T. C. EGE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI ANABİLİM DALI TÜRK TARİHİ BİLİM DALI TESALYA MESELESİ (1881) YÜKSEK LİSANS TEZİ Bülent AKYAY DANIŞMANI: Yard. Doç. Dr. Turan GÖKÇE İZMİR-2001 YÜKSEK ÖĞRENİM KURULU DOKÜMANTASYON MERKEZİ TEZ VERİ GİRİŞ FORMU Merkezimizde Doldurulacaktır YAZARIN Soyadı: AKYAY Adı: Bülent Kayıt No: TEZİN ADI Türkçe: TESALYA MESELESİ (1881) Yabancı Dil: THE THESSALIAN QUESTION (1881) TEZİN TÜRÜ: Yüksek Lisans Doktora [X] [ ] Doçentlik Tıpta Uzmanlık [ ] [ ] Sanatta Yeterlilik [ ] TEZİN KABUL EDİLDİĞİ Üniversite: EGE ÜNİVERSİTESİ Fakülte: Enstitü: SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Diğer Kuruluşlar: Tarih: 24. 09. 2001 TEZ YAYINLANMIŞSA: Yayınlayan: Basım Yeri: Basım Tarihi: ISBN: TEZ YÖNETİCİSİNİN Soyadı, Adı: Turan GÖKÇE Ünvanı: Yard. Doç. Dr. TEZİN YAZILDIĞI DİL: TÜRKÇE TEZİN SAYFA SAYISI: X + 182 TEZİN REFERANS SAYISI: 254 TEZİN KONUSU (KONULARI): TESALYA MESELESİ (1881) TÜRKÇE ANAHTAR KELİMELER: 1. Tesalya 2. Osmanlı Devleti 3. Yunanistan 4. Yunan Sınırı 5. 1881 Başka vereceğiniz anahtar kelimeler varsa lütfen yazınız. İNGİLİZCE ANAHTAR KELİMELER: (Konunuzla ilgili yabancı indeks, abstrakt ve thesaurusları kullanınız.) 1. Thessaly 2. Ottoman State 3. Greece 4. Greek Frontier 5. 1881 Başka vereceğiniz anahtar kelimeler varsa yazınız. 1-. Tezimden fotokopi yapılmasına izin veriyorum 2-. Tezimden dipnot gösterilmek şartıyla bir bölümünün fotokopisi alınabilir 3-. Kaynak göstermek şartıyla tezimin tamamının fotokopisi alınabilir Yazarın İmzası: [ ] [X] [ ] Tarih: 24.09.2001 YÜKSEK ÖĞRETİM KURULU DOKÜMANTASYON MERKEZİ TEZ VERİ FORMU Tez No: Konu: Üniv. Kodu: Not: Bu bölüm merkezimiz tarafından doldurulacaktır. Tezin Yazarının: Soyadı : AKYAY Adı : Bülent Tezin Türkçe Adı : Tesalya Meselesi (1881) Tezin Yabancı Dilde Adı : The Thessalian Question (1881) Tezin Yapıldığı : Üniversite : EGE Enstitü : Sosyal Bilimler Yılı : 2001 Tezin Türü : Yüksek Lisans [X] Doktora [ ] Tıpta Uzm. [ ] Sanatta Yeterlilik [ ] Dili : Türkçe Sayfa Sayısı : X+182 Referans Sayısı : 254 Tez Danışmanlarının : Ünvanı : Yard. Doç. Dr. Adı : Turan Soyadı : GÖKÇE Türkçe Anahtar Kelimeler 1. Tesalya 2. Osmanlı Devleti 3. Yunanistan 4. Yunan Sınırı 5. 1881 Ünvanı : Adı : Soyadı : İngilizce Anahtar Kelimeler 1. Thessaly 2. Ottoman State 3. Greece 4. Greek Frontier 5. 1881 ABSTRACT The final outcome of the Berlin congress, the Treaty of Berlin, was the single most important agreement for the Balkan nations during the nineteenth century. This treaty gave Greece no territory directly. The congress directed Greece and the Ottoman Empire to negotiate an adjustment of their frontiers in Thessaly and Epirus, and indicated in Article 24 of the treaty that should these efforts fail the great powers would mediate. As could be expected, the Greek government attempted immediately to implement this decision while the Porte delayed as long as possible. Finally, in February 1879, delegations from the two powers met at Preveza. When they could not come to an agreement, the powers were forced to intervene. A conference was held at İstanbul from August to November, 1879, when it broke down. The Greek cause was aided immensely by the establishment of a Liberal ministry in Britain in 1880 under the Philhelene William Gladstone. At a conference held in Berlin in June of that same year, the powers awarded Greece a favorable frontier settlement. The problem of enforcement remained. Not only did the Ottoman government object, but here, as well as in the question of the Montenegrin frontier, the Albanian populations affected by the border decisions resisted any changes. The powers finally settled the question in July 1881. The Greeks received less than, they wished, but Thessaly and a part of Epirus joined the independent kingdom. The final boundaries were set in 1882. ÖZET Berlin Kongresi’nin sonucu olan Berlin Antlaşması, XIX. yüzyıl boyunca Balkan milletleri için en önemli antlaşma olmuştur. Bu antlaşma, Yunanistan’a doğrudan hiçbir arazi vermemiştir. Kongre, Osmanlı Devleti ve Yunanistan’ı, Tesalya ve Epir’deki sınırlarını tashih için görüşmeye yöneltmiş ve antlaşmanın 24. maddesinde bu çabalar akim kalırsa Büyük Güçlerin arabuluculuk edeceklerini belirtmiştir.Tahmin edilebileceği gibi, Bâb-ı âlî bu durumu mümkün olduğunca ertelemeye çalışırken Yunan Hükûmeti bu kararı yerine getirmek üzere derhal girişimlere başlamıştır. Nihayet, Şubat 1879’da, iki ülkenin delegasyonları Preveze’de bir araya gelmişlerdir. Bu iki devlet mutabakata varamadıklarında Büyük Güçler müdahaleye mecbur kalacaklardı. 1879 yılı Ağustosu’ndan Kasımı’na dek İstanbul’da sonuçsuz bir konferans toplanmıştı. İngiltere’de Yunan Dostu William Gladstone başkanlığında Liberal hükûmetin 1880 yılında kurulmasıyla Yunan davası çok büyük bir yardım görmüştür. Aynı yılın Temmuz ayında Berlin’de toplanan konferansta Büyük Güçler Yunanistan’ı uygun bir sınır düzenlemesi ile ödüllendirmişlerdir. Geriye bunu Osmanlı Devleti’ne zorla kabul ettirmek kalmıştı. Buna yalnız Osmanlı Devleti itiraz etmemiş, fakat Karadağ sınırı meselesinde olduğu gibi, sınır kararlarından etkilenen Arnavut nüfus da her tür sınır değişikliğine karşı çıkmıştır. Büyük Güçler nihayet 1881 yılı Temmuz ayında meseleyi çözümlemişlerdir. Yunanlılar beklediklerinden daha azını elde etmişlerdir ancak Tesalya, ve Epir’in bir kısmı krallığa katılmıştır. Sınırların nihaî şekli 1882’de saptanmıştır. KISALTMALAR AIESEE Association Internationale des Etudes du Sud-Est Europeen ATASE Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı AÜSBFD Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi AÜDTCFD Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi BOA Başbakanlık Osmanlı Arşivi British Docs. on For. Aff. British Documents On Foreign Affairs: Reports and Papers From The Foreign Office Confidential Print (Part 1, From The Mid-Nineteenth Century to the First World War, Series B, The Near and Middle East, 1856-1914), General Eds. Kenneth Bourne & D. Cameron Watt, University Publications of America, 1984. GDAAD Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi İA İslâm Ansiklopedisi İÜEFD İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi OBİV Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı ORH Osmanlı-Rus Harbi OTAM Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi TDVİA Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi TKAE Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü TTK Türk Tarih Kurumu III. Ask. Tar. Sem. Üçüncü Askerî Tarih Semineri Bildirileri (Tarih Boyunca Türk Yunan İlişkileri, 20 Temmuz 1974’e Kadar), Genelkurmay ATASE Yay. Y. EE Yıldız Esas Evrakı Y. A. HUS Yıldız Tasnifi Sadaret Hususî Maruzat Evrakı Y. A. RES Yıldız Tasnifi Resmî Maruzat Evrakı HR. H. Hariciye Nezareti Hukuk Kısmı Evrakı HR. HMŞ-İŞO Hariciye Nezareti Hukuk Müşavirliği İstişare Odası ÖNSÖZ Osmanlı literatüründe “Düvel-i Muazzama” diye anılan Avrupalı Büyük Güçler, “Şark Meselesi” çerçevesinde Osmanlı Devleti aleyhine yürüttükleri politikalarında Yunan unsurunu amaçları uğrunda kullanmaktan geri kalmamışlardır. Yunanistan coğrafyasının stratejik konumu, bu güçlerin dikkat ve ilgisini daima üzerinde toplamıştır. Bunun bir sonucu olarak adı geçen güçlerin destekleri ve himayeleri altında bağımsız bir Yunanistan dünya sahnesine çıkarılmıştır. Bağımsızlığını elde etmesinden sonra sınırları Narda-Golos körfezleri hattının güneyine isabet eden küçük Yunanistan Krallığı, “Megali İdea” adlı yayılmacı siyasetini dış politikasında etkin hale getirmekte gecikmemiştir. Yunanistan, “Şark Meselesi” zincirinin bir halkası olan bu siyasetini, kendi başına gerçekleştirmesinin asla mümkün olamayacağını gayet iyi bildiğinden, bu amacına ulaşabilmesi için büyük devletlerden birinin yardımı ve desteğini sağlamaya özen göstermiştir. Lâkin bu yardım ve destek sonucunda ilgili büyük devletin bölgedeki nüfuz alanını genişleterek Avrupa dengelerini sarsma ihtimali, daima büyük güçler arasında bir konsensusu zorunlu kılmıştır. Dolayısıyla milletlerarası arenada bir piyon olarak kullanılan Yunanistan, Avrupalı güçlerce asla kontrolsüz bırakılmamıştır. Yunanistan, ancak uluslararası siyasî konjonktür izin verdiği zamanlarda dış politika hedeflerine ulaşabilmiştir. 1875 yılında başlayan Balkan hadiseleri, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ile neticelenmiştir. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin aleyhine dönen Avrupa kamuoyu, oportünizmi dış politika ilkesi haline getirmiş Yunanistan için beklediği fırsatı ayağına getirmiştir. Bu sayede 1853-1856 Kırım Harbi esnasında Osmanlı idaresinde bulunan Tesalya ve Epir bölgelerine yönelik neticesiz kalmış emellerine, nihayet ulaşabilmiştir. Türkiye’de Çağdaş Yunanistan tarihi ile ilgili çalışmalar daha ziyade XX. yüzyıl üzerinde yoğunlaşmıştır. XIX. yüzyıldaki Türk-Yunan ilişkilerinin yeterince incelenmediği görülmüştür. Hatta XIX. yüzyıl Yunanistan’ı üzerine yapılmış çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu yüzyıla ait ortaya konan araştırmalarda ise, daha çok 1821 Yunan isyanı ile Girit meselelerine ağırlık verilmiştir. Çalışma konumuz, XIX. yüzyıl tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden 1878 Berlin Antlaşması’nın, 24. Maddesi gereğince Osmanlı-Yunan sınırının Yunanistan lehine düzenlenmesi ve sonuçta Tesalya’nın Osmanlı Devleti’nden alınarak Yunanistan’a verilmesidir. Bu konuyu ele alan incelememizin XIX. yüzyıl Türk-Yunan ilişkilerinin önemli bir kesitine ışık tutacağı şüphesizdir. Çalışmamız, Türk-Yunan ilişkilerinin tarihî evrelerinden birisini teşkil etmektedir. Siyasî tarih kitaplarında ya da Balkanlarla ilgili yazılmış eserlerde genel olarak pek üzerinde durulmayan veya birkaç cümle ile deyim yerinde ise geçiştirilen çalışma konumuz hakkında Türk literatüründe yok denecek kadar az eser bulunmaktadır. Bunların diğer eserlere kaynaklık ettikleri görülmüştür. Çalışmamızın bir nebze olsun bu eksikliği gidereceği aşikârdır. Tezimizin amacı 1881 yılındaki Türk-Yunan sınır düzenlemesini sebep ve sonuçları ile birlikte ayrıntılı bir şekilde incelemektir. Söz konusu amaca ilişkin olarak; I. Bölümde, 1881 sınır düzenlemesi ile Yunanistan’a bırakılan Tesalya ve Narda kasabasının coğrafî, tarihî ve sosyo-ekonomik durumu incelenerek Osmanlı Devleti’nin yitirdiği bölgeyi tespit etmek ve bu bölgenin önemi vurgulanmak istenmiştir. Tesalya ile ilgili coğrafî, tarihî, sosyo-ekonomik ve stratejik konularda yazılmış derli toplu bir eserin bulunmayışı, eldeki bilgiler ışığında bölgenin kapsamlı olarak incelenmesini zorunlu kılmıştır. II. Bölümde, 1875 Balkan buhranından 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nin bitimine kadar Balkanlarda yaşanan hadiseler ve bu hadiseler karşısında Yunanistan’ın konumu ve tutumu ele alınmıştır. III. Bölümde, 1878 Berlin Antlaşması ile Yunan sınırı meselesinin resmen ortaya çıkarılması, bu yolda gerçekleştirilen müzakereler, pazarlıklar ile bu arada Büyük Güçlerin tutum ve tavırları incelenmiş, nasıl ve hangi şartlar altında bir vatan toprağının kaybedilme süreci aydınlatılmaya çalışılmıştır. Son olarak IV. Bölümde, Yunanistan’a ilhak olunan söz konusu bölgedeki Türk varlığının akıbeti araştırma konusu olmuştur. Konunun incelenmesi için özellikle öngörülen dönem 1875 Balkan buhranının ortaya çıkmasından 1881 yılı ve sonrasına kadar olan tarihî süreci çalışma kapsamına almamızı zorunlu kılmıştır. Konuya dair malzeme temini aşamalarında Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi’nde çalışılmıştır. Genelkurmay ATASE Arşivi’nde, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sırasındaki Yunanistan’ın faaliyetlerine ait belgeler bulunarak incelenmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki çalışmalarımızda bu döneme ait bütün belge tasnifleri incelenmiş ve ilgili belgeler fotokopi yoluyla temin edilmiştir. Ancak haritalar katalogunun revizyonda olması sebebiyle haritalara ulaşılamamıştır. Bununla birlikte Hariciye Nezareti Evrakı’ndan Siyasî Kısım Evrakı ile Muahedeler tasnifi araştırmacıya kapalı olduğundan, söz konusu bu tasniflerdeki belgelere ulaşılamamıştır. Adı geçen bu tasniflerin araştırmacıya kapalı bulunduğuna dair resmî yazışmalar, çalışmamızın Ekler kısmına konmuştur. Türkiye’deki mevcut şartlarda ve taşra ortamında bu türden mühim bir konuyu incelemek, kazanılan pek çok tecrübeyi beraberinde getirmiş, “gerçekler”le bir kez daha yüz yüze gelinmesini sağlamıştır. Çalışmamızın taşralı emsallerine nazaran “farklı” olduğu dikkat edilirse görülecektir. Yüksek Lisans tezimin hazırlanması esnasında, yönlendirici katkılarda bulunan tez danışmanım Sayın Yard. Doç. Dr. Turan Gökçe’ye, Enstitüde temin ettiği rahat çalışma ortamı ve şahsıma her zaman verdiği büyük destek sebebiyle Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Sayın Prof. Dr. Fikret Türkmen’e şükranlarımı sunarım. Çalışmalarımızı Balkanlar sahasına yönlendiren ve özellikle de Yunanistan üzerine yoğunlaşmamızı sağlayan, bu konuda her zaman desteklerini ve teşviklerini gördüğüm Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Sayın Prof. Dr. İsmail Aka’ya, Ege Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Sayın Prof. Dr. Ahmet Özgiray’a, Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanı Sayın Prof. Dr. Necmi Ülker’e, tezimle ilgili karşılaştığım güçlükleri aşmamda yardımcı olan katkılarından ötürü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Sayın Prof. Dr. Mahir Aydın’a teşekkür ederim. Ayrıca tezime her konuda sağladığı maddî ve manevî destekten dolayı Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkan Yardımcısı Sayın Okt. Yunus Emre Tansü’ye teşekkürü bir borç bilirim. Bunların yanında tezime yardımlarından dolayı Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı Sayın Necati Gültepe’ye ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı mensuplarına, Genelkurmay ATASE Başkanlığı yönetici ve personeline, Ahıska Türkleri’nden dostum Gourban Osmanov’a, Ege Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı yönetici ve çalışanlarına da teşekkür ederim. Tezimin hazırlanması sırasındaki sabırlarından dolayı aileme şükran borçlu olduğumu da bilhassa belirtmek isterim. Bornova, Eylül 2001 GİRİŞ XIX. yüzyıl, bütün dünyada büyük değişimlerin yaşandığı bir asır olmuştur. Bu dönemde, dünya tarihinin hiçbir devresinde olmadığı kadar, ülkeler arasında değişimler meydana gelmiştir. Bir yüzyıl boyunca meydana gelen teknolojik gelişmeler, ülkeler arasında uçurumlar oluşturmuştur. XVIII. yüzyılda “Sanayi İnkılâbı” ile önce İngiltere’de, daha sonra diğer Batı Avrupa ülkelerinde yaşanan gelişmeler, XIX. yüzyılda artarak devam etmiş ve bu suretle Avrupa’nın teknik üstünlüğünü tescil etmiştir. “Şark” ise bu gelişmelerden uzak kalmış, “Batı” karşısında ezilmekten kurtulamamış, âdeta bir “Garbzede” haline gelmiştir1. Önceki yüzyıllarda var olmayan ya da doğum halinde bulunan çeşitli sosyal, iktisadî, kültürel ve teknik faktörler ile bütün dünyada köklü bir şekilde değiştirici etkisini gösteren sanayileşme, kapitalizm ve iktisadî-siyasî emperyalizm, XIX. yüzyılda geleneğe bağlı toplumları esaslı bir değişime zorlamıştır2. Bu geleneğe bağlı siyasî kurumlardan biri olan Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren sürekli değişen ve gelişen bir toplum olmuş, eski Türk siyasî ve sosyal an‘anelerinden kaynaklanarak, Doğu ve Batı medeniyetlerinin tesiriyle kendine özgü siyasî ve kültürel bir sistem meydana getirmiş ve bu sistem dahilinde kendine göre bir değişme usûlü bulmuştu. Özellikle XVIII. yüzyılda Avrupa’nın siyasî, iktisadî ve askerî alanlarda Osmanlı Devleti üzerindeki tesirinin kesin bir surette hissedilir hale gelmesi, bazı askerî ıslâhat girişimlerini zorunlu kılmıştı. Ancak bu yüzyıl sonunda “değişme” ihtiyacı çok daha elzem olmuştur. Çünkü mesele artık, Avrupa’nın iktisadî, askerî-siyasî gücüne karşı koymak ve bu sayede Osmanlı ülkesinin siyasî hürriyetini, sosyal ve kültürel benliğini korumak ve sürekliliğini sağlamaktır. Bunun sonucunda “Batılılaşma”, “Reform”, “Asrîleşme” ya da “Modernleşme” kaçınılmaz hale gelmiştir. III. Selim (1788-1807) ile başlayan ve âkim kalan Türk modernleşme hareketi, II. Mahmud (18081839) zamanında ciddî bir mahiyet kazanmıştır. Fakat devletin en yüksek makamından başlatılan bu tavandan tabana yönelik modernleşmenin stratejisi yanlış belirlenmiştir. 1 İlber Ortaylı, “XIX. Asır Yakın-Uzak Tarihimiz”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 45. 2 Kemal Karpat, “Türkler (Osmanlılar: XIX-XX. Yüzyıllar)”, İA, C. 12/2, İstanbul 1988, s. 343. Teknolojinin esas alınarak ona bağlı teşkilâtın kabullenilmesi gerekirken, Avrupa’nın kültürel ve sosyal hayat tarzı, modernleşmenin ilk şartı haline getirilmiştir. Bu sayede daha başlangıç noktasında iflâs eden “Türk Modernleşmesi” devletle tebaasını bir kültürel çelişkiler yumağına sürüklemiş, izleri bugün dahi hissedilen olumsuzlukların temelini teşkil etmiştir3. XIX. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti, sürekli modernleşme çabalarına sahne olmuştur. Bu yolda bulunan her çözüm, yeni bir çözümsüzlüğe sebep oluşturmuştur. Kısıtlı iletişim imkânları, reformcuların deneyimsizliği, Avrupalı emperyalist güçlerin kâr etme hırsları ve açgözlülükleri, geçmişten kalan ekonomik sorunların devamına ve hatta daha da büyümesine yol açmıştır. Osmanlı tebaası gayrimüslimler, “Büyük Güçler” tarafından kendi menfaatleri ölçüsünde desteklenerek bağımsızlıklarını amaçlamış ve bu yoldaki çalışmaları devleti iyice yıpratmıştır. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasının Avrupa güç dengeleri bakımından “Büyük Güçler”in pek işine gelmemesi, bu devletlerin kendi çıkarlarına göre Osmanlıların içişlerine çeşitli müdahaleleriyle sonuçlanmıştır4. Zaten yanlış bir stratejiyle başlatılan “Türk Modernleşmesi”nin, bu tür olumsuz faktörlerin de etkisiyle başarılı olması beklenemezdi. Neticede koca bir yüzyıl boyunca dünya tarihi, trajik bir şekilde, bir devletin giderek artan bir hızda çöküşüne şahit olmuştur. Osmanlı Devleti, bir yandan bütün hızıyla modernleşmesi yolunda gereken adımları atmaya çalışırken diğer yandan sürekli olarak ortaya çıkan iç ve dış sorunlar yakasını bir türlü bırakmamıştır. Balkan milletlerinin bağımsızlık mücadeleleri, aşırı derecede güçlenen valilerinin merkezle olan çatışmaları gibi iç meseleleri kısa sürede birer dış mesele haline gelmiş, devletin bu gibi sorunları, XIX. yüzyılın ilk yarısına damgasını vurmuş ve modernleşmesi için gereken huzur ortamını vermemiştir. Sırp ve Yunan isyanları, Mısır meselesi ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan sorunlar, dış müdahaleler ve savaşların yanı sıra bir taraftan da batılılaşma gayretleri bu asrın ilk elli yılının neredeyse bir özeti olmuştur. 3 Karpat, a. g. m., s. 343. Stanford J.- Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, 1808-1975, çev. Mehmet Harmancı, C. II, e Yay., İstanbul 1983, s. 9. 4 Osmanlı Devleti’nin verdiği varlık mücadelesi ve bu mücadelede başarılı olup olamayacağı, XIX. yüzyıl diplomasisini uğraştıran konuların başında gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin âkıbetiyle ilgilenen İngiltere, Rusya, Avusturya ve Fransa’ya, 1871’den sonra birliğini tamamlayan Almanya ve İtalya da katılmıştır. Büyük Güçlerin Osmanlı Devleti’ne yönelik siyasetlerini tespit etmede temel esas güç dengesi olmuştur. Hiçbir gücün diğerlerinden daha fazla toprak ya da daha fazla bölge üzerinde nüfuz sahibi olamaması, aralarındaki dengeler bakımından gerekli görülmüştür5. XIX. yüzyıl, aynı zamanda Avrupa’nın dünya siyasetine hakim olduğu bir yüzyıldır ve dünyanın her köşesi Avrupa’nın ilgi alanı haline gelmiştir. Jeostratejik konumu ve Avrupa’ya yakınlığı ile giderek güçsüzleşen bir halde oluşu Osmanlı Devleti’nin de bu ilgiden payını fazlasıyla almasına, müdahalelerden kendini uzak tutamamasına sebep olmuştur. Balkanlarda görülmeye başlanan ve gittikçe şiddetini arttıran milliyetçilik hareketleri, Osmanlı Devleti’nin giderek zayıflaması, Rusya ve Avusturya’nın çekişmesi, İngiltere’nin menfaatleri ölçüsünde Osmanlı Devleti’ni destekleme siyaseti, Avrupalı güçlerin “Şark Meselesi” diye adlandırdıkları Türk’ün kaderini belirleyen başlıca unsurlar olmuştur6. “Şark Meselesi” ya da “Doğu Sorunu”, bir siyasî terimdir. Büyük Güçlerin Osmanlı Devleti’ne karşı ayrı ayrı ya da ortaklaşa yürüttükleri dış politikanın adıdır. Aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin zayıflığından kaynaklanan ve muhtemel ardılları arasındaki rekabetten doğabilecek sorunlara verilen bir addır. Bir başka deyişle Osmanlı Devleti’nin “kaderi”dir. İlk kez 1815 Viyana Kongresi’nde kullanılan bu terim, daha sonra siyasetçiler ve tarihçiler nezdinde popülerlik kazanmıştır7. 5 6 7 Hüner Tuncer, 19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri (1814-1914), Ümit Yay., Ankara 2000, s. 95. Tuncer, a. g. e., s. 95. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. V, TTK Yay., Ankara 1988, s. 203; Alan Palmer, 1853-1856 Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, Türkçesi: Meral Gaspıralı, Sabah Yay., İstanbul 1999, s. 11; Hüner Tuncer, Metternich’in Osmanlı Politikası (1815-1848), Ümit Yay., Ankara 1996, s. 37; Bayram Kodaman, “Şark Meselesi ve Tarihî Gelişimi”, Tarihî Gelişmeler İçinde Türkiye’nin Sorunları Sempozyumu (Dün-Bugün-Yarın), TTK Yay., Ankara 1995, s. 59; Hüner Tuncer, “Viyana Kongresi, ‘Doğu Sorunu’ ve Büyük Güçler (1815-1829)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 1517 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999, s. 63; Haluk Ülman, “Tanzimattan Cumhuriyete Dış Politika ve Doğu Sorunu”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 1, İletişim Yay., s. 272; Mustafa Küçük, “Şark Meselesi Çerçevesinde ve İkinci Napolyon Savaşları’ndan sonra altüst olan Avrupa’da galipler tarafından yeni bir düzen kurmak üzere toplanan Viyana Kongresi’nde Rus Çarı Aleksander, kongre katılımcılarının dikkatini Rum meselesine çekmek istemişse de İngiltere ve Avusturya tarafından bu konunun görüşülmesi tasvip olunmamıştır. Fakat Rus heyeti, resmî görüşmeler dışında kongre üyelerinin dikkatini Osmanlı tebaası Hıristiyanlara çekmek istemiş ve bu konuda “Şark Meselesi” terimini kullanmışlardır. Bu terim, XIX. yüzyıl içerisinde farklı siyasî anlamlar kazanmıştır. Yüzyılın başlarında bir ara Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması anlamında kullanılmış, aynı yüzyılın ikinci yarısında Osmanlıların Avrupa’dan çıkarılması, XX. yüzyıl başlarında ise Osmanlı Devleti’nin bütünüyle tasfiye edilerek topraklarının paylaşılmasını ifade etmiştir. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’nin her iç ve dış meselesi “Şark Meselesi” başlığı altında ele alınmıştır8. Meselenin tarihî başlangıcı ister İslâm dininin doğuşuna, ister Haçlı seferlerinin başlamasına ya da ister Osmanlı Türkleri’nin Avrupa’ya geçişine kadar geriye götürülsün, bir konu teşkil etmesi XVIII. yüzyılın ikinci yarısında özellikle 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nın neticesinde olmuş, ve bundan sonra artık varolan bu mesele 1815 Viyana Kongresi’nde isimlendirilmiştir. XIX. yüzyıl boyunca sürekli olarak gündemi meşgul etmiş ve XX. yüzyılın ilk yarısında 1923 yılında “Millî Mücadele”nin ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla mesele ortadan kalkmıştır. “Şark Meselesi” Avrupa için bir doğu sorunu olmakla birlikte Türkler için ise bir “Garp Meselesi” olmuştur9. “Şark Meselesi”nin bir halkasını teşkil eden Yunan isyanı ve bağımsız bir devlet olarak ona devletler arenasında bir yer temin edilmesi işlemi Balkan Yarımadası için olduğu kadar Avrupa için de önemli bir süreç olmuştur. Kendisinden önceki Sırp isyanı genelde bir Balkan paşalığının kontrolünün ele geçirilmesi şeklinde izâh edilebilir. Ancak Yunan isyanı, Yunan topraklarının Doğu Akdeniz’deki stratejik konumu Meşrutiyete Kadar Olan Dönemde Osmanlı Devleti’nin Siyasî Vaziyeti”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 51. 8 Karal, a. g. e., ss. 203-204; Tuncer, a. g. e., s. 37; Küçük, a. g. m., s. 51. sebebiyle Yakındoğu stratejisinin temel meselelerini ön plana çıkartmış ve “Büyük Güçleri” açık ve keskin bir mücadeleye sürüklemiştir. Oysaki Sırp isyanı gerçekten mahallî bir hareket olarak kalmış ve Osmanlı ülkesinin kalanı üzerinde pek etkisi hissedilmemiştir. Yunan isyanı daha yaygın olarak daha tesirli yan etkilerde bulunmuştur. Kuşkusuz bunda Rumların tüm ülke çapında Sırplardan daha etkili ve önemli roller oynamalarının da tesiri bulunmaktadır10. Rumların büyük çoğunluğu, diğer Osmanlı reayası gibi, basit köylülerdir. Aynı zamanda bir Rum tebaa vardır ki Osmanlı Devleti’nde en az Müslümanlar kadar nüfuzlu ve aktiftirler. Bu azınlık grup, Balkan yarımadasının büyük kısmında ticareti ve Balkan Hıristiyanları’nın bağlı bulunduğu Ortodoks kilisesinin yönetimini tamamen elinde bulundurmuş, Balkan topraklarındaki eğitim ve kültür kurumlarının tekeline sahip olmuş ve aynı zamanda Osmanlı bürokrasisinin en yüksek idarî ve diplomatik görevlerini işgal etmişlerdir11. Bütün bunlar neden Rum isyanının basit bir köylü ayaklanmasından ziyade karmaşık bir hareket olduğunu göstermektedir. Bu karmaşıklığı anlamak için iki ayrı Rum dünyasının varlığını kavramak gerekmektedir. Bir yanda İstanbul’daki Fenerli idareciler ve Ortodoks ruhban, öte yanda okur-yazar olmayan, yoksul ve taşralı Rum köylüler yer almaktadır12. Yunanistan’ın XV. yüzyılda Osmanlı idaresine geçmesinden sonra Rum direnme odakları ortaya çıkmıştı. Özellikle 1453 yılında İstanbul’un fethinden sonra Batı’ya kaçmış bazı Rumlar, Avrupa’da, özellikle Venedik ve Napoli’de bulunanlar, Türklere karşı Haçlı seferleri düzenlenmesi konusunda faaliyetlerde bulunmaktan geri 9 Dimitri Kitsikis, Türk-Yunan İmparatorluğu, çev. Volkan Aytar, İletişim Yay., İstanbul 1996, s. 145; Robert Mantran, (ed.), Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. II, çev. Server Tanilli, Cem Yay. İstanbul 1995, s. 7; Karal, a. g. e., s. 204; Kodaman, a. g. m., ss. 60-62; Küçük, a. g. m., s. 51. 10 L. S. Stavrianos, The Balkans Since 1453, Holt, Rinehart & Winston, New York 1961, s. 269. 11 Misha Glenny, Balkanlar, 1804-1999: Milliyetçilik, Savaş ve Büyük Güçler, Türkçesi Mehmet Harmancı, Sabah Yay., İstanbul 2001, s. 40; Stavrianos, a. g. e., s. 269. 12 Stavrianos, a. g. e., s. 269. kalmamışlardır. XV-XVI. yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devletlerle olan savaşlarında Rumlar küçük çaplı da olsa ayaklanmışlardır13. Rum köylü sınıfı, Osmanlı idaresine girdikten sonra bu yeni efendilerinin yönetimi altında Latin kökenli efendilerine kıyasla çok daha iyi bir mevkii elde etmişlerdir. Serbest hareket eden kiliseleri, düşük vergiler, büyük ölçüde özerk bir idarî düzeneğe sahip olmuşlardır. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde yaşanan siyasî, ekonomik çalkantılar Rumların sosyal ve ekonomik hayatlarına da yansımıştır. Rum çiftçi kesimi, tımar sisteminin bozularak kalıtsal çiftlik düzenini ortaya çıkışı, iltizam ve mukataa gibi vergi toplama yöntemlerine bağlı olarak ve ağır askerî yenilgilerin de kaçınılmaz bir şekilde sebep olduğu daha ağır bir vergi yükü altına girmişlerdir. Dağlık bölgelerde yaşayan ve bu gelişmelerden pek etkilenmeyen Rumların da, ovalardan ve düzlüklerden dağlara kaçan köylü Rumların gelişiyle, huzuru kaçmıştır14. Merkezî yönetimin zayıflaması, vergilerin artması, yerel ayânların ortaya çıkışı, usûlsüzlükler ve yolsuzluklar gibi sair gelişmeler Rumları da olumsuz etkilemiş, Osmanlı idaresine karşı müsbet tavırlarının değişmesine sebep olmuştur. Bu durum Rum cemaatlerini, rahiplerin ve mahallî liderlerin çevresinde kenetlenmeye sevk etmiş, birçok yerde de “kleft” adı verilen haydut çetelerinin ortaya çıkmasına sebep olmuş, bu suretle isyanlar daha organize hale gelmiş ve önü alınamayan sürecin de başlangıcı olmuştur. Bunların yanı sıra, yolların ve sarp geçitlerin güvenliğinden sorumlu, bazı vergilerden muaf tutulmuş, ayrıca gerektiğinde kleftlere karşı kullanılan “martolos”15 ya da “armatol” adı verilen yerel güvenlik güçleri ilk zamanlarda önemli hizmetlerde bulunmuşlarsa da, daha sonraki süreçte, başlarına buyruklukları ile adeta resmî 13 Nikos Svoronos, Çağdaş Hellen Tarihine Bakış, çev. Panayot Abacı, Belge Yay., İstanbul 1988, ss. 1618; Richard Clogg, Modern Yunanistan Tarihi, çev. Dilek Şendil, İletişim Yay., İstanbul 1997, s. 30; Şükrü Sina Gürel, Tarihsel Boyutları İçinde Türk-Yunan İlişkileri (1821-1993), Ümit Yay., Ankara 1993, s. 22. 14 Karal, a. g. e., s. 107; Stavrianos, a. g. e., s. 273. 15 Ayrıntılı bilgi için bkz. Milan Vasic, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Martoloslar”, İÜEF Tarih Dergisi, S. 31, Mart 1977, İstanbul 1978, ss. 47-64. haydutlar haline gelen bu gruplar Osmanlı idaresinin içinden çıkamayacağı bir sorun oluşturmuşladır16. İstanbul’un fethinden sonra Fener Kilisesi’nin, tüm Ortodoksların idare merkezi haline getirilmesi, yetkiler ve imtiyazlar tanınması, Patrikhanenin bir güç odağı haline gelmesini temin etmiştir. Rum Ortodoks Kilisesi’nin bu ayrıcalıklı konumu Hıristiyan tebaa için ticaret serbestliği ve Yunanca eğitim sağlamıştır. Eski Bizans soyluları Patrikhane etrafında toplanmış, Patrikhanenin onlara sağladığı imtiyazlar ve ticaretteki başarıları sayesinde devletin ticarî hayatında önemli bir rol oynamaya başlamışlardı. Ticarî girişimleri, Rum burjuvazisini meydana çıkarmıştır. Bu soylular sınıfı zamanla Osmanlı bürokrasisinde de yer almaya başlamışlardır. Tercümanlık ve Eflâk-Boğdan voyvodalığı makamları Fenerli Rumların elinde olmuştur17. Rumların Osmanlı idaresinden ayrılma girişimlerinde çeşitli faktörler etkili olmuştur. 1763 yılından başlayarak Rus ajanları Balkanlarda faaliyetlerde bulunmuşlardır. 1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi’nde Rusya, Osmanlı Devleti’ni içeriden rahatsız etmek için Balkanlardaki ve özellikle Mora’daki Ortodoksları isyana teşvik etmiş, 1770 tarihinde Rus donanması Mora sahillerinde bulunan Koron’u kuşatmıştır. Rusların bu deniz harekâtını yöneten Aleksi Orlof, Mora’dan Selânik’e kadar olan bölgede bir isyan tasarlamıştı. Nitekim Rusların kışkırtmaları neticesinde isyanlar, 1770 yılı Mart ayında başlamıştır. Osmanlı Devleti donanmasını bölgeye göndermiş ancak 16 Douglas Dakin, The Unification of Greece, 1770-1923, Ernest Benn Ltd., London 1972, s. 18; J. A. R. Marriot,, The Eastern Question: An Historical Study in European Diplomacy, Clarendon Press, 4th ed., Oxford 1940, s. 199; Mehmet Ali Gökaçtı, Geographika: Yeniden Keşfedilen Yunanistan, İletişim Yay., İstanbul 2001, s. 311; Salâhi R. Sonyel, Minorities and The Destruction of The Ottoman Empire, TTK Yay. Ankara 1993, s. 97; Glenny, a. g. e., s. 42; Svoronos, a. g. e., ss. 23-24; Clogg, a. g. e., ss. 30-31; Gürel, a. g. e., s. 22. 17 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi, 1789-1914, TTK Yay., Ankara 1997, ss. 166-167; Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, Ötüken Yay., İstanbul 1996, ss. 171-175; Ömer Turan, “The Role of Russia and England in the Rise of Greek Nationalism and in Greek Independence”, OTAM, S. 10; Ankara 1999, ss. 246-247; Hamiyet Sezer, “Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı (1821-1829)”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 87; Karal, a. g. e., s. 108; Sonyel, a. g. e., ss. 77-84; Marriot, a. g. e., ss. 199-200; Svoronos, a. g. e., ss. 19-20; Clogg, a. g. e., ss. 34-35; Gürel, a. g. e., ss. 2324. yapılan çarpışmalardan kesin bir sonuç alınamamıştı. Çeşme Limanı’na çekilen Osmanlı donanması yapılan bir baskınla yakılmıştır (7 Temmuz 1770)18. 1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi’nde Osmanlı Devleti ağır bir yenilgiye uğramıştır. Küçük Kaynarca Antlaşması’nın getirilerinden yine de pek memnun olmayan Rus Çariçesi II. Katerina bir ara, “Grek Projesi” olarak da bilinen, Osmanlı Devleti’ni tasfiye ederek, Karadeniz ve Balkanları ele geçirmeyi, Osmanlı Devleti yerine bir Rus prensi yönetiminde, torunu Konstantin, İstanbul merkezli “Bizans İmparatorluğu” kurma düşüncesine sahip olmuştu19. 1768-1774 Harbi, 1774 yılındaki Küçük Kaynarca Antlaşması ile neticelenmiş ve zaten denizcilik ve ekonomide oldukça ilerlemiş Osmanlı tebaası Rumların ekonomik anlamda daha da güçlenmesine yol açmıştır. Rus himayesi altında artık daha serbest hareket edebilmişlerdir. Bu suretle Rum unsur, XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren ticarî faaliyetler için gittikleri Avrupa liman şehirlerinde dönemin siyasî ve sosyal fikirleri ile birebir temasta bulunmuşlardır. “Milliyetçilik” ve “Bağımsızlık” kavramlarıyla tanışmışlardır. Zengin Rum ticaret kumpanyaları, Akdeniz ve Karadeniz’de giderek büyümüşlerdir. Bununla birlikte İstanbul’un Fenerli Rumları, Montesquieu, Racine, Voltaire gibi Fransız düşünürlerin eserlerini tercüme etmişler, Rum gençlerini Avrupa’da tahsile göndermişler ve onlar da Avrupa’daki fikir akımları ve düşünürlerle temas kurmuşlardır. Bu dönemde Avrupa düşünce akımlarından esinlenerek eserler 18 Herkül Millas, Yunan Ulusunun Doğuşu, İletişim Yay., İstanbul 1994, s. 193; M. S. Anderson, The Eastern Question, 1774-1923, MacMillan, New York, 1966, s. 51; M. Murat Hatipoğlu, Yunanistan’daki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin 101 Yılı (1821-1922), TKAE Yay., Ankara 1988, s. 4; Charles-Barbara Jelavich, The Establishment of the Balkan National States, 1804-1920, A History of East Central Europe Vol. VIII, Unv. Of Washington Press, Seattle & London 1993, 40; Nurettin Türsan, Yunan Sorunu, Ankara 1987, s. 27; İsmet Binark, Türk-Yunan Münasebetlerinin Dünü ve Bugünü, Türk Yurdu Yay., Ankara 1998, s. 7; Dakin, a. g. e., s. 17; Svoronos, a. g. e., ss. 32-33; Turan, a. g. m., ss. 254257; Karal, a. g. e., s. 108; Sonyel, a. g. e., s. 116; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, C. 1, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müd. Osmanlı Arşivi Daire Başk. Yay., Ankara 1995, s. 10. 19 Anderson, a. g. e., ss. 8-9; Isabel de Madariaga, Çariçe Katerina: Çağının Sınırlarını Zorlayan Kadın, çev. Mehmet Harmancı, Sabah Yay., İstanbul 1997, s. 67; Georges Castellan, Balkanların Tarihi, çev. Ayşegül Yaraman-Başbuğu, Milliyet Yay., İstanbul 1995, s. 206; Armaoğlu, a. g. e., ss. 17-18; Türsan, a. g. e., ss. 26-27; Turan, a. g. m., ss. 258-260; Binark, a. g. e., s. 7; Selim Sun, 1897 Osmanlı-Yunan Harbi, Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi Resmî Yay., Ankara 1965, s. 3; Karal, a. g. e., s. 109; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 11; Gürel, a. g. e., s. 27. vermeye başlayan Rigas20 ve Korais21 gibi yazarlar, şairler ve fikir adamları ortaya çıkmıştır. Yunan aydınlanması ile Osmanlı idaresinden ayrılma düşüncesi olgunlaşmış, bağımsızlığın fikrî zemini hazırlanmaya başlamıştı. Avrupa’daki bahsedilen Rum ticarî kolonileri de birer Rum lobileri haline gelerek Avrupa üzerinde çok etkili olmaya başlamıştır22. Türk yönetimi anlamına gelen “Turkokratia”ya karşı şair ve fikir adamı Velestinli Rigas’ın Viyana’da 1796 yılında kurmaya çalıştığı, cemiyet anlamına gelen “eteria”, Rigas’ın, Avusturya kolluk kuvvetlerince 1797 yılında yakalanarak Osmanlı Devleti’ne teslimi ve 1798’de öldürülmesi üzerine maksadına ulaşamamıştır. Fakat bu âkim kalan girişimden sonra 1800’lerin hemen başında aralarında şair Adamantios Korais’in de bulunduğu kişilerce “Athena” adlı bir başka örgütün kurulması gecikmemiştir. Bu örgüt hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu örgütten sonra 1813 yılında Paris’te Fransa’nın eski İstanbul elçilerinden Comte Choiseul-Gouffieur başkanlığında Fransız tesirinde “Hotel Grec” adlı bir cemiyet kurulmuştur. Bu cemiyetin kurucuları arasında “Filiki Eteria”23nın kurucularından Athanasios Tsakalof da bulunmaktadır24. 