1615 yıllık “işgalci” Yaklaşık beş yıldan beri devam eden Mor Gabriel Manastırına karşı dava fiyaskolarına bir yenisi daha eklendi. Yargıtay Hukuk Kurulu Manastır arazilerinin Hazine’ye devrini kararlaştırdı. YIL 1 SAYI 5 TEMMUZ 2012 S. 2 www. beraberbuyudukbuulkede.com Aralarında Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Dr. Cengiz Aktar, Prof. Dr. Ufuk Uras, Milletvekili Altan Tan ve Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Tuma Çelik’in temsil ettiği yaklaşık 300 aydın, ilerici, demokratın imzaladığı bildiri kamuoyuna açıklandı ve imzaya açıldı. İstanbul Galatasaray’da bulunan Cezayir Lokantasında Salı (10.07.2012) günü saat 11.30’da yapılan açıklamada Tuma Çelik; “bu kampanya ile amacımız Türkiye halklarının bir arada yaşama isteğini ortaya koymaktır” dedi. Prof. Dr. Cengiz Aktar ise yaptığı konuşmada Sabro Gazetesinin şimdiye kadar çıkan sayılarını göstererek; “aslında sorunun özünü bugüne kadar çıkan Sabro gazetesinin manşetleri çok iyi bir şekilde ortaya koyuyor, bakınız bu manşetler ne diyor; Qadmoyutho Türkiye’de Siyasi Çatlaklar Türkiye’de statukocu zihniyet yüzünden, iç ve dış gelişmelere bağlı olarak, yeni siyasi çatlaklar gün begün çoğalmaktadır. Son dönemde AKP ile Fethullah GÜLEN cemaati arasında baş gösteren anlaşmazlık, hükümetin geleceği konusunda ciddi bazı soruları gündeme getirmiş ve değişik hesaplar yapılmaya başlanmıştır. AKP ile cemaat arasındaki bu çatlağı ciddi bir fay hattı ve yol ayırımı olarak değerlendirenler yeni bir oluşumdan söz etmektedirler. Sizleri Ankara’ya Bekliyoruz Devamı Say. 4 Suriye’de “Denge” Oyunu S. 3 S. 11 “Süryaniler Aydınlanıyor” “Kazandığım davaları başkalarını mutlu etmek için değil, kendi gözyaşlarımı kurutmak için kazandığımı düşünüyorum” AKP içinde meydana gelen çatlak ve farklı yaklaşımlar sadece cemaatle yaşanan bu çelişki ile sınırlı değil. Aynı zamanda Kürt sorunu konusunda da farklı görüşlerin ortaya çıktığına tanık olmaktayız. Bu konuda da AKP’li Kürt siyasetçilerin; Türk İslam sentezi ile ümmetçiliği savunan iki ayrı görüş arasında bölündüğünü ve önemli bir çatlağın oluşmasına neden olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında CHP içerisinde de siyasi çelişkilerin oluşmaya başladığını görüyoruz. Klasik ulusalcı CHP’lilerin yanında yeni görüşler ileri süren bir grubun ortaya çıktığın, bu grupların da birbirleriyle mücadele ettiğini görmekteyiz. CHP içerisinde ayrıca, ‘Herkesten Önce Buradaydık’ ‘Topraksızlaştırılıyoruz’ ‘Biz de varız’ ve ‘Samimiyet Bekliyoruz’ diyorlar. İşte bütün mesele burada. Bizler buralara gelmeden çok önce burada yaşayan Süryaniler, Lozan Antlaşmasında sahip oldukları haklarını bile kullanmalarına izin verilmedi” dedi. Mezo-Der Başkanı Tuma Özdemir ise yaptığı konuşmada Mor Gabriel Manastırının önemine değindi ve; “Mescid-i Aksa Müslümanlar için ne ise Mor Gabriel’de Süryaniler için öyledir” dedi. S. 4 Bu tür davalarla ilgilenmemizin asıl sebebi Harput’taki anıt kilisenin 1999 yılından önce Vakıfların, Elazığ Müze Müdürlüğünün ve Harput Jandarmasının göz önünde defineciler tarafından Kırklı Yıllardan Bir Demet Midyat “DÖN” ve “GİT” Kendi Yurdunda Yaralı Olmak duvarının delinerek zeminde 3 metre hafriyat yapılması ve kilesinin ileriye dönük olarak müze ya da cami olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunması idi. S. 6 Suriye Rejimi Halkın Kanında Boğuluyor Mor Gabriel Dosyasından Kaybolan Evrak Tuma ÇELİK Yavuz ÖNEN Şabo BOYACI Suphi AKSOY Baskın ORAN Sayfa 3 Sayfa 5 Sayfa 7 Sayfa 9 Sayfa 11 2 Sayı 5 Temmuz 2012 1615 yıllık “işgalci” Yaklaşık beş yıldan beri devam eden Mor Gabriel Manastırına karşı dava fiyaskolarına bir yenisi daha eklendi. Yargıtay Hukuk Kurulu Manastır arazilerinin Hazine’ye devrini kararlaştırdı. Bütün dünyadaki Süryanilerin yakından takip ettiği ve Süryaniler için büyük önem atfeden Mor Gabriel Manastırına karşı gelişen haksız hukuk mücadelesi yeni bir şok karakrla bütün Süryanileri derinden etkiledi. barındırmaktadır. 2008 yılından beri farklı kollardan başalayan davalar, bölgenin feodal yapısından nemalanan yapıların desteğiyle devam etmektedir. Dünya Süryanilerinin ve uluslararası camiadan gelen bütün haklı bskılara rağmen devlet sorunun bu süreçteki haksızlıkları dile getirerek bütün yolların sonuna kadar kullanılacağını ve bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine de başvurduklarını belirttiler. İsveç parlamentosunda bulunan Süryani Milletvekili Yılmaz KERİMO, konu hakkında Mor Gabriel Manastırı ve komşu köyleri parlamentoya bir soru önergesi karşı karşıya getiren ve 2008’den beri devam eden arazi davalarında, Ankara “Mor Gabriel Manastırı onyıllardan beri devlete vergilerini verirken, Süryani kurumları da ödemekte, bütün hukuki ve yasal görevlerini yerine kararın yanlış olduğunu belirten Yargıtay Hukuk Kurulu emrivaki bir açıklamalarda bulundular. kararla Mor Gabriel Manastırına ait getirmekte ve buna rağmen toprakları ellerinden arazilerin Haziye’ne devrini alınmaktadır” Konu hakkında görüşlerine kararlaştırdı. başvurduğumuz Avrupa Süryaniler Birliği (ESU) Dış İlişkiler Midyat yerel mahkemesinin Sorumlusu Rima Tüzün, bu kazanılmasına ve lehteki bilirkişi adaletsiz kararın bütün demokratik raporları ile Tapu Kadastro’nun ve modern normlarla çeliştiğini görüşlerini dinlemeyen Yargıtayın ifade ederek karar hakkındaki bu kararı Mor Gabriel nezdinde sitemini şöyle ifade etti; “Mor bütün Süryanilere yapılan bir Gabriel Manastırı onyıllardan beri adaletsizlik değerlendirildi. devlete vergilerini ödemekte, bütün hukuki ve yasal görevlerini yerine MS. 397 yılında kurulan Mor getirmekte ve buna rağmen Gabiel Manastırı Süryanilerin toprakları ellerinden alınmaktadır. ‘İkinci Kudüs’ü’ olarak Avrupa Birliği’ne aday bir ülkede bilinmektetir. Tarihsel gelişim içehala böyle hakkaniyetten uzak risinde hem Süryaniler hem bölge kararların çıkması düşündürücüdür. üzerinde önemli etkileri olan Karar bütün Süryanileri yakında Manastır onlarca din adamı, ilgilendirmekte ve gözdağı vermeköğretmen ve öğrenciye beşiklik tedir.” etmiştir. Günümüzde halen aktif olan Mor Gabriel Manastırı Turabdin çözümünde aktif rol almayarak sürecin Avrupa’daki birçok Süryani kurumunun Abraşiyesi altında faaliyetlerini sürdürmekte uzamasına ve Süryaniler içinde büyük hayal tepkisine neden olan kararın proteste edilmesi ve onlarca öğrenciye eğitim imkanı kırıklığına sebep oldu. temelinde önümüzdeki süreçte değişik sağlamaktadır. Bölge turizmi açısından da Mor Gabriel Manastırı yetkilileri defalarca etkinlikler yapılması bekleniyor. ender yapılar ve tarihsel bir doku D. Vergili SÜRYANİ ADETLERİNE GÖRE ORGANİK ŞARABINIZI KENDİNİZ ÜRETMEK İSTERMİSİNİZ? SİZİN İÇİN ÖZEL OLARAK YAPILACAK BEYAZ VEYA KIRMIZI ŞARABI GENE İSTEDİĞİNİZ TASARIMA GÖRE ETİKETLEYİP SİZE YOLLATACAĞIZ Daha detaylı bilgi için www.hotelnehroz.com AYLIK SABRO (UMUT) BAĞIMSIZ SIYASI GAZETE Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Tuma ÇELİK Süryanice Sorumlusu: Yuhanun VERGİLİ Yönetim Yeri: Akçakaya Mah. Cumhuriyet Cad. No 40 Midyat-Mardin Basıldığı Yer: Anadolu Ofset, Davutpaşa Cad. Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/87 Topkapı – İstanbul Basım Tarihi: Temmuz 2012 İlişki Adresleri: Genel Kurallar: Abone ve Reklam Fiatları: Banka Bilgileri: Midyat: e-Mail: gazetesabro@hotmail.com Tel: +90 506 674 53 00 Gazetede yayınlanan yazılardan, altında imzası olan yazarlar sorumludur. Fiatı: 3,50 TL, 2,00 € (Yurtdışı) Ziraat Bankası, Mardin: Gabi YERLİ Tel: +90 482 212 79 79 Tel: +90 533 643 76 49 Gazetenin imzasıyla yayınlanan yazılardan ise Genel yayın yönetmeni sorumludur. İstanbul: Edip ASLAN Tel: +90 530 787 28 21 Bedri DİRİL Tel: +90 538 257 64 72 Zeki AYDIN Tel: +90 532 296 57 69 Kaynak göstermek kaydıyla, gazetede yayınlanan yazılar başkaları tarafından kullanılabilir. Gazeteye gönderilen yazılar, kullanılsın veya kullanılmasın, gazetenin malı sayılır ve başka bir dönemde kullanılabilir. Abone: 1 Yıl; 35,00 TL, 25,00 € (Yurtdışı) 6 Ay; 20,00 TL, 15,00 € (Yurtdışı) 3 Ay; 10,00 TL, 10,00 € (Yurtdışı) İstanbul/Beyazıt Şubesi Hesap Sahibi: Tuma ÇELİK Hesap No: 59447239-5001 IBAN: TR09 0001 0006 0659 4472 3950 01 Reklam: Yıllık; 750,- (1/2), 500,- (1/4), 350,- (1/8), 250,-(1/16) 6 Ay; 500,- (1/2), 350,- (1/4), 250,- (1/8), 175,-(1/16) 3 Ay; 350,- (1/2), 250,- (1/4), 175,- (1/8), 125,-(1/16) Gazetemiz; Herkesin bireysel haklarına saygı gösterme konusunda ilke kararına sahiptir. Abone olmak isteyen okuyucularımızın, abonelik ücretlerini banka hesap numaramıza yatırmalarını ve adreslerini elektronik veya normal posta yoluyla tarafımıza ulaştırmaları sonrasında gazeteyi ellerine ulaştıracağız. Sayı 5 Temmuz 2012 Sizleri Ankara’ya Bekliyoruz Süryani Dernekleri Federasyonu, Amerika’nın Adana Konsolosu Bayan Daria L. DARNELL’in davetlisi olarak, Amerika Özgürlük bayramının 236. yıldönümü için verilen resepsiyona katıldı. Amerika’da ve bütün dış temsilciliklerde her yıl büyük bir coşkuyla kutlanan Amerika’nın en büyük bayramı, bölgedeki değişik kurumların katıldığı bir resepsiyonla, A d a n a Konsolosluğu’nda da k u t l a n d ı . Resepsiyona katılan Federasyon Başkanı Evgil TÜRKER ve Yardımcısı Bedros DEMİR, Amerika’nın Ankara’daki Büyükelçisi Francis Joseph RICCIARDONE ile de görüşme imkanı buldular. 