Sorularlarisale.com Yirmi Dokuzuncu Mektup'un Dördüncü Telvih'ini açıklar mısınız? "Meslek-i velâyet çok kolay olmakla beraber çok müşkülâtlıdır; çok kısa olmakla beraber çok uzundur; çok kıymettar olmakla beraber çok hatarlıdır; çok geniş olmakla beraber çok dardır. İşte bu sırlar içindir ki, o yolda sülûk edenler bazan boğulur, bazan zararlı düşer, bazan döner, başkalarını yoldan çıkarır."(1) "Meslek-i velâyet çok kolay olmakla beraber çok müşkülâtlıdır." Tasavvuf mesleği ile elde edilen velayetin kazanılması çok uzun ve meşakkatlidir. Buradaki "müşkilat" ifadesi, riyazet ve çile gibi ağır terbiye metotlarına işaret ediyor. Eskide bir müridin ruhani seyrini tamamlayıp nefsini öldürmesi, bazen kırk sene ağır riyazet ve çile ile ancak mümkünmüş. "Kolay olması" ifadesinde ise, velayetin kazanılmasından sonra imanla kabre girmenin ve şek ve şüphelerden salim kalmanın suhulet ve kolaylığına işaret ediliyor. Yani bir veli velayet makamına çıkıp iman hakikatlerini bizzat müşahede ettikten sonra, kabir ve cennet onun için kolay hale gelmiş demektir. "Çok kısa olmakla beraber çok uzundur; çok kıymettar olmakla beraber çok hatarlıdır;.." "Kısa ve uzunluk" tabirlerinde de aynı mülahazaları düşünebiliriz. Yani tasavvuf mesleği ile velayeti elde etmek çok uzun ve meşakkatlidir. Lakin elde ettikten sonra, maksut olan rıza ve cenneti elde etmek gayet kısa ve kolaydır. Bu meslek çok değerlidir, lakin bir o kadar da risklidir. Velayeti elde etme yolunda çok telefler olabilir. Bir takım tasavvuf yolcularının velayet seyrinde "şatahata ve naza sapması" buna örnek olarak verilebilir. "Çok geniş olmakla beraber çok dardır." page 1 / 3 Tasavvuf mesleğinde giderken şartlar ve yollar çok dar, ama neticeye ulaştıktan sonra meydan çok geniş ve ferahlı. Yani herkesin rahatla gidebileceği bir yolu yok, ama o yolda gidip de neticeye, yani velayete varanlar için hem iman hem marifet hem de manevi makamlar çok geniş ve kapsamlıdır. Özet olarak; tasavvuf mesleğinin velayet yolları ve disiplinleri zor, dar, riskli ve uzundur; lakin bu yolu bitirdikten sonra netice kolay, geniş, salim ve kısa olur. Bu telvihin temas ettiği bir diğer önemli konu ise şu cümlelerde ifade edilmiştir: "Makamât-ı evliyadan bazı makamlarda Mehdî vazifesinin hususiyeti bulunduğu ve Kutb-u Âzama has bir nisbeti göründüğü ve Hazret-i Hızır'ın bir münasebet-i hassası olduğu gibi, bazı meşâhirle münasebettar bazı makamat var. Hattâ o makamlara Makam-ı Hızır, Makam-ı Üveys, Makam-ı Mehdiyet tabir edilir." "İşte bu sırra binaen, o makama ve o makamın cüz'î bir nümunesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebettar meşhur zatlar zannediyorlar. Kendini Hızır telâkki eder veya Mehdî itikad eder veya Kutb-u Âzam tahayyül eder. Eğer hubb-u caha talip enâniyeti yoksa, o halde mahkûm olmaz. Onun haddinden fazla dâvâları şatahat sayılır; onunla belki mes'ul olmaz. Eğer enâniyeti perde ardında hubb-u caha müteveccih ise, o zat enâniyete mağlûp olup, şükrü bırakıp fahre girse, fahirden git gide gurura sukut eder. Ya divanelik derecesine sukut eder veyahut tariki haktan sapar. Çünkü, büyük evliyayı kendi gibi telâkki eder, haklarındaki hüsn-ü zannı kırılır. Zira, nefis ne kadar mağrur da olsa, kendisi, kendi kusurunu derk eder. O büyükleri de kendine kıyas edip kusurlu tevehhüm eder. Hattâ, enbiyalar hakkında da hürmeti noksanlaşır."(2) Kainatta her şeye hak ettiği değerin verilmesi gerekir. Büyük, küçük olamaz; küçük de büyüğün yerini dolduramaz. Bu yüzden büyük büyüklüğü ile küçük de küçüklüğü ile kıymetlidir. Allah’ın eşyaya verdiği kıymet ve takdiri aynı ile kabul etmek gerekir. Damla denize işaret edebilir, ama asla denizim diyemez. Asker askerlik münasebeti ile "ben ordunun bir mensubuyum" diyebilir, ama asla "ben orduyum" diyemez. Ordunun yapabileceği bir şeyi nefere dayandırmak ne kadar yanlış ise, nefere ait adi bir sıfatı orduya yamamak da o kadar hakikati ters yüz etmektir. Bir damla su, güneşin aksini üstünde gösterebilir, ama asla "güneşin o hakiki sıfatı page 2 / 3 bende de var" diyemez. Bu yüzden damlada görünen zayıf yansımaya bakarak; güneş bütün haşmet ve azameti ile buradadır demek, tam bir hatadır. Aynı şekilde Allah’ın azamet ve haşmetini adi bir şeyde aramak ve bulamamak ve sonra da inkara sapmak tam bir zulümdür. İnsanları zulme ve yalana götüren, bu kıymet dengesinin gözetilmemesidir. Mesela bazı dalkavuklar krala; "Sen şöyle aslansın böyle kaplansın, cihanın tek muktedir liderisin." deyip, adamı olduğundan daha fazla gösterirler. Kral da onların o takdirine ayak uydurmak için ya zulme girer ya da yalancı bir gösterişe sapar. Halbuki kralın gerçek dostu ona gerçek vaziyetini anlatır. Kral da durumunu ona göre şekillendirir, zulme ve yalancı vaziyetlere düşmekten kurtulur. Firavunun ilahlık iddiasında dalkavuk veziri Haman’ın ve yalan tezviratının rolü çok büyüktür. Bazı ehliyetsiz ve liyakatsız salikler, kendi cüzi makamlarını büyük evliyaların külli makamı ile karıştırdığı için, kendinde bulunan pest ve adi halleri o büyük zatlarda da hayal etmeye başlıyorlar. Bu karıştırmaktan dolayı o büyük zatlara olan hürmet ve saygı azalıp, sıradanlaşıyor ve onlardan da pest ve adi hallerin çıkabileceğine inanmaya başlıyorlar. Hatta bir noktadan sonra onların büyük makamlarını da inkar edebiliyorlar. Bu bakış açısından; büyük zatlarda at kişnemesi mesabesinde olan adi halleri ve adi sözleri onlara yakıştırıyor demektir. Mesela basit bir adam, -haşa- İmam Rabbani gibi ali bir zatı kendi gibi basit görse, kendinden sadır olan basit şeyleri ona vermekte sakınca görmez. Yani bir nevi at kişnemesi kıvamında olan basit şeyleri ona kolayca isnat edebilir. Büyük evliyaların bazı hal ve sıfatlarının sıradan bir evliyada da bulunması o evliyayı büyük evliya yapmaz. Onbaşı olan bir askerde de, komutanlığın cüzi bir sıfatı ve manası vardır, lakin "Ben de paşa gibi bir komutanım." diyemez, dese zulüm ve haksızlık etmiş olur. Cüzi nümune ve gölge, onbaşı da bulunan komutanlığın bazı hal ve hususiyetleridir. Mesela onbaşı, on askeri sevk ve idare ederken, binbaşı bin askeri sevk ve idare eder. Sevk ve idare etme noktasında onbaşı ile binbaşı arasında ortak paydalar var ki, nümune ve gölge bu ortak paydalardır. Hata olan husus ise, bu ortak paydalardan hareketle onbaşının binbaşı tavrını takınmasıdır. Dipnotlar: (1) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Dokuzuncu Kısım. (2) bk. a.g.e. page 3 / 3 Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)