1787’de Boğdan’da Osmanlı devlet görevlisi iken Rusya’ya kaçan Aleksandros Mavrokordatos tarafından kurulan “Phoenix” cemiyeti ve meşhur “Filiki Eteria” gibi Rus çizgisindeki cemiyetler, bu “Hotel Grec” bünyesinden çıkmışlardır. “Phoenix” örgütü, Rusların yardımlarıyla eski Bizans’ın yeniden diriltilmesini amaçlamıştır25. 20 Yunan isyanının hazırlayıcılarından olan Velestinli Rigas için ayrıntılı olarak bkz. Millas, a. g. e., ss. 87-122. Ayrıca bkz. Clogg, a. g. e., ss. 45-47; Kitsikis, a. g. e., ss. 168-169. 21 Yunan isyanının en önde gelen, en etkili ve en ünlü Yunan aydınlarından olan Korais için ayrıntılı olarak bkz. Millas, a. g. e., ss. 157-189. Ayrıca bkz. Clogg, a. g. e., ss. 42-43; Kitsikis, a. g. e., s. 179. 22 Anderson, a. g. e., s. 8; Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, ATASE Yay., Ankara 1985, s. 45; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 4-5; Turan, a. g. m., ss. 262-263; Sonyel, a. g. e., s. 76; Castellan, a. g. e., ss. 268269; Shaw, a. g. e., s. 43; Kitsikis, a. g. e., s. 148; Clogg, a. g. e., ss. 37-40; Sezer, a. g. m., s. 87; Karal, a. g. e., s. 108; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 11; Gürel, a. g. e., ss. 25-26. 23 Türk literatüründe bu cemiyetin adı yanlışlıkla Etniki Eteria diye zikredilir. Etniki Eteria (Millî Cemiyet) Atina’da 1894 yılında subaylar, aydınlar ve tüccarlar tarafından kurulan bir cemiyettir. Sözde Osmanlı idaresindeki bütün Rumları kurtarmak için kurulmuş gibi görünse de asıl amacı Makedonya sorununa dahil olarak Bulgar komitecileriyle mücadele etmekti. 24 Millas, a. g. e., ss. 109-110; Marriot, a. g. e., s. 202; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 5-6; Turan, a. g. m., s. 263; Sonyel, a. g. e., s. 168; Dakin, a. g. e., s. 29; Sezer, a. g. m., s. 90. 25 Dakin, a. g. e., s. 29; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 7; Turan, a. g. m., s. 263. 1821 Yunan isyanı öncesinde Rumların faaliyetleri bu kadarla da kalmamıştır. 1810 yılında Narda Metropoliti Ignatius, Bükreş’te Dil ve Edebiyat Cemiyeti anlamına gelen “Filologiki Eteria”yı kurmuş ve 1811 tarihinden itibaren Viyana’da yayımlanan Bilge Hermes anlamına gelen “Hermis o Logios” adlı bir dergi ile yakından ilişkili olmuştur. Bundan başka aralarında üye olarak İngilizlerin de bulunduğu 1812’de Atina’da kurulan Sanat Tanrıçası Dostları Cemiyeti anlamındaki “Eteria ton Filomuson”, Yunanlıların eğitim meselelerini kendisine amaç edinmişti. Rum asıllı olan ve Rus Çarı I. Aleksander’ın dışişleri müşavirlerinden Kapodistrias’ın daha sonra başına getirildiği ve eğitim, sanat ve kültürle uğraştığından oldukça masumane kabul edilebilecek bu cemiyet, şüphesiz ki, Rumlar arasında millî bir tarih ve kültür şuuru oluşturarak sonraki yıllarda kurulacak “Filiki Eteria” cemiyeti ile 1821 isyanı için fikrî zemin hazırlamıştır26. İhtilâlci ve gizli Rum cemiyetlerinin en etkili faaliyetlerde bulunmuş olanı “Filiki Eteria”dır. İsmi “Dostlar Cemiyeti” anlamına gelen bu cemiyet, 1814 yılında Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Odessa şehrinde kurulmuştur. Kurucuları arasında eski “Phoeniks” cemiyetinden Nikolaos Skufas, “Hotel Grec” üyelerinden Athanasios Tsakalof ile Emmanuel Ksanthos adında bir mason locası üyesi de vardır. “Filiki Eteria”, “Eteria ton Filikon” diye de adlandırılmıştır. Bu cemiyet Batı Avrupa’daki gizli mason derneklerinin kuruluş ve işleyiş yöntemlerini benimsemiş, Rumları Osmanlı idaresine karşı ayaklandırmak, mümkünse Balkanlardaki diğer Hıristiyan unsurları da isyana karıştırmayı amaçlamıştır. Bu örgütün başkanının kimliği gizli tutularak esrarengiz bir hava verilmiş hatta Çar I. Aleksander’ın başkanı olduğu ima edilmiştir.27. 26 Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 40; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 6-7; Svoronos, a. g. e., s. 36; Dakin, a. g. e., s. 30; Turan, a. g. m., s. 264; Binark, a. g. e., s. 10. 27 Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu: Son Üç Yüzyıl, Bir Çöküşün Yeni Tarihi, çev. Belkıs Çorakçı Dişbudak, Sabah Yay., İstanbul 1997, s. 92; Barbara Jelavich,, History of The Balkans: Eighteenth and Nineteenth Centuries, vol. I, Cambridge Unv. Press, Cambridge 1993, s. 205 ; İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim Yay., İstanbul 1999, s. 81; Selahattin Salışık, Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri Tarihi ve Etniki Eterya, Kitapçılık Ticaret Ltd. Şt. Yay., İstanbul 1968, ss. 147-152; Anderson, a. g. e., s. 51; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 39; Turan, a. g. m., s. 265; Marriot, a. g. e., s. 203; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 7-8; Stavrianos, a. g. e., s. 282; Sonyel, a. g. e., s. 168; Shaw, a. g. e., s. 44; Armaoğlu, a. g. e., s. 169; Dakin, a. g. e., ss. 29-30; Glenny, a. g. e., s. 43; Castellan, a. g. e., s. 270; Türsan, a. g. e., ss. 35-36; Kitsikis, a. g. e., s. 171; Clogg, a. g. e., s. 47; Mantran, a. g. e., s. 34; Sun, a. g. e., s. 3; Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, ss. 39-40; Karpat, a. g. m., s. 352; Karal, a. g. e., ss. 109- Bu ihtilâlci cemiyet malî gereksinimlerine çare olmak üzere büyük tüccar ve armatörleri üye kaydetmiş, halk üzerinde etkili olabilmek için de Ortodoks din adamlarını kullanmıştır. “Apostol” olarak adlandırılan bu görevlendirilmiş Ortodoks papazlar tüm Balkanlara dağılarak üye ve taraftar kazanmaya çalışmışlardır. Diğer gayrı Rum unsurları da Türk idaresine karşı kışkırtmışlardır28. Rumlar bütün bu faaliyetlerini icra ederken Avrupalılar da ortaya çıkan bu “Yunan Meselesi” ile yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Yunanlılık “Rönesans” ve “Hümanizm” hareketleriyle birlikte Avrupa’da ilgi görmeye başlamış, Avrupa’nın eski Yunan Medeniyetinden doğduğu görüşünün yaygınlaşması Avrupalı aydınların Yunan kültürüne sempati duymalarına sebep olmuştu. Bu sempati, Yunan hayranlığına kadar varmıştır. Tabii ki bu durum beraberinde Türk aleyhtarlığını getirmiştir. Avrupa’da esen bu hava aynı zamanda Avrupa siyaset adamlarını da etkilemekte gecikmemiştir29. Rusya, Büyük Petro’dan itibaren Osmanlıların yerine Boğazlara hakim olarak sıcak denizlere açılma plânlarının peşindeydi. İngiltere, menfaatleri gereği, Rusya’nın aksine, Osmanlı Devleti’nin varlığını zayıf bir şekilde devam ettirmesinden yana olmuştur. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise, sosyal ve etnik bakımdan Osmanlı Devleti gibi heterojen bir yapıya sahip bulunmasından ötürü toprak ve sınır bütünlüğü konularında hassasiyet göstermekteydi. Fakat Rusya, 1812 Bükreş Antlaşması ile Sırbistan’a özerklik kazandırdıktan sonra özellikle Kapodistrias’ın telkinlerinin de etkisiyle Rumları ayaklandıracak fırsatlar peşinde olmuştur30. İsyan için aranan fırsat, 1788’den beri Yanya valisi bulunan Tepedelenli Ali Paşa’nın İstanbul Fener Patrikhanesi ve saray arasında düzenlenen entrikalar ile II. Mahmud’un arasının açılması ve neticede Ali Paşa’nın isyan etmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu isyan, 1820-1822 tarihleri arasında sürmüş ve Osmanlı idaresinin Tepedelenli Ali Paşa’yı tenkil etmesiyle sonuçlanmıştır. Bu durum, aynı zamanda Ali Paşa’nın bölgede 110; Şahin, a. g. e., ss. 179-180; Tuncer, a. g. e., ss. 43-44; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, ss. 11-12; Gürel, a. g. e., s. 27; Tuncer, 19. Yüzyılda, s. 29. 28 Jelavich, a. g. e., s. 206; Hatipoğlu, a. g. e., s. 10; Turan, a. g. m., s. 266; Binark, a. g. e., s. 11. 29 Hatipoğlu, a. g. e., s. 12; Turan, a. g. m., s. 267; Armaoğlu, a. g. e., ss. 113-114 ve 168; Türsan, a. g. e., ss. 32-35; Tuncer, a. g. e., s. 45. 30 Hatipoğlu, a. g. e., s. 13. kurduğu idareyi de ortadan kaldırarak Rum eşkıya çetelerinin tedhiş hareketlerine başlamalarına sebep olmuştur31. Bu müsait ortamda başlayan Yunan İsyanı iki devre halinde cereyan etmiştir. 1821-1826 yıllarını kapsayan ilk devre Osmanlı Devleti’nin bir iç meselesi suretinde cereyân etmişken, 1826-1829 yıllarını kapsayan devre ise bu meselede uluslararası müdahalelerin yaşandığı bir devre karakteri göstermektedir32. Tepedelenli Ali Paşa’nın devlete karşı çatışmaya girdiği sırada eski Eflâk-Boğdan beylerinden, Fenerli Konstantinos İpsilantis’in oğlu, Rus Çarı I. Aleksander’ın yaveri ve Filiki Eteria’nın başkanı Aleksandros İpsilantis, Yaş şehri yakınlarında 3000 kişilik kuvvetiyle ilk ayaklanmayı başlatmıştır. 6 Mart 1821 tarihinde Prut nehrini geçerek Yaş kentine girmiş, şehrin idaresini üzerine almıştır. Harekete geçen İpsilantis 12 Nisan tarihinde Bükreş’e varmış ve yol boyunca kendisine katılanlar olmuştur. Bunda, Rus yardımının geleceği şeklindeki telkinlerin de etkisi olmuştur. Ancak bu sıralarda Laibach Kongresi toplanmış ve burada meşhur Avusturya-Macaristan başbakanı Metternich, Rus Çarını bu tür ayaklanmalar konusunda uyarmış ve neticede Rus yardımı söz konusu olamamıştır. Bölgenin Romen ahalisi de bu isyana karşı ilgisizlik göstermiş ve ayrıca hadiselere yetişen Osmanlı kuvvetleri de İpsilantis’in gürûhunu bozguna uğratmıştır. Güçlükle Avusturya’ya kaçabilen İpsilantis burada hapsedilmiştir33. 31 Hatipoğlu, a. g. e., ss. 13-14; Turan, a. g. m., s. 269; Svoronos, a. g. e., s. 36; Sezer, a. g. m., s. 88; Şahin, a. g. e., ss. 188-190; Clogg, a. g. e., s. 49; Castellan, a. g. e., s. 271; Binark, a. g. e., s. 11; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 12; Gürel, a. g. e., s. 28. 32 Hatipoğlu, a. g. e., s. 17; Binark, a. g. e., s. 12. 33 Yücel Özkaya, “1821 Yunan (Eflâk-Buğdan) İsyanları ve Avrupalıların İsyan Karşısındaki Tutumları”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986, ss. 114-130; Anderson, a. g. e., s. 53; Meral Bayrak, “Osmanlı Arşivleri Işığında Rum İsyanı Sırasında Avrupa Devletlerinin Tutumu”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 71; Palmer, a. g. e., s. 93; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, Harp Akademileri Komutanlığı Yay., İstanbul 1994, s. 22; Stavrianos, a. g. e., s. 283; Dakin, a. g. e., ss. 36-39; Marriot, a. g. e., ss. 195-197; Jelavich, a. g. e., ss. 208-214; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 17-18; Svoronos, a. g. e., s. 41; Turan, a. g. m., ss. 270-271; Orhan Koloğlu, “Osmanlı Döneminde Balkanlar (1391-1918)”, Balkanlar, OBİV, Eren Yay., 1993, s. 77; Armaoğlu, a. g. e., ss. 169-170; Glenny, a. g. e., s. 44; Şahin, a. g. e., s. 190; Shaw, a. g. e., s. 44; Türsan, a. g. e., ss. 37-38; C.-B. Jelavich, a. g. e., ss. 41-42; Binark, a. g. e., s. 12; Kitsikis, a. g. e., s. 170; Clogg, a. g. e., ss. 49-50; Salışık, a. g. e., s. 145; Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 46; Karpat, a. g. m., s. 352; Karal, a. g. e., s. 112; Mantran, a. g. e., s. 35; Tuncer, a. g. e., ss. 43-44; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 13; Gürel, a. g. e., s. 28. Boğdan’daki bu başarısız ayaklanmayı takiben merkezi Patras şehri olmak üzere Mora’da yeni bir isyan başlamıştır. Boğdan’ın aksine Mora’da bu Rum isyanı için etnik yapı uygundur. Bu durum isyanın kısa sürede büyümesini ve Rumeli ile adalara da sıçramasını kolaylaştırmıştır. 1821 yılının Haziran ayında Aleksanros İpsilantis’in kardeşi Dimitrios İpsilantis bu isyan hareketinin başına geçmiştir34. Mora isyanı, İstanbul’da büyük tepki doğurmuş, Fener Patriği V. Gregorius da Yunan isyanıyla ilgisi olduğu istihbaratı üzerine 22 Nisan 1821 tarihinde Patrikhane kapısında resmî kıyafeti üzerinde olduğu halde asılmıştır. Avrupa’da heyecan uyandıran bu idam, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne Eflâk ve Boğdan’dan askerini çekmesi şeklinde bir ültimatom vermesine sebep olmuştur. “Yunan Meselesi”, Avrupa ve Rusya’yı, Napolyon Savaşları sonrasında Avrupa’nın yeni düzeni için toplanan 1815 Viyana Kongresi’nde her tür hürriyetçi ve milliyetçi eylemin süratle bastırılması yolunda kabul ettikleri “Kutsal İttifak” olarak bilinen antlaşmanın ilkelerine sadık kalmak ya da Osmanlı Devleti’ne müdahale etmek arasında bir tercihe sevk etmişti. Avrupa kamuoyunu oldukça etkileyen bu isyan hareketi, birçok gönüllünün asiler safında yer almak üzere Yunanistan’a gelmesine sebep olmuştu. Ancak bunların çoğu kafalarında canlandırdıkları “Uygar Hellen” hayallerinin aksine bir Rum imajına şahit olarak hayal kırıklıkları içinde geri dönmüşlerdir. Kalanlar ise başlangıçta Rumlarca dışlanmışlardı35. Rumlar, 22 Ocak 1822 tarihinde Epidauros yakınlarında bir “Bağımsızlık Deklarasyonu” ve “Epidauros Anayasası” olarak da bilinen bir anayasa kabul ve ilân etmişlerdir. Büyük Güçler, bir müddet bu gelişmelere seyirci kalmıştır. Ancak özellikle İngilizler, geleneksel olarak Osmanlı toprak bütünlüğünden yana olan siyasetlerine 34 Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 22; Dakin, a. g. e., s. 40; Jelavich, a. g. e., s. 217; Hatipoğlu, a. g. e., s. 18; Svoronos, a. g. e., s. 41; Turan, a. g. m., s. 272; Stavrianos, a. g. e., s. 283; Şahin, a. g. e., s. 190; Sezer, a. g. m., s. 91; Sonyel, a. g. e., s. 174; Armaoğlu, a. g. e., s. 171; Türsan, a. g. e., s. 38; C.-B. Jelavich, a. g. e., ss. 44-45; Mantran, a. g. e., s. 35; Tuncer, Metternich’in, s. 49; Castellan, a. g. e., ss. 272-273; Binark, a. g. e., s. 13; Sun, a. g. e., s. 5; Karal, a. g. e., s. 112; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 13; Gürel, a. g. e., s. 28. 35 Palmer, a. g. e., ss. 94-95; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 18-20; Turan, a. g. m., ss. 273-279; Glenny, a. g. e., s. 45; Şahin, a. g. e., ss. 192-200; Bayrak, a. g. m., s. 73; Sonyel, a. g. e., s. 179; Armaoğlu, a. g. e., s. 171; Karal, a. g. e., ss. 113-114; Ortaylı, a. g. e., s. 83; Tuncer, a. g. e., s. 49; Castellan, a. g. e., s. 274; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 14; Koloğlu, a. g. m., s. 78; Ercüment Kuran, “1830-1917 Arasında Türk-Yunan İlişkileri”, Türkiye’nin Batılılaşması ve Millî Meseleler, derl. Mümtazer Türköne, TDV Yay., Ankara 1994, s. 218; Gürel, a. g. e., s. 28. rağmen, Rusya’nın Yunanistan üzerinde nüfuz kazanması ve Doğu Akdeniz’e sarkması tehlikesi üzerine doğu politikalarını değiştirmek durumunda kalmışlardır. Bu meselede Rusya’ya karşı İngiltere’nin daha aktif rol oynaması gerekmiştir. Bu sebeple 1823 yılı Mart ayında Rum asileri “muharip taraf” olarak tanımıştır. Bu tavır Fransa ve Rusya tarafından da desteklenmiştir. Bu durum Osmanlı Devleti ile sözü edilen devletlerin arasını açmıştır. Bu suretle 1815 Viyana Kongresi’nin hükmü etkisini kaybetmiştir36. 1822 yılı başlarında Tepedelenli Ali Paşa’nın isyanı bastırılmışsa da Mora üzerine hareket eden Osmanlı kuvvetleri Rum asilere karşı başarılı olamamıştır. II. Mahmud bu durum üzerine, Metternich’in de tavsiyesiyle Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’dan yardım istemiştir. Mehmed Ali Paşa da oğlu İbrahim Paşa’yı Mora üzerine göndermiştir. Diğer yandan Metternich, Osmanlılara zaman kazandırmak için Petersburg’da bir uluslararası kongre toplanmasını sağlamıştı. Osmanlı Devleti meseleyi kendi iç sorunu olarak görmüş, İbrahim Paşa’nın da Mora’da başarılar kazanması üzerine 1825 yılında toplanan bu kongrenin Rumlara imtiyaz talep eden ve Büyük Güçleri aracı kılan kararlarını reddetmiştir37. Çar I. Aleksander’ın 1825 yılında ölümünden sonra yerine Yunan sempatisi yoğun olan I. Nikola geçmiştir. 1812 Bükreş Antlaşması ile ilgili konular üzerinde Osmanlı Devleti’ni Akkerman’da görüşmeye çağırmış, dikkatler burada iken “Yunan Meselesi” hakkında İngiltere ile müzakerelere girişmişti. Asi Rumlar, İngiliz himayesini istemişlerse de henüz olumlu bir yanıt alamamışlardı. İngilizler, Ruslarla bahsedilen Yakındoğu politikaları gereğince görüşmelere başlamışlardır. Avusturya, Prusya ve Fransa’ya da bildirdikleri, 4 Nisan 1826 tarihli Petersburg Protokolü kararlarına göre Yunanistan, Osmanlı Devleti’ne vergi ile bağlı muhtar bir devlet haline getirilecek ve bütün Türk unsur Yunanistan’dan çıkarılacaktı. 6 Temmuz 1827 tarihinde Londra’da bu 36 Anderson, a. g. e., s. 55; Dakin, a. g. e., s. 46; Stavrianos, a. g. e., s. 285; Marriot, a. g. e., ss. 208-210; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 20-22; Svoronos, a. g. e., s. 42; Armaoğlu, a. g. e., s. 173, Şahin, a. g. e., s. 201; Türsan, a. g. e., s. 209; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 45; Binark, a. g. e., s. 13; Mantran, a. g. e., s. 36; Sun, a. g. e., s. 6; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 14. 37 Anderson, a. g. e., s. 57; Palmer, a. g. e., ss. 97-98; Marriot, a. g. e., ss. 210-212; Jelavich, a. g. e., ss. 219-221; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 22-23; Turan, a. g. m., s. 283; Bayrak, a. g. m., ss. 74-75; Svoronos, a. g. e., s. 43; Stavrianos, a. g. e., s. 286; Şahin, a. g. e., ss. 202-203; Armaoğlu, a. g. e., ss. 174-175; Shaw, a. g. e., s. 46; Türsan, a. g. e., s. 209; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 46; Clogg, a. g. e., s. 57; Sun, a. g. e., s. 7; Petersburg Protokolü’nü teyid eden ayrı bir protokol imzalanmıştır. Buna göre Osmanlı Devleti, Petersburg kararlarını kabul ederse derhal asilerle Osmanlı Devleti arasında mütareke yapılarak bir Yunanistan devletinin kurulması, ancak kararların reddi halinde bu protokolü imzalamış İngiltere, Fransa ve Rusya’nın asilere yardım etmesi ve Osmanlı Devleti’ne baskı yapmaları öngörülmüştü38. Osmanlı Devleti, ileri sürülen bu şartları kendi içişlerine müdahale olarak kabul ettiğinden İngiltere, Fransa ve Rusya harekete geçerek Mora ile Çanakkale Boğazı’nı ablukaya almışlardır. Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’dan takviye göndermesine engel olabilmek için Navarin’de demirlemiş Osmanlı-Mısır birleşik donanmasını, 20 Ekim 1827 tarihinde imha etmişlerdir. Osmanlı Devleti bu olaydan sonra tazminat talebinde bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nin bu üç devletle diplomatik olarak da arası bozulmuş ve elçileri İstanbul’u terk etmişti. İngiltere ve Fransa daha fazla bir harekette bulunmaya pek istekli değilken, 1828 yılı Nisan ayında Rusya, Osmanlı Devleti’ne harp ilân etmiştir. Bu savaşta başarı gösteremeyen Osmanlı Devleti mütareke istemek zorunda kalmıştır. 2-14 Eylül tarihleri arasındaki müzakereleri takiben 14 Eylül 1829 tarihinde Ruslarla Edirne Antlaşması imzalanmıştır39. Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 56; Karpat, a. g. m., s. 352; Karal, a. g. e., s. 115; Tuncer, a. g. e., s. 52; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 14; Gürel, a. g. e., s. 28. 38 Stanley Lane Poole, Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları, çev. Can Yücel, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999, s. 57 ve s. 60; Anderson, a. g. e., ss. 65-66; Turan, a. g. m., ss. 284-285; Palmer, a. g. e., s. 107; Dakin, a. g. e., ss. 54-57; Marriot, a. g. e., ss. 212-219; Jelavich, a. g. e., ss. 226-227; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 23-24; Svoronos, a. g. e., ss. 43-44; Stavrianos, a. g. e., s. 288; Bayrak, a. g. m., ss. 75-76; Sezer, a. g. m., s. 91; Tuncer, a. g. m., s. 67; Castellan, a. g. e., s. 275; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 48; Armaoğlu, a. g. e., ss. 176-179; Türsan, a. g. e., s. 209; Clogg, a. g. e., s. 58; Shaw, a. g. e., s. 58; Binark, a. g. e., s. 14; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 22; Karpat, a. g. m., s. 352; Karal, a. g. e., ss. 116117; Tuncer, a. g. e., s. 53; Mantran, a. g. e., s. 40; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, ss. 14-15; Gürel, a. g. e., s. 28. 39 Palmer, a. g. e., ss. 108-109; Anderson, a. g. e., ss. 67-79; Dakin, a. g. e., ss. 57-60; Marriot, a. g. e., ss. 220-223; Stavrianos, a. g. e., ss. 289-290; Turan, a. g. m., ss. 286-287; Sezer, a. g. m., s. 92; Jelavich, a. g. e., ss. 226-228; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 24-25; Svoronos, a. g. e., s. 44; Poole; a. g. e., ss 62-63 ve s. 66; Sonyel, a. g. e., ss. 184-185; Clogg, a. g. e., s. 59; Glenny, a. g. e., s. 49; Bayrak, a. g. m., ss. 79-83; Tuncer, a. g. m., ss. 67-68; Şahin, a. g. e., ss. 203-205; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 49; Armaoğlu, a. g. e., ss.180-182; Türsan, a. g. e., s. 210; Binark, a. g. e., s. 15; Shaw, a. g. e., ss. 59-60; Tuncer, a. g. e., ss. 5559; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 23; Castellan, a. g. e., ss. 275-276; Sun, a. g. e., s. 8; Karpat, a. g. m., s. 352; Karal, a. g. e., ss. 118-119; Mantran, a. g. e., s. 40; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 16; Koloğlu, a. g. m., s. 78; Gürel, a. g. e., s. 28; Tuncer, 19. Yüzyılda, s. 31. Osmanlı Devleti’nin imzaladığı en ağır şartlara sahip antlaşmalardan biri olan bu Edirne Antlaşması’na göre Yunanistan’la ilgili olarak, Fransa’nın da tasvip ettiği, İngiltere ve Rusya arasında imzalanmış 4 Nisan 1826 tarihli Petersburg Protokolü tanınmıştır. Bu antlaşmadan 5 ay sonra 3 Şubat 1830 tarihinde İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan yeni Londra Protokolü ile bağımsız bir Yunanistan devletinin kurulduğu ilân edilmiştir. Bu protokol ile Yunanistan’ın yönetim şekli, sınırları ve uluslararası arenada bağımsızlığı tanınmıştır40. Burada belirtilmesi gereken bir husus vardır. Rumlar isyan etmiş, Büyük Güçlerin de yardım ve desteğiyle bağımsızlıklarını kazanmışlardır ancak isyanın daha başlarında XIX. yüzyılın en büyük katliamlarından biri, hatta bir soykırım yaşanmıştır. Bu, Türk soykırımıdır. Rumlar 1821 yılı baharında Mora’da yaşayan 25.000 Müslümanı, erkek, kadın, çoluk çocuk demeksizin katletmişlerdir. Çok azı bu katliamlardan kurtulabilmiştir. Erkekler istisnasız öldürülmüş, kadın ve çocuklar ya köle olarak satılmış ya da fuhuş amaçlı olarak kullanılmışlardır. Mora’da tarihin şahit olduğu en büyük imha hareketlerinden birisi yaşanmış, 1822 yılı geldiğinde 50.000 civarında insanın hayatına son verilmiştir. Üstelik Yunanlılar, gayet lâkayd bir şekilde Mora’daki Türk varlığı ile ilgili olarak “Türkleri ay yuttu” şeklinde alaycı ifadelerde bulunmaktan da geri kalmamışlardır41. Osmanlı Devleti 24 Nisan 1830’da Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımıştır. Yunanistan’ın başına önceleri Sachsen-Koburg hanedanına mensup Prens Leopold getirilmek istenmişse de 1828 yılından itibaren Yunanistan’ın idaresini “başkan” sıfatıyla elinde tutan Kapodistrias, Leopold’ün bu teklifi geri çevirmesini sağlamıştır. Fransa, Osmanlı yönetimi zamanında olduğu gibi Yunanistan’daki Katoliklerin himayesini sürdürmek istemiş, Kapodistrias da buna karşılık olarak Sisam ve 40 Anderson, a. g. e., s. 74; Dakin, a. g. e., s. 61; Marriot, a. g. e., s. 223; Jelavich, a. g. e., ss. 228-229; Hatipoğlu, a. g. e., s. 25; Turan, a. g. m., ss. 286-287; Glenny, a. g. e., s. 52; Stavrianos, a. g. e., ss. 290291; Armaoğlu, a. g. e., ss. 184-185; Tuncer, a. g. e., s. 31; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 50; Türsan, a. g. e., s. 211; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 24; Sun, a. g. e., s. 9; Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, ss. 15-16; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 16; Kuran, a. g. m., s. 217; Gürel, a. g. e., s. 28; Bayrak, a. g. m., s. 83; Mantran, a. g. e., s. 40. 41 Sonyel, a. g. e., ss. 174-180; Koloğlu, a. g. m., s. 81. Bir örnek teşkil etmesi bakımından Asi Yunanlıların Tripoliçe kuşatması ile ilgili vahşetleri için bkz. La Gorce, Çağlar Boyu Yunanlılar, Belge Yay., İstanbul 1986, s. 299. Kandiye’nin de Yunanistan’a verilmesini talep etmiştir. Bu talep sonuçsuz kalmıştır. Kapodistrias, Yunanistan içinden de muhalefete uğramıştır. Mora’daki Maynot Rumları, anarşi yaratmışlardır. İsyanın önde gelen isimlerinden Mavromihalis’in de bulunduğu gruplar, Kapodistrias’a karşıydılar. Nitekim Kapodistras, 9 Ekim 1831 tarihinde öldürülmüştür. Bu hadiseden sonraki iki yıl boyunca Yunanistan siyasî ve sosyal karışıklıklara sahne olmuştur. Dış destekli siyasî fikirlere sahip partiler ülkedeki karışıklığı arttırmıştır. Öyle ki partilerin adları da dış tesirlerin birer kanıtıdır: “Gallikon Komma (Fransız Partisi)”, “Anglikon Komma (İngiliz Partisi)”, “Rossikon Komma (Rus Partisi)”42. İngiltere, Fransa ve Rusya, Yunanistan’daki siyasî kaosu sona erdirmek için 1832 yılı Mayıs ayında Bavyera Wittelsbach hanedanından Bavyera Kralı I. Ludwig’in oğlu Prens Otto’yu Yunan tahtına geçirmek üzere aralarında anlaşmışlardır. Yeni kral 6 Şubat 1833 tarihinde Yunanistan’a gelmiş ancak henüz 17 yaşında olduğu için ülke 1835 yılına kadar Bavyera niyabet heyetince katı bir mutlakiyetle yönetilmiştir. 1835’de Otto, krallığı resmen devralmasına rağmen Bavyera hizbi ağırlık ve etkisini korumuştur. Bu durumdan kaynaklanan halk arasındaki memnuniyetsizlik, Bavyeralıların işgalci olarak algılanmasına ve halk desteğinden yoksun olmalarına sebep olmuştur. Sonunda 1843 yılı Eylül ayında bir halk darbesi ile Otto, Bavyeralıları yönetimden uzaklaştırmak ve bir anayasa hazırlatmak zorunda kalmıştır. Böylece 1844 yılında meşrutiyet idaresi Yunanistan’da hakim olmuştur43. Meşrutiyet idaresi de Yunanistan’a istikrar getirmemiştir. Yunan siyasîleri iç meselelerin hallinden ziyade dış meseleler ile uğraşmışlardır. Bu dış meselelere verilen ad ise “Megali İdea”44 ya da “Büyük Ülkü” olarak da bilinen meşhur siyasî düşüncedir. 42 Turan, a. g. m., ss. 287-288; Stavrianos, a. g. e., s. 291; Anderson, a. g. e., ss. 75-77; Dakin, a. g. e., s. 63; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 25-26; Svoronos, a. g. e., ss. 44-45; Glenny, a. g. e., s. 53; Clogg, a. g. e., ss. 60-63; Armaoğlu, a. g. e., s. 186; Ortaylı, a. g. e., s. 82; Türsan, a. g. e., ss. 214-215; C.-B. Jelavich, a. g. e., ss. 50-51; Sun, a. g. e., s. 10; Kuran, a. g. m., s. 217; Castellan, a. g. e., ss. 276-277. 43 Palmer, a. g. e., s. 110; Turan, a. g. m., s. 288; Dakin, a. g. e., ss. 63-64; Marriot, a. g. e., s. 224; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 27-29; Svoronos, a. g. e., ss. 49-50 ve ss. 54-55; Stavrianos, a. g. e., s. 293; Glenny, a. g. e., s. 53; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 51; Armaoğlu, a. g. e., s. 186; Kitsikis, a. g. e., s. 189; Clogg, a. g. e., s. 65. 44 Bu deyim Türkiye’deki pek çok araştırmada “Megalo İdea” şeklinde yanlış olarak kullanılmaktadır. Yunanca dilbilgisi kuralına göre “idea” kelimesi dişi bir kelime olup, bu kelimeyi niteleyen sıfat olan mega- da dişil son ek alarak “megali” olmaktadır. “Megali İdea” Yunan ırkının geçmişte yaşamış olduğu iddia edilen toprakları ele geçirerek, merkezi Konstantinopel (İstanbul) olan, eski Bizans’ın tekrar ihyasıyla iki kıtalı (Avrupa ve Asya), beş denizli (Karadeniz, Marmara Denizi, Ege Denizi, Akdeniz ve İyon Denizi) büyük bir Yunanistan kurmak şeklinde tasavvur edilen bir fikirdir. Kilise ve XIX. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan milliyetçilik cereyanı bu düşüncenin şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir45. Osmanlı idaresi altında imtiyazlı bir konuma sahip Rum-Ortodoks Kilisesi, kendisini siyasî bir varlık olarak addetmiş, Rum unsurunun sosyal ve kültürel bakımdan himayesinde büyük role sahip olmuştur. Osmanlı Devleti bünyesinde Balkanlardaki diğer gayr-ı Rum Ortodokslar üzerinde dinî ve kültürel bir baskı kurmuş olan bu kilise, uzun vadede Osmanlı yönetimini de bürokratik yollardan ele geçirmeyi ve böylece Bizans’ı diriltmeyi amaç edinmiştir. Diğer yandan XVIII. yüzyıl sonlarında Rumların Avrupa ile ticarî yakınlaşmasından doğan, 1789 Fransız İhtilâli ile hız kazanan ve 1821 Yunan İsyanı’na neden olan Yunan milliyetçiği, Yunan varlığı ve kültürünün, yalnızca, ayrı ve bağımsız bir Yunan millî devletinin ortaya çıkmasıyla var olacağı ve genişleyeceği fikrindedir. Bu her iki düşüncenin ortak hedefi İstanbul’dur. Ancak kurulacak “Büyük Yunanistan”ın hangi tarihî sınırlara göre kurulacağı belirsizdir46. Yunan milliyetçiliği zamanla ve uygulamalarla, Kilise görüşüne üstün gelmiştir. Sadece Rumları değil tüm Balkan Hıristiyanlarını isyana katmaya çalışan Aleksandros İpsilantis’in isyanı başarısız olurken, Mora’daki isyan etnik homojenlikten ötürü “millî” bir özellik göstererek başarılı olmuştur. Bu durum, millî birliğin ve millî bağımsızlığın tamamlanması düşüncesini doğurmuş ve “Megali İdea” kavramı Yunan siyaset düşüncesindeki yerini almıştır47. Büyük devletlerin desteği ile bağımsızlığa kavuşturulmaları, Yunanlılarca millî hareketlerinin ilk aşaması olarak değerlendirilmiştir. Kurulan Yunanistan devleti 45 Süleyman Kocabaş, Tarihte ve Günümüzde Türk-Yunan Mücadelesi, Bayrak Yay., İstanbul 1984, ss. 87-88; Hatipoğlu, a. g. e., s. 29; Svoronos, a. g. e., s. 52; Stavrianos, a. g. e., s. 294; Clogg, a. g. e., ss. 6667; Sonyel, a. g. e., ss. 185-186; Binark, a. g. e., s. 17; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 17; Gürel, a. g. e., s. 30. 46 Hatipoğlu, a. g. e., ss. 29-30. 47 Hatipoğlu, a. g. e., s. 30. sınırları haricindeki Rumca konuşan nüfusun, üzerinde yaşadığı topraklarla birlikte Yunan krallığına katılması fikrinden hareketle “Megali İdea”ya ulaşmaya çalışmışlardır. “Megali İdea”nın köklerini 1204 yılında IV. Haçlı Seferi sonucunda İstanbul’un Lâtin hakimiyetine girmesine, dolayısıyla İstanbul’u tekrar geri almak düşüncesine bağlayan hatta bu düşüncenin milliyetçi fikrin temeli ve ilk millî mücadelenin bu olduğu şeklinde bazı görüşler de var olmuştur48. Yapılan ilk seçimleri kazanan Fransız Partisi’nin başkanı Kolettis 1844 yılı Ocak ayında meşrutî anayasa hazırlanırken yaptığı bir konuşmada “Megali İdea” programının çerçevesini kabaca çizmiştir. Konuşmasında Yunanistan Krallığı’nın “Yunanistan”ın sadece en küçük ve en fakir bir parçası olduğunu, Yunanlının da sadece krallık tebaası olmadığını Yanya’dan Trabzon’a, Edirne’den Girit’e, tüm buralarda yaşayanların ve tarihin herhangi bir döneminde ve hangi topraklarda yaşamış olursa olsun Yunan ırkına mensup herkesin Yunanlı olduğunu belirtmiş, Elenizm’in iki merkezinden, Atina’nın kraliyetin başşehri olduğu, İstanbul’un ise tüm Yunanlıların sevinci ve ümidi olan büyük başkent olduğunu açıklamıştır. Bu sınır tanımaz yayılmacı görüş “Megali İdea”nın iskeleti olmuş, Yunan dış siyasetinin istikrarlı bir politikası haline gelmiştir49. “Megali İdea”, temelde XIX. yüzyılda görülen yayılmacı milliyetçilik hareketlerinden biri olarak gelişmiş, “Şark Meselesi”nin önemli bir parçası hatta önemli bir piyonunu teşkil etmiştir. “Megali İdea”ya, Büyük Güçler arasındaki güç dengesi dahilinde, ancak onların kontrolü ve himayeleri altında bir hareket serbestliğine izin verilmiştir. Bir anlamda bu siyasî akım, ortaya çıkışıyla birlikte Büyük Güçlerin “Şark Meselesi”nde iyi bir hamle yapma aracı olmuştur. 48 Türsan, a. g. e., s. 28; Hatipoğlu, a. g. e., s. 31; Svoronos, a. g. e., s. 12. M. Murat Hatipoğlu, “Elefterios Venizelos’un 1910 Yılında İktidara Gelmesiyle Megali İdea’nın Kazandığı Yeni Karakter”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986, s. 456; Yücel Aktar, “Yunanistan’ın Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne Yönelik Geleneksel Politikasında Temel Yaklaşımlar”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986, s. 2; Kâmran İnan, “Türk-Yunan İlişkilerinde Dinamikler”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986, s. 93; Türsan, a. g. e., s. 29; Hatipoğlu, a. g. e., s. 31-32; Svoronos, a. g. e., s. 56; Binark, a. g. e., s. 18; Kitsikis, a. g. e., s. 154. 49 BİRİNCİ BÖLÜM TARİHÎ GELİŞİM SÜRECİNDE TESALYA’NIN GENEL DURUMU A-) COĞRAFÎ DURUM Tesalya, Balkan yarımadasının güneyinde, bugünkü Yunanistan sınırları içerisinde yer alan bir bölgedir. Tesalya, kuzeyde Makedonya, doğuda Ege Denizi, güneyde Golos ve Zeytun körfezleri ve Otris dağları, batıda Epir ile çevrilmiştir. Tesalya, Makedonya’dan Olimpos dağları ve bu dağlardan Pindos sıradağlarına uzanan bir sıradağ kütlesi, Epir’den de Pindos sıradağları ile ayrılmıştır. Tesalya’nın yüzölçümü, yaklaşık olarak 13.000 km2’dir. Tesalya, Yenişehir, Tırhala ve Çatalca dolaylarındaki ovalar hariç tutulursa, etrafını kuşatan ve doğal hudutları olan dağlar sayesinde genelde dağlık bir bölge olma özelliği göstermektedir. Buradaki geniş ve bereketli ovalar, bölgeyi ziraî ve ekonomik anlamda çok önemli bir yere sahip kılmaktadır50. 1-) Dağlar Tesalya’da Pindos ve Olimpos dağ kütleleri vardır. Özellikle Pindos sıradağları her yana kollar salarak bölgeyi kaplamıştır. Bu yüzden bölge, aşılması zor ve sarp bir arazi ile kaplı bulunmaktadır. Alplerin, “Alp Dinarik” olarak adlandırılan ve güneydoğu kolu olan Pindoslar, Balkan Yarımadası’nın batısında ve Makedonya ile Arnavutluk arasında kuzeyden güneye doğru bir hat halinde Korint Körfezi’ne kadar uzanmaktadır. Bu sıradağlar iki kısımdan oluşmaktadır. Meçova doğusundaki Zigos Geçidi’nin kuzeyinde kalan kısmı Kuzey Pindos’tur. Bu kısım “Gramos Dağları” adı ile de anılmaktadır. Yunanistan 50 Sun, a. g. e., s. 29; Şemsettin Sami, “Tesalya”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 3, Mihran Matbaası, İstanbul 1306, s. 1652; Bayram Kodaman, 1897 Türk-Yunan Savaşı (Tesalya Tarihi), TTK Yay., Ankara 1993, ss. 8990; Mahir Mehdi, Bedraka-yı Zafer yahud Tesalya ve Yenişehir, Yuvanaki Panayotidis Matbaası, Dersaadet 1314, ss. 9-10. içinde uzanan kısmı, Güney Pindos’tur. Bu kısma ayrıca “Agrafa Dağları” adı da verilmektedir. En yüksek yerleri 2000 metreyi aşan bu dağlar, doğu-batı yönünde olmak üzere, ancak bir iki yerinden, patikalar vasıtasıyla zorlukla geçilebilmektedir. Başlıca geçit yeri, Grebene ile Meçova arasındaki Zigoş (Cankurtaran) Gediği’nden geçen patikadır. Bu suretle doğudaki Tesalya, batıdaki Epir’den tümüyle ayrılmıştır. Pindos Sıradağları, kuzeyden güneye doğru uzanırken doğu ve batıya doğru bir çok kollar vermektedir. Bu dağ kolları da, gayet sarp olup, kuzey-güney yönlerinde belirli bazı yerlerden aşılabilmektedir. Bunların başlıcaları, Hasya ve Otris dağlarıdır. Hasya (Klasiya) ve Kamvunya dağları, Pindosları, İncekarasu (Aliakmon) vadisi boyunca Güneyden Olimpos dağları ile birleştirmekte ve Tesalya’yı Makedonya’dan ayırmaktadır. Otris dağları, Pindoslardan Zeytun ve Golos Körfezleri arasına doğru uzanmaktadır. Bu dağlar, Atina istikametini Tesalya’ya karşı kapamaktadır. Selânik Körfezi’nin Batı kıyılarını bir kütle halinde dolduran Olimpos dağları, Vodina’dan (Edesa) Golos Körfezi’ne kadar uzanmaktadır. En yüksek yeri 2985 metreye kadar varan ve Olimpos Dağı adı ile anılan bu dağların özellikle orta kısmı geçit vermemektedir. Ancak kuzey-güney istikametindeki dağ eğimlerinden doğu-batı yönünde geçilebilmektedir. Tesalya’nın doğusunu çevreleyen Ossa, Karadağ ve Pelion dağları olarak da bilinen dağ silsilesi, Ege Denizi kıyıları boyunca uzanarak deniz tarafından bölgeyi kapamaktadır51. 