Geleceği Bugünde Yaşatmak-2 Prof.Dr.Zekeriyya ULUDAĞ Sanayileşmenin sonucunda önemle üzerinde durulan alanlardan biri psikolojik dünya olmuştur. Batı böylesi bir alanı yönetip yönlendirdiği süre kendisini başarılı görmüştür; çünkü bu sayede sadece maddi âleme değil insanın iç dünyasına da hâkim olduğunu düşünmüştür. Savaşların ortaya çıkışında, işgal edilen ülke insanlarının işgalciler adına güdümlenmesinde, kapitalist ekonominin tüketim aracı olarak gördüğü insanın pazar ekonomisi şartlarına göre yaşamasının sağlanmasında ve reklamın gücü karşısında ihtiyaç kavramının peşinden koşturulmasında belki her şeyden önemlisi devletlerin siyasi felsefelerinin eğitim yoluyla kitlelere kazandırılmasında daima psikoloji yardımcı bir disiplin olarak kabul edilmiştir. Aydınlanma akla güveni vurgularken, modern hayat biçimi adeta içgüdüsel bir dünya için tatmin peşinde koşmuştur ve hala da aynı hayatı sürdürmektedir. Kiliseye ve onun temsil ettiği temel hayat biçimlerine tepki olarak doğduğu kabul edilen modernin düşünce sistematiği, Batı dışı toplumlarda kaynağından uzaklaştıkça derinliğine anlamını gittikçe kaybetmiş tamamen yüzeyselleşmiştir. Bu ise; dışa açık içe kapalı, davranışı gören ruhu unutan, tüketimi destekleyen ekonomik dolaşımı önceleyen bunun yanında tasarrufu muhafazakârlık olarak algılayan bir düşünceyi ortaya çıkarmakta, diğer yönüyle içinde bulunulan zamanı yaşamayı teklif etmektedir. Ancak her yeni sekülerleşme mutluluk, refah ve huzur getireceği yerde bunalım, buhran ve bunaltı ortaya çıkarmaya devam etmektedir. Tatmin edilen her biyolojik arzu yeni tatmin odakları ortaya çıkarmakta ve insan denilen varlığı peşinden sürüklerken insani duygu ve değer yargılarının, insani amaçların kaybolmasına yol açmaktadır. Din ve Felsefenin insanı anlama konusunda ileri sürdüğü nazariyeleri metafizik spekülasyonlar olarak gören psikoloji, deneysel yöntemlerle araştırdığı insanı, bütün çabalarına rağmen gerçek boyutlarıyla anlayabilmiş ve henüz bu gayretini sonuçlandırabilmiş değildir. Bu konuda gelişimci, hümanist v.s şeklindeki düşünce açılımları da diğerlerinden farklı olmayacaktır. Zira bütün çalışmalar yukarıda eksiklik olarak ifade ettiğimiz yani özü yakalama noktasında öncekilerden farklı değildir. Çalışmalar yüzeyseldir, öze ait değildir. İki asırlık zaman dilimi içerisinde ortaya çıkan bütün gelişmeler bu doğrultuda toplumsal hayatımızda yansıma yaparken, özellikle kullandığı vasıta eğitim olmuştur. Esasen insanı insan yapmak için yapılması gerekenler sadece kabukta kalmış, “davranış mühendisliği” amacıyla eğitim çoğunlukla bir mutfak görevi görmüştür. Eğitim insanlar üzerinde ipotek kurmak ya da vesayet anlayışı ile faaliyet göstermek yerine; gelecekte yaşanacak bir hayatın öznesi olacak insanın insani özelliklerine uygun anlayışla hareket etmek zorundadır. Modern eğitim anlayışının temel yanlışlarından birisi, günü kurtarmak adına hareket etmek ve süreci dikkate almaksızın değerlendirmeyi başarı anlayışı ile yani sonuçta alınan nota endekslemek olmuştur. Böyle bir kabul zevahiri kurtarmış gibi görünmekle birlikte geleceği yaşayacak insanı hazırlamamaktadır. Görüntü davranış, geçmişin kurtarıcısı gibidir. Eğitim “ruh mimarlığı” görevini üstlendiği zaman gelecek olacaktır. Mekânın insan üzerindeki tesiri neyse okulun öğrenci üzerindeki etkisi o olmalıdır. İz bırakmayan mekânlar insan ruhunda aşk ateşi uyandırmayacaktır. Kendi görevini yapamayıp vekil kullanan okul, eğitim görevini aileye öğretimin teknik boyutunu dershaneye terk eden eğitim yuvaları ile erdemlere dayalı insani hayat kurulamaz, en azından meselenin toplumsal ayağı oluşturulamaz. Ticaret kazanç içindir, eğitim ruhun istiklali ve hürlüğü meselesidir. İnsan olma insanlığa ulaşmadır. Ruhunda adalet olmayanlar hak karşısında irkilenlerdir. “Araç değerlerde eşitlik, ideal değerlerde hürlük isteyen” elde edilemeyecek idealin peşinde koşma sevdasıyla yola çıkanlardır. Dolayısıyla onlar geleceği bugün yaşayanlardır.