28 Haziran 2012 tarihinde Adana Hilton Oteli’nin bahçesinde yapılan resepsiyona Süryani Dernekleri Federasyonu yetkililerinin yanı sıra Adıyaman ve Çevresi Süryani Ortadoks Metropoliti Mor Gregoriyus Melke Ürek de katıldı. Adana Konsolosu Bayan Daria L. DARNELL’nın tek-tek karşılanan misafirler arasında yer alan Süryani Dernekleri Federasyonu yöneticileri ile Büyükelçi Francis Joseph RICCIARDONE arasında yapılan görüşme esnasında, Süryanilerin “DÖN” ve “GİT” 3 Tuma ÇELİK Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN, İstanbul’da düzenlenen “Türkçe Olimpiyatları 10. Yıl“ etkinliklerinde yaptığı konuşmada; “Kardeşlerim, gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır. Faturası çok ağırdır. Biz gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz. Gurbet aynı zamanda garipliktir. Biz garipliğe tahammül edemeyiz. Diyoruz ki; bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz” diyerek, Fetullah GÜLEN Hoca’ya geri dön çağrısında bulundu. Ömrünün 25 yılını Yurt dışında geçirmek zorunda kalan birisi olarak bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum. Dolayısıyla yapılan bu çağrının, aynı durumda (vatan hasreti içinde) olan herkes için geçerli olmasını umud ediyorum. Ancak yapılan çalışmalara ve karşılaştığımız uygulamalara bakıldığında bu “umud”umun pek de fazla bir şey ifade etmediğini düşünüyorum. Sanki “iyi niyetli” olduğuna inandığım bu yaklaşımlar, sadece belli bir kesime yönelik yapılıyor. Daha da önemlisi, sanki bu belli kesim dışında kalanlara, bırakın çağrı yapılması, orada (yurt dışında) kalmaları için daha fazla çaba harcanıyor gibi geliyor bana. Türkiye’deki durum u ve Mor Gabriel Manastırı ile ilgili mahkemelerin geldiği aşama tartışıldı. Anlatılanları büyük bir dikkat ve ilgiyle dinleyen Büyükelçi Francis Joseph RICCIARDONE, hem Süryanilerin durumu hem de Mor Gabriel Manastırı ile ilgili davalar hakkında daha ayrıntılı görüşmeler için Federasyon yetkililerini Ankara’daki Büyükelçiliğe davet etti. ܀܀܀܀ Belki çok ağır bir suçlama gibi gözüküyor bu yaklaşım ama, inanın başka bir yaklaşım biçimini bulmak için çok çaba sarf etmeme rağmen bulamadım. Üstelik bu noktaya da öyle üstünkörü bir biçimde gelmedim. Geçmişte yaşanan birçok olumsuzluğun yanında, geçtiğimiz günlerde Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin Mor Gabriel davası için aldığı karar, Böyle bir sonuca gelmemi sağladı. Bildiğiniz gibi, adı geçen mahkeme, verdiği bir kararla, Mor Gabriel’i ezelden beri kendi kullanımında olan topraklar üzerinde “işgalci” konumuna soktu. Yürürlükteki yasalara göre belki “hukuki” ama kesinlikle haksız olan bu karar, Süryaniler’in devlete ve siyasi otoriteye olan güvenlerini tam anlamıyla yok ettiğini söyleyebiliriz. Daha da önemlisi kanaatimizce bu karar, aynı zamanda Süryanilere; “sakın buraya gelmeyin, çünkü siz işgalcisiniz” demek anlamına da geliyor. Dolayısıyla da dönme umuduna sahip olanları “bir kez daha düşünme”ye sevk ediyor. Çünkü, Fikret BAŞKAYA hocamız; “Zenginlik, yoksulluk ve özel mülkiyete dair“ başlıklı Makalesinde “Mâlûm, kelime ve/veya kavram çifti diye bir şey vardır. Bu, bir kelimenin veya kavramın, başka bir kelime veya kavrama gönderme yaparak varlık kazanmasıdır“ diyor. Ardından; “Zenginlik olmadan yoksulluk olmaz veya yoksulluk olmadan zenginlik olmaz. Efendi ve köle, zâlim ve mazlûm, güzel ve çirkin, iyi ve kötü, sıcak ve soğuk, vb. kelime/kavram çifti“nin bu çerçeveye dahil olduğunu söyler. Ayrıca; “Bu tür kelime ve/veya kavram çifti durumunda, çifti oluşturan kelime veya kavramdan her biri diğerini varsayar, ona gönderme yapar“ der. Buradan yola çıkarak biz de pek ala şunu söyleyebiliriz; Git ile Dön birbirini var ediyor ve her biri diğerine gönderme yapıyor. Dolayısıyla Sayın Başbakan, Fetullah GÜLEN Hoca’ya gel derken, birilerine de git diyor. Yoksa yerel mahkemenin kararı ortadayken, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, neden böyle bir karar alır? Eğer bu durumun farklı veya başka bir izahı varsa buyrun açıklanması gerekiyor. Ki, biz de “yanlış” olduğuna inanmak istediğimiz “dön” ve “git” ikileminden kurtulalım. Çünkü Süryaniler gerçekten içinde bulundukları ülke hasretinden yoruldular ve birçok değer yaratıp geliştirdikleri ülkelerine dönmek istiyorlar artık. Ama bunun için de ciddi bir güvene ihtiyaçları var. Devetlerde, ikili görüşmelerde ve “samimi” ortamlarda “arkadaş”lıklar arasında dile getirilen “geri dönünün çağrıları” güven vermiyor. Süryaniler, devletin ciddi adımlar atarak bu güven ortamının sağlanmasını bekliyor. Bunu da siyasi otoritenin alacağı bir dizi karar ve yürürlüğe koyacağı uygulamalarla mümkün olacağına inanıyor. Gerisi “su üzerine yazılan yazı”dır ve kimseyi tatmin etmeyecektir. tuma.celik@esu.cc 4 Sayı 5 Temmuz 2012 Qadmoyutho bugüne kadar “Cumhuriyetin bekçisi” olarak görülen orduyla bağlar ciddi anlamda kopmuştur. Çünkü ordu içerisinde meydana gelen, ve ordunun önde gelen önemli bir kanadını temsil eden bir grup subay cezaevine konularak tasfiye noktasına getirilmiştir. Ortaya çıkan bu gelişmeler beraberinde hem CHP içinde hem de “eski” orduda ciddi bir ayrışma ve çatlak oluşmasına neden oldu. www. beraberbuyudukbuulkede.com Aralarında Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Dr. Cengiz Aktar, Prof. Dr. Ufuk Uras, Milletvekili Altan Tan ve Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Tuma Çelik’in temsil ettiği yaklaşık 300 aydın, ilerici, demokratın imzaladığı bildiri kamuoyuna açıklandı ve imzaya açıldı. MHP siyasi çizgi olarak kısır bir döngüye dönüşmüş bu nedenle yeni bir yapılanmadan yana olan birçok ülkücü mevcut 1615 yıllık Mor Gabriel Manastırı arazisinin yönetimden rahatsızlık duyarak farklı arayışlar içerisine girmişlerdir. Hazine’ye devredilmesi yönündeki Yargıtay kararına sonrasında Süryanilere yapılan Türkiye sol-sosyalist hareketi baştan beri çok parçalı haksızlıkları protesto etmek ve Süryanilerle olduğundan dolayı etkisiz ve süreç karşısında çelişkili bir dayanışma amacıyla bir imza kampanyası konumdadır. Bu nedenle Türkiye’de emekçi yoksul ve sistem- başlatıldı. "Türkiye Süryanilerin vatanıdır ve den zarar gören kitlelerin demokratik taleplerine cevap verileMor Gabriel Manastırı işgalci değildir" memektedir. Türkiye’de sol hareketin siyasi bir güç olabilmesi için, klasik ideolojik kavramlardan ve dar gurupçuluktan başlığını taşıyan ve kurtulması gerekmektedir. Bu anlamda yeni arayışların içine çeşitli sivil toplum girilmiş ancak bu arayışlarda da farklı yaklaşımlar söz konusu- kuruluşları ile birlikte 300 aydın, ilerici, dur. demokratın katıldığı Kürt siyaset cephesinde de kafalarda bazı soru işaretlerinin k a m p a n y a n ı n oluşmasına neden olan farklı yaklaşımlar yer yer ortaya detaylarını Sabro çıkmakta ve bu konuda bir “çatlağın” gerçekliğini önümüze Gazetesi Genel Yayın koyuyor. Hükümetin Kürt sorununun çözümü konusunda Yönetmeni Tuma gündeme getirdiği demokratik açılım projesi de bir muammaya Çelik, Prof. Dr. dönüşmüş ve bu yüzden ortam tamamen güvensizleşmiştir. Cengiz Aktar ve M e z o p o t a m y a Türkiye devleti ile hükümetinin içindeki sorunlar sadece siyasi partilerden ibaret değildir. Dinci-Laik, Alevi-Sünni, Türk- Süryani Kültür ve Kürt, azınık-çoğunluk, müslüman-müslüman olmayan gibi Dayanışma Derneği birçok konudaki çelişkiler; çatlaklara, guruplaşmalara ve (Mezo-Der) Başkanı kamplaşmalara yol açmaya devam etmektedir. Çünkü Tuma Özdemir tarafından açıkladı. Türkiye’de toplumsal iç barış ve demokratikleşme hala sağlanamamıştır. İstanbul Galatasaray’da bulunan Cezayir Lokantasında Salı (10.07.2012) günü saat Toplumdaki yaygın kanaat, gücü ve iktidarı ellerinde 11.30’da yapılan açıklamada Tuma Çelik; “bu bulunduranlar her zaman haklıymış gibi hareket ederler. kampanya ile amacımız Türkiye halklarının bir Bugünkü iktidar da bütün kurumları kendi siyasi çizgisine göre arada yaşama isteğini ortaya koymaktır” dedi. ayarlayarak; hak ve hukukun kendi “doğruları” çerçevesinde tecelli etmesini sağlıyor ve bu konuda toplum içerisindeki Prof. Dr. Cengiz Aktar ise yaptığı konuşmada yaygın kanaatı haklı çıkarıyor. Bir anlamda tarihi “tekerür” ettir- Sabro Gazetesinin şimdiye kadar çıkan sayılarını göstererek; “aslında sorunun özünü mektedir. bugüne kadar çıkan Sabro gazetesinin Ak Parti Hükümetleri döneminde Mor Gabriel manastırına manşetleri çok iyi bir şekilde ortaya koyuyor, karşı açılan davalarda ve mahkemeler sürecinde yaşananlar bakınız bu manşetler ne diyor; ‘Herkesten Önce bunu açıkça ortaya koyarken, Süryanilere nasıl çifte standartla Buradaydık’ ‘Topraksızlaştırılıyoruz’ ‘Biz de yaklaşıldığını da açıkça göstermektedir. Mor Gabriel varız’ ve ‘Samimiyet Bekliyoruz’ diyorlar. İşte manastırına karşı devletin sergilediği bu tutum, Süryani halkının bütün mesele burada. Bizler buralara gelmeden kutsal değerlerine doğrudan bir saldırı olarak algılanmaktadır. çok önce burada yaşayan Süryaniler, Lozan Bu uygulama aynı zamanda Türkiye’nin halklar ve farklılıklar Antlaşmasında sahip oldukları haklarını bile konusunda ne kadar ince ve derin bir çatlağa sahip olduğunu ortaya koyuyor. Bu da Süryaniler ve diğer bütü farklılıklar için kullanmalarına izin verilmedi” dedi. Mezo-Der ciddi ve kaygı verici bir sorun olmaya devam etmesine neden Başkanı Tuma Özdemir ise yaptığı konuşmada Mor Gabriel Manastırının önemine değindi ve; olmaktadır. “Mescid-i Aksa Müslümanlar için ne ise Mor ܀܀܀܀ Gabriel’de Süryaniler için öyledir” dedi. Birçok basın kuruluşunun yakından takip ettiği basın açıklamasında yaşanan süreci anlatan Tuma Çelik; binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Süryanilerin, sistematik politikalar sonucunda nasıl güçsüz bir duruma getirilip göçertildiklerini anlattı: “Bizler yaklaşık 6000 yıldır bu topraklarda yaşıyoruz. Bu topraklarda verdiğimiz emekle yarattığımız değerler var. Mor Gabriel de bu değerlerden biridir. Binlerce yıldır dağ başındaki bu manastıra ait topraklara günümüzde devletin el koymaya başlaması kendiliğinden ortaya çıkan bir gelişme değildir. Dolayısıyla Süryanilerin, özellikle de geri dönüşlerin olduğu bir dönemde, devlet tarafından istenmediği algısını yaratmaktadır” dedi. Tuma Çelik ayrıca; 1924 yılında Hakkari’de bulunan Nasturi (Doğu Süryani)’lerin sürgün edildiğini, ardından 1928 yılında okullarının kapatıldığını, 1930 yılında da Mardin’de bulunan Süryani Patriği’nin Sürgüne yollandığını ve yıllar boyu yapılan baskı sonucunda da Süryanilerin göç etmek zorunda kaldıklarını anlattı. Ortaya çıkan bütün bu olumsuz gelişmeleri kimseye duyuramayan Süryanilerin aslında ülkelerini sevdiklerini ve son yıllarda yaşanan Sayı 5 Temmuz 2012 iyimserlik ortamı sonucunda geri kadar büyük bir çaba harcadığını söydönmeye başladıklarını söyleyen Tuma ledi. Tuma Özdemir; “olumlu veya Çelik; “Ancak Türkiye düşmanlarının olumsuz, Mor Gabriel’i ilgilendiren yapabileceği uygulamalarla Süryaniler her konu bütün Süryanileri ilgilendiri” yeniden ülkelerinden soğutulmaya dedi. çalışılıyor” dedi ve ekledi; “işte bu İmzacıların arasında yer alan HDK kampanyayla hem Süryanilerin duyulmayan sesi duyulacak hem de yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Dr. Gençay Gürsoy de, Türkiye’de yaşayan “Biz ‘hoşgörü’ Süryanilere yapılan h a l k l a r ı n Süryanilerle dost istemiyoruz. Çünkü bizim haksızlıklara karşı bir eksikliğimiz, bir her zaman mücadele o l d u k l a r ı n ı g ö s t e r m e y e hatamız veya bir suçumuz edeceklerini ve bu yok. Bu yüzden de biz haklı davalarında, çalışacağız.” Türkiye halklarıyla HDK olarak her an Kalabalık bir özgürce, kardeşçe ve bir y a n l a r ı n d a ifade ortamda yapılan arada yaşamak istiyoruz” olacaklarını etti. basın toplantısında konuşan Cengiz Aktar ise, bir yandan Daha sonra imza kampanyası için Bulgar ve Rumlara ait arsalar iade ediinternet sitesi; lirken bir yandan Mor Gabriel'in geri açılan alınmasının "inişli çıkışlı" bir politika www.beraberbuyudukbuulkede.com, olduğunu belirtti ve yapılacak yeni tanıtıldı ve basın mensupları ile anayasanın, Lozan Anlaşması'nın da dinleyicilerin soru ve görüşlerine önüne geçerek azınlıkların yaşadıkları geçildi. Burada da bir soruya verdiği mağduriyetlere, ‘pozitif ayırımcılık’ cevapta Tuma Çelik; “Resmi ağızlar kadar sürekli olarak uygulanarak, son vermesi gerektiğini bugüne bahsederler ve söyledi. Cengiz Aktar ayrıca, Lozan ‘hoşgörü’den Anlaşması'nda azınlık sayılan "üvey Osmanlı’nın, Türkiye’nin ne kadar evlat" Süryanilere, Yagıtay'ın verdiği ‘hoşgörü’lü olduğunu anlatmaya kararla "Türkiye vatandaşı değilsin" çalışırlar. Oysa ‘hoşgörü’ mantığında denmek istendiğini, bu imza aşağılama vardır. Dolayısıyla biz kampanyasıyla bu durumun önüne ‘hoşgörü’ istemiyoruz. Çünkü bizim geçmek ve Türkiye halkını bir eksikliğimiz, bir hatamız veya bir Süryanilerle tanıştırmak istediklerini suçumuz yok. Bu yüzden de biz Türkiye halklarıyla özgürce, kardeşçe söyledi. ve bir arada yaşamak istiyoruz. Bu Mezo-Der Başkanı Tuma Özdemir kampanya aynı zamanda bizim bu ise, Mor Gabriel Manastırının Süryani isteğimize verilecek cevap olacaktır” Kültürü’nü ayakta tutmak için bugüne dedi. ܀܀܀܀ 5 KIRKLI YILLARDAN BİR DEMET MİDYAT Yavuz ÖNEN Midyat Ortaokulu’nun çevresindeki alanlarda gençler öbek öbek. Canlı bir hareketlilik var. Paskalya bayramında gençler yumurta tokuşturuyor. Hristiyan evlerine Paskalya kutlamasına gidip hediye yumurtalarını alan müslüman gençler de var bu kalabalığın içinde. Sıkı bir pazarlık var. Ustalık gerektiriyor rakibinin yumurtasını elinden almak. Rişo brişo- tarflardan birinin teklifi olabilir. Süryanice,yumurtaları kafa kafaya tokuşturalım demektir. U rişo bı akvo- yumurtasının sağlamlığından emin olmayan bir tekliftir. Yumurtasının baş kısmıyla karşı tarafın dip tarafına vurma pazarlığıdır. Sağlam tarafla daha az sağlam tarafa vurma teklifidir. Darbat, yumurtaları pazarlıksız tokuşturmaya başlayalım demektir. Sağlam olan kazansın anlamındadır. Bu da yumurtasına güveni ifade ediyor. Bu teklifler üzerinde anlaşma olursa oyun başlıyor. Ancak, yapılan herhangibir teklife karşılık olarak taraflardan biri Ino mena diyebilir. Bu da yumurtaları değişerek yapılan teklifi kabul etmektir. Oyuna bu koşulla başlamaktır. Bu oyunda da hile başvurulan bir yoldur. Hileli yumurtalar üretlir. İğneyle delinen yumutrta boşaltılır, içine şap doldurulur. Şaplı yumurta kaya gibidir. Kırılmaz. Rakibin yumurtasının şaplı olup olmadığını kontrol etmek gerek. Onüç yaşıma kadar yaşadım Midyatı. 1951 yılında ayrıldım. Geri dönüşüm 1992 yılında oldu. Yeşilyurt köylülerine asker pislik yedirmişti. Bir insan hakları heyeti olarak oraya giderken güzergahı Midyat üzerinden geçirmiştik. Bir saat boyunca eski Midyat’ın boş sokaklarının ve evlerinin fotoğraflarını çekmiştim. Mimarlar Odasının ortamındaki söyleşilerde kullandım bu resimleri. Bu çok kültürlü ortamın bende bıraktığı izleri canlandırmak günışığına çıkarmak bir süredenberi yapmaya çalıştığım bir şey. Geçmişi yazarak yitirdiğimiz bir güzelliği hatırlatmak anlatmak bir görev gibi. Eski Midyat’ın esas kimliğini oluşturan Süryanilerin zaman içinde ve sistematik olarak zorunlu göçe tabi tutularak yokedilmesinin mağduru yalnız Süryaniler değil. Tüm yöre halkı ve tüm Türkiye halkı. Hepimiz mağduruz zira tarihi bir kültürel sosyal değerimizden yoksun kıldılar bizi. Ne yazıktırki bu kıyım bu hoyratlık devam ediyor. Devlet Mor Gabriyel Manastırının arazilerine el koymaya kararlı. Mahkeme kararı açıklandı geçen hafta. Bu yazımda ben sokakları dolaşmayı yeğliyorum. Midyat’ıın iki hanının bulunduğu caddeden başlayarak yokuş yukarı çıkarken aktar, manifaturacı, bezzaz, kuyumcu, terzi, kunduracı, demirci, bakkal dükkanları sahiplerinin yüzleriyle birlikte hafızada duruyor. Bezzaz Ohanes, dükkanının levhasıyla gözümün önünde. Sınıf arkadaşım sevgili Aho Sevinç’in babası, demirci dükkanında örste var gücüyle demir döğüyor hala. Bayram harçlığını bolca aldığım annemin iyi arkadaşı basma sanatçısı Saro, uzun boyu boyalı elleri güler yüzüyle yürüyor. Okulların yaz tatillerinde çıraklık yaptığm Zeyto, İbrahim ve İshak Pamukçu’ların terzi dükkanında mukattana dikiyorum zaman zaman. Sohbetlerin kahkahalı neşesini unutamadım. Dükkanına çerez almak için gittiğim Selim Keskin’in öfkesini kışkırtmamak için ürkek bir dikkat içindeyim. Selim Harufo derdim adı geçtiğinde. Akçakaya Mahallesindeki evimize yakın çarşıda Illo Elo’nun kasap dükkanında etler sabah vakti satılır işler erken biterdi. Hanların avlusu yaz mevsiminde çok hareketli. Sabahın erken saatlerinden itibaren civar köylerden gelen her türlü meyve sebze, tavuk yumurta süt yoğurt hayvan pazarlanıyor iki hanın avlularında. Türkçe Kürtçe Süryanice Arapça dillerinde pazarlık sesleri yükseliyor. Sedo’nun omuzunda oturmanın bir başka avantajı var. Ezidi kadınlarla kahfur’ların içindeki üzümler pazarlık edilirken tadımlık salkımları yeme şansına sahip oluyorum. Şıkro Pette. Kardeşlerim Mehlika ve Gönül’ün anımsattığı bir isim. İki kişiye de ait olabilir tam hatırlayamadık. Bu şahıs-şahısları da saygıyla anmak gerek. Çok önemli ve çok zahmetli bir altyapı hizmeti veriyorlar. Fosseptik çukurlarındaki birikintileri boşaltıyorlar. Bir halata bağlı mazot benzin tenekelerini doldurduktan sonra omuza yerleştirilen ince bir ağaç gövdesinin iki tarfına asarak ilçe dışına taşıyorlar. Taşırken Midyat’ın tamamı kaya olan sokaklarına dökülen pislikler ve etrafa yayılan kokuları da anımsamamak olanaksız. Elektriğin akar suyun olamadığı bir dönem. Radyolar akü ile gramafonlar elle kurularak çalışıyor. İçmeye ve kullanmaya kuyu suyu kullanılıyor. Postahanedeki telefonla dışarıyla haberleşme mümkün. Civar köylere ulaşım at eşek katır sırtında oluyor. Mardine genellikle yüklü kamyonların üstünde gidiliyor. Sabah kalkan araç Savur’a uğradıktan sonra gün batımında varıyor Mardin’e. Araç trafiğine geçit vermeyen kış şartlarında Nail ağabeyim katırcılara emanet edilir liseyi okumak üzere katır sırtında gider gelirdi. SABRO ailesine dahil olmak bazı güzellikleri de getiriyor. New Jersey’de yaşayan bir dostla görüşme olanağı sağladı. Özcan Kaya ile telefonla biraz hasret giderdik. Yitirdiğimiz Baba İshak Kaya anne Roza Kaya ile ağabey Mesut Kaya’yı saygı ve sevgiyle anıyorum. Sevinç Kaya ilkokuldan sınıf arkadaşım. Günümüzde pek çok TV dizisinin çekimine mekan olan –ve Özel İdarenin mülkiyetine geçmiş olan- muhteşem evlerine ailece aşinayız. Kısa bir gezintiye, parça bölük anılara burada nokta koyalım. Midyat ve civarını geçmişte yaşamaya devam edeceğiz. ܀܀܀܀ 6 Sayı 5 Temmuz 2012 SÖYLEŞİ Elçin DEMİREL “Süryaniler Aydınlanıyor” “Kazandığım davaları başkalarını mutlu etmek için değil, kendi gözyaşlarımı kurutmak için kazandığımı düşünüyorum” Nuran Hanım, ya da Fatih Belediye binası içindeki adıyla “Nuran Abla” İstanbul’da yaşıyan gerçek bir Elazığ’lı. Bu yüzden de Elazığ ve Harput’tan bahsedildiğinde gözleri bir başka bakıyor etrafa. Hele tarihi eserlerden, vakıflardan ve vakıf mallarından konu açıldığında Nuran Abla’yı durdurmak mümkün değil. Bu konudaki çabası o kadar çok ki, Türkiye’deki diğer azınlıklar da Av. Nuran ÖZDİLER’i parmakla gösteriyorlar. Biz de zaten Nuran Hanım’ın adını ilk kez, Azınlıkların Vakıflar Meclisi’ndeki temsilcisi olan Laki VİNGAS’tan duyduk. Av. Nuran ÖZDİLER’i tanıdıktan ve onunla sohbet ettikten sonra kazandığı ünün hiç te sebepsiz olmadığına kendimiz de gördük. Ama bütün bu güzelliklerin yanında bir eksiklik vardı. Nuran Abla, Süryanilerin, özellikle de Diasporada yaşayan Süryanilerin içinde bulunduğu durumu yakından tanımadığı için geleceğe dair umutlarında “gel-git”ler yaşıyordu. Kimbilir belki de haklıydı. Çünkü gördüğü, yaşadığı şeyler ve verdiği mücadele büyük olmasına rağmen, o hep kendisini yanlız hissetti çocuk sahibiyim. Ortanca oğlum ile küçük kızım avukat, büyük kızım ise İngilizce öğretmeni olarak çalışmaktadırlar. Ne tür davalarla ilgileniyorsunuz? Elazığ‘da Hazine Avukatı olarak görev yapmam ve daha sonra da çeşitli kamu kurumlarında çalışmam “Dünyadaki ilk Süryani Kadim kadın avukatı olduğum hususunda Patrikhanede yayınlanan bir dergide bundan bahsedildi” sebebiyle Gayrimenkul Hukuku, İmar Hukuku, İnşaat Hukuku, tazminat davaları en çok ilgilendiğim davalardır. Bu tür davalarla ilgilenmemizin asıl sebebi Harput’taki anıt kilisenin 1999 yılından önce Vakıfların, Elazığ Müze Müdürlüğünün ve Harput Jandarmasının göz önünde defineciler tarafından duvarının delinerek zeminde 3 metre hafriyat yapılması ve kilesinin ileriye dönük olarak müze ya da cami olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunması idi. Nitekim Urfa’da bulunan ve anıt eser olan üç adet kilisemizden ikisi halen camiye çevrilmiş olup, bir tanesi de Urfa Kültür evi olarak kullanılmaktadır. Bize kısaca kendinizi ve yaptığınız işi tanıtır mısınız? 1973 yılından beri zaman zaman serbest zaman zaman da kamu avukatı olarak aralıksız çalışmaktayım. 2010 yılında Fatih Belediyesi Hukuk İşleri Müdürlüğünden emekli oldum ve halen Belediye Başkanının Hukuk Danışmanı olarak görev yapmaktayım. Türkiye‘de Devlet Memuru olan ve Devlette müdürlük kadrosuna kadar yükselebilen tek Süryani’nin ben olduğumu düşünüyorum. Evli ve üç Bunun üzerine tarafımca mazbuta kararının iptali için idari yargıda açılan dava temyiz safhası olmak üzere yaklaşık 5,5 yıl sürmüş ve idare mahkemesinde mazbuta kararı iptal edilerek, davamız kabul edilmiş, daha sonra vakfımız yeniden mülhak vakıf olarak özgürlüğünü kazanmıştır. Bu davanın dışında anıt kilise olan Harput Kilisesi’nin imar planı ile ilgili davaları mevcut olup, onlar da tarafımdan takip edilerek kilise plana işletilmiş ve kilise çevresindeki gayrimenkullerimiz için verilen yanlış imar kararlarının iptali için de Danıştay’da dava açılmış, yürütmenin durdurulması kararı alınarak haksız işlem durdurulmuştur. Bu davalar ile ilgilenmeye nasıl başladınız? Sabro olarak yaptığımız bu söyleşideki amacımız biraz da bu yanlızlığı kırmaktı.... 1945 yılında Elazığ’da doğdum. Ailenin en büyük çocuğuyum. İlk, orta ve Lise öğrenimimi Elazığ’da tamamladım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1972 yılında mezun oldum. Avukatlık stajımı bitirdikten sonra Avukat olarak Elazığ’da çalışmaya başladım. Tam bu dönemde dünyadaki ilk Süryani Kadim kadın avukatı olduğum hususunda Patrikhanede yayınlanan bir dergide bundan bahsedildi. Kilisesi ve kilisenin diğer gayrimenkulleri Vakıflar Genel Müdürlüğünün sevk ve idaresine geçmiş ve kiliseye ait Vakıf malları üzerideki tüm denetimimiz elimizden alınmıştı. Sizin Elazığ ilinde arsa davalarındaki başarınızı biliyorum. Ne tür davalar bunlar biraz bahseder misiniz? Elazığ’da Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı 1936 yılında kurulmuş mülhak bir vakıf iken daha sonra Vakıflar Genel Müdürlüğünce vakfımız mazbutaya alınmış ancak bu karar da tarafımıza tebliğ edilmemiştir. Mazbuta kararı ile Vakfa ait Harput’taki tarihi Meryem Ana Kilisesi ile Elazığ’daki Mar Cırcis Atalarımızdan bize intikal eden ve çeşitli fedakarlıklarla bu güne getirilen Harput Meryem Ana Kilisesi, Harput‘daki 15 Kilise arasında ayakta kalan tek kilisedir. Kazandığım davaları başkalarını mutlu etmek için değil, kendi gözyaşlarımı kurutmak için kazandığımı düşünüyorum. Halen Elazığ’daki vakfımız kardeşim ishak TANOĞLU’nun vakıf başkanı olarak çalışmasıyla daha da güzel günler göreceğine inanıyorum. Nitekim kilisenin röleve, restorasyan ve restitisyon projeleri de Diyarbakır Anıtlar Kuruluna sunulmuş olup, bu projelerin kurulca onanmasından sonra M.S. 379 yılında yapılan bu anıt kilisenin yılların tahribatına uğrayan taş duvarları yeniden restore Sayı 5 Temmuz 2012 edilecektir. Bu gün rab ve Mesih’in yardımı ile kilise vakfımızın en önemli hukuki sorunları çözülmüştür. iş bulamamaları bozulmaktadır. ihtimali yüzünden 7 KENDİ YURDUNDA YARALI OLMAK Bugün Türkiye’de yaşayan Süryaniler Şabo BOYACI büyük bölümü İstanbul’da. Bize biraz buradaki Süryani cemaati ile ilişkinizden Mor Gabriel Manastırı’nın sahip olduğu 244 dönümlük topraklar için 2008 bahseder misiniz? yılında komşu köyler Yayvantepe, Çandarlı ve Eğlence muhtarları tarafından açılan dava, 4 yıllık bir hukuk mücadelesi sonucunda geçtiğimiz günlerde İstanbul Süryani cemaati ile ilişkilerim Yargıtay’ın Manastırın aleyhine verdiği kararla sonuçlandı. Yargıtay’ın fena değildir. Cemaatin bazı idarecileri ile gerekçeli kararına göre; azınlık vakıfları 100 dönümden fazla toprağa sahip fikir ayrılığı sebebi ile ilişkilerim pek iyi olamayacakları gerekçesi ile manastırın elindeki fazladan toprakların hazineye devrinin yapılmasına karar verilmiş oldu. Süryaniler için oldukça önemli bir merkez olan Mor Gabriel Manastırı aleyhine verilen bu karar Türkiye’de ve Süryani halkının bugünü bence Babil Kulesi gibidir. diasporada yaşayan Süryaniler arasında oldukça infiale neden oldu ve Süryani Avrupa’da yaşayan gençlerin bir kısmı Fransızca bir kısmı toplumu içinde büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Kimler size başvuruyor? Arsa sahipleri sizinle nasıl iletişime geçiyor? Bildiğimiz üzere yalnız İstanbul ve Elazığ değil, ülkemizin Güneydoğu’sunda özellikle Mardin ve Midyat çevresinde de benzer davalar söz konusu, sizinle bu konuda görüşen vatandaşlarımız var mı? İngilizce bir kısmı Flamanca bir kısmı Almanca konuşmaktadır. Her ne kadar gençlere Süryanice ortak dil olarak öğretiliyorsa da, Türkçeyi tam bilmeyen gençler konusunda endişelerim mevcuttur” Bana ihtisasım olan konularda gerek cemaatin mensupları, gerekse Müslüman ahaliden beni tanıyan herkes başvurmakta ve yardım almaya çalışmaktadır. Mardin ve Midyat çevresindeki Kiliselere ait hukuki sorunlar için de özellikle Süryani Katolik cemaati bana danışmaktadır. Ancak Mor Gabriyel Manastırının hukuki problemi için tarafımca davayı takip etme isteğim ve teklifim olmasına rağmen, teklifim bilmediğim, anlamadığım sebeplerden dolayı reddedilmiştir. Bildiğiniz gibi dava şu an kaybedilmiş, deracaattan geçerek kesinleşmiştir. Süryani halkının bugünü ve geleceğine ilişkin neler söylemek istersiniz? Süryani halkının bugünü bence Babil Kulesi gibidir. Avrupa’da yaşayan gençlerin bir kısmı Fransızca bir kısmı İngilizce bir kısmı Flamanca bir kısmı Almanca konuşmaktadır. Her ne kadar gençlere Süryanice ortak dil olarak öğretiliyorsa da, Türkçeyi tam bilmeyen gençler konusunda endişelerim mevcuttur. Bunun yanında Süryani halkının günümüzde daha fazla aydınlanmış olduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin de yeni getirdiği yasalarla her türlü kolaylığı sağladığını düşünmekteyim. Bu konuda iyimserliğim zaman, zaman Türkiye’ye geri dönmek isteyen gençlerin lisan problemleri sebebiyle 1974 yılında Türkiye’de yaşayan azınlıklar için Yabancı kararını vermiş olan Yargıtay, aradan geçen 38 seneden sonra bu sefer de Mor Gabriel Manastırı için işgalci kararını vererek bu topraklarda aslında yıllardır ötekiler için hiçbir anlayışın değişmediğini göstermiş oldu. Yakın bir zamanda (2010) Süryanice soyadı almak için mahkemeye başvurmuş olan bir Süryani’nin başvurusu da “Süryanice soyadı ülkeyi böler” gerekçesi ile gene Yargıtay tarafından red sayılmazsa da kilise ve cemaatle ilişkilerim edilmişti. iyidir. Bu iki karar da göstermektedir ki; Süryanilerin ve öteki halkların kazanılmış Sizce İstanbul’da yaşayan Süryaniler hakları hukuk yolu kullanılarak gasp edilmekte ve bu topraklarda yaşam onlara neden sessiz? Ya da ulusal konulara neden zorlaştırılmaya çalışılmaktadır. Halkları kültürel olarak yok etme çabaları çekinceli oluyorlar? devam etmektedir. İstanbul’daki Süryanilerin sessiz olması geçmişe yönelik olarak zaman zaman çok sıkıntılı günler geçirmiş olmaları, haksızlıklara uğramaları sebebiyledir. Ama ikinci jenerasyon Süryanilerin geleceği ile ilgili konularda daha atak ve mücadeleci olacağını düşünüyorum. Bir televizyon kanalında yurda geri dönen Süryaniler ile ilgili röportajda ailenin küçük kızına büyüyünce ne olacağı sorulduğunda Avukat olup, Süryanilerin problemlerini çözmek için yardım edeceğim diye çok güzel bir cevap verdi. Ben gelecek nesil gençlerden yana çok umutluyum. Son olarak, bize sabro konusundaki düşüncelerinizi söylermisiniz? Son olarak Sabro Gazetesinin yıllardan sonra yayınlanan ilk Süryani gazete olması ve içeriğinin aydınlatıcı ve dolu dolu olması sebebiyle çok mutluyum. Ayrıca gazetenizde bana yer ayırdığınız için de teşekkür ediyorum. 2008 yılından beri devam eden Mor Gabriel davasında Midyat yerel mahkemesi iki kere manastırı haklı bulmasına rağmen, temyize giden bu kararlar Yargıtay’da bozulmuştur. M.S 397 yılında kurulmuş olan manastır, Yargıtay’ın skandal kararıyla işgalci olarak nitelendirilmiştir. Davada manastırın haklılığını gösteren her türlü belgeye rağmen alınan bu skandal karar davanın nasıl bir siyasi dava olduğunu açıkça göstermektedir. Diasporada bulunan Süryani sivil toplum örgütlerine bu davanın normal bir dava olarak görülmesini telkin eden devlet yetkililerin beyanatları, verilen bu kararla adeta tekzip edilmiştir. Mor Gabriel’in Süryaniler için ne kadar önemli olduğu bilindiğinden özellikle burası dava konusu olarak seçilmiştir. Mor Gabriel, sahip olduğu bu topraklar için cumhuriyet öncesi fermanlara sahip olmuştur. Cumhuriyet kurulduktan sonra da bu toprakların vergilerini düzenli olarak ödemiştir. Durum bu halde iken manastır aleyhine böyle bir davanın açılması ve sonrası verilen karar; davanın ardındaki art niyeti ve oynanan oyunu apaçık göstermektedir. Manastır buna benzer bir olayı 1840 yılında yaşamıştı ama Osmanlı hukuk sistemi Manastırı haklı bularak toprakları manastıra geri vermişti. O zamanlar Manastırın bu hukuksal savaşını veren Süryani din adamı Mafiryan Ablahad Beht Kande 4 yıl sonra öldürülerek Süryanilere gözdağı verilmişti. Bu da gösteriyor ki Mor Gabriel Manastırı üzerine oynanan oyunlar bitmemiştir ve bitmeyecektir. Öncelikle bu ülkede azınlıkların sahip olduğu toprakların nasıl el değiştirdiğini çoğumuz gayet iyi biliyoruz. Toplumları kimliksizleştirmenin en Söyleşi talebimizi kabul ettiğiniz için biz önemli yollarından bir tanesi sahip oldukları toprakları ve kültürel değerleri bir teşekkür ederiz. şekilde ele geçirmektir. Bu politikalar Cumhuriyet öncesi ve sonrası bir çok kereler başarıyla sahnelenmiştir. Bu süreçte hem hukuk dışı kurallar hem de hukuka dayalı yollar kullanılmıştır. Yalnız unutulmaması gereken bir şey var ki o da bazen zor oyunu bozabilir. ܀܀܀܀ Mor Gabriel davası sonrası sevgili hocamız Baskın Oran’ın yazısından öğrendiğimiz kadarıyla Yargıtay sürecinde dava dosyasında bazı evraklar kaybolmuştur. Manastırın dava sürecinde yerel mahkemeye sunduğu evrakların Yargıtay sürecinde ibraz edilmediği gerekçeli karardan anlaşılmaktadır. Bu evrakların neden bu süreçte kaybolduğu kamuoyuna inandırıcı bir şekilde anlatılmalıdır. Türkiye devleti bu hukuksuzluklarla yüzleşmediği sürece bu topraklar üzerinde adaleti tesis etmekte zorlanacaktır. Peki Süryaniler bundan sonra ne yapacaktır? Herhalde Süryaniler en az 1615 yıldır sahip oldukları toprakların hukuksal oyunlarla ellerinden alınmasına sessiz kalmayacaklardır. Manastır yönetimi bu aşamadan sonra davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıyacaktır. Türkiye’de bu dava konusunda süreç hukuksal olarak bitmiştir ve bütün hukuk yolları kapanmıştır. Türkiye’nin de taraf olduğu AİHM’in bu konuda vereceği nihai karar bağlayıcı olacaktır. Bu kadar hukuksuzluğun sergilendiği bu süreçte AİHM’in vereceği adaletli karara olan inancımız tamdır. Süryaniler olarak bu konuda tek arzumuz, Süryaniler için çok önemli olan Mor Gabriel Manastırı’nın sahip olduğu topraklarda sonsuza kadar yaşamasıdır. sboyaci@gmail.com 8 Sayı 5 Temmuz 2012 MEZOPOTAMYA UYGARLIĞINDA I. BÖLÜM SÜRYANİ HALKI Dizi Yazı 5 MEZOPOTAMYA’DA TARİHİN BAŞLANGICI D- AKAD DEVLETİ (M.Ö. 2350-2170) Dünyada ilk “merkezi devlet” Büyük Sargon önderliğinde kurulan Akad Devleti’dir. Sümerler merkezi devlet kurma aşamasına geldikleri sırada çöktüler. Bu koşullarda bu zorlu geçişi dinamik bir güç olarak Akadlar gerçekleştirdiler. Sami topluluklarının Mezopotamya içine yönelik ikinci büyük dalgasıyla önemli bir Sami nüfusu oluştu. Kuzey Mezopotamya’dan güneye doğru genişleyen Sami topluluklarının yerleşim yerleri Sümer şehirlerine kadar dayanmıştı. Hatta birçok şehirde Samiler ücretli asker olarak Sümer ordularında yeralmışlardı. Sümer tarihinde çok önemli bir yeri olan Kiş şehrinin sarayında, kral Urzababa’nın aslen Sami olan baş muhasebecisi Sargon, M.Ö. 2350 yılında bir savaştan yenik dönen kralını tahttan indirerek yerine geçti. Sargon, Kiş şehrinden güneye doğru ilerleyerek diğer Sümer şehirlerini de ele geçirdi. Sargon’un ordusu son derece disiplinli ve dönemin modern silahlarıyla donatılmıştı. Kiş’ten sonra sırasıyla Uruk, Ur, Lagaş, Umma gibi güçlü Sümer site devletlerin yanında diğer şehirleri de sınırları içine alan Sargon, güneydoğudaki Elam’ı da işgal ettikten sonra Kuzey Mezopotamya’ya (Subartu) seferler başlattı. Bu seferler sonucu kuzeydeki Sami şehirdevletleri olan Tuttul, Mari, Yarmuti ve Ebla’yı da ele geçirdi. Sargon kısa zamanda sınırlarını Basra Körfezi’nden Amanoslara, Zagros Dağları’ndan Akdeniz’e kadar genişletti. Hatta askerleri onun etkisini Mısır, Etiyopya ve Hindistan’a kadar götürdüler. Kral Sargon yaptığı bütün seferlerde ele geçirdiği topraklara Sami kültürünü ve dilini de götürdü. Dünyada ilk kez bu kadar geniş bir alan üzerinde kurulan bir devleti korumak için, bütün Sümer şehirlerine ve stratejik noktalara askeri birlikler yerleştirdi ve başlarına da Sami kökenli komutanlar atadı. Seferlerden büyük başarılarla dönen Sargon, Uruk şehrinde kendisini “Dünyanın dört bölgesinin kralı” olarak ilan etti. Sümer’in en büyük tapınağı olan Ur tapınağına da kızını başrahibe olarak atadı. Bu davranışla halkın sevgisini kazanarak tapınağı ve dinsel erki denetimi altına aldı. Böylece Sami ve Sümerler arasındaki din birliği de güçlenmiş oldu. Daha sonra devletin merkezini Kiş şehrinden Fırat kıyısında kurduğu Akad şehrine taşıdı. Kiş şehrinin kuzeyinde kurulan Akad şehri, birçok tapınak ve imparatorluğun dört bir yanından getirilen zenginliklerle donatılan kraliyet sarayı ile antik çağın en görkemli şehirlerinden biri olmuştur. Akad şehrinde bereket tanrıçası İştar için büyük bir tapınak yapıldı. Akad şehrinin merkez haline gelmesinden sonra Sargon’nun kurduğu devlete Akad Devleti, konuştukları doğu Sami diline de Akadça denildi. Akad dili bütün Mezopotamya’da Sümer dilinin yerine geçerek günlük yaşamda ve ticarette kullanılan dil oldu. Sümerce ise sadece üst tabakadan olan insanlar arasında ve dini ayinlerde kullanılmakla sınırlı kaldı. Akadlar, Sümerlerin kullandıkları çiviyazısını devraldılar. Sümercede kullanılan işaretler Akad dilindeki sesleri tam olarak tanımlayamadığından, yeni yazı düzenlemesine gidildi. Böylece Akadça çivi yazısı ile, genel anlamda yazı daha somut ve kullanılır bir hale getirildi. Akadlar yazıdan başka Sümer tanrılarına da kendi dillerinde isimler verdiler. Örneğin Sümerlerde bereket tanrıçası “İnanna”ya Akadca’da “İştar”, Güneş tanrısı “Uttu”ya “Şamaş” ve Ay tanrısı “Nanna”ya da “Sin” adlarını verdiler. Akad şehri siyasi merkez konumunun yanında ticari bir merkez de oldu. Devletin zenginleşmesinde gereken ve Mezopotamya’da bulunmayan birçok madde Akad devletinin sınırları içinde kalan bölgelerden getiriliyordu. Örneğin, Lübnan, Toroslar ve Zagroslardan kereste, Anadolu ve İran’dan maden, Fırat’ın merkez bölgesinden bitum ve yakın dağlık bölgelerden de taşlar getiriliyordu. Sınırları dışında kalan bölgelerle de ticaret geliştirilerek, ihtiyaç duyulan eşyaların merkeze kolay akabilmesi için bütün ticaret yolları Akad şehrinde birleştirildi. Akad’dan İndus ovası ve Doğu Arabistan’a, Girit Adası ve Orta Anadolu’ya kadar yürütülen ticaret sonucu Akad şehrinin önemi hem kara, hem de deniz yolları açısından giderek arttı. Batıdan ve kuzeyden gelen kervan yolları ve güneyden yapılan deniz ticareti, Akad şehrini, bütün zenginlik ürünlerinin bulunduğu bir depoya dönüştürdü. Kral Sargon kurduğu merkezi devletiyle asırlar boyu Mezopotamya’da süren teokrat tapınak şehir yönetimine son verdi ve yerine güçlü memur mekanizmasıyla idare edilen merkezi bir devlet kurdu. İşgal edilen şehirleri yıkmıyor ve hatta ona itaat ettikleri sürece krallarını yönetimde bırakarak, onları senelik vergiye bağlıyordu. Karşı koyan krallar tahttan indirilerek, yerlerine yine aynı şehirden, fakat Akad’a bağlı bir kişi atanıyordu. İşgal altındaki şehirleri vergiye bağlayarak buradaki ticari ve askeri olanakları denetlemek için büyük bir memur kadrosu oluşturdu. Onun yanında hergün 5400 memur çalışıyordu. Oluşturulan bu memur kesimine ayrı ayrı görevler vererek Mezopotamya’da bürokrasinin çok yönlü kurumlaşmasını sağladı. Aynı zamanda daha önce tapınakların elinde bulunan kamusal topraklar özelleştirilerek, özel mülk edinmenin yollarını da açtı. Kral Sargon’un Mezopotamya’da iktidarı ele geçirmesiyle beraber sosyal, siyasal ve ekonominin yanında sanatta da bazı değişiklikler ortaya çıktı. Örneğin; Sümer kültürünün belirleyici sanatı olan Ziguratların yapımını durdurdu. Özel mülkiyetin artmasıyla mühürler çoğaltıldı. Mühür yapımında eskiden kullanılan çok figürlerin yerine, boş bir zemin üzerine, genelde bir mitolojik olayı (iyi ile kötü arasındaki savaş vb.) anlatan tek bir figür kullanıldı. Dinsel açıdan Güneş tanrısı Şamaş, Ay tanrısı Sin ve Venüs tanrıçası İştar en çok tapılanlardı. Bunların yanında diğer Sümer tanrılarına da değer veriliyordu. Tarihte ilk kez değişik toplulukları egemenliği altına alan Akad devleti, bu toplulukların süreklileşen başkaldırılarını da bastırmak zorunda kaldı. Sargon 56 senelik krallığı süresinde, sınırları içinde oluşan bütün ayaklanmaları çok acımasız bir şekilde bastırdı. Sargon’un ölümünden sonra Akad devleti zayıflamaya başladı ve bir kargaşa dönemine girildi. Yerine geçen oğlu Rimuş şehirlerin başkaldırılarıyla karşılaştı. Dokuz senelik hükümdarlığının tümünde iç savaşlarla uğraşan Rimuş, bir saray ayaklanmasında öldürüldü. Kardeşi Maniştusu onun yerine geçti. Maniştusu da her tarafta yoğunlaşan ayaklanmalara karşı büyük bir mücadele vermek zorunda kaldı. Fakat o da isyanları önleyemedi ve bir saray ayaklanmasında öldürüldü. Maniştusu’nun ölümünden sonra yerine oğlu Naram-Sin geçti. Naram-Sin kısa zamanda büyük bir askeri kral olduğunu ispatladı. Dedesi Sargon’un kurduğu devlet içinde oluşan başkaldırıların tümünü bastırarak devlet sınırlarını daha çok genişletti. Güçlü bir otorite kuran Naram-Sin kendisini “Akad’ın tanrısı ve dünyanın dört bölgesinin kralı” ilan ederek ilk tanrılaşan kral ünvanını aldı. NaramSin, Elam ve Lulubilere karşı zafer kazanarak, Akad dilini ve alfabesini onlara kabul ettirdi. Naram-Sin yukarı Habur ırmağının kenarında bulunan Tel Brak’ta büyük bir saray inşa ederek, kuzeye giden ticaret yollarını denetimi altına aldı. Böylece “Yukarı Ülke” Akadların denetimi altına geçti. Bu döneme ait sanat eserleri Asur, Ninve, Diyarbakır, Mari ve Susa şehirlerinde çokça görülmektedir. 36 sene hüküm süren Naram-Sin’in son yıllarında Akad Devleti zayıfladı. Bu dönemde Zagroslar’da yaşayan barbar Gutilere karşı girdiği savaşta ağır yenilgiye uğramasına rağmen, devlet sınırlarını korudu. Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Şarkali-Şarri (kralların kralı) döneminde Suriye’den gelen Sami kökenli Amurular, Zagroslar’dan gelen Lulubiler, muhtemelen kuzey Sayı 5 Temmuz 2012 Mezopotamya’dan gelen Huriler ve İran’dan gelen Gutilerin saldırıları sonucu Akad devleti gittikçe zayıfladı ve Gutilerin vurduğu en son darbeyle tarihe karıştı. Mezopotmayalılar tarafından “dağların yılanı” olarak adlandırılan Gutiler, hüküm sürdükleri 70 senelik süre içinde Mezopotamya karanlık bir dönemi yaşadı. Barbarlık ve talandan başka birşey yapmayan Gutiler, Mezopotamya’da açlığa ve sefalete yol açtılar. Kısa süreli egemenlikleri esnasında 21 Guti kralından bahsedilmektedir. Bu Gutilerin yarattıkları kaos sonucu duruma hakim olamadıklarını göstermektedir. Gutiler Akad Devleti’nin tümünde iktidar olamadılar. Güneydeki Sümer kentleri kaos ortamından yararlanarak, kendilerini toparladılar. M.Ö. 2140 yıllarında Sümer şehirlerinden Lagaş güçlenerek bağımsızlığını ilan etti. Büyük bir hedefle başa gelen Gudea, Lagaş şehrini yeniden inşa ederek kalkındırdı. Lagaş’ın kutsal mahallesi olan Girsu’da da en az 15 tapınak inşa ederek, insanları her taraftan buraya çekti. Bu dönemde Sümer şehirleri siyasal alanda da önemli adımlar attılar. M.Ö. 2120 yılında Uruk şehri güçlenerek başa gelen Utuhegal’ın liderliğinde Gutilere karşı savaş başlattı. Diğer şehirlerin yardımıyla da yapılan büyük bir saldırıda Gutilerin gücü kırıldı ve son kralı Tirigan esir alındı ve Guti egemenliğine son verildi. E- SÜMER RÖNESANSI VE ÜÇÜNCÜ UR HANEDANLIĞI Utuhegal bu başarısından fazla yararlanmadan M.Ö. 2112 yılında öldü. Kendisinin Ur şehrinde başa getirdiği Ur-Nammu liderliği devraldı ve Sümer tahtına geçerek Ur şehrinden yönetime başladı. Ur şehrinin Sümer tarihinde üçüncü kez Sümer krallığına sahip olmasından dolayı, bu döneme “Üçüncü Ur Hanedanlığı” denilmektedir. Sümer tahtına geçen Ur-Nammu, Akad Devleti’nin topraklarının büyük bir bölümünü ele geçirerek, Akad ve Sümer’den oluşan güçlü ve örgütlü bir devlet oluşturdu ve “Sümer ve Akad Kralı” ünvanını kazandı. Bu dönemde ticaret, sanat ve zanaat alanlarında yaşanan yükseliş, Mezopotamya’nın antik tarihinde bir rönesans olarak tanımlanmaktadır. Ur-Nammu kısa zamanda bütün Sümer şehirlerini yeniden inşa ettirerek, eski günlerine dönmelerini sağladı. İlk başta merkezi olan Ur şehrinin etrafına yeni ve çok büyük bir sur yaparak, şehre su kanalları çektirdi. Sonra bütün ülkesinde tapınaklar inşa ettirdi. Bunlardan en muhteşemi ise, Ur şehrinde ay tanrısı Nanna için yaptırdığı Zigurattır. Dört kattan oluşan bu yapıt, günümüze kadar kalmayı başaran en büyük Sümer mimarisidir. Ur-Nammu kurduğu güçlü ve örgütlü devletinde refahı sağlamak için bir dizi kanunlar oluşturup, bunları ilk kez tabletler üzerinde yazdırdı. Şimdiye kadar bulunan en eski yazılı kanunlar olan “Ur-Nammu Kanunları“; özü itibarıyla sınıfları birbirlerine karşı korumaktadır. Bu kanunlara göre fiziksel ceza yerine maddi (genelde gümüş) cezalar öngörülüyordu. Akad döneminden daha güçlü bir bürokrasiyi örgütleyen UrNammu, ülkenin heryerinden raporlar alıyordu. Devletindeki birliği sağlamak ve hukuku geliştirmek için bütün ölçü birimlerini sabitleştirdi. Oturtulan hukuk sistemi sadece ekonomiyi güçlendirmek için değildi. Aynı zamanda eski dinsel hiyerarşiyi de yeniden canlandırmak istiyordu. Böylece kendi aralarında savaşan şehirlerin tanrıları için inşa edilen tapınaklara saldırma yasağı getirdi. Ur-Nammu’ya göre savaşlarda tanrılar karşı karşıya getirilmemeliydiler. Çünkü bütün tanrılara artık bir aile olarak bakılıyordu. Tanrıların tümüne kullanılan 60 sayı sistemine göre hiyerarşik bir biçimde değer biçildi. Örneğin en büyük tanrı Anu’ya 60 rakamla değer biçilirken, Ay tanrısı Sin’e 30, Güneş tanrısı Şamaş’a 20 ve İştar’a 15 verilmişti. 9 SURİYE REJİMİ HALKIN KANINDA BOĞULUYOR Suphi AKSOY Suriye’de Esad diktatörlüğü hergün halkın kanını dökerek kendi sonunu bütün dünyanın gözleri önünde hazırlamaya devam ediyor. Beşar Esadın yönetimindeki uygulamalara karşı tavırsız kalmak mümkün değildir. Bu nedenle Suriye halkı canını ortaya koyarak diktatörlüğe karşı özgürlük hedefiyle direnirken uluslararası kamuoyu ile büyük oranda sesini yükseltmekte ve bu rejime yönelik tepkisini dile getirmektedir. Dolayısıyla Ur-Nammu 18 senelik güçlü bir iktidardan sonra Gutilere gün geçtikçe Esad rejimi desteğini gücünü içeride karşı girdiği bir savaşta öldürüldü. Onun ölümüne çok ve dışarıda kaybetmektedir. üzülen halk, üzüntülerini dile getiren ve bir tanesi günümüze Ancak rejim zayıfladıkça daha da kadar da kalan ağıtlar yaktı. Sümer devleti; Ur-Nammu’nun yerine geçen oğlu Şulgi döneminde 48 sene süren bir refah saldırganlaşmakta ve halkın üzerine ayrım dönemini yaşadıktan sonra, Şulgi’nin ölümüyle gerilemeye yapmadan bombalar yağdırmaktadır. Bu nedenle başladı. Üçüncü Ur Devleti’nde kölecilik sistemi daha da Esad rejiminin diyalog yoluyla değil şiddetle derinleştirilmişti. Eskiden köleler işgal edilen topraklardan devrilebileceği kanaatı daha çok güçlenmektedir. getirilirken bu dönemde Sümer topraklarında bulunan Suriye rejiminin suçları hergün biraz daha insanların da köleleştirildiği görülmektedir. Özellikle borç ağırlaştığı için müttefikleri bile kaygılanmaya altına girenler ya kendilerini, ya da başlamışlardır. çocuklarını b o r ç l a r ı n ı n karşılığında, borç sahiplerine köle olarak vermek zorundaydılar. Bu durum ortadayken Türkiye’de ve başka ülkelerde bu kanlı rejimi savunanlar vardır. Özellikle bazı sol çevrelerin Esad yanlısı açıklamalarına anlam vermek mümkün değildir. Ve insanın içinden şunu söylemek geliyor. Hani ezilenlerden mazlumlardan yanaydınız. Yoksa Sümerlerin son emperyalist kapitalist ülkeler Esad’a karşı oldukları kralı olan İbbi-Sin’in için mi onu savunuyorsunuz. Elamlılar tarafından esir alınıp Ur şehrinin Bu yaklaşım sol guruplar için büyük bir ayıptır. yağmalanmasıyla Üçüncü Ur Hanedanlığı ve Sümer egemenliği de sona erdi. Üçüncü Ur Hanedanlığından sonra ABD ve Avrupa ülkeleri kendi çıkarları için başlayan İsin-Larsa döneminde (M.Ö. 2017-1763) Sümer desekte, Suriye halkını rejime karşı savunurlarken, Rönesans’ında geliştirilen edebiyat ve bilimin yükselmesi bazı solcuların rejimden yana olmaları neyin devam etti. Geleceği belirleyen yazılar, şiirler, şarkılar ve ifadesidir. Bu çelişkiyi tanımlamak gerekir. destanlar bu dönemde arttı. Gılgameş destanı da bu dönemde Rejimden yana olmak daha çok sosyalist mi yazıya geçirildi. Bilimde ve matematikte de hızla gelişmeler olunuyor veya ezilenleri kurtuluşa mı götürecek. sağlanarak yüksek bir seviyeye ulaştırıldı. Örneğin astronomide ölçüler ve al-Cebra kullanılıyordu. Değişik Bu rejimin Filistin örgütlerine, Lübnan halkına, hesap işlemlerinin yanısıra, Pytagoras’ın formülleştirdiği PKK’lilere nasıl davrandığı biliniyor. Yakın tarihte kanunlar bile İsin-Larsa döneminde kullanılıyordu. Sümerlerde müzik de gelişkindi, ancak sadece tapınaklarda yaşanan birçok olayı ne Kürtler ne Filistinliler ne Lübnanlılar ne de Suriyeliler unutmayacaklardır. Bu çalınıyordu. halkların örgütlerinden yararlanmaya çalışan rejim Üçüncü Ur Hanedanlığının düşmesiyle 1500 seneden daha sonra onları tasfiye etmeye çalıştığınada tanık sonra Sümer iktidarı sona erdi. Bundan sonra Sümerler olduk. Ayrıca bazı Süryanilerin ülke içinde ve ülke siyasal alanda herhangi bir rol oynamadılar. Sümerlerin dışında rejimi savunmaları, kendi kimliklerini inkar geliştirdikleri sosyal, siyasal, hukuksal, edebiyat vb. dallar eden zihniyeti onayladıkları anlamına gelmektedir. Sami toplulukları tarafından geliştirildiler. Sümer dili M.Ö. 1. yüzyıla kadar dini bir dil olarak bazı tapınaklarda devam Suriye Baas rejiminin artık hiç kimseye bir hayrı etti. Devamı gelecek sayıda kalmamıştır. Saddamdanda, Hüsnü Mübarekten ve diğer diktatörlüklerdende daha beter bir konuma gelmiştir. Hiç kimse ve gurup ne taktiksel nede orta vadeli bu rejimden faydalanamaz. Ancak ortaya çıkan boşlukları herkes değerlendirebilir. Bu durumu değerlendirecek olanlar Suriye halklarının siyasi yapılarıda olabilir komşu ülkeler veya uluslararası güçlerde olabilir. Suriyede yaşanan devrim sürecine doğru yaklaşım bazı ülkelerin Suriyeyi kendi çıkarlarına kurban etme siyasetini engellemektir. Bu emelleri besleyenleri teşhir etmek, onlara fırsat ve zemin vermemektir. Suriye ve diğer siyasi konularda, ABD ve emperyalizmine karşı çıkmak adı altında, insanı diktatörleri savunmaya götürüyorsa, halkların geleceğine ilişkin umutlarını zalimlere kurban etmek olur. Ayrıca söz konusu savundukları Esad ve diğer diktatörleri emperyalizmin yaratıp güçlendirdiğini daha önce söyleyenlerin bu konuda inandırıcı ve haklı olmaları mümkün değildir. ܀܀܀܀ 10 Sayı 5 Temmuz 2012 TÜRKİYE SÜRYANİLERİN VATANIDIR VE MOR GABRİEL MANASTIRI İŞGALCİ DEĞİLDİR Süryani halkı, Mezopotamya toprakları üzerinde binlerce yıldan beri bütün zorluklara ve kayıplara rağmen varlığını korumuştur. Kurduğu uygarlıklar beşeriyete hizmet etmiştir. Hıristiyanlığın doğuşuyla beraber Hazret-i İsa’nın inancını kabul ederek bu inancın gereğini yerine getirmek için kiliseler ve manastırlar inşa etmiştir. Bu ibadet merkezleri etrafında birliğini güçlendirerek Süryanice eğitimi yapmış ve bilim okulları geliştirmiştir. M.S 397 yılında kurulan Mor Gabriel Manastırında da diğer kilise ve manastırlarda olduğu gibi binlerce bilim insanı ve dinî lider yetişmiştir. Bu anlamda Mor Gabriel Manastırı dinî bir merkez olduğu kadar tarih içerisinde bir üniversite niteliğindedir. Mor Gabriel Manastırı, sahip olduğu bu misyon nedeniyle, Süryaniler için İkinci Kudüs’tür. Mor Gabriel Manastırı tarih boyunca çok defa saldırıya maruz kalmıştır. Son yıllarda da Manastır, Hazine ile Orman Bakanlığı, diğer taraftan çevredeki bazı Müslüman köylerinin açtıkları davalarla yeniden gündeme gelmiştir. Bu durum, Süryanileri kaygılandırmış ve hayal kırıklığına uğratmıştır. Yüzlerce yıldan beri sahip olduğu toprakları elinden almak için açılan davalar, bir bir manastır aleyhine sonuçlanmıştır. Ki bu davalarda biri, bazı çevre köylerinin Hazine’ye başvurusu üzerine açılmış ve Midyat yerel mahkemesinin Manastır lehine iki kez karar vermesine rağmen bu kararlar Yargıtay tarafından aleyhte bozulmuş ve 13.06.2012 tarihinde Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından sonlandırılmıştır. Bu karar ile Mor Gabriel Manastırı, vergisini düzenli ödediği, kendisine ait olan toprakların işgalcisi ilan edilmiştir. Bize göre Yargıtayın aldığı bu karar, devletin Süryanilere yönelik çifte standartlı yaklaşımını teşhir etmiştir. Çünkü bir yandan Süryanilere vatanınıza dönün çağrısı yapılırken, diğer yandan Süryanilere işgalci, yabancı muamelesi reva görülmektedir. Oysa “Demokratik Açılım” adı altında başlatılan süreç ve bu çerçevede atılan bazı adımlar Süryanileri de bir beklenti içerisine sokarak umutlandırmıştı. Türkiye’de bazı değişimlerin olabileceği, demokratik ve özgürlükçü bir sisteme dönüşülebileceği Süryaniler arasında tartışılırken, Mor Gabriel Manastırına karşı alınan bu karar bir kez daha güvensizliğe neden olmuştur. Süryaniler kimliklerinin tanımlanmasını, cumhuriyet tarihi boyunca yapılan haksızlıkların giderilmesini ve Lozan Antlaşması Md. 37 ilâ 44’ten kaynaklanan ama gasp edilen haklarının verilmesini beklerken, son Yargıtay kararıyla “size burada yer ve hak yoktur” mesajı ile karşılaşmışlardır. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 13.06.2012 tarihinde aldığı kararı ve Süryanilere karşı yapılan haksızlıkları protesto ediyor, kamuoyunu dayanışmaya çağırıyoruz. Türkiye’nin farklı renklerine ve kültürel değerlerine sahip çıkmak, imha ve inkâr politikalarına dur demek, aynı toprağa vatan diyen halkların kardeşliğini pekiştirmek ve demokratik özgürlükçü bir düzeni kurmak hepimizin ihtiyacı ve görevidir. Bu anlamda vatandaşlarımızı Süryanilere ve Mor Gabriel Manastırı’na reva görülen zulme karşı durmaya çağırıyoruz. Abdülhakim DAŞ, Abdullah ÇİFTÇİ, A. Çetin TOKAY, Adnan ÖZYALINER, Ahmet ASENA, Algın SAYDAR, Ali KENANOĞLU, Ali ŞAHİNOĞLU, Aliye GÜMÜŞ, Ali K. SAYSEL, Ali NESİN, Ali UÇANSU, Altan AÇIKDİLLİ, Altan TAN, A.Hicri İZGÖREN, Anjel DİKME, Arif Ali CANGI, Arif Sırrı ÖZÇELİK, Aslı AKYÜZ, Atilla AYTEMUR, Atilla TUYGAN, Avni Atakan GÜZEL, Aydın ÇUBUKÇU, Aydın ENGİN, Aydın ŞİMŞEK, Ayla ŞEŞAN, Ayhan AKTAR, Ayhan KAYA, Ayla GÜNERHAN, Ayla TOKMAK, Aynur HAYRULLAHOĞLU, Ayşe AKALIN, Ayşegül DEVECİOĞLU, Ayşen CANDAŞ, Ayşen HADİMOĞLU, Ayşin HANGÜL, Atilla AYTEMUR, Azad ZAL, Barış DİRİK, Baskın ORAN, Bercan AKTAŞ, Bereket KAR, Betül TANBAY, Betül YARAR, Beyhan GÜNGÖR, Beyza ÜSTÜN, Burak PEKSEZER, Bülent BİLMEZ, Can UÇAK, Cem BİCO, Cengiz AKTAR, Cevat KESKİN, Ceyda CAN, Cezmi ÖZDEMİR, Cihan ERDAL, Cihat DEMİRTAŞ, Cüneyt YALAZ, Çağdaş KÜPELİ, Deniz Dilan ARSLAN, Deniz ÖZKOR, Dersu Erol UYAR, Dilek GÖKÇİN, Dilek Metin SERT, Doğu ERGİL, Duygu AYDIN, Ebru BATIK, Ebru ERGÜN, Ece ÖZTAN, Elçin MACAR, Elif BERK, Elif KESER, Emil EKER, Emre ERSEZER, Enise AYMER, Ercüment GÜRÇAY, Erdoğan AYDIN, Erdoğan USTA, Eren GÜLÇİÇEK, Ergin ÇİNMEN, Erhan ÜNAY, Erkan ALTINER, Erol DORA, Erol KATIRCIOĞLU, Erol KÖROĞLU, Ersin ÇALASIN, Ersin SALMAN, Ertuğrul KÜRKÇÜ, Esen ÖZDEMİR, Esra KARATAŞ, Esra KOÇ, Esra MUNGAN, Etyen MAHÇUPYAN, Eylem AKÇAY, Ezgi ÖZCAN, Fahri ARAL, Faik BULUT, Fatma BOSTANUNSAL, Fatma Gamze KURU, Fatma ÖZDEMİR-YILMAZ, Fehim CACULİ, Fehim IŞIK, Felat JİYAN, Ferdan ERGUT, Ferhat KENTEL, Feryal ÖNEY, Fethiye ÇETİN, Feza ŞİŞMAN, Fikret BAŞKAYA, Füsün ÇELİKER, Gencay GÜRSOY, Gizem KÜLEKÇİOĞLU, Gökhan Türküler ERGÜN, Gönül BAŞOĞLU-ÜNAL, Gülfer AKKAYA, Güliz SAĞLAM, Gül MERİÇ, Gülnur AKSOP, Gülrihan DİNÇ, Gülsüm CENGİZ, Gülten ERDİN, Günay KUBİLAY, Günay G. ÖZDOĞAN, Gürel TÜZÜN, Hacer ANSAL, Hacer FOGGO, Hakan TAHMAZ, Haldun AÇIKSÖZLÜ, Hale BOLAK, Hale SÖZMEN, Hamdi ÖZTÜRK, Hamit Levent EVCİ, Hatice ALTINIŞIK, Hikmet AKÇİÇEK, Hülya KARADENİZ, Hüner BUĞDAYCIOĞLU, Işıl ÜNAL, İbrahim AKIN, İbrahim KABOĞLU, İkbal KAYNAR, İkbal POLAT, İlhan NEVŞEHİRLİ, İlhan ÖZDEMİR, İlknur AÇIKDİLLİ, İnci HEKİMOĞLU, İsmail BAŞARAN, İzzettin Deniz SÖZERİ, K’aite SELMA, Karin KARAKAŞLI, Kaya ÇINAR, Kemal YALÇIN, Koray Doğan URBARLI, Korhan GÜMÜŞ, Kostas EFTİMİYADİS, Kutlu AKALIN, Kuvvet LORDOĞLU, Laki VİNGAS, Lale BAKIREZER, Levent PİŞKİN, Levent SOY, Leyla İPEKÇİ, Leyla NEYZİ, Mebbuse TEKAY, Mehmet Ali AYAN, Mehmet KESİM, Mehmet Nazım ÖZTÜRK, Mehmet Ö. ALKAN, Mehmet TÜRKAY, Mehmet Ufuk PEKER, Mehmet Z. YILDIZ, Melek ULAGAY-TAYLAN, Meral SERİNYEL, Merve BALÇIK, Mesut YEĞEN, Mihail VASİLİAİDİS, Mihri Inal ÇAKIR, Mualla KAVUNCU, Murathan MUNGAN, Mustafa DUMLUPINAR, Muzaffer ERDOĞDU, Muzaffer İRİS, Müge KARALOM, Müslüm ÜZÜLMEZ, Naci SÖNMEZ, Nadire MATER, Nakiye BORAN, Nazar BÜYÜM, Nazlı KONYA, Necla TÜREMEN, Nedim SABAN, Nefise BAZOĞLU, Nesrin YUMAK, Neşe ERDİLEK, Nevay SAMER, Nevin AYTEKİN, Neziré CIBO, Nilay ETİLER, Nil MUTLUER, Nor ZARTONK, Nuket ESEN, Nuray UZUNÖREN, Onur ÖZDEMİR, Orhan ALKAYA, Orhan MİROĞLU, Osman KÖKER, Osman ŞENKUL, Oya BAYDAR, Ödül CELEP, Öget ÖKTEM, Ömer MADRA, Ömer ONGUN, Özlem AKKAYA, Özlem DALKIRAN, Pınar SELEK, Ragıp İNCESAĞIR, Rıdvan Murat ÖZBANK, Rojbin TUGAN, Salih Gürkan ÇAKAR, Sait ÇETİNOĞLU, Saruhan OLUÇ, Sefa Feza ARSLAN, Selahattin ÖZPALABIYIKLAR, Selim KIRILMAZ, Selim MAHMUTOĞLU, Sema KILIÇER, Semih KAPLANOĞLU, Semih POROY, Sennur BAYBUĞA, Sennur SEZER, Serdar KORDU, Sevgi TUNCEL, Sevim ÇAMLI, Sevinç ALTAN, Sevna SOMUNCUOĞLU, Seyfi GENÇ, Sıdıka ÖZDEMİR, Sırma BİLGE, Sibel ÖZBUDUN, Sinan TUTAL, Suat BAYSAL, Suat BOZKUŞ, SUAVİ, Suavi AYDIN, Sümbül Seda YALNIZCA, Süreyya Tamer KOZAKLI, Şanar YURDATAPAN, Şaban İBA, Şebnem KORUR FİNCANCI, Şefika GÜRBÜZ, Şöhret BALTAŞ, Şule ALBAYRAKOĞLU, Tanay Sıdkı UYAR, Taner KOÇAK, Taner OLÇUM, Tarhan ERDEM, Tatyos BEBEK, Taylan TOSUN, Temel DEMİRER, Tuğba POLAT, Tuğrul ERYILMAZ, Tuma ÇELİK, Tuna KUYUCU, Turgut TURHANLI, Tülay KOÇAK, Tülay TAŞYAR, Türkan UZUN, Ufuk URAS, Uğur AYKEN, Ülkü ÖZEN, Ümide AYSU, Unal ÜNSAL, Vangelis KECHRİOTİS, Vecdi SAYAR, Vivet KANETTİ, Yakin ERTÜRK, Yalçın ERGÜNDOĞAN, Yaşar GÜVEN, Yavuz ÖNEN, Yavuz ÜNAL, Yetvart DANZİKYAN, Yılmaz ÖZKAN, Yüksel AKGÜN, Yüksel SELEK, Zafer KIRAÇ, Zehra ŞENOĞUZ, Zelal YALÇIN, Zeliha ETÖZ, Zeynep GAMBETTİ, Zeynep TANBAY, Ziya HALİS, Z. Tül AKBAL-SÜALP Anadolu Kültürleri Araştırma Derneği (AKA-DER), AMERGİ Kadın Dayanışma Derneği, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu, Canşenliği Oyuncuları, Eşitlik ve Demokrasi Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Gökkuşağı Kadın Derneği, Halkların Demokratik Kongresi, Jinepps Gazetesi, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Mezopatamya Kültür Merkezi, Nor Radyo, Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği, Sayı 5 Temmuz 2012 Suriye’de “Denge” Oyunu Suriye’nin geleceği konusunda uluslararası düzeyde sağlanamayan “mutabakat” yerel düzeyde oluşturulmaya çalışılıyor. Geçtiğimiz günlerde Arap Birliği’nin öncülüğünde yapılan Kahire’deki toplantıda “Yönetime Muhalif Güçler” arasında yapılmaya çalışılan “Mutabakat” Paris’te yapılan “Suriye’nin Dostları” toplantısında hala oluşturulamadı. Rusya ve Çin, Paris’te yapılan toplantıya yine katılmadılar. Daha önce Birleşmiş Milletler'de (BM) görüşülen "Suriye'de geçiş dönemi"ni tartışmak ve sonuçlar çıkarmak için Suriye muhalefeti Kahire'de toplandı. Esad sonrası dönemi tartışmak üzere yapılan toplantının açış konuşmasını yapan Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil Al Arabi; “toplantının hazırlıkları sırasında, toplantı hazırlık komitesi birçok sorunla karşılaştı. Ancak bu komite toplantının olumlu bir havada geçmesi konusunda çok çaba sarf etti ve Suriye Ulusal Konseyi’nin istemleri doğrultusunda hareket etti. Bu da konseyin bağımsızlığını ortaya koyuyor” dedi. Suriye Muhalefetinden 250 delegenin katıldığı toplantıda bir konuşma yapan Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise; "Suriye halkı ve geleceği konusunda ortak bir karara varmak istiyoruz” dedi. Kuveyt, Irak ve Katar Dışişleri bakanları da yaptıkları konuşmalarda, Suriye muhalefetinin birleşmesini ve ortak karar almasını istediler. Ancak önceden yapılan bunca hazırlığa ve sahip olduğu uluslar arası desteğe rağmen Kahire’de yapılan toplantıda ortak tavır konusunda gereken adımlar atılamadı. Ortak karar sadece geçiş hükümetinde Beşar Esad'ın yer almaması ve Özgür Suriye 11 Mor Gabriel dosyasından kaybolan evrak Ordusu'nun desteklenmesi Baskın ORAN konusunda alındı. Bu arada Biraz önce çok acayip bir bilgi geldi. Yazıp yolladığım yazımı yeni baştan ele almam gerek. toplantıda yer alan bazı Kürt 16.06.2012 tarihli Radikal’in kapağında, Mor Gabriel’in kadim topraklarından bir kısmının Yargıtay temsilcilerin, bildiride adlarının Hukuk Genel Kurulu (“YHGK”) kararıyla ve artık kesin olarak Hazine’ye devredildiği geçmemesini protesto amacıyla bildiriliyordu. üçüncü toplantıya katılmadılar. Meğer, bu kesin karar, Manastır yetkilileri tarafından ibraz edilmiş bazı temel belgelerin dosyadan esrarengiz biçimde “kaybolmuş” olmasına dayanıyormuş! Bu inanılmaz olayı anlatacağım ama Süryanileri temsilen Suriye Süryani önce meselenin geçmişini özetleyeyim. Kontrol edilebilsin diye her türlü tarih/sayıyı ekleyerek. Birlik Partisi temsilcisi olarak Yargıtay bu kararı nasıl verir? toplantılara katılan Gerg Shamoun, T.C. Hazine, 29.01.2009’da Midyat Kadastro Mahkemesi’nde (bundan sonra: “Midyat”) Mor yaptığı açıklamada; “Evet belki Gabriel Vakfı’na dava açıyor. Kadastro geçerken Vakfa tescil edilen toplam 244 dönüm arazinin kenbirlik konusunda herkesin istediği disine devredilmesini istiyor. Midyat evrakı inceliyor, yerinde keşif yapıyor ve 24.06.2009’da mutabakatı sağlayamadık. Ancak fevkalade ayrıntılı bir kararla Hazine’nin davasını reddediyor (esas no: 2009/11, karar no. 2009/28). birçoğumuzun talep ettiği ve ortaya Hazine temyize gidiyor. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi (“HD”) 07.12.2010’da kararı bozuyor ve koyduğu yol haritasını kabul ettik. arazilerin Hazine adına tapulanmasını istiyor (esas no. 2010/13416, karar no.15347). Temel gerekAramızdaki sorunları bu yol çesi: “Kadastro Kanunu Md. 14’e göre, tapuda kayıtlı olmayan bir arazinin, en az 20 yıldır zilyedi haritasında ilerlerken ortadan [fiilen sahibi] olduğunu ispat yoluyla tescilini isteme durumunda, bu arazinin miktarı kuru toprakta kaldıracağız. Şimdi önemli olan 100 dönümü aşamaz. Oysa burada 244 dönüm arazi tescil edilmiştir”. Çok ilginç, çünkü nasıl Nisâ Suresi 43. Âyetteki “Namaza yaklaşmayınız”ın devamı varsa, Md. uluslar arası güçlerin, sivil halka 14’te de “100 dönümü aşamaz”ın devamı var: “Aşağıdaki belgelerden birinin ibrazı halinde, bu mikyapılan saldırıları durdurması konutardan [yani, 100 dönümden] fazlası da tescil edilebilir.” Bu belgelere şu da dahil: “31.12.1981 tarisunda daha aktif çaba sarf etmesidir” hine veya daha önceki tarihlere ait vergi kayıtları.” Manastır bu vergileri Arazi Tahrir Kanunu dedi. uyarınca 01.09.1937’den beri muntazaman ödemiş. Çünkü bu arazileri meşhur 1936 Beyannamesi’nde deklare etmiş. Midyat da bu iki hususu tespit ettiği içindir ki 2009’da Manastır Kahire’de muhalefetin yaptığı lehine karar vermiş (ve sonra da bu kararında direnecek; bkz. aşağıya). toplantı sonrasında ise Paris’te Ben sanmıştım ki, olacak iş değil ama, Yargıtay 20. HD nedense Md. 14’ün devamını dikkate “Suriye’nin Dostları” tarafından bir almamış. Oysa, olay bambaşkaymış. 07.12.2010 tarihli bozma kararında diyor ki: “1) 1937’den beri toplantı yapıldı. Burada da Rusya ve vergilerin ödendiği iddia edilmektedir, oysa dava konusu taşınmazlarla ilgili hiçbir vergi kaydı ibraz Çin toplantıya katılmayarak, edilmemiştir; 2) 1936 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bildirim yapıldığı iddia edilmektedir, Suriye’nin şu andaki yönetimine oysa bununla ilgili evrak ibraz edilmemiştir.” karşı tutumlarında henüz bir İşin içinde iş var… değişiklik olmadığını gösterdiler. Manastır yetkililerine ısrarla soruyorum, diyorlar ki: “Biz vergi kayıtlarını en başta ibraz ettik. 36 Beyannamesi’ni de Mahkeme doğrudan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden getirtti. Zaten Midyat Toplantıda konuşma yapan Fransa bunlara dayanarak haklı çıkardı bizi ve sonra da kararında direndi. Ayrıca bunları keşif zaptına ve Cumhurbaşkanı François Hollande, deliller listesine de yazdık. Nasıl olduysa, dosyadan kayboluyor.” Soruyorum: “Siz bunun ne zaman farkına vardınız?” Diyorlar: “Karar bozulup dosya Midyat’a Suriye'de yaşananların uluslararası dönünce. Kararı okuyunca dosyaya baktık, içinde bizim belgeler hakikaten yok.” Soruyorum: barışı tehdit ettiğini söyledi ve Beşar “Bunu hemen bildirmediniz mi?” Diyorlar: “Yargıtay’a karar düzeltme talebimizde büyük harflerle Esad'ın iktidardan ayrılması ile yazdık. Ayrıca, bu iki belgeyi bu talebimize ek olarak yeniden koyduk. Ama Yargıtay’da durum birlikte ülkede bir geçiş hükümeti değişmedi.” Karar düzeltme taleplerini istedim, hakikaten bu belgeleri daha en başta ibraz ettiklerini kurulması gerektiğini vurguladı. buraya altı çizili ve siyah büyük harflerle yazmışlar ve hakikaten bu belgeleri bu karar düzeltme taleplerinin ekinde tekrar sunmuşlar. Yüzü aşkın ülkenin temsilcisinin Peki, 20. HD, bu karar düzeltme talebine 28.06.2011’de ret cevabı verirken ne diyor? Sadece iki katıldığı Paris’teki toplantıda, satırla: “Karar düzeltme dilekçesinde değinilen hususlar temyiz aşamasında da ileri sürülmüştür. Suriye'de daha fazla kan Dairemiz kararı bu konulara cevap teşkil edecek nitelikte olduğu gibi, usul ve yasaya da uygundur” dökülmesine son vermek için ne (esas no. 2011/3720, karar no. 2011/8237). Yukarıda da söyledim, Midyat kararında direniyor (10.10.2011; esas no. 2011/38, karar no. yapılması gerektiği konusunda 2011/87). Hazine bunu da temyiz ediyor. Direnme kararı nedeniyle dosya bu sefer YHGK’ya uluslararası görüş birliği sağlanmaya gidiyor. Son sözü orası 13.06.2012’de söylüyor: Midyat’ın kararını bozuyor. Henüz yazılıp çalışılıyor. Ancak Rusya ve Çin'in yayınlanmamış olan bu bozma kararı, artık bağlayıcı. Midyat mecburen uyacak. 244 dönüm arazi muhalefeti yüzünden ortak bir tutum de Hazine’ye geçecek. ve özellikle Güvenlik Konseyi'nden Mesele üzerine derin düşünceler “askeri müdahale” biçiminde bir Bütün bunları benim aklım almadı. Birtakım sorulara cevap bulmak lazım. kararın çıkması beklenmiyor. 1) Söz konusu temel belgeleri Midyat değerlendirmiş ve Mor Gabriel’e hak vermiş. Oysa ܀܀܀܀ Yargıtay değerlendirmemiş ve Hazine’ye hak vermiş; çünkü dosyada olmadığını söylüyor. Peki, bunlar dosyadan ne zaman kayboldu? Nasıl kayboldu? Kim aldı? 2) Hadi, kayboldu. Ama Manastır yetkilileri karar düzeltme dilekçelerinde bunları tekrar yollamışlar. Onlar da mı kayboldu? Olacak iş değil. 3) Gayrimüslimler hakkında kimsenin yapmadığı reformları yaparak bir sürü tutucuyu kendine düşman eden AKP iktidarının, bu kadar açık bir hukuki meselede Hazine’nin durmadan temyiz ettiğinden haberi yok mudur? Hazine, hükümetin bir organı değil midir? 4) Bu yargı süreci, Mor Gabriel’e senelerdir yapılan işgal baskılarının üzerine tüy dikti. Olay, yurtiçinden çok, yurtdışında büyük bir dikkatle izleniyor. Çünkü dinsel baskı olarak algılanıyor. Bu olaydan Türkiye büyük yara aldı. İnternetten son haber: “Alman Federal Parlamentosu’ndan Mor Gabriel protestosu” (http://www.dw.de/dw/article/0,16028337,00.html). 5) Bu acayip durum sonucu Yargıtay fena yara aldı. Çünkü mevcut sabıkası var: 08.05.1974 tarihinde aynı YHGK şunu söylemişti ve o zaman da kimselerin aklı almamıştı: “Görülüyor ki, Türk olmayanların meydana getirdikleri tüzel kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır” (esas no. 1971/2-820, karar no 1974/505). Kararın “Türk olmayan” dediği, yabancılar filan değildi. Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın T.C. vatandaşı yöneticileri, Müslüman olmadıkları için, YHGK tarafından “Türk” sayılmamıştı… 1974’te o büyük ayıp kapanıp gitmişti çünkü Soğuk Savaş dönemiydi. Ama sanıyorum bu kadar acayip bir “dosyadan evrak kaybolma” işi şimdi burada kalmaz. Ciddi sonuçları olacaktır. ܀܀܀܀ 12 Sayı 5 Temmuz 2012 Sayı 5 Temmuz 2012 ܀܀܀܀ 13 S. 13