2-) Nehirler ve Göller Tesalya’da büyük nehirler bulunmamaktadır. Belli başlı nehir ise, Güney Pindoslar’dan doğan Köstem (Salambriya=Pinion) nehridir ve Tesalya ovasını sulayan diğer ırmakların da katılımıyla sularını Olimpos ve Ossa dağları arasından Ege Denizi’ne ulaştırmaktadır. Denize dökülmeden önce bataklık sahalar meydana 51 Sun, a. g. e., s. 30; Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, Αγκυρα, Αθηνα 1976, s. 18. getirmektedir. Köstem nehrine katılan belli başlı kollar ise şunlardır: Olimpos Dağı’ndan doğan ve yine bu dağdan gelen kolların birleşmesiyle Titarisios, Hasya dağlarından doğan Liteos, Otris dağlarından doğan ve Farsaliotis ile birleşen Epineas, Güney Pindoslardan doğan Karditsiotikos ve Sofaditikos. Pindoslar batısında ise Narda (Arta) nehri akmaktadır. Diğer akarsular, ki adı geçen nehirlerin kollarını teşkil etmektedirler, yazın kuruyarak birer dere halini almaktadırlar. Fakat bunlar, suların kabardığı mevsimde yataklarından taşmaktadırlar. Nehirler, orta kısımlarına kadar ve hatta denize döküldükleri yerlerde bile dar boğazlardan geçmektedirler. Bu sebeple bölgedeki yollar, tabiî bir güzergâh olan nehir vadilerini çok defa takip edemeyerek iki yandaki dağlara saparak ulaşım ve ulaştırmayı güçleştirmektedirler. Makedonya’daki İncekarasu (Aliakmon), Tesalya’daki Köstem ve Orta Yunanistan’daki Sperhiyos nehirleri genel olarak birbirine paralel bir konumdadırlar ve aralarında yüksek dağ kitleleri vardır. Narda nehri, Epir ve Tesalya arasında sınır teşkil etmektedir. Tesalya’da birçok küçük göl bulunmakla birlikte bunlar arasında dikkate değer bir büyüklükte olanı, Karadağ ve Pelion dağlarının doğusunda kalan ve Golos’un kuzey taraflarında bulunan Karyas veya Proin Karla (Volvi) adlı göl olup, 75.6 km2’lik bir alana sahiptir52. 3-) Ovalar Genel olarak Köstem nehri ve onun kollarıyla sulanan Tesalya havzası, bugünkü Yunanistan’ın ikinci büyük düzlüğünü meydana getirmektedir. Tesalya’da büyük, bereketli ve mahsûl bakımından zengin ovalar bulunmaktadır. Bu durum, aynı zamanda “buğday ambarı”53 olarak da adlandırılan Tesalya’nın en önemli özelliğidir. Başta 52 Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 5; Sun, a. g. e., s. 31; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1652; Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, ss. 18-19. 53 Castellan, a. g. e., s. 347. Yenişehir ovası olmak üzere bölgede, Tırhala, Kardiçe, Ermiye, Çatalca ovaları yer almaktadır54. 4-) İklim Yunanistan’da genel olarak Akdeniz iklimi hakim olmakla birlikte coğrafî yapısına uygun olarak farklı coğrafî bölgelerde iklim değişmeleri görülmektedir. İklimin ana özelliği bir mevsimden diğerine yumuşak geçiştir. Tesalya’da ise ılıman bir iklim yapısı hakimdir. Bununla birlikte bölgenin denize kıyı kesimlerinde ve ovalık sahalarında klasik Akdeniz iklimi yaşanmakta, dağlık ve yüksek iç kesimlerinde ise kara iklimi hakimdir. Yıllık ortalama yağış, 500 milimetre kadardır55. 5-) Bitki Örtüsü Bu bölgede Akdeniz tipi bitki örtüsü görülmektedir. Denizden 200-250 metre yükseklikten itibaren orman ve fundalık başlamaktadır. Pindos dağlarında meşe ve kestane boldur. Hakim bitki türü makilerdir. Başlıca maki türleri; yabanî zeytin, zakkum, çilek, defne meşe ve ardıçtır. Bölgede ayrıca yaprağını döken ağaç cinsleri de bulunmaktadır. Ekonomik getirisi olan zeytin ve çeşitli meyve ağaçları da mevcuttur56. 6-) Ulaşım Bölgede ulaşım sınırlı ve güçlük arz eden bir durumdadır. Tesalya’da yollar sayıca az ve çoğu patika halindedir. Deniz yolu ile ulaşım, bölgenin denize tek çıkış noktası olan Golos’taki liman vasıtasıyla yapılmaktadır. Ayrıca bölgede incelenen dönem itibarıyla henüz demiryolu bulunmamaktadır. Ancak sonraları, bölge Yunan idaresine geçtikten sonra, Golos’tan biri Yenişehir’e, diğeri Çatalca üzerinden Tırhala’ya uzanan iki demiryolu hattı tesis edilmiştir57. 54 Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 6; Sun, a. g. e., s. 32; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1652; Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, ss. 18-19. 55 Raif Yaşar – Hüseyin Kabasakal, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Balkan Harbi, Osmanlı Devri (19121913), III. Cilt 2. Kısım, Garp Ordusu Yunan Cephesi Harekâtı, Genelkurmay Başkanlığı Yay., Ankara 1993, s. 40; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 4; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1652; Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, s. 18. 56 Yaşar – Kabasakal, a. g. e., ss. 4-5; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, ss. 4-5. 57 Sun, a. g. e., ss. 32-35; Şemsettin Sami, a. g. e, C. 3, s. 1652. B-) TARİHÎ DURUM 1-) Tarihin En Eski Devirlerinden Bizans Dönemine Kadar Tesalya Yunanistan’da yapılan kazılar sonucunda ele geçen Neolitik döneme ait buluntular, bu ülkenin çok eski bir kültüre sahip olduğunu ortaya koymuştur. Tesalya’da ise, Yenişehir ve Golos arasında önemli bir Neolitik kültürler grubuna rastlanmıştır58. Yunanistan’ın Tunç Çağı’na daha yeni girdiği M.Ö. 2600’lerden itibaren Anadolu’dan ve Kuzeyden gelen Hint-Avrupa kökenli “Aka”ların göçü yaşanmıştır. Bölgede yaklaşık M.Ö. 2000’den M.Ö. 1200 yıllarına dek “Aka” hakimiyeti kurulmuştur59. Tarihlerde “Ege Göçleri” veya “Deniz Kavimleri Muhacereti” olarak bilinen ve Ön Asya dünyasını alt üst eden büyük kavimler hareketi M.Ö. XII. yüzyılın başlarında meydana gelmiştir. Bu göçlerin neticesinde Balkan Yarımadası’nın güneybatısındaki “İlliryalılar”la birlikte “Epirotlar” bugünkü Epir’e girerek buradaki “Tesal”leri Doğuya yani bugünkü Tesalya’ya sürmüşlerdir. “Tesal”ler ise bu durumda Akaların elindeki Pinios vadisini ellerine geçirmişlerdir. Söz konusu “Tesal” kavmi Tesalya’ya ismini vermiştir. Bu Trakya ve İllirya kavimlerinin aralarındaki kaynaşma Yunanistan’ın Kuzeyindeki “Dorlar”ı Güneye sürmüş ve onlar da “Aka”ların siyasî üstünlüklerine son vererek Yunanistan’a hakim olmuşlardır60. Siyasî ve kültürel alanlarda merkezî eğilimler gösteren şehir devletleri arasında düzenli hukukî münasebetler bulunmamakla birlikte ortak dinî inançlar bu şehirlerin bazı durumlarda birleşebilmelerini mümkün kılmıştır. Bu bağlamda Tesalya şehirlerinden birçoğunu kapsayan dinî bir birlik mevcut olmuştur61. Tarih öncesi uygarlıklarının önemli bir merkezi olarak bilinen Tesalya, kapsadığı iki geniş ova sebebiyle bir tarım bölgesi olarak kalmış, fakat ovaların kenarında ve dağ eteklerinde çoğu kez ise “Aka” yerleşim alanlarının üzerinde kurulan birkaç şehre sahip 58 Arif Müfid Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Yay., Ankara 1999, ss. 12-13. Mansel, a. g. e., ss. 59-87. 60 Mansel, a. g. e., ss. 87-95. 59 olabilmiştir. Tesalya, antik dönemde beş bölge olarak kabul edilmiş, bu bölgelerden Magnesia, Golos’un kuzeyinde deniz sahilinden, Phthiotis, Golos ile Zeytun körfezleri arasındaki Ermiye ve Dömeke taraflarından, Thessaliotis, bölgenin ortalarındaki Çatalca ve Kardiçe taraflarından, Pelasgiotis, Yenişehir, ve son olarak Histiaeotis, Tırhala taraflarından oluşmuştur62. Yunan tarihinin Orta Çağı olarak adlandırılan dönemde (M.Ö. 1000-700) Tesalya’da şahsî mülkiyet yerine kollektif mülkiyet anlayışı bulunduğundan tam manasıyla bir aristokrasi hiçbir zaman ortaya çıkamamıştır. Daha sonraki dönemlerde Tesalya tarihinde daima büyük çiftliklere sahip büyük aile grupları görülmüştür. Bu aileler bir savaş durumunda birleşmişler, kayd-ı hayat şartıyla “tagos” adında bir prens seçerek, ordunun sevk ve idaresini ona bırakmışlardır. Bu feodal teşkilât, Tesalya’da uzun süre yaşamıştır63. Yunan tarihinin klasik çağında (M.Ö. V. yüzyıl) Pers harpleri sırasında Yunanistan’da bir millî birlik bulunmayıp, Tebai, Sparta’nın düşmanı Argos ve Tesalya beyleri Perslerin tarafını tutmuşlar ve hatta Pers ordusu saflarında yer almışlardır64 M.Ö. IV. yüzyıl siyasî alanda Makedonyalıların ortaya çıktığı bir dönem olmuştur. M.Ö. 356 yılında Delfi tapınağı hadiseleri Yunanistan’ı ikiye ayırmıştı. Tesalya’daki Aleudların Fokislilere karşı Makedonya’dan yardım istemeleri üzerine Makedonya Kralı II. Filip (M.Ö. 359-336), Tesalya’ya girmiş (M.Ö. 354) bir dizi savaşlar neticesinde, Fokislileri Tesalya’dan çıkarmıştır. Filip, Tesalya birleşik ordusunun başına geçmiş ve stratejik öneme sahip yerlere askerlerini yerleştirerek Tesalya’ya bilfiil hakim olmuştur. Böylece Tesalya’da Makedon hakimiyet dönemi başlamıştır. Hatta 344 yılında Filip, Tesalya birliğinin başkanı olmuştur. Filip’in öldürülmesinden sonra kral olan İskender (M.Ö. 336-323) de, Tesalya birliği başkanı seçilmiştir. Makedonya ve Tesalya’daki Yunan şehirleri, Makedonya kralına tâbi olmakla beraber özel idare şekillerine ve otonomilere sahip olmuşlardır65. 61 Mansel, a. g. e., ss. 104-105. Mansel, a. g. e., s. 107; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1653. 63 Mansel, a. g. e., s. 107. 64 Mansel, a. g. e., s. 278 ve s. 290. 65 Mansel, a. g. e., s. 400, s. 403, s. 437 ve s. 492; P. L. İnciciyan – H. D. Andreasyan, “Osmanlı Rumelisi Tarih ve Coğrafyası I”, GDAAD, S. 2-3, İstanbul 1973-1974, s. 61. 62 İskender’in ölümünden sonra (M.Ö. 323) devlet parçalanmış ve Hellenizm krallıkları devri başlamıştır. Bu devirde İskender’in generallerinden Antigonos’un oğlu Demetrios (M.Ö. 294-287), bir dizi mücadelelerden sonra Makedonya kralı olmuş ve bu suretle Makedonya ve Tesalya’ya hakim olmuştur66. Kartacalı Hannibal (M.Ö. 247-183), Doğu devletlerini de İtalya savaşına katmaya çalışmak suretiyle Roma ile olan mücadelesine bir dünya savaşı karakteri kazandırmak istemiştir. Ancak Mısır ve Suriye, Roma’ya karşı böylesi bir oluşuma girmemişlerdir. Fakat Makedonya kralı V. Filip (M.Ö. 222-179), Romalıların Cannae’de Hannibal’e ikinci kez yenilmeleri üzerine, M.Ö. 215 yılında Kartacalılarla ittifak yapmıştır. Bu suretle başlayan I. Makedonya Harbi (M.Ö. 215-205) sonucunda Romalılar, Bergama krallığından başka Aitolya Birliği, Atina, Sparta, Elis ve Mesenya’yı kendi taraflarına çekerek Yunan âlemini birbirine düşman iki bloka ayırmışlardı. Makedonya Kralı V. Filip’in harekete geçmesi üzerine Bergama kralı, Makedonya baskısına karşı Roma’dan yardım istemişti. M.Ö. 202 yılında Zama savaşı neticesinde Kartacalı Hannibal ile olan mücadelesini başarıyla sona erdirmiş Roma, Doğu’daki dengenin bozulmaması için Makedonya’ya savaş ilân etmiştir. Böylece meydana çıkan II. Makedonya Harbi’nde (M.Ö. 200-197) Bergama ve Rodos Yunan bağımsızlığının savunucusu suretinde ortaya çıkan Roma’nın yanında yer almışlardır. Başlangıçta tarafsız kalmış olan Aitolia ve Akhaia, Roma başarıları üzerine Roma’nın yanında savaşa girmişlerdir. M.Ö. 197 yılında Tesalya’da meydana gelen savaşta Romalılar Makedonyalıları mağlup etmişlerdir. Bu mağlubiyet üzerine Tesalya, Makedonya’dan ayrılmış ve Olimpos Dağı, eskiden olduğu gibi, Makedonya sınırı olmuştur. Sonuçta Romalılar, Makedonya’nın yerine Yunanistan’ın himayesini üstlenmiş oldular67. M. Ö. 179 tarihinde Filip’in yerine geçen oğlu Perseus’un (M.Ö. 179-168), Makedonya lehine Yunanistan’da faaliyetlere girişmesi Romalıların III. Makedonya Harbi’ni (M.Ö. 171-168) başlatmalarına sebep olmuştur. Bu savaş neticesinde Makedonya krallığı Romalılarca ortadan kaldırılmıştır. Yunanistan’daki karışıklıklar Roma aleyhtarı bir vaziyet alınca ve Andriskos adında birinin Perseus’un oğlu olduğu 66 67 Mansel, a. g. e., s. 467. Mansel, a. g. e., s. 482; Demircioğlu, a. g. e., ss. 279-296 ve ss. 296-319. iddiasıyla ortaya çıkması, Roma’nın tekrar harekete geçmesini zorunlu kılmıştır. İsyân sonunda bastırılmış ve Tesalya, Makedonya, İllirya ve Epir ile birlikte bir Roma eyaleti durumuna getirilmiştir (M.Ö. 148)68. 2-) Bizans Döneminde Tesalya Roma tarihinin yeni bir devresi olan Bizans Dönemi, Roma devlet tarzı, Grek kültürü ve Hıristiyanlık inancının bir sentezi olmuştur. Erken Bizans devresinde imparatorluk gerçekten hâlâ bir Roma devleti olmakla birlikte müteakip devrelerde eski Roma hayat formları yavaş yavaş kaybolmuş, devlet Romalı temellerinden uzaklaşmış ve Grekleşme ile Kiliseleşme gittikçe artmış, iktisadî, sosyal ve siyasî alanlardaki gelişme ve değişmelerin de etkisiyle Orta Çağ’da artık yeni bir idare düzenine sahip yeni bir devlet tarzı ortaya çıkmıştır69. İmparator Diokletianus (M.S. 284-305), Roma’nın içinde bulunduğu krizler ortamı ve M.S. III. yüzyıla özgü şartlar neticesinde bir dizi büyük reformlar gerçekleştirmek zorunda kalmıştır. Tesalya, bu reformların sonucunda, merkezi Larissa (Yenişehir) olan bir eyalet haline getirilmişti70. Hunların Avrupa içlerine doğru harekete geçmeleri, önlerinde bulunan kavimlerin de daha batıya doğru hareketlenmeleri Kavimler Göçü’nü başlatmıştı (M.S. IV. yüzyıl). Avrupa’nın etnik yapısını değiştiren ve Batı Roma’yı mahveden bu göç dalgasından, Balkanlar da nasibini almış, Doğu Roma da zor anlar yaşamıştır. Ancak asıl tehlikeli göç dalgası VII. yüzyılda Avarlar öncülüğünde Slavlar tarafından meydana getirilmiştir. Tehlike, Balkanlara akan Slavların araziye sahip çıkma ve kuvvetle yerleşmesi neticesinde oluşmuştur. Bu Slav akınları, Balkanların etnik yapısında önemli ölçüde değişikliklere yol açmıştır71. VIII. ve IX. yüzyıllarda Bizans’ı Bulgarlar Kuzeyden, Araplar da Doğudan tehdit eder olmuşlardı. Bulgarlar’ın Bizans arazisine düzenledikleri akınlara Tesalya da hedef 68 Mansel, a. g. e., s. 487; Demircioğlu, a. g. e., ss. 353-395. Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. Fikret Işıltan, TTK Yay., Ankara 1995, ss. 25-26. 70 Ostrogorsky, a. g. e., ss. 30-32. 71 Ostrogorsky, a. g. e., ss. 86-87. 69 teşkil etmiştir. X. yüzyıl başlarında Doğuda Araplar sadece Akdeniz’e değil etrafı Bizans toprakları ile çevrili Ege denizine de hakim olmuşlardır. Bu sebeple, ardı ardına adalar, Mora ve Tesalya kıyıları tahrip edilmiştir72. 960’lı yıllarda Bulgar Çarı Samuel (976-1014) önce Güneye yönelmiş, Serez ve Selânik üzerine yapılan saldırıları Tesalya’ya yapılan akınlar izlemiştir. Larissa, 986’da Bulgarların eline geçmiştir. Selânik’e kadar Makedonya’yı, Tuna ve Balkan sıradağları arasındaki eski Bulgar sahasını, Arnavutluk’un bir kısmını, ve Tesalya’yı hakimiyeti altına almıştı. Fakat imparator II. Basileos (976-1025), 1001’de başarılı Bizans karşı saldırısını başlatmış ve Tesalya’da Bizans hakimiyeti süratle yeniden tesis edilmiştir73. Buna rağmen Tesalya için yeni bir tehdit ufukta belirmekte gecikmemiştir. Bu dönemde Bizans’a yönelik Batıdan, İtalya ve Sicilya üzerinden, Norman tehlikesi belirmiştir. Normanlar, Epir, Makedonya ve Tesalya’yı aşarak Larissa’yı kuşattılarsa da İtalya’da çıkan karışıklıklar geri çekilmelerine sebep olmuştur74. IV. Haçlı Seferi, amacından saparak Latinlerin 1204 yılında İstanbul’u ele geçirmeleri ve Bizans ülkesini kendi aralarında paylaşmaları ile neticelenmiştir. Paylaşım sırasında Boniface de Montferrant kendisine önerilen Anadolu arazisini istememiş ve şiddetli çekişme ve mücadelelerden sonra Selânik’i ele geçirerek Tesalya’yı da kapsayan bir krallık kurmuştur75. Bizans erkânı, Latin işgali altındaki bölgeleri terk ederek henüz Latinlerin eline geçmemiş Bizans topraklarına kaçmışlar ve yerel halkın da desteğini alarak Bizanslılığı yok olup gitmekten kurtaran yeni devletçikler kurmuşlardır: Laskaris (1204-1222) idaresinde İznik, Mikhail Angelos (1204-1215) idaresinde Epir. Kısa bir zaman önce 72 Ostrogorsky, a. g. e., s. 157 ve ss. 239-240. Ostrogorsky, a. g. e., ss. 279-281 ve ss. 286-287. 74 Ostrogorsky, a. g. e., ss. 330-331. 75 Ostrogorsky, a. g. e., ss. 390-392; Nikos Svoronos, Çağdaş Hellen Tarihine Bakış, çev. Panayot Abacı, Belge Yay., İstanbul 1988, s. 11. 73 ise, İstanbul’un ele geçirilmesinin bir yan etkisi olmaksızın Karadeniz kıyısında Trabzon Rum İmparatorluğu meydana gelmişti76. Epir devletinin başına Mikhail Angelos’un yerine 1215’de kardeşi Theodoros (1215-1224) geçmiştir. Uzun bir kuşatmadan sonra Selanik’i ele geçiren Theodoros, Makedonya’nın büyük bir kısmı ve Tesalya’yı içeren bir araziyi ele geçirmiş oldu. Bulgar Çarı II. İvan Asen’e (1218-1241) karşı İstanbul’a yönelik mücadeleyi kaybeden Thodoros esir olup gitmişti. Yerine basiretsiz kardeşi Manuel (1237) geçmiş, Selânik, Epir ve Tesalya’da hakimiyeti elinde tutabilmişse de İstanbul’a aday olan Batı Grek Devleti artık ortadan çekilmişti77. İznik imparatoru Vatatzes (1222-1254), 1246’da Bulgarlar ve Batı Grek Devleti’ne karşı kesin bir zafer kazanmıştır. Ancak Selânik’i zapt ettiyse de Batı Grek Devleti, Epir ve Tesalya’da bağımsızlığını korumaya devam etmiştir. Hatta İznik imparatorluğu, İstanbul’u geri aldıktan ve Bizans’ı tekrar ihya ettikten sonra bile bu Batı Grek Devleti hakimiyeti altında bulunan Epir ile birlikte Tesalya da bu birleşmeye katılmamış ve Bizans’a karşı düşmanlık beslemeye devam etmiştir78. Batı’nın fetih gayretlerine karşı savunma mücadelesinde Bizans başarılı olmuş, fakat Eski Bizans topraklarındaki mücadele de ise çok daha az başarılı olabilmiştir. Epir, Akarnania, Aitolia ve Tesalya, Batı Grek Devleti hakimiyetinde olup inatla Bizans’a karşı koymuştur. Palaiologosların, eski Bizans arazisini tekrar elde etme girişimleri hiçbir yerde bu ayrılıkçı Grek devletinde olduğu kadar başarısız kalmamıştır. Bizans imparatorlarının restorasyon faaliyetlerine karşı mücadelenin merkezi, Grek büyük toprak sahiplerinin ülkesi Tesalya olmuştur79. 1318 yılına gelindiğinde hem Epir’de hem de Tesalya’da Angelos hanedanı sona ermiştir. Tesalya’da II. Ioannes’in (1303-1318) ölümünden sonra ülkenin devlet olarak varlığı kaybolmuştur. Tesalya’nın kudretli asilleri bağımsızlıklarını kazanıp kendilerine 76 Ostrogorsky, a. g. e., s. 393; Svoronos, a. g. e., s. 12; K. Süssheim, “Arnavutluk”, İA, C. 1, İstanbul 1965, s. 583. 77 Ostrogorsky, a. g. e., s. 403 ve s. 406; Süssheim, a. g. m., s. 583. 78 Ostrogorsky, a. g. e., s. 407 ve s. 417. 79 Ostrogorsky, a. g. e., s. 441; Uzunçarşılı, a. g. e., s. 202, Süssheim, a. g. m., s. 583. beylikler kurmaya gayret etmişlerdir. Bu dönemde Arnavut göçleri başlamış ve Tesalya da bu göçlerden nasibini almıştır80. Bizans İmparatorluğu, 1333 yılında Tesalya yerel güçlerinin en kuvvetlisi olan Melissenos’un ölümünden sonra ülkenin karışıklık içine düşmesini değerlendirerek ilhak etmiştir. 1337 yılında ise Epir’in ilhakı sağlanmıştır81. 1341 yılında İmparator III. Andronikos’un (1328-1341) ölümü ve Kantakuzen’in Bizans tahtını ele geçirmeye yönelik mücadeleleri sırasında, Tesalya onu imparator tanımıştır. Bu büyük arazi sahipleri ülkesi, Bizans aristokrasinin başkanına katılmıştı. Kantakuzen, bu bölgenin idaresini eski dostu Ioannes Angelos’a kayd-ı hayat şartıyla vermiş, ve o da yarı bağımsız bir surette ancak efendisine sadık bir şekilde hüküm sürmüştür. Fakat yaşanan Bizans iç savaşı, Sırbistan’ın işine yaramış ve Duşan önce Epir’i ve ardından Tesalya’yı 1348 tarihinde ele geçirmiştir82. 3-) Osmanlılar Döneminde Tesalya Bizans’ın çöküşün eşiğinde bulunduğu XV. yüzyılda artık Osmanlı Türkleri, Bizans kudretinin çözülmesiyle Balkanlarda ortaya çıkan boşluğu doldurmaya başlamışlardır. Bizans’ın mirasına konma şansı en yüksek olanlardan Sırp kralı Stefan Duşan 1355’de ölünce Sırp devleti dağılmıştır. Bu suretle Balkanlarda ilerlemekte olan Osmanlılar karşısında mücadele edebilecek, güç sahibi bir devlet kalmamıştı. Bu arada Epir’in tahtından indirilmiş hükümdarı II. Nikephoros (1335-1340), kaybettiği baba mirasını tekrar elde etmek düşüncesiyle harekete geçmiş, Epir ve Tesalya’da büyük başarılar kazandıysa da 1358 tarihinde Arnavutlarla olan mücadelesinde hayatını kaybetmiştir83. 1379’da Navarro Birliği, Tesalya’yı Katalan hakimiyetinden kurtarmıştı. Atina Dükü ölünce Bizans imparatoru Theodoros Palaiologos’un (1384-1407) Atina’yı ele 80 Ostrogorsky, a. g. e., ss. 459-460. Ostrogorsky, a. g. e., ss. 468-469; Süssheim, a. g. m., s. 583. 82 Ostrogorsky, a. g. e., s. 476 ve ss. 481-482. 83 Ostrogorsky, a. g. e., s. 491. 81 geçirmeye çalışması, Kefalonya kontu ile arasını açmış ve onun da Osmanlılardan yardım istemesi Evrenos Bey’in Mora’ya girmesiyle sonuçlanmıştır (1387)84. Yıldırım Bayezid (1389-1402) zamanında Osmanlılar, Makedonya ve Selânik’in fethiyle birlikte Tesalya ovasına uzanmış ve 1393 yılında Evrenos Bey Tesalya’ya hakim olmuş ve müteakıben Osmanlılar Yunanistan üzerine harekete geçmişlerdi. Buradaki iktidar mücadeleleri Türkler için ortamı müsait kılmıştı. Larissa, Türkleşerek Yenişehir adını almış, bütün bir eyalet de Evrenos Bey’e tımar85 olarak verilmişti. Bu dönemde beş Latin devletçiği Attika ve Mora’da hüküm sürmekteydi86. Navarro Birliği Başkanı tarafından, Mora’daki Bizans Mistra despotluğuna karşı yardımı istenen Osmanlı hükümdarı I. Bayezid, bütün vasallarını Siroz’da 1394’de bir araya toplamıştı. Mora’ya gönderilen Evrenos Bey, 1395’de Veligosti ve Akova’yı yağmalamış, Sultan da güneye doğru ilerleyerek Tırhala, Dömeke, Çatalca, Zeytun (İzdin), Neopatras ve Salona’yı almıştır. Boudonitsa, vergi vermek şartıyla kurtulmuştur. 1397’de yapılan son büyük akında Venedik’e ait Argos yıkılmış, Bizanslılar Leondari’de yenilmiş ve Modon ve Koron’a kadar bütün Mora yakılıp yıkılmıştır87. Fetret Devri diye adlandırılan 1402 Ankara Savaşı sonrası Osmanlı tahtını elde etmek için şehzadelerin giriştikleri mücadele döneminde Süleyman Çelebi (1402-1410), gerek Çanakkale Boğazı’ndan geçişlerin kontrolünün temini ve gerekse de kendisine en azından bir müttefik haline getirmek bakımından Bizans İmparatoru II. Manuel (13911425) ile 1403 yılında Gelibolu Muahedesi’ni yapmıştır. Evrenos Bey’in itirazına rağmen bu antlaşma uyarınca Selânik, Tesalya ve bazı yerler Bizans’a bırakılmıştır. Süleyman Çelebi’yi bertaraf eden Musa Çelebi (1411-1413), 1411 yılında Tesalya’yı ve diğer bazı yerleri Bizans’tan geri almıştır. Çelebi Mehmed (1413-1421) hükümdar 84 Ostrogorsky, a. g. e., ss. 506-507; Donald Edgar Pitcher, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası, çev. Bahar Tırnakçı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 1999, ss. 74-75; Uzunçarşılı, a. g. e., s. 294. 85 Herhangi bir toprak parçasının veya birden fazlasının yılda 20.000 akçeden az olan gelirinin belirli bir görev ve hizmet karşılığında bir kimseye belli şartlarla tahsisi. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. III, MEB Yay., İstanbul 1983, ss. 497-507; Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lûgatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986, ss. 338-339. 86 Bunlar, 1388’den beri Floransalıların idaresindeki Atina Dükalığı, Latin Navarro Birliği yönetimindeki Akhaia Prensliği, Amphissia’da Salona Kontluğu, tarihî Termopil geçidini elinde tutan Boudonitsa Markizliği ve Tesalya’da Pteleon adasında bulunan Venedik kolonileri ile Mora’daki Modon ve Koron şehirleridir. 87 Pitcher, a. g. e., ss. 81-82; Uzunçarşılı, a. g. e., s. 270 ve ss. 293-294. olunca aralarındaki antlaşma gereğince bu yerleri tekrar imparatora geri vermiştir. Bunun karşılığında imparator, Süleyman Çelebi’nin oğlu Orhan’ı sınır dışı etmiştir. Tesalya, II. Murad’ın (1421-1451) 1431 yılında Selânik’i Venediklilerden aldığı sırada tekrar ve kesin olarak ele geçirilmiştir. Tesalya’nın fethi, idare ve imarında Gazi Turahan Bey ve oğlu Ömer Bey’in büyük rol ve hizmetleri olmuştur88. Osmanlıların Makedonya’yı aşarak Tesalya bölgesinde göründükleri zaman karşılaştıkları manzara sıradan görünümlü küçük şehirler ile savaşlardan yılmış yoksul insan toplulukları olmuştur. Osmanlıların gelişine kadar Tesalya, Yunanistan’ın diğer bölgelerine nazaran oldukça geri kalmıştı. Tesalya halkı, Latin ve Katalan kökenli beyler tarafından ezilmiş ve yağmacı Ulahlardan bezmişti. Osmanlı hakimiyeti ile bölgede kurulan sosyal, ekonomik ve siyasî düzen sayesinde, Tesalya kısa süre zarfında gelişmiştir89. 1821 Yunan isyânına kadar da Osmanlı idaresinin bir parçası olarak kesintisiz bir barış dönemi yaşamıştır. C-) İDARÎ, SOSYAL VE EKONOMİK DURUM 1-) İdarî Yapı Osmanlılar, Rumeli’ye geçişlerinden sonra Balkanlardaki fetih hareketleriyle bu topraklar üzerinde hakimiyet kurmuşlar ve burada da kendi idarî teşkilâtlarını tesis etmişlerdir. Bu idarî teşkilâtın temel birimi, bir “sancak beyi (mirlivâ)” yönetiminde “sancak (livâ)” adını taşıyan, askerî anlamda yükümlülükleri bulunan ve bölgenin kendine has siyasî, idarî ve ekonomik özelliklerine göre şekil verilen idarî birim olmuştur. Bu idarî düzende sancakların birleşmesi ile bir beylerbeyi yönetiminde “eyâlet” adı verilen daha büyük idarî bir birim oluşturulmuştur. Bir eyalet dahilinde beylerbeyinin oturduğu sancak “paşa sancağı” olarak anılmıştır. Sancaklar birkaç köy, kale ya da kasabalardan oluşan “nahiye”lere bölünmüştü. Bu arada sancak ile nahiye 88 Uzunçarşılı, a. g. e., s. 328, s. 340 ve ss. 347-348; Robert Mantran, (ed.), Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. 1, çev. Server Tanilli, Cem Yay. İstanbul 1995, s. 71 ve ss. 85-88; Franz Babinger, “Tırhala”, İA, C. 12 ksm. 1, İstanbul 1965, s. 249. 89 Mehmet Ali Gökaçtı, Geographika: Yeniden Keşfedilen Yunanistan, İletişim Yay., İstanbul 2001, s. 405. arasında “kaza” veya “kadılık” olarak adlandırılan, sadece Müslüman nüfusun bulunduğu yerlerde var olan ve idarî yetkisi de bulunan bir “kadı” tarafından yönetilen adlî birimler mevcut olmuştur90. Batılılaşma faaliyetlerinin damgasını vurduğu XIX. yüzyıla gelindiğinde ise Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra (1826) II. Mahmud’un reformları dahilinde vilayet idaresinde merkezî modele göre bir yapılanmaya gidilmiş, eyaletlerin küçültülerek vilâyet adını almaları gibi birtakım düzenlemeler yapılmış ve taşrada otoriteyi ele geçiren derebeyleri ile nüfuz grupları sindirilmiştir. Ancak asıl taşra idarî düzeninde değişiklik, iç karışıklıklar ve dolayısıyla dış müdahalelere de bir set çekebilme düşüncesi ile, 1864 yılında “Vilâyet Nizamnâmesi”nin, Fransız idare sistemine ait “departman” yönetmelikleri ya da özetlerinden hareketle kaleme alınarak yürürlüğe konmasıyla başlamıştır. Yeniden düzenlenen eyaletin adı “vilâyet” olarak değiştirilmiş, vilâyetler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar nahiyelere ve nahiyeler de karyelere (köyler veya en az 50 hanelik kasaba mahallesi) ayrılmıştı. İlk uygulama Midhat Paşa’nın valiliği altında Tuna Vilâyeti’nde yapılmıştır. Vilâyet kanunu 1867’de bazı küçük değişikliklerle gözden geçirilmiştir. Bu uygulamanın başarılı olması üzerine 1871 yılında “İdare-yi Umumiye-yi Vilâyet Nizamnâmesi” hazırlanarak vilâyet sistemi Osmanlı ülkesi çapında yürürlüğe sokulmuştur91. a-) İdarî Bölünme Tesalya, Osmanlılar döneminde, fethinden itibaren Tırhala livâsı adlı sancak dahilinde bir bölge olmuştur. Tırhala’nın ilk mirlivâlarından biri II. Murad devrinde sonradan Rumeli Beylerbeyi olan Sinan Bey idi. II. Bayezid (1481-1512) devrinde 90 Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı, TTK Yay., Ankara 1995, ss. 83-87; Nikolai Todorov, The Balkan City, 1400-1900, University of Washington Press, Seattle-London 1983, ss. 22-23. Bkz. Sertoğlu, a. g. e., s. 200. 91 Ortaylı, a. g. e., s. 149 ve s. 154; Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, 1856-1876, çev. Osman Akınhay, C. 1, Papirüs Yay., İstanbul 1997, s. 168 ve s. 178; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. VII, TTK Yay., Ankara 1988, ss.152-158; İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahallî İdareleri (1840-1880), TTK Yay., Ankara 2000, ss. 53-64. Tırhala mirlivâlığı önemli bir idarî makam konumu arz etmiştir. Kanunî Sultan Süleyman devri başlarında Tırhala livâsı 9 kazadan oluşmaktadır. Bu kazalar92: 1- Tırhala, Mirlivâ Mehmed Şah Bey tasarrufunda olup, hâsılı 131.019 akçedir. 22 mahallede 265 Müslüman hanesi, 8 mahallede 343 zımmî93 hanesi ayrıca 17 akıncı, 6 kürekçi ile 181 Yahudi hanesi bulunmakta ve Tırhala zeametleri94 arasında Mahmud Çelebi’nin oğlu Karaca Paşa’nın zeameti de bulunmaktaydı. 2- İnebahtı, hass-ı humayundur95 (hâsıl 212.837 akçe). 3- Badracık, hass-ı humayundur (hâsıl 107.293 akçe). 4- Alasonya, Mustafa Paşa tasarrufundadır (hâsıl 38.021 akçe). 5- Çatalca, Sadrazam İbrahim Paşa hassıdır (hâsıl 39. 912 akçe). 6- Dömeke, eski sadrazamlardan Pîrî Paşa tasarrufundadır (hâsıl 60.293 akçe). 7- Yenişehir, mirlivâ hassıdır (hâsıl 113.078 akçe). 8- Fenar, bir subaşı96 elindedir (hâsıl 60.495 akçe). 9- Agrafa, bir zaim97 tasarrufundadır (hâsıl 42.994 akçe). Bunlardan başka yerler de bu sancağa kayıtlıydı, fakat İnebahtı sonradan bir livâ olarak Kaptan Paşa eyâleti adıyla da bilinen, Ege Denizi adalarını içeren Cezayir-i Bahr-i Sefîd eyâletine bağlandığında ona bağlı bir kısım nahiyeler de bu yeni eyâlete bağlanmıştı. XVIII. yüzyıl başlarında Tırhala livâsında 36 zeamet ve 439 tımar 92 M. Tayyib Gökbilgin, “Kanunî Sultan Süleyman Devri Başlarında Rumeli Eyaleti, Livaları, Şehir ve Kasabaları”, Belleten, XX/78, Ankara 1965, s. 258; Babinger, a. g. m., s. 249; Halil İnalcık, “Rumeli”, İA, C. 9, İstanbul 1964, ss. 771-772; Todorov, a. g. e., s. 25. 93 Cizye (baş vergisi) vermekle yükümlü Hıristiyan tebaa. 94 Yıllık geliri 20.000 ilâ 100.000 akçe arasında olan dirliklere verilen addır. Bkz. Pakalın, a. g. e., C. III, s. 649; Sertoğlu, a. g. e., ss. 372-373. 95 Yıllık geliri 100.000 akçeden fazla olan dirliklere verilen isimdir. Sancak beyleri, Beylerbeyler, Vezirler, Hareme mensup kadınlar ve hükümdarlara mahsustur. Bkz. Pakalın, a. g. e., C. II, ss. 751-752; Sertoğlu, a. g. e., s. 139. 96 Şehir ya da kasabaların inzibat amiri. Bkz. Sertoğlu, a. g. e., s. 318. 97 Zeamet sahibi. Bkz. Sertoğlu, a. g. e., s. 372. bulunmaktaydı. Evliya Çelebi’ye göre bu livâ, bir sefer vaktinde 3000 tımarlı ve cebelü98 çıkarmaktaydı99. Bir başka eserde, Osmanlı kayıtlarına göre bir vezir nezareti altında Tırhala’nın, Yenişehir-i Fenar, Alasonya, Velestin, Çatalca, Platamana, Tumnik, Ermiye’den oluşan 8 adet kadılığa ayrılmış olduğu ifade edilmektedir100. Tanzimat döneminde, 1864 yılında vilâyet düzenine geçildikten sonra Tesalya, Tırhala merkezli olarak Tırhala Sancağı adıyla önce Selânik Vilâyeti’ne bağlanmış daha sonraki düzenlemelerde Yanya Vilâyeti’ne dahil edilmiştir. Yanya Vilâyeti idarî taksimatı şu şekildedir101: YANYA VİLAYETİ Sancaklar Kazalar BERAT ERGİRİ PREVEZE TIRHALA YANYA Berat Ergiri Preveze Tırhala Yanya Avlonya Delvine Narda Yenişehir Koniçe Timurice Permedi Parga Fener Golos Grebene Esferabar Tepedelen Margıliç Kardiçe Aydonat Çatalca Filan Balibogun Ermiye 98 Tımar ve zeamet sahiplerinin harp zamanlarında maiyetinde götürmeye mecbur oldukları silâhlı süvari. Bkz. Pakalın, a. g. e., C. I, ss. 264-265; Sertoğlu, a. g. e., s. 62. 99 Gökbilgin, a.g. m., s. 277; Babinger, a. g. m., s. 250. 100 İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., s. 61. 101 Salnâme-yi Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye, Matbaa-yı Amire, İstanbul 1296, ss. 177-179; M. Tayyib Gökbilgin, “Selânik”, İA, C. 10, İstanbul 1964, s. 346. Alasonya Tırhala sancağının idarî taksimatı ise şu şekildedir102: TIRHALA SANCAĞI Kazalar Tırhala Yenişehir Nahiyeler Golos Tırnova Velestin Yenice BülbülceAdası Kardiçe Çatalca Ermiye Alasonya Rendine Dömeke Derelü b-) Şehirler Tesalya şehirleri, bölgeye Osmanlıların hakim olmalarıyla birlikte her bakımdan canlanmış ve gelişmişlerdir. Tanzimat Dönemi, tüm Osmanlı ülkesinde olduğu gibi Tesalya’da da şehirleşme bakımından modernleşme yolunda etkisini göstermiştir. 18391870 yılları arasında kentlerin nüfusu artmış ve özellikle Gayr-ı Müslimler arasında büyük ölçüde inşaat faaliyetleri başlamıştır. Bu dönemde, şehirlerde nüfus yoğunlaşırken, geleneksel yerleşim alanları dışındaki yerleşimlere de izin verilmiştir. Yangına dayanıklı inşaat malzemelerinin ortaya çıkışı, şehirlerde yangınlara karşı daha dayanıklı binaların inşasını mümkün kılmıştır. Şehirleşmenin ekonomik ve işlevsel 102 Kemal H. Karpat, Ottoman Population, 1830-1914: Demographic and Social Charasteristics, The University of Wisconsin Press, Madison 1985, s. 118; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s.1653; Babinger, a. g. m., ss. 250-251; Salnâme-yi Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye, 1296, s. 177; Tevfik Süleyman, Tesalya’da Bir Cevelân ve Dört Aylık Seyahatim, Mahmud Bey Matbaası, Dersaadet 1315, ss. 166-167. getirileri, bu dönemde idarî ve sosyal açıdan siyasî yönlerinin önüne geçerek geleneksel şehir yapısının yerine modern anlamda bir şehirleşmeyi söz konusu kılmıştır103. Yunanistan ile sınır düzenlemesine yönelik müzakereler sonucunda 24 Mayıs 1881 tarihli İstanbul Antlaşması ile, idarî taksimata göre Tırhala sancağına ait bulunan Alasonya kazası Osmanlı Devleti’nde kalmış ancak Preveze sancağına bağlı Narda kazasının merkezi olan Narda şehri Yunanistan’a bırakılmıştır. Burada, Alasonya şehri herhangi bir şekilde Osmanlı sınırları dışında kalmadığı için bu şehir yerine Narda şehri hakkında bilgi verilecektir. i- Tırhala Tesalya’nın Yenişehir’den sonra en büyük ve en ünlü şehridir. Yenişehir’in 130 km batısında ve Yanya’nın yaklaşık 200 km doğusunda, Köstem nehrine akan bir çayın üzerinde, geniş bir ovanın kenarında ve denizden 150 metre yükseklikte dağ eteğinde kurulmuştur104. Kent, 1395 tarihinde Yıldırım Bayezid zamanında fethedilmişse de Fetret Devri’nde siyasî bir takım düşüncelerle, Tesalya bölgesinin Bizans’a bırakılmasıyla Tırhala da Osmanlı idaresinden çıkmıştır (1403). II. Murad zamanında, Selânik’in Venediklilerden alındığı sırada Gazi Turahan Bey tarafından tekrar Osmanlı topraklarına katılmıştır (1431). Fethi müteakiben Anadolu ve Rumeli’nin diğer yerlerinden gelen Türk nüfus Tırhala’ya yerleştirilmiştir. İlk Osmanlı hükümdarları burada, Turahanoğlu akıncı ailesine geniş temliklerde105 bulunmuşlardır. Tırhala ve çevresindeki verimli arazi ilk andan itibaren tımar olarak Tahrir defterlerine kaydedilmiştir. 1485-1490 yıllarında Hıristiyan tebaadan alınan cizye (baş) vergisi 9845 akçe idi. Serez, Drama, Karaferye gibi burada da çeltik mukataası öşrü bulunmaktaydı 103 Alexandra Yeralimpos, “Tanzimat Döneminde Kuzey Yunanistan’da Şehircilik ve Modernleşme (1839’dan 19. yüzyıl sonuna)”, Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri, ed. Paul Dumont – François Georgeon, çev. Ali Berktay, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1996, ss. 34-36. 104 Babinger, a. g. m., s. 251; Şemsettin Sami, “Tırhala”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 3, Mihran Matbaası, İstanbul 1306, s. 1637; Pars Tuğlacı, Osmanlı Şehirleri, Milliyet Yay., İstanbul 1985, s. 398; İnciciyanAndreasyan, a. g. m., ss. 61-62. 105 Mülk olarak verme. ve 1486’da bu mukataa106 diğerlerinden ayrılarak üç yıllığı 20.000 akçeye verilmişti. Tırhala, başlangıçtan itibaren Rumeli eyaletine bağlı bir livâ olmuştur. XVII. yüzyılda Kâtip Çelebi’nin meşhur Cihannüma adlı coğrafya eserine göre Tırhala’ya tâbi o dönemde 5 nahiye vardır. Arnavut ve Ulahların bir kısmının İslâm dinine girmeleriyle, kentte Gayr-ı Müslim nüfus azınlığa düşmüştür. Evliya Çelebi, 16 Müslüman, 8 Rum mahallesi olmak üzere 24 mahalleden bahsetmiştir. Aynı zamanda kentin su kaynaklarının bolluğuna da işaret etmiştir. Bir çok camii bulunan şehir, banileri olan Gazi Turahan Bey ve diğer şahısların tayin etmiş oldukları vakıflarla bir çok medrese ve mektepler idare edilmiştir. Şehirde Gazi Turahan Bey’in türbesinin de aralarında bulunduğu bazı şeyh ve baba türbeleri vardır. XVII. yüzyılda 34 adet camiinin varlığı bilinirken günümüzde sadece Kanunî Sultan Süleyman’ın eniştesi olan Osman Paşa’nın yaptırmış olduğu Osmanşah Camii ayakta kalmıştır107. Gerek Tırhala kazasında ve gerekse Tırhala şehir merkezinde Hıristiyanların büyük çoğunluğunu Ulahlar teşkil etmektedir. Bu insanlar, yazları yaylalara çıktıklarından ancak kışları şehir nüfusu daha kalabalık olmaktadır. Akarsuları ve kentin çevresinde bağ, bahçe ve bostanları çoktur. Nem oranının yüksek ve kent mevkiinin basık oluşu sebebiyle Tırhala’da yaz ayları boyunca dayanılmaz ve boğucu bir sıcak hava hakimdir. Şehirde ve civarında velence (velense) diye bilinen kaba fanilalar, aba ve yün döşekler ile sahtiyân108 üretilirdi. Tırhala çevresinde yetişen ziraî ürünler hububat çeşitleri ile pamuk ve tütündür. Hayvancılık yaygın olduğundan yağ, kaşkaval peyniri, yapağı, deri gibi hayvanî ürünler de bulunmaktaydı109. 1881 tarihinde Yunanistan’a terk edilişinden önce 1/3’ü Müslüman olan yaklaşık 12.000 kadar bir nüfusa sahip bulunmaktaydı. Bu Müslüman halkın çoğu Tırhala Yunanistan sınırları dahilinde kalınca Osmanlı ülkesine göç etmiştir. Şehrin 106 Hazineye ait herhangi bir gelirin belirli bir bedel karşılığında kiralanması. Bkz. Pakalın, a. g. e., C. II, s. 578; Sertoğlu, a. g. e., s. 229. 107 Gökaçtı, a. g. e., ss. 406-407; Babinger, a. g. m., s. 251; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1637-1638; Pars Tuğlacı, a. g. e., s. 398; Nusret Çam, Yunanistan’daki Türk Eserleri, TTK Yay., Ankara 2000, s. 330; İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., ss. 61-62; Mehmet Ali Gökaçtı, “Tesalya’da İki Önemli Merkez Tırhala ve Meteora”, Tarih ve Toplum, XXXI/182, Şubat 1999, ss. 34-35. 108 Serpilenerek boyanmış ve cilâlanmış deri. 109 Babinger, a. g. m., s. 251; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, ss. 1637-1638; Pars Tuğlacı, a. g. e., s. 398. Yunanistan’a bırakılmasından sonra Yenişehir üzerinden Tesalya’nın liman şehri Golos’a bir demiryolu hattı ile bağlanmıştır110. ii- Yenişehir Tesalya’da, Köstem nehrinin sağ kenarında yer almaktadır. İlk yerleşimin izleri M.Ö. 6000’li yıllara kadar uzanmaktadır. İlk olarak mitoloji kahramanı Herakles soyundan geldiğini iddia eden Aleuas klanının merkezi olmuştur. Yenişehir, Teutamius tarafından kurulmuş fakat bu sülâleden Larissus, bu kenti oğlu için yeniden imar ettiğinden Larissa olarak isimlendirmiştir. Ünlü hekim Hipokrat bu kentte ölmüştür. Şehir, M.Ö. III. yüzyılda gerilemeye başlamış ve bu tarihten sonra Makedonya hakimiyetine girerek imparatorluk bünyesindeki Tesalya Birliği’nin merkezi olmuştur. Sırasıyla Roma, Bizans, Bulgar, Sırp, Frank ve Ulahların eline geçmiştir. Devamlı olarak yaşanan göç ve işgaller kentin gelişimini etkilemiştir. M.S. IX. yüzyıldan itibaren piskoposluk merkezi olmuştur111. 1393 yılında Türk akınlarıyla karşılaşan şehir, 1444 tarihinde II. Murad devrinde fethedilmişse de onun ölümüyle elden çıkmış ve Fatih Sultan Mehmet zamanında Gazi Turahan Bey tarafından Osmanlı idaresine katılmıştır. Bu sıralarda oldukça küçük ve harap olan Yenişehir kalesi, Gazi Turahan Bey tarafından yıktırılmış ve taşları şehirde yapılan inşaatlarda kullanılmıştır. Yenişehir Osmanlılar tarafından adeta yeniden kurulduğu için şehrin adı da “Yenişehir” olarak kaydedilmiştir. 1506 yılı tahrirlerinde kentte 700 hane Müslüman ve 78 hane Gayr-ı Müslim varlığı tespit edilmiştir. O zamanlar Rumeli eyaletine bağlı bir sancak merkezi olan Yenişehir’in idarî ve askerî yapılandırılması, 1457 yılında Mora seferi sebebiyle şehre uğrayan Fatih Sultan Mehmet tarafından bizzat yerine getirilmiştir. Ahalisinin çoğunluğunu Anadolu Yürükleri teşkil etmekteydi112. 110 Babinger, a. g. m., s. 251; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, ss. 1637-1638; Pars Tuğlacı, a. g. e., s. 398. Gökaçtı, a. g. e., ss. 411-412; Şemsettin Sami, “Yenişehir”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 6, Mihran Matbaası, İstanbul 1316, ss. 4803-4804; Kodaman, a. g. e., ss. 92-93; Mahir Mehdi, a. g. e., s. 35; Tuğlacı, a. g. e., s. 407; İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., s. 62. 112 Gökaçtı, a. g. e., s. 412; Yusuf Halaçoğlu, “Tesalya Yenişehiri ve Türk Eserleri Hakkında Bir Araştırma”, GDAAD, S. 2-3, İstanbul 1973-1974, s. 90; Tuğlacı, a. g. e., s. 407. 111 Şehrin bir mahallesi nehrin öte yakasında idi ve Yenişehir’de yılda bir defa 18 Ağustos tarihinde panayır kurulmaktaydı. Kent, Tesalya hatta bütün Yunanistan’da ikinci sırada bulunan Rum metropolitlik (başpiskoposluk) makamı olup, kendisine tâbi 9 piskoposluk bulunmaktaydı. Şehir, aynı zamanda 500 akçeli bir kadılık olup taht kadılığı konumunda idi.113. Yenişehir, Evliya Çelebi tarafından “dar-ı tüccar” şeklinde isimlendirilmiştir. Bununla birlikte şehirde, 22 camii, 5 hamam, 10 tekke, 4000 kâgir ev ile 800 dükkânın varlığından bahsetmektedir. Ancak Yenişehir’deki Osmanlı dönemi camiilerinden hiçbiri günümüze ulaşamamıştır. Ayakta kalabilmiş az sayıdaki Osmanlı eseri de 1941 yılındaki büyük depremde yıkılmıştır. Aralarında Gazi Hasan Bey Camii, Ömer Bey Camii, Turahan Bey Camii, Bayraklı Camii ve Burmalı Camii olmak üzere sayıları 24 kadar olan camiinin yanı sıra, XVIII. yüzyılda kentte 8 adet medrese ile tekke ve zaviyeler bulunmaktadır. Tekke ve zaviyelerin sayısı tasavvuf hayatının gayet gelişmiş olduğuna işaret etmektedir. Başta Şeyh Nazif Efendi Mevlevihanesi, Etmekçizâde Ahmed Paşa Zaviyesi, Sâdiyye Tekkesi ve Rukiye Hatun Tekkesi olmak üzere toplam 14 tasavvufî yapıdan başka 1 adet han ve 1 adet bedesten de kentte yer almaktaydı114. Yunan idaresine geçtikten sonra 13.170 kişilik bir nüfusu, camiileri, medreseleri, tekkeleri, Köstem Nehri üzerinde güzel bir köprüsü, etrafında pek çok bağ ve bahçeleriyle, verimli ovaları, büyük çarşısı ve bir hayli istihkâmları bulunan kentin Osmanlı idaresi zamanındaki nüfusu 25.000’i aşmaktaydı. Bu nüfusun ¾’ü Müslümanlardan ibaret olup kalanlar Rum ve Yahudilerden oluşmaktaydı. Ancak Yenişehir’in Yunanistan’a bırakılmasından sonra Müslüman halkın göç etmeye başlaması sebebiyle kentte İslâm nüfusun azalmasıyla mamuriyet ve ticaret bakımından da şehirde bir gerileme yaşanmıştır. İsmini Anadolu’da bulunan Yenişehir’den ayırt edebilmek için bu kentin yakınlarında bulunan Fenar kasabasının adına izafeten bu şehre “Yenişehir-i Fenar” da denilmektedir115. 113 İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., s. 62. Gökaçtı, a. g. e., ss. 412-413; Tuğlacı, a. g. e., s. 407; Çam, a. g. e., s. 385; Halaçoğlu, a. g. m., ss. 9394. 115 Şemsettin Sami, a. g. e., C. 6, ss. 4803-4804; Halaçoğlu, a. g. m., s. 97; Kodaman, a. g. e., ss. 92-93; Mahir Mehdi, a. g. e., s. 15. 114 Yenişehir, Tesalya’nın Yunanistan’a ilhakından sonra Yunanlılarca bu bölgede oluşturulan eyâletlerden biri haline getirilmiştir. Bu eyâletin yüzölçümü 6540 km2 ve nüfusu 168.034 kişi kadardı. İdarî taksimat bakımından Yenişehir, Tırnova, Aya, Golos, Ermiye ile Dömeke’yi içeren 6 adet kazadan oluşmaktaydı116. iii- Golos Bugünkü adının antik dönemdeki Iolkos’tan türediği kabul edilmektedir. Tesalya’nın deniz kenarında bulunan tek şehri olan Golos, Tesalya’nın yegâne iskelesi olup, aynı adı taşıyan körfezin kuzeyinde bir koy içerisinde ve Yenişehir’in 50 km güneydoğusunda yer almaktadır117. Deniz kenarında bir tepenin üzerinde kurulu, dükkânları ve birkaç deposu ile 1840’ların başında 150 kadar Türk ailesinin yaşadığı küçük bir kale kenti olan Golos, tarihi boyunca küçük bir yerleşim birimi olarak varlığını idame ettirmiş ve asıl gelişmesini 1830’lardan sonra yaşamıştır. Mülklerinin değerinin düşeceğinden endişe eden Türk dükkân sahiplerinin muhalefetlerine karşın kentin Doğu kıyısında, Pelion Tepesindeki köylerde oturan Rum tüccarların girişimleriyle şehirleşme süreci başlamıştır. Şehirleşme konusunda Rumlar, 1839’da Gülhane Hatt-ı Humayûnu’nun ilânından sonra padişaha dilekçe vermişlerdir (1841)118. Bu dilekçe aynı zamanda Gayrı Müslimlerin Tanzimat’ın getireceği modernleşmenin günlük hayatlarına ve meslekî gelişimlerine getireceği fırsatlardan hemen faydalanmak istediklerini göstermektedir. Ayrıca bu kişiler, yeni bir şehir kurmak için resmî bir izin isterken, geleneksel yerleşim düzeninin katı kurallarından uzak ve serbestçe ticaret yapmanın, deniz kenarındaki bu basit yerin, yeni yerleşimlere açılmasıyla modern bir liman şehri haline gelmesinin Osmanlı maliyesine ne kadar büyük getirilerde bulunacağı fikrini ileri sürmekteydiler. 116 Şemsettin Sami, a. g. e., C. 6, ss. 4803-4804. Gökaçtı, a. g. e., s. 416; Şemsettin Sami, “Golos”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 5, Mihran Matbaası, İstanbul 1314, s. 3284; Tuğlacı, a. g. e., s. 347. 118 Yerolimpos, a. g. m., s. 54. 117 Bu tarihten sonra şehir plânlı bir şekilde imara açılmış, Rum ve Yunanlı tüccarların yerleşmesiyle kent, Selânik’ten sonra Osmanlıların Ege Denizi kıyılarında bulunan ikinci önemli iskelesi haline gelmiş ve 1860’lı yıllarda başlayan gemi seferleri ile denizden Selânik’e bağlanmıştır119. Golos, XIX. yüzyılın son çeyreğinde 4000 kadar bir nüfusa sahip olmuştur. Osmanlı döneminde 3 cami, 1 mektep ve 1 köprü bulunmakla birlikte günümüze hiçbirisi ulaşamamıştır. 1920’li yıllara kadar şehirde birkaç Türk ailesi yaşamış ve onlar da daha sonra Türkiye’ye göç etmişlerdir. Golos, yazları fazlasıyla sıcak bir havaya sahip bulunmaktadır Sağlam bir limana sahip olmasından ötürü ticaret merkezi konumundaki kent, Yunanistan’a bırakılmasından sonra, bu şehirden başlayarak biri Yenişehir’e ve diğeri Tırhala ve Kalambaka’ya kadar uzanan iki demiryolu hattı döşenmiştir120. iv- Kardiçe Tesalya’da, Tırhala’nın 25 km Güneydoğusunda ve Köstem nehrine akan Kalıncı Çayı üzerinde kaza merkezi bir şehir olup 4505 kişilik bir nüfusa sahipti. 1839 yılı öncesinde sadece Müslümanların yaşadığı Kardiçe’ye, padişah fermanıyla Hıristiyanların da yerleşmesine izin verilmiş ve 1840-1845 yılları arasında onlar için bir varoş kurulmuştur121. v- Çatalca Tesalya’da, Yenişehir’in 40 km Güneybatısında ve Tırhala’nın 60 km güneydoğusunda bir şehirdir. Çatalca oldukça eski bir tarihe sahip olup, antik devirlerde Farsala adında bağımsız bir şehir devleti idi. Bu şehrin etrafında antik dönemlerden kalma eski eserler yoğun olarak bulunmaktadır. Osmanlı idaresi zamanında 5000 kişilik bir nüfusa, 6 camiye, ve 1 medreseye sahip olmuştur. Çatalca’da, yılda bir kez olmak 119 Yerolimpos, a. g. m., s. 39; Gökaçtı, a. g. e., s. 416; Tuğlacı, a. g. e., s. 347; İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., s. 63. 120 Şemsettin Sami, a. g. e., C. 5, s. 3284; Tuğlacı, a. g. e., s. 347; Gökaçtı, a. g. e., s. 417; YaşarKabasakal, a. g. e., s. 50; Kodaman, a. g. e., s. 90; Mahir Mehdi, a. g. e., s. 10. 121 Şemsettin Sami, “Kardiçe”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 5, Mihran Matbaası, İstanbul 1314, s. 3509; Yerolimpos, a. g. m., s. 36. üzere 20 Ağustos’ta panayır kurulmaktaydı. Ortodoks mezhebinin idarî yapılanması dahilinde İstanbul Patriği’ne bağlı bir başpiskoposluk makamı olmuştur. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olmakla birlikte Yunanistan’a bırakılmasından sonra bu Müslümanların çoğu Osmanlı ülkesine göç etmişlerdir. Dömeke nahiyesini de içeren 91 köyden oluşan bir kazanın merkezi olan bir şehirdir. Bu kazada bir çok camii, mescid, ve tekke bulunmakta, tekkelerinin en büyüğü Durbalî Baba’nın türbesi bitişiğindeki birçok vakıfları da bulunan Bektaşi tekkesidir. Çatalca şehri, mevkii olarak Tırhala’nın ilerisine kadar uzanan geniş ve son derece verimli bir ovanın kenarında olup, akarsuları, bağ ve bahçeleri gayet fazladır. Ancak sıcak ve bunaltıcı bir havası vardır. Kazada çok miktarda hububat ve tütün yetiştirilmekteydi122. vi- Ermiye Tesalya’nın Güneydoğu taraflarında, Golos körfezinin Batı yakasında ve deniz sahilinden 1 saatlik bir mesafede bulunan bir şehirdir. Osmanlı idaresi zamanında kaza merkezi olup, nüfusunun çoğu Müslümanlardan oluşmak üzere 2500 kadar bir nüfusa, 5 camiiye, 2 medreseye, ve etrafı istihkâmlı bir kışlaya sahipti. Su kaynakları bol ve kaliteli olduğu gibi meteorolojik açıdan nisbeten yumuşak bir havaya sahip bulunmaktadır. Ermiye’nin, 1881 yılında Yunanistan’a ilhakı üzerine Müslüman halkın çoğu Osmanlı ülkesine göç etmesi sebebiyle gerek şehrin, gerekse de kazanın nüfusu ve mamuriyeti azalmıştır. Şehirde Semerkandlı Şeyh Ali’nin meşhur Barbaros Hayreddin Paşa tarafından inşa ettirilmiş türbesi bulunmaktaydı123. vii- Narda Narda’nın eski bir şehir olduğu muhakkaktır. Ancak şehrin kimler tarafından ne zaman kurulduğu hakkında birkaç görüş bulunmaktadır. Şemsettin Sami Kamûsu’lA‘lâm adlı eserinde kentin Ambrakia ismiyle Korentliler tarafından kurulmuş bir ticaret kolonisi olduğunu ve şehir halkının etrafındaki Pelasglara vergi verdiğini yazmıştır124. 122 Şemsettin Sami, “Çatalca”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 3, Mihran Matbaası, İstanbul 1306, s. 1867; İnciciyanAndreasyan, a. g. m., s. 64. 123 Şemsettin Sami, “Ermiye”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 2, Mihran Matbaası, İstanbul 1306, s. 841; Tuğlacı, a. g. e., s. 377. 124 Şemsettin Sami, “Narda”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 6, Mihran Matbaası, İstanbul 1316, s. 4542. Bir başka eserde ise kentin M.Ö. IV. yüzyılda Epir Kralı Pirhos tarafından kurulduğu belirtilmiştir125. Yanya’nın 60 km güneyinde ve aynı adı taşıyan nehrin sol kenarında olarak bu nehrin Narda körfezine döküldüğü yerden 20 km yukarıda ve 1881 yılı sınır düzenlemesi sonrasında Osmanlı Devleti’nde kalan verimli bir ovanın kenarında yer almaktadır. Hıristiyanlık döneminde şehir kiliselerle donatılmıştır. Uzun bir müddet suskunluk devresi geçiren kentin yıldızı Epir despotluğu zamanında yeniden parlamıştır. Yanya’nın Osmanlılarca fethinden sonra 1448 yılına kadar vergi ödemek karşılığında İtalyanların idaresinde kalan kent bu tarihten itibaren kesin bir şekilde Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Evliya Çelebi’nin ziyareti sırasında üçü Müslüman, dördü Yahudi ve onu da Rum mahallesi olmak üzere toplam 17 mahalleden ibaret olan şehirde ayrıca 2000 hane, 6 camii, 1 medrese, 3 tekke ve 1 han bulunuyordu. Narda’da mirî126 olan işlek bir dalyan vardı ki buradan balık ihraç olunmaktaydı127. XIX. yüzyıl sonlarında 8000 kadar bir nüfusa sahip bulunan Narda, çevresiyle birlikte coğrafî taksimata göre Epir’den sayılmıştır. Portakal ve limon bahçeleri ve ziraat arazisinin nehrin sağ tarafında bulunmasından ötürü buralar 1881 yılındaki sınır düzenlemesi gereğince Osmanlı idaresinde kalmıştır. Sınır hattı yerini tutan nehir üzerinde kârgir bir köprüsü128 vardır129. Epir’in güneyinde yer alan Narda şehri, Berlin Konferansı’nın kararlarıyla Yunanistan’ a terk olunmuş ve Yunan idaresi tarafından ancak bir kaza oluşturabilecek kadar araziye sahip olmasına karşın ayrıca bir vilâyet merkezi haline getirilmiştir. Şehrin Yunanistan’a terkinden önce nüfusunun 1/3’ü kadarı Müslüman olup, bunlar ilhaktan sonra Osmanlı ülkesine göç etmişlerdir130. 125 Gökaçtı, a. g. e., s. 398. Mülkiyeti devlete ait. 127 Şemsettin Sami, a. g. e., C. 6, ss. 4542-4543; Tuğlacı, a. g. e., s. 377; Gökaçtı, a. g. e., s. 400; İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., s. 82; Tuğlacı, a. g. e., s. 377; Çam, a. g. e., ss. 213-214. 128 Bu köprü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Semavi Eyice, “Arta Köprüsü”, TDVİA, C. 3, İstanbul 1991, ss. 413-414. 129 Şemsettin Sami, a. g. e., C 6, ss. 4542-4543; Tuğlacı, a. g. e., s. 377. 130 Şemsettin Sami, a. g. e., C. 6, ss. 4542-4543; Tuğlacı, a. g. e., s. 377. 126 2-) Sosyal Yapı Tesalya’nın demografik verileri farklılıklar arz etmektedir. Sosyal yapıyı oluşturan etnik gruplar bellidir ve değişmemektedir. Ancak bu etnik grupların nüfusları konusu önemli bir mesele oluşturmaktadır. Türk nüfusun miktarının toplam nüfusa oranla daha az olduğu bir gerçektir. Türklerin nüfus oranı kaynaklara göre üçte bir ilâ on sekizde bir arasında değişmektedir. Bu oranlar arasında böylesi büyük farklılık bulunması bölgedeki Türk varlığı meselesinin önemini gözler önüne sermektedir. Bu nüfus verilerine aşağıda değinilecektir. a-) Toplumsal Yapı i- Müslümanlar Tesalya Müslümanları dört etnik gruptan müteşekkil bulunmaktaydı131: Türkler, Konya’dan geldikleri için “Konyar” olarak da adlandırılmaktaydılar. Tesalya’nın ticarî ve idarî merkezlerinde oturmuşlar ve sadece Müslümanların meskûn oldukları köylerde yerleşmişlerdir. Tarım ve hayvancılıkla uğraşıp bu işlerde Arap ve Habeşistanlı köleler kullanmışlardır. Karadeniz Kuzeyinden gelen Türklerin Balkanlara göçü devam ederken IX.-XIII. yüzyıllarda Bizans idarecileri bir yandan Slavların diğer yandan Latinlerin Trakya ve Makedonya’ da ciddî bir hakimiyet tesis etmelerini önlemek için Anadolu’dan, özellikle de Konya taraflarından birçok Türkmen kabilelerini oldukça tavizkâr tekliflerle buralara iskân ettikleri bilinmektedir. Batı Trakya, Rodoplar, Makedonya ve daha çokçası da Tesalya’da varlıklılarını hissettirmiş ve Bizans kayıtlarında “Vardarlı Türkler” olarak geçen bu Türk toplulukları Konya civarından buralara yerleştirildiklerinden ötürü “Konyar Türkleri” olarak da bilinmektedirler. Vergi muafiyeti, din ve kültür serbestliği vb. ayrıcalıklar tanınmış olan bu Türkler, Osmanlı Türklerinin Balkanlara geçişleri öncesinde Bizans tarafından ileri karakol kuvvetleri olarak kullanılmışlardır. Batılı tarihçiler, bu Türklerin 1065 yıllarından itibaren Makedonya ve Tesalya’da yerleşmiş 131 Aleksandre Popoviç, Balkanlar’da İslâm, İnsan Yay., İstanbul 1985, s. 304. olduklarını belirtmektedirler. Bu dönemde 55 ilâ 60 bin kişilik bir topluluk oluşturan bu Türk grubu Bizans kroniklerinde de teyit edilmektedir132. Osmanlılar döneminde ise, Rumeli’de Türk unsurların iskânı siyaseti dahilinde Tesalya’da yerleşmiş olan Türklerden Selânik Yürükleri taifesi, önemli bir yer tutmaktadır. 1543 tarihli deftere göre Tesalya’da en çok Yenişehir (117 Ocak), Fenar (23 ocak) ve Çatalca’da (60 ocak) yerleşmişlerdir133. Yürüklerle birlikte aynı defterlere kaydedilmiş ve aynı hukukî statü ile aynı malî yükümlülüklere sahip bulunan ancak daha az sayıdaki Tatar zümreleri de mevcut olmuştur. Bunlardan Tırhala Tatarları Selânik yürükleri zeametine dahildiler ve Yenişehir’de 8, Çatalca’da 4 ocak yazılmışlardır134. Arnavutlar, düzen sağlayan kolluk kuvvetleri vazifesini yerine getirmişlerdir. 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte Osmanlı ülkesinde ortaya çıkan Bektaşilik aleyhtarı akım sebebiyle nüfus ve iktisadî açıdan bir gerileme içine girmişlerdi. Tatarlar, 1854 ve 1875-1876 yıllarındaki Rusya’dan Osmanlı Devleti’ne yapılan göç hareketleri dahilinde bölgeye getirilerek 125 hane halinde iskân edilmişlerdir. Çerkesler ise, 1867 ve 1875-1876 yıllarında Tesalya’ya gelerek, Ermiye, Yenişehir, Balabali, Velestin taraflarına yerleşmişlerdi. Kırım’dan ve Kafkasya’dan gelen Tatar ve Çerkez göçmenler hakkında Muhacirîn idaresi tarafından Tırhala Sancağı’nda 5-6 bin hane göçmen yerleştirilebilecek kadar arazinin varlığı Sadarete bildirilmişse de Sadaret, bu göçmenlere arazinin taksimi esnasında bir göçmen hanesi başına düşecek arazi miktarının azalacağı düşüncesiyle bu sayıyı çok bulmuştur. Muhacirlere verilen arazi mirî arazi idi ya da sahiplerince çeşitli 132 M. Tayyib Gökbilgin, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fatihân, İÜEF Yay., İstanbul 1957, ss. 9-10; Hüseyin Memişoğlu, Bulgaristan’da Türk Kültürü, TKAE Yay., Ankara 1995, ss. 19-21. 133 Gökbilgin, a. g. e., ss. 74-75. 134 Gökbilgin, a. g. e., ss. 86-87. sebeplerle terk edilmiş arazilerdi. Neticede Tırhala Sancağı dahilinde 200 ilâ 400 hane kadar muhacir yerleştirilmesiyle yetinilmiştir135. Müslümanların bir kısmı, kırsal kesimde yaşamışlar ve büyük çiftliklere sahip olmuşlardır. Tesalya’nın, sık sık Yunanistan tarafından siyasî maksadına uygun olarak isyâna sevki ve bölge coğrafyasının eşkıya faaliyetlerine münasip durumu köylerde ve çiftliklerde Müslümanların genellikle tahkim edilmiş kule tipindeki evlerde oturmalarına vesile olmuştur. Ancak Müslümanların büyük kısmı şehirlerde, İslâm şehircilik geleneğine uygun olarak Gayr-ı Müslimlerden ayrı olan mahallelerde yerleşmişlerdir. Müslümanlar nüfus bakımından örnek vermek gerekirse, Yenişehir’in %54’ünü, Velestin’in oluşturmaktaydılar 136 %87’sini, Çatalca’nın %55’ini, Alasonya’nın %75’ini . Yenişehir’de 27 camii ve kentteki yapıların dörtte üçüne sahip 10.800 Müslüman bulunmaktadır. Tırhala’da 7 camii ve 3000 Müslüman, Golos’da kalenin çevresinde oturan 1400 Müslüman, büyük bir tarım merkezi olan Kardiçe’de toplam nüfusun %48’i olan 2385 Müslüman barınmaktaydı. Ayrıca 1858 tarihli bir kaynakta, hemen hemen bütün Tesalya Müslümanlarının kendi dillerine ilâve olarak Rumca bildiklerini ve Rumca konuştuklarının ifade edildiği belirtilmektedir137. ii- Hıristiyanlar Tesalya Hıristiyanları Ortodoks mezhebine mensup olup iki etnik gruptan oluşmaktaydılar. Rumlar, Osmanlı fetihleri sonucunda Osmanlı hakimiyeti altına alınmışlardır. İstanbul Patrikliğine bağlı olarak Osmanlı millet sistemi dahilinde yer alarak Osmanlı idaresine bağlanmış olan Rum milleti, etnik kökenleri faklı olmalarına karşın Yunanlılardan başka diğer Balkanlı Ortodoks inanca sahip milletleri de, Sırp, Bulgar, Ulah gibi, kapsayan bir anlam ifade etmiştir. Etnik manadaki Rum unsur, Patrikhane, 135 Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri, 1856-1876, TTK Yay., Ankara 1997, ss. 169-170. Popoviç, a. g. e., ss. 304-305. 137 Popoviç, a. g. e., s. 305. 136 kutsal sinod138 ve Ortodoks dinî hiyerarşisi desteğinde bu millet sistemi dahilinde önde gelen ve hakim unsur olmuştur. Etnik Rumlar Osmanlı bürokrasisinde İslâm dinine geçmeden, önceleri tercüman daha sonra ise 1711-1821 arası dönemde Fenerliler olarak da bilinen Eflâk ve Boğdan yöneticileri olarak yüksek makamlara getirilmişlerdir. Aynı zamanda bu etnik Rumlar, denizcilik ve ticaret yoluyla Avrupa kapitalist sistemine ilk katılan ve bu sistemden ilk faydalanan Osmanlı tebaası olmuşlardır139. Tesalya bölgesi arazisinin mirî yani hazineye ait olması dolayısıyla çeşitli devlet görevlilerine has, zeamet, tımar şeklinde verilmiş olan bu topraklar üzerinde yaşayan Gayr-ı Müslimlerin statüleri de şahsî durumlarına göre değişiklik arz etmiştir. Bu bölgedeki Rumların çok azı kiracı konumunda olup, önemli bir bölümü topraksız köylülerden müteşekkildi ve bu arazileri sadece ekip biçmişlerdir140. Ulahlar: Valahlar olarak da bilinen bu Romen asıllı topluluk çobanlıkla ve ilkel seviyede tarımla uğraşmışlardır. Balkanlara yayılan bu Ulah topluluklarından bazıları XII. yüzyılda Makedonya ve Tesalya dağlarına yerleşmişlerdir. Burada, Güney ve Orta Pindosları ve Makedonya’nın bir kısmını içine alan bağımsız bir Valahya devleti kurmuşlardır. 1204’de İstanbul’un Latinlerce işgalini müteakip ortaya çıkan Epir despotluğu içinde bu devlet erimiş ve sonra Sırplar tarafından ilhak edilmiştir. Daha sonra ise bölgeye Osmanlıların gelişiyle Türk idaresine girmişlerdir. Tesalya’da etnik yapıyı oluşturan en önemli grup olan Ulahlar, Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensupturlar. Kırsal ve göçebe özellikler taşımaktadırlar. Tesalya’da Tırhala, Aspro Potamo ve dağlık yerlerde meskûn olan Ulahlar, bir ara Rumlaşma hevesine kapılmışlarsa da sonradan kendi dil ve kültürlerine sahip çıkmışlardır141. iii- Yahudiler Osmanlı idaresinin son günlerinde Tesalya’da aşağıdaki nüfus tablosundan da görüleceği üzere sayıları az da olsa Yahudi nüfus bulunmaktadır. Bu Yahudilerin 650’si 138 Patrikhanenin en yetkili organı olan 8 ilâ 12 metropolitten oluşan meclis. Karpat, a. g. e., s. 46; Sonyel, a. g. e., s. 24. 140 Gökaçtı, a. g. e., s. 310. 141 Hugh Poulton, Balkanlar: Çatışan Azınlıklar, Çatışan Devletler, Sarmal Yayınevi, İstanbul 1983, s. 116 ve ss. 228-229; Şemsettin Sami, “Yunan”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 6, Mihran Matbaası, İstanbul 1316, 4824; Ostrogorsky, a. g. e., ss. 373-373. 139 Golos’ta, 3.000 kadarı Yenişehir’de, 400 kadarı Tırhala’da ve 40 tanesi de Kosterisi’de ikamet etmekteydi142. b-) Demografik Yapı Tesalya’nın 1878’lerdeki nüfusu, özellikle İslâm ahalinin nüfusu, kaynakların verdiği bilgiler ışığında farklılıklar arz etmektedir. Aşağıdaki tablolar bu durumu ortaya koymaktadır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden önceki Yanya Vilâyeti genel nüfusu şöyledir143: YANYA VİLAYETİ Berat 102.570 Ergiri 283.101 Yanya 327.675 Preveze 211.710 Tırhala 179.100 TOPLAM 1.796.156 Tablodan da takip edilebileceği üzere Tırhala Sancağı’nın toplam nüfusu 179.100 kişidir. Dönemin Türk gazetelerinde yayımlanmış (1878 yılı) Osmanlı Devleti’nin nüfus istatistiklerinden 1881 Yunan sınır düzenlemesi göz önüne alınarak Yanya Vilâyeti’nin Tırhala Sancağı ve ayrıca Preveze Sancağı’na dahil Narda’nın köy sayıları ve nüfuslarına ait verilere göre Yunanistan’a terk olunan mahallerin nüfusu aşağıdaki tabloda gösterilmiştir144: 142 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Βρανειο Ακαδηµιας Αθηνων, Τοµος ΙΓ, Αθηνα 1980, s. 396. British Docs. on For. Aff., vol. 5, s. 386. 144 British Docs. on For. Aff., vol. 5, s. 390. 143 Tırhala Sancağı Köy Müslim Gayr-ı Müslim Tırhala 128 1.866 42.668 Yenişehir 124 12.934 36.392 Golos 112 852 36.688 Çatalca 90 4.500 8.690 Kardiçe 111 788 11.031 Toplam 565 20.940 135.469 Narda 135 3.750 22.000 TOPLAM 700 24.690 157.469 Preveze Sancağı Bu tablodan anlaşıldığı üzere Müslüman nüfus, Hıristiyan nüfusun yaklaşık olarak altıda biri nisbetindedir. Yunanistan Askerî Bakanlığı tarafından hazırlanan çalışmaya dair bir başka veriye göre, Osmanlı idaresinin son günlerinde, Tesalya’nın nüfusu 330.000 kadardı ve bu sayının 40.000 kadarı Müslüman, 4000 kadarı da Yahudi idi. 1878 yılındaki bir sayım sonucunda aşağıdaki tablo elde edilmiştir145. Kaza Ermiye Hristiyanlar Müslümanlar Yahudiler 7240 1731 Golos 71.985 2675 650 75.310 Velestin-Tırnova 26.580 16.445 3000 43.025 118.875 8435 400 127.310 Tırhala-Dereli-AlasonyaYenişehir 145 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 396; Popoviç, a. g. e., s. 304. - Toplam 8971 Kardiçe-Çatalca-Dömeke Toplam 60.021 10.106 40 70.127 284.701 39.392 4.090 324.093 Bu tabloda, Müslümanların toplam nüfusun yaklaşık sekizde biri kadar olduğu görülmektedir. Oysa bu döneme çağdaş bir Osmanlı kaynağı olan Kamûsu’l-A‘lâm’da nüfusun tabloda belirtilen sayıya yakın bir şekilde 300.000 civarında olduğu ancak çoğunluğu Rum ve Ulah unsurların teşkil etmesine rağmen Müslüman halkın, toplam nüfusun üçte birini oluşturduğu belirtilmiştir146. 1857 yılında Tesalya nüfusunun etnik açıdan dağılımına göre şu tablo ileri sürülmüştür147. Rum 293.000 Çingene 5.000 Ulah 21.000 Asyalı 20.000 Yahudi 8.000 Habeşistanlı 8.000 TOPLAM 355.000 Görüldüğü üzere, diğer verilerle kıyaslandığında Yunan kaynaklı bu tabloda, Asyalı olarak nitelenen Türkler toplam nüfusun yaklaşık %6’sı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sayı ayrıca, Tesalya’daki Türk varlığının Yunan kaynaklarınca çok az gösterilmeye çalışıldığının bir kanıtıdır. Yunanlıların “Megali İdea” ülküsünün etkisiyle de bir propaganda aracı olarak Rum varlığının olabildiğince çok gösterilmesi bakımından önem arz eden bu nüfus konusu çeşitli sayım denemelerini de beraberinde getirmiştir. Yunan çevreleri tarafından ilk resmî nüfus sayımı çabası Yenişehir ve Golos’daki Yunan konsolosları tarafından, Yunan Dışişleri Bakanlığı’nın emriyle 1876 yılında gerçekleşmiştir. Buna göre Rum 146 147 Şemsettin Sami, “Tesalya”, s. 1652. Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 396. nüfus 354.230, Türk nüfus 38.730, Yahudi nüfus 3.650, Ulah nüfus ise 30.000 olarak belirtilmiştir148. c-) Kültürel Yapı i-) Eğitim XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Tanzimat döneminde özellikle eğitim alanında önemli gelişmeler kaydedilmiş, Avrupa tarzı eğitim veren okullar açılmıştır. Tırhala Sancağı dahilinde de bu tür okullar faaliyet göstermiştir. Yanya Vilâyeti’nde toplam 445 sıbyan mektebi hizmet vermiştir. Tırhala, Yenişehir ve Kardiçe’de birer “Rüşdiye”149 faaliyet göstermiştir150. Tesalya’nın, Müslümanlar için eğitim alanında, İslâm nüfusun az oluşu sebebi ile de, yetersiz bir okullaşma içerisinde olduğu söylenebilir. Ancak Tesalya, Rumlar açısından Türk yönetimi zamanında eğitim hareketlerinde büyük bir varlık göstermiştir. Rumlarla meskûn tüm Osmanlı ülkesi dahilinde 1867 yılında “Rodokanakia” adı verilen sınavın sonuçlarına göre oluşturulan listeye bakılırsa 24 okul ile birinci sırada yer almaktadır. Eğitim faaliyetlerinde, Mısır gibi yurt dışında bulunan Tesalya kökenli zengin Rumların katkıları büyük olmuştur. Bunların maddî destekleri okulların sayısını oldukça arttırmış ve hatta bu dönemde 11 adet kız okulu da kurulmuştur. Bu sayede Tesalya Rumlarının gerek okur yazarlık oranı ve gerekse eğitim kaliteleri daha yüksek bir seviyede olmuştur151. ii-) Din Tesalya’da, çalışmamızın konusunu teşkil eden dönemde üç ilâhî dinin mensupları var olmuşlardır. İslâm dini, Türkler tarafından bu bölgenin fethiyle birlikte gelmiştir. Türkler yerleştikleri şehir, kasaba ve köylerde camiiler, tekkeler, zaviyeler, medreseler, vakıflar tesis ederek din alanında varlık göstermişlerdir. Türklerden başka, Arnavutlar, Tatarlar, Çerkezler İslâm cemaatini oluşturmuşlardır. 148 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 396. Günümüzdeki ortaokullara denk olan eğitim kurumu. 150 Salnâme-yi Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye, 1296, s. 179. 149 Rumlar ve Ulahlar, Hıristiyan dininin Ortodoks mezhebine mensupturlar. Tesalya, din alanında İstanbul Fener Patrikhanesine bağlı olan metropollerin idaresi, yetki ve sorumluluğunda olmuştur. Yenişehir ve Çatalca metropollük merkezleri olmuş ve kendilerine bağlı piskoposluklar ile bölgede faaliyette bulunmuşlardır. Tırhala’ya 20 km mesafedeki Meteora’da dağlar ve kayalıklar üzerinde Ortodokslarca kutsal sayılan bir Manastırlar grubu vardır152. Bölgede sayıları 4.000 kadar olan Yahudiler de Musevî cemaatini oluşturmuşlardır. 3-) Ekonomik Yapı 1810-1820 yılları arası dönemde krizde olan Tesalya ekonomisi Yunan isyânının sona ermesinden sonra çökmüştü. Fakat kısa sürede tekrar toparlanmış ve özellikle tarım ve hayvancılıkta eski durumuna gelmiş ve hatta eski seviyeyi geçmiştir153. Tesalya’da ziraî ekonomi hakim olmuştur. Bölgede görülen sanayi de tarım ve hayvancılığa dayalıdır. a-) Tarım Tesalya dahilindeki geniş ve bereketli ovalar verimli bir toprağa sahiptir. Tesalya ovalarının en temel ürünü buğday, arpa, çavdar ve mısır gibi tahıllardır. 1861-1865 Amerikan İç Savaşı sebebiyle fiyat artışlarından dolayı ihracatı desteklenen pamuğun üretimi yaygın hale gelmiştir. Ayrıca 1865 yılından sonra Tesalya’da ipek böcekçiliği artmıştır. Buna bağlı olarak dut üretimi de artmıştır. En çok kâr getiren ürün tütün olmuştur. En iyi tütün Kardiçe ve Farsala ovalarında yetiştirilmektedir. Pelion taraflarında zeytincilik yoğun olarak yapılmıştır. Burada ayrıca elma, armut, kiraz, narenciye, ve incir ihraç edilmek üzere üretilmiştir. Zagora kestanesi İstanbul, Selânik 151 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, ss. 402-403. Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 402; Gökaçtı, a. g. m., ss. 37-41. 153 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 398. 152 ve İzmir’e ihraç olunurdu. Tesalyalı çiftçiler, zeytinyağının ihracından ötürü, yağ ihtiyaçları için susam yetiştirmişlerdir. XIX. yüzyıl sonlarında Tesalya’nın dağlık yörelerinde patates üretimine başlanmıştır. Yaygın olarak yetiştirilen ürünler, hububat ve çeşitli zahireler ile pamuk, susam, tütündür. Zeytin ve ipek üretimi de yapılmıştır. Tesalya’nın ürün zenginliği yabancı gezginleri etkilemiş ancak kullanılan eski üretim yöntemleri de hayrete düşürmüştür. Oysa ki Gayr-ı Müslim çiftliklerindeki hayat şartları Türklerinkinden çok daha iyi olmuştur. Bu Hıristiyan çiftlik sahipleri ziraat mühendislerinin tavsiye ettiği üretim yöntemlerini uygularlar ve buharlı makineler kullanmışlardır.154. 1839 Tanzimat Fermanı ve 1858, 1868 ve 1871 yıllarındaki arazi ve tarım yasalarıyla, mülkiyet güvence altına alınmış ve bunun sonucunda zengin Rum tüccarlar, Tesalya’da ucuza satılan emlâk arazilerinden satın almaya başlamışlardır. 1863 yılında Yunanistan’ın Yenişehir konsolosu devletin 68 çiftlik için açık arttırma ilânından bahsetmektedir. Tesalya’nın Yunanistan’a ilhakı kesinleşince Müslüman ahali mülkünü satışa çıkarmış ve böylesi fırsat ortamında Odigos Zografos adlı tüccar çok büyük ve geniş arazilere sahip olmuştur. Sıradan Rum çiftçiler de Türk emlâkinden satın almışlardır155. b-) Hayvancılık Tesalya, coğrafyası itibarıyla hayvancılık yönünden de çok zengin ve uygun bir bölge olmuştur. Hayvancılık da Tesalya’nın temel gelir kaynaklarından birisini teşkil etmektedir. Köylülerin besledikleri koyun, keçi, domuz ve kaz dışında öküz, at, sığır ve hergele156 bölge hayvancılığını oluşturmuştur. Sığırları büyük cüsseli ve oldukça kuvvetli bir yapıya sahip olmuştur. Eski zamanlarda ise atlarının meşhur olduğu ve hatta en önce İran atlarını yetiştiren ve eğitenin Tesalyalılar olduğu rivayet edilmektedir. Antik devirde Tesalya’ya yetiştirdiği cins atların bolluğundan ötürü “Atistan” denmişti. 154 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 398; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1652; YaşarKabasakal, a. g. e., s. 62; Tevfik Süleyman, a. g. e., s. 165. 155 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 398. 156 Eşek sürüsü. Keza Larissa sikkelerinin alâmeti at resmi olmuş, Tesalya askerleri de genellikle süvari olarak betimlenmiştir. Kışın ovalarında görülen ılıman havası ve sayıca çok olan meraları sebebiyle Yukarı Arnavutluktan yani Kosova ve Manastır vilâyetlerinden pek çok koyun sürüleri Tesalya’ya inerek kışlamıştır. Arnavut beylerinin Tesalya’da bir çok çiftliklerinin var olduğu bilinmektedir Hayvancılık göçebeler tarafından özellikle Ulahlar tarafından yapılmıştır. Haftalık pazarlarda peynir, tereyağı, yün ve kuzu derisi gibi ürünlerini satarlardı. Peynircilik sektörü gelişmiştir. Hayvanlar yıllık pazarlarda özellikle Yunanlı tüccarlara satılmış ve büyük kâr getirmiştir157. c-) Sanayi Tesalya’da mahallî sanayi zamanına göre hayli ileri bir durum arz etmektedir. Bölgedeki zengin tüccarlar ihracat için yetiştirilen pamuğun daha iyi ve daha hızlı temizlenmesini sağlayan çırçır makinelerini bazı kentlere yerleştirmişlerdir. Tesalya’da bulunan ormanlardan kereste üretilir ve ihraç edilmiştir. Ulah köylerinde dokunan ve velence (velense) diye tabir olunan kaba fanila, aba, bir tür kumaş olan şayak, kilim gibi yün dokumalardan başka, pamuktan bez ve alaca, ipekten bazı kumaşlar da dokunmuştur. Bölgedeki mevcut hayvancılıktan ötürü tabakhaneler de önemli bir sanayi kolunu oluşturmuştur. Aya’daki 9 derici yılda 16-17 bin deri işlemiştir. Bölgedeki pamuk ziraati beyaz ip üretimini ve ihracatını sağlamıştır. Zarkos’ta az beyaz pamuk ve renkli pamuk karışımından özel Zarkos kumaşı dokunmuştur. Tesalya’da çok miktarda meşin, sahtiyân ve kösele imal edilmiştir. Yunanistan’a ilhaktan önceki yıllarda Tesalya’da ilkel sayılabilecek seviyede fabrikalar kurulmuştur. Golos’ta bütün Tesalya’ya yönelik bir sabun fabrikası ve bir halı fabrikasının varlığından bahsedilmektedir. Bir İsviçre ticarî kuruluşu, 1872 yılında ipekli dokuma fabrikası ile makarna fabrikası ve birkaç yıl sonra da bir şarap fabrikası kurmuştur. 1866 yılında Aya’da ihracata yönelik bir kiremit fabrikası var olmuştur158. 157 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 399; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, ss. 1652-1653; YaşarKabasakal, a. g. e., s. 62; Tevfik Süleyman, a. g. e., s. 165; İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., s. 61. 158 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, ss. 399-400; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1653; Tevfik Süleyman, a. g. e., s. 165. d-) Madencilik Tesalya’nın maden varlığının ne kadar olduğu ve XIX. yüzyıl boyunca ne kadar bir kapasitede işletildiği hakkında tam ve kesin bilgiler azdır. Tesalya’da krom, kurşun, bakır, manganez ve kömür gibi madenