hegemonya tartışmaları ışığında ingiliz ve amerikan

advertisement
HEGEMONYA TARTIŞMALARI
IŞIĞINDA İNGİLİZ VE AMERİKAN
HEGEMONYALARI: YÖNLENDİRİCİ
Hacettepe Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi,
Cilt 34, Sayı 1, 2016,
s. 63-92
HEGEMONYADAN KURAL
KOYUCU HEGEMONYAYA
Muammer KAYMAK
Doç.Dr., Hacettepe Üniversitesi,
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
İktisat Bölümü
mkaymak@hacettepe.edu.tr
Ö
z: Bu yazıda uluslararası ilişkilerde
hegemonya tartışmaları ışığında,
kapitalizmin son iki yüzyıllık
tarihinde
sistemin
uluslararası
düzeyde işleyişini biçimlendiren
temel ilke ve normları oluşturan İngiltere ve
ABD’nin üstünlüğü karşılaştırmalı olarak ele
alınmaktadır.
Bu
çerçevede
hegemonya
kavramını, güçlü bir devletin iktisadi, askeri ve
entelektüel kapasitesine dayanarak diğer devletler
üzerinde rıza temelinde hükümet benzeri bir
fonksiyon icra etmesi biçiminde tartışan NeoGramsciyen Kuram ile Gramsciyen hegemonya
anlayışını Dünya Sistemi Kuramına uygulamaya
çalışan G. Arrighi’nin ortaya koyduğu
hegemonya analizlerinden yararlanarak iki farklı
hegemonik liderliğin ortaya çıktığı koşullar ve
işleyiş biçimleri tartışılmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Hegemonya, İngiltere, ABD,
19. Yüzyıl, 20. Yüzyıl.
BRITISH AND U.S. HEGEMONY
IN THE LIGHT OF HEGEMONY
DEBATES: FROM GUIDED TO
Hacettepe University
Journal of Economics
and Administrative
Sciences
Vol. 34, Issue 1, 2016,
p. 63-92
RULE SETTING HEGEMONY
Muammer KAYMAK
Assoc. Prof. Dr., Hacettepe University,
Faculty of Economics and Administrative
Sciences,
Department of Economics
mkaymak@hacettepe.edu.tr
A
bstract: In this article, the supremacy
of Britain and U.S. which formulate
basic principles and norms shaping
the operation of international system
in the last two centuries respectively, has been
compared in the light of hegemony debates.
Within this framework, the conditions which lead
to emergence of two different hegemonic
leadership and their basic mechanisms have been
investigated by focusing on Neo-Gramscian and
G. Arrighi’s hegemony analysis that attempts to
apply Gramscian hegemony to World-System
Theory. Despite their divergent theoretical
premies, these two critical approaches define
hegemony as power of a state to exercise
governmental functions over a system of
sovereign states on the basis of consent.
Keywords: Hegemony, Britain, U.S., 19th Century,
20th Century.
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
GİRİŞ
Karl Polanyi’nin 1944 yılında yayınlanan ünlü eseri Büyük Dönüşüm şu sözlerle
başlar: “Ondokuzuncu yüzyıl uygarlığı çöktü, bu kitap bu olayın siyasal ve ekonomik
kaynaklarıyla, aynı zamanda onun yol açtığı büyük dönüşümle ilgili”. Polanyi (2000:
35)’ye göre çöken uygarlık, dört kurum üzerinde durmaktadır. Bunların ilki, bir asır
boyunca büyük güçler arasında uzun ve yıpratıcı savaşlar çıkmasını önleyen güç
dengesi sistemidir. İkincisi dünya ekonomisinin daha önce görülmemiş bir şekilde
örgütlenmesini sağlayan altın standardı, üçüncüsü büyük bir maddi refaha yol açan
“kendi kurallarına göre işleyen” piyasa ve son olarak dördüncüsü ise liberal devletti. Bu
kurumlar, varlığını 19. Yüzyılın lider ülkesi İngiltere’nin maddi, askeri, ideolojik
gücüne borçluydu.
Polanyi’nin kitabı yayınlandığı yıl, ABD’nin New Hampshire Eyaleti’ndeki
Bretton Woods kasabasında çöken uygarlığın külleri üzerinden, ABD öncülüğünde yeni
bir uygarlık tasarlanmaktaydı. Bu tasarım 19. Yüzyıl deneyiminden dersler çıkarmış,
kurumsal denetim araçlarıyla desteklenmeyen, İngiliz ekonomik gücünün ve dünya
çapında kurduğu iktisadi ağın yönlendiriciliğinde neredeyse kendiliğinden işleyen
İngiliz hegemonyasının yerine, güçlü kurumsal mekanizmalarla güvence altına alınan
bir ABD hegemonyası inşa etmek üzere gündeme gelmişti.
1970’lere kadar başarılı bir şekilde işleyen Amerikan hegemonyasının
1970’lerde gerileme eğilimine girmesi Uluslararası İlişkiler yazınında hegemonya
tartışmalarının canlanmasına ve geçmişteki hegemonik güçlerin ortaya çıkışı ve
gerilemesini açıklamaya dönük kuramsal çabaların artmasına neden oldu. Bu
tartışmalarda iki farklı hegemonya kavramlaştırması öne çıktı. Bunlardan ilki,
hegemonyayı tahakkümle özdeşleştiren ve bu kavramı uluslararası sistemin tarihi
boyunca başat güçlerin (dominant powers) yükseliş ve gerileme çevrimini açıklamak
için kullanan neo-realist yazarlar tarafından “hegemonik istikrar kuramı” çerçevesinde
geliştirildi. Bu okulun en önde gelen temsilcileri Gilpin (1981) ve Krasner (1976) büyük
güçlerin yükselişi ve düşüşünü koşullayan etkenleri devlet merkezli bir çerçeveden
tartıştılar. Bu düşünürlerin ortak noktası devletler arası sistemde, hegemonyayı güç,
ulusal çıkar gibi toplumsal belirlenimlerden bağımsız olarak tanımlanan kavramlarla
açıklamaya çalışmalarıydı. Buna karşılık düşünsel olarak Marksizm’den etkilenen bir
grup kuramcı, hegemonyayı özgül bir kavram olarak devletler arası sistemin hiyerarşik
ve eşitsiz yapısını tahakkümden daha karmaşık mekanizmalar aracılığıyla yeniden
üreten bir egemenlik biçimi olarak tartıştı. Bu ikinci grupta yer alan Neo-Gramsciyen
(Neo-Gramscian) kuram devletler arası alanda belli bir devletin üstünlüğünün
hegemonik olabilmesinin, bu devletin diğer devletler üzerinde hükümet benzeri bir
fonksiyon icra etme kapasite ve yeteneğine bağlı olduğunu ve ancak bunun realist
geleneğin öne sürdüğü gibi yalnızca ulusal çıkarların bütünsel bir temsilcisi olarak
kavranan devlet ekseninde tanımlanamayacağını öne sürdü. Buna karşılık NeoHacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
65
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
Gramsciyen kurama kıyasla Marksizmle ilişkisi daha dolaylı olan Dünya Sistemi
kuramı ise hegemonyayı iktisadi bir çerçevede ele aldı. Bu okulun önemli
temsilcilerinden G. Arrighi, Dünya Sistemi kuramının hegemonya analizine
Gramsciyen bir yorum getirmeye çalıştı.
Söz konusu iki kuramsal yaklaşım hegemonyayı zor ve rızanın bir bileşimi
olarak tanımlamalarına karşın, hegemonyanın kaynağı, oluşumu ve işleyiş
mekanizmalarına farklı perspektiflerden yaklaşmaktadır. Neo-Gramsciyen Kuram,
hegemonyayı devlet içindeki sınıflar arasındaki ilişkileri tanımlayan bir içerikten
hareketle devletler arası ilişkilere uygularken, Dünya Sistemi Kuramı, sınıflar yerine
“dünya ekonomisi” içindeki devlet yapılarının rekabeti temelinde bir hegemonya
analizine yönelmektedir. Bu yazıda söz konusu hegemonya kuramlarının oluşumuna ve
temel savlarına ilişkin bir tartışma yürüttükten sonra bu tartışma ışığında sırasıyla 19.
Yüzyıl’daki İngiliz hegemonyası ile Bretton Woods Anlaşmasıyla kurumsal
mekanizmaları oluşturulan 20. Yüzyıl ABD hegemonyasını karşılaştırmalı olarak ele
alacağız.
1. ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE HEGEMONYA TARTIŞMALARI:
DÜŞÜNSEL KÖKENLER
Antik Yunan kökenli bir kavram olan hegemonya, kökeni itibariyle devletler
arasındaki ilişkileri tanımlamak üzere formüle edilmişti. Eski Yunanca’da öncülük
etmek yönlendirmek anlamına gelen hēgeisthai’den türetilen hegemonya kavramı,
siyasi üstünlük, yönetim ve otorite anlamına gelmektedir. Xenophon ve Ephorus gibi
Yunan tarihçiler, Peloponez Birliği içindeki Sparta’nın lider konumunu, site
devletlerinin Pers işgaline karşı oluşturdukları Attik Delos Birliği içinde Atina’nın
yönlendirici rolünü tanımlamak için bu kavramı kullandılar (Wickersham, 1994: x). 20.
Yüzyıla kadar devletler arası ilişkileri tanımlayan bir kavram olan hegemonya, 20.
Yüzyıl başlarında Rusya’daki Marksist çevreler arasında 1905 Devrimi sürecinde işçi
sınıfının yaklaşan devrimde köylülük ile ittifakının içeriğini tanımlayan bir kavram
olarak, sınıf ittifakı içinde işçi sınıfının ideolojik ve politik liderliğini ifade etmek üzere
yaygın bir şekilde kullanıldı. 1920’li yılların III. Enternasyonal tartışmalarında
hegemonya kavramı benzer içerikte kullanılmaya devam etti (Cox, 1983: 163-164).
İtalyan Marksist politikacı ve düşünür Antonio Gramsci, ilk taslağını 1929’da kaleme
aldığı Hapishane Defterleri’nde bu kavramı bu özgül anlamının ötesine taşıyarak,
geliştirdiği kuramsal yaklaşımın merkezi bir kavramına dönüştürdü. Gramsci’nin
Hapishane Defterleri’nin 1970’lerde İngilizce’ye çevrilmesinin ardından hegemonya
kavramı yoğun bir akademik ilginin konusu haline geldi ve 1980’lerin başında
Gramsci’nin kuramsal mirasından hareket eden Robert Cox (1981; 1983) ve izleyicileri
tarafından Uluslararası İlişkiler literatürüne taşındı. Öte yandan farklı kuramsal
öncüllerden hareket eden Giovanni Arrighi gibi Dünya Sistemi Kuramcıları da
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
66
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
hegemonya tartışmalarında Gramsci’nin zor ve rızanın bileşimi olarak hegemonya
çözümlemesinden yararlandılar.
Marksist gelenekten etkilenen bu iki okulun hegemonya kuramlarına göz
atmadan önce uluslararası ilişkiler alanında Marksist geleneğin merkezi kavramlarından
birisi olan emperyalizm konusundaki görüşlerine açıklık getirmekte yarar var. NeoGramsciyen Okulun kurucusu Cox (1981: 142), emperyalizmin “birbirini izleyen farklı
dünya düzeni yapıları içinde güç ve itaatin büründüğü farklı biçimlerin ötesinde”,
anlamlı bir özünün olmadığını savunur. Bununla birlikte, emperyalizm
kavramlaştırmasını tümüyle terk etmez; çalışmalarında tanımladığı farklı dünya düzeni
yapılarını ifade eden farklı emperyalizmler olduğunu ileri sürer.
Dünya Sistemi Kuramı ise, kapitalist gelişmeyi, merkez ve çevre ikiliği içinde
mübadeleye dayalı bir dünya ekonomisinin gelişmesi olarak kavradığı için, 20. Yüzyıl
başlarında Lenin ve Buharin gibi düşünürlerce geliştirilen kapitalizmin üretim
alanındaki gelişme yasalarına dayalı emperyalizm çözümlemesini reddeder. Bunun
yerine büyük ölçüde 1960’larda geliştirilen ve dünya ekonomisini merkez çevre ikiliği
içinde ele alan Bağımlılık Okulunu izler. Sonuç olarak her iki okul da hegemonik güç
mücadelelerini kapitalizmin gelişme yasalarına dayalı olarak açıklamaktan kaçınır.
Ancak, her iki okul da günümüzün eşitsiz ve hiyerarşik dünyasında güç ilişkilerinin
oluşumunu çözümlemek bakımından yararlı bir çerçeve sunmaktadır. Özellikle NeoGramsciyen Okul, uluslararası güç ilişkilerini sınıf ilişkileri, devlet biçimleri, ideoloji ve
kurumlar gibi öğelerin karşılıklı ilişkileri çerçevesinde açıklayarak Dünya Sistemi
Kuramına göre daha güçlü bir kuramsal pozisyonu temsil etmektedir.
1.1. Gramsci’nin Kuramsal Mirası ve Neo-Gramsciyen Hegemonya Kuramı
Hegemonya tartışmalarına kaynaklık eden Antonio Gramsci, kavramı Batı
Avrupa’da burjuva egemenliğinin yeniden üretilmesini açıklamaya dönük bir çerçevede
ele aldı. Bu çerçevede bir yandan Rusya’daki ve Enternasyonal’daki sorunsalına bağlı
kalırken diğer yandan Makyavel’den beri siyaset kuramının önemli bir başlığını
oluşturan egemenliğin zor ve rızanın gerekli bir bileşimine dayanması gerektiği fikrini
eksen alarak, Batı Avrupa’da burjuvazin iktidara gelişinin ve sürdürmesinin yolu olarak
gördü:
…Toplumsal bir grubun üstünlüğü kendisini iki yolla açığa vurur, ‘tahakküm’
biçiminde (domino) ve ‘düşünsel ve moral önderlik’ (direzione) biçiminde. Toplumsal bir
grup karşıt grupları güdümler; onları ‘tasfiye etme’ hatta belki de silah zoruyla kendine
ram ettirme eğilimi gösterir; kendi meşrebindeki gruplara ve ittifak içinde olduğu diğer
gruplara önderlik eder. Toplumsal bir grup, yönetime geçmeden önce ‘önderlik’ icra
edebilmelidir ve gerçekte etmelidir de (bu gerçekten de iktidara gelmenin başlıca
koşullarından biridir); daha sonrasında iktidarı kullandığında egemen hale gelir, fakat
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
67
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
iktidarı sımsıkı elinde tutsa bile bir yandan da önderlik etmeye devam etmelidir (Gramsci,
2010: 307-8).
Gramsci (2010: 301)’ye göre egemenlik yalnızca devletin hukuk, ordu polis vb.
zor ve disiplin aygıtı ile sağlanamaz; aynı zamanda yönetilenlerin aktif ve pasif rızasını
gerektirir. Rıza, bir yandan egemen sınıfın entelektüel ve ahlaki liderliğine diğer yandan
yönetilen sınıflara verdiği tavizlere bağlı olarak sağlanır. Böylece yönetilen sınıflar
egemen sınıfın hegemonyasına tabi hale gelir. Onu meşru bir güç olarak kabul eder,
onun egemenliğinde kendi çıkarlarını gerçekleştirdiklerini düşünürler. Gramsci, sınıf
egemenliğinin kurumsal biçimi olan devletin yalnızca iktidarı sürdürecek yönetsel,
hukuki, askeri bürokratik örgütlenme biçimleriyle değil aynı zamanda sivil toplumun
kilise, okul, sendikaların meslek örgütleri aracılığıyla sağladığı hegemonyaya
dayandığını ifade eder. Bu örgütler sivil toplumda burjuvazinin egemenlik aracı olan
devletin dayanaklarını oluştururlar. Kapitalizmin ilk olarak ortaya çıktığı Batı Avrupa
toplumlarında sivil toplumun gelişme düzeyi burjuva sınıf egemenliğinin hegemonik
kapasitesini artırmıştır. Bu durum bütün veçheleriyle toplumsal formasyonda
burjuvazinin egemenliğini güvence altına almaktadır (Gramsci, 2010: 277).
Batı Avrupa’da burjuva hegemonyasının inşasında eski rejimlerin burjuva
devrimleri yoluyla devrilmesinin önemli bir payı vardır. Burjuvazi bu devrimlerde alt
sınıflara önderlik etmiş, kendi programını genel bir özgürlük ve eşitlik programı olarak
kabul ettirmeyi başarmıştır. Öte yandan Almanya, İtalya gibi ulusal birliğin ve kapitalist
dönüşümün kapitalizmin daha ileri bir gelişme aşamasında gündeme geldiği ülkelerde,
alt sınıfların siyasal mobilizasyonunun yarattığı endişeler, burjuva egemenliğinin eski
rejimin kalıntısı olan sınıflarla ittifakla tepeden reformlar yoluyla gerçekleşmesi
seçeneğini gündeme getirmiştir. Gramsci’nin “pasif devrim” adını verdiği bu seçenek
ile yönetilen sınıfların siyasal katılımdan dışlanarak hegemonyaya eklemlenmeleri
sağlanmıştır. Gramsci’ye göre burjuva sınıf egemenliği hegemonik olarak
örgütlendiğinde, devletin kurumsal organları da yerine getirdikleri işlevlerin hangi
toplumsal kesimler tarafından icra edildiğinden bağımsız olarak, egemenliğin yeniden
üretilmesini sağlarlar. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişme düzeyiyle bağlantılı olan
hegemonya, devlet organlarının görevlerini ifa ederken hangi sınırlar içinde
davranacaklarını ve hangi sınırları aşamayacaklarını belirler (Yetiş, 2009: 134-138).
Gramsci hegemonya analizinde ulusal siyasete odaklanmasına karşın uluslararası
ilişkilere de değinmiş, uluslararası ilişkilerin mantıksal olarak tekil ülkelerdeki temel
toplumsal ilişkilerin bir türevi olduğunu ve bunları izlediğini savunmuştur. Gramsci
(2010: 250-252)’ye göre uluslararası ilişkilerdeki mutlak ve göreli güç ilişkileri
toplumsal ilişkilerdeki yapısal değişikliklerden kaynaklanır, ancak bu değişiklikler
kendini teknik ve askeri değişiklikler biçiminde ortaya koyarlar. Gramsci’nin
hegemonya analizini uluslararası ilişkilere uygulayan Robert Cox (1983: 169)
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
68
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
uluslararası düzeyde hegemonyanın ulusal düzeydeki sınıfsal hegemonyanın bir uzantısı
olduğunu, ulusal düzeyde hegemonyayı sağlayan değerler ve normların dünya çapında
uygulanmasıyla uluslararası hegemonyanın hayata geçirilebileceğini söyler. II. Dünya
Savaşı sonrası ABD hegemonyası döneminde, hegemonik değer ve normların
uluslararası düzeyde hayata geçirilmesini IMF, Dünya Bankası, OECD, ILO vb.
uluslarararası kuruluşlar üstlenmiştir. Bu kuruluşlar eliyle hegemonik düşüncelerin
yayılması Gramsci’nin “pasif devrim” adını verdiği tepeden dönüşüm stratejisinin
uluslararası ölçekte uygulanması şeklinde yorumlanabilir. Gramsci’nin “pasif devrim”
tartışmasıyla bağlantılı olarak ele aldığı bir diğer kavram olan “transformizm” de
uluslararası hegemonyanın işleyişini açıklamak üzere kullanılabilir. “Transformizm”,
hegemonyayı tehdit eden karşı hegemonik güçlerin, egemen elitler eliyle parça parça
asimile edilmesi ve tehlikeli düşüncelerin evcilleştirilmesi ve böylece yerleşik sosyal ve
politik iktidarı tehdit edebilecek sınıf temelli örgütlü bir muhalefetin doğuşunun
engellenmesi anlamına gelir. Uluslararası düzeyde “transformizm”, hegemonyaya tabi
devletlerdeki (özellikle azgelişmiş ülkelerdeki) karşı hegemonik oluşumların
engellenmesi amacıyla uluslararası kuruluşlar ve ABD üniversiteleri aracılığıyla
hegemonik iktidara eklemlenecek yerel elitler yaratma biçiminde işler (Cox, 1983: 172173).
Cox (1981: 135-138)’a göre, belli bir tarihsel yapı içerisinde hegemonya
birbiriyle karşılıklı bağlantılı şu üç etkinlik alanı üzerine inşa edilir; i) Belirli toplumsal
güçleri doğuran maddi, kurumsal ve söylemsel biçimlerdeki toplumsal ilişkilerin
bütünlüğünü kapsayan toplumsal üretim ilişkileri, ii) Tarihsel olarak olumsal devletsivil toplum komplekslerini içeren devlet biçimleri ve iii) Yalnızca istikrar ve çatışma
aşamalarını temsil etmekle kalmayan, aynı zamanda alternatif dünya düzeni
biçimlerinin nasıl doğacağını da düşünmeyi sağlayan dünya düzenleri. Temel kolektif
özne olan çatışan toplumsal güçlerin doğuşu bu üç etkinlik alanından birisi olan
toplumsal üretim ilişkilerindeki değişikliklerden kaynaklanır. Toplumsal güçlerin
hareketi, devlet biçimi ve dünya düzeninde birbirini besleyen dönüşümler meydana
getirir.
Sonuçta ortaya çıkan yeni tarihsel yapı hegemonyanın tesis edildiği üç etkinlik
alanındaki etkileşimin sonucudur. Ancak değişimin öznesi toplumsal güçlerdir. Yeni bir
tarihsel yapı, bir diğer üç öğenin karşılıklı ilişkiler içinde birleşmesiyle yaratılır; i)
Öznelerarası anlamlarıyla ve aynı zamanda dünya düzeninin kolektif imgesi olarak
anlaşılan fikirler, ii) Biriktirilmiş kaynaklar anlamında maddi güçler ve iii) Maddi güçle
fikirlerin bir karışımı ve belirli bir düzenin istikrarının temel araçları olan kurumlar.1
Cox (1981: 141-143), yukarıda değinildiği gibi, emperyalizm tartışmalarına
eğilirken, klasik emperyalizm kuramlarına mesafeli bir yaklaşım sergiler ve bunun
yerine üç farklı emperyalizm evresi saptar. Buna göre 19. Yüzyıl başlarından 1870’lere
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
69
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
kadar süren dönem İngiliz hegemonyası altında işleyen “liberal emperyalizm”
dönemidir. Rakip emperyalist güçlerin ortaya çıktığı ve dünyanın paylaşımına yöneldiği
1873-1945 arasındaki dönem ise “yeni emperyalizm” ya da “kolonyal emperyalizm”
dönemidir. Bu dönemde İngiliz hegemonyası ABD ve Almanya gibi ülkelerin meydan
okumasıyla karşılaşarak önce gerilemeye başlamış, iki savaş arasında ise ortadan
kalkmıştır. 1945 sonrası dönem ise ABD’nin liderliğinde işleyen “emperyal güç”
dönemidir.2 Cox’a göre her bir dönem farklı toplumsal üretim ilişkilerine karşılık gelir.
Değişen toplumsal üretim ilişkilerinin ürettiği toplumsal güçler, dünya düzenini ve
devlet biçimini etkileyerek dönüşen ve etkileşen ideoloji-maddi güç ve kurumlar
matrisinin yeni bir tarihsel yapı oluşturmasına zemin hazırlarlar. Bu çerçeveden
hareketle Cox (1981: 141-142), 19. Yüzyılın İngiliz hegemonyası altında işleyen serbest
ticarete dayalı sanayi kapitalizminin yarattığı örgütlü işçi sınıfının mücadelesinin 20.
Yüzyılın Keynesyen esaslara dayalı müdahaleci kapitalizmini, buna uygun devlet
biçimini (refah devleti) ve yeni bir dünya düzenini (ABD hegemonyası) oluşturduğunu
belirtir.
Neo-Gramsciyen yaklaşıma göre uluslararası ilişkilerde hegemonya bir öncü
devletin diğer devletler üzerinde yönetici bir rol oynaması biçimde ortaya çıkar. Burada
hegemonya, hegemonik gücün oluşturduğu kurumlar ve sahip olduğu maddi kaynaklar
tarafından desteklenen ve hegemonik gücün kurucu düşüncelerinin kabul edilmesiyle
kendisini ortaya koyan geniş tabanlı bir rıza anlamına gelir (Cox, 1981: 140). Ancak
sınıf egemenliğinin gerçekleştiği ulusal devlet düzleminden farklı olarak burada
hegemonik projenin muhatapları bağımsız ulusal çıkarlar etrafında örgütlenen tekil ulus
devletlerdir. Bu nedenle uluslararası ilişkilerde hegemonya ulusal düzeydeki
hegemonyadan farklı araçları ve mekanizmaları gerektirir. Belli bir devletin
hegemonyasını kabul ettirebilmesi tek tek ulusal devletlerin ortak çıkarları
doğrultusunda davrandığı ve bu ortak çıkarların taşıyıcı olduğu algısını yarabilmesine
bağlıdır. Öte yandan belli bir devletin egemenlik alanında milliyetçilik, popülizm vb.
yoluyla “ortak çıkarlar” tanımlamak mümkünken uluslararası ilişkilerde böyle bir ortak
genel çıkar tarif etmek oldukça zordur. Üstelik bu başarılsa bile bir devletin diğer
devletler karşısında gücünün artması kendi ulusal çıkarlarını diğerlerine dayatma
konusunda büyük avantajlar sağlar. Bu da diğer güçlü devletlerin olası tepkisine ve
hegemonik projeden kopmasına yol açabilir. Hegemonya, buna aday olan devletin
biricik amacının diğer devletler karşısında daha fazla güç elde etmek olmadığı algısını
yarabildiği koşullarda olanaklıdır. Hegemonik devlet, dünya çapında egemen sınıfların
kendi yurttaşları karşısındaki kolektif güçlerinin artışı ve pekiştirilmesini sağlayacak
temel aktör olduğunu güvenle ilan edebilmelidir (Arrighi, 1993: 151). Gramsci’nin
uluslararası ilişkilerde hegemonya tartışmalarına kolayca tercüme edilebilecek şu
ifadesinde vurguladığı gibi:
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
70
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
Devletin belli bir grubun organı olarak o grubun maksimum ölçüde genişlemesi
için elverişli koşulların yaratılmasına yazgılı bir organ olarak görüldüğü doğrudur. Fakat o
tikel grubun gelişimi ve yayılması evrensel bir yayılmanın bütün ‘ulusal’ güçlerin
gelişiminin motor gücü olarak tasavvur edilir ve öyle sunulur. Bir başka anlatımla,
egemen grup bağımlı grupların genel çıkarlarıyla somut biçimde koordineli olur; devletin
yaşamı da (hukuksal düzlemde) temel grubun çıkarları ile bağımlı grubun çıkarları
arasındaki istikrarsız dengelerin –bu dengelerde egemen grubun çıkarları hüküm sürer
fakat ancak belli bir noktaya kadar, yani dar anlamda ekonomik-korporatif çıkar gözden
çıkarılarak- oluşumuna ve bunların aşılmasına değgin bir süreç olarak düşünülür
(Gramsci, 2010: 250-251).
Bu çerçevede aşağıda ele alacağımız gibi II. Dünya Savaşı sonrası ABD
hegemonyasının iktisadi veçhesi ABD’nin ulusal çıkarlarını yansıtmasına karşın,
oluşturulan uluslararası düzende ABD’nin lider rolünün diğer ülkeler açısından “ortak
bir çıkar” olarak tanımlanabilmesi, başka bir ifadeyle “dar ekonomik korporatif çıkar”
olarak görülmemesi hegemonik projenin başarısının temel nedenidir. Öte yandan
ABD’nin II. Dünya Savaşını izleyen dönemde komünizm tehdidine karşı “hür
dünya”nın liderliğini üstlenmesinde komünizme karşı yürüttüğü ideolojik, kültürel,
entelektüel mücadelenin kendi ulusal çıkarlarının ötesinde bir “ortak çıkar” olarak
görülmesinin büyük bir rolü vardır.
Neo-Gramsciyen okula göre “ortak çıkar” fikrine dayalı hegemonik düzenin
yaratılmasının önsel koşulu toplumsal sınıflar arasındaki geçici ittifakın temelini
oluşturacak hegemonik fikirler ya da bir egemen ideoloji etrafında bir “tarihsel blok”
inşa edilmesidir. Böylece, belli bir toplumsal sınıfın entelektüel ve moral liderliği
altında organize edilen başarılı bir blok politik (devlet) ve sivil toplum arasında
konjonktürel (kısa dönemli) bağlantıya karşıt olarak organik (uzun dönemli) bir bağlantı
kurar.
Hegemonik bir dünya düzeni, tabi sınıflar tarafından benimsenecek bir egemen
ideolojiye eklemlenme üzerine kurulu bir “uluslararası tarihsel blok”un inşa edilmesini
gerektirir. Bu “uluslararası tarihsel blok”, yalnızca ulusal kapitalist çıkarlar ittifakı
değildir. Bu blokun başarısı işçi sınıfının bu yeni kurumsal bağlamı ve onunla ilişkili
değerleri meşru olarak kabul etmesi için ikna edilmesine ve bu bloğa eklemlenmesine
bağlıdır (Burnham, 1991: 76-77).
Elbette devletler arası sistemde hegemonik devlet olmak egemenliğin zora dayalı
yönünü dışlamaz. Bilakis istikrarlı ve uzun dönemli bir hegemonya uluslararası
düzlemde askeri-diplomatik gücün örgütlenmesi ve harekete geçirilmesinde tekelci bir
pozisyonu gerektirir. Bu askeri güç, dünya düzeninin istikrarı için her yerde hazır ve
nazır olmalıdır. Hegemonik bir dünya düzeninde, hegemonik devletin zor aygıtları
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
71
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
doğrudan ya da dolaylı olarak, hegemonyayı tehdit eden devletler ve burjuvazinin sivil
toplum üzerindeki hegemonyasının zayıf olduğu azgelişmiş ülkelerde düzeni tehdit eden
karşı hegemonik oluşumlar karşısında sıkça başvurulan bir araç olarak her zaman
gündemdedir.
1.2. Gramsci - Dünya Sistemi Sentezi: Arrighi’nin Hegemonya Analizi
Hegemonya kavramını, özgül bir teorik yaklaşımın merkezi kavramı olarak
kullanan bir diğer kuram ise Immanuel Wallerstein’in formüle ettiği Dünya Sistemi
Kuramıdır. Dünya Sistemi Kuramının analiz birimi “tek bir işbölümü ve çok sayıda
kültürel sistem”den oluşan dünya sistemidir. Wallerstein (1974: 390-1)’a göre tarihsel
olarak dünya imparatorlukları ve dünya ekonomisi biçiminde iki farklı dünya
sisteminden söz edilebilir. Dünya imparatorluğu kapitalizm öncesi dünya sisteminin
temel formunu oluştururken, üretimin piyasaya dönük olarak kâr amacıyla örgütlendiği,
merkez ile çevre arasındaki eşitsiz değişime dayanan bir sistem olan kapitalizmin
doğuşuyla ortaya çıkan “modern dünya sistemi”, dünya ekonomisine dayanır. Dünya
imparatorluğunda tek bir siyasi yapı, merkez ve çevre arasındaki işbölümünü zor
aygıtları yoluyla tahkim ederken “modern dünya sistemi” tek bir devletin merkez
coğrafyaları denetim altına alması olanaklı olmadığı için bir dünya ekonomisidir.
Dünya Sistemi Kuramı, devlet iktidarını sınıflar arası ilişkilerden türeten NeoGramsciyen yaklaşımın aksine, devlet gücünü dünya ekonomisindeki işbölümünün bir
türevi olarak ele alır. Buna göre merkezde güçlü devletler yer alırken, çevrede zayıf
devletler sıralanır. Bu kuramda toplumsal güçlerin niteliği de dünya ekonomisindeki
işbölümüyle açıklanır. Merkezde emek denetimi ücretli emek formuna dayanırken,
çevrede bağımlı emek kategorisi yaygındır. Öte yandan Dünya Sistemi Kuramı,
kapitalizmi özgül bir üretim tarzı olarak tanımlamak yerine, işbölümü ve
uzmanlaşmanın genişlemesi ile açıklar. Kapitalizmi mübadele ilişkilerine dayalı olarak
ele alması nedeniyle, kapitalist gelişmenin ancak üretim alanının incelenmesiyle
kavranabilecek temel dinamiklerini görmezden gelir (Brenner, 1977: 31-32). Bu
nedenle, 17. ve 18. Yüzyıllarda uluslararası güç dengelerinin değişimini açıklarken
kapitalist gelişmenin ürünü olan burjuva devrimleri aracılığıyla devletin yapısal
dönüşümünün sağladığı güç avantajlarını dikkate almaz.
Dünya Sistemi Kuramı, hegemonya kavramını ağırlıklı olarak ekonomik güçle
bağlantılı ele alır. Kapitalizmin, modernleşme okulunun öne sürdüğü gibi tekil ve özerk
bir ulusal gelişme çizgisi izlemediğini, kapitalist gelişmenin başından itibaren bir dünya
sistemi olarak geliştiğini öne sürer. Bu okula göre kapitalizm, bir dünya sistemi olarak
iki ayak üzerinde gelişir. Bunlardan ilki genişleyen işbölümü ve daha geniş coğrafi
egemenlik alanlarını ve nüfusu mübadele ve karşılıklı bağımlılık ilişkileri içine çeken
ticaret ve finans ağlarıdır. İkincisi ise devletler arasındaki teritoryal rekabettir. Dünya
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
72
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
Sistemi Kuramının önemli izleyicilerinden Arrighi (1993: 154) modern dünya
sisteminin bu iki ayağından ilkinin kapitalist mantığı ikincisinin ise territoryal mantığı
temsil ettiğini savunur:
Daha genel olarak, devletler ve şirketler arası rekabet farklı biçimler alabilir ve
aldıkları biçimler modern dünya sisteminin –yönetim biçimi ve birikim biçimi olarakişleyip işlemeyeceği durumlar için önemli sonuçları vardır. Devletler ve şirketler arası
rekabet arasındaki tarihsel bağlantıları vurgulamak yeterli değildir. Aynı zamanda bu
ilişkinin aldığı biçimi ve zaman içinde nasıl değiştiğini açıkça belirtmek zorundayız.
Modern Dünya sisteminin evrimsel doğasını ve sermayenin sınırsız birikimi ile siyasal
alanın görece istikrarlı organizasyonu arasında sürekli yinelenen çelişkiyi çözüme
kavuşturmak üzere birbirini izleyen hegemonyaların oynadığı rolü ancak tam anlamıyla
bu şekilde değerlendirebiliriz.
Böyle bir anlayışa varmanın yolu, kapitalizm ve teritoryalizmin birbirine karşıt
yönetim biçimleri ya da iktidar mantığı olduğunun tanımlanmasıdır. Teritoryalist
yöneticiler gücü kendi egemenlik alanlarının genişliği ve kalabalıklığı ile özdeşleştirir ve
sermaye ve zenginliği sonu gelmeyen teritoryal genişleme çabasının bir ürünü ya da aracı
olarak görürler. Kapitalist yöneticiler ise gücü kıt kaynaklar üzerindeki denetimlerini
genişliği ile eş anlamlı görürler ve teritoryal kazanımları sermayenin sınırsız birikiminin
bir aracı ve yan ürünü olarak değerlendirirler.
Dünya Sistemi Kuramına göre büyük iktisadi, askeri, teknolojik, kültürel ve idari
kapasiteleri olan devletler arasında gelişen rekabet çevredeki azgelişmiş bölgelerin ve
halkların denetimini ve sömürüsünü hedefler. Devletler, aileler, etnik gruplar ve iş
çevreleri arasında karşılaştırmalı üstünlük için sürdürülen bu rekabet dünya sistemini
oldukça dinamik kılar. Dünya sisteminin temel özelliği giderek daha fazla bütünleşme
ve birbirine bağlanma eğilimi gösteren bir ekonomi öte yandan parçalanmış olarak
kalmaya devam eden politik egemenlik alanları arasındaki karşıtlıktır. Dünya sistemi
siyasetten ziyade ekonomi tarafından oluşturulmuş, ancak, ticaret ve finansın dinamik
ve hızla genişleyen kozmopolit alanında ortaya çıkan siyasi parçalanmışlık çoğu kez
genişlemenin engeli haline gelmiştir. Son iki yüzyılda İngiltere ve ABD bu karşıtlığı
çözmek üzere bir dünya imparatorluğu kurma yönünde girişimlerde bulunmalarına
karşın başarılı olamamıştır (Gamble, 2002: 128-130).
Dünya Sistemi Kuramının kurucusu I. Wallerstein’nın geliştirdiği hegemonya
çözümlemesi, iktisadi güç temelinde ele aldığı hegemonyayı neredeyse tahakkümle
(dominance) özdeşleştirir. Buna karşılık Dünya Sistemi Kuramının önemli
temsilcilerinden Giovanni Arrighi (1993) devletler arası sistemde hegemonya kavramını
Gramsciyen anlamda ele alır ve modern dünya sisteminin evrimini tartıştığı
çalışmalarında Gramsciyen hegemonya kavramını hegemonik çevrimlerce belirlenen
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
73
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
farklı tarihsel dönemlere uygulamaya çalışır. Burada, Arrighi’nin devlet, toplumsal
sınıflar, egemen ideolojinin oluşumu konularında Dünya Sistemci perspektiften
ayrılmadığını, yalnızca devletler arası sistemde hegemonyanın rıza üretimi yönüne
yaptığı vurguyla farklılaştığını belirtmek gerekir. Arrighi, çalışmalarında hegemonik bir
devletin ortaya çıkışını sağlayan nesnel ve öznel koşulları dünya sistemci bir
perspektiften ayrıntılı bir şekilde tartışmıştır.3 Buna göre hegemonik bir liderlik belli bir
tarihsel anda, askeri güç ve iktisadi kaynaklar üzerinde diğer devletlerin ya da devletler
grubunun etkili bir şekilde karşı koyamayacağı daha üstün denetimi gerektirir. İktisadi
üstünlüğün temel boyutları üretimde (teknolojik liderlik) ticarette (dünya ticaretinde
yüksek paya sahip olma) ve finansta (uluslararası kredi ve rezerv paraya sahip olma)
yatar (Gamble, 2002: 130). Eğer bir devlet bu üç alanda üstünlüğe sahipse hegemonik
bir role aday olabilir. Ancak bunlar tek başına yeterli değildir. Hegemonik rolü
üstlenecek devletin sahip olduğu askeri ve/veya iktisadi gücü sistem düzeyinde
çelişkileri şiddetlendiren sorunları çözmek üzere kullanabilme yeteneği ve eğilimi
olmalıdır. Bu eğilim ve yetenek, büyük ölçüde düzen için genel bir talep yaratan
sistemik kaos tarafından şekillenir. Sistemik kaos, devletler arası sistemde iflah olmaz
bir organizasyon yokluğu anlamına gelir:
Bu durum çatışmanın güçlü bir karşı koyma eğilimi gerektiren bir şekilde ve geri
dönülemez bir şekilde ve geri dönülmez bir biçimde artması veya, yeni bir kurallar ve
davranış biçimleri bütününün yer değiştirme amacı gütmeden eski bir kurallar ve değerler
sisteminden kaynaklanması veya zorla onun üzerine gelmesi ya da bu iki durumun bir
birleşiminin ortaya çıkması nedeniyle meydana gelen bir durumdur (Arrighi, 2000: 58).
Hegemonik bir liderliği hazırlayan bütün etkenlerin üst üste gelmesiyle, bir lider
devlet diğer devletlere uluslararası haklar ve normlar sistemini empoze etme ya da
kendi denetiminde bir konsensus oluşturma imkânı elde eder. Böylece belli ölçülerde
dünya sisteminin bütünü için devlet fonksiyonunu adeta bir merkezi otoriteymişçesine
üstlenir. Arrighi (1993: 150), belli bir ülkenin hegemonik bir rol üstlenebilmesinin
temel koşulunu şu sözlerle açıklar: “Egemen bir devlet, devletler sistemine istediği bir
yönde öncülük eder ve böyle yaparak onlar nezdinde ortak çıkarların peşindeymiş algısı
yaratabilir. Egemen devleti, hegemonik yapan bu tür bir liderliktir”.
Arrighi’ye göre hegemonik bir liderliğin öznel ve nesnel koşulları ile düzen için
genel bir talep yaratan sistemik bir kaosun örtüşmesine modern dünya ekonomisinin
egemen hale geldiği 17. Yüzyılda tanık olunmuştur. Bu yüzyılda Batı Avrupa’da
feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin ortaya çıkardığı karmaşık tablo Hollanda’nın
hegemonik bir güç olarak sivrilmesini sağlayan koşulları içermektedir.
Hollanda’nın Avrupa devletler sistemi ile sınırlı hegemonyasını doğuran en
önemli gelişme, Avrupa feodalizminin krizinin bir dışavurumu olarak iç içe geçmiş
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
74
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
karmaşık hiyerarşiler üzerine kurulu parçalı iktidar yapısından mutlak monarşilerin
egemen olduğu proto-ulus devletler sistemine geçiştir. Mutlak monarşilerin doğuşuyla,
Ortaçağ feodalizminin egemenlik alanlarının üst örgütü olan Roma Katolik Kilisesinin
otoritesi adım adım çözülmüştür.4 Modern devlet inşasının bir ön adımı olarak mutlak
monarşilerin temel özelliği ateşli silahlarla donatılmış kalıcı ordulara ve bürokratik
kadrolara dayanmasıdır. Bu yeni iktidar formu, devlet inşasının ağır iktisadi maliyetini
karşılamak için kendi uyruklarına ve diğer devletlerin egemenlik alanlarına yönelmiştir.
Bu dönemde üretimin ağırlıklı olarak geleneksel köylü ve zanaatkâr emeğine dayalı
oluşu uyruklar üzerindeki artı ürün baskısına sınırlar koyarken, teritoryal rekabet (diğer
devletlerin egemenlik alanlarına el koyma) temel çözüm olarak görülmüştür (Roll,
1956: 62-64). Teritoryal rekabet 16. Yüzyıldan itibaren kaynağını feodalizmin
çözülüşünde bulan dinsel reformasyonun tetiklediği dinsel çatışmalarla kesişerek tüm
Avrupa’yı içine çeken 30 Yıl Savaşlarına yol açmıştır. Bu savaşların mali yükü mutlak
monarşiler içinde gelişen kapitalizmin yarattığı yeni toplumsal sınıf kompozisyonunun
Krallıklara karşı isyanını tetikleyerek devletler arası ilişkilerde savaşın yol açtığı kaosu
daha da derinleştirmiştir. Bu kaos evresi modern devletler arası sistemin başlangıcı
kabul edilen Westphalia Barışı ile geçici bir çözüme kavuşturulmuştur. Westphalia
Barışı ile yaratılan sistem, yöneticilerin karşılıklı olarak birbirini dışlayan topraklar
üzerinde mutlak hükümranlık haklarını meşrulaştırırken, uyrukların yöneticiler
arasındaki çatışmalara taraf olmaması konusunda da bir uzlaşma içermektedir. Bu
uzlaşma gelişen kapitalizmin mülkiyet hakkı ve ticaret serbestisi yönündeki taleplerinin
devletler arası ilişkiler düzeyinde güvence altına alınması anlamına gelmektedir.
Devletler arası sistem açısından ise, egemen devletler üzerinde Papalık gibi bir örgütün
veya bir yetkinin varlığı düşüncesi ortadan kalkarken, bunun yerini devletler arasındaki
güç dengesi ve devletler arasında işleyen bir uluslararası hukuk almıştır (Arrighi, 1993:
160-161).
Arrighi (1993: 164)’ye göre Westphalia Sistemi ile sonuçlanan kaos evresi
Avrupalı yöneticilerin güç mücadelelerinin rasyonel hale getirilmesi yönünde bir genel
çıkar yaratmıştır. İspanya’ya karşı bağımsızlık ve dinsel özgürlük mücadelesi içinde
Birleşik Eyaletlere önderlik eden Hollanda bu genel çıkara hizmet etmede liderliği ele
geçirmek için gerekli eğilim ve isteği ile iktisadi ve askeri güce sahip olan bir siyasal
yapı olarak hegemonik bir konum elde etmiş, yeni güç dengesinin yönetiminde,
diplomatik girişim ve yeniliklerde önder hale gelmiştir. Hollanda Ortaçağ feodalizminin
üst örgütü olan Papalığın siyasi ve ahlaki otorite olma iddialarına karşı, mutlak
monarşilerin bağımsız siyasetinin ve bunlar arasında inşa edilecek barışın da teminatı
rolünü üstlenmiştir. Kısa zamanda Atlantik merkezli güçlü bir kolonyal imparatorluk
oluşturan Hollanda, savaş zamanında bile uluslararası ticaretin sürdürülmesini sağlamak
üzere özel girişime geniş bir özgürlük alanı sağlayarak hükümdarların ve halklarının
geçim kaynağı olan malların ve savaş araçlarının temininde ortak çıkarları temsil eden
bir konum elde etmiştir. Dönemin Batı Avrupa ile sınırlı devletler arası sisteminde ortak
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
75
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
çıkar olarak tanımlanan serbest ticaret, aynı zamanda Hollandalı ticaret oligarşisinin
çıkarlarını da temsil etmektedir (Wood, 2003: 101). 17. Yüzyılda Amsterdam, Avrupa
çapında güçlü bir ticari ve mali ilişkiler ağı oluşturmasına karşın Hollanda’nın
hegemonik gücü kısa ömürlü olmuştur. Buna karşılık Dünya Sistemi Kuramının
kuramsal öncülleri çerçevesinde devletler arası sistemde hegemonik rolün temel
mekanizmalarını sergilemek bakımından önemli bir ilk örnek olarak görülmektedir.
İzleyen bölümde, daha kalıcı bir örnek oluşturan İngiliz hegemonyasının oluşumu ve
işleyişi hegemonya tartışmaları ışığında ana hatlarıyla tartışılmaktadır.
2. 19. YÜZYIL İNGİLİZ HEGEMONYASI
Hollanda’nın 17. Yüzyıldaki yükselişi, kısa sürede başlıca iki büyük güç olan
İngiltere ve Fransa’nın meydan okumasıyla karşılaştı. Bu iki ülkenin 17. Yüzyılın ikinci
yarısında Hollanda’yı ele geçirmek için giriştikleri askeri maceralar başarısızlıkla
sonuçlandı. Bu noktadan sonra, İngiltere ve Fransa merkantilist politikalar aracılığı ile
denizaşırı pazarlar üzerinde Hollanda ve birbirleriyle sert bir rekabete girdiler.
İngiltere, bu rekabette, ana rakibi olan Fransa karşısında önemli bir üstünlüğe
sahipti. İngiltere’de 17. Yüzyıl devrimleri ile feodal üstyapı ortadan kaldırılarak,
kapitalistleşmiş bir topraklı aristokrasinin kontrol ettiği Parlamento aracılığıyla
kapitalist birikimin ihtiyaçlarına uyarlanmış bir yönetim anlayışı egemen hale gelmişti.
Toprak sahibi sınıfların burjuvalaşması ve iktidarı ele geçirmesi, mali, ticari ve sınai
çıkarlarla toprağa dayalı çıkarlar arasında bir uyum yaratmıştı. Bu nedenle, "kurumları
toprak sahibi sınıflar tarafından oluşturulmasına karşın devletin aynı zamanda
işadamları sınıfının çıkarı doğrultusunda hareket etmesi şaşırtıcı değildi" (Supple, 1976:
315). İngiltere 1651 yılında hayata geçirilen Kabotaj Yasası (Navigation Act) ile dış
ticarette Hollanda üstünlüğünü geriletme yönünde büyük bir başarı elde etti ve
Hollanda’nın ticaret ağına meydan okuyan güçlü bir ticaret ağı oluşturdu. Kapitalist
İngiliz devleti tarımın ve sanayinin kapitalist örgütlenmesi önündeki engelleri
kaldırarak, sanayi devrimine yol açacak iktisadi dinamiği ve toplumsal dönüşümü
hayata geçirmeyi başardı.5 İngiliz devletinin Fransa ve Hollanda karşısında denizaşırı
rekabette bir diğer üstünlüğü beyaz yerleşimciler aracılığı ile teritoryal genişlemeye
yönelmesiydi. Beyaz yerleşimciler, Kuzey Amerika ve Karayip Adalarında Afrika’dan
taşınan köle emeğiyle işletilen geniş ölçekli çiftlikler kurdular. Bu plantasyonlar
Williams (1964: 51-52)’ın “üçgen ticaret” adını verdiği bir mekanizmayla İngiliz
manüfaktürlerine pazar ve hammadde sağlamanın yanı sıra Avrupa ticaretinde İngiliz
tüccarlarının konumunu güçlendiren bir rol oynadı. 6 Bu ticaretin kesintisiz bir biçimde
sürmesi için İngiliz donanması devreye giriyordu. Sanayi Devrimi sonrasında İngiliz
devletinin zor aygıtı yalnızca üçgen ticaretin yürütülmesi için değil, İngiliz pamuklu
ürünleriyle rekabet edebilecek rakip pazarların (örneğin Hindistan) saf dışı edilmesinde
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
76
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
de kullanıldı. Deniz aşırı girişimlerden elde edilen sermaye birikimi, ulusal ekonomi
inşasında önemli bir rol oynadı
İngiliz devleti, zor aygıtlarını ve kurumsal kapasitesini kapitalist birikimin
hizmetine sunarken 17. yüzyıl ortalarından itibaren denizaşırı pazarlarda İngiltere’nin en
büyük rakibi olan Fransa feodal toplumsal ilişkilerin merkezi düzeyde yeniden
üretilmesinin ifadesi olan mutlak monarşinin egemenliği altında devlet maliyesi odaklı
merkantilist politikalarla İngiltere ile rekabet etmeye çalıştı. Fransız monarşisi tarımda
ve sanayide küçük üreticiliği koruma altına alarak, ticaret ve sanayi üzerinde feodal bir
kontrol mekanizması kurarak kapitalist dönüşümün temel engeli haline geldi (Mooers,
1997: 70-72).
İngiltere ve Fransa arasında deniz aşırı koloniler üzerinde süren rekabetin en
önemli halkası 1756-1763 yılları arasındaki Yedi Yıl Savaşıydı. İngiltere’nin zaferiyle
sonuçlanan bu savaşın ardından İngiltere dünya çapında denizlerdeki üstünlüğünü ve
kolonyal gücünü pekiştirdi. Bu savaşlarda iktisadi ve siyasi bakımdan güç kaybeden
Fransa, sonu gelmeyen mali krize sürüklendi. Bu kriz, Fransa’da feodal monarşiye karşı
tepkileri şiddetlendirerek Fransız Devrimi ile sonuçlanan büyük gelişmelerin önünü
açtı.
Fransız Devrimi yarattığı derin sonuçların yanı sıra 18. Yüzyılın son çeyreğinde
gerçekleşen sanayi devrimiyle askeri ve iktisadi gücünün doruğuna ulaşan İngiltere’yi
dünya liderliği için öne çıkaracak kaotik ortamı da beraberinde getirdi. Napolyon’un
askeri seferleri ve blokajlarının, Westphalia sisteminin meşru egemenlik haklarını ve
ticaret özgürlüğünü ihlal etmesi İngiltere’ye Avrupalı güçler nezdinde bir ortak çıkar
tanımlama olanağı sağladı. Kendi kapitalist dönüşümünü sağlayan 17. Yüzyıl İngiliz
Devriminin tatsız anılarını silmeye çalışan İngiltere, Fransız Devrimi’nin yarattığı
tehlikeye karşı harekete geçen Avrupa’daki eski rejimlerin muhafazakâr tepkisinin
sözcülüğünü üstlendi (Hobsbawm, 1989: 154-155). Napolyon Savaşları ertesinde
toplanan 1815 Viyana Kongresinde Avrupalı eski rejimlerle birlikte hareket ederek,
Westphalia Sistemi’ne dönüş yönündeki çabalara başarıyla önderlik etti. Böylece
Viyana Kongresi’nden I. Dünya Savaşının patlak verdiği 1914 yılına kadar İngiltere’nin
yönetimi altında, Polanyi (2000: 35)’nin ifadesiyle “Yüz Yıllık Barış” dönemi başladı.
İngiltere’nin yönettiği devletler arası sistem, Avrupa ile sınırlı olan Westphalia
Sistemi’nden farklı olarak daha geniş bir alana yayılmıştı. Fransız Devrimi’nin harekete
geçirdiği milliyetçilik cereyanının geleneksel imparatorluklar içinde yol açtığı
bağımsızlık hareketlerinin ortaya çıkardığı yeni ulus devletlerin yanı sıra Latin
Amerika’da İngiltere’nin desteklediği bağımsızlık hareketleri sonucunda ortaya çıkan
yeni ülkelerin de katıldığı yeni devletler arası sistem İngiltere’nin hegemonik liderliği
altında bütünüyle yeniden örgütlendi. Bu yeni grup ağırlıklı olarak ticaret burjuvazisi
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
77
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
tarafından kontrol edilen devletleri içermekteydi. Milliyetçilik ideolojisinin yön verdiği
bu devletlerde, devleti ulusal bir varlık değil kendi ailesinin nüfuz alanı olarak gören
monarşilerden farklı olarak, yeni ve popüler anlamıyla ulus fikri yerleşmeye başlamıştı
(Carr, 1999: 21).
İngiliz hegemonyası altındaki “Yüz Yıllık Barış” döneminin temel dayanağı
Avrupa İttifakına dayanan güç dengesi sistemiydi. Avrupa İttifakı ise Londra merkezli
örgütlenen yüksek finansın ve İngiliz serbest ticaret ideolojisi ve kurumlarının denetimi
altında işliyordu. İngiliz Sanayi devriminin ardından kapitalizmin uluslararasılaşması
farklı düzeylerde ve biçimlerde olsa da tüm dünya ülkelerini piyasanın zorunluluklarına
tabi kıldı. Uluslararası borçlanma bu sürecin en önemli piyasa disiplini aracıydı.
İngiliz egemenliğinin başat ideolojisi serbest ticaret doktriniydi. Kuramsal
temelleri klasik politik ekonominin kurucuları olan Adam Smith ve David Ricardo
tarafından formüle edilen bu doktrin İngiltere’nin Sanayi Devrimiyle büyük bir güç
kazanan sınai üstünlüğüyle bağlantılıydı. 19. Yüzyıl İngiltere’sinin keskin gözlemcisi
Friedrich Engels (1997: 35-36) 1885 yılında Commonweal dergisine yazdığı bir yazıda
doktrinin işlevini şöyle özetliyordu:
Serbest ticaret, İngiltere’nin tüm iç ve dış ticari ve mali politikasını, artık ulusu
temsil eden imalatçı kapitalistlerin çıkarlarına uygun biçimde yeniden ayarlamak demek
oluyordu. Bu işe azimle başladılar. Sınai üretimin önündeki her engel acımasızca yok
edildi. Gümrük tarifeleri ve tüm vergi sistemi tepeden tırnağa değiştirildi. Her şey bir
amaca, imalatçı kapitalist açısından çok önemli bir amaca dönüktü: Bütün tarım
ürünlerinin ve özellikle işçi sınıfının geçim araçlarının ucuzlatılması; hammadde
maliyetinin düşürülmesi ve ücretlerin –henüz aşağı çekilmese bile– düşük tutulması.
İngiltere, “dünyanın atölyesi” olacaktı; İngiltere için İrlanda ne idiyse, bütün öteki ülkeler
de o olacaktı – İngiltere’nin mamul malları için pazar olacaklar karşılığında hammadde ve
gıda vereceklerdi. Tarımsal bir dünyanın büyük imalat merkezi olan sanayi güneşinin,
İngiltere’nin çevresinde dönen ve sayıları giderek artan tahıl ve pamuk üreticisi
İrlanda’lar..
Serbest ticaret doktrini İngiliz sınai üstünlüğü bakımından elzemdi. Serbest
rekabetçi bir ekonomik ortamda kârlılık doğrudan işgücü maliyetlerinin düşürülmesine
ve hammaddelerin ucuza temin edilmesine bağlıydı. Öte yandan İngiliz sınai ürünlerinin
satılabilmesi için İngiltere’nin aynı zamanda alıcı olarak dünya pazarında boy
göstermesi zorunluydu. İngiltere’nin serbest ticaret doktrinini tam anlamıyla hayata
geçirmesi, tahıl ithalatına sınırlamalar getiren Tahıl Yasalarının kaldırıldığı 1846 yılına
kadar mümkün olmadı. “Tahıl Yasaları” İngiltere’de siyasal açıdan güçlü olan ve
Parlamentoyu kontrol eden toprak sahiplerinin, 1815 yılında tahıl fiyatlarını ve toprak
rantlarını artırmak için Parlamento’dan geçirdiği korumacı bir gümrük tarifesi
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
78
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
sistemiydi. Bu yasa izleyen 30 yıl içerisinde sanayi kapitalistleriyle toprak sahipleri
arasındaki siyasal çekişmenin temel başlıklarından birisini oluşturdu ve dönemin politik
ekonomi yazınının merkezi konularından birisiydi. 7 Yasaya karşı liberal sanayici ve
politikacı Richard Cobden öncülüğünde oluşturulan Tahıl Yasası Karşıtı Birlik’in (Anti
Corn Leauge) etkili kampanyası sonucunda Tahıl Yasaları 1846 yılında kaldırılarak
İngiliz iktisadi hegemonyası üzerindeki son engel aşıldı. Bu tarihten itibaren İngiltere
tutarlı bir şekilde serbest ticaret politikasını sürdürme ve yaygınlaştırma olanağı elde etti
(Mathias, 1969: 301). Tahıl yasalarının kaldırılmasını izleyen süreçte, İngiliz toprak
sahipleri, İngiltere’nin dünya ekonomisinde hegemonyasının sonucu olan ticari ve
finansal üstünlüğü sayesinde kaybettikleri geliri elde edecek yeni kanallara yöneldiler.
Toprak sahibi sınıf bir yandan başta finans olmak üzere hizmetler sektöründe ve
profesyonel mesleklerde fırsatlar elde ederken diğer yandan İngiliz İmparatorluğu’nun
siyasal elitlerinin yetiştirilmesi için aktif görevler üstlendiler. Ve yüzyıl sonundaki
resmi sömürgecilik döneminde yayılmacı ve militarist vatanseverlik ideolojisinin
üretilmesinde önemli bir rol oynadılar. Cain ve Hopkins (1987: 1-3)’in “centilmen
kapitalizmi”nin ikinci aşaması olarak tanımladığı bu dönemde aristokrat toprak sahipleri
elde ettikleri bu ayrıcalıklı konum karşılığında sanayicilerin serbest ticaret doktrini ile
çatışmaya girmedi. 1873 krizini izleyen dönemde tarımsal ürün fiyatlarındaki büyük
çöküşe rağmen korumacılık talep etmedi.
Özetle İngiltere hegemonik bir konuma yerleşirken Cox (1981)’un formüle ettiği
ideoloji, kurumlar ve maddi güçler matrisi ile oluşan benzersiz bir tarihsel yapıya
sahipti. Sanayi kapitalistleri, İngiltere’nin sahip olduğu devasa ekonomik güç ve ülkenin
sahip olduğu esnek kurumların desteğiyle Manchester liberalizminin sağladığı serbest
piyasa ideolojisi etrafında tarımsal ve sınai çıkarlar arasındaki uyumu esas alan bir
“tarihsel blok” oluşturdu. Bu tarihsel blok, ülkenin egemen sınıflarını İngiliz
hegemonyası projesi etrafında bir araya getirdi. Bu dönemde işçi sınıfı henüz sistemi
tehdit edecek bir örgütlenmeye sahip değildi. Ancak, sanayici kapitalistleriyle toprak
sahipleri arasında bu büyük uzlaşma sağlanmadan İngiltere’nin hegemonik liderlik için
“ortak çıkar” tanımlaması mümkün değildi. Devletler arası sistem için Avrupa Uyumu
ile sağlanan “ortak çıkar”, sanayi kapitalizminin egemen olduğu, giderek genişleyen
piyasa ilişkilerinin yeni bir zorunluluklar alanı yarattığı koşullarda yeterli değildi. Bu
nedenle İngiltere, kendi iktisadi ve askeri gücüyle tahkim edilmiş piyasa silahını
kullandı.
İngiltere serbest ticaret doktrinini empoze ederken dünyanın farklı bölgeleri için
farklı “ortak çıkar”lar tanımladı. Serbest ticaret doktrini ulusal birliklerini ve
ekonomilerini yeni inşa eden Avrupalı devletler için İngiliz üretim mallarına,
teknolojisine ucuza ulaşmanın bir aracıydı. Yeni oluşan doymamış iç pazarlar ve görece
bakir bir dünya pazarının varlığı koşullarında Avrupa devletleri, korumacılık yerine
İngiltere’nin “açık kapı” politikasının yararlarına odaklandı.8 Serbest ticaret doktrini
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
79
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
Latin Amerika’da da İngiliz hegemonyasının temel dayanağıydı. İngiltere 19. Yüzyılın
ilk yarısında İspanya’ya karşı Latin Amerika ülkelerinin bağımsızlık savaşlarını
destekleyerek bu ülkelerle önemli ticari bağlar kurdu. Bu ülkelerde üretilen birincil
ürünlerin en önemli ithalatçısı ve mamul mal ihracatçısı olarak bu ülkelerin siyasal
hayatını kontrol eden ticaret burjuvazisi ve plantasyon sahipleriyle “ortak bir çıkar”
temelinde hegemonik bir ilişki inşa etti. Birçok Latin Amerika ülkesi iktisadi ve
diplomatik açıdan fiilen İngiltere’nin uydusu haline geldi. Bu nedenle bu ülkeler fiilen
İngiliz İmparatorluğu’nun parçası olarak görülmeye başlandı. Nitekim II. Dünya Savaşı
sonrasındaki emperyalizm tartışmaları bağlamında Gallagher ve Robinson (1953: 1-2)
tarafından kaleme alınan bir çalışma, İngiltere’nin Latin Amerika’daki fiili konumunu
“serbest ticaret emperyalizmi” kavramıyla açıklamış, 19. Yüzyıl İngiliz
İmparatorluğu’nu tanımlarken İngiliz kolonilerinden ve Kanada, Avustralya ve Yeni
Zelanda gibi Anglo-Sakson yerleşimcilerden oluşan resmi imparatorluğun yanı sıra
kağıt üzerinde bağımsız olmalarına karşın İngiltere’nin uyduları haline gelen bu Latin
Amerika ülkelerini içeren “gayri-resmi imparatorluk” kavramını önermiştir.
Serbest ticaret doktrinin başarılı bir şekilde işlemesi, bu doktrinin entelektüel
ayağını oluşturan Manchester liberalizmini 1850’lerde İngiltere’nin bütün kolonilerinin
ayrılma hakkını savunmaya yöneltti. Ancak pratikte hegemonyanın diğer yüzü işlemeye
devam etti. İngiltere askeri gücü ve diplomatik kapasitesi ile Avrupa’da güç dengelerini
denetimi altına alarak kendine yönelebilecek her türlü tehdidi bertaraf etmeyi başardı.
Etkin bir diplomasi ve tüm dünya denizlerinde dolaşan İngiliz donanmasının caydırıcı
gücünün yanı sıra işgal ve ilhak politikalarıyla serbest ticaret emperyalizminin kesintisiz
işlemesi için gerekli zor politikaları hayata geçirildi.
Hegemonya tartışmalarında bir bütün olarak “Yüzyıllık Barış Dönemi” İngiliz
hegemonyası ile anılsa da hegemonyanın tanımlayıcı öğeleri dikkate alındığında
İngiltere’nin hegemonik döneminin en başarılı kesitinin Tahıl Yasalarının kaldırıldığı
1846 yılından Almanya’nın kapsamlı bir korumacı tarife sistemini hayata geçirdiği
1879 yılına kadar olan dönem olduğu söylenebilir. 1870’lerin başında Prusya’nın
önderliğinde ulusal birliğini sağlayan ve ulusal birliği yeni teknolojilere dayalı güçlü bir
sanayileşme dalgası ile birleştiren Almanya’nın bir dünya gücü olarak sahneye çıkışı
İngiliz sınai ve ticari üstünlüğünü ciddi bir meydan okuma ile yüz yüze bıraktı.
Almanya’nın ulusal birliğini sağladığı dönem aynı zamanda kapitalizmin ilk genel krizi
olan 1873-1896 Büyük Depresyonunun başlangıç dönemiydi. Almanya krize karşı,
ulusal birliğin arkasındaki sınıf koalisyonunu oluşturan ağır sanayiciler ve büyük toprak
sahiplerinin talepleri doğrultusunda korumacı politikalara yöneldi. “Demir ile çavdarın
evliliği” mecazıyla anılan 1879 Gümrük Tarifeleri tarım ve sanayi ürünlerine yönelik
kapsamlı bir korumacı politikalar öngörüyordu (Gourevitch, 1977: 285-294).
Korumacılık uluslararası rekabetin bir aracı olarak, en etkin biçimde Almanya’da hayata
geçirildi ve buradan hızla diğer gelişmiş ülkelere yayıldı (Clapham, 1968: 211).
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
80
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
19. yüzyılın son çeyreğinde İngiltere’nin sınai ve ticari üstünlüğü ABD şahsında
bir diğer meydan okumayla yüz yüze geldi. 1861-65 yılları arasındaki İç savaşın
ardından ulusal birliğini pekiştiren ABD, korumacı ve tekelci politikalara yaslanarak
güçlü bir iç pazar temelinde, yeni teknoloji ve organizasyon yöntemlerine dayalı sağlam
bir sınai ekonomi inşasına yöneldi.
İngiltere 19. Yüzyıl son çeyreğinde ABD ve Almanya’nın sınai rekabetinin yanı
sıra Büyük Depresyonun sonuçlarından da büyük ölçüde etkilendi. Kalıcı bir
deflasyonist eğilim şeklinde kendini açığa vuran kârlılık krizi nedeniyle mal ticareti
alanında hızla yaygınlaşan korumacı politikalar karşısında İngiltere geleneksel serbest
ticaret politikasını değiştirmedi. ABD ve Almanya karşısında sınai üstünlüğünü yitirme
pahasına serbest ticarette ısrar etti. Serbest ticaret politikası 1870’lerden itibaren İngiliz
mal ticaret dengesinin açık vermeye başlamasına neden oldu. İngiltere, dünya
ekonomisi üzerindeki ticari ve mali tekeli sayesinde mal ticaretindeki açığı, sigortacılık,
navlun gelirleri ve komisyon gelirleri gibi görünmeyen kalemlerdeki fazlalarla ve dış
yatırımlardan elde ettiği kârlarla fazlasıyla telafi etmeyi başardı (Mathias, 1969: 305;
Hobsbawm, 1998: 139). Altın standardı burada İngiliz hegemonyasının zayıflayarak da
olsa etkisini sürdürmesinde büyük bir rol oynadı. Büyük Britanya altın standardının
yaygınlaşmasıyla 1871 yılında parasal hegemon statüsüne yükseldi. Altın standardı
döneminde İngiltere, finansal sermayenin büyük ihracatçısı oldu. Londra, dünya altın,
para ve finans piyasalarının merkezi haline geldi. Bu durum, diğer ülkelerin altın
standardını benimsemesi için önemli bir gerekçe oluşturdu. Paris, Berlin ve diğer finans
merkezleri açısından, Londra'dan kazançlı mali iş çekmek için İngiltere'nin altın
standardını benimsemek zorunluydu. Altın standardı hem işlem maliyetlerini azaltıyor
hem de kredibiliteyi ve güvenli finansal politikaları temsil ediyordu. Londra, kısa ve
uzun vadeli kredi sağlayan başlıca merkez durumundaydı. İngiltere açısından
Londra’nın sunduğu finansal kolaylıklar ucuz kredi sağlıyor ve İngiliz sterlininin
gücünü artırıyordu. 1870-1913 yıları arasında dünya ticaretinin %60’ı sterlin cinsinden
düzenlenmiş ödeme araçlarıyla finanse edilmişti. Ne var ki artan uluslararası rekabet ve
savaş altın standardının sonunu getirdi. İki savaş arası dönemde altın standardının
yeniden canlandırma yolundaki çabalar başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun temel nedeni
İngiliz ekonomisinin uluslararası ödemeler sisteminin yükünü taşıyacak dinamizmden
yoksun oluşuydu. İkinci neden ise altın standardının işlemesi için başvurulan emekçileri
yoksullaştırıcı uyarlama politikalarının (vergileri artırma, kamu harcamalarında
kesintiye gitme ve faiz artırımı politikaları) örgütlü emeğin yükselen gücü karşısında
siyasal risklerinin artmış olmasıydı. İki savaş arası dönemde uluslararası kapitalist
ekonomi içinde ödemeler sistemini yeniden istikrara kavuşturmak için bir dizi girişimde
bulunulmasına rağmen kalıcı bir çözüm bulunamadı ve 1931 yılında İngiltere’nin altın
standardını resmen terk etmesiyle altın standardı sona erdi. (Cohn, 2012: 140-141).
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
81
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
İngiltere dünyayı yönetme işlevini 19. Yüzyıl sonuna kadar sürdürdü. Ancak
1870’lerden itibaren ulusal birliğini sağlayan Almanya’nın dünya gücü olarak
konumunun yükselmesiyle Avrupa ve dünya güç dengesi üzerindeki denetimini
yitirmeye başladı. I. Dünya Savaşı sonunda İngiltere’nin hegemonik gücünün sona
erdiği açık hale gelmişti. İki savaş arası dönem, devletler arası sistemde kaosun
derinleştiği, uluslararası ödemeler sisteminin bir türlü istikrara kavuşturulamadığı ve
derinleşen kriz karşısında uluslararası ticaretin korumacılığın yaygınlaşmasıyla durma
noktasına geldiği bir dönemdi. ABD hegemonyası bu ortamda gündeme geldi. ABD, 20.
Yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’nin rolünü üstlenmek üzere hazırlıklara başladığında,
selefinden oldukça farklı bir dünyayı yöneteceğinin farkındaydı. İzleyen bölümde ABD
hegemonyasına ön gelen dönemde ABD’nin, uluslararası ekonominin ve devletler arası
sistemin temel özellikleri ele alınmakta ve ABD hegemonyasının başlıca dayanakları
tartışılmaktadır.
3. 20. YÜZYIL ABD HEGEMONYASI
ABD, İngiltere’nin serbest ticaret doktrinine bağlı, köle emeğine dayalı Güney
Eyaletleri ile ülkenin geleceğini sınai gelişmede gören Kuzey Eyaletleri arasında 186165 yılları arasında gerçekleşen iç savaşta Kuzey güçlerinin zaferinin ardından korumacı
tarifeler ve tekelci uygulamalarla, kıtasal ölçekte geniş bir iç pazara yaslanarak güçlü bir
ekonomi inşa etti. ABD coğrafi genişliği ve geniş doğal kaynak rezervleriyle pazar ve
hammadde için dış dünyaya yönelmek zorunda değildi. ABD ekonomisi yükselen bir
birikim merkezi olarak başta Avrupa ve uzak doğu olmak üzere tüm dünyadan emek,
sermaye ve girişimi kendine çekerek sahip olduğu doğal kaynak ve pazar avantajını
güçlü bir ekonomi inşa etmede kullandı. Bu süreçte, ABD, İngiltere’nin serbest ticaret
doktrinindeki ısrarından büyük ölçüde yararlandı. Bu süreçte ABD’nin İngiltere
karşısındaki üstünlüğü daha belirgin hale geldi. 1880’de İngiltere’nin dünya sanayi
üretimindeki payı %22,9 iken bu oran 1913’te %13,6’ya geriledi. Buna karşılık ABD
ekonomisi 1913 yılında dünya sanayi üretiminin %32’sini gerçekleştiriyordu (Kennedy,
1988: 228). ABD’nin, coğrafi olarak yalıtılmış konumu nedeniyle Avrupa güç
mücadelelerinin dışında kalması ve kıtasal ölçekteki bir egemenlik sahasında iç
kolonizasyona odaklanması (Orta ve Batı bölgelerin yerleşime açılması) nedeniyle
kolonyalist politikaların dışında kalması 20. Yüzyıldaki dünya liderliği için hayli
elverişli bir konum sağladı. 19. Yüzyıl başlarında hayata geçirdiği Monroe Doktrini
uyarınca, anti-kolonyalizm, başka ülkelerin egemenlik alanlarına karışmama ve
izolasyonizm politikalarını benimsemesi I. Dünya Savaşı ve sonrasında ortaya çıkan
sistemik kaos ortamında ABD’ye önemli bir avantaj sağladı (Kiernan, 1978: 11). Bu
sistemik kaosun en önemli veçhesi 1917 Ekim Devriminin zaferiyle güç kazanan işçi
sınıfı enternasyonalizmi ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin koşulsuz
savunusuna dayanan anti-emperyalizmdi. Bu gelişmeler kapitalist dünyada özellikle
kolonyalist güçlerde büyük bir paniğe yol açtı. I. Dünya Savaşı sonrasındaki sistemik
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
82
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
kaosun bir diğer veçhesi ulusal birliğini 19. Yüzyıl sonlarında geleneksel yönetici
sınıflarla yükselen burjuvazinin uzlaşması yoluyla gerçekleştiren Almanya, İtalya ve
Japonya gibi güçlerin dünya güç dengesini tehdit eden saldırgan bir ittifak
oluşturmasıydı. Bu ittifakın karşısında eski serbest ticaret emperyalizminin devamından
yana olan İngiltere ve Fransa yer alıyordu. Almanya ve müttefikleri II. Dünya
Savaşında kendi yayılma amaçlarının önünde en büyük engel olarak gördükleri Sovyet
gücünü ortadan kaldırmak için ve kaynakların yeniden bölüşümünü sağlamak için
İngiltere ve Fransa ile çatışma yoluna girdiler. Bu çatışma iki savaş arası döneme
damgasını vuran Büyük Depresyonla dünya piyasasının tümüyle çözülmesi ve
Westphalia sisteminin bütün ilke kural ve normlarının daha önce görülmemiş bir şekilde
ihlal edilmesiyle doruk noktasına ulaştı. II. Dünya Savaşı, öncesi ve sonrasıyla
sömürgelerdeki ulusal kurtuluş mücadelelerine büyük bir ivme kazandırdı. Sonuçta,
savaş ve devrimler 19. Yüzyılın son kalıntılarını ortadan kaldırdı (Arrighi, 2000: 108109).
ABD savaş sonrasında 19. Yüzyıl başlarında İngiltere’nin yaptığı gibi
Westphalia sisteminin ilke kural ve normlarını yeniden kurmak amacıyla önce devletler
arası sisteme önderlik ederek sonra da yeniden kurduğu bu sistemi yeniden
yapılandırmaya ve yönetmeye devam ederek hegemonyayı elde etti.
Geçmişte kendi bağımsızlığını Britanya İmparatorluğu’ndan kazanmış olma
tecrübesine sahip olan ABD’nin kolonyal imparatorluk fikrine şiddetle karşı olması ve
“ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesine sahip çıkması hegemonyanın en önemli
veçhelerinden birisiydi (Gamble, 2007: 38). Bu bağlamda dünya çapında sömürgelerin
ortadan kaldırılması ve bütün ulusların eşit hakka sahip olarak Genel Kurul çatısı
altında toplandığı Birleşmiş Milletlerin kuruluşu ABD’nin hegemonik liderliğini
destekleyen bir gelişme oldu. Bu gelişme ABD hegemonyasının 19. Yüzyıl İngiliz
hegemonyasından en önemli farkını oluşturmaktadır. İngiliz hegemonyası altında
devletler arası sistemi yönetmek için devlet gücünden özerk bir örgütlenme
bulunmuyordu. 19. Yüzyılda uluslararası hukuk ve güçler dengesi Westphalia’dan beri
olduğu gibi devletlerin üzerinde değil devletler arasında işliyordu. Avrupa ittifakının,
yüksek finansın ve dünya piyasasının işleyişi devletlerin üzerinde yer almasına karşın,
bunlar örgütsel olarak İngiltere’nin dünya gücünün birer fonksiyonu olarak işlev
gördüler. Buna karşılık BM aracılığıyla ABD hegemonyasının örgütsel yapısı, egemen
devletlerin kendi aralarında ve yurttaşlarıyla ilişkilerini kendilerinin uygun gördükleri
şekilde düzenleme haklarını ve güçlerini büyük ölçüde kısıtladı (Arrighi, 2000: 112).
ABD’nin hegemonyasının bir diğer veçhesi Sovyetler Birliği’nin II. Dünya
Savaşı sonrasında genişleyen nüfuzu karşısında gelişmiş kapitalist dünyanın ve
azgelişmiş ülkelerin emekçilerine refah ve kalkınma vaadiydi. Bu vaadin gelişmiş
ülkelerin yöneticileri nezdindeki anlamı Büyük Depresyonu izleyen dönemde dünya
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
83
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
ticaretini durma noktasına getiren rekabetçi devalüasyonların ve korumacı tarifelerin
kaldırılması ve spekülatif sermaye hareketlerinin kontrol altına alınması, ticaret ve
doğrudan yabancı yatırımların iş dünyası ilkelerine göre iş adamları tarafından
engelsizce hayata geçirilmesiydi. 1931 yılında çöken uluslararası finansal sistem ve
ardından gelen uzun gerileme dönemi, yeni bir uluslararası ekonomi düzeni ihtiyacını
gündeme getirmiş ve herhangi bir gelişmiş ülkenin ABD’nin işbirliği olmadan böyle bir
düzenin oluşturulmasını önermesinin mümkün olmadığı anlaşılmıştı (Gill, Law, 1988:
131-133). Derin bir krizin ertesinde serbest girişim sisteminin işlemesi ve serbest
ticaretin yeniden tesisi için gerekli uluslararası ekonomik mekanizmaların inşası
zorunluydu.
ABD’nin, böylesi bir yeniden yapılanmaya öncülük etmek üzere hegemonik
liderliği üstlenmesi için gerekli ideoloji 1930’larda Roosevelt döneminde hayata
geçirilen müdahaleci liberal deneyim içerisinde giderek belirginleşti. Öte yandan iç
savaşı izleyen dönemde belirgin hale gelen pragmatik ve esnek Amerikanizm ideolojisi,
tekelci kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada ABD’ye bir dünya liderliği için avantaj
sağlıyordu. Gramsci (2010: 344-346)’nin “Amerikanizm ve Fordizm” başlıklı
notlarında “ussal bir demografik bileşim” temelinde ortaya çıktığını söylediği bu
ideoloji, ABD’nin tarihsel gelişimine içkindir. Amerikan toplumu, feodal bir geçmişe
sahip olmadığı için Avrupa toplumlarında patrimonyal ilişkiler temelinde varlığını
sürdüren toprak sahipleri, geleneksel tüccarlar, din adamları ve bürokrasi gibi burjuva
ilerlemenin önünü tıkayan asalak sınıflar burada yoktur. ABD’nin “büyük tarihsel ve
kültürel gelenekleri”nin olmayışı da, böylesi bir yükten özgürleşmesini sağlamış, esnek
ve pragmatik iş hayatı kültürünün Amerikan toplumuna nüfuz etmesine, Fordist emek
denetiminin görece kolay bir şekilde hayata geçirilmesine imkan vermiştir. Sermayenin
Fordist emek denetimi yoluyla “emek üzerindeki gerçek boyunduruğu”nun güç
kazanması, ABD işçi sınıfının hegemonik projeye eklemlenmesini sağlamıştır.
Amerikan yönetici elitleri arasında 1930’ların ekonomik krizi içinde belirgin
hale gelen ABD hegemonyası fikri, savaş sırasında askeri harcamalar yoluyla sağlanan
güçlü toparlanma ile sağlam bir temele kavuşmuş, bu çerçevede ABD, Temmuz 1944’te
daha II. Dünya Savaşı sürerken, savaş sonrası dünya düzeninin temellerinin atılacağı bir
uluslararası konferans düzenlenmesine öncülük etmiştir. ABD’nin New Hampshire
bölgesindeki Bretton-Woods kasabasında toplanan konferansta eski hegemonik güç
olan İngiltere’yi J. M. Keynes temsil etmiş, konferansa Keynes’in tezleri ile ABD’nin
tezleri arasındaki rekabet damgasını vurmuştur. Keynes’in tezleri, ABD liderliğinde
olacağı açık olan yeni uluslararası düzenin, eski hegemon İngiltere’nin çıkarlarını
korumayı amaçlayan bir Anglo-Amerikan ittifakı ekseninde oluşturulması niyetini
yansıtıyordu. Sonuçta konferansa ABD Ticaret Bakanı White’ın sunduğu plan kabul
edildi. White’in sunduğu plan bir istikrar fonu, bir dünya bankası ve dolara dayalı altın
standardı öneriyordu. Bu kurumların her biri ABD denetiminde olacak, dünyanın
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
84
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
önderliği ABD’nin istediği koşullarda sağlanacaktı (Gamble, 2007: 41). Konferans
sonucunda uluslararası ödemeler sistemini düzenleyen IMF (Uluslararası Para Fonu) ve
daha sonradan Dünya Bankası olarak anılacak olan Uluslararası İmar ve Kalkınma
Bankası (IBRD) adlı iki kurum oluşturuldu. IMF’nin kuruluşu ile altın standardına
dayalı sabit kur sistemi hayata geçirildi. Kurulan mali sisteme göre ise, ABD doları,
altına sabitlendi ve diğer ülke paraları da dolara göre fiyatlandırıldı. Böylece ABD
doları dünya çapında rezerv para niteliği kazandı.
Bretton-Woods sistemiyle hayata geçirilen parasal rejim bir tür uluslararası
Keynesçilik öneriyor ve ortaya çıkan ödemeler dengesi açıklarını çözecek bir kreditör
sağlıyordu. Aynı zamanda IMF gözetiminde gerçekleştirilecek devalüasyonlar yoluyla
altın standardında var olmayan bir politika esnekliği getiriyordu (Cohn, 2012: 143-145).
Bretton Woods Anlaşmasıyla kurulan Dünya Bankası ise yıkılan ekonomilerin onarım
ve kalkınma çabalarına mali kaynak sağlamakla görevlendirildi. Ancak ABD soğuk
savaş ortamında Batı Avrupa ekonomilerinin yeniden yapılandırılması için Truman
Doktrini doğrultusunda Marshall Yardımlarına başvurduğu için DB daha ziyade
azgelişmiş ülkeler için kalkınma programları hazırlamakla ilgilenmeye başladı.
ABD hegemonyasının gelişmiş ülkeler için kabul görmesinin iktisadi koşulu
ABD’nin sağladığı sermaye malları, krediler ve pazar olanaklarıydı. ABD sınai gücü ve
teknolojik kapasitesi ile kapitalist ekonominin dümeninde yer alacaktı. Bir ülke bir oy
ilkesine dayalı BM kurumlarından farklı olarak IMF ve DB’nin başta ABD’in kendisi
olmak üzere az sayıda gelişmiş ülkeye (kotalara katkı oranında) karar mekanizmasında
anahtar rol veren eşitsiz kurucu sözleşmesi, ABD hegemonyasının uluslararası
kuruluşlar eliyle pekiştirilmesini sağladı.
ABD hegemonyası altında işleyen kapitalist ekonominin gelişmiş dünyanın
emekçi yığınları nezdinde meşruluğunu sağlayan temel ise, refah devleti
uygulamalarıydı. Bu politikalar, bir yandan Sovyet tehdidi, diğer yanda güçlü sosyalist
partilerin ve sendikaların varlığı koşullarında, savaş sonrası yüksek büyüme hızlarının
mümkün kıldığı ödünlerdi. Azgelişmiş dünya açısından ise, hegemonya, Sovyetler
Birliği ile bu ülkeler üzerindeki nüfuz savaşının bir parçası olarak ABD kredileri ile
finanse edilen kalkınma programlarına dayalı olarak inşa edildi. Bu programlar,
IMF’nin istikrar programlarıyla birlikte ABD öncülüğünde oluşturulan yeni uluslararası
işbölümünün tahkim edilmesinde önemli bir rol oynadı. Bu dönemde kimi Orta ve Latin
Amerika ülkeleri ile kimi Uzak Asya ülkeleri ABD’nin ve gelişmiş Avrupa
ekonomilerinin büyük firmalarının doğrudan yatırımlarıyla bağımlı bir sanayileşme
yoluna girdi (Schwartz, 2010: 241-242).
19. Yüzyıl İngiliz hegemonyasının dünya piyasasının ve finans ağının
yönlendirici gücü ile sürdürülmesine karşılık, ABD hegemonik gücünün ürünleri olarak
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
85
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
yaratılan IMF ve DB gibi kuruluşlar uzun dönemde hegemonik dünya düzeninin
genişlemesine ve yeniden üretilmesine yönelik kuralları somutlaştıran bir rol oynadılar.
Bu kuruluşların bir diğer işlevi ise dünya düzeninin normlarını ideolojik olarak
meşrulaştırmaktı. Bu kuruluşlar eliyle bir yandan çevre ülkelerden elit devşirilirken
diğer yandan karşı hegemonik düşüncelerin absorbe edilmesi için gerekli müktesebat
yaratıldı (Cox, 1983: 172-173).
Tablo 1. 19. Yüzyıl İngiliz Hegemonyası ve 20. Yüzyıl Amerikan Hegemonyası
Karşılaştrma Öğeleri
Karakteristik Piyasa Yapısı
Üretim
Sermaye İhracı
Uluslararası İşbölümü
Parasal Sistem
Parasal Otorite
İdeoloji
Hegemonyaya Öngelen
Sistemik Kaos
Hegemonik Gücün Devletler
arası Sisteme Sunduğu “Ortak
Çıkar”
Devletler Arası Sistemin
Düzenleyici Mekanizması
Hegemonyanın “Asrı Saadet”
Dönemi
19. Yüzyıl İngiliz
Hegemonyası
Serbest Rekabetçi
Hafif Tüketim (Tekstil) ve
Ağır Sanayi
Para Sermaye ve Ticarete
Yönelik Altyapı Yatırımları
Şeklinde Doğrudan Sermaye
İhracı
İmalatçı Merkez - Birincil
Ürün Üreten Çevre
Altın Standardı
Haute Finans
Manchester Liberalizmi,
Serbest Ticaret Emperyalizmi
Fransız Devrimi
Devrim Çağı (1789-1848)
20. Yüzyıl ABD
Hegemonyası
Tekelci
Elektronik ve Sentetik
Materyaller
Üretken Sermaye İhracı
Burjuva Milliyetçiliği
Teknoloji Yoğun Merkez Emek Yoğun Çevre
Bretton Woods Sistemi
IMF
İçkin (Embedded) Liberalizm,
Serbest Girişim Sistemi
Sovyet Devrimi
Avrupa Güçler Dengesinin
Dağılması
Self Determinasyon
Avrupa İttifakı
Birleşmiş Milletler
1846-1879
1945-1965
Sonuç olarak ABD, kendi liderliğinde oluşturulacak bir hegemonik düzenin
inşası için gerekli “uluslararası tarihsel blok”u büyük bir dikkatle oluşturmayı başardı.
Bu tarihsel bloğu bir araya getiren ideoloji, serbest girişim sistemi ve liberal
demokrasiydi. Sovyet tehdidinin ayakta tuttuğu bu uluslararası tarihsel blok, ulusal
kapitalist çıkarlar açısından ABD’nin sağladığı kredi ve pazar olanakları, tabi sınıf ve
halklar açısından ise refah devleti, kalkınma vaadi ve ulusal egemenliğe saygı gibi ortak
çıkar öğeleriyle meşrulaştırıldı.9 Hegemonik bir düzen inşasında ABD’nin entelektüel
ve moral üstünlüğünü sağlayan en önemli öğe, kolonyalist bir geçmişe sahip olmayışı,
Wilson’dan bu yana ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesine sadık kalması ve en
önemlisi pragmatik Amerikan ideolojisinin taşıyıcılığı yapan ABD üniversitelerinin
sunduğu geniş bir uzmanlar havuzundan oluşan entelektüel sermayesiydi. Öte yandan
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
86
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
Amerikan kültür endüstrisi hegemonik düzenin ideolojik yeniden üretimi için güçlü bir
dayanak oluşturuyordu.
Hegemonik liderliğin en önemli zor aygıtı ise Sovyet tehdidine karşı bir Atlantik
ittifakı olarak tasarlanan NATO’ydu. NATO soğuk savaş döneminde ABD öncülüğünde
Batı blokunun ortak askeri paktı olarak işlev gördü. Ancak NATO’dan bağımsız olarak
ABD, kurduğu ittifaklar ve tüm dünyaya yayılmış üsleriyle kendi oluşturduğu
uluslararası sistemin jandarmalığını üstlenirken 19. Yüzyılda tüm dünya denizlerinde
gezen İngiliz donanmasına kıyasla daha esnek ve daha masrafsız bir güvenlik stratejisini
hayata geçirdi (Gamble, 2002: 132).
Savaş sonrası ABD hegemonyasının asr-ı saadet dönemi (belle epoque)
1960’lardan itibaren Batı Avrupa ve Japonya ekonomilerinin toparlanmasının ardından
ciddi sorunlarla yüz yüze geldi. ABD’nin doların uluslararası rezerv para rolünü
istismar ederek sürdürdüğü gevşek maliye politikaları ve kronik dış açıkları Bretton
Woods sisteminin sonunu getirdi. 1971 yılında Bretton Woods sisteminin çöküşü ABD
hegemonyasının klasik dönemini sona erdirdi.
SONUÇ
YERİNE:
KARŞILAŞTIRMASI
İKİ
HEGEMONİK
LİDERLİĞİN
Modern kapitalizmin yaklaşık iki yüzyıllık tarihi boyunca sırasıyla İngiltere ve
ABD’nin liderliğinde biçimlendiği görülmektedir. Bu iki ülke iki farklı yüzyılda
uluslararası sistemin ve ekonominin norm kural ve ilkelerini belirleyen bir liderlik icra
edebilmiştir. Kapitalist gelişmenin birbiriyle rekabet halindeki farklı kapitalist grupları
ifade eden farklı ulus devletler temelinde geliştiği göz önüne alındığında, lider ülkenin
yönetici konumunun diğer devletlerin meydan okumasıyla karşılaşması kaçınılmazdır.
Bu durum araştırmacıların dikkatini hegemonik liderliğin yer değiştirmesinin
mekanizmalarını açıklamaya yöneltmiştir. Son iki yüzyıllık deneyime hegemonya
tartışmaları çerçevesinde bakıldığında, karşımıza çıkan ilk gerçek, tam anlamıyla
hegemonik liderliğin ancak özel koşulların çakıştığı kısa dönemler için icra
edilebildiğidir. Ancak hegemonik devletin sahip olduğu konumu kurumsallaştırma
başarısına bağlı olarak, hegemonya zayıflasa bile başat (dominant) devlet olarak
devletler arası sistem ve uluslararası ekonomik sistemi yönetmeye devam etmesi ya da
kendisi olmadan bir karar alınamayan bir üstünlüğü sürdürmesi olanaklıdır.
19. ve 20. Yüzyıl İngiliz ve Amerikan hegemonyalarını karşılaştırırken dikkate
alınması gereken ilk öğe, iki devletin kapitalizmin farklı aşamalarında farklı devletler
arası sistemler üzerinde hegemonik liderlik icra etmiş olmasıdır. 19. Yüzyıl İngiliz
hegemonyası, kapitalist gelişmenin Batı Avrupa ile sınırlı olduğu bir ortamda doğmuş,
İngiltere kapitalist gelişmenin merkantilist aşamasında oluşturduğu ticaret ağı
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
87
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
aracılığıyla kendi etrafında bir uluslararası iktisadi işbölümü ve güç dengesi yaratmıştır.
Kapitalist gelişmenin kolonyalist miras temelinde gelişen bu erken aşamasında
İngiltere, oluşum halindeki az sayıdaki ulusal ekonomilerden oluşan sistemi, liberal
ideoloji ve piyasa zorunlulukları tarafından desteklenen iktisadi ve diplomatik gücüyle
yönlendirerek bir hegemonik rol icra etmiştir.
20. Yüzyıl Amerikan hegemonyası ise daha karmaşık bir uluslararası ekonomiye
ve daha kalabalık bir devletler arası sisteme liderlik etmiştir. ABD hegemonyası
döneminde, kapitalizmin dayandığı teknolojik ve örgütsel temel 19. Yüzyıldan tümüyle
farklıdır. İngiltere başta olmak üzere 19. Yüzyılın sanayileşmiş az sayıda ülkesi ağırlıklı
olarak meta ihracatına dayalı bir birikim stratejisi izlerken 20. Yüzyılda özellikle iki
savaş arasındaki istikrarsız dönemin ardından iç pazardaki talebin yönetimi büyük bir
önem kazanmıştır. 20. Yüzyılda bilimsel iş idaresi ilkelerine göre yönetilen dev
firmaların egemen olduğu gelişmiş kapitalist ekonomilerde, kitlesel üretim 19. Yüzyıla
göre büyük bir önem kazanmış ve bu çerçevede para ve maliye politikaları aracılığıyla
efektif talebin yönetimi gerekli hale gelmiştir. Öte yandan örgütlü emeğin siyasi partiler
ve sendikalar yoluyla bölüşüm ilişkilerine doğrudan müdahalesi, devletin ekonomideki
rolünü artırmış, dış dengesizliklere karşı uyarlama mekanizmalarının kurala
bağlanmasını zorunlu hale getirmiştir.
19. Yüzyılda devletler arası sistemin iktisadi veçhesi dış borç, ticaret ve ticarete
yönelik altyapı yatırımlarına odaklanan sermaye ihracına yönelikken, 20. Yüzyılda
üretken sermaye ihracı ya da üretime yönelik doğrudan yatırımlar büyük bir önem
kazanmıştır. Sermayenin artan uluslararasılaşma düzeyine koşut olarak uluslararası
eşitsiz işbölümü nitelik değiştirmiş, II. Dünya Savaşı sonrasında sanayileşmenin
doğrudan yabancı yatırımlar yoluyla azgelişmiş dünyaya yayılmasıyla, uluslararası
hiyerarşinin yeniden üretimi için bağımlı ülkelerin uygulayacağı iktisat politikalarının
gelişmiş ülkeler lehine merkezi düzeyde tasarımı hegemonik liderliğin temel
işlevlerinden birisi haline gelmiştir. ABD hegemonyası, 19. Yüzyılın laissez faire
kapitalizminin yerine, kapitalizmin karşılaştığı en büyük krizin ardından benimsenen
Keynesyen politikalar çerçevesinde yönetilen bir kapitalizmin egemen olduğu bir
iktisadi ortamda hayata geçmiştir.
ABD’nin Bretton Woods Anlaşmasıyla oluşturduğu kurumlara ve tanımlanmış
kurallara dayalı hegemonyası 1970’li yıllardan itibaren toparlanan Avrupa ve Japon
ekonomilerinin meydan okumasıyla sona ermiş, hegemonya en azından görünüşte yerini
The Trilateral Commission vb. platformlar aracılığıyla zengin Kuzey ülkeleri arasında
paylaşılan bir liderlik dönemine bırakmıştır. Bu dönemde sabit kur sisteminden esnek
kur sistemine geçiş doların uluslararası rezerv para işlevini ortadan kaldırmamış, ABD
ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki ağırlığı ve rekabet gücü doların konumunu
sürdürmesini sağlamaya devam etmiştir. ABD hegemonyasının güçlü meydan
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
88
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
okumalarla karşılaştığı bu dönem boyunca ABD finansal gücüne yaslanarak ve
“Washington Uzlaşması” başlığı altında neoliberal politikaların dünya çapında hayata
geçirilmesine öncülük etme misyonunu üstlenerek başat konumunu sürdürmeyi
başarmıştır. Bu son dönemin hegemonya tartışmaları çerçevesinde değerlendirilmesi ise
başka bir çalışmanın konusu olmak durumundadır.
NOTLAR
1
Bu konuda yararlı bir özet için bkz. Bieler, Morton (2004).
Cox, emperyalizmin farklı evrelerini ve her bir evrenin özelliklerini 1987 yılında yayınlanan
Production, Power and World Order adlı çalışmasında ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Bkz. Cox
(1987).
3
Arrighi (2002) Uzun Yirminci Yüzyıl adlı çalışmasında kapitalizmin tarihinde hegemonik
güçlerin yer değiştirmesini hegemonik gücün oluşum ve olgunluk sürecini niteleyen maddi
genişleme, gerileme sürecini niteleyen finansal genişlemeyi içeren “sistemik birikim çevrimleri”
analizi çerçevesinde ele alır. Ne var ki bu çerçevede bir tartışma, 1970 sonrası ABD
hegemonyasının statüsü üzerine yürütülen ve bu yazının kapsamını aşan geniş bir tartışmanın
aktarılmasını gerektirmektedir.
4
Mutlak monarşilerin hangi toplumsal sisteme ait bir iktidar biçimi olduğu ya da sınıf karakteri
ünlü Feodalizmden Kapitalizme Geçiş Tartışmaları’nın önemli başlıklarından birisidir. Bu
konuda bkz. Hilton (1978). P. Anderson (1974: 19) bu tartışmaya mutlakçı devletin kökenlerini
konu alan çalışmasında şu yorumla katkıda bulunur: “…Feodal lordların sınıf egemenliği serfliğin
yavaş yavaş ortadan kaybolmasıyla doğrudan tehlike altına girdi. Sonuç, feodalizme özgü siyasalyasal baskının köy toplumunun moleküler düzeyinden merkezi ve askeri bir düzeye taşınmasıydı :
Yani Mutlak Monarşi.”
5
İngiliz Devriminin klasikleşmiş bir yorumu için bkz. Hill (2005).
6
Üçgen ticarette İngiltere’den başta tekstil olmak üzere zanaat ürünleri ile dolu olarak hareket
eden İngiliz filoları Batı Afrika kıyılarında bu malların bir bölümünü köle karşılığında satıyor,
buradan satın aldıkları köleleri Amerika’daki ve Karayipler’deki plantasyon sahiplerine satmak
üzere yenidünyaya hareket ediyordu. Amerika’ya geldiklerinde, ellerindeki köleleri büyük toprak
sahiplerine satıyor ve gemilerini İngiliz tekstil manüfaktürlerinde hammadde olarak kullanılan
pamuk, tütün, pirinç, şeker gibi ticari tarım ürünleri ile doldurarak yeniden İngiltere’ye
dönüyorlardı. Bu ürünlerin bir bölümü de Avrupa pazarlarına ihraç ediliyordu. Bu ticareti
Capitalism and Slavery adlı kitabında ayrıntılı bir şekilde ele alan Eric Williams, 1962 yılında
bağımsızlığına kavuşan İngiliz kolonisi Trinidad ve Tobago’nun ilk başbakanıdır. Koloniciliği
ahlaki olarak mahkum eden bu kitap ülkenin bağımsızlık mücadelesinde büyük bir rol oynamıştır.
7
Bu tartışmalar başta Ricardo olmak üzere dönemin iktisatçılarının çalışmalarında merkezi bir
yer teşkil eder. Bkz. Kanth (1986).
8
Örneğin Louis Napolyon döneminde Fransa, İngiltere ile karşılıklı olarak tarifeleri indirmeyi
öngören kapsamlı bir serbest ticaret anlaşması imzaladı. 1860 yılında imzalanan ve Cobden2
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
89
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
Chevalier Anlaşması diye bilinen bu anlaşmada, İngiliz heyetine Tahıl Yasaları’nın
kaldırılmasında büyük rolü olan Richard Cobden başkanlık etti (More, 1997: 132).
9
Sovyetler Birliği liderliğinde güçlü bir karşı kutbun varlığı ABD hegemonyasının en önemli
dayanaklarından birisidir. Benzer durum 19. Yüzyıl İngiliz hegemonyası dönemi için geçerli
değildir. Bu farklılık hegemonya tartışmaları bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Dünya
Sistemi Kuramcıları Sovyet sosyalizmini farklı bir toplumsal sistemin yarattığı bir tehlike olarak
değil, rakip merkezden hegemonik merkeze yönelik bir meydan okuma olarak yorumlamıştır
(Chirot, Hall, 1982: 86). Buna karşılık Neo-Gramsciyen Okul, kendi içindeki farklı yorumlarla
birlikte Sovyetler Birliğini sosyalist bir deneyim olarak görür. Sözgelimi Cox (1991) , SSCB’nin
tarihe karıştığı yıl kaleme aldığı değerlendirmede, reel sosyalizm deneyiminin bireylerin yanlış
politikaları açısından değerlendirilmesine de, bu deneyimin sosyalist olmadığı gerekçesiyle
eleştirilmesine de karşı çıkar. Ve bu deneyimin Marksist tarihsel inceleme kategorileri
çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Bu konuda ayrıca bkz. Van Der Pijl (1993).
KAYNAKÇA
Anderson, P. (1974), Lineages of Absolutist State, London: New Left Books.
Arrighi, G. (1993), “Three Hegemonies of Historical Capitalism”, in S. Gill (ed.), Gramsci,
Historical Materialism and International Relations, New York: Cambridge University
Press, 148-185.
Arrighi, G. (2000), Uzun Yirminci Yüzyıl: Para Güç ve Çağımızın Kökenleri, (Çev., R.
Boztemur), Ankara: İmge.
Bieler, A., A.D. Morton (2004), “A Critical Theory Route to Hegemony, World Order and
Historical Change: Neo-Gramscian Perspectives in International Relations”,
Capital&Class, 28 (1), 85-113.
Brenner, R. (1977), “The Origins of Capitalist Development: a Critique of Neo-Smithian
Marxism”, New Left Review I, 104, 25-92.
Burnham, P. (1991), “Neo-Gramscian Hegemony and the International Order”, Capital&Class,
15 (3), 73-92.
Cain, P.J., A.G. Hopkins (1987), “Gentlemanly Capitalism and British Expansion Overseas II:
New Imperialism, 1850-1945”, The Economic History Review, 40 (1), 1-26.
Carr, E.H. (1999), Milliyetçilik ve Sonrası, (Çev., O. Akınhay), İstanbul: İletişim.
Chirot, D., T.D. Hall (1982), “World-System Theory”, Annual Review of Sociology, 8, 81-106.
Clapham, J.H. (1968), The Economic Development of France and Germany 1815-1914, London:
Cambridge University Press.
Cox, R.W. (1981), “Social Forces, States and World Orders: Beyond International Relations
Theory”, Millennium-Journal of International Studies, 10 (2), 126-155.
Cox, R.W. (1983), “Gramsci, Hegemony and International Relations: An Essay in Method”,
Millennium-Journal of International Studies, 12 (2), 162-175.
Cox, R.W. (1987), Production, Power and World Order: Social Forces in the Making of History,
New York: Columbia University Press.
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
90
Hegemonya Tartışmaları Işığında 19.Yüzyıl İngiliz ve 20. Yüzyıl Amerikan…KAYMAK
Cox, R.W. (1991), “ 'Real Socialism' in Historical Perspective”, Socialist Register, 27, 169-193.
Cohn, T.H. (2012), Global Political Economy: Theory and Practice, Boston: Longman
Engels, F. (1997), İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, (Çev., Y. Fincancı), Ankara: Sol.
Galagher, J., R. Robinson (1953), “The Imperialism of Free Trade”, The Economic History
Review, 6 (1), 1-15.
Gamble, A. (2002), "Hegemony and Decline: Britain and the United States" in P. K. O'Brien and
A. Clesse (eds), Two Hegemonies: Britain 1846-1914 and the United States, 1941-2001,
Aldershot: Ashgate Publishing, Ltd., 127-140
Gamble, A. (2007), “Keynes, Anglo-Amerika ve Hegemonik İstikrar Teorisi”, (Çev., O Etiman),
Mülkiye, 31 (256), 31-44.
Gill, S., D. Law (1988), The Global Political Economy:Perpsectives, Problems, and Policies,
Baltimore: The Johns Hopkins University Press.
Gilpin, R. (1981), War and Change in World Politics, Cambridge: Cambridge University Press.
Gourevitch, P. (1977), “Trade, Domestic Coalitions, and Liberty: Comparative Responses to the
Crisis of 1873–1896’, Journal of Interdisciplinary History, 8 (2), 281-313.
Gramsci, A. (2010), Gramsci Kitabı: Seçme Yazılar, 1916-1935, D. Forgacs (ed), (Çev., İ.
Yıldız), Ankara: Dipnot.
Hobsbawm, E.J. (1989), Devrim Çağı, (Çev., J. Ergüder, A. Şenel), Ankara: Verso Yayınları.
Hobsbawm, E.J. (1998), Sanayi ve İmparatorluk, (Çev., A. Yılmaz), Ankara: Dost .
Hill, C. (2005), 1640 İngiliz Devrimi, (Çev. N. Kalaycıoğlu), İstanbul: Kaynak Yayınları.
Hilton, R. (ed.) (1978), The Transition from Feudalism to Capitalism, London: Verso.
Kanth R.K. (1986), Political Economy and Laissez-Faire: Economics and Ideology in the
Ricardian Era, Totowa, New Jersey: Rowman & Littlefield.
Kennedy, P. (1988), The Rise and Fall of the Great Powers: Economic Change and Military
Conflict from 1500 to 2000, London: Unwin Hyman.
Kiernan, V.G. (1978), America, the New Imperialism: From White Settlement to World
Hegemony, London: New Left Books.
Krasner, S.D. (1976), “State Power and the Structure of International Trade”, World Politics, 28
(3), 317-347.
Mathias, P. (1969), The First Industrial Nation, An Economic History of Britain, 1700-1914,
London: Methuen.
Mooers, C. (1997), Burjuva Avrupa'nın Kuruluşu, (Çev., B.S. Şener), Ankara: Dost Yayınları.
More, C. (1997), The Industrial Age: Economy and Society in Britain, 1750-1985, Pearson:
Harlow.
Polanyi, K. (2000), Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, Çev., A. Buğra,
İstanbul: İletişim.
Roll, E. (1956), A History of Economic Thought, London: Faber and Faber Ltd.
Schwartz, H.M. (2010), States versus Markets: The Emergence of a Global Political Economy,
New York: Palgrave Macmillan.
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 
Cilt 34, Sayı 1, 2016
91
KAYMAK  British and U.S. Hegemony in the Light of Hegemony Debates: from Guided…
Supple, B. (1976), "The State and The Industrial Revolution: 1700-1914", in C. M. Cipolla (ed.),
The Industrial Revolution, 1700-1914, Fontana Economic History of Europe, Vol. III,
New York: The Harvester Press,
Wallerstein, I. (1974), "The Rise and Future Demise of the World-Capitalist System: Concepts for
Comparative Analysis", Comparative Studies in Society and History, 16 (4), 387-415.
Van Der Pijl, K. (1993), “Soviet Socialism and Passive Revolution”, in S. Gill (ed.), Gramsci,
Historical Materialism and International Relations, New York: Cambridge University
Press, 237-258.
Wickersham, J. M. (1994), Hegemony and Greek Historians, Rowman & Littlefield.
Williams, E. (1964), Capitalism and Slavery, London: Deutsch.
Wood, E. M. (2003), Kapitalizmin Köken: Geniş Bir Bakış, Çev., A. C. Aşkın, Ankara: Epos.
Yetiş, M. (2009), “Gramsci ve Devletin İki Görünümü”, Mülkiye, 33 (264), 129-153.
Hacettepe University Journal of Economics and Administrative Sciences 
Vol 34, Issue 1, 2016
92
Download