Ayrıca yönetişim, açık ve öngörülebilir bir karar alma sürecinin; profesyonel bir bürokratik yönetimin; eylem ve işlemlerinden sorumlu bir hükümetin ve kamusal sürece aktif bir şekilde katılımda bulunan sivil toplum ve hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir düzeni ifade etmektedir (The World Bank, 1994). Neo-liberal dönemin yönetim düşüncesi olarak da ifade edilen yönetişim yaklaşımı ile Dünya Bankası’nın temel önermeleri; kamu sektöründe etkinliğin sağlanması, rekabetin ve piyasaların desteklenmesi ve özel teşebbüs için uygun ortamın yaratılması amacıyla devlet içinde girişimciliğin geliştirilmesi; kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi; kamu personel sayısının azaltılarak kamu hizmetlerinde reforma gidilmesi; bütçenin kontrol edilmesi; idarenin ademimerkezileşmesi ve devletin dışındaki aktörlerin daha fazla kullanılması biçimindedir (Williams ve Young, 1994: 87). Bunlarla beraber, “hesap verebilirlik”, “meşruiyetin sağlanması”, “yönetimde saydamlık” ve “katılımcılık” gibi kavramlar da yönetişimin kurucu kavramları arasına katılmaktadır. Bunların gerçekleşmesi ise sivil toplumun geliştirilmesi ve yetki paylaşımının sağlanmasına bağlanmıştır (The World Bank, 1992). OECD, kavramı “bir ülkenin güç ve yetkilerini icra etmesi için kullandığı anayasal, yasal ve idari düzenlemeler” olarak kullanırken, UNDP, yönetişimin “bir toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal işlerini kamu, özel sektör ve gönüllü sektörle ilişkiler bağlamında yürütmek için kullandığı değerler, politikalar ve kurumların oluşturduğu bir sistem” olduğunu vurgulamaktadır (United Nations Development Programme, 1997). Bu yönüyle yönetişim bireylerin, kurumların ve firmaların davranışlarını sınırlayan ya da onları teşvik eden kurallar, uygulamalar ve kurumlar bütününü temsil etmektedir. Kavramın Türkiye gündemine kazandırılması ise 2000 yılında Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), OECD, Dünya Bankası ve Avrupa 20 Birliği tarafından ortaklaşa düzenlenen “AB Yolunda İyi Yönetişim” adlı toplantıyla olmuş ve aynı zamanda kavram, 2001 yılında yayınlanan “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”nda da yer almıştır (Hazine Müsteşarlığı, 2001). Yönetenler ile yönetilenler arasındaki karşılıklı etkileşimi ve çoklu aktörlerin beraberce iş yapabilmelerini ifade eden yönetişim kavramının Türk kamu yönetimi literatüründe de çok çeşitli tanımları bulunmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT’nin) Kamuda İyi Yönetişim Özel İhtisas Komisyonu Raporu’na göre yönetişim; “... merkezi otoritenin yukarıdan aşağıya doğru hakimiyetini esas alan klasik hiyerarşik yönetim anlayışı yerine tüm toplumsal aktörlerin karşılıklı işbirliği ve uzlaşmasına dayanan, katılımcılığı ve sivil toplum kuruluşlarını ön plana çıkaran, saydamlığı, açıklığı, hesap verme sorumluluğunu, yetki devri ve yerindenliği (subsidiarity) esas alan bir anlayışı anlatmak için kullanılan bir kavramdır” (Toksöz, 2008: 17). Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) tarafından hazırlanan Kamu Yönetimi Sözlüğünde ise yönetişim, “Bir toplumsal politik sistemdeki ilgili bütün aktörlerin ortak çabalarıyla elde edilen sonuçların oluşturduğu yapı ya da düzen” olarak tanımlanmakta ve kavramın yönetime katılma kavramına bir seçenek olarak ortaya konduğu ifade edilmektedir (Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, 1998). Yapılan tanımlar ve yönetişimin genel ilke ve özellikleri göz önüne alınarak şöyle bir genel tanım yapmak mümkündür: “Yönetişim demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hak ve özgürlüklerine önem veren, katılımcılığın, etkinlik ve etkililiğin, denetimin, yerinden yönetimin, açıklık, saydamlık ve hesap verebilirliğin, kalitenin, liyakatin ve etiğin hakim olduğu, sivil toplumu ön plana çıkaran ve sivil toplum kuruluşlarının gelişmesinin önünü açan, bağımsız işleyen bir yargı düzenine sahip olan, teknolojideki gelişmelerle uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzendir” (Devlet Planlama Teşkilatı, 2007). 2.2. İYİ YÖNETİŞİMİN TANIMI VE TEMEL İLKELERİ 2.2.1. İyi Yönetişimin Tanımı 21 Yönetişim ve iyi yönetişim kavramları birçok kaynakta kimi zaman birlikte, kimi zaman da birbirinin yerine geçerek kullanılmakta olup bu iki kavram arasındaki ilişkinin herhangi bir karışıklığa meydan vermemek adına kısaca açıklanmasında fayda görülmektedir. Yönetişim kavramının bir kısım ilkelerinin uygulanmasıyla beraber ortaya çıkaracağı durum, iyi yönetişim durumudur. Bu nedenle yönetişim kavramı nötr bir duruma işaret ederken, iyi yönetişim şartlı ve eylemsel bir durumu ifade etmek için kullanılmaktadır. Yönetişimin “iyi yönetişim” kavramı olarak kullanılması Dünya Bankası sayesinde olmuştur. İyi yönetişim uygulamaları, borç verme ve kredi anlaşmaları sayesinde az gelişmiş ülkelere, ekonominin rasyonel biçimde yönetilmesinin sağlanması amacıyla tavsiye edilmiştir. Dünya Bankasına göre iyi yönetişim, açık ve öngörülebilir bir karar alma sürecinin, profesyonel bir bürokratik yönetimin, eylem ve işlemlerinden sorumlu bir hükümetin, kamusal sürece aktif bir şekilde katılımda bulunan sivil toplumun ve hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir düzeni ifade etmektedir. Başta IMF, OECD ve Dünya Bankası olmak üzere, birçok uluslararası kuruluş yönetişim kalitesini sürdürülebilir bir ekonomik ve sosyal düzenin güvencesi olarak gördüklerini açıkça ortaya koyarak; iş ortaklarına iyi yönetişim ilke ve önceliklerini benimsemeleri konusunda doğrudan ya da dolaylı telkinde bulunmaktadırlar. 2.2.2. İyi Yönetişimin Temel İlkeleri Son yıllarda, hem ülkelerde hem de uluslararası kuruluşlarda gündemin üst sıralarında yer alan yönetişimin yapısında zamanla farklılıklar meydana gelse de, üzerinde durulması gereken en önemli konu, “iyi” yönetişimin nasıl sağlanacağıdır. “İyi yönetişim aslında kaynakların ortak sorunlara yanıt verebilecek şekilde tahsisi ve idaresine yöneliktir. İyi yönetişimin birbirini tamamlayan başlıca sekiz unsuru bulunmaktadır: Katılımcılık, hukukun üstünlüğü, şeffaflık, çabuk cevap verebilirlik, eşitlik, etkinlik, hesap verebilirlik ve stratejik vizyon. Bu ilkelerin yanına zaman zaman yerindenlik, yerellik, toplam kalite, toplumu güçlendirme gibi bir takım ilkelerin de eklendiği görülmektedir (Paquet, Roy ve Rudolf, 2000). 22 Şekil 2.1. İyi Yönetişimin Temel İlkeleri Yönetişim devletin etkinleştirilmesinin kurucu bloklarından biri olarak görülmekte ve kamu yönetiminin iyi işlemesinin iyi yönetişim ilkelerinin uygulanması ile mümkün olacağı düşünülmektedir (Eczacıbaşı, 2001). Literatürde iyi yönetişimin birbirini tamamlayan ve birlikte anlam kazanan başlıca ilkeleri şöyle sıralanabilir: 2.2.2.1. Şeffaflık Şeffaflık devletlerin ekonomik, politik ve sosyal konularda aldıkları kararlara, özel sektörde faaliyet gösteren kuruluşların mali durumlarına, uluslararası kuruluşların faaliyetlerine ilişkin zamanında, anlaşılır, ilgili, nitelikli, güvenilir bilgiye bireyler tarafından erişilebilmesini ifade etmektedir (Kuzey, 2003: 2). İyi yönetişimin kilit öğesi olan şeffaflık, politika hedefleri, formülasyonu ve uygulamasında açıklığı gerektirmektedir (Kondo, 2002: 9). Şeffaflık mali piyasaların 23 sorunsuz işlemesini sağlarken, yerli ve yabancı doğrudan yatırım oranlarında artışı sağlayacak, ayrıca büyümeyi kamçılayacaktır. Yönetimin şeffaflığının sağlanması için kimi yasal düzenlemelerin yapılması gereklidir. Bunların başında, bilgi edinme hakkını düzenleyen yasalar gelir. “Bireylerin bilme hakkı” (people right to know) hükümetin eylemlerine ilişkin kamuoyunun bilgi edinme hakkıdır. Bu nedenle, kişilerin bilme hakkı günümüzde devletin şeffaflığı ile birlikte anılmaktadır. Öte yandan yeni devlet anlayışında teknoloji tartışılmaz bir yere sahiptir. Geleneksel devletin gelişmelere uyum sağlayamaması nedeniyle gelişmiş ülkelerde kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması çalışmalarının bir parçası haline gelen elektronik devlet kamu hizmetlerinin bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanılması yoluyla daha hızlı, daha ucuz, daha saydam görüldüğü bir yapıyı anlatmaktadır. Elektronik devlet (e-devlet) vatandaşların bilgiye olan erişimini önemli ölçüde hızlandırıp kolaylaştırmakta, ayrıca kurumlar arasındaki iletişimi artırarak gereksiz tekrarları, zaman kayıplarını, aşırı bürokratik işlemleri azaltmaktadır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2007). Bu sebeple e-devlet, son günlerde hem ülkemizde hem de dünya çapında önemi artan bir konudur. E-devlet uygulamaları, iyi yönetişimin gündeminde de yer almaktadır. E-devlet, hükümet içerisinde ve hükümet ile federal, belediye ve yerel düzeylerdeki kuruluşlar, vatandaşlar ve işyerleri arasındaki bilgi alışverişinde ve işlemlerde verimlilik, etkinlik, şeffaflık ve hesap verebilirlik sağlamak ve vatandaşları bilgiye erişim ve kullanım yoluyla yetkilendirmek için bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanılmasıdır. Yönetimde şeffaflığın sağlanması konusunda, Türkiye’de atılan adımların henüz yeterli olduğundan söz etmek mümkün değildir. Şeffaflığın sağlanması amacıyla son birkaç yıldır çok önemli kurumsal bazı uygulamalar ve yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bunlar; 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu, 4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, Mahalli İdareler Reformu, düzenleyici etki analizi, performans esaslı bütçeleme, stratejik planlama ve e-devletin oluşturulması için yapılan düzenlemelerdir. Ancak uygulamada bürokrasinin isteksizliği ve yeniliğe ayak uydurmak istemeyen kamu çalışanlarının direnişi, 24 yapılan bu yasal düzenleme ve uygulamaların önünde önemli bir tehdit olarak durmaktadır. Ancak buna rağmen şeffaflığı sağlama yolunda her geçen gün yapılan yasal düzenlemeler ve halkın yeniliğe açık olması ve yeni kamu personelinin gayretleriyle önemli mesafeler alınabilecektir. 2.2.2.2. Hesap Verebilirlik Hesap verebilirlik, bir kurumdaki görevlilerin, yetki ve sorumluluklarının kullanılmasına ilişkin olarak ilgili kişilere karşı cevap verebilir olma, bunlara yönelik eleştiri ve talepleri dikkate alarak bu yönde hareket etme ve bir başarısızlık, yetersizlik ya da hilekarlık durumunda sorumluluğu üzerine alma gerekliliğidir (United Nations Development Programme, 1997). Hesap verebilirlik, modern yönetimin teori ve uygulamasında anahtar kavramdır. Karmaşık bir kavram olmakla birlikte çeşitli sebeplerle zedelenen ve azalan kamuoyu güvenini kazanmanın ve artırmanın bir yolu olarak düşünülebilecek “hesap verebilirlik” ilkesi, yöneticilere belirli bazı görev ve vazifelerini yerine getirmeleri ve vazifeleriyle ilgili kural ve standartlara uymaları konusunda bir takım sorumluluklar yüklemek anlamına gelmektedir. Böylece, yöneticilerin faaliyetlerine ilişkin rapor ve hesap vermekle yükümlü olduğu kişi veya organ açıkça belirlenir ve yönetici iyi performans gösterdiğinde ödüllendirilirken yetersiz performans gösterdiğinde ise bunun sonuçlarına katlanır. Başlıca üç tür hesap verebilirlik mekanizması mevcuttur: Siyasi hesap verebilirlik: Siyasi partilerin ve temsilcilerin seçimler yoluyla hesap verebilirliğini ifade etmektedir. Siyasi hesap verebilirliğin göstergeleri şunlardır (Samsun, 2003: 21); seçimler ve seçimlerle ilgili reformlar, resmi bilgilere erişim ve bilgi özgürlüğü, ademi merkeziyetçilik – yerel düzeyde kişilerin katılımı, güçlü ve enerjik sivil toplum, sürdürülebilir bir siyasi irade. İdari hesap verebilirlik: Hükümet kuruluşlarının kuruluş içi ve kuruluşlar arası dikey ve yatay hesap verebilirliği olarak tanımlanabilir. Bu tür hesap verebilirliğin göstergeleri, kamu program ve hizmetlerinin; kurumsal gelişme ve reform çalışmalarını yürütmek, şikayet prosedürleri, yürütme kanunu, performans göstergeleri gibi 25 idari rehberler oluşturmak ve en iyi uygulamaları paylaşmak yoluyla idaresi ve yönetimi için bir ortam yaratmaktır. İdari hesap verebilirlik, etkin, verimli, duyarlı ve sorumlu karar alma sistemlerine ilişkindir. Görevlilerin hesap verebilir olmalar için gerekli mekanizmalar; kuruluşlar arası (örneğin hükümet birimleri arasında), kuruluş-içi (örneğin üst düzey görevliyle onun emrindeki kişiler arasında), ve kuruluş-dışı (örneğin kuruluş ile görevlilerinin doğrudan müşteri ya da paydaşlara karşı sorumlu olmaları) olabilir. İyi işleyen bir devlette, hükümet hem dışarıdan vatandaşlar tarafından, hem de kendi içerisinde kamu kurumları yoluyla hesap verebilirliğe tabidir. Bu ayrım ise, dikey hesap verebilirlik ve yatay hesap verebilirlik olarak adlandırılır. Dikey hesap verebilirlik; seçim süreçleri veya dolaylı olarak sivil toplum kuruluşları ya da medya yoluyla vatandaşların aktif olmalarını kapsamaktadır. Yatay hesap verebilirlik ise; devletin kötüye kullanma ve verimsizliklerini kontrol etmek için oluşturulmuş kamu kuruluşlarını kapsamakta ve yargı, yasama, genel denetçiler, yolsuzluk karşıtı birimler, seçimle ilgili kurullar ve insan hakları komisyonları, ombudsman, veya kamu şikayet komisyonları gibi kurumlar tarafından sağlanmaktadır (Schacter, 2000). İdari hesap verebilirliğin bir alt başlığı olan mali hesap verebilirlik de, kaynak kullanımına ilişkin rapor verme zorunluluğudur. Hukuki hesap verebilirlik: Yargı organları da dahil olmak üzere devletin tüm birimlerin karar ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık olmasıdır. Hükümetler, işlerini ne şekilde yürüteceklerine dair gereklilik ve yükümlülükler içeren yasalar yoluyla hukuki hesap verebilirliğe tabidir. Bilgi iletişim teknolojilerinde yaşanan ilerleme, performans yönetimine geçiş, vatandaşların kamusal bilgi ve belgelere erişiminin kolaylaşması yönünde atılan adımlar hesap verebilirliği de artırmaktadır. 26 Bu bağlamda Türkiye’de hesap verebilirliğin arttırılmasına yönelik yapılan çalışma ve yasal düzenlemeler: 4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu, Kamu Denetçiliği Kanunu, 5176 Sayılı Kanunla Kurulan Kamu Görevlileri Etik Kurulu, performans esaslı bütçeleme ve stratejik planlama yaklaşımının benimsenmesi, faaliyet raporları ve e-devletin oluşturulması için yapılan düzenlemelerdir. 2.2.2.3. Katılımcılık Son yıllarda devlet-vatandaş ilişkisinde yaşanan kopukluk ve bireylerin siyasi olaylara karşı ilgisizliği nedeni ile katılımcılığın artırılması konusu daha fazla gündeme gelmeye başlamıştır. Bunun için katılımı sağlayıcı kurumsal ve yasal süreçler oluşturulmakta ve temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçilmektedir. Vatandaş artık sadece “yönetilen” değil, aynı zamanda bir “paydaş” olarak görülmektedir. Bunun yanı sıra halka daha yakın olunduğu düşüncesinden hareketle, merkezi idareye ait kimi yetkiler yerel düzeye aktarılarak katılımcılık teşvik edilmektedir (Kösekahya, 2003: 44). Katılımcılığın sağlanabilmesi için birbiri ile bağlantılı üç unsur gerekmektedir; karar verme sürecine vatandaşı da dahil eden açık ve şeffaf bir devlet, devletle vatandaş arasında karşılıklı olarak tutarlı ve sürekli bir bilgi akımı, vatandaşları katılım mekanizması konusunda bilgilendirecek etkin yolların varlığı. 1980’li yıllardan bu yana, devletler artan şekilde karar verme yetkisinin daha alt düzey idarelere aktarılmasına odaklanmaktadır. ABD, Kanada ve Avustralya gibi ülkeler yüzyıllardır farklı düzeylerde yer alan idareler tarafından yönetilmekteyken, Batı Avrupa’da birçok devlet desentralizasyon yönünde idari reformlar gerçekleştirmektedir. Bunun yanı sıra, Çin, Hindistan ve Pakistan gibi birçok ülkede yerel düzeyde iyi yönetişimi hedefleyen reformlar yapılmaktadır. Desentralizasyona ilişkin olarak yapılan akademik tartışmaların temelinde, yerel idarelerin vatandaşa daha yakın bulunmasından dolayı talepleri konusunda daha fazla bilgi sahibi olduğu fikri bulunmaktadır. İyi yönetişime katkısı konusunda karşıt görüşler bulunmasına rağmen, desentralizasyon, özellikle merkezi idare yerel halkın kendine özgü isteklerini karşılayamadığı zaman önem kazanmaktadır. Günümüzde desentralizasyon, iyi yönetişimin başlangıç noktası olarak görülmeye başlanmıştır. 27 Desentralizasyon merkezi idarenin görev yükünü azaltarak temel fonksiyonlarına odaklanmasını sağlayabileceği gibi, iyi idare edilmediği takdirde merkezi idarenin makroekonomi üzerindeki kontrolünü kaybetmesine ve yerel düzeyde alınan kararların koordine edilememesi durumunda bölgesel farklılıkların daha da derinleşmesine yol açabilecektir. Buna karşılık alınması gereken en önemli önlem, devletin her düzeyi için kuralların açık olarak ortaya konarak, sorumlulukların belirlenmesidir. Desentralizasyon ekonomideki aktörlerin sayısını arttırdığından, sağlam bir kamu maliyesi ve sürdürülebilir ekonomik kalkınma için merkezi idarenin bütçesel ve mali işlerdeki rolü daha fazla önem arz etmektedir. Ülkemizde katılımcılık konusundaki en önemli düzenlemeler: Mahalli İdareler Reformu, Yerel Gündem 21 çalışmaları, Kent Konseyi uygulaması, stratejik planlama (Erüz, 2005) çalışmalarıdır. 2.2.2.4. Cevap Verebilirlik Cevap verebilirlik ilkesi; vatandaşların, hükümette ya da kamu yönetiminde yer alanlar tarafından dinlenerek cevaplandırılacaklarını bilmeleri anlamına gelir. Toplumdaki ihtiyaç ve taleplerin çok çeşitli ve dinamik olduğu göz önünde bulundurulursa, söz konusu alana yönelik sistematik bir yaklaşım geliştirmenin önemi açıktır. Bu yaklaşımın temelini ise bilgi unsuru oluşturmaktadır. Kamu hizmetlerinden yararlananların sağlayacağı bilgi ve görüşler, politika sonuçlarının önemli göstergelerinden biri olarak mutlaka dikkate alınmak zorundadır. Bu çerçevede bilgi, kamu ihtiyaçlarının anlaşılması ve tespiti, kamu hizmetlerinin sunumu ve geliştirilmesi, söz konusu hizmetlerden yararlananların memnuniyetlerinin değerlendirilmesine yardımcı olmaktadır. Modern bilgi ve iletişim teknolojileri farklı gruplara seslerini duyurma fırsatı verirken, vatandaşların, ihtiyaçların daha az maliyetle ve daha iyi karşılanmasına yönelik şeffaf ve hesap verebilen kamu hizmeti talepleri de hızla büyümektedir. Bu sebeple hükümetler, vatandaş talep ve ihtiyaçlarına cevap verme yönünde her geçen gün daha da artan baskılarla karşılaşmaktadır. Söz konusu baskılar ağırlıklı olarak; yönetim tarafından bilgilendirilme ve iletilen bilgileri anlama, kamu politikaları ve hizmetlerin sunumu ile ilgili karar alma süreçlerine katılma ve bu süreçte belirleyici olma, ihtiyaçlara uygun kamu hizmetlerinden yararlanma ve kalite maliyet unsurları 28 dikkate alınarak seçim şansına sahip olma şeklindeki taleplerden kaynaklanmaktadır. Yönetimin toplumsal değişime hızla yanıt verecek kapasite ve esnekliğe sahip olması, genel kamu yararını tanımlarken sivil toplumun beklentilerini de dikkate alması, yönetimin rolünü eleştirel bir sorguya tabi tutmaya istekli olması bu noktada cevap verebilirliği anlatmaktadır (Güler, 2003: 105). ‘Cevap veren yönetim ya da hükümet’ yaklaşımının temelinde yatan görüş, “vatandaş önce gelir” sloganı ile özetlenebilmektedir (Acar, 2003: 48). Bu slogan, özel sektör kaynaklı ‘müşteri memnuniyeti’ yaklaşımı ile ‘vatandaş memnuniyeti’ arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Müşteriler esas olarak kişisel arzu ve istekleri ile bunları nasıl gerçekleştirebilecekleri üzerine odaklanırken, vatandaşlar ortak iyi değerler ve toplum üzerindeki uzun dönem sonuçlar üzerine yoğunlaşmaktadır (Denhardt, 2002: 74). İyi yönetişime doğru giden yolda, girdi ve harcama odaklı geleneksel yaklaşımlardan uzaklaşarak sonuç ve getiriler üzerine odaklanmak, politika belirlerken bürokratik uygulamalardan çok daha cevap verebilir bir sisteme doğru kaymak ve beklentilerden ziyade tepkiler üzerine yoğunlaşmak elzem hale gelmiştir. Daha da ötesi, bilgi paylaşımı ve bilginin daha geniş çaplı yayılımı yönünde gerekli altyapının oluşturulması, kamu sektöründeki insan kaynakları çalışmalarının motivasyon ve rekabeti artırıcı teşviklerle iyileştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bilgi ve iletişim teknolojileri aracılığıyla hizmet etkinliği ve kalitesi artırılmalı, kamu kuruluşlarının sahip olduğu olanaklar iyileştirilmek suretiyle gerekli kapasite sağlanmalıdır. Tüm bu unsurlara cevap verirken hükümetler, daha gelişmiş geri bildirim, değerlendirme ve iletişim sistemlerini hedef alan yeni teşvik mekanizmalarına ihtiyaç duymaktadır. Söz konusu çalışmaların hayata geçirilmesi ile kamu sektöründe daha katılımcı, cevap verebilir, şeffaf ve hesap verebilir yapıyı korumak ve dolayısıyla yaratıcı ve esnek bir vizyona kavuşmak mümkün olacaktır. 4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu, performans esaslı bütçeleme, stratejik planlama yaklaşımı benimsenmesi, faaliyet raporları ve e-devletin oluşturulması için yapılan düzenlemeler cevap verebilir bir yönetim için ülkemizde yapılan çalışmalardır. 2.2.2.5. Hukukun Üstünlüğü 29 İyi yönetişimin temel ilkelerinden olan hukukun üstünlüğü, kurumların, adil olarak oluşturulan yasal çerçeveler içinde hareket etmeleri ve kişilerin kendi davranışlarına kanunun tatbik edilebileceğini kabul etmeleri anlamına gelmektedir (Karabacak, 2003). Yasal çerçeveler, yöneticiler ve yönetilenler arasında var olan sosyal bir sözleşmenin temelidir. Bunlar, yönetimin faaliyetlerine yol gösteren ve sınırlar koyan kurum, kural ve süreçlere kılavuzluk etmekte, kişilerin hak ve yükümlülüklerini tanımlamakta ve yönetim birimleri arasındaki ilişkileri kurmaktadır. Hukukun üstünlüğü, belirli etik değerlerin yönetenler tarafından gözetilmesini gerektiren kurumsal bir ahlaksallıktır. Genel olarak kabul görmüş bu değerler açık bir şekilde, kamu işlerinde ve usullerde vatandaşlara karşı eşit ve adil muameleyi ve hükümetlerin kamusal güçlerini kullanırken, oluşturulmuş kanunlar çerçevesinde faaliyet göstermelerini içermektedir. Genel bir hukukun üstünlüğü anlayışının gelişiminde uluslararası organizasyonların önemli rolü olmuştur. Birleşmiş Milletler, hukukun üstünlüğünü, tüm insan haklarına ilişkin eylemlerin altında yatan temel ilke olarak tanımlamaktadır. Dünya Bankası ise bu kavramı, ekonomik ve sosyal ilerlemenin zorunlu bir ön şartı olarak ele almaktadır. Bu kapsamda, hukukun üstünlüğü yasal güvenliği, devletin tutarlı ve şeffaf eylemlerini ve istikrarlı yatırım koşullarını güvence altına alması sebebiyle, iyi yönetişimin zorunlu bir unsuru olarak düşünülmektedir. Dünya Bankası, 1997 Dünya Kalkınma Raporunda, hukukun üstünlüğünü gözetmenin ekonomik başarının bir ön şartı olduğunu belirtmektedir. Kaufmann, Kraay ve Zoido-Lobaton tarafından yapılan 150’den fazla ülkeyi kapsayan araştırmalar, hukukun üstünlüğü ile kişi başına düşen gelir, okur-yazarlık oranı ve bebek ölüm oranı arasında kuvvetli bir sebep sonuç ilişkisinin bulunduğunu göstermiştir. Hukukun üstünlüğünü nispi olarak yeterli bir düzeyde sağlayan ve uygulayan kurumlara sahip bir ülke ile bu kurumlara yeterince sahip olmayan bir ülke arasında kişi başına düşen gelir farkı üç katına kadar çıkabilmektedir. Aynı şekilde, hukukun üstünlüğünün etkin olarak işletilmesi, bebek ölüm oranı üzerinde güçlü bir negatif etkiye, okuryazarlık oranı üzerinde ise güçlü bir pozitif etkiye neden olmaktadır (Kaufmann, Kraay ve Zoido-Lobaton, 1999). 30 Nobel ödüllü ekonomist Douglass North, bir konuşmasında hukukun üstünlüğünün esas alındığı demokratik yönetişim ile ekonomik gelişme arasındaki bağlantıyı şöyle ifade etmiştir: “Diktatörlük rejimlerinde ekonomik büyüme kısa dönemli olarak gerçekleşebilse de, uzun dönemli ekonomik büyüme hukukun üstünlüğünün gelişimini zorunlu kılmaktadır.” Hukukun üstünlüğünün uygulayıcısı durumundaki kamu kurumlarının zayıf performansı yolsuzluk olaylarındaki artışı da beraberinde getirmektedir. İstatistikler, hukukun üstünlüğünün sağlanması ile yolsuzluğun önlenmesi arasında yüksek pozitif bir korelasyonun mevcut olduğunu göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, hukukun üstünlüğü güçlendirildikçe yolsuzluk daha fazla kontrol edilebilmektedir. Hukuk devletinin gerçekleştirilmesi, güvenliğin sağlanması, sosyal, siyasal ve ekonomik işlerde belirlilik iyi yönetişimi hem sağlayan hem de koruyan öğelerden olarak öne çıkmaktadır. Hukukun üstünlüğü ilkesinin tesisi, ekonomik başarının ve gelişmenin vazgeçilmez bir önkoşuludur. Bu ilke sayesinde, ekonomik faaliyetlerin sonuçlarına ilişkin öngörülebilirlik sağlanmakta ve belirsizlik azaltılabilmektedir. Hukukun üstünlüğü ilkesi ile ekonomik gelişme arasındaki ilişkiyi veya bu ilkenin çeşitli ekonomik faaliyetler üzerindeki etkisini gösteren deneysel kanıtlar mevcuttur. Bu bağlamda Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesine yönelik atılan adımlar: 4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu, Kamu Denetçiliği Kanunu, 5176 Sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kanunu, vb.dir. 2.2.2.6. Etkinlik Yönetişimi meydana getiren unsurlardan bir diğeri de hizmetlerin optimal bir şekilde yerine getirilmesinde önemli bir role sahip olan etkinliktir. Etkinlik, sonuca ulaşmada gösterilen başarı olarak ifade edilmekte olup; uzun dönem vizyonu koruma, kaynakların etkin kullanımı, bunun için teknik donanım, insanların birtakım kaygılarına karşı duyarlı olma, bu kaygıların ifade edilebildiği ve çözüm arandığı bir ortam yaratma gibi kriterlerle ölçülmektedir. Dünya çapında önem arz eden “sürdürülebilir kalkınma” olgusunda da bir ülkenin kaynaklarını verimli bir şekilde 31 kullanıp kullanmadığı ve faaliyetlerindeki etkinlik derecesi anahtar bir rol üstlenmektedir (Soylu, 2003: 78). Etkin bir yönetişim, küreselleşmenin ve sürdürülebilir kalkınmanın gerektirdiği değişime ayak uydurmaya yönelik, devlet, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşın yönetimde birlikte rol almalarını öngören geniş bir perspektifi temsil etmektedir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi, etkin bir yönetişimin altyapılarını oluşturan nitelik ve niceliklerin sağlanmasına yardımcı olmaktadır. Gelişmişlik düzeyi, genel olarak bilgi ve bilginin değişim hızında rol oynayan teknolojilerin gelişme düzeyi olarak ele alınmaktadır. Bazı ülkelerde, bilgi ve teknolojide büyük bir ilerleme kaydedilerek bu düzeye gelinmesi, dikkatlerin bu ülkelere yönelmesine yol açmıştır. Yapılan incelemelerden sonra, bu ülkelerde diğer ülkelere göre insan sermayesine daha fazla yatırım yapıldığı ve yeni bilgi ve fikirlerin ortaya çıkmasına yardımcı olacak bir ortamın yaratıldığı yönünde kanı oluşmuştur. İyi yönetişimin belirgin özelliklerinden birisi olarak, kamu yönetiminin etkili ve verimli işlemesine çok önem verilmektedir; ancak bu, hiçbir zaman, özel sektördeki kâr maksimizasyonu Yönetişim uygulamalarında, öncelikli öncelikle yaklaşımla yurttaşların özdeşleştirilmemelidir. hizmetlerden yararlanma dereceleri, kendi imkanları ile ölçülmez; kamunun imkanları ile ve eşitlik içinde yararlanma prensibi ile ölçülür. Aynı şekilde, etkinlik ve verimlilik, katımcı demokratik yapılanmanın da önüne alınmaz; hatta bazı durumlarda demokratik olmayan bir yöntemin daha etkin ve verimli olacağı bilinse bile, tercih demokratik uygulamadan yana kullanılır. Zira orta ve uzun vadede demokratik uygulamanın maliyeti, kendi kendini amorti edebilen bir mahiyet gösterir (Kaufman, Kraay ve Mastruzzi, 2006). Bu nedenle, özel sektörün kâr güdüsüyle elde etmeye çalıştığı verimlilik ve etkililik, her şeye rağmen ve her durumda öncelikli amaç olurken; iyi yönetişimde, sürdürülebilir bir etkililik ve verimlilik, katılımcı demokratik bir yapı içinden elde edilmeye çalışılır. Burada hem yeni kamu yönetimi girişimleriyle, hem de kamu yönetimini işletme yönetimi gibi gören yaklaşımlarla, yönetişimin ayrıldığının görmek mümkündür. Kamu yönetiminin varlık nedeni olan toplumsal sorumluluk, sosyal adalet, demokratik sorumluluk, kamu yararı gibi ilkeler iyi yönetişimde göz ardı edilemez. İyi yönetişim, faydacı ölçütlerle değerlendirilemez. 32 Kamu hizmetinde, kamu yararının gözetilmesi, sosyal adaletin, dengeli gelir dağılımının, yurttaşlık haklarından yararlanmada eşitliğin sağlanması gibi amaç ve ilkeler, hiç bir zaman kârlılık, verimlilik ve etkinlik gibi ilkelere feda edilemez. Özellikle katı merkeziyetçiliğin getirdiği olumsuzluklar açısından, yerel özellik taşıyan sosyal nitelikli hizmetlerin üretilmesinde ve sunulmasında yerel sivil kuruluşların ve vatandaşların sorunların ve vatandaşların sorunları sahiplenmemesi ve katkıda bulunmaması söz konusu olmaktadır. Diğer bir deyişle, merkez ile çevre arasındaki ciddi kopukluk hizmetlerin kalite ve verimliliğini etkilemektedir. İyi yönetişimin sağlanabilmesi için; gerekli etkinliğin ve verimin elde edilebilmesi adına gelişen teknolojinin getirdiği olanaklardan yararlanılmalı; gereksinimleri devlet tarafından bilinmeli, bu bağlamda devletin sivil toplum örgütleriyle irtibatı arttırılması ve sivil toplumun yeterli anlamda gelişmediği konularda örgütlenme için yol gösterici olmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’de etkinliğin arttırılmasına yönelik yapılan çalışma düzenlemeler: performans esaslı bütçeleme ve stratejik planlama yaklaşımının benimsenmesi, faaliyet raporları ve e-devletin oluşturulması için yapılan düzenlemelerdir. 2.2.2.7. Eşitlik İnsanların kendilerini güvende hissettikleri ve ayrıştırılmış olarak görmedikleri ortamlar yönetişimin uygulanabilirliği açısından kritik öneme sahiptir. Yönetime katılımda ve kamu hizmetlerine erişimde tüm kurum ve süreçlerin birer paydaş olarak sorumluluk duyarak tüm ilgililere hizmet etmek için çaba içerisinde olmasını gerekli kılmak amacıyla eşit ve adil politikaların yürütülmesi ve güvenlik ortamının sağlanması esastır. Eşitlik ve adalet açısından yönetişim anlayışı, işlemlerde taraf tutmamayı zorunlu kılan açık yasal bir çerçeveyi, etkin, etkili, bağımsız ve tarafsız yargı denetimini gerektirmektedir. Yönetişimde eşitliğin başka önemli bir anlamı daha vardır. Bilindiği gibi yönetişim ortak kararlar almayı gerektiren bir yaklaşımdır. Dolayısıyla bu kararlarda tüm aktörler sorumluluk üstlenirler. İşte bu anlamda eşitlik, tüm aktörlerin sorumlulukları eşit bir biçimde üstlenmesi anlamına gelir. Örneğin bir belediyede, 33 belediye başkanı, seçilmiş bir insan olarak, katılan insanları yöneten anlayışı içerisinde hareket ederse bu, katılımcılık ve eşitlik olmaz. Ancak hiyerarşik yapıdan sıyrılıp ortak katılımcılık anlayışı içerisinde hareket edilirse o zaman tam anlamıyla eşitlik sağlanmış olur. Eşitlik kavramının, yönetişimin, herkese eşit olanaklar sunan, aynı zamanda aynı derecede hak ve sorumluluklar yükleyen ve bir ortak hedef etrafında herkesi birleştiren bir yönü olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Devletin yurttaşlara eşit düzeyde, standartlaşmış ve beklentileri karşılayan bir kalitede hizmet sunması son derece önemlidir. Tüm yurttaşlar mevcut refah düzeylerini muhafaza etme ve geliştirme fırsatlarına sahip olmalıdırlar (Aşkın, 2003: 94). Demokrasinin temel değeri olan eşitlik, bütün bireylerin insan olmak bakımından eşit siyasal değerde olmasını, bireyler arasında ayrım yapılmamasını, herkese eşit muamele edilmesini ve siyasal yönetim sürecine katılım konusunda bütün toplum üyelerinin eşit derecede hak sahibi olmasını ifade etmektedir. Eşitlik, önemli bir hak olduğu için bu konuya Anayasamız Anayasanın başında onuncu maddesinde eşitlik konusuna değinmektedir. Yani eşitlik, aynı zamanda Anayasal bir haktır. 2.2.2.8. Stratejik Vizyona Sahip Alışkanlıklar ve alışılmış düzenin terk edilmesindeki zorluklar, az emek sarf ederek çok kazanç sağlama gibi eğilimler kamu yönetiminin yeniden yapılanmasında direnç noktaları, yönetişim ilkelerinin benimsenerek uygulanmasını yavaşlatan unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır (Özdemir, 2003: 89). Bu nedenle yönetişimin, kamu yönetimi anlayışı hakkında, basit olarak, en geniş halk kesimlerinin memnun edilebileceği ve aynı zamanda sürdürülebilir olan bir düzlemde kamu hizmetlerini sunmak olan açık ve belirli bir misyonu olmalıdır. Bunun yanında ciddi verilerle desteklenerek oluşturulmuş, çevreye duyarlı, vatandaş talep ve beklentilerini dikkate alarak değişen ve gelişen bir çizgide kamu hizmetlerinin verimli bir noktaya en makul sürede ulaştırılmasını hedefleyen stratejik bir vizyonunun olması da zorunludur. Ayrıca gerek üst yöneticilerde, gerekse bütün kamu çalışanlarında bu misyon ve vizyona sadakat duygu ve düşüncesinin gelişmiş olması gerekmektedir. 34 Kamu yönetiminin, toplumun değişen ve çoğalan ihtiyaçları karşısında, bunları karşılayacak bir dinamizm içinde olması gerekir. Bunun için, kamu bürokrasisinin siyasal erk tarafından demokrasiyi gölgelemeyecek bir inisiyatif alma yeteneği ve vizyonla donatılmasına ihtiyaç vardır. Her idari birime, yerel ve bölgesel otoriteye olabildiğince dengeli bir şekilde yetki yüklemesi yapılmalı ve bunu kullanabileceği olanaklar sağlanmalıdır. Her idari birim yüklendiği sorumluluk ve yetki ile kullanabileceği olanakları, oluşturacağı geniş perspektifli stratejik vizyon çerçevesinde kamunun hizmetine sunmalıdır. Günübirlik ve imaj oluşturucu kamu hizmetlerinden, daha köklü çözüm üreten ve gerçek ihtiyaçları gidermeye odaklı kamu hizmetleri anlayışına böyle bir stratejik vizyonla ulaşılabilir. bakıldığında tüm merkezcil yönetim uygulamalarında, Bu açıdan alt yönetim birimlerinde görevli kamu çalışanlarının girişimcilik ruhunun ve inisiyatif kullanma becerilerinin köreldiği gözlenmektedir. Her şeyin merkezde ya da en üstte planlanması, alt birimlerdeki personeli düşünsel faaliyetten alıkoymakta, onları sadece talimatları uygulayan bir mekanizma durumunda tutmaktadır. Halbuki stratejik bir vizyon üretmek ve sorumluluk alabilmek, her birimin kendi görev ve hizmet alanı ile ilgili düşünce üretmesi ve yeni icatlar yapması ile mümkün olabilir. Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’deki duruma baktığımızda, kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması ile ilgili dirençlerin olduğu görülmektedir. Bir taraftan ciddi bir ortak siyasi vizyonun oluşturulmasındaki zorluklar; diğer yandan toplumsal sorunların çözümünde yeterli sahiplenme eğiliminin ortaya çıkmaması -ki bu toplumun katılımcı demokrasi ve yönetim talebiyle yakından ilgilidir- bilginin üretilmesinde ve kullanılmasında merkez ve üst yönetim organlarının tekel olma eğilimleri, stratejinin belirlenmesinde ve yürütülmesinde uzun sürelerde oluşan üstünlük durumundan vazgeçmekten kaçınmaları böyle bir vizyonun oluşturulmasını zorlaştırmaktadır. Ne var ki günümüzde sorumlulukların merkezin dışındaki yönetim birimleriyle olduğu gibi, özel sektör ve sivil toplum örgütleriyle paylaşılması gereği, ortak bir stratejik vizyon geliştirilmesi için yoğun iletişim ve işbirliğini azami ölçüde zorunlu kılmaktadır. Yönetişimin iyileştirilmesi, hedeflerin belirlenmesi ve bu hedeflere nasıl ulaşılacağının saptanması amacıyla net bir vizyonun ortaya koyulması ve stratejinin belirlenmesi; bu stratejinin gerçekleşmesinde aktif rol oynayacak kişilerin 35 desteklenmesi; değişim uygulamak amacıyla sağlam, etkili ve hesap verebilir idari mekanizmaların ve kurumsal yapıların oluşturulması gerekmektedir. Bütün bu anlatılanların ışığında iyi yönetişimin, tüm bu ilkelerin gereği gibi yerine getirilmesini öngördüğünü söylemek mümkündür. Bu ilkeleri birbirinden ayrı düşünmek de mümkün değildir. Yönetim karşısında yönetişimin başarılı olabilmesi, tüm ilkelerin mümkün olduğunca yüksek başarı oranları ile uygulanabilmelerine bağlıdır (Özer, 2007: 81). Yönetişimin ilkeleri aslında olandan çok olması gerekeni, bir ideali anlatmaktadır ve bu ilkelerin hepsine birden sahip olan bir devletin varlığından söz etmek de neredeyse imkansızdır. Yönetişimin başarısı ülkelerin siyasi ve toplumsal yapısına, kültürüne, etnik yapısına, bilgi birikimine, teknolojik gelişimine ve ekonomik durumuna bağlı olarak ülkeden ülkeye farklılaşmaktadır. Yönetişim devlet-özel sektör-sivil toplum iletişimine dayandığından yönetişimin iyi uygulanabilmesi etkili işleyen bir devlete, ilgili ve hareketli bir sivil topluma ve etkin piyasalara ihtiyaç duymaktadır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2007). İyi yönetişim sisteminin bir ülkede varlığı, sosyal ve siyasal fayda yanında modern ekonomiden faydalanmak ve uluslararası ticaret ve yatırım için de gerekli olduğu anlayışının da etkisiyle Dünya Bankası, OECD, IMF gibi kuruluşlar ilişkide bulundukları ülkelerde iyi yönetişimin uygulamaya geçirilmesini istemektedirler. Sonuç olarak kamu yönetimi düzeyinde iyi yönetişim, devlet organlarının ve kamu hizmeti veren kuruluşların katılımcılığı özendirmesi ile başlar, yaklaşımlarının tutarlılık, şeffaflık ve hesap verebilirliğinden geçer ve kararlarla uygulamaların adil ve etkin olmasıyla sonuçlanır diyebiliriz. Bugün, toplum olarak yaşadığımız hemen tüm sorunların, yolsuzlukların, verimsizliklerin, savurganlıkların panzehiri iyi yönetişim ilkelerini yalnızca sözde değil, özde de benimsemek ve yaşama geçirmektir (Toksöz, 2008: 8). 2.3. YÖNETİŞİM YAKLAŞIMININ TÜRK KAMU YÖNETİMİNİN GÜNDEMİNE GELİŞİ Kamu yönetiminde yaşanan reform süreci katılım mekanizmalarını güçlendirmekte, şeffaflığı artırmakta ve bu yönüyle iyi yönetişim uygulamalarına zemin hazırlamaktadır. 36 Dünya’da 1980’lerin sonunda ortaya çıkan, sonrasında da sıkça dile getirilen politika oluşturmada öngörülebilirlik, açıklık ve açık fikirlilik, kamu yararına öncelik veren profesyonel bir anlayışı içselleştirmiş, vatandaş taleplerine duyarlı, dolayısıyla vatandaşları birer paydaş olarak görerek karar verme sürecine katan, hesap vermeye hazır ve etkin işleyen bir hükümet ve bürokrasi ile hukukun üstünlüğü, saydam süreçler ve kamu yaşamına katılan güçlü bir sivil toplumu ifade eden yönetişim kavramı, 2000 yıllından sonra Türkiye’de de önem kazanmaya başlamıştır. Buna paralel olarak, Türkiye’de son yıllarda yönetişim yolunda AB üyeliği adaylığının da hızlandırıcı etkisi ile birlikte, yapısal reformlar ve çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Bu çerçevede ülkemizdeki son mahalli idareler yasasındaki düzenlemeler ve çalışmalarda, yönetişimin gereği olarak çoğulcu örgütsel katılım, etkinlik, açıklık, hesap verebilirlik, katılımcılık ve yerindenlik esas alınmıştır. Uluslararası alanda yapılan önemli çalışmalar sonucunda ortaya çıkan yönetişim kavramının Türkiye için milat noktası esas olarak 1996 yılında yapılan Habitat II Konferansıdır. Habitat II Konferansı’na sunulan Türkiye Ulusal Raporu’nda ve Eylem Planı’nda amaçsal nitelikli ilkeler olarak; sürdürülebilirlik, yaşanabilirlik, eşitlik, kentli bilinci, yapabilir kılma ve yönetişim sunulmuştur. Türkiye’de kamu yönetiminde yeniden yapılanmaya dönük olarak cumhuriyet tarihi boyunca çok çalışma yapılmıştır. Fakat son yıllarda dünyadaki gelişmeler ve Avrupa Birliği’ne uyum süreci çerçevesinde iyi yönetişim ilkelerinin hayata geçirilmesi konusunda önemli adımlar atılmıştır. 2004 yılında yürürlüğe giren 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ile kamuda şeffaf bir yönetim anlayışının hakim olması amaçlanmıştır. Yine 5137 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile kamu görevlilerinin uymaları gereken saydamlık, tarafsızlık, dürüstlük, hesap verebilirlik, kamu yararını gözetme gibi etik davranış ilkelerini belirlemek ve uygulamayı gözetmek üzere “Kamu Görevlileri Etik Kurulu” kurulmuştur. Ülke genelinde yapılan düzenlemeler ile hayata geçirilmeye çalışılan yönetişim anlayışı yerel yönetimlerin çalışmalarında da teşvik edilmiştir. Bununla ilgili Türkiye’de Yerel Gündem 21 sürecinde gelişen ve ardından 5393 sayılı Belediye Kanununun 76. maddesinde yer bulan bir yönetişim modeli olan kent 37 konseyleri; kentin stratejik yöneliminin belirlenmesi, vatandaşlar ve sivil toplum kuruluşlarının sürece ilgisinin sürdürülmesi ve süreç içinde alınan yatırım ve hizmet kararlarının izlenmesi için ideal bir yapı olarak görünmektedir. Yönetişim kavramının ülkemizde önce özel ve daha sonra da kamu sektöründe gelişmesi ile birlikte, ekonomik ve sosyal yaşam içine çeşitli kavramlar ve yöntemler de girmeye başlamıştır. Açıklık, şeffaflık, hesap verilebilirlik, stratejik yönetim, insan kaynakları yönetimi, bilgi teknolojileri, e-devlet uygulamaları ve araştırma geliştirme (Ar-Ge) faaliyetlerinin geliştirilmesi, müşteri-mükellef odaklılık gibi kavramlar, kamu yönetici ve politika geliştiricilerinin önemli görmeye başladıkları kavramlardır. 2.3.1. Yönetişim ve 5018 Sayılı Kanun Türkiye’de son dönemde gündemde olan yönetişim çerçevesinde değerlendirilebilecek en önemli reformlardan birisi de, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunudur. Bu Kanunda kamu kurum ve kuruluşlarının tümü için stratejik planlama, saydamlık, hesap verilebilirlik, performans gibi kavramlar ilkeler getirilmiş, bu kavram ve ilkelerin bütün kurumlarda uygulanması zorunlu hale getirilmiştir. Kanun, kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması amacıyla sunulan diğer yasa paketleriyle uyumludur. Kamu yönetiminde ve hizmet anlayışında neo-liberal dönüşümü simgelemektedir. Kamu işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımları çerçevesinde örgütlenmiştir. Kanunun genel gerekçesinde hem “yönetim teorisindeki değişime” hem de “yönetim zihniyetinin değişmesine” atıf yapılmakta, bu noktada yönetimden yönetişime doğru yaşanması gereken bir değişiklik hedefine vurgu yapıldığı görülmektedir. Böylece günümüz kamu yönetimi anlayışında yönetişim yaklaşımının da ilkeleri olan saydamlık, açıklık, katılımcılık, hesap verebilirlik, esneklik, kamu kaynaklarının kullanımında ve kamu hizmetlerinin sunumunda etkinlik ve verimlilik yükselen değerler olarak yerini almaktadır. Ayrıca, yasanın dili de en yeni yönetim ve Dünya Bankası kavramlarıyla donatılmıştır. Bu kavramlardan bazıları: Toplam kalite, vizyon-misyon, şeffaflık, açıklık, hesap verebilirlik, stratejik planlama, stratejik yönetim vb.dir (Dikmen, t.y.: 3). 38 Kanunun uygulanmaya başlaması ile özel sektörün iyi yönetişim uygulamalarının kamu alanında da uygulanmaya başlandığı bir değişim dönemi ve geçiş süreci yaşanmaya başlanmıştır. Kanunda, yönetişim çerçevesinde değerlendirilebilecek en önemli iki husus hesap verebilirlik ve stratejik planlamadır. Bu çerçevede, Kanunun 4. maddesinin “b” bendi, “kamu maliyesi, kamu görevlilerinin hesap verebilmelerini sağlayacak şekilde uygulanır” ifadesine yer vermekte, ayrıca, 8. maddesi hesap verme sorumluluğunu düzenlemektedir. Bunun yanı sıra bakanların ve üst yöneticilerin hesap verme sorumluluğunu düzenleyen Kanunun 10. ve 11. maddeleri, bakanlar ile üst yöneticilerin tanımına yer vermekte ve bu kişilerin sorumluluklarını belirtmektedir. Kanunda hesap verme sorumluluğu kapsamında ifade edilen hususlar birlikte düşünüldüğünde, hesap verme sorumluluğunun geniş tanımından hareketle, herkesin yaptığı işin sorumluluğunu yerine getirmesi anlayışının olduğu görülmektedir. Oysa etkili bir hesap verme sorumluluğunun yerine getirilebilmesi için stratejik planlara, performans programlarına ve bütçe süreçlerine yansıyan, karşılıklı olarak üzerinde anlaşılmış beklentilerin raporlanması esasına dayanan bir sürecin yasada yer alması, bu tür bir mekanizmanın kurulmuş olması gerekmektedir. Kanunda önemine vurgu yapılan bir diğer kavram, 7. maddede yer alan ve hesap verebilirlik ilkesi ile ilişkili olan mali saydamlık kavramıdır. Öte yandan, hesap verme sorumluluğu ile yakından ilişkili olan ve hesap verme mekanizmalarından biri olarak kabul gören faaliyet raporları, Kanunun 41. maddesinde düzenlenmiştir. Hesap verme sorumluluğu ile ilgili olarak 5018 sayılı Kanun ile getirilen en önemli yeniliklerden birisi de kamu idarelerinde iç kontrol sisteminin kurulması ve iç denetimin oluşturulmasıdır. Bu kapsamda Kanunun 55. maddesinde iç kontrol; 63. maddesinde ise iç denetim, tanımlanmıştır. 5018 sayılı Kanun ile tesis edilen iç kontrol sistemi ve iç denetim ile kamu idarelerinin daha etkin ve verimli bir şekilde çalışmalarını sağlayacak, idarelerin 39 süreçlerini kontrol ederek karşılaşılan olumsuzlukları düzeltecek şekilde üst yönetime raporlayacak ve böylelikle hesap verme sorumluluğunu güçlendirecek bir yapı kurulması amaçlanmıştır. Kamu kaynağının etkin kullanılmasını sağlayacak ve hesap verebilirliği artıracak bu düzenlemelerin yönetişime sağlayacağı katkı önemli görülmektedir. İç kontrol ve iç denetimin yanında 5018 sayılı Kanunda belirtilen bir diğer husus da dış denetimdir. KMYKK’ya göre dış denetimden sorumlu organ, denetimleri TBMM adına yapan Sayıştaydır. Bir önceki 1050 sayılı Kanundan farklı olarak 5018 sayılı KMYKK’da Sayıştayın harcama öncesi vize uygulaması kaldırılmış, yerine harcama sonrası denetimi getirilmiştir. Kanunla, performans temelinde yapılan dış denetimin, kamu idarelerinin performanslarını da olumlu yönde etkileyeceği düşünülmektedir. Kamu yönetimine getirilen en önemli yeniliklerden bir tanesi de, Kanunun stratejik planlama ve performans esaslı bütçeleme başlıklı 9. maddesinde yer alan stratejik planlama kavramıdır. Kanunda stratejik planlama ile birlikte peformans programı kavramı da gündeme gelmiş bulunmaktadır. Performans programını, kısaca stratejik planların yıllık uygulama dilimleri olarak tanımlamak mümkündür. 5018 sayılı KMYKK ile mali yönetim sürecine getirilen bir diğer yenilik ise DPT Müsteşarlığınca hazırlanması ve Bakanlar Kurulunca onaylandıktan sonra yürürlüğe girmesi öngörülen Orta Vadeli Program (OVP)’dır. Üç yıllık bir perspektifte her yıl hazırlanması öngörülen OVP’de de yönetişim ile ilgili çeşitli amaçlar belirlenmiştir. 2006-2008 ve 2007-2009 yıllarını kapsayan ilk iki OVP’de Kamuda İyi Yönetişim başlıkları altında çeşitli amaçlar yer almaktadır. Söz konusu iki OVP’de “ülkenin ekonomik ve sosyal gelişme sürecinin etkin yönetimini sağlamak üzere; kamu yönetiminin yurttaş odaklı, kaliteli, etkili ve hızlı hizmet sunabilen; esneklik, saydamlık, katılımcılık, hesap verme sorumluluğu, öngörülebilirlik gibi çağdaş kavramları benimsemiş bir anlayışa, yapıya ve işleyişe kavuşturulması” temel amaç olarak belirlenmiştir. Ancak, 2008-2010 yılları ile 2009-2011 yıllarını kapsayan OVP’lerde, 9. Kalkınma Planı ile uyumlu olarak eksen yaklaşımı benimsenmiş ve bu çerçevede 40 “Kamu Hizmetlerinde Etkinliğin ve Kalitenin Artırılması” ekseni altında “Politika Oluşturma ve Uygulama Kapasitesinin Artırılması”, “e-Devlet Uygulamalarının Yaygınlaştırılması ve Etkinleştirilmesi” ile “Adalet Sisteminin İyileştirilmesi” gibi çeşitli amaçlara yer verilmiştir. Yönetişim çerçevesinde KMYKK kısaca değerlendirilecek olursa, Kanunda yer alan mali saydamlığı sağlayıcı hükümler ile siyasi ve idari hesap verebilirliğe ilişkin hususlar yönetişimin açıklık ve hesap verebilirlik ilkeleri ile bire bir örtüşmekte; aynı zamanda Kanunun 9. maddesi ile kapsamdaki kamu idarelerinde yararlanıcı talepleri dikkate alınarak, katılımcı yöntemlerle hazırlanması zorunlu hale getirilen stratejik planlar vasıtasıyla hesap verebilirlik, şeffaflık ve katılımcılık sağlanmaya çalışılmaktadır. Ayrıca, Kanun ile kamu idarelerinde tesis edilen iç kontrol ve iç denetim vasıtasıyla idarelerin daha etkin ve verimli bir şekilde çalışmaları sağlanacak ek olarak idarelerin hesap verebilirliği güçlenecektir. Sonuç olarak, genel hatlarıyla incelendiğinde, Kanunun, kamudaki harcamalara odaklanmak suretiyle, ki buna bilişim teknolojileri harcamaları da dahildir, kamu kaynaklarının ekonomik, etkililik ve verimlilik esaslarına göre yeniden yapılandırılmasına yönelik bir yönetişimi hedeflediği görülmektedir (TBD, 2008). Kanundan beklenen aslında mali saydamlık ve hesap verebilirliğe temel teşkil eden bir altyapı oluşturması, kamuoyunun devlet faaliyetleri konusunda doğru bilgilenmesi, mali disiplini sağlaması ve kamu hizmet sunumunda etkinliği ve kaliteyi temin ederek kamu yönetiminde iyi yönetişimin sağlanmasıdır (Hastürk, 2006: 112; TBD, 2008). Bir başka ifade ile Kanunun esasında yönetişim yaklaşımının temel felsefesini benimsediğini ve bu yaklaşımın temel ilkelerini bünyesinde barındırdığını söylemek mümkündür. 3. 5018 SAYILI KANUN VE YÖNETİŞİM YAKLAŞIMLARI ÇERÇEVESİNDE KAMU HİZMETLERİNİN DEĞİŞEN SUNUMU 3.1. KAMU HİZMETİ KAVRAMI Kamu hizmeti içeriği zaman ve yere göre değişen bir kavramdır. Değişken bir kavram olmasına rağmen merkezi idarenin ağırlıklı olduğu (Fransa, Türkiye gibi) ülkelerde bu kavram birbirine oldukça yakın biçimde anlaşılmaktadır. Buna göre kamu hizmeti; “Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri tarafından veya bunların 41 gözetim ve denetimi altında genel, kolektif ihtiyaçları karşılamak, kamu yararını sağlamak için kamuya sunulmuş olan devamlı ve muntazam faaliyetlerdir”. Bir başka tanımlamaya göre kamu hizmeti, kamu kurumları tarafından sağlanan hizmettir (Aydın, 2009: 32). Bugün, yönetim hukukunun birçok bilgini, bu hukuk alanının konusunu, kamu hizmetlerinin oluşturduğunu ve bu hukuk dalını, bu hizmetlerin yerine getirilme aracı olan girişim ve eylemlerin doğurduğunu kabul etmektedir. Bu bilginlerin başında gelen Leon Duquit, devleti, kamu hizmetlerinin bütünü saymakta ve bu hizmetleri, devletin varlığını oluşturan çekirdekler, hücreler olarak görmektedir. Profesör Duguit kamu hizmetini şöyle açıklamaktadır: "Bir milletin içinde, milletin işgal ettiği ülkenin sınırı içinde kuvveti elinde tutmak suretiyle idare edilenlerden farklılaşan idare edenler bu kuvveti, "kamu hizmetlerini" (services publics) düzenlemek ve denetlemek için kullanmalıdırlar. Böylece "kamu hizmetleri" (services publics) devletin unsurlarından biridir". Kamu yönetiminin temel kavramlarından olan “kamu hizmeti” kamu yönetiminin faaliyet alanının belirlenmesine yardımcı olan bir kavramdır. Kamu hizmeti kavramı, değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Genel olarak; kamu hizmeti, toplumun ortak gereksinimlerini karşılamak ve toplumsal yaşamı düzenlemek, toplumu yönetmek üzere yetki verilen kamu otoriteleri tarafından yürütülen görevler olarak tanımlanmaktadır. Ekonomik, siyasal, toplumsal sistemi ve yönetim biçimi ne olursa olsun, kamu hizmeti her ülkede vazgeçilmez bir olgudur. Kamu hizmeti çoğu kez idarenin, hatta devletin varlık sebebi olarak görülmektedir (Sezer, 2008: 149). Böylece idarenin faaliyetleri esas itibariyle kamu hizmetlerini yürütmek ve işletmekten ibarettir. Kamu hizmetlerine egemen olan genel (klasik) ilkeleri süreklilik, değişkenlik ya da uyum, bedelsizlik, eşitlik ve tarafsızlık ilkesi olarak sıralamak mümkündür. Fakat özellikle son zamanlarda küresel, yerel, ulusal bir takım gelişmelerle birlikte sadece kamu hizmetleri literatüründe değil, kamu yönetimi literatüründe de bazı kavramların ve kavramsallaştırmaların tartışıldığı görülmektedir. Bu kavramlardan “şeffaflık”, “katılımcılık”, “hesap verilebilirlik”, “etkililik”, “hızlılık”, “etkenlik” 42 gibi kavramlar ön plana çıkmaktadır. Ayrıca literatürde kamu hizmetlerinin klasik anlamda alıcısı olan “vatandaş” kavramının da yavaş yavaş “müşteri” tanımıyla tartışıldığını görmek mümkündür. Bir hizmetin, kamu hizmeti olarak adlandırılabilmesi için, hizmetin varlığında şunlar yer almalıdır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2000); hizmetin kamu yararına ve kamuya sunulmuş olması, hizmetin kamu tüzel kişilerince veya bunların denetiminde özel kişilerce sunulması, hizmetin kamu hukuku hükümlerine uygun olması. Sunumu yapılan bir hizmetin kamu hizmeti sayılıp sayılmaması, hizmet verilen toplumla yakından ilgili olup, siyasi bir kararla belirlenmektedir. Bir hizmetin kamu hizmeti olarak, kamu tüzel kişilerince yürütülebilmesi için yasama organının izni gerekmektedir. Kamu hizmetleri kural olarak, kamu tüzel kişilerince yerine getirilirken, bunun istisnaları mümkündür. Ancak bu istisnalar da kamu tüzel kişilerinin denetimi altında söz konusu olur. Kamu hizmetlerinin yürütülmesi farklı biçimlerde gerçekleşebilmektedir. Gözübüyük hizmetin yürütülme biçimlerini başlıca iki grupta toplamaktadır (Aydın, 2009: 33). Kamu Hizmetlerinin Kamu Tüzel Kişilerince Yürütülmesi: Kamu tüzel kişisinin kendi olanakları ile hizmeti doğrudan, kamu hukuku veya özel hukuk kurallarına göre yürütülmesi anlamına gelmektedir. Kamu Hizmetlerinin Özel Tüzel Kişilerince Yürütülmesi: Bu yol, kamu hizmetinin özel kişilere gördürülmesi ve özel kişilere “emanet”, “imtiyaz” ve “yap-işlet-devret” yöntemlerinde olduğu gibi sözleşme yoluyla gördürülmesini kapsar. Bunların dışında, Derdiman’ın belirttiği gibi, hizmetin piyasa üreticilerinden yürütülmesi, sübvansiyon usulü, kupon usulü yönetimin devri usulü, ortak girişim usulü vakıf modeli, ihale usulü ve kiralama usulü gibi kamu hizmeti yürütme yol, yöntem veya modellerinden söz etmek mümkündür. 3.2. KAMU HİZMETİNİN GENEL İLKELERİ 43 Kamu hizmetlerine hakim olan ilkeleri, eşitlik ve genellik, devamlılık ve düzenlilik, değişkenlik ve etkinlik olarak sıralamak mümkündür. 3.2.1. Eşitlik ve Genellik Kamu hizmeti, topluma eşit şartlar altında sunulur ve gerekli vasıflara sahip olan herkes bu hizmetlerden yararlanır. Kamu hizmetinin amacı kamu yararı olduğu için, idare objektif esaslara bağlı kalarak eşitlik ilkesine aykırı davranmamalıdır. Kişiler kamu hizmetleri önünde gerek yararlanma gerek katılma yönünden eşit muamele görmelidir. Bu, kişilerin genel haklarındandır. Ancak, bazı kamu hizmetlerinden (kolluk hizmetleri gibi) kayıtsız şartsız bütün kişiler yararlanabilirken, bazı hizmetlerden ise sadece toplumun belli özelliklere sahip kişileri yararlanabilmektedir. Bu nedenle de kamu hizmetlerinden yararlanmada eşitlik, kanun önünde eşitlik gibidir (Çırakman, 1976: 82) Bir başka deyişle, kamu hizmeti karşısındaki eşitlik, mutlak ve aritmetik nitelikte değildir. Kanunların veya düzenleyici işlemlerin tespit ettiği vasıf ve şartlara sahip olanların hepsine aynı şekilde muamele yapılır. Aynı hukuki durumda bulunanlar, eşit olarak kamu hizmetlerinden yararlanır ya da bunların işleyişine katılırlar. 3.2.2. Devamlılık ve Düzenlilik Kamu hizmetlerinde kamu yararının sağlanması ihtiyacı, bu hizmetlerin devamlı ve aksatılmadan yürütülmesini zorunlu kılar. Toplumun ihtiyaçları devamlı ve düzenli karşılanmazsa, toplum hayatında karışıklıklar meydana gelebilir. Ancak, kamu hizmetlerinin devamlılığı ve düzenli işlemesi de yeterli değildir. Kamu hizmetlerinin toplumsal ihtiyaçlara cevap verebilmeleri için, toplum hayatındaki değişikliklere ve toplumsal ihtiyaçların gelişimine uygun bir tarzda yapılmaları gerekir (Çırakman, 1976: 84). Kamu hizmetinin düzenli ve devamlı yürütülmesi ilkesi idare hukukunda birçok kuralın varlık sebebi olmuştur. Kamu görevlilerinin grev yasağı, imtiyazla görülen kamu hizmetlerinde belli şartlarla zarar etse de imtiyazcının hizmeti yürütmesi mecburiyeti olması, kamu mallarının hiçbir şekilde özel kişilere geçmemesi gibi kurallar bu ilkeden kaynaklanmaktadır. 3.2.3. Değişkenlik 44 Kamu hizmetlerinin devamlı ve düzenli işlemesinin yanı sıra toplumun gelişen ihtiyaçlarına, toplum hayatındaki değişimlere uygun olarak hizmet gerçekleştirilmelidir. Bir faaliyetin kamu hizmeti haline getirilmesi, kişilerin ve toplumların o konudaki ihtiyaçlarını en iyi ve en uygun biçimde karşılamak amacını taşır. Bunun için de idare her zaman hizmetin gerektirdiği düzenleyici ve yürütücü tedbirleri alıp, kamu hizmetinin teşkilatlanması ve işleyişinde yeni yöntemlere, araç ve gereçlere hemen yer vermelidir. Kamu hizmetinde yapılacak değişiklik ve yeniliklerden, kamu hizmetinin unsurları ve faydalananları etkilenir. Hiç kimse bunun için hak ve menfaat iddia edemez. Çünkü kamu hizmeti fertlerin ve ilgililerin değil, toplumun yararı için yapılır. Bundan dolayıdır ki, özel çıkarların korunması, gözetilmesi düşünülemez. Kamu hizmetleri, değişkenlik ilkesi sebebiyle kanun, tüzük, yönetmelik gibi objektif hukuk kurallarıyla düzenlenir. Hizmetin statüsü düzenleyici işlemlerle değiştirilebilir. 3.2.4. Kamu Hizmetlerinde Etkinlik Kamu yönetiminde amaç, tüm hizmetlerin en kısa zamanda, en yaygın şekilde ekonomik ve kaliteli biçimde halka sunulmasıdır. Tüm hizmetlerin bir anda veya belirli bir zamanda bitirilmesi mümkün olmadığı gibi, artan nüfus, gelişen teknoloji, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal değişimler de yeni ve farklı ihtiyaçlar ortaya çıkarır. Böylece de kamu hizmetlerinde süreklilik, kamu yönetiminde de devamlılık kaçınılmaz olur. Kamu yönetimi ve kamu hizmetinin verimli ve etkili olabilmesinde, personel (insan kaynağı) ve diğer kaynaklardaki sayısal ya da oransal artışın doğrudan bir etkisi olduğu tezi, günümüzde artık genel bir kabul görmemektedir. Bunun yerine, yönetimin, kamu hizmetlerini sunmakla görevli personelin ve özellikle de hizmet sunulan toplumun önceliklerine ve beklentilerine önem vermesi ve buna kaynak ayırması oranında, personelin ve toplumun güven duyacağı, yardım edeceği, işbirliğine gireceği ve böylece daha verimli ve etkili bir yönetim sergilenebileceği veya bu şekilde yönetimin daha verimli ve etkili hizmet sunabileceği görüşü savunulmaktadır (Aydın, 1998) 45 Kamu hizmetlerinin etkinliğini azaltan nedenleri değerlendirmek gerekirse, birincisi kamu hizmetini gerekli kılan ortam ile hizmetin gerçekleşmesi arasında meydana gelen gecikme, diğeri ise, bu hizmetten beklenen amacın istenilen düzeyde yerine getirilememesidir. Etkin bir hizmet üretimini sağlayacak optimal hizmet alanının genişliğini belirleyecek faktörlerin ülkelerin içinde bulunduğu şartlara göre değişeceği vurgulanmaktadır. Ancak bu konuda belirleyici rol oynayan ana değişkenler, ülkenin ya da bölgenin kentleşme ve ekonomik kalkınma düzeyi, söz konusu bölgenin coğrafi özellikleri, siyasal ve toplumsal katılım, yerel yönetim biriminin yerine getireceği faaliyetlerin niteliği vb. faktörler şeklinde sıralanmaktadır (Öztürk, 1997: 39). 3.3. KAMU HİZMETLERİNE YÖN VEREN ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR 3.3.1. Yönetişim Yaklaşımı Kamu hizmetleri temelde vatandaşlara, işletmelere ve diğer kamu kurumlarına sunulan hizmetlerdir. Sunulan bu hizmetlerden her birinde, vatandaş odaklı ve verimli hizmet sunulması, kamu kurumları arasında işbirliğini geliştirmesi, kaynak israfını azaltması ve operasyonel verimliliği içermesi ve ekonomik büyümeye de katkıda bulunması amaçlanmaktadır. Değişen dünya koşulları ve kamu hizmetlerine olan talebin artması kamu yönetiminin yapısının daha karmaşık hale gelmesine ve kamu yönetimi anlayışının farklılaşmasına neden olmaktadır. Bu farklılaşma sonucu, ülkeler kamu yönetimi sistemlerini yeniden yapılandırma, değişiklik ve düzenlemeler yapma ihtiyacı hissetmektedirler. Yüzyıllardır var olan kamu yönetimi reformlarının çıkış noktasını bu ihtiyaç oluşturmaktadır. Her ülke, ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel ve teknolojik nedenlerle kamu yönetimlerini modern çağın gereklerine uydurma kaygısı içinde iç ve dış dinamiklerin de etkisiyle reform çabalarına girişmektedirler. Yönetişim yaklaşımı, özellikle 1990’lı yıllardan sonra yoğun biçimde yaşanan küreselleşme anlayışının etkisiyle kamu yönetim anlayışında yaşanan bu değişimlere ve reform arayışlarına bağlı olarak yeni bir alternatif olarak ortaya 46 çıkmış ve kamu yönetiminde merkezileşmenin ortaya çıkardığı sakıncaları ortadan kaldıran ve devlet işlemlerinde, hizmetlerin sunumunda etkinlik ve verimliliği artıran bir çözüm önerisi olarak sunulmuştur. Yönetişim, hesap verebilen, şeffaf, hukukun üstünlüğüne inanan, toplumun denetim süreci dâhil bütün süreçlerde tam ve bağımsız katılımın sağlandığı, toplumun etkin katılımını sağlamaya yönelik çalışan bir idari, yurttaş memnuniyeti ve kamu hizmet kalitesini artırmayı hedefleyen yönetim olarak tanımlanmaktadır. Yönetişim kavramı devlet ve kamu yönetimindeki statükonun korunması girişimlerine karşı bir meydan okuma olarak algılanmalıdır. Bu meydan okuma sadece devlet yönetiminde uluslararası standartların yakalanması değil, halkın daha kaliteli ve ihtiyaç duyduğu hizmetleri alabilmesi anlamına da gelmektedir. Bu bağlamda yönetişim, yalnızca hak talep eden yurttaşlık anlayışı yerine, ödev ve sorumluluklar yüklenen bir “aktif vatandaşlık” kavramına vurgu yapmaktadır. Bu anlayışta vatandaş yönetilen değil, temel karar alıcı konumundadır. Bu anlayış içerisinde vatandaş TKY’deki müşteri kavramına benzer bir şekle bürünmüş ve karar alıcı konumuyla istek ve beklentileri doğrultusunda kamusal politikalara yön verebilen bir “paydaş” olarak kabul edilmiştir. Böylece gerek özel sektörde, gerekse kamu kurum ve kuruluşlarında yönetişim yaklaşımına geçişin yoğun olarak yaşandığı günümüzde, özel sektörde olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de vatandaş memnuniyetinin esas alındığı bir döneme geçilmeye başlanmıştır. Geleneksel kamu yönetimi anlayışında vatandaşlık, vatandaşlara kamu hizmetlerinin eşit bir şekilde sunulması gibi değerlere öncelik verilirken, yönetişimde vatandaşların kamu hizmetlerinden memnuniyeti üzerine odaklanılmakta, özellikle hizmet sunumunda kalitenin artırılmasına ve yeterli tercih alternatiflerinin sunulmasına büyük önem verilmektedir. Yönetişim düşüncesinin gereklerinden birisi olan vatandaş odaklı hizmet anlayışı, cevap verebilirliği sağlamada kurumlara önemli görevler yüklemektedir. Kamu hizmetlerinin, planlama aşamasında vatandaşın görüşlerine paralel olarak hazırlanması, cevap verebilirliğin ilk ve en önemli basamağını oluşturmaktadır. 47 Bununla beraber hizmetlerin istenilen hedeflere ulaşma konusunda yetersiz kaldığı durumlarda ise tekrar vatandaşa dönüp talepleri toplayabilmek ve buna göre hizmetleri yeniden şekillendirmek, cevap verebilirliğin karşılanmasında önemli bir katkı sağlamaktadır. Öte yandan bu yeni paradigma devletin toplumsal rolü ve kamu hizmetlerinin niteliğini alabildiğine değiştirmeye yönelmiştir. Anılan dönüşümde; kaliteye odaklaşma, esnekleşme, standart geliştirme, sonuç odaklılık, örgütsel siyasa üretmede plan ve eylem ayrılığı, aşırıya varan yetki dağıtımı, yöneticiden açık beklentiler ve hesap verebilirlik kavramları öne çıkarılmaktadır (Uluğ, 2004: 6). Aynı zamanda bu yaklaşım, kamu hizmetlerinin zamanında, belirli bir kalite ve optimal maliyet ile halka ulaştırılmasını ve bunun için hizmet etkinliğinin arttırılması amacını benimsemiştir. Yönetişim yaklaşımında reformların temel yönü şu şekilde sıralanabilir: Hem yukarıdan aşağıya ve hem de merkezden taşraya doğru yetki dağıtmak ve böylece katı bir merkeziyetçi yönetimden uzaklaşmak; Buna karşılık kurum ve kuruluş yönetimlerini daha zorlayıcı performans taahhütleriyle; sayıca daha az fakat daha etkili kontrollerle ve daha net ve sıkı hesap verme yükümlülüğüyle bağlamak; Böylece mal ve hizmet üretiminde vatandaşların istek ve taleplerine karşı çok daha duyarlı politikalar izlemeyi kamu kurum ve kuruluşlarının birincil amacı haline getirmek; Hizmetleri daha hızlı, ucuz ve kaliteli üretebilmek ve nihayet, Kural koyma hizmetlerinin kalitesini yükseltmek. Bu reformlar sonuç olarak kamu hizmetlerinin daha etkin hale getirilmesini sağlamıştır. Yönetişim yaklaşımı esas olarak, kamu kaynaklarının amacına uygun olarak etkin, etkili ve ekonomik kullanılması, kamu hizmetlerinin sunumunun iyileştirilmesi ve yolsuzluğun önlenmesi suretiyle ekonomik ve sosyal kalkınmanın sağlanmasını 48 amaçlamaktadır. Dünya Bankası uzmanları Kauffman, Karay ve Zoido- Labadon, yönetişim ile ilgili yaptıkları bazı çalışmalarda yönetişim kalitesi ile ekonomik ve sosyal kalkınma ve gelişme arasındaki ilişkiyi sorgulamışlardır. Bu çalışmalarda yönetişimin unsurlarını göreceli olarak daha iyi gerçekleştiren ülkelerin diğerlerine göre kalkınma ve refah bakımından daha iyi durumda oldukları sonucuna ulaşmışlardır. 3.3.2. Yeni Kamu Hizmeti Yaklaşımı Küreselleşme süreci ve sonrasında ortaya çıkan neo-libaral politikalar sonucu ortaya çıkan dönüşümler, devletin küçültülmesini beraberinde getirirken, yönetimdeki yeni anlayışlar, halkın devletten beklentilerini de bir ölçüde arttırmıştır. Bu çerçevede günümüzde devletten beklenen, hizmetlerin kaliteli olmasıdır. Devletlerin yeni dönemdeki yönetim stratejilerini neo-liberal politikalar belirlemiştir. Bu kapsamda, 1970’li yılların sonlarından itibaren İngiltere ve ABD öncülüğündeki yeni sağ iktidarlar kamu yönetimindeki sorunların çözümünü devletin küçültülerek kamu kurumlarının piyasalara açılmasında ve şirketleştirilmesinde görmüşlerdir. Özel sektördeki toplam kalite yönetimi uygulamalarından alınan başarılı sonuçlar, serbest piyasaya derinden bağlılıklarının bir sonucu olarak bu iktidarların reformlarına bir esin kaynağı olmuştur. Kamu sektöründe uygulanan neolibaral politikalar sonucu ortaya çıkan özelleştirme ve yerel yönetimlere yetki devriyle birlikte, halkın daha kaliteli hizmet sunumu bekleme talepleri de artmış bulunmaktadır. Toplumun kamu hizmetine ilişkin ihtiyaç ve beklentilerinin değişmesi ise yönetimde yeni düzenlemeleri ve hizmet sunumunda yeni arayışları da beraberinde getirmektedir. Çünkü yönetimin devamlılığı, toplumda meydana gelen değişimin ihtiyaç ve beklentilerde meydana getirdiği değişiklikleri karşılayacak düzeyde hatta toplumun bir adım ötesinde sürekli bir yenilenme ve gelişme ile değişimi yakalayabilmesine bağlı bulunmaktadır. Günümüzde bu gelişmelerin etkisiyle özellikle Batılı ülkelerde “Yeni Kamu Hizmeti” anlayışı benimsenmektedir. Bu anlayış yeni kamu yönetimi ve yönetişim yaklaşımlarının ilkelerini hizmet sunumunda benimsemektedir. Bu yaklaşım, kamu yönetiminde demokratik değerleri, yurttaşlığı, kamu çıkarı/yararı (public interest) 49 odaklı kamu hizmetini savunmaktadır. Bu yaklaşıma göre kamu yönetiminin birincil görevi, yurttaşların ihtiyaçları doğrultusunda kamu hizmeti sunmaktır. Ama bu hizmet sunumu, kamunun bizzat faal olarak hizmet ürettiği ve hizmeti yurttaşa ulaştırdığı bir sunum tarzı değildir. Yeni Kamu Hizmeti’nin kamu hizmeti (sunumuna) yaklaşımı, yönetişim mekanizması aracılığıyla yurttaşların yönetime katılarak siyasilerle, kamu yöneticileriyle, örgüt ve topluluklarla birlikte hizmet konusunu ya da sorununu belirlemesi anlayışını barındırmaktadır. Aynı zamanda yurttaşların ihtiyaçlarının farkındalığı, kamu hizmetinin belirlenmesi konusunda kamu yöneticileri tarafından yurttaşların yönlendirilmesi önemlidir (Denhardt ve Denhardt, 2003: 3). Yeni Kamu Hizmeti yaklaşımında yurttaşlık vurgusu çok önemlidir. Bu yaklaşıma göre yurttaş (citizen), ne eski kamu yönetiminin söylediği gibi bağımlı hizmet alıcısı (client) ne de yeni kamu işletmeciliğinin söylediği gibi siyasi tavrını ekonomik rekabete göre belirleyen, kendini çıkarını ençoklaştırmaya çalışan müşteridir (customer) (Denhardt ve Denhardt, 2003: 57-58). Yurttaş, haklara ve yükümlülüklere sahip bireyden ziyade, siyasal sisteme etki edebilen bireydir (Denhardt ve Denhardt, 2007: 27).Yeni Kamu Hizmeti yaklaşımı kamu hizmetleri ile ilgili bazı yeni yöntem ve uygulamalar sunmaktadır. Bu çerçevede Yeni Kamu Hizmeti yaklaşımı temel olarak şu ilkelere sahiptir (Denhardt ve Denhardt, 2000: 554): Bizzat hizmet sunumundan ziyade hizmetlerde yönlendirme. Yeni yönelimde, bir devlet memuru vatandaşı sıkı bir şekilde sorgulamak ve yönlendirmek yerine onlara yardımcı olarak ortak çıkarların paylaşılmasını sağlamaktadır. Yönetim birçok konuda çeşitli gruplarla etkileşim içinde bulunarak karar verecektir. Bu yeni anlayışta kamu görevlisi vatandaşa artık sadece “evet” ya da “hayır” diye cevap veren bir anlayıştan sıyrılmaktadır. Üretim değil, kamusal çıkar temel amaçtır. Kamu yöneticileri, kamusal çıkarların paylaşılması fikrinin gelişmesine bütüncül bir katkıda bulunmalıdır. Amaç, 50 bireysel tercihler tarafından yönlendirilen hızlı çözümlerin bulunmasından ziyade, ortak çıkarların yaratılması ve sorumlulukların paylaşılmasıdır. Yeni kamu hizmetlerinde bir başka önemli nokta stratejik düşünmek ve demokratik davranmaktır. Politika ve programlar, kamusal ihtiyaçların karşılanmasındaki kamusal gereksinimler, ortak çabalar ve işbirliği süreciyle daha kolay başarılabilir. Hizmet müşterilere değil, vatandaşlaradır. Bireysel çabaların toplamından ziyade değerlerin paylaşılmasındaki diyalogdan oluşan kamusal çıkar önemlidir. Bundan dolayı, devlet memuru sadece müşterilerin taleplerine cevap vermez bununla birlikte vatandaşlar arasında işbirliği ve güven ilişkilerini de geliştirmeye çalışır. Kamu hizmetlerinde yeni yaklaşımda sorumluluk basit bir olgu değildir. Devlet memuru, özel sektördeki görevlilerden daha dikkatli olmalı; aynı zamanda vatandaş çıkarlarında, politik kurallarda, profesyonel standartlarda, topluluk değerlerinde anayasaya ve yasalara uygunluğu gözetmelidir. İnsanların en önemli değeri sadece verimlilik değildir. Kamu kuruluşları ve diğer organizasyonlar katılımı özendirmeli, bütün insanlar için saygıya dayalı paylaşılan liderliği ve işbirliği sürecini hayata geçirmelidirler. Kamu hizmeti anlayışı ve ilkelerindeki yeni kamu hizmeti ve dolayısıyla yönetişim yaklaşımları çerçevesindeki bu dönüşüme paralel olarak günümüzde kamu hizmeti üretim yöntemlerinde de bir dönüşüm gözlenmektedir. Sosyal devlet döneminde, birçok devlette en yaygın olarak uygulanan hizmet sunum biçimi merkezi yönetimce belirlenen hizmetlerin ve tüm ülke çapında tek tip bir biçimde sunumu olmuştur. Ancak, tercih yokluğu ya da sınırlılığı, müşteri odaklı bir yaklaşımın olmaması ile düşük verimlilik bu modele yapılan en yaygın eleştiriler olmuştur (Besley ve Ghatak, 2003: 236). Bu ve benzeri eleştiriler sonucu tercih, rekabet, yerel çeşitlilik ve özel girişimler için daha fazla olanak sağlanmasını 51 savunan çözüm önerileri ortaya konmaya başlanmıştır. Bu değişime paralel olarak ortaya atılan yönetişim modeli kamu hizmeti sunum biçimlerinde de önemli dönüşümler meydana getirmiştir. Modelde klasik kamu yönetimi anlayışında pek de yeri olmayan, devlet, özel sektör ve sivil toplum örgütleri ve yarı resmi kuruluşlar gibi çok değişik ve farklı aktörler bir araya gelerek kamu hizmeti sunumunda birlikte rol alabilmektedirler. Bu bağlamda yerelleşme özelleştirme ve kamu özel ortaklıkları kamu hizmeti sunumunda ön plana çıkan yöntemler olmaktadır. 3.3.3. Kamu Hizmetlerinde Kalite Arayışları: Toplam Kalite Yönetimi Küresel olarak çok boyutlu ve çarpıcı gelişmelerin yaşandığı günümüzde, iletişim ve bilgi işlem teknolojisindeki baş döndürücü gelişmeler, sosyal alanda ve yöntem anlayışındaki hızlı değişim, yapıları ve tüm ilişkileri derinden etkilemiştir. Evrensel olarak nitelendirilen temel ilke ve yapılar bir zamanlar faydalı ve etkin olmuşsa da, günümüzün dinamik dünyasında olanları karşılayamamakta ve açıklayamamaktadır. Gerek kamu, gerekse özel sektör örgütlerinde, örgütlenme ve hizmet verme biçim ve anlayışının sorgulanması, yeniden yapılanmaya gidilmesi; amaçların, yapıların, teknolojinin ve insan boyutlarının sürekli gözden geçirilmesi ve geliştirilmesi gereği kaçınılmaz bir hal almıştır. 1990’lı yıllarda etkinliğini hissettirmeye başlayan küreselleşme olgusu, kamu ve özel her türlü örgütü değişime zorlamaktadır. Bunun yanında yönetim anlayışında meydana gelen değişim ve gelişmeler, etkin ve verimli çalışmak isteyen örgütler için önemli yöntem ve imkânlar sunmaktadırlar. Toplam Kalite Yönetimi de çağdaş yönetim anlayışının vardığı bir aşama olarak günümüzde özel sektörde ciddi bir oranda yaygınlık kazanmıştır. Kamu örgütlerinde ise, çok yaygın olmamakla beraber, TKY’yi uygulayabilen kamu örgütleri etkin, verimli ve kaliteli mal/hizmet sunmak açısından kayda değer sonuçlar elde etmişlerdir (Öztürk ve Coşkun, 2003: 145). TKY, özel veya kamu kurum ve kuruluşlarının müşterilerini memnun etmek amacıyla bir dizi yönetsel ilke, yöntem ve teknikle örgütsel süreç, kaynak, etkinlik ve ilişkileri, çalışanların da tam ve gönüllü katılımı ile sürekli iyileştirerek sundukları mal ve hizmetlerde kalite, verim ve etkinliğe ulaşmalarını sağlayan bir yönetim modeli, yaklaşımı ve felsefesi olarak tanımlanabilir (Dursun, 2005: 48). 52 Toplam Kalite Yönetimi, sürekliliği olan, işlevsel ve disiplinlerarası ve her türlü örgüte uygulanabilir bir yaklaşımdır. TKY, bir sonuç değil bir süreçtir (Türe ve Türe, 1998: 126). Bütün fonksiyon ve yönetim seviyesini kapsamak üzere kurum çapında kalite iyileştirmesi felsefesi olan TKY’nin temel amacı; mal, hizmet ve sürecin kalitesini iyileştirerek müşteri beklentilerini karşılamaktır. İster kamu, isterse özel sektör olarak hangi kurumda uygulanırsa uygulansın, TKY sistemi uygulanmasından inanılmaz faydalar elde edilmektedir. Ancak TKY’den beklenen faydaların tam olarak temin edilebilmesi için kurumda uygulanan geleneksel uygulamalardan vazgeçilmesi gerekmektedir. Çünkü TKY, kendisi dışındaki diğer tüm yönetim modelleriyle kaçınılmaz biçimde uyuşmazlık içerisinde bulunmaktadır. TKY’yi oluşturan temel ilkeler arasında müşteri odaklılık, bir takım çalışması çerçevesinde üretim sisteminin daha da iyileştirilmesini sağlayacak olan toplam katılımcılık ve yeni bir işletme kültürünün oluşturulması gibi ilkeler vardır. Kamu hizmetleriyle ilgili olarak ise kalite kavramı, daha çok kalitenin düşüklüğüyle karşımıza çıkar. Uzayan sıralar, kesilen sular, ilgisiz çalışanlar gibi dile getirilen bu eksiklikler bir yandan da vatandaşın kaliteli kamu hizmetinden beklentisinin süreklilik, hızlılık, doğruluk ve sıcak davranış olduğunu da göstermektedir. Hizmetlerin ancak her aşamada ve sürekli olarak hızlı, doğru ve yeterli şekilde sunulması durumunda kaliteden söz edebiliriz. Yoksa belli bir süre veya belli aşamada kaliteli hizmet verilmesi müşteri memnuniyeti için yeterli olmayacaktır. Vatandaş beklentilerini karşılama açısından kaliteli bir hizmet aşağıdaki özelliklere sahip olmalıdır: Saydam olmalıdır, Müşteri katılımı sağlanmalıdır, Müşteri ihtiyaçları karşılanmalıdır, Hizmet zamanında sunulmalıdır, Hizmet miktarı yeterli olmalıdır, 53 Hizmete erişim mümkün olmalıdır, Hizmet sürekli sunulmalıdır, Doğruluk ve güvenilirlik sağlanmalıdır. Yönetim yaklaşımlarının neredeyse tümünden yararlanan TKY, ortaya koyduğu güçlü esnek yapı ve sistem ile kökeninde insan olan bir yaklaşımdır (Önder, 1997: 117–118). Diğer bir ifade ile TKY’yi klasik yönetim biçimlerinden ayıran temel nokta; müşteri odaklılık (sadece dış değil, örgüt içi personeli ifade eden iç müşterinin de tatmini), çalışanların tam katılımı, sürekli gelişme, üst yönetimin desteği ve liderlik, örgütsel kültürün değişimi ve süreçlerle yönetim gibi öğelerdir. TKY, öncelikle imalat sanayi tarafından daha sonra hizmet sektörüne de kabul görmüştür. İlk zamanlarda, sadece özel sektörde kullanılabileceği düşünülen TKY’nin, kamu yönetimi alanında uygulanmasına kuşkuyla bakılmıştır. Ancak, özellikle A.B.D.’deki bir takım başarılı uygulamalar ile, TKY’nin kamu yönetimine de uygulanabileceği düşüncesi kabul görmeye başlamıştır. Esasında, TKY’nin kamu yönetimi alanında uygulanamayacağı düşüncesini mutlak ve sorgulanamaz bir şekle kabul etmek mümkün görünmemektedir. Çünkü son tahlilde kamu yönetimi de bir takım hizmetleri sunmaktadır ve ortada bir yönetim anlayışı söz konusudur. Hizmet sunma faaliyetinin ve bir yönetim sisteminin söz konusu olduğu her alanda “kalite” kavramı gerek hizmet gerekse yönetim bağlamında doğrudan devreye girmektedir (Parlak ve Sobacı, 2005: 277-278). Kamu yönetimlerinin üzerine inşa edildiği geleneksel, katı, merkeziyetçi bürokratik paradigmanın küresel boyutta yaşanan değişim ve dönüşüme cevap verememesi, kamu yönetimi alanında yeni yöntem ve tekniklerin, dolaysıyla TKY’nin kullanılması düşüncesini gündeme getirmiştir. Bu bağlamda TKY’nin kamu yönetiminde uygulanmasının ve özel sektördeki başarılı sonuçlara ulaşmasının çok zor olduğu yönündeki kaygılara rağmen, TKY’nin Türk kamu yönetiminde uygulanmasının önündeki engeller kaldırılmaya çalışılmalı ve mümkün olan en yüksek fayda elde edilmeye çalışılmalıdır. Kamu Hizmeti açısından TKY uygulamaları değerlendirildiğinde, kamu hizmetinin, özel sektör kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlerden bir takım 54 farkları bulunduğu görülmekte ve esasında, bu farklar TKY’nin kamu yönetimi alanında uygulanmasında karşılaşılacak zorlukların bir kısmına ışık tutmaktadır. Bu farkları şöyle sıralamak mümkündür (Parlak ve Sobacı, 2005: 280): Kamusal hizmetler “kamu yararı” doğrultusunda sunulurken, özel sektör kar amacıyla mal ve hizmet üretmektedir. Kamusal kurumların muhatabı “vatandaş” ve ya “halk” iken, özel sektör mal ve hizmet alıcıları “müşteri”dir. Kamu hizmeti veren kuruluşların sadece bir grubu belirleyerek ona göre hizmet sunma lüksü yoktur. Özel kesimde mal ve hizmet üretimi, esas olarak rekabet ortamında yapılır. Firmalar ayakta kalabilmek için rakip firmalarla yarışmak durumundadır. Kamu kurum ve kuruluşlarının sunduğu hizmetler ise genel olarak “tekel niteliği”ndedir. Dolaysıyla, o alanda devletin rakibi yoktur. Kamusal hizmetlerin kullanımı ve tüketimi, genel olarak halkın istek ve beklentilerinden bağımsızdır. Kamu hizmeti veren kuruluşlarda yetkililerin ticari bir niteliği yoktur. Devletin yerine getirmek zorunda olduğu ödevlerin somut mamullere dönüştürülmesi ve kamu kurum ve kuruluşlarının faaliyetlerinin ve performanslarının ölçülmesi güçtür. Özel sektörde bu ölçümler daha rahat olmakta ve performans belirleyici bir kriter olarak kullanılmaktadır. Kamusal hizmetler açısından, kamusal hizmetlerin kalitesi ve kaliteli bir kurumsal hizmetin özellikleri önemlidir ve bunu OECD Kamu Yönetimi Servisi ilkeler halinde belirlemiştir. Bu ilkelere göre, kaliteli bir kamu hizmetinin nitelikleri; “şeffaflık”, “katılım” ve “müşteri ihtiyaçlarının karşılanması”dır. Başka bir ifade ile vatandaşlar, kamu yönetiminin nasıl icra edildiğini, kamu görevlilerini, yetki ve sorumluluklarını ve eğer sunulan hizmetlerde hata ve aksama var ise nasıl düzeltilebileceğini bilmeli, hizmetin sunulmasında ve kalitesinin belirlenmesinde söz 55 sahibi olmalı ve hizmetler vatandaşların istek ve beklentilerine göre belirlenmeli ve sunulmalıdır. Bunun yanında, kamusal hizmetler vatandaşlar arasında ayrım gözetilmeden eşit bir şekilde ve zamanında sunulmalı; yeterli ve ihtiyacı karşılamada etkin olmalı, herkesin uygun şartlarla erişebileceği durumda olmalı, düzenli ve sürekli olmalı, doğru ve hassas olmalı, risklerden uzak ve güvenilir olmalı ve amaca en uygun hizmet olmalıdır. Bununla beraber, kamu hizmetlerine kalitenin yakalanması noktasında kamu hizmetlerinin niteliğinden kaynaklanan birtakım handikaplar söz konusudur. Özel kesimde mal ve hizmetler “müşteri odaklılık” ilkesine göre yürütülmekte iken, kamu yönetiminde “vatandaş odaklılık” esası geçerlidir. Ancak, bu esaslar bağlamında oluşan “üretici-müşteri ilişkisi” ile “devlet-vatandaş ilişkisi” aynı işlerliğe sahip değildir. Özel kesimde müşteriler mal ve hizmet için ödedikleri bedelin karşılığını nicelik ve nitelik bakımından aldığına inanırken, kamu yönetimi tarafından bir hizmetin sunumunda vatandaşlar söz konusu hizmeti bir lütuf gibi algılamaktadırlar. Özel sektörde firmalar kar güdüsüyle hareket etmekte ve rekabet etme zorunluluğunun itici gücüyle daha kaliteliyi ve müşterilerin istek ve beklentilerine en uygun mal ve hizmeti yakalamaya çabalamaktadırlar. Ancak, kamu yönetiminde rekabet ve kar güdüsü olmadığı için, hizmette müşteriye uygunluk ve kalite sağlanamadığında, bir bedel veya uygulanacak bir yaptırım hemen hemen yoktur. Özetlemek gerekirse, Müşteri odaklılık ilkesi doğrultusunda tüm çalışanların katılımıyla ürün ve hizmet kalitesinin sürekli iyileştirilmesini öngören toplam kalite yönetimi, öncelikle özel sektörde uygulanmıştır. Ancak, günümüzde kamu yönetimi alanında yaşanan ve özetle kamu yönetiminin etkinsizliği ve verimsizliği olarak dile getirilen sorunlar, TKY’nin kamu sektöründe de uygulanmasını gündeme getirmiştir. TKY’nin kamu yönetimi alanında uygulanması gerek yönetimin kendi yapısından gerekse politik ve bürokratik kültürümüzden kaynaklanan sorunlar nedeniyle pek de kolay değildir. Türkiye’de kamu sektörünün yanında özel sektör de toplam kalite yönetimi uygulamasına tam olarak geçememişse de (Dursun, 2005: 56) bu durum, dünyada hem teorik hem de pratik bağlamda kabul görmüş söz konusu yönetim tekniğine sırt çevirmek anlamına gelmemelidir. Kamu kuruluşları da TKY ile tıpkı işletmeler gibi kendilerini çevreleyen yoğun toplumsal, siyasal ilişkiler içinde ayakta kalabilmek ve müşterileri olan 56 vatandaşlara kendilerini kabul ettirebilmek için onların beğenisini kazanmalıdır. Fakat TKY’nin kamu yönetimine uygulanması müşteri-vatandaş, ürün-hizmet ikilemi, kamu örgüt kültürü ve liderliğin önemi, insan kaynakları ve performans yönetimi alanlarında sorunlar da doğurabilecektir. TKY’nin kamu yönetiminde başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için demokrasinin kurumsallaştırılması ve aktif yurttaşlık bilincinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, vatandaşlar mümkün olan her alanda ve biçimde yönetime katılmalı, yoğun bir örgütlü toplum yapısı sağlanmalı ve devletin insanlara hizmet için var olduğu düşüncesinin kabul edilmesi suretiyle bireye olan bakış açısı değiştirilmelidir248. Kamu hizmetlerinde kalitenin sağlanabilmesi için idarenin bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerekmektedir. Ayrıca, kamu hizmetlerinin mutlaka klasik idari kuruluşlarca yürütülmesi şartı aranmamalıdır. Öte yandan devletçe sunulan kamu hizmetinin ve buna ilişkin kalite düzeyinin hizmetten yararlanan vatandaşların istek ve beklentilerine göre ve onların tatminini esas alacak şekilde belirlenmesini sağlayacak temel zihniyet değişikliği ve bunu hayata geçirecek siyasi ve idari düzeyde yeniden yapılanma hareketi kamu yönetimi sisteminin bütününe yönelik olarak gerçekleştirilmediği takdirde, tek tek kurumlarda yürütülecek TKY uygulamaları yüzeysel ve kısa soluklu olmaktan öteye gidemeyecektir. Orijini itibariyle imalat sektöründe ortaya çıkıp hizmet sektöründe de yaygınlaşan TKY’nin, yine hizmet sektörü olan kamu yönetiminde uygulanması; kamu örgütlerinin dinamikleri ve kendine has anahtar özellikleri durumsallık yaklaşımı çerçevesinde ele alınıp değerlendirilmesi ile mümkündür. 3.3.4. 5018 Sayılı Kanun Çerçevesinde Kamu Hizmetlerinin Sunumunda Kalite ve Etkinliğin Artırılmasına Yönelik Düzenlemeler Son yıllarda, dünya ekonomilerinde yaşanan büyük krizler, kamu sektörü harcamalarının ve dolayısıyla vergilerin artması, birçok ülkede kamu mali yönetim anlayışının sorgulanmasına neden olmuştur. Giderek kamuda hizmet konuları genişleyip örgütsel yapı büyüdükçe, yurttaş gözünde kamusal hizmetlerin yavaş, kalitesiz, pahalı, ulaşılması zor olarak algılanması başlı başına bir sorun haline dönüşmüş bulunmaktadır. 57 Günümüzün sürekli gelişen ve değişen ortamı kamu kurumlarını hizmet sunumunu kolaylaştıracak etkin strateji ve yöntemler geliştirmeye zorlamaktadır. Bu kapsamda, kamu hizmetlerinin kalitesinin yükseltilmesi, kaynak kullanım kapasitesinin artırılması, kaynak kullanımında etkinlik, verimlilik ve tutumluluğun sağlanması, siyasi ve yönetsel hesap verme mekanizmaları ile mali saydamlığın geliştirilmesine yönelik uygulamalar hız kazanmıştır. Özellikle son yıllarda kamu yönetiminin yeniden yapılanması çerçevesinde kamu kurumlarının daha etkin ve verimli bir yapıya kavuşturulması, hizmet kalitesinin artırılması amaçlanmakta ve çeşitli düzenlemeler ile hukuki bir temel oluşturulmaya çalışılmaktadır. Ülkemizde de, dünyadaki gelişmelere paralel olarak hayata geçirilen kamu mali yönetimine ilişkin düzenlemelerle, kamu hizmetlerinde mali disiplinin, saydamlığın ve hesap verme sorumluluğunun sağlanması, kaynakların etkin kullanılması ve hizmet kalitesinin arttırılması amaçlanmıştır. Böylece yapılan düzenlemelerde, kamusal hizmet sunumunda tarafsızlık, şeffaflık, hesap verebilirlik ve kullanıcı memnuniyeti esas alınacaktır. Bu düzenlemelerden biri olan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, hizmet sunumunda etkinlik ve verimliliği ve vatandaş memnuniyetini öncelikli olarak gözeten, ülke koşullarına uygun örgüt ve süreç yapılanmalarına sahip etkin bir kamu mali yönetimi oluşturmak için hazırlanmış ve Türk kamu mali yönetiminde dönüşümün yasal dayanağını oluşturmuştur. Bu kanun ile etkili bir kamu hizmeti sunumu amacıyla, sonuç veya amaç odaklı bir mali yönetim sistemi kurulmaya çalışılmış, kamu kaynaklarının etkili ve verimli kullanılmasının sağlanması için mali disiplin, mali saydamlık, hesap verebilirlik hedeflenmiştir. Ayrıca planlama ve bütçeleme sistemi yeniden tanımlanarak performans esaslı bütçe sistemine geçiş öngörülmüştür. Bu uygulamalarda önemli olan ortaya çıkarılan kamu hizmetinin, kaynakların etkin kullanımı ve verimlilik ilkelerine göre gerçekleştirilmesidir Bu uygulamalar ile aynı girdiyle daha çok kamu hizmeti yaratılmasından, doğrudan demokrasiye kadar geniş açılımlar beklenmektedir. Kanunun uygulanması ile günümüzde kamu hizmetlerinin sunulmasında, sonuç odaklı olmak, kamu yöneticilerinin başarılarını, kamu faaliyeti sonucu ortaya 58 çıkan çıktı ve sonuca göre değerlendirmek yaygın bir uygulama alanı bulmuştur (Kesik, 2005). Farklı bir bakış açısıyla, özel sektörün iyi yönetişim uygulamalarının kamu alanında da uygulanmaya başlandığı bir değişim dönemi ve geçiş süreci yaşanmaya başlanmıştır. Kamu mali yönetim sistemimizi yeniden yapılandıran 5018 sayılı KMYKK’da, kamu kaynaklarını stratejik önceliklere göre rasyonel bir şekilde dağıtmak ve kullanmak, yürütülen faaliyetlerin ve sunulan hizmetlerin sonuçlarını izlemek, değerlendirmek ve hesap verme sorumluluğuna dayalı yönetim anlayışının bir gereği olarak raporlamak temel unsurlar olarak ortaya çıkmıştır. Bu kanun ile kamu hizmetlerinin temin ve sunumunda; Üst düzey karar vericilere hizmet sunumu ve iyi yönetişim konularında reform imkanı sağlayan araçların sunulması, Hizmet kalitesinin artması, Planlı ve nitelikli hizmet sunumu, Sunulan hizmetten duyulan memnuniyetin artması, Hizmetlere hızlı, kolay ve sürekli erişimin sağlanması (vatandaş memnuniyeti), Kamu hizmetlerinin sunumunda, bilgi ve iletişim teknolojilerinden azami ölçüde yararlanılarak iyi yönetişim ilkelerinin hayata geçirilmesine katkıda bulunulması, Çağın gerektirdiği teknolojik yeniliklere açık olma, Hizmet sunumunda etkinliğin ve verimliliğin arttırılması, Hizmet sunumunda performans artışı, Açıklık, katılımcılık, tarafsızlık, şeffaflık ve hesap verebilirlik Sonuç odaklılık Yerindelik ve ihtiyaca uygunluk hedeflenmektedir. 59 Yukarıda da bahsedildiği gibi, değişen koşullar kamunun hizmet sunumunda kalite ve verimliliğe yönelmesi gerektiğini işaret etmektedir. Bu konuda 5018 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemeler kamu hizmetlerinin vatandaş odaklı olması bu reformlar için doğru bir motivasyondur. Bu Kanun, temelde vatandaş memnuniyetini, kamu hizmetlerinin sunulmasındaki etkinlik ve verimliliği odak noktasına alan bir anlayışa sahiptir. Bu anlayışa göre hizmet vatandaşın talebine göre hızlı, ucuz ve kaliteli olarak sunulmalıdır. Bu Kanun ile kamu kurumlarının yönetim tarzında, organizasyon yapılanmasında, hizmet üretim sistemlerinde ve düşünce tarzında yaşanacak değişimler sonucu; hizmetlerin etkinliği, verimliliği ve kalitesi yükselecek, bu kurumlardan hizmet alan vatandaşların memnuniyeti artacaktır. Özetle, son yıllarda, yönetişim anlayışı ve yönetimin rollerindeki değişiklerle birlikte, sonuç odaklı yönetim kültürü, hesap verme sorumluluğu, daha fazla saydamlık gibi, kamu hizmetlerinin yerine getirilmesine dair yeni yaklaşımlar ön plana çıkmış ve 5018 sayılı Kanunda da bu yaklaşımları esas alan düzenlemelere yer verilmiştir. Bu yaklaşımların hemen hepsinde ortak noktalar bulunmaktadır; daha verimli ve etkili çalışan, vatandaşın taleplerine duyarlı bir kamu yönetimi sistemi kurmak hepsinde ortak amaçtır ve hepsinde hizmetlerin çeşitlendirilmesi ve hizmet sunumunda esneklik teşvik edilmektedir. Aşağıda bu yaklaşımlar çerçevesinde 5018 sayılı Kanunda yer alan ve kamu hizmetlerinin sunumunda kalite ve etkinliğin artırılmasına katkıda bulunan düzenlemelere değinilecektir. 3.3.4.1. Hesap Verme Sorumluluğu (Yönetim Sorumluluğu Modeli) Kamu yönetiminin yeniden yapılanmasında, devlet tanımının kavramsal çerçevesinde, devlet birey ilişkileri yeniden tarif edilmekte ve düzenlenmektedir. Vatandaşı ön plana çıkaran bir devlet yaklaşımı benimsenmekte, kamusal karar alma sürecinin kavramsal çerçevesinin başlangıcı veya temeli, vatandaş üzerine inşa edilmektedir. Modern temsili demokratik sistemin bir gereği olarak, yetkinin kaynağının vatandaş olduğu ve yetkileri kullanan bütün mercilerin vatandaş adına hareket ettiği anlayışından hareketle; hesap verme sorumluluğu, yönetsel süreçlerin bütün aşamalarını kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Kamusal çerçeve yeniden çizilirken siyasi sorumluluk ve yönetsel teknik sorumluluk bir hiyerarşik düzen 60 içerisinde ortaya konmakta vatandaş – yasama - yürütme arasında bir yetki devri ve bilgilendirme yükümlülüğü ve sorumluluğu süreci oluşturulmaktadır. Vatandaşı temel ve başlangıç alan süreçte vatandaştan başlayarak yetkiler sırası ile siyasi partiler aracılığı ile parlamentoya, kabineye, bakanlıklara ve hizmet ünitelerine aktarılmakta raporlama ve bilgilendirme süreci de en sondan başlayarak vatandaşa geri dönmektedir. Yetki devri kullanımı, siyasi ve teknik sorumluluk, raporlama, bilgilendirme, şeffaflık ve hesap verebilme her aşamada sağlanmaktadır. Yetkiyi veren vatandaş, yetki kullanımını denetlemekte ve yetkiyi kullananlardan hesap sorabilmektedir (Alkış, t.y.: 15-16). Yönetişim anlayışının çok yeni kavramlarından biri olan hesap verme sorumluluğu esasında bir raporlama faaliyeti olup, bir görev icra etmek üzere kendilerine emanet edilen kamu kaynaklarını kullananların, kaynakları kendilerine emanet edenlere karşı, kaynakların kullanımı ve görevin nasıl yerine getirildiği hususunda açıklamada bulunma sorumluluğudur. Aslında hesap verme sorumluluğu bir yönetim sorumluluğu modeli olup bu kavram 5018 sayılı Kanunda yer almıştır. Kanunun kamu mali yönetim sistemimize getirdiği en önemli yeniliklerden birisi olan yönetim sorumluluğu modeli, kamu kaynaklarının elde edilmesinde ve kullanılmasında sorumluluğun eski uygulamanın tersine üst yönetime doğru kaydırılmasını ifade etmektedir. 5018 sayılı Kanunun 8. maddesinde hesap verme sorumluluğu; “Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorundadır.” şeklinde açıklanmıştır. Hesap verme sorumluluğu (yönetim sorumluluğu modeli) kendi içinde siyasi sorumluluk, idari sorumluluk, mali sorumluluk, performans sorumluluğu ve cezai sorumluluğu barındırmaktadır. Hesap verme sorumluluğunun siyasi, idari ve mali boyutları olup öncelikle üç aşamada kendini gösterir. Bu aşamalar, sorumluluk türleri ile beraber şekildeki gibi gösterilebilir: 61 Şekil 3.1. Hesap Verme Sorumluluğu (Yönetim Sorumluluğu Modeli) Siyasi hesap verme sorumluluğu: Siyasi hesap verme sorumluluğu modern temsili demokrasilerin en önemli araçlarından biridir. Demokratik sistemlerin temelinde asıl yetki vatandaştadır. Ancak bu yetkisini doğrudan değil de temsilcileri aracılığı ile yerine getirir. Siyasi asil olan vatandaşlar hesap sorma yetkilerini seçimler aracılığıyla kullanırlar. Siyasi hesap verme sorumluluğunda iki taraftan söz edilebilir: Parlamento ve hükümet. Parlamentonun sorumluluğu halka karşı iken hükümetin sorumluluğu parlamentoya karşıdır. Hükümetin parlamento tarafından denetlenmesi, bir taraftan hesapların Sayıştay’ca incelenmesi yoluyla gerçekleştirilirken diğer taraftan; soru, gensoru, genel görüşme, meclis araştırması, meclis soruşturması araçları kullanılarak yerine getirilir. 5018 sayılı Kanun bakanların sorumluluklarını 10. maddede hükme bağlamıştır: “Bakanlar, hükümet politikasının uygulanması ile bakanlıklarının ve bakanlıklarına bağlı, ilgili veya ilişkili kuruluşların stratejik planları ile bütçelerinin kalkınma planlarına, yıllık programlara 62 uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, bu çerçevede diğer bakanlıklarla koordinasyon ve işbirliğini sağlamaktan sorumludur. (...) Bakanlar, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılması konusunda Başbakana ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne karşı sorumludurlar. Bakanlar; idarelerinin amaçları, hedefleri, stratejileri, varlıkları, yükümlülükleri ve yıllık performans programları konusunda her mali yılın ilk ayı içinde kamuoyunu bilgilendirir.” Burada sözü edilen sorumluluk tamamen siyasi bir sorumluluktur. Hesap verme sorumluluğu da bu çerçevede yerine getirilir. Siyasi hesap verme sorumluluğunun gerektiği gibi yerine getirilmesi şüphesiz ki demokratik kültürün toplumca ne kadar içselleştirdiği ile yakından ilgilidir. Demokratik toplumlarda siyasi hesap verme sorumluluğunun çok daha iyi bir şekilde yerine getirildiği bilinmektedir. Devlet-vatandaş ilişkilerinde iki ana yetki devrinden söz etmek mümkündür. İlkinde vatandaşlar asil, siyasetçiler ise vekil durumundadır. Vatandaşlar siyasetçilere, belirli kurallar içinde ülkeyi vatandaşlar adına yönetmek üzere yetki verirler. Bu ilişkide siyasetçilerden (ve onların davranışlarını etkileyen siyasi kurumlardan) beklenen, toplumdaki farklı grup ve bireylerin tercihlerini bir biçimde bütünleştirerek (aggregate) vatandaşların beklentilerine uyan kamu politikaları üretmektir. Buna siyasi sorumluluk denilebilir. Siyasetçilerin ürettiği politikaları hayata geçirmek ise büyük ölçüde kamu idaresinin yani bürokrasinin işidir. Dolayısıyla, politikaların hayata geçirilmesi, bu sefer siyasetçilerin asıl, bürokrasinin ise vekil olduğu ikinci bir vekalet ilişkisini içerir. Burada bürokrasiden beklenen üretilen politikaları en etkin biçimde hayata geçirmesidir. Bu ilişki de yönetsel sorumluluk olarak adlandırılabilir (Atiyas ve Sayın, 1997: 13). Siyasetçilerin siyasi sorumluluklarını yerine getirmesinde seçmenlerin elindeki en önemli koz, seçimlerdir. Seçimler sayesinde seçmenler verdikleri yetkiyi siyasal iktidardan alabileceklerdir. Bu nedenle siyasal iktidar seçim öncesinde kısa vadede oy kazandıracak politikaları uygulamaya koyacaktır. Kamu tercihi literatüründe bu olaya “politik miyopluk etkisi” denir. Yerel yönetimlerde belediyelerin seçim öncesi altyapı hizmetleri yerine park gibi seçmenin gözüne hoş 63 görünecek hizmetler vermeleri buna en güzel örnektir. Ayrıca siyasal iktidar yeniden seçilebilmek için bütçe ödeneklerini kendi seçim bölgelerine tahsis edebilir. Bu ise literatürde "hizmet kayırmacılığı" olarak geçmektedir (Dileyici ve Özkıvrak, t.y.). Bütün bunlar bize, seçmenlerin elinde seçimlerin önemli bir koz olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla siyasi sorumluluk sahibi kişiler bir taraftan her türlü kamu kaynağının kullanılmasında stratejik planlara, hükümetin makroekonomik hedeflerine uygunluğu gözetirlerken diğer taraftan da kısa vadeli “seçim ekonomisi” politikalarını da uygulamaya koyabilirler. İdari (yönetsel) hesap verme sorumluluğu: İdari (yönetsel) hesap verme sorumluluğu hiyerarşik bir çerçevede ele alınmaktadır. İdari hesap verme sorumluluğunun çerçevesi kanuni düzenlemelerle belirlenmiştir. Hiyerarşik açıdan her ast üstüne karşı sorumludur. İdari sorumluluğu kısaca; teşkilatın sevk ve idaresi noktasında doğan sorumluluk olarak tanımlayabiliriz. 5018 sayılı Kanun üst yöneticilerin ve bürokratik kademelerde görevli kişilerin sorumluluklarını idari sorumluluk çerçevesinde ele alınmıştır. Kanunun 11. maddesinde üst yöneticilerin sorumluluğunu şu şekilde hükme bağlamıştır: “ (...) Üst yöneticiler, idarelerinin stratejik planlarının ve bütçelerinin kalkınma planına, yıllık programlara, kurumun stratejik plan ve performans hedefleri ile hizmet gereklerine uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, sorumlulukları altındaki kaynakların etkili, ekonomik ve verimli şekilde elde edilmesi ve kullanımını sağlamaktan, kayıp ve kötüye kullanımının önlenmesinden mali yönetim ve kontrol sisteminin işleyişinin gözetilmesi, izlenmesi ve bu Kanunda belirtilen görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinden Bakana; mahalli idarelerde ise meclislerine karşı sorumludurlar. Üst yöneticiler, bu sorumluluğun gereklerini harcama yetkilileri, mali hizmetler birimi ve iç denetçiler aracılığıyla yerine getirirler.” Üst yöneticilerin kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından doğan sorumlulukları bakana karşıdır. 5018 sayılı Kanuna göre bütçe ile ödenek ayrılmış her bir harcama birimin en üst yöneticisi harcama yetkilisi olup 11. maddede sayılan üst yöneticilere karşı sorumludurlar. Kamu Mali Yönetim 64 ve Kontrol Kanununun sorumluluk konusunda orijinal düzenlemesi mali sorumluluk ile idari sorumluluğu aynı paralelde ele almasıdır. Başka bir deyişle, yönetsel örgütlenme içinde ödenek tahsis edilen her bir birim, harcama birimi olarak kabul edilmiş olup yönetsel sorumluluk ile mali sorumluluk birleştirilmiştir (Akbulut, 2005: 30). Mali Hesap Verme Sorumluluğu: Mali sorumluluk; kişinin gerek hazineye gerekse başka bir kişiye verdiği zararın kendisine ödettirilmesi sonucunu doğuran sorumluluk türüdür. Mali hesap verme sorumluluğu ise kamu kaynağını kullanan, yöneten kişilerin sorumluluğudur. Kendilerine emanet edilen kaynakların ne kadarının nereye, nasıl kullanıldığının hesabının sorulması, mali hesap verme sorumluluğu kavramı ile açıklanabilir. Kimi kamu personelinin mali sorumluluğu konusunda özel düzenlemeler mevcuttur. Zira bu kamu personeli mali sistem ve bütçe uygulamaları açısından önemli görevleri yüklenmişler ve diğer kamu görevlilerine karşı belli bir mali teminata kavuşturulmuşlardır. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu sorumluluk konusunda özel düzenlemeler içermektedir. 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununda kamu kaynaklarının kullanılmasından doğan mali sorumluluk sayman ve tahakkuk memurlarındaydı. TBMM adına idarenin hesaplarını yargılayan Sayıştay saymanlardan kimi zaman da saymanlarla beraber tahakkuk memurlarından hesap soruyordu. Saymanlar yönetim dönemi hesaplarını vererek bu sorumluluklarının gereğini yerine getiriyorlardı. Ancak 5018 sayılı Kanun ile yetki-sorumluluk dengesi yeniden kurulmuştur. Her şeyden önce şunu belirtmekte yarar bulunmaktadır. Yeni Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu ile mali sorumluluk ile idari sorumluluk birleştirilmiştir. Dolayısıyla bu kanun çerçevesinde mali sorumluluk ile idari sorumluluk birbirinden çok farklı anlamlar taşımamaktadır. Bu sistemde önceki uygulamada olduğu gibi sayman gibi Sayıştaya karşı kusursuz sorumlu birini aramak hata olur. Çünkü 5018 sayılı Kanun, sorumluluk müessesesini bir yönetim modeli sistemi içinde tasarlamış olup yönetsel sorumluluk çerçevesinde ele almıştır. 65 5018 sayılı Kanun hesap verme sorumluluğunu bir raporlama faaliyetine bağlamış, sorumlulara belli aralıklarla kamuoyuna bilgi verme zorunluluğunu getirmiştir. Bu bağlamda bakanlar; idarelerinin amaçları, hedefleri, stratejileri, varlıkları, yükümlülükleri ve yıllık performans programları konusunda her mali yılın ilk ayı içinde kamuoyunu bilgilendirmektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi 5018 sayılı Kanun, hesap verme sorumluluğunu “yönetim sorumluluğu modeli” çerçevesinde belirlemiştir. Bu yönetim sorumluluğu modeli de siyasi, idari, mali, performans ve cezai hesap verme sorumluluğundan meydana gelmektedir. Hesap verme sorumluluğunun gereği gibi işleyebilmesi için birbiri ile ilişkili çeşitli araçlar geliştirilmiştir: Stratejik Planlama, Performans Bütçeleme, Saydamlık, Raporlama, Denetim Hesap verme sorumluluğunu, hizmet sunumu üzerindeki etkileri açısından değerlendirmek gerekirse, kamu kurumları rekabet koşulları altında hizmet sunmadığı için hesap verme sorumluluğu, aynen rekabet baskısının yarattığı olumlu etkileri yaratır; yani maliyetlerin düşmesine, verimliliğin ve etkinliğin artmasına yol açar. Ayrıca yetki devri sonucu yetkilerini devreden vatandaş, yetki kullanımını denetlemekte ve yetkiyi kullananlardan hesap sorabilmektedir. Böylece vatandaşlar, kamu yönetiminin nasıl icra edildiğini, kamu görevlilerini, yetki ve sorumluluklarını ve eğer sunulan hizmetlerde hata ve aksama var ise bunu öğrenme ve düzeltilmesi konusunda baskı yapma şansına sahiptir. Bunun hizmet sunumuna yansıması ise, ihtiyacı karşılamada etkinlik ve kalite artışı olmaktadır. 3.3.4.2. Stratejik Planlama 66 Devlet, yüklendiği görevleri, kamu kurum ve kuruluşları ile yerine getirir. Kamu kurum ve kuruluşları, Kanun ile kurulur ve bunların görevleri teşkilat kanunlarında belirtilir. Kamu kurum ve kuruluşlarının varlık nedeni kamu hizmeti sunmaktır. Kamu hizmeti sunabilmek için kamu kaynağının kullanılması gerekmektedir. 5018 sayılı Kanun ile kamu kaynağının kullanımı, stratejik planlama ve performans esaslı bütçeleme esasına dayandırılmıştır. Kanunun stratejik planlama ve performans esaslı bütçeleme başlıklı 9. maddesinde “kamu idareleri; kalkınma planları, programlar, ilgili mevzuat ve benimsedikleri temel ilkeler çerçevesinde geleceğe ilişkin misyon ve vizyonlarını oluşturmak, stratejik amaçlar ve ölçülebilir hedefler saptamak, performanslarını önceden belirlenmiş olan göstergeler doğrultusunda ölçmek ve bu sürecin izleme ve değerlendirmesini yapmak amacıyla katılımcı yöntemlerle stratejik plan hazırlarlar” ifadesine yer verilmektedir. Bu çerçevede, “kamu idareleri, kamu hizmetlerinin istenilen düzeyde ve kalitede sunulabilmesi için bütçeleri ile program ve proje bazında kaynak tahsislerini; stratejik planlarına, yıllık amaç ve hedefleri ile performans göstergelerine dayandırmak zorundadırlar”. Bu madde ile kurumların “Performans Esaslı Yönetimi” gerçekleştirmek amacıyla “Katılımcılık İlkesi” dahilinde stratejik planlama yapacakları hükme bağlanmıştır. Bu durum kamu hizmetlerinin istenilen kalitede olması için gerekli görülmüştür. Stratejik planlama sürecinde önemli olan konular aşağıdaki şekilde ortaya konulabilir: Başarılı bir stratejik planlama süreci için, öncelikle kamu idarelerinin faaliyetleriyle ilgili alanlarının ve kamu idaresinin etkileşimde bulunduğu dış ortamın incelendiği ve kamu idaresinin güçlü ve zayıf yönleri ile dış ortamdan kaynaklanan sebeplerle ortaya çıkması muhtemel fırsatlar ve tehditlerin objektif olarak irdelendiği, kısaca durum tespitinin yapıldığı GZFT analizinin yapılmış olması sonraki aşamalar için önem taşımaktadır. Mevcut durumun tespitindeki yetersizlik ve kamu idaresinin yeteneklerinin ortaya konmasındaki 67 başarısızlık, stratejik planlama süreci ve buna bağlı olarak performans esaslı bütçe uygulamasını olumsuz etkileyecektir. Stratejik planlama sürecinde “Nerdeyiz?” sorusunun cevabı ortaya konulduktan sonra, kamu idaresinin varlık nedenini ortaya koyan -ki, kamu idaresi olmanın temel niteliği nitelikli kamu hizmeti üretmek ve vergi ödeyenlere karşı kamusal hizmetlerin etkin, ekonomik ve verimli bir şekilde sunulmasını sağlamaktır- misyon bildiriminin ortaya konulması yada kamuya açıklanması ve kamu idaresinin varlık nedeninin devamını sağlayan kamu hizmetinin kalitesinin gelecekte nasıl bir hal alacağının yada üretilmesi hedeflenen kamu hizmetinin niteliğinin kısaca amaçlanın ifade edildiği vizyonun ortaya konması önem kazanmaktadır. Kamu idaresi tarafından misyon bildiriminin yapılması ve ulaşılmak istenen gelecekteki durumun ifadesi olan kamu idaresi vizyonunun ortaya konulması, kamu idaresinin hedeflerinin yada ulaşılmak istenen durumun topluma açıklaması ve bir ölçüde üreteceği kamu hizmetinin niteliği ve kalitesi açısından kamuya taahhütte bulunması anlamına gelecektir. “Nereye gitmek istiyoruz?” sorusu kamu idaresinin misyon ve vizyonu belirlenerek cevaplandırıldıktan sonra, belirlenen stratejik amaç ve gelecekteki ulaşılmak istenilen durumu anlatan hedeflere ulaşmak için kullanılabilecek kamu idaresinin strateji ve faaliyetlerinin ortaya konulması sürecidir. Bu aşama stratejik planla bütçe ilişkisinin kurulmaktadır. Stratejik planlama konusunda çalışmaların uygulamaya geçirilmesi sürecini yansıtan, kamu idaresinin belirlenen hedef ve amaçlara ulaşmak için kamu kaynağının nasıl kullanılacağının ortaya konulduğu ve faaliyetlerin belirlendiği bütçe sürecidir. Stratejik planlama sürecinde ulaşılmak istenen amaca yönelik hedefler ortaya konulmakta ve hedeflere ulaşmada gerçekleştirilecek yani her bir hedefe ulaşılmasını sağlayacak faaliyetler belirlenmektedir. Hedeflere ulaşılmasını sağlayacak faaliyetler bütçe ile ilişkilendirilmektedir. Ancak faaliyet bütçe ilişkisinin kurulmasında, 68 kamu idaresinin kaynak ve maliyet yapılarının ortaya konulması sağlanarak öncelik verilecek harcama kalemleri ve faaliyetler, hedefler ile amaçların maliyetlerinin ortaya konulmasıdır. Stratejik planların yıllık uygulama dilimleri (performans programları) belirlenecek ve raporlanacaktır. Stratejik planlar ve bütçeler arasındaki ilişki bu belgeler aracılığı ile açıklık kazanacaktır. Böylelikle bütçelerin performans uygulamasını destekleyen bir yapıya sahip olması sağlanmış olacaktır. Stratejik planların çok yıllı olması nedeniyle, planların yıllık olarak uygulanmasına imkan veren performans programlarının bütçe ile ilişkinin kurularak uygulanması sonucunda ortaya çıkacak sonuçların elde edilmesi, raporlanması ve değerlendirilmesi aşaması stratejik planlama uygulamasını son aşamasını oluşturmaktadır. Bu aşama, 5018 sayılı kanun uygulamasında, izleme ve değerlendirme faaliyeti neticesinde hazırlanacak, gerçekleştirilmektedir. İzleme stratejik faaliyet raporları ile planda ortaya konulan hedeflere ilişkin gerçekleşmelerin sistematik olarak takip edilmesi ve raporlanması işlemidir. Değerlendirme ise, uygulama sonuçlarının stratejik amaç ve hedeflere kıyasla ölçülmesi ve söz konusu amaç ve hedeflerin tutarlılık ve uygunluğunun analizidir. Kısaca bu bölümde, önceden belirlenmiş performans kriterlerinin sonuçlarla değerlendirilmesi ile stratejik planın başarısı ortaya konulacak ve plan gözden geçirilmiş olacaktır. Stratejik planın gözden geçirilmesi, hedeflenen ve ulaşılan sonuçların karşılaştırılmasını içerir. Plan gerçekleşmeleri, zamanlama ve hedeflere uygunluk bakımından incelenir. Değerlendirme faaliyetleri kapsamında esas olarak uygulama sonuçlarının belirlenmiş stratejik amaç ve hedeflerin ne kadarının gerçekleştirildiğinin ölçülmesi ve değerlendirilmesidir. Performans ölçümü, performans göstergeleri kullanılarak uygulama sonuçlarının ölçülmesidir. 69 Stratejik planlama, kamu idarelerinin planlı hizmet sunumu, politika geliştirme, belirlenen politikaları somut iş programlarına ve performans esaslı bütçelere dayandırma ile uygulamayı etkili bir şekilde izleme ve değerlendirmelerini sağlamak amacıyla olarak temel bir araç olarak benimsenmiştir. Stratejik planlama; bir yandan kamu mali yönetimine etkinlik kazandırırken, diğer yandan kurumsal kültür ve kimliğin gelişimine ve güçlendirilmesine de yardımcı olmaktadır. Stratejik Plan, hizmetlerin istenilen düzeyde ve kalitede sunulmasına, geleceğe ilişkin amaç ve hedeflerin performans göstergelerine bağlanmasına, ölçme, izleme ve değerlendirmelerin yapılmasına, tüm çalışmaların raporlanmasına, sonuçların kurumun sürekli gelişiminde kullanılması için gerekli revizyon tedbirlerinin zamanında alınmasına imkan verecektir. Çalışmalar sonucunda stratejik plana göre yapılan faaliyetlerin de bu doğrultuda raporlanması gerekmektedir. Stratejik planlamanın kamu yönetimi için sağlayacağı yararları ve hizmet sunumuna katkılarını kısaca şöyle sıralamak mümkündür: Vizyon oluşturma ve geleceği öngörme yeteneğini geliştirir. Vizyon değerlendirmesi ile hizmet kalitesi, etkinlik, rekabet, yenilikçilik, çeşitlilik ve sürekli değişim anlayışını yerleştirir, Kurumun içsel güçlü ve zayıf yönleri ile dış çevreden kaynaklanan fırsat ve tehditleri dikkate alan ve değişimleri izleyen bir yönetimi zorunlu kılar. Kurumun çevresi ve paydaşları ile olan bağlarını ve hizmet alanlara karşı sorumluluklarını güçlendirir. Kurumlar arasındaki girişimci ve rekabetçi unsurları öne çıkarır. Katılımcı yönetim anlayışını geliştirir, kurum çalışanlarının katılımcılığını ve yaratıcılığını geliştirir; ekip çalışması ve işbirliğini güçlendirir. Kurumun hizmetlerinden yararlananların taleplerine olan duyarlılığını artırır, 70 Kamuda etkin bir yönetim ve harcama sisteminin kurulmasında başlangıç noktasını oluşturur, Kuruluşların belirli bir hedefe yönelik olmayan kısa vadeli ve anlık işlerde yoğunlaşmaları yerine, orta vadeli ve somut hedeflere dayalı planlama anlayışına sahip olmalarını sağlar. Süreçlere entegre olmuş bir şekilde denetim ve izlemeyi kolaylaştıracaktır. Öte yandan, stratejik planlama, kamu kurumlarının uzun ve orta vadeli programlarının yerine getirilebilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Toplumsal talepteki nicelik ve nitelik değişimi ile birlikte, kamu organizasyonlarının optimal büyüklüğü üzerine tartışmalar başlamış ve bütçe sistemlerindeki alternatif reform hareketleri, eldeki aynı kaynakların ve hatta bazen daha azının kullanılarak, eskisinden daha etkin, verimli ve kaliteli hizmet sunulması yönünde gelişmiştir. Bu değişimler ışığında bütçeler; eskiden kaynak, insan ve muhasebe gibi girdi kaynaklı hazırlanırken, günümüzde sonuç ya da amaç odaklı hazırlanmaya başlanmıştır, Bunun en önemli sonucu ise “performans esaslı bütçeleme”dir. Performans esaslı bütçelemeden beklentileri; etkili kaynak dağılımı, hedeflere dayalı yönetim anlayışının yerleştirilmesi, bütçe hazırlama, uygulama ve denetim sürecinin güçlendirilmesi, hizmet kalitesinin artırılması, mali saydamlığın sağlanması olarak sıralamak mümkündür (OECD, 2004: 5). Bu beklentiler; mali saydamlık, hesap verebilirlilik, mali disiplin, performans yönetimi, performansa dayalı ücretlendirme, performans denetimi, kamuoyu denetimi, şeklinde de ifade edilebilir (Samsun, 2003: 18) Özetlemek gerekirse stratejik planlama ve performans esaslı bütçeleme ile gerçekleştirilmek istenen nihai amaç kamusal mal ve hizmetlerin kalitesinin arttırılmasıdır. Öncelikle performans ölçümü ile iyi veya kötü performansın ortaya çıkarılması sağlanır. Daha sonra mal ve hizmet üretenlerin üzerinde bu yolla kamuoyu baskısı oluşturulması amaçlanır ve son olarak da bu kamuoyu baskısının daha kaliteli mal ve hizmet üretimine yol açması hedeflenir. 3.3.4.3. Saydamlık 71 Temsili demokratik sistemlerde devletin temel toplumsal amacı, kamu yararına mal ve hizmetleri üretmek olarak ifade edilebilir. Vatandaşlar devlet kuruluşlarına ve aktörlerine kamu yararına mal ve hizmet üretmeleri için yetki verirler. Fakat bu aktörler aldıkları yetkiyi kamu yararına değil kendi çıkarlarını gözetmek ve korumak amacıyla kullanabilirler. Bunu önlemek ve asgariye indirmek için birçok denetim ve hesap verme mekanizması kurulmuştur. Bu mekanizmaların ne kadar başarılı olduğunu belirleyen en önemli etkenlerden biri, sistemdeki bilginin düzeyidir. Saydamlık bu denetim mekanizmalarının sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için gerekli olan bilginin sistem tarafından üretilmesi veya mevcut koşullara, kararlara ve eylemlere dair bilginin erişilebilir, görünür ve anlaşılır kılındığı bir süreç olarak tanımlanabilir. Daha ayrıntılı bir biçimde tanımlamak gerekirse; saydamlık, devletin hedeflerini, bu hedeflere ulaşmak için hayata geçirdiği politikaları ve bu politikaların yarattığı sonuçları izlemek için gerekli olan bilgiyi düzenli, anlaşılabilir, tutarlı ve güvenilir bir biçimde sunmasıdır. Saydamlığın diğer bir tanımında saydamlık, devletin, hedeflerini, bu hedeflere ulaşmak için hayata geçirdiği politikaları, ve bu politikaların yarattığı sonuçları izlemek için gerekli olan bilgiyi düzenli, anlaşılabilir, tutarlı ve güvenilir bir biçimde sunması şeklinde ifade edilmektedir. Bu tanımda iki unsurun altını çizmekte yarar bulunmaktadır. Buna göre sistemin saydam olması için sadece aktörlerin ne yaptıklarının bilinmesi değil, ne yapmaya niyetli oldukları konusunun da kamuoyuna sunulması gerekmektedir. Niyetlerin açık bir biçimde belirlenmesi ve kamuoyuna sunulması hem niyetlerin kamu yararına uygun olup olmadığını tartışma olanağı yaratır, hem de vatandaşlara daha sonra davranışları ve bu davranışların sonuçlarını değerlendirmede önemli bir kıstas sunar. İkincisi, bilginin bir yerlerde mevcut olması sistemin saydam olduğunu göstermez. Bilginin vatandaş tarafından etkin bir biçimde kullanılabilmesini sağlayacak bir biçimde düzenli, anlaşılabilir ve tutarlı olması gerekmektedir. Bilginin güvenilir olması ise objektif olarak doğru olmasını içerir ama bununla sınırlı değildir. Güvenilirlik aynı zamanda bilgiyi kullananların da bilginin doğruyu yansıttığına inanmasını, bu ise inandırıcılığı sağlayan “kalite kontrol” mekanizmalarının kurulmuş olmasını gerektirir. Saydamlığın çok çeşitli boyutları vardır. Bunlardan birincisi, mali saydamlık, ikincisi ise performans saydamlığıdır. 72 Mali saydamlık; hükümetin yapısının ve fonksiyonlarının, mali politika planlarının, kamu sektörü hesaplarının ve mali hedeflerinin kamuoyuna açık olmasıdır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2000). Diğer bir ifade ile mali saydamlık, kamu kaynaklarının kim tarafından, nasıl ve hangi amaçla kullanıldığı bilgisinin var olması demektir. Mali saydamlığın tanımına baktığımızda kamu maliyesinde saydamlığın sağlanabilmesi için iki temel unsurun olduğu görülmektedir. Bu unsurlardan birincisi, devletin işleyişi ve yapısının, uygulayacağı maliye politikalarının, devlet hesapları ve projeksiyonlarının kamuya açık olmasının sağlanmasıdır. Devletin ne yapmaya niyetlendiğinin kamuoyu tarafından bilinmesi ile bu niyetler hakkında kamuoyunda tartışma imkanı yaratılacaktır. Böylece, bütçe hakkına sahip olan vatandaşlar, devletin yapacağı faaliyetlerin sonuçlarının ne olacağını önceden tahmin edebilecekler ve tartışabilecekler, gerekirse, olumsuz bir faaliyete engel olabileceklerdir. İkincisi, devlet adına girişilmiş yükümlülükler ve sürdürülen aktiviteler hakkında zamanında güvenilir, kapsamlı, anlaşılabilir ve uluslararası karşılaştırmalara elverişli niteliklere haiz bilgiye kamunun ulaşabilmesidir. Bilginin güvenilirliğinin sağlanması için bir dış denetim organı tarafından denetlenmesi de mali saydamlığın temel unsurlarındandır. Performans saydamlığı ise nihai mal ve hizmet sunumunda etkinliğin (yani mümkün olan en az maliyetle sunulup sunulmadığının veya amaçlanan toplumsal hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığının) değerlendirilmesine yarayan veya bu değerlendirmeyi kolaylaştıran bilgilerin sunulmasıdır (Atiyas ve Sayın, 2000: 51). Performans saydamlığının sağlanabilmesi için, hükümetlerin, merkezi kuruluşların, bakanlıkların ve kuruluşların ex-ante ve ex-post raporlamalar yapması gerekir. Ex-ante raporlamalar harcama öncesi söz konusu kurum ve kuruluşların neler yapacağını ortaya koymaya yarar. Ex-post raporlamalar ise faaliyet sonuçlarını gösterir. Mali saydamlığın sağlanmasıyla hükümetin politikaları ve uygulamaları hakkında bilgi sahibi olan ilgililer (vatandaşlar), performans saydamlığı ile politika uygulamalarının gerçekleştirilme derecelerinin görülebilmesi ve kamuoyu denetimini gerçekleştirerek bütçe hakkının kullanımı imkanına sahip olurlar. 73 Yukarda kısaca bahsedilen saydamlık ilkesi, çağdaş kamu yönetiminin getirdiği yeniliklerin başında gelmekte ve hesap verebilirlik ilkesinin de temelini oluşturmaktadır. Mali saydamlık, ülkemizde ilk defa yasa düzeyinde 5018 sayılı KMYKK ile tanımlanmıştır. Kanunun “Kamu Kaynağının Kullanılmasının Genel Esasları” başlıklı Üçüncü Bölümünde “Mali Saydamlık” ve “Hesap Verme Sorumluluğu” açıklanmıştır. Kanunda mali saydamlık, kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında denetimin sağlanması amacıyla kamuoyunun zamanında bilgilendirilmesi şeklinde tanımlanmış ve kamu hesaplarının standart bir muhasebe sistemi ve genel kabul görmüş muhasebe prensiplerine uygun bir muhasebe düzenine göre oluşturulmasının mali saydamlığı sağlamada zorunlu bir unsur olduğu belirtilmiştir. Saydamlık, devletin hesap verme sorumluluğunu sağlayan en önemli araçlardan biridir. Saydam bir mali sistem, iktidardakiler tarafından kamu kaynaklarının nasıl ve hangi amaca yönelik olarak kullanıldığı ve bu kullanımın ne tür sonuçlar yarattığı konusunda gerekli bilgileri vatandaşlara sunar ve buna bağlı olarak saydam bir mali sistem, kamu hiyerarşisi içinde kimin hangi tür sonuçlardan sorumlu olduğu, yani kamu içinde sorumluluk dağılımı konusunda da vatandaşları bilgilendirir, aynı zamanda idarenin davranışlarını da etkiler. Saydamlık, kamusal kaynakların dağılımında etkinliğin ve verimliliğin sağlanmasını özendirir ve kamu yönetimini yetkinleştirir. Kamuoyuna açık stratejik planların, yıllık performans programlarının ve faaliyet raporlarının kamu idarelerince yayımlanması, kamuoyunun kamu idarelerinin faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olmasını sağlayacaktır. Bu suretle vergi ödeyenler vergilerin nereye harcandığını görebilecek, hizmetten yararlananlar ise hizmet kalitesi ile yapılan harcamaları karşılaştırma şansına sahip olabilecektir. Ayrıca basın ve sivil toplum kuruluşları, bu belgeleri izleyerek toplumun genel çıkarlarına hizmet etmeyen konulara müdahale etme şansını elde edecektir. Bu suretle kamu idarelerinin kaynakları daha dikkatli ve toplum yararına kullanması yani etkili, ekonomik ve verimli kullanması sağlanacaktır. Ayrıca performans 74 hedeflerinin kamuoyuna duyurulması, idareleri ve yöneticileri bu hedeflere ulaşmaya yöneltecek güçlü bir etken olacaktır. Mali saydamlık sayesinde vatandaşın devlete olan güveni artar. Çünkü devletin ürüttüğü işlemlerden ve uygulamalardan haberdar olur. Vatandaşın kamuyu daha iyi takip edebilmesi, siyasetçilerin ve bürokratların davranışlarında kamu yararını gözetmelerini teşvik ederek, kamusal kaynakların kullanımında etkinliğin ve verimliliğin sağlanmasını özendirir ve kamu yönetimini sağlıklı bir yapıya kavuşturur. Saydam bir sistemde devlet, belirli kurallar koyar ve halkı da bu kurallara uyacağına inandırır. Bu şekilde halkın güvenini kazanmış olur. Aksi bir durum mevcut olduğunda ise gerek devlet gerekse toplum üzerinde çok ağır maliyetler ortaya çıkar. Devlette denetim ve kontrol sistemini zayıflarsa yolsuzluk ve israf artar, bu sebeple kamuda hizmet sunumunda etkinlik azalır. Bunun sonucu olarak da kamuda hizmet maliyetleri artar ve devletin asıl görevlerini yerine getirmesi için gereken mali kaynağı bulması zorlaşır. Akabinde kamu yararına politika üretmek zorlaşır ve devlet toplumdan kopuk, denetlenemeyen ve güvenilmez bir kurum haline gelir. Saydam bir mali sistemde kamu hizmetlerinin maliyetinin takibi kolay olacağından kurumun bu hizmetlerin sunumunda kaynak israfı yapıp yapmadığı da izlenebilecektir. İsrafın yüksek olması halinde ise hizmetin sunulma biçimi değiştirilebilir. Bunun sonucu olarak vatandaş kamuyu denetleyebileceğinden kamunun kaynakları verimli ve etkin kullanması yönünde baskı oluşacaktır. Zaten 5018 sayılı Kanun etkinlik ve verimlilik üzerine oturtulmuştur. Saydamlık eksikliğinin hem devlet hem de vatandaşlar üzerine yüklediği maliyetler vardır. Devlete güven azaldığından devletin borçlanma maliyeti yükselir, ödemek zorunda olduğu risk primi artar. Devletin iç işleyişinde bilgi akışının azalması kontrolleri zayıflatır, israf ve yolsuzluğu arttırır. Kamu hizmetlerinin sunumunda etkinlik azalır, etkinlikte iyileşme yapmak zorlaşır. Hizmet maliyetlerinin artması, devletin asli görevlerini yerine getirmesi için gerekli finansmanı bulmasını zorlaştırır ve devlet hesabını bilemez hale gelir. Kamu yararına politika üretmek zorlaşır ve devlet toplumdan kopuk ve denetlenemez bir güç haline 75 gelir. Vatandaşların devlete güveni azalır. Saydam olmayan mali yönetim, ekonomik istikrarsızlığın yanı sıra politik ve mali istikrarsızlığa yol açabilir, verimliliği azaltır ve eşitsizliği arttırır. Mali saydamlık konusuna özel bir önem atfeden IMF de mali saydamlığın, iyi yönetişim hedefine en büyük katkıyı yapacağına inanmakta ve bunun mali politikaların oluşturulması ve sonuçları hakkında kamuoyunda daha yetkin tartışmalara neden olacağını, hükümetleri mali politikaların uygulanması konusunda daha sorumlu kılacağını ve bu nedenlerle makroekonomik politika ve tercihlerin kamuoyunca daha iyi anlaşılacağını ve inanırlılığının güçleneceğini düşünmektedir. Özetle, saydamlık kamuoyunun kaynakların nasıl kullanıldığını izleyebilmesini sağlamaktadır. Milletin devleti daha iyi izleyebilmesi, politikaların ve bürokratların kamu yararına daha uygun davranmalarını teşvik ederek, kamusal kaynakların dağılımında etkinliğin ve verimliliğin sağlanmasını özendirmekte ve kamu yönetimini yetkinleştirmekte böylece, kamuoyu baskısı yaratarak etkin ve kaliteli hizmet sunumu özendirmektedir. 3.3.4.4. Raporlama Yeni kamu yönetim sisteminin önemli araçlarından biri olan faaliyet raporları kamu idarelerinin kullandığı araçlar ile amaç ve hedeflere ulaşıp ulaşmadığının gösterilmesi açısından çok önemlidir. Kamu mali yönetim sistemimizi yeniden yapılandıran 5018 sayılı KMYKK’da, kamu kaynaklarını stratejik önceliklere göre ve rasyonel bir şekilde dağıtmak ve kullanmak, yürütülen faaliyetlerin ve sunulan hizmetlerin sonuçlarını izlemek, değerlendirmek ve hesap verme sorumluluğuna dayalı yönetim anlayışının bir gereği olarak raporlamak temel unsurlar olarak ortaya çıkmıştır. Yürütme organının faaliyet sonuçları konusunda kamuoyunu ve yasama organını bilgilendirme vasıtasıyla kamuda mali saydamlığı sağlamaya yönelik olarak 5018 sayılı Kanunda faaliyet raporları adı altında 41. maddede gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Maddede, mali şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesini hayata geçirmek amacıyla üst yöneticilerin ve bütçeyle ödenek tahsis edilen harcama yetkililerinin, idari sorumlulukları çerçevesinde her yıl faaliyet raporları düzenlemeleri ve bu 76 raporların, stratejik planlama ve performans programları uyarınca yürütülen faaliyetleri, belirlenmiş performans göstergelerine göre hedef ve gerçekleşme durumu ile meydana gelen sapmaların nedenlerini açıklayacak şekilde hazırlanması hüküm altına alınmıştır. Böylelikle üst yöneticiler kendi faaliyetlerini düzenli olarak raporlayıp kamuoyuna duyuracaklardır. Kanunun 41. maddesinde faaliyet raporları şu şekilde açıklanmıştır: “Üst yöneticiler ve bütçeyle ödenek tahsis edilen harcama yetkililerince, hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, her yıl faaliyet raporu hazırlanır. Üst yönetici, harcama yetkilileri tarafından hazırlanan birim faaliyet raporlarını esas alarak, idaresinin faaliyet sonuçlarını gösteren idare faaliyet raporunu düzenleyerek kamuoyuna açıklar. Mahallî idarelerce hazırlanan idare faaliyet raporlarının birer örneği Sayıştay ve İçişleri Bakanlığına gönderilir. İçişleri Bakanlığı, bu raporları esas alarak kendi değerlendirmelerini de içeren mahallî idareler genel faaliyet raporunu hazırlar ve kamuoyuna açıklar. Raporun birer örneği Sayıştaya ve Maliye Bakanlığına gönderilir. Merkezî yönetim kapsamındaki idareler ile sosyal güvenlik kurumlarının bir malî yıldaki faaliyet sonuçları, Maliye Bakanlığınca hazırlanacak genel faaliyet raporunda gösterilir. Bu raporda, mahallî idarelerin malî yapılarına ilişkin genel değerlendirmelere de yer verilir. Maliye Bakanlığı, genel faaliyet raporunu kamuoyuna açıklar ve bir örneğini Sayıştaya gönderir. Sayıştay, mahallî idarelerin raporları hariç idare faaliyet raporlarını, mahallî idareler genel faaliyet raporunu ve genel faaliyet raporunu, dış denetim sonuçlarını dikkate alarak görüşlerini de belirtmek suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu raporlar ve değerlendirmeler çerçevesinde, kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına ilişkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüşür. Bu görüşmelere üst yönetici veya görevlendireceği yardımcısının ilgili bakanla birlikte katılması zorunludur.” Kamuoyunun bilgi sahibi olmasını sağlayarak kamuda hesap verme sorumluluğuna dayalı yönetim anlayışının geliştirilmesine hizmet eden faaliyet 77 raporları, sonuç odaklı hizmet sunumunu ve izlenebilirliği hem teşvik etmekte hem de zorunlu hale getirmektedir. Buradaki bilgilendirme sorumluluğu, bir tür yönetsel hesap verme sorumluluğudur. Bu mekanizma sayesinde kamu hizmetlerini yürütmekle yükümlü olanların daha fazla sorumluluk almaları sağlanmaktadır. Kamu hizmetlerinde sonuç odaklı çalışmalara kamu hizmetinden yararlananların ödedikleri vergilerin nasıl kullanıldığını ve kamu idarelerinin performansları konusunda bilgi sahibi olmalarına ve yasama denetiminin güçlendirilmesine katkıda bulunmaları amaçlanmıştır. Performansları bu şekilde değerlendirilen kamu idareleri de sürekli gelişme, yeni gelişmelere göre kendini yenileme, hizmet kalitesi, etkinliği ve çeşitliliğinin artırılması konusunda kendilerini baskı altında hissedecekler. Sonuçta bu da daha verimli, kaliteli ve ihtiyaca yönelik hizmet üretme olarak hizmet sunumuna yansıyacaktır. 3.3.4.5. Denetim Kamu harcamaları, devletin toplumsal nitelikli ihtiyaçları karşılamak için üretmiş olduğu veya satın aldığı kamusal hizmetleri karşılama için yaptığı harcamalardır. Kamu harcamalarının denetimi iki nedene bağlı olarak gereklilik arz etmektedir. Bu nedenlerden ilki; üretilen kamusal hizmetlerin toplumun tercihlerini karşılayıp karşılamadığının denetlenmesi gerekliliğidir. Diğeri ise gerek kamusal kaynak temini için yararlanılan finansman yöntemleri gerekse bu kaynakların harcanma şekillerinin ortaya çıkardığı sonuçların denetlenmesi zorunluluğudur. Denetim genel bir ifade ile kamu kurum ve kuruluşlarının faaliyet ve işlemlerinde hataların önlenmesine yardımcı olmak, çalışanların ve kuruluşların gelişmesine, yönetim ve kontrol sistemlerinin geçerli, güvenilir ve tutarlı hale gelmesine rehberlik etmek amacıyla; hizmetlerin süreç ve sonuçlarını mevzuata, önceden belirlenmiş amaç ve hedeflere, performans ölçütlerine ve kalite standartlarına göre; tarafsız olarak analiz etmek, karşılaştırmak ve ölçmek; kanıtlara dayalı olarak değerlendirmek, elde edilen sonuçları rapor haline getirerek ilgililere duyurmak şeklinde tanımlanabilir. 78 Kamu yönetiminde sağlıklı bir denetim sisteminin olması, yolsuzluklardan arınmış, etkili ve verimli bir çalışma düzeni içinde iyi işleyen bir yönetime kavuşmanın temel koşullardandır. Kamu yönetiminde başlatılan dönüşümün önemli ayaklarından birisini oluşturan 5018 sayılı KMYKK, kamu mali yönetimi ve denetimi olgusunu yeni baştan düzenlemekte, ilkelerini yeniden belirlemekte, denetleme ilkelerini ve denetçileri yeni ilkeler etrafında yeniden örgütlemektedir. Bu bağlamda köklü, hatta cüretkar düzenlemeler önerdiği yorumları yapılmaktadır. Böylece 5018 sayılı kanunla, rutin olarak yapılan denetim, denetimin ruhuna uygun olarak daha ayrıntılı ve fonksiyonel hale getirilmiş, kamusal hizmette etkinlik ve verimlilik bazlı düzenlemeler amaçlanmış, denetçilere verilen görevlerde artışlar olmuş, yeni denetim birimleri kurulmuştur. Denetim konusunda “İç Kontrol”, “İç Denetim” ve “Dış Denetim” ayrımını yapmak yerinde olacaktır. Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda iç kontrol “Kamu idarelerinin malî işlem ve faaliyetlerine ilişkin tüm gelir, gider, varlık ve yükümlülüklerinin amacına ve mevzuatına uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi için uygulanan malî yönetim, harcama öncesi kontrol ile harcama sonrası iç denetim faaliyetleridir” şeklinde tanımlanmıştır. İç denetim, “Kamu idaresinin çalışmalarına değer katmak ve geliştirmek için kaynakların ekonomiklik, etkililik ve verimlilik esaslarına göre yönetilip yönetilmediğini değerlendirmek ve rehberlik yapmak amacıyla yapılan bağımsız ve nesnel güvence sağlayan danışmanlık faaliyetidir” şeklinde tanımlanmıştır. Buna karşılık dış denetimin ise Sayıştay tarafından harcama sonrası yapılacağı ve bunun amacının da; genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, yönetimin mali faaliyet, karar ve işlemlerinin; kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenmesi ve sonuçlarının TBMM’ye raporlanması olduğu ifade edilmiştir. Dış denetim esasında, faaliyet sonuçlarının dışarıdan bir kurum tarafından değerlendirilmesidir. Dış denetim kurumu Sayıştaydır. Sayıştay Kanun Tasarısı Taslağında Sayıştayın “Düzenlilik” ve “Performans” denetimi yapması öngörülmektedir. Düzenlilik denetimi, “Mali Denetim” ve “Uygunluk Denetimini” kapsamaktadır. Mali denetim, mali tablo ve raporların güvenilirliği ve doğruluğuna 79 ilişkin denetimdir. Uygunluk denetimi ise, mali işlemlerin mevzuata uygunluğunun denetimidir. 2005 yılında kabul edilen 5436 sayılı Kanunla, 5018 sayılı Kanunda değişiklikler yapılmıştır. 5436 sayılı Kanunla, 5018 sayılı Kanunda geçen bazı ifadelerde teknik düzeltmeler yapılmış, iç kontrol sistemi yeniden tanımlanarak daha kapsayıcı hale getirilmiş, harcamaların gerçekleştirilmesinde işlem süreçlerinin hızlandırılması ve etkinliğin artırılması için malî kontrol yetkilisi sistemden çıkarılarak, ön malî kontrol fonksiyonunun malî hizmetler biriminde ve harcama birimlerinde gerçekleştirilmesi sağlanmış ve bu çerçevede malî hizmetler biriminin görev, yetki ve sorumlulukları yeniden düzenlenmiştir. Kanunda iç denetim ile ilgili olarak yapılan ilk düzenlemede iç denetim “nesnel güvence sağlayan danışmanlık faaliyeti” olarak tanımlanırken 5436 sayılı Kanunla anılan maddede yapılan değişiklikle iç denetim nesnel güvence sağlama ve danışmanlık faaliyeti olarak yeniden tanımlanmıştır. Yapılan bu değişiklikle beraber güvence sağlama ve danışmanlık fonksiyonlarının birbirinden ayrı olarak belirtildiği uluslararası tanımlamalarla paralellik sağlanmıştır. Bu değişiklik, aynı zamanda iç denetimin tamamen danışmanlık faaliyetinden ibaret olduğu noktasındaki zihinlerde oluşan yanlış kanının da silinmesi açısından önemli bir adım oluşturmuştur. Şöyle ki, artık iç denetim hem güvence sağlayan hem de danışmanlık faaliyetini bünyesinde barındıran bir kavram olarak tanımlanarak modern anlamda iç denetim olgusunun yakalanmasında daha sağlıklı bir şekilde ifade edilebilmiştir (Korkmaz, 2007: 10). İç denetim esasında, örgüt bünyesindeki bağımsız bir değerlendirme olup, iç kontrol sisteminin etkililiğini ölçmek ve değerlendirmek suretiyle yönetime hizmet sağlamak şeklinde faaliyet göstermektedir. İç denetim, kuruluşa yönelik bir hizmet olarak o kuruluşun faaliyetlerini incelemek ve değerlendirmek amacıyla kuruluşun bünyesinde oluşturulan bağımsız bir değerlendirme fonksiyonudur. İç denetimin hedefi, kuruluşun sorumluluklarının etkin olarak yerine getirilmesinde, kuruluş mensuplarına yardımcı olmaktır. Sonuçta iç denetim, kuruluşun elemanlarına gözden geçirilen faaliyetlerle ilgili analizler, değerlendirmeler, tavsiyeler, görüşler ve bilgiler 80 sağlamaktadır. Amaç, uygun maliyetle etkili kontrolün geliştirilmesidir. İç denetim elemanları ise, kuruluşun iç kontrol sisteminin etkinliği ve yeterliliği ile performans kalitesi hakkında yönetime bilgi sağlanması şeklinde iki çeşit sorumluluk üstlenmektedirler. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, daha önce özel sektörün başarıyla uyguladığı iç denetim sistemini kamu sektörüne taşımakta ve yukarıda belirtilen düzenlemeleri bünyesinde barındırarak şu ana kadar varolan denetim anlayışımızda köklü değişiklikler getirmektedir (Korkmaz, 2007: 14). Dış denetim konusunda ise bir önceki 1050 sayılı Kanundan farklı olarak, 5018 sayılı KMYKK’da Sayıştayın harcama öncesi vize uygulaması kaldırılmış, yerine harcama sonrası denetimi getirilmiştir. Kanunla, Sayıştay tarafından yapılacak harcama sonrası dış denetimin amacı, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, yönetimin mali faaliyet, karar ve işlemlerinin; kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenmesi ve sonuçlarının TBMM’ye raporlanmasıdır. Burada göze çarpan husus dış denetimin sadece hukuka uygunlukla sınırlı olmadığı, aynı zamanda harcamaların kurumsal amaç ve hedeflere uygunluğunun yani kurumsal performansın da dış denetime konu olduğudur. Kanunda Sayıştay tarafından yapılacak dış denetim, mali denetim, uygunluk denetimi ve performans denetimini içermektedir. Mali denetim, kamu idaresi hesapları ve bunlara ilişkin belgeler esas alınarak mali tabloların güvenilirliği ve doğruluğunun, uygunluk denetimi, kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin mali işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygunluğunun denetimi, performans denetimi ise, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi, faaliyet sonuçlarının ölçülmesi ve performans bakımından değerlendirilmesi olarak tanımlanabilir. Kamu kaynaklarının dürüst ve rasyonel kullanımında birincil sorumluluk bakanların ve kurumların üst yöneticilerinindir. Sayıştay, yönetimin bu temel sorumluluğu yerine getirirken yaptığı aksaklıkları ve noksanları yasama organına raporlayarak hesap verme sürecine katkıda bulunmaktadır. Hesap verme anlayışı, denetimin kapsamını, amaçlarını ve uygulama tarzını da ayrıca biçimlendirmektedir. 81 Aynı zamanda hükümetin kamu fonlarının vekilharçlığı konusunda ve yükümlülüklerini yerine getirmede Parlamentoya hesap verme mecburiyeti de vardır. Sayıştayların bu ilişkiye eklenen rolü, hükümetin performansını yakından inceleme görevinde Parlamentoya yardımcı olmaktır. Sayıştaylar kendilerine verilen bu görevi denetimler yaparak yerine getirir. Dış denetim kurumu olarak Sayıştay, kamu faaliyetlerinin bağımsız denetimini yaparak kamuda hesap verme sorumluluğunun yerine getirilmesinde yardımcı olmaktadır. Hükümetin performansını etkin bir biçimde değerlendirmek ve hükümetin parlamentoya verdiği bilgilerin, parlamentonun verdiği yetkiye uygun, faaliyetlerin sonuçlarını doğru bir şekilde yansıttığından ve atanmış yöneticilerin Hükümetin belirlediği politikaları en etkin şekilde yerine getirdiklerinden emin olmak için parlamenterlerin bu bilgiler hakkında yansız bir değerlendirmeye ihtiyacı vardır. Sayıştay hem parlamentonun hem de Hükümetin kamu kurumlarının performansı hakkında objektif bilgi ihtiyacını karşılayacak olan bağımsız bir yüksek denetim kurumudur. Hesap verme sorumluluğunu, geçmişte sadece hata bulup suçlama yapma olarak ön plana çıkarmış olan Sayıştaylar, bu tavırlarını şimdi yersiz bulmakta; hesap verme sorumluluğu gelecekte kurum ve kuruluşların performansını iyileştirici bir araç olarak kullanılabilme rolünü güçlendirmek gerektiğini dile getirmektedirler. Kamu kaynakları dolayısıyla hesap verme sorumluluğu, yönetim süreçlerinde son derecede önem taşımaktadır. Yasa koyucular, diğer devlet görevlileri ve yurttaşlar kamu kaynaklarının gerektiği şekilde yönetilip yönetilmediğini ve yasalara ve yönetmeliklere uygun kullanılıp kullanılmadığını, devlet programlarının amaçlarına ve arzulanan sonuçlara ulaşıp ulaşmadığını ve kamu hizmetlerinin verimli, ekonomik ve etkili şekilde sağlanıp sağlanmadığını bilme ihtiyacındadırlar. Bu nedenle yöneticiler, yasama organlarına ve yurttaşlara karşı hesap vermekle sorumludurlar. Bu bağlamda mali denetim, uygunluk denetimi ve performans denetimini kapsayan dış denetim ve iç denetim, kamusal faaliyetlerin başarısı, kamu kaynaklarının kullanımı ve hizmetlerin etkin, ekonomik ve verimli sunumu bakımından idarelerin hesap verebilirliğine katkıda bulunmaktadır. 3.3.4.6. Diğer düzenlemeler 82 5018 sayılı Kanunda yukarıda bahsedilen düzenlemelerin yanında kamu hizmetlerinin sürekli, etkin ve verimli olarak sunumuna yönelik yapılan diğer düzenlemeler şunlardır: 1050 sayılı Kanunda da düzenlenen ertesi yıllara geçici yüklenme ve gelecek yıllara yaygın yüklenmeler 5018 sayılı Kanunda da yer bulmuştur. 5018 sayılı Kanunda, yüklenme kavramına açıklık getirilmiştir. Kanunun 26. maddesine göre, yüklenme, usulüne uygun olarak düzenlenmiş sözleşme esaslarına veya kanun hükmüne dayanılarak iş yaptırılması, mal veya hizmet alınması karşılığında geleceğe yönelik bir ödeme yükümlülüğüne girilmesi olarak tanımlanmıştır. Bütçede yeterli ödeneği bulunmayan işler için yüklenmeye girişilemeyeceği, yüklenme süresinin mali yılla sınırlı olduğu, harcama yetkililerinin, tahsis edilen ödenekler dahilinde yüklenmeye girebilecekleri, yüklenmeye girişilen tutara ait ödeneklerin saklı tutulacağı, başka iş yaptırılması, mal veya hizmet alınması için kullanılamayacağı belirtilmiştir. Kanunun gelecek yıllara yaygın yüklenmeler başlıklı 28. maddesinde; “Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdareleri, bir mali yıl içinde tamamlanması mümkün olmayan yatırım projeleri için gelecek yıllara yaygın yüklenmeye girişebileceklerdir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Stratejik Hedef Planında yer alan projelerle ilgili gelecek yıllara yaygın yüklenmelere girişmeye, ilgisine göre Milli Savunma Bakanlığı veya İçişleri Bakanlığı yetkilidir. Dışişleri Bakanlığında, Maliye Bakanlığının uygun görüşünü almak kaydıyla, yabancı ülkelerde dış temsilcilik binası veya arsa satın alınması, bina yaptırılması veya kiralanması için gelecek yıllara yaygın yüklenmelere girişilebilir”. 5436 sayılı Kanunun 10. maddesinin b/4 fıkrası ile eklenen fıkra ile, “Yılı bütçesinde ödeneğin bulunması ve Maliye Bakanlığının uygun görüşünün alınması kaydıyla, satın alma suretiyle edinilmesi ekonomik olmayan her türlü makineteçhizat, cihazlar ve taşıtlar ile yangınla mücadele amacıyla hava ve deniz araçlarının kiralanması, aşı ve anti serum alımı, orman ağaçlandırma ve amenajman işleri için süresi üç yılı geçmemek üzere üst yöneticinin onayıyla gelecek yıllara yaygın yüklenmeye girişilebilir”, hükümleri yer almıştır. 83 1050 sayılı Kanuna göre gelecek yıllara yaygın yüklenme, kanun çıkarılarak yapılmakta iken, yeni düzenleme bu durumu ortadan kaldırmış, böylece gelecek yıllara yaygın yüklenmelerin kapsamı da genişletilmiş ve hizmetlerin sunumunda esneklik ve kolaylık sağlanmıştır. Öte yandan hizmet sunumu üzerindeki bu olumlu etkisine rağmen, gelecek yıllara yaygın yüklenmelerin kapsamının genişletilmesinin, bütçe dengelerini bozabileceği ve yapılacak ihalelerde rekabeti engelleyebileceği unutulmamalıdır. 5018 sayılı Kanunda kamu hizmetlerinin sunumuna katkıda bulunan diğer bir düzenleme, Maliye Bakanlığı ve Sayıştay tarafından yapılan vize ve tescil işlemlerinin kaldırılmasıdır. Kanunla, 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu’nda harcama öncesinde Maliye Bakanlığı tarafından yürütülmekte olan taahhüt ve sözleşme tasarılarının vize işlemi kaldırılmıştır. Bu kapsamda, Sayıştay tarafından yürütülmekte olan ödenek kullanımına ilişkin vize işlemi ile taahhüt ve sözleşmelerin tescil edilmesi işlemine 2005 yılından itibaren son verilmiştir. Bunun sonucunda harcamalar, giderler daha hızlı bir şekilde gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Önceki uygulamada harcama için merkezinde onayı gerekirken, yeni mali yönetim yasası ile kendisine ödenek tahsis edilen her bir harcama biriminin üst yöneticisinin harcama yetkilisi olması da belli tavan aralıklarındaki harcamalarda adem-i merkeziyetçi bir yapı oluşturmuştur. Bu sayede idareler uzun süren bürokratik işlemlerden, kırtasiye giderlerinden kurtulmuştur. Kamu mali yapısı bir esnekliğe kavuşmuş işlerin yürütülmesi daha etkin ve hızlı bir hale gelmiştir. Böylece harcama öncesi kontroller azaltılmak suretiyle kamu hizmetlerinin hızlı bir şekilde sunulması için gerekli ortam hazırlanmış olmaktadır. 3.4. 5018 SAYILI KANUN VE YÖNETİŞİM İLKELERİ BAĞLAMINDA KAMU HİZMETLERİNİN DEĞİŞEN SUNUMU Günümüzde kamu hizmeti anlayışında yaşanan dönüşümler sunucu önem kazanan nokta, hizmetlerini sunan kuruluşların yer aldığı ölçek veya sektör değil, sunulan hizmetlerin kalitesi, performans düzeyi ve verimliliği olmaktadır. Bu 84 bağlamda kamu yönetimleri de bireyselleşme (vatandaş odaklılık), esnekleşme, yerelleşme, merkezden çevreye yayılma yönündeki taleplere uygun bir yapıya dönüşmekte ve bu yönde çalışmalar yapmaktadır. Bu kapsamda (Karataş, 2007: 89); Merkeziyetçi bir yapılanmadan ziyade, daha esnek olan ve bu yüzden değişen şartlara ve vatandaşların beklentilerine daha hızlı yanıt verebilen, yeniliğe daha açık olan adem-i merkeziyetçi yapılara ağırlık verilen, Vatandaşların kamu hizmetlerinin belirlenmesi ve sunulması sürecinde karar alma mekanizmasına katılımına imkan veren, bu sayede devleti tek karar verici merci olmaktan çıkaran, sivil toplum kuruluşları ve özel sektörün sesine kulak veren, böylece çok aktörlü, kendisi yapmaktan çok toplumdaki kurumları yapabilir kılan, hiyerarşik basamakların olabildiğince azaltıldığı, karşılıklı etkileşime dayanan yönetişimci bir anlayışın tesis edildiği, Yönetim kademeleri azaltılarak karar verenlerle kararı uygulayanlar arasındaki mesafeyi azaltan, bu suretle vatandaş taleplerini daha sağlıklı bir biçimde algılayıp karşılayabilen, Tepkisel ve geçmiş yönelimli bir anlayıştan, sorunları ortaya çıkmadan önce önlemeye dönük proaktif ve gelecek yönelimli bir anlayışa sahip olan, Müşteri kimliği ile vatandaşın merkeze alındığı müşteri (vatandaş) odaklı bir anlayıştan hareketle, vatandaşın kamu hizmetlerinin zamanında yerine getirilmesini ve bunların beklentilerine uygun ve kaliteli olmasını kamu yönetiminden talep edebildiği, Kaliteyi bir yaşam biçimi olarak algılayan ve tüm iş süreçlerini bu anlayışla biçimlendiren, Yönetimin geleceğe yönelik stratejiler belirlediği ve bu stratejileri uygulamaya geçirebildiği, 85 Bilim ve teknolojideki gelişmeleri yakından takip eden, daha hızlı ve ucuz hizmet sunma adına bu gelişmelerden yararlanabilen (e-devleti esas alan), Personelin neyi nasıl yaptığını, iş tanımlarına ve performans standartlarına ne ölçüde ulaşılabildiğini çağdaş performans ölçme yöntemleri ile değerlendiren, Açık ve net bir misyona ve bu misyona ulaşmak için iyi bir vizyona sahip olan, Hem kamu kuruluşlarıyla hem de özel sektörde benzer fonksiyonları gören birimlerle rekabet eden, bu sayede daha düşük maliyetli ve de kaliteli mal ve hizmet üretebilen, Girdi odaklı olmaktan sonuç ve hedef odaklı olmaya, kendine odaklı olmaktan vatandaş odaklı olmaya yönelen, bir kamu yönetimi profili (zihniyeti ve anlayışı) ortaya çıkmaktadır. Bu yeni anlayış içinde, 21 inci yüzyılda kamu yönetimi; saydam, katılımcı, hesap verebilir, etkili ve verimli, vatandaş odaklı, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, belirsizliği ve ayrımcılığı azaltacak şekilde hukuka dayalı, esnek ve süratli olmak zorundadır. Kamu yönetiminde bu yönde bir zihniyet değişimi yönetişim yaklaşımının benimsenmesiyle mümkün olmaktadır. Çünkü bu yaklaşımın kabul edildiği bir sistemde toplumdaki çeşitli aktörlerin kaynakları ve güçleri işbirliği yoluyla bir araya getirilerek kamu hizmetlerinin daha hızlı, kaliteli, etkin ve etkili bir biçimde görülmesinin sağlanabileceği kabul görmektedir (Devlet Planlama Teşkilatı, 2007). Dünyada bu gelişmeler yaşanırken Türkiye’de de kamu sektörünün, yeni yaklaşımların ve bilgi teknolojilerinin getirdiği hızlı ve etkin hizmet sunma imkanlarından kendisini alıkoyması, bu gelişmelerin dışında kendisini tutması mümkün değildir. Çünkü Türkiye’de devletin var olan hantal yapısı ile kamu hizmetlerini etkin ve verimli bir şekilde sürdürmesi mümkün değildir. Ülkemizde, dünya ekonomilerinde özellikle 1980’den sonra görülen büyük dönüşümlere uyum sağlamak amacıyla alınan 24 Ocak kararları sonucu yepyeni bir süreç başlamıştır. Bu 86 dönüşüm süreci ülkemizde kamu sektörünü daha kaliteli, daha verimli ve daha etkili hizmet sunma arayışına yöneltmiştir. Böylece, günümüzde kamu hizmetlerinin sunulmasında yönetişim yaklaşımının benimsenmesiyle sonuç odaklı olmak, kamu yöneticilerinin başarılarını, kamu faaliyeti sonucu ortaya çıkan çıktı ve sonuca göre değerlendirmek yaygın bir uygulama alanı bulmaya başlamıştır (Kesik, 2005). Bahsedilen bu dönüşüm sürecinin sonunda kamu hizmetlerinin sunumunda etkinlik ve verimliliğin sağlanması amacına yönelik olarak yapılan düzenlemelerden biri olan 5018 sayılı Kanun, esasında Türkiye’de 1980 sonrası yaşanan neo-liberal sürecin halkalarından birisidir. Kanunun mali sistemimizi, getirdiği yasal, kurumsal ve yapısal oluşumlarla küresel kapitalizmle uyumlaştıracak değişiklikler içerdiği söylenebilir. Bu kanunla neo-liberal iktisatın temel yapı taşlarından olan risk, stratejik plan, etkinlik, verimlilik, misyon, vizyon, mali disiplin, şeffaflık, faydamaliyet analizi, sistem analizi, performans kriterleri, sürdürülebilir kalkınma, çok yıllı bütçeleme gibi kavramlar mali sistemimize girmiş bulunmaktadır. 5018 sayılı Kanunla başlayan süreçte gelişen yeni kamu mali yönetim yaklaşımı; şeffaf ve hesap verebilir, kamu kaynaklarını amacına uygun olarak etkin, etkili ve ekonomik kullanabilen, stratejik yönetim anlayışına ve performansa dayalı bir çalışma prensibi benimseyen, katılımcı, esnek ve vatandaş odaklı bir kamu sektörü oluşturulmasını hedeflemektedir. 5018 Sayılı Kanun ekonomik performansın arttırılmasına yönelik olarak hayata geçirilen en önemli uygulamalardan biridir. Böylelikle, kamu mali yönetiminde disiplinin sağlanması, kamu mali kaynaklarının etkin ve verimli bir şekilde kullanılması, mali saydamlık ilkesi çerçevesinde kamuoyunun bilgilendirilmesi çalışmaları uygulanmaya başlanmıştır. Yapılan bu düzenlemelerin temelinde performansa dayalılık yer almaktadır. Getirilen düzenlemeler ile esas olarak kamu mali yönetiminde disiplin ve etkinlik oluşturulması amaçlanmaktadır (Öz ve Kaplan, 2005: 245). Kamu kaynaklarının etkin kullanımı ise, kamu hizmet sunumunda kaliteyi ve etkinliği arttırmaya yardımcı olmaktadır. Düzenlemelerin kamuda verimlik ve etkinlik anlamında kendisinden beklenen sonucu vermesi ise, sitemin iyi işletilmesine bağlı olacaktır (Toprak, 2008: 314). 87 Kanunda kamu maliyesinin temel ilkeleri sayılmıştır. Buna göre; kamu maliyesi kamu görevlilerinin hesap verebilmelerini sağlayacak şekilde uygulanır. Maliye politikası makroekonomik ve sosyal hedefler ile uyumlu bir şekilde oluşturulur ve yürütülür. Kamu mali yönetimi ekonomik, mali ve sosyal etkinliği birlikte sağlayacak şekilde yürütülür. Kamu maliyesinde etkin gelir elde edilmesi ve harcama yapılması için gerekli analiz yöntemleri (fayda-maliyet, fayda-etkinlik, vs) kullanılır (Akbey, 2005). Burada dikkat çeken bir husus ekonomik etkinliğin yanı sıra sosyal etkinliğin de vurgulandığıdır. Ancak, burada sosyal etkinlik vurgusunda dikkat edilmesi gereken durum devletin sosyal devlet olarak değil düzenleyici devlet olarak sosyal refahı etkinleştireceğidir (Öz ve Kaplan, 2005: 246). Bu durum kanunun liberal bir anlayışla hazırlanmasının ve yönetişim yaklaşımının benimsenmesinin bir sonucudur. Özetle 5018 sayılı Kanun ile kamu kaynaklarının etkin kullanılarak kamu hizmetlerinin sunumunda etkinlik ve verimliliğin sağlanmaya çalışıldığını söylemek mümkündür. Sonuç olarak ülkemizde yönetişim yaklaşımı ve bu yaklaşımın ilkelerini benimseyen 5018 sayılı kanun ile kamu hizmetlerinin ilkelerinde ve sunumunda bir dönüşümün yaşandığını söylemek mümkündür. Bu dönüşüm sürecinde kamu hizmet sunumunda özelleştirmeler, kamu özel ortaklıkları, bağımsız düzenleyici kurumlar, e-devlet uygulamaları, yerelleşme eğilimleri, vatandaş odaklılık, performans esaslı bütçeleme uygulamaları yaygınlık kazanmıştır. Bu kapsamda çalışmada kamu hizmet sunumunda son dönemde gündemde olan vatandaş odaklılık, performans esaslı bütçeleme uygulaması ve yerelleşme eğilimleri ele alınacaktır. 3.4.1. Vatandaş/Müşteri Odaklı Hizmet Dönüşümü Günümüz modern toplumunda halkın kamu hizmeti sunan kuruluşlardan beklentileri hem sayıca artmış hem de çeşitlenmiş bulunmaktadır. Kamu yönetiminin esas ve nihai amacı vatandaşa hizmet sunmaktır. Kamu hizmeti veren kuruluşların sadece hizmeti sunması da günümüzde yeterli olmamakta bu hizmetlerin kaliteli, hızlı ve vatandaş memnuniyetini sağlayıcı olması da gerekmektedir. Bunun için toplam kalite yönetimi anlayışının en önemli felsefesi olan müşteri odaklılığının 88 kamu kuruluşlarınca da benimsenmesi ve vatandaş odaklılığa dönüştürülmesi hizmetlerin etkin ve kaliteli sunumumu açısından bir gereklilik halini almıştır (Saygılıoğlu, ve Arı, 2003: 95). Bu bağlamda sosyal adaleti özendirmek, kaliteli hizmetlere toplumun tamamı tarafından ulaşılmasını sağlamak, hukuk devleti ilkesini hayata geçirmek için güçlü, etkin ve vatandaş/müşteri odaklı bir yönetimin varlığı günümüzün olmazsa olmaz koşullarından biri olarak görülmektedir. Belirtilen bu anlayış doğrultusunda, kamu hizmetlerinde kalitenin yükseltilmesi, hizmetlerin etkinlik ve verimlilik ilkeleri çerçevesinde daha hızlı, ucuz ve amaca uygun olarak yerine getirilmesi ve böylelikle vatandaş memnuniyetinin sağlanması amaçlanmaktadır. “Vatandaş odaklı yönetim” esasında işletme yönetimindeki “müşteri odaklı yönetim” anlayışının kamuya yansımasıdır. Kamuda kemikleşmiş bir yapı olan bürokratik kültürün tahtını sallayan ve onun yerini alması hedeflenen bu yeni anlayış, teorik ve pratik olarak özel sektör yönetiminden esinlenmekte, ancak “kar amacı gütmeyen” bir kamu yönetimi yapılanmasına hitap etmesinden dolayı bağımsız bir disiplin oluşturmakta, kamu yönetiminin kendine özgü özelliklerini muhafaza eden ancak, işletme yönetiminde uygulanan müşteri odaklı yönetim anlayışının teknik ve ilkelerinden yararlanarak onları kamu yönetimi kalıbı içerisinde eriten, kar değil kamu hizmeti merkezli ancak, bunu etkin-verimli-ekonomik ve kaliteli olarak sunmaya çalışan bir nitelik arz etmektedir (Karataş, 2007:83-84). 1980’li yılların başından itibaren yönetime geçen yeni sağ iktidarlar ideolojik bir tutumla kamu yönetimini küçültmeye ve piyasaya açmaya başlamışlardır. Yönetişim adı verilen bu uygulamalarla kamu hizmetlerinin muhatabında bir değişim yaşanmıştır. Yönetişim anlayışı vatandaş odaklı yapısal bir değişimi öngörmektedir. Bu şekilde geleneksel kamu yönetimi piyasaya büyük bir güven duyan neo-liberal politikalar aracılığıyla büyük bir dönüşüm geçirmiştir. İyi yönetişimin temelinde, vatandaş odaklı yönetim vardır. Vatandaşın sadece “yönetilen” olarak görülmediği, yönetsel ve siyasal sorunlardan etkilendiklerine göre, kaybedecek değerli varlıkları olan taraf olarak algılandıkları bir ortamda iyi yönetişim gerçekleşecektir. Bu bağlamda yönetişim, yalnızca hak talep eden yurttaşlık anlayışı yerine, ödev ve sorumluluklar yüklenen bir “aktif vatandaşlık” 89 kavramına vurgu yapmaktadır. Bu anlayışta vatandaş yönetilen değil, temel karar alıcı konumundadır. Vatandaşlar, müşteri ya da hizmetlerden yararlananlar olarak yeniden tanımlanmaktadır. Aynı zamanda amaçların belirlenmesinde vatandaş odaklılık esas alınmakta, karar alma ve uygulama süreçlerinin her aşamasında katılımcılık ön planda yer almaktadır. Kore’de vatandaş odaklılık konusunda önemli çalışmalar yürüten Pan S. Kim, vatandaş odaklı yönetime gidişin çerçevesini aşağıdaki gibi çizmektedir. Şekil 3.1: Vatandaş Odaklı Yönetime Gidiş Kaynak: Toker M. C. ve Ekici B. (2003), “Vatandaş Odaklı Yönetişim ve İçişleri Bakanlığı Uygulaması.” Kamu Yönetiminde Kalite 3. Ulusal Kongresi, Ankara: TODAİE Yayını s. 9. Türkiye’nin liberal ekonomiye geçişine kadar gündemde olmayan vatandaş odaklılık, liberal ekonomiye geçişle birlikte özellikle de özel sektörün genişlemesiyle gündeme gelmiş ve kamuda uygulanıp uygulanamayacağı tartışma konusu olmaya başlamıştır. 2006 yılında yürürlüğe giren 5018 sayılı kanunun temelinde de bu anlayış yatmaktadır. Bu Kanunla birlikte getirilen hesap verebilirlik, şeffaflık, stratejik planlama ve performans esaslı bütçeleme gibi kavramlarla hedeflenen aslında kamu hizmetlerinde kaliteyi arttırarak vatandaş odaklı bir yapının tesis edilmesidir. 90 Kanunun temel kavramlarından biri olan stratejik planlama, yapısal faktörler ve kaynaklara ilişkin kararların, vatandaşa sunulan hizmeti iyileştirmeye yönelik olarak şekillendirilmesini sağlar. Kamu harcamalarına ilişkin karar alınırken, bu kararların sağlanan hizmetler üzerindeki etkilerini dikkate alır. Kamu kaynaklarının etkin, etkili ve verimli bir şekilde harcanmasını kontrol eder. Emreden devletten vatandaşa hizmet için var olan devlete geçiş elbette bir zaman gerektirir ama önemli olan bu açıdan kamu yönetiminde bir zihniyetin yerleşmesidir. Dürüst, açık, tarafsız, etkin, verimli, duyarlı ve vatandaş odaklı bir devlet anlayışı aynı zamanda günümüzde halkın devlete olan erozyona uğramış güvenini de yeniden kazandıracaktır. Bu açıdan vatandaş odaklı yönetim ilkelerinin uygulanması ve kamu hizmetlerinde de bu ilkelerin benimsenmesi devlet ve vatandaş bakımından gerçekten de kaçırılmaması gereken imkanlar sunmaktadır. İnsanların devlete değil, devletin vatandaşa ve topluma hizmet etmesi, onun hak ve özgürlüklerini güvence altına alması, devletin ve tüm kurumlarının bireyin mutluluğu ve refahı için çalışması anlayışını ortaya çıkaran vatandaş odaklı yönetim anlayışının 5018 sayılı Kanunla Türk kamu yönetiminde benimsenmeye başlanması oldukça önemlidir. Vatandaş memnuniyetinin sağlanmasına ilişkin çalışmalar kararlı, istikrarlı ve sürekli iyileştirmeyi gerektirdiğinden, uygulamada kısa süre içinde başarılı olunması zor görünmekle birlikte özellikle konunun Devlet politikası haline getirilerek uygulamaya sağlam bir alt yapı temin edilebileceği düşünülmektedir (Karataş, 2007: 90). 3.4.2. Kamu Hizmetlerinin Sunumunda Kalite Arttırma Çabaları Ve Performansa Dayalı Bütçeleme 21. yüzyılda dünyada yaşanan gelişmeler, kamu hizmetlerinin sunumundaki kaliteye ilişkin yeni talepler ve hizmet sunumunun daha etkin ve verimli olması yönündeki teorik gelişmeler, yeni yönetim anlayışları özellikle yönetişim yaklaşımları kamudaki kalite arayışlarını arttırmıştır. Yaşadığımız yüzyılda, artık kamu kurumların ayakta kalabilmeleri vatandaş/müşteri odaklı yönetim anlayışına sahip olmaları ve bu anlayışın hayata geçirilmesi ve kamu hizmetlerinde kalitenin arttırılması ile mümkün olabilecektir. 1980'lerden bu yana dünyada ve Türkiye'de geleneksel kamu yönetimi anlayışının 91 hizmet kalitesinin arttırılması, yeterli verimliliğin sağlanması gibi konularda başarısız olması, kamuda kalite arayışlarına yön vermiş ve vatandaş/müşteri odaklı yönetim anlayışına geçiş hızlanmıştır. Bu bağlamda birçok gelişmiş ülkede kamu hizmetlerinin daha etkin ve verimli olarak sunulması amacıyla kamuda kalite arttırıcı çeşitli yönetim modelleri uygulanmaya başlanmıştır. Performans esaslı bütçeleme, sahip olduğu nitelikler ve süreçler incelendiğinde, kamu yönetiminde kalite arttırıcı bir yönetim modeli olarak kabul edilmektedir. 1980’li yılların sonunda Yeni Zelanda ve Avustralya, 1990’lı yıllarda Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve 2000’li yılların başlarında ise Avusturya, Almanya ve İsviçre performans esaslı yönetime yönelik çeşitli uygulamalara başlamışlardır (Organisation for Economic Co-operation and Development, 2004). Bu amaçla ülkemizde ise 24/12/2003 tarihinde yayımlanan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile genel bir ifade biçiminde stratejik planlama ve performansa dayalı bütçeleme sistemine geçiş öngörülmüştür. Performans esaslı bütçeleme sistemi, temelde vatandaş memnuniyetini, kamu hizmetlerinin sunulmasındaki etkinlik ve verimliliği odak noktasına alan bir anlayışa sahiptir. Performans esaslı bütçeleme, kamu idarelerinin tahsis edilen kaynakla ne yapacaklarına ilişkin bilgileri gösteren bütçeleme şekli olarak tanımlanmaktadır (Diamond, 2003). Mevcut kamu yönetimlerinin çeşitli bakış açılarını harmanlayan, çıktı ölçümlerini, performans ölçümlerini, stratejik planları ve değerlendirmeleri içeren bir bütündür şeklinde de tanımlanabilmektedir (Melkers ve Willoughby, 2001: 54). Performans esaslı bütçeleme kullanılan kaynağın büyüklüğünden çok vatandaşın memnuniyetini esas alır. Kamu yöneticilerinin ne kadar harcadığı ile değil ne ölçüde hedefe ulaştığını sorgular ve hesap verme sorumluluğunu geliştirir. Bu açıdan PEB sisteminin temel hamlesi, devlet-vatandaş ilişkisinin ilerletilmesi yönündeki yapıların geliştirilmesidir. Performans ölçümlerinin kullanımı, gelişimi, kamu kurumları ile vatandaşlar (özellikle 92 performans ölçütlerine katkıda bulundukları zaman) arasında daha büyük bir iletişimin sağlanması açısından büyük bir şans ortaya çıkaracaktır. İlk uygulamaları, daha verimli ve yüksek kaliteli kamu hizmetlerini ve dolayısıyla genel olarak üretkenliği arttırmayı amaçlayan performans bütçe uygulamalarının en önemli özelliği; bütçelerde girdilerden çok nihai hedeflere konsantre olmalarıdır. Örneğin, eğitimde sınıflardaki öğrenci sayısını azaltarak kaliteyi yükseltmek, daha çok öğretmen istihdam etmekten daha önemli olmaktadır. Diğer bir yorumla hedef öğretmen sayısını arttırmak değil, sınıflarda verilen eğitimin üretken ve verimli olmasını sağlamaktır. Aynı yaklaşım, sağlıkta hastanelerde bekleme süresini kısaltmaya, adalet kurumlarında da hızlı karar vermeye yönelik hedefleri içeren uygulamalarda da görülmektedir. Performans esaslı bütçe, bütçe karar alıcılarının gücüyle, bütçedeki talepleri karşılamak için hükümetin kapasitesini güçlendirmeye yardım eder. Çünkü karar alıcılar, performans çıktılarının sonuçları üzerinde daha iyi bilgiye sahip olurlar. Performans bilgisi politika yapıcıların programların iyi koordine edilmiş amaçları gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğine dair pek çok sorusunu cevaplamaya yardımcı olur (Posner, 2003: 4). Bu sistem kamu yönetimini geliştirici bir bütçeleme sistemidir; hizmet önceliklerini ve harcamalarını sıralayabilir, bütçe müzakerelerine bilgi boyutunu ilave edebilir, hizmetin sağlanması amacına doğru, çalışanları ve yöneticileri motive edebilir, vatandaşlara hizmetin kalitesinin yükseldiğini ispat etmeye yardımcı olabilir (Kelly ve Rivenbark, 1998: 11-12). Bu bütçeleme süreci, gerek bugünkü gerekse gelecekteki harcamalara ilişkin planın hazırlanması konusunda yöneticileri mecbur tutar (Kelly ve Rivenbark, 1998: 7). Bu bağlamda Performans esaslı bütçelemeden beklentileri; etkili kaynak dağılımı ve denetim sürecinin güçlendirilmesi, hizmet kalitesinin artırılması, mali saydamlığın sağlanması olarak sıralamak mümkündür (Organisation for Economic Co-operation and Development, 2004). Bu beklentiler; mali saydamlık, hesap verebilirlilik, mali disiplin, performans yönetimi, performansa dayalı ücretlendirme, performans denetimi, kamuoyu denetimi şeklinde de ifade edilebilir (Samsun, 2003: 18). Yukarıdaki beklentiler doğrultusunda 5018 sayılı Kanunda; performans esaslı bütçelemenin üçlü bir yapıya oturtulduğu görülmektedir. Bu yapı; 93 Orta ve uzun vadeli stratejik plan ve planların yıllık uygulamalarının gösterilmesini sağlamak, Bütçeye dayanak oluşturmak amacıyla yıllık performans programı hazırlamak, Performans programı uyarınca, yürütülen faaliyetlerin sonuçlarının, performansa dayalı olarak raporlanmasını sağlamak şeklinde söylenebilir. Yani performans esaslı bütçelemenin temel unsurlarını; performans programı ve faaliyet raporu oluşturmaktadır. 94 stratejik plan, Şekil 3.2. Performans Esaslı Bütçeleme Piramidi Kaynak: Bümko (2004), Performans Esaslı Bütçeleme Rehberi (Pilot Kurumlar İçin Taslak), Aralık 2004, http://ebutce.bumko.gov.tr/proje/MaliYonetim/performans/performansb/pbutcerehber.pdf, (19.05.2010) Şekilde de görüldüğü gibi performansa dayalı bütçeleme, kamu idareleri tarafından hazırlanan stratejik planlarda yer alan misyon, vizyon, stratejik amaç ve hedeflerle uyumlu bütçelerin oluşturulmasını öngören ve kaynakların bu amaç ve hedefler doğrultusunda tahsisini ve kullanılmasını sağlayan, stratejik planlarda belirlenen performans kriterlerinin bu bütçe yapısı ile sağlanıp sağlanmadığını kontrol eden bir bütçeleme tekniği ve bütün bu süreçlerle kamu hizmetlerinin müşterisi durumundaki vatandaşların istek ve beklentilerine cevap verebilme yetisi üzerine kurulmuş bir kalite yönetim modelidir. Özellikleri itibariyle ortaya konulmuş olan kalite yönetim modelleri ile karşılaştırıldığında, PEB sisteminin söz konusu modellerle taşıdığı benzerlikler, PEB sisteminin kalite yönetim modeli olma niteliğini daha da güçlendirmektedir. 95 Dünyadaki tecrübeler kapsamında performans esaslı bütçelemenin kamu yönetimi açısından değerlendirmesi şöyle özetlenebilir: PEB, yöneticiler ile çalışanlar, parlamenterler ve diğer vatandaşlar arasındaki iletişimi güçlendirmektedir. PEB, sunulan hizmetlerin performans hedefleriyle açık bir şekilde tanımlanması, performans göstergeleri ve diğer bütçe bilgilerine yer vermesi yoluyla vatandaşların, idarenin faaliyetleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasını ve kurumların da kamuoyu ile daha fazla iletişim kurmasını sağlamaktadır. PEB, daha fazla şeffaflık ve hesap verebilirlik sağlamaktadır. Bütçenin, hükümetin belirli bir dönemde yürüteceği iş ve işlemlere ilişkin olarak yasama organına ve kamuoyuna bir taahhüdü olduğunu düşünürsek, PEB’in hükümetin “neyi” başardığının görülmesini sağlayacak bilgiyi sunduğunu söyleyebiliriz. Bu kapsamda kamuoyu, yürütülen temel faaliyetler ve başarılanların ölçüsü hakkında performans göstergeleri aracılığıyla genel bir yargıya sahip olmaktadır. Bu sistemde hükümetin performansı, yıllık performans raporlarıyla toplumun bilgisine sunulmaktadır. Böylece geleneksel bütçelemede yasa ve prosedürlere uygunluk olarak tanımlanan hesap verebilirlik, performans bütçeleme ile “neyin” başarıldığının sorgulanması yoluyla sonuç odaklı olarak değişmektedir. PEB ile kamuda gerçek bir kalite artışı sağlanabilmesi için, hesap verilebilirlik, sorumluluk, şeffaflık, katılım, sonuç odaklı çalışma, vatandaş/müşteri memnuniyetini sürecin her alanında temel amaç edinme, ölçülebilir ve kıyaslanabilir performans ölçütlerini ortaya koyma ve sonuçlarının değerlendirilmesinde yatay örgütlenme içinde hareket etme, sürekli çalışanların performans kültürlerini ve tüm çalışma sürecini geliştirme ve öğrenme amaçlı hareket eden niteliklere sahip bir kamu yönetim organizasyonu tarafından yürütülmesi gerekmektedir. Son olarak performans sonuçlarının değerlendirilmesi, sadece belirlenmiş göstergelerin gerçekleşme düzeyi ile sınırlı kalmamalıdır. Temel hedef olan 96 vatandaşların/müşterilerin istek ve beklentilerine cevap verebilme amacının, performans sonuçları itibariyle sağlanıp sağlanmadığı çeşitli araştırma yöntemleriyle ortaya konmalıdır. Performans esaslı bütçeleme sistemi bürokratik, siyasi ve toplumsal düzeyde katılımı teşvik eden, tüm sürece özellikle vatandaşları dahil eden ve bu yönde cesaretlendirici olan bir sistem olması yönünde geliştirilmelidir. Böylece kamu hizmetlerinin sunumunda kalite ve vatandaş memnuniyetini arttıracaktır. 3.4.3. Yerelleşme Eğilimleri Özellikle 1970’li yıllarda dünyada yaşanan ekonomik kriz, pek çok az gelişmiş ülkede ağır ekonomik ve siyasal bunalıma neden olurken, 1980’li yıllarda kamuda verimliliğin ve performansın düşük olduğunu ayrıca yapılanma ve işleyiş konusunda da sorunlar olduğunu öne süren neo-liberal politikalar ve bu politikalar sonucu ortaya çıkan yönetişim yaklaşımının yerinden yönetim söylemleri bu krizi atlatmak için adeta çözüm olarak görülmeye başlanmıştır. 1980’den sonra, özellikle neo-liberal politikaların savunucusu olan Dünya Bankası’nın da bir anlamda yönlendirmesiyle, büyüme ve gelişme ile ilgili sorunların, merkezi yönetim biçimiyle aşılamayacağı görüşü ağırlık kazanmış böylece, devletin işlevlerinin azaltılması, yetkilerin ve hizmetlerin yerel birimlere devredilmesi gündeme gelmiştir. Bu bağlamda devletin küçültülmesi, devletin görev ve yetkilerinin esas olarak savunma ve dış politika ile sınırlandırılmasını, bunların dışındaki kamusal tüm görev ve yetkilerin özel kesime ya da yerinden yönetim birimlerine devredilmesini ifade etmektedir (Mengi, 2007: 2-4). Evrensel tanımı ile yerel yönetimler, belirli bir coğrafi alanda (kent, köy, il vb.) yaşayan yerel topluluğun bireylerine, bir arada yaşamak nedeniyle kendilerini en çok ilgilendiren konularda hizmet üretmek amacı ile kurulan, karar organları (kimi durumlarda yürütme organları) yerel toplulukça seçilerek göreve getirilen, yasalarla belirlenmiş görevlere ve yetkilere, özel gelirlere, bütçeye ve personele sahip, merkezi yönetimle olan ilişkilerinde yönetsel özerklikten yararlanan kamu tüzel kişilikleridir. Demokratik değerler yanında, yerel yönetim kuruluşları; üstlendikleri kamu hizmetlerinin yürütülüşünde, merkezi yönetime göre etkililik ve verimliliği daha üst düzeyde gerçekleştirebilen kuruluşlar olarak da değerlendirilmektedir (Berk, 2004). Bu nedenle çok merkezi olan kamu yönetiminin 97 yerelleştirilerek kamu hizmetlerinin vatandaşın ayağına götürülmesi ve halkın yönetime katılımının artırılarak kamunun hesap verebilir hale gelmesi için yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerekmektedir. Gerçekten de yerel hizmetlerin merkezden planlanması; halkın ihtiyaç ve önceliklerinin belirlenememesi, halkın istekleri doğrultusunda etkili bir programlama yapılamaması, karar vermede ve uygulamada kırtasiyecilik, gecikme, duyarsızlık gibi idari etkinliği ve verimliliği olumsuz etkileyen sorunlara neden olabilmektedir. Buna karşın halkın gereksinmelerinin sağlıklı bir şekilde belirlenebilmesi ve bunlar arasında isabetli bir önceliklendirmenin yapılabilmesi, kuşkusuz yerel düzeyde daha olanaklıdır. Keza hizmet sunumunda hızlılık, ekonomi ve verimlilik, yerel düzeyde daha fazla gerçekleştirilebilir (Köse, 2004: 15). Bu bağlamda dünyada yaşanan gelişmeler ve anlayış değişiklikleri yerel yönetimlerin olabildiğince güçlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bir başka ifadeyle, ademi merkeziyetçiliğin yanında devletin/yönetimin yavaş yavaş iktisadi ve hizmet işletmeleri mülkiyetinden kendini geri çekmesi tartışılmaktadır. Hızla artan ve çeşitlenen kentsel ihtiyaçlar, bu ihtiyaçları kentlerde karşılamakla yükümlü olan yerel yönetimlerin daha etkin ve verimli hizmet verme zorunluluğun ortaya koymaktadır. 1992 yılında Rio de Janeiro’da yapılan Çevre ve Kalkınma Zirvesi ve 1996 yılında yapılan HABITAT II Zirveleri küresel ölçekte demokratikleşme hareketinin ve yerelleşme hareketinin önemli mihenk taşlarıdır. Rio Zirvesi’nde ortaya çıkan ve Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın bir ürünü olan Gündem 21 Belgesi küresel gündemi ortaya koyan önemli bir çerçeve doküman olmuştur. 21.Yüzyılın küresel eylem planı ve gündemi olarak da kabul edilen bu belge yönetişim anlayışının yerele taşınmasında önemli bir gelişme olarak ortaya çıkmıştır. Yönetişim modelinin temel taşlarını uluslararası düzlemde yerleştiren Gündem 21, esas olarak “sürdürülebilir kalkınma” kavramının yaşama geçirilmesine yönelik bir eylem planı olarak tasarlanmıştır (Güzelsarı, 2004: 17). Bu belge, çevre sorunları, kadın – erkek eşitliği, eşit okula gitme hakkı, ticaret kotalarının kaldırılması gibi taahhütlerin yanında yerel yönetimlerin ve sivil toplumun karar alma mekanizmalarına katılımı konularında da önemli katkılar sağlamıştır. Bu 98 küresel gündemin uygulamasını arttırmak için Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından Yerel Gündem 21 Programı oluşturulmuştur. Yerel Gündem 21 aracılığı ile ve Gündem 21 Belgesi ışığında Yerel Gündem’lerin oluşturulması teşvik edilmiştir. Bu yerel gündem vurgusu hiç kuşkusuz küresel ölçekte yerel yönetimlerin ve sivil toplumun ön plana çıkmasını ve güçlü birer aktör olmasını sağlamıştır. Bunun beklenen sonucu ise yerel demokrasinin, yerel katılımın ve aktif yurttaşlığın artması olmuştur (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı, 2009). Avrupa Birliği de 1990 ve sonrasında hızlanan Avrupa Birliği bütünleşmesi sürecinde özellikle yerel yönetimlere özel bir önem atfetmiştir. 1992 yılında yapılan ve Avrupa Birliği açısından temel teşkil eden; aynı zamanda Euro bölgesinin de oluşturulduğu Maastricht Anlaşması ile yerellik ve orantılılık ilkeleri kabul edilmiştir. Bu çerçevede yerindenlik Avrupa Birliği’nin temel ilkelerinden biri haline gelmiştir. Bu süreçte Avrupa Konseyi (Council of Europe) tarafından daha önce kabul edilen 1988 tarihli “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” Avrupa Birliği ülkeleri ve Avrupa Birliği kurumları için temel teşkil etmiştir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı çok kapsamlı bir özerklik getirdiği için etkisi çok fazla olan bir uluslararası belge olmuştur. Bugün dahi içinde barındırdığı “yerindenlik” yaklaşımı ile hem Avrupa Birliği’nin kurumsallaşmasında hem de birçok ülkenin yerinden yönetim sistemleri oluşturmasında çok büyük bir etkiye sahip olmuştur (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı, 2009). Değişen dünya koşulları karşısında kamu hizmet anlayışında yaşanan değişim de yerel yönetimlerin konumunun güçlendirilmesini gerekli kılmıştır. Kamu hizmetlerinin sağlanmasında etkinlik unsuru, yerel yönetimlerin varlık nedenlerinden birisini oluşturmaktadır. Kamusal hizmetlerin yürütülmesinde giderek önem kazanan temel ilke, bu hizmetlerin ölçek ekonomisi ve etkin kaynak kullanımı amacıyla halka en yakın yönetim birimlerince yerine getirilmesini ifade etmektedir (Berk, 2004: 49; Köse, 2004: 5). Çoğu kamusal mal ve hizmetin talebinin tüm bölgelerde aynı miktarda ve standartta olmayışı nedeniyle, büyük bir coğrafi alanda kamusal hizmetlerin aynı ölçek ve kalitede sunulması, kaynakların rasyonel olmayan kullanımını kaçınılmaz kılabilir. Dolayısıyla ölçek ekonomisinin gerekleri, yerel yönetim birimlerini kamusal hizmet sunumunda önemli aktörler konumuna getirmektedir (Köse, 2004: 30). 99 Bu çerçevede dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de toplumun değişik kesimlerinde ve değişik siyasi anlayışlar arasında, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve geliştirilmesi konusunda ortak bir anlayış doğmuştur. Bu kapsamda Türkiye 1980’den bu yana kamu yönetimini ve özellikle yerel yönetimleri yeniden yapılandırma konusunda çalışmalar yapmaktadır (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı, 2009). Merkezi idarede başlayan reform sürecinin yerel düzeyde de yansımalarının olması elbette kaçınılmazdır. Bugüne kadar Türkiye'de yerel yönetimlerde reform çalışmaları yerel yönetimlerin mali ve örgütsel yapıları, personel politikası, yönetim-vatandaş ilişkisi ve merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkisi gibi temel alanlarda yoğunlaşmış, yerel yönetimlerle ilgili mevzuatta değişiklikler yapılarak yerel yönetimlerin daha özerk duruma getirilmesine gayret edilmiştir. Ancak yerel hizmetlerin nasıl daha etkin sunulacağı ve kalitesi üzerinde çok fazla durulmamıştır. Oysa günümüzde yerel yönetimlerce sunulan hizmetler giderek daha fazla etkililik, etkinlik, kalite, tasarrufa yönelik olma, saydamlık, katılım ve halka yakınlık ölçütleri ile değerlendirilmektedir. Yerel yönetimlerde bu yönde köklü dönüşüm 2002 yılından sonra mümkün olmuştur. Bu kapsamda, merkezi idarelerde yürütülen reform sürecine paralel olarak, yönetişimin en önemli uygulama alanı olan yerel yönetimler de çeşitli mevzuat düzenlemeleri yapılmıştır. Yerel yönetimler için reform niteliğindeki çalışmalar kapsamında; 10.12.2003 tarihinde kabul edilen 5018 Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve bu kanunda değişiklikler yapmak üzere hazırlanan 22/12/2005 tarihli ve 5436 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun ile 03/07/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu, 22/02/2005 tarihli 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 10/07/2004 tarih ve 5216 sayılı Büyükşehir belediye Kanunları yürürlüğe girmiştir. Yeni kanunlarda, hem yerel yönetimlere verilen görev ve yetkiler arttırılıp çeşitlendirilmiş hem de onların daha önceden merkezi yönetimin görev alanında sayılan pek çok konuda faaliyet gösterebilmelerine izin verilmiştir. Son üç Kanunun amacı, yetkilerin ve görevlerin dört idari düzeyde (merkez, taşra, metropol ve belediye) yeniden bölüştürerek performansın artırılması; hizmetlerde yerindenlik, etkinlik ve verimlilik, yönetime katılma, hesap verebilirlik ve hizmetlerin sonuçlarına odaklılık gibi ilkelerin hayata geçirilmesi ve ülkenin aşırı 100 merkeziyetçi, katı hiyerarşik ve içine kapalı idari sisteminin, adem-i merkeziyetçi, katılımcı, şeffaf ve sorumlu bir yapıya dönüştürülerek modernleştirilmesidir (Eryılmaz, t.y; Gül, 2006). Kamu mali yönetim reformunun kilometre taşlarından biri olan 5018 sayılı Kanunun amacı ise mevzuat odaklı, kurallara dayalı ve merkezi planlamanın hissedilir olduğu geleneksel kamu yönetimi anlayışının yerine, hesap verebilir, şeffaf performansa dayalı, yerel ve yerinden yönetime daha fazla önem veren çağdaş bir kamu yönetimi anlayışının geliştirilmesidir. Bu anlamda Kanunun dünyadaki gelişmelere paralel olarak yerel yönetimlerin yetkilerini arttırarak güçlendiren bir anlayışa sahip olduğunu söylemek mümkündür. Yerel yönetim yapılarının bu şekilde daha fazla yetki, görev ve kaynak ile mahalli müşterek nitelikli hizmetleri sunmaları ise bu hizmetlerin verimliliğini ve ihtiyaca uygunluğunu sağlayacak, katılımcılığı ve kamuoyu denetimini güçlendirecektir (T.C. Başbakanlık, 2003). Yerel yönetim reformunun temelini, kaynakların doğrudan merkez tarafından tahsis edilmesi yerine, yerel nitelikli kamu hizmetlerinin sunumunda hizmetlerden yararlananların memnuniyetini artırmak amacıyla, yerel otoritelerin daha fazla söz sahibi olacağı ve bu şekilde kaynakların daha etkin dağılabileceği bir sistem oluşturmaktadır. Yerel yönetim reformu, kamu hizmetlerinin hizmetten yararlananların ihtiyaçlarını en etkin biçimde sağlanmasını amaçlamakta, katılım, etkinlik, saydamlık, hesap verebilme gibi değerleri kamu yönetim sürecinde ön plana çıkarmaya çalışmaktadır. Türkiye’de sürdürülen yeniden yapılandırma çalışmaları sonucu geleneksel kamu yönetimi anlayışı yerini katılımcı saydam hesap verebilir ve stratejik yönetim anlayışını benimseyen yeni yaklaşımlara bırakmaktadır (Çukurçayır, ve Sipahi, 2003). Yerel yönetimleri daha etkin kılmak için; stratejik planlama, performans yönetimi, etkin bütçeleme ve mali yönetim (Wunsch, 2001: 278) üzerinde önemle durulması gerektiği vurgulanmaktadır. Bunun yanında iyi yönetişimin en önemli elementlerinden birisi, kamu yönetiminde devlet faaliyetlerinde sorumluluğu ifade eden hesap verebilirliktir. Hesap verebilirliği arttırmanın, yerel sosyal hizmet sunumuna katkıda bulunacağı kabul edilmektedir. 101 Sonuç olarak gelişmiş ülkelerde kalkınma önemli ölçüde, halkın yönetime etkin katılımı ve yerel kaynakların harekete geçirilmesi ile gerçekleşmiştir. Merkezi ve yerel düzeyde katılımcılığın sağlanması ve yönetişim sürecini değerlendirdiğimizde; katılmanın gerçekleşmesi için en uygun düzey olarak yerel yönetimler karşımıza çıkmaktadır. Devletin birçok hizmetle ilgili olarak merkeziyetçilikten kurtulup adem-i merkeziyetçi bir zihniyetle örgütlenmesi, politik istikrar, kamu hizmetlerinin performansı, eşitsizlik ve makro ekonomik istikrar açısından olumlu şekilde etkili olabilmektedir (Sezer, 2008: 166). Ayrıca merkezden yönetim yerine yerinden yönetim anlayışının yerleşmesi, hizmetlerde kalite ve ucuzluğu da getirmektedir (Berk, 2004: 47). 102 SONUÇ Çağımızda küreselleşmenin, gelişen ve değişen teknolojinin, değişen ve artan vatandaş taleplerinin genelde kamu mali yönetiminde özelde ise kamu hizmetlerinin anlamında ve sunum biçimlerinde değişimi zorladığı açıktır. Çünkü küreselleşen ve bilgi toplumu olma yönünde dönüşen bir dünyada, hiç bir ülkenin geçmiş kalıplar içinde kalmaya devam ederek kamu yönetimini geliştirmesi ve halkın beklentilerini karşılayacak hizmetleri üretmesi söz konusu değildir. Bu bağlamda çalışma çerçevesinde kamu mali yönetimi ve kamu hizmetleri alanında yaşanan dönüşümün boyutlarına ilişkin temel saptamalar şöyle özetlenebilir: 1980’li yıllardan itibaren küreselleşme ve bilgi toplumu süreçlerinin etkisiyle toplumsal ve ekonomik alanda çok önemli dönüşümler yaşanmaya başlamıştır. Kamu mali yönetimi alanında 1927 yılından bu yana bazı değişiklilerle de olsa varlığını sürdüren 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu zamanın hızla değişen koşullarına cevap vermekten uzaklaşmıştır. Bu değişime ayak uydurma çabası içinde çağın ve ülkenin ihtiyaçlarına cevap vermesi gayesiyle 23/12/2003 tarihinde 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu çıkarılmıştır. 5018 sayılı Kanun ile kamu mali yönetimimiz, uluslararası usul, esas ve standartlara göre yeniden biçimlendirilmiş ve çağdaş bir yönetim anlayışı ortaya çıkmıştır. Bir başka deyişle Kanun, Türk Kamu Mali Yapısı’na ve sistemine yeni bir soluk getirmiştir. Öte yandan küreselleşme, liberalizm ve bunların bir uzantısı olarak ortaya çıkan yeni yaklaşımlar sonucu değişen koşullar, kamunun hizmet sunumunda kalite ve verimliliğe yönelmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Çünkü var olan yapısıyla devlet, vatandaşların gözünde verimsiz hantal olarak algılanmaya başlanmış bu konuda devletin rolünün ne olması gerektiği tartışılmaya başlanmıştır. Bu konuda ortaya atılan çeşitli yaklaşımlar içinde yönetişim yaklaşımı tüm dünya da ülkelerin gündeminde yer almaya başlamıştır. Yönetişim odaklı yapılan reformlarda daha katılımcı, daha saydam ve insan hak ve özgürlüklerine saygılı, bir kamu yönetimi ile kamu hizmetlerinin adil, etkili ve verimli, süratli, kaliteli sunumu temel amaç olarak ortaya çıkmıştır. Bu açıdan yönetişimin, sürdürülebilir ekonomik ve toplumsal kalkınmayı ve kurumsal 103 gelişmeyi sağlamaya yeterliliği olan güçlü bir devletin oluşmasına katkı sağlayacağı genel kabul görmektedir. Reformlar sonucu kamu hizmetlerinde ortaya çıkan; verimliliğin ve etkinliğin arttırılması, hizmeti kullananların yani vatandaşların taleplerine öncelik verilmesi, kamuda rekabetin hayata geçirilmesi, kamunun hacimce küçültülmesi, hizmet sunumunda özel sektöre daha çok yer verilmesi, yerelleşme gibi uygulamalar yeni yönetim tekniklerinin ve özellikle yönetişim yaklaşımının anlayışına uygun görünmektedir. 5018 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemeler, kamu hizmetlerinin vatandaş odaklı olması bu reformlar için doğru bir motivasyondur. Bu kanun ile getirilen düzenlemeler ile nihai olarak kamu hizmetlerinin sunumunda kalitenin ve vatandaş memnuniyetinin arttırılması amaçlanmaktadır. Bu sebeple daha iyi bir yönetim ve kamu kaynaklarının daha etkili ve verimli kullanılması ve sonuçta daha kaliteli bir hizmet sunumu için kamu idarelerinin yöneticilerinde 5018 sayılı Kanunun ruhuna uygun bir zihinsel iklim değişikliğine ihtiyaç bulunmaktadır. Türkiye açısından 5018 sayılı Kanun ile başlayan yapısal reformların son dönemde büyük hız kazanmasına rağmen, sonuçların netleşmesi için henüz erkendir. Bu açıdan ülkemizin olumsuzluklara karşı önlem alma ve alternatif geliştirme fırsatı önünde durmaktadır. Reformun başarıya ulaşması için öncelikle kamuoyunun reforma inandırılması gerekmektedir. Bilim ve teknolojinin hızla geliştiği, her şeyin süratle değiştiği 21. yüzyılın başı, bilişim çağında; ülkemizin ve kurumlarının bu değişim sürecinin olumsuzluklarına karşı koyabilmesi ve olumlu yönlerinden yararlanabilmesi; ulusal çıkarlarını her şeyin üstünde tutan demokratik ulusal bir toplum bilinci yaratılmasıyla mümkündür. Yani reformlar aslında uzun soluklu ve kalıcı bir çaba ile birlikte bir zihniyet değişimini gerektirmektedir. İçinde bulunduğumuz çağı yakalayabilmek ve değişimin gerisinde kalmamak için hukuk devleti ilkesine bağlı, vatandaş odaklı, kaliteli, etkili ve hızlı hizmet sunabilen, açık ve saydam, katılımcı, hesap verebilir, nesnel, tutarlı, eşitlikçi, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, yerinden yönetimin, yetki devrinin, esnekliğin, etiğin ve liyakate dayalı yönetimin hakim olduğu, bilgi iletişim teknolojilerine olanak 104 veren bir kamu yönetimi sisteminin geliştirilmesi temel olmalı ve bu amaçla yönetişim ilkeleri kamu çalışanlarınca ve kamu kurum ve kuruluşlarının üst yöneticilerince iyi anlaşılarak benimsenmelidir. Çünkü yönetişim yaklaşımının yaygınlaştırılması için yasal ve yönetsel yapılar yanında tüm kamu yönetiminde bir zihniyet değişimine de ihtiyaç duyulmaktadır Vatandaşların yeteneklerini geliştirmesi için uygun ortamların yaratılmasında; hukuk ve düzenin sağlanmasında; makroekonomik istikrarın yönetilmesinde ve halka hizmet sunmada iyi yönetişimin rolünü gözden uzak tutmamak ve değişimi ıskalamamak Türkiye açısından son derece önemlidir. Kısaca Türkiye’de artan ekonomik globalizasyon ve rekabetçi bir ortamda belirtilen bu faaliyetleri etkin ve yapabilecek bir iyi yönetişim sistemine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Çünkü, iyi yönetişim ilkelerinin benimsendiği kamu yönetimi yapısında, esnek, kaliteli, etkili, hızlı ve birlikte çalışabilir nitelikte hizmet sunumu ve sonuçta da toplumsal refah artışı mümkündür. Sonuç olarak geçmiş dönemlerde yapılan hataların telafi imkânları, zamanın ve şartların değişim hızı nedeni ile nispeten daha kolay ve mümkün görünürken; günümüz koşullarında kaçırılan fırsatların ikamesi kolaylıkla mümkün olmamaktadır. 21. yüzyıl şartlarında yeniden şekillenmekte olan bir dünyada saygın bir yer edinmemiz ve ülkemizin refahını en üst noktaya taşımamız, ortaya çıkan fırsatları iyi değerlendirmek ve değişen dünya koşullarına kolay uyum sağlayacak bir zihniyet değişimi ile mümkün olacaktır. 105 KAYNAKÇA Acar, İ. A. ve Gül, H. (2006), 1980 Sonrasında Kamusal Mal ve Hizmet Sunumunda Yaşanan Dönüşüm http://www.sdu.edu.tr/sempozyum/2006/maliye/PDF/acar_gul.pdf, (01/02/2010). Acar, İ. A. ve Çiçek, H. G. (2005), “Denetimin Kamuyu Tökezletmesi: Kamu Mali Yönetimi Kontrol Yasası ve Denetim”, Yirminci Maliye Sempozyumu, Pamukkale Üniversitesi İİBF Yayını, Ağustos 2005, http://www.bayar.edu.tr/~saglikmyo/20malsemp.pdf, (02/01/2010). Acar, P. (2003), Cevap Verebilirlik ve İyi Yönetişim, İyi Yönetişimin Temel Unsurları, Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı Yayını, Nisan-2003. Akbey, F. (2005), “Neo-Liberal Dönüşüm Çerçevesinde 5018 Sayılı Kanunun Değerlendirilmesi”, Yirminci Maliye Sempozyumu, Pamukkale Üniversitesi İİBF Yayını, Ağustos 2005, http://www.bayar.edu.tr/~saglikmyo/20malsemp.pdf, (02/01/2010). Akbulut, Ö. (2005), “Yeni Kamu Yönetimi Paradigması ve Kamu Mali Yönetimi”, Kamu Yönetimi Dünyası, Yıl 6, Sayı 24, Ekim-Aralık 2005. Arslan, A. (2004), “5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Kamu Harcama Sisteminde Yapılan Düzenlemeler, Maliye Dergisi”, Sayı 145, Ocak-Nisan 2004, s. 1-44. Aşkın, M. D. (2003), “Eşitlik ve İyi Yönetişim”, İyi Yönetişimin Temel Unsurları, Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı Yayını, Nisan-2003. Atiyas, İ. ve Sayın, Ş. (1997), “Siyasi Sorumluluk, Yönetsel Sorumluluk ve Bütçe Sistemi: Bir Yeniden Yapılanma Önerisine Doğru”, İstanbul: TESEV Yayını, Boyut Matbaacılık. Atiyas, İ. ve Sayın, Ş. (2000), Devletin Mali ve Performans Saydamlığı, Reformu: Kamu Maliyesinde Saydamlık, İstanbul: TESEV Yayını. Devlet Aydın, A. H. (2009), Türk Kamu Yönetimi, 3. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınları. Aydın, A.H. (1998), “Kamu Yönetimi ve Hizmetinin Verimliliği ve Etkinliğinde, Hizmeti Sunan Personel ve Hizmeti Alan Toplumun Rolü”, Kamu Yönetiminde Kalite, I. Ulusal Kongresi, 26–27 Mayıs 1998. Bağbaşlıoğlu, A. (2006), “1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununun Değerlendirilmesi ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Karşılaştırılması”, Karaarslan, E. (der.) 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Kapsamında Güncel Mali Sorunlar içinde, Ankara: Muhasebat Kontrolörleri Derneği Yayını. 106 Bayar, D. (2003), “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Ne Getir(m)iyor?”, Maliye Dergisi, Sayı:144, Eylül-Aralık 2003, s. 47-62. Bayramoğlu, S. (2005), Yönetişim Zihniyeti; Türkiye'de Üst Kurullar ve Siyasal İktidarın Dönüşümü, İstanbul: İletişim Yayınevi. Bell, D. (1988), Previewing planet earth in 2013. The Washington Post, B3, Jan. 3. Besley, T. and Ghatak, M. (2003), “Incentives, Choice, and Accountability in the Provision of Public Services”, Oxford Review of Economic Policy, Vol. 19, No. 2, 2003, p. 236. Bümko (2004), Performans Esaslı Bütçeleme Rehberi (Pilot Kurumlar İçin Taslak), Aralık 2004, http://ebutce.bumko.gov.tr/proje/MaliYonetim/performans/performansb/pbut cerehber.pdf, (19.05.2010) Cebeci, A. U. ve Tosun, H. (2006), 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu (Açıklamalı ve Karşılaştırmalı), Ankara: Muhasebat Kontrolörleri Derneği (MUK-DER) Yayını. Commission of the European Communities (2001), “European Governance: A White Paper”, Brussels, COM(2001) 681 final, http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/site/en/com/2001/com2001_0681en01.pdf, (08/01/2010). Çırakman, B. (1976). “Kamu Hizmeti”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 4, Ankara. Çobanoğlu, İ. (2004), “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Tasarısı Hükümlerinin Değerlendirilmesi”, Mali Kılavuz Dergisi, Sayı 23, Ocak-Mart 2004, s. 37. Çukurçayır, M. A. ve Sipahi, E. (2003), “Yönetişim Yaklaşımı ve Kamu Yönetiminde Kalite”, Sayıştay Dergisi, 2003, s. 50-51, s. 35-61 Denhardt, R.B. (2002), “Trust as Capacity: The Role of Integrity and Responsiveness”, Public Organization Review, Volume 2, Number 1, March 2002, p. 65–76. Denhardt J. V. and Denhardt, R. B. (2003), The New Public Service: Serving, Not Steering, M. E. Sharpe, Inc., New York. Denhardt J. V. and Denhardt, R. B. (2007), The New Public Service: Serving, Not Steering, M. E. Sharpe, Inc., New York. Denhardt J. V. and Denhardt, R. B. (2000), “The New Public Service: Serving Rather than Steering”, Public Administration Review, Vol. 60, No. 6, p. 549559. Diamond, J. (2003), Performance Budgeting; Managing the Reform Process, IMF Working Paper, WP/03/33, IMF. 107 Dikmen, A. A., Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu Tasarısı Üzerine Değerlendirmeler, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_BSB/DikmenKMYMKK_Cumhuriyet.doc, (16/02/2010). Dileyici, D. ve Özkıvrak, Ö., “Bütçe Anlayışındaki Değişim Süreci: Denk Bütçe İlkesinin Erozyonu ve Açık Bütçe Politikası”, Http://www.canaktan.org/ekonomi/anayasal_iktisat/diger_yazilar/dileyicibutce-anlayisindaki.pdf, (16/02/2010). Dursun, H. (2005), “Toplam Kalite Yönetimi (TKY) İlkeleri Çerçevesinde Türk Kamu Yönetimine Genel Bir Bakış”, Türk İdare Dergisi, Yıl: 77, Sayı: 446 DPT (2000), “Kamu Yönetiminin İyileştirilmesi ve Yeniden Yapılandırılması” 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Rapor No: 535, DPT Basımevi, Ankara. DPT (2007), “Kamuda İyi Yönetişim” DPT Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Rapor No: 674, DPT Basımevi, Ankara. Eczacıbaşı, B. (2001), “KalDer 10. Kuruluş Yıldönümü Konuşması, İstanbul, http://www.eczacibasi.com.tr/articles/detail/detail4.asp?id=58&archive=1, (17/02/2010). Erüz, E. (2005), “Yeni Mali Yönetim Yapısında Performans Esaslı Bütçeleme”, Yirminci Maliye Sempozyumu Pamukkale Üniversitesi İİBF Yayını, Ağustos 2005, http://www.bayar.edu.tr/~saglikmyo/20malsemp.pdf, (02.01.2010). Erüz, E. ve Arcagök, M. S. (2006), Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Sistemi, Ankara: Maliye Hesap Uzmanları Derneği. Eryılmaz, B. Türkiye’de Kamu Kesimi Reformları, http://www1.worldbank.org/publicsector/pe/turkeysymposium/4%20Bilal%2 0Eryilmaz.ppt, (14/02/2010); Gül, H. (2006), Kamu Mali Yönetim Reformu ve İç Denetim, http://slidefinder.net/K/KAMU_MAL%C4%B0_Y%C3%96NET%C4%B0M _REFORMU_DENET%C4%B0M/14004179, (13/02/2010). Gaudin, J.P. (1998), Modern Governance, Yesterday and Today: Some Clarifications to be Gained From French Goverment Policies”, International Social Science Journal, No: 155, March 1998. Güler, B. A. (2003), “Yönetişim: Tüm İktidar Sermayeye”, Praksis, Sayı: 9, KışBahar, 2003, s. 105. s. 93-116. Gülşen, H. (2006), Gülşen, H. (2006), “Genel Yönetim Kapsamındaki Kuruluşlarda Bütçe Hazırlama Süreçleri”, Karaarslan, E. (der.) 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Kapsamında Güncel Mali Sorunlar içinde, Ankara: Muhasebat Kontrolörleri Derneği Yayını. 108 Güzelsarı, S. (2004), “Kamu Yönetimi Disiplininde Yeni Kamu İşletmeciliği ve Yönetişim Yaklaşımları”, AÜ SBF, GETA Tartışma Metinleri Serisi, Şubat 2004. Hastürk, M. (2006), “Stratejik Planlama ve Performans Esaslı Bütçeleme”, Karaarslan, E. (der.) 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Kapsamında Güncel Mali Sorunlar içinde, Ankara: Muhasebat Kontrolörleri Derneği Yayını. Hazine Müsteşarlığı (2001), Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı – Hedefler, Politikalar ve Uygulamalar, Ankara. Karabacak, H. (2003), “Hukukun Üstünlüğü ve İyi Yönetişim”, İyi Yönetişimin Temel Unsurları, Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı Yayını, Nisan-2003, s. 63-65. Kaufmann, D., Kraay, A. and Zoido-Lobaton, P. (1999) “Governance Matters”, Policy Research Working Paper 2196, http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?cfid=201154&cftoken=22920019&ab stract_id=188568, (20.01.2010). Kaufman, D., Kraay,A. and Mastruzzi, M. (2006), Governance and Individual Governance Indicators for 1996-2005, http://siteresources.worldbank.org/INTWBIGOVANTCOR/Resources/17404 79-1150402582357/2661829-1158008871017/gov_matters_5_no_annex.pdf, (17.01.2010) Kazancıgil, A. (1998), “Governance and Science: Marketlike Modes of Managing Society and Producing Knowledge”, International Social Science Journal, No:155, March 1998. Kelly, J. M. ve Rivenbark, W. C. (2003), Performance Budgeting for State and Local Government, USA, M.E. Sharpe. Kerimoğlu, B. (2004), Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Çerçevesinde Harcama Reformu, Kesin Hesap ve Parlamento Denetimi, Mali Kılavuz, Sayı: 23, Ocak-Mart 2004. Kesik, A. (2005), “Yeni Kamu Mali Yönetim Sisteminde Orta Vadeli Program ve Mali Plan Çerçevesinde Çok Yıllı Bütçenin Uygulanabilirliği”, Yirminci Maliye Sempozyumu, Pamukkale Üniversitesi İİBF Yayını, Ağustos 2005, http://www.bayar.edu.tr/~saglikmyo/20malsemp.pdf, (02/01/2010). Kettl, D. F. (2000), “The Transformation of Governance: Globalization, Devolution and the Role of Goverment”, http://www.cabinetoffice.gov.uk/media/cabinetoffice/strategy/assets/fs_kettlp aper2.pdf, (21/03/2010). Kiely, R. (1998), “Neo-Liberalism Revised? A Critical Account of World Bank Concept of Good Governance and Market Friendly Intervention”, Capital and Class, 64, 1998, 109 http://findarticles.com/p/articles/mi_qa3780/is_199804/ai_n8789859/ (14.04.2010). Kjaer, A. M. (2004), Governance (Key Concepts), Polity Press, Cambridge 2004. Kondo, S. (2002), “Fostering Dialogue to Strengthen Good Governance”, Public Sector Transparency and Accountability: Making It Happen, OECD. Korkmaz, U. (2007), “Kamuda İç Denetim”, Bütçe Dünyası Dergisi, Cilt 2, Sayı 25. Köse, Ö. H. (2004), “Yerel Yönetim Olgusu Ve Küreselleşme Sürecindeki Yükselişi”, Sayıştay Dergisi, Sayı 52, 2004, s. 3-42. Kösekahya, G. (2003), Katılımcılık ve İyi Yönetişim, İyi Yönetişimin Temel Unsurları, Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı Yayını, , Nisan-2003. Kutlu, Ö. (2004), Gelişmiş Ülkeler ve Türkiye’de Kamu Reformu ve Yönetimin Yeniden Düzenlenmesi, 1. Baskı, Ankara: Nobel Yayınları. Kuzey, P. (2003), “Şeffaflık ve İyi Yönetişim”, İyi Yönetişimin Temel Unsurları, Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı Yayını, Nisan 2003, s. 1-18. Melkers, J. E ve Willoughby, K.G, (2001), “Budgeters’ Views of State PerformanceBudgeting Systems: Distinctions Across Branches”, Public Administration Review, Issue, Vol. 61, Issue 1, p. 54–64 Mengi, A. (2007), “Yerinden Yönetim: Avrupa Birliği’nde Bölgeler Ulus Devlete Karşı mı?”, Mülkiye Dergisi, Sayı 245, 2007, s.1-10. Merrien, F.X. (1998), “Governance and Modern Welfare States”, International Social Science Journal, No: 155, March 1998. OECD (2001), Governance in the 21st Century, http://www.oecd.org/dataoecd/15/0/17394484.pdf, (02/04/2010). Paris, OECD (2004), Public Sector Modernisation: Governing for Performance, OECD Policy Brief, OECD Observer, October 2004. OECD (2005), Modernising Government, 31st Session of Public Governance Committee, Paris: 8. Önder, M. (1997), “Toplam Kalite Yönetimi: Kamu Sektöründe Uygulanması ve Karşılaşılan Sorunlar”, Türk İdare Dergisi, Yıl: 69, Sayı: 416 Öz, E. ve Kaplan, E. (2005), “Türk Mali Sisteminin Yeniden Yapılandırılması”, Türk İdare Dergisi, Mart 2005, Sayı 446. s. 243-261. Özer, M. A. (2007), “Yönetişim Üzerine Notlar”, Sayıştay Dergisi”, Sayı 63. 110 Öztürk, A. (1997), 21. Yüzyıl Türkiyesi İçin Yerel Yönetim Modeli, İstanbul: Burhaniye Belediyesi Kültür Yayınları. Öztürk, N. K. ve Coşkun, B. (2003), “Yeni Devlet Anlayışı ve Türkiye’de Devletin Kalite ve Etkinlik İle Buluşması”, Türk İdare Dergisi, Yıl: 75, Sayı: 439. Rhodes, R.A.W. (1996), “The New Governance and Governing without Goverment”, Political Studies, p. 652-667 Rhodes, R.A.W. (1997), Understanding Governance. Buckingham and Philadelphia: Open University Press, p. 46-47. Parlak, B. ve Sobacı, Z. (2005), Kuram ve Uygulamalarda Kamu Yönetimi: Ulusal ve Global Perspektifler, Alfa Akademi Ltd Şti, 1. Baskı: İstanbul Paquet, G., Roy, J. and Rudolf J. P. (2000), “Collaborative Governance and Regional Considerations in The New Economy: Lessons from Canada and Switzerland”, Centre on Governance, The University of Ottawa, http://gouvernance.ca/publications/00-55.pdf, (15/03/2010). Posner, L. P. (2003), “Performans Budgeting, Current Developments and Future Prospects” USA General Accounting Office, April, 2003. Samsun, N. (2003), Hesap Verebilirlik ve İyi Yönetişim, İyi Yönetişimin Temel Unsurları, Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı Yayını, Nisan-2003, s. 18-31. Saraç, O. (2005) “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Yapılan Düzenlemelerin Değerlendirmesi” Maliye Dergisi, Sayı: 148, Ocak-Nisan 2005, s 122-163. Saygılıoğlu, N. ve Arı, S. (2003), Etkin Devlet, İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları. Schacter, M. (2000), ‘When Accountability Fails: A Framework for Diagnosis and Action’, Policy Brief No. 9, Institute on Governance, Canada, May 2000, http://iog.ca/sites/iog/files/policybrief9.pdf, (09.03.2010). Screening Report Turkey, (2006), http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/turkey/screening_reports/screening_repor t_32_tr_internet_en.pdf Sezer, Ö. (2008), “Kamu Hizmetlerinde Müşteri (Vatandaş) Odaklılık: Türkiye’de Kamu Hizmeti Anlayışı Açısından Bir Değerlendirme”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 8, s. 147–171. Soylu, H. (2003), “Etkinlik ve İyi Yönetişim”, İyi Yönetişimin Temel Unsurları, Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı Yayını, Nisan-2003, s. 78-80. 111 Söyler, İ. (2006), “Kamu Mali Yönetim Sisteminin Bütçe Teknik ve Süreçlerindeki Değişiklikler ve Yenilikler Açısından Değerlendirilmesi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 16, Aralık 2006, s. 283-300. TBD (2008), Kamu-BİB Kamu Bilişim Platformu X Bilişim Teknolojilerinde Yönetişim 1. Çalışma Grubu Nisan 2008, http://www.tbd.org.tr/resimler/ekler/8f0b864598a1291_ek.pdf, (20/03/2010). T.C. Başbakanlık (2003), Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma: 1 Değişimin Yönetimi İçin Yönetimde Değişim, Ankara, Ekim 2003. Tekeli, İ. (1999), Modernite Aşılırken Siyaset, Ankara: İmge Yayınevi. TESEV (2009), Yerel Yönetim Sistemleri Türkiye ve Fransa İspanya İtalya Polonya Çek Cumhuriyeti, Tesev Yayınları 2009, http://www.tesev.org.tr/UD_OBJS/PDF/IYIYNTSM/YYS0809.pdf, (01/05/2010). Toker, M. C. ve Ekici, B. (2003), “Vatandaş Odaklı Yönetişim ve İçişleri Bakanlığı Uygulaması.” Kamu Yönetiminde Kalite 3. Ulusal Kongresi, Ankara: TODAİE Yayını, s. 3-25. Toprak, D. (2008), “5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 24 Ocak 1980 Kararları Işığında Değerlendirilmesi”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 13, Sayı 2, s. 313-333. Tuncer, S. (2006), “Kamu Mali Yönetimi Ve Kontrol Kanunu’nda Yapılan Değişiklikler”, Vergi Dünyası, Sayı 295, Mart 2006, s. 4-7. Türkiye’de Saydamlığın Artırılması Ve Kamuda Etkin Yönetimin Geliştirilmesi Eylem Planı, http://www.masak.gov.tr/Yolsuzluk/belgeler/karar.pdf (17/03/2010). The World Bank (1992), Governance and Development, Washington DC, 1992 The World Bank (1994), Governance: The World Bank’s Experience. Washington, DC: World Bank, 1994. The World Bank (1999), Public Expenditure Management Handbook, The World Bank, Washington D.C. TODAİE (1998), Kamu Yönetimi Sözlüğü, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, Ankara: TODAİE Yayınları, Yayın No: 283. Toksöz, F. (2008), İyi Yönetişim El Kitabı, İstanbul: TESEV Yayınları. Türe, C. F. ve Türe İ. (1998), “Demokratik ve Etkin Bir Yerel Yönetim Yapısı Oluşturulması Doğrultusunda Çağdaş Bir Yaklaşım: Toplam Kalite Yönetimi”, Türk İdare Dergisi, Yıl: 70, Sayı: 418. 112 Uluğ, F. (2004), “Yönetimde Yeniden Yapılanma ve Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı Üzerine Eleştirel Bir Bakış”, Amme İdaresi Dergisi Cilt 37, Sayı 1. UNDP (1997), Reconceptualising Governance. Discussion Paper 2, New York: Management Development and Governance Division, 1997. UNDP (1997), “Glossary of Key Terms”, Governance for Sustainable Human Development Williams, D. ve Young, T. (1994), “Governance, the World Bank and Liberal Theory”, Political Studies, XLII, p. 84-100. Wunsch, J. S. (2001) Decentralization, Local Governance and Recentralization in Africa, Public Administration and Development, 21, p. 278, http://info.worldbank.org/etools/docs/library/108330/session3e.pdf, (22/02/2010). Yılmaz, B. E. ve Susam, N. (2005), “Türkiye’de Yeniden Mali Yapılanma Sürecinde Orta Vadeli Harcama Sistemine Geçişin Bütçe Büyüklükleri Üzerindeki Etkileri: Türkiye Üzerine Bir Tahmin Modeli” Yirminci Maliye Sempozyumu Pamukkale Üniversitesi İİBF Yayını, Ağustos 2005, http://www.bayar.edu.tr/~saglikmyo/20malsemp.pdf, (02/01/2010). Zabcı, F. Ç. (2002), “Dünya Bankasının Küresel Pazar İçin Yeni stratejisi: Yönetişim”, A.Ü. SBF Dergisi, Temmuz-Eylül 2002, Ankara. Zevenbergen, J. (2004), Budgetary Reforms in Transition Countries: The Role of Capacity Building- Summary and Main Conclusions, Rooterdam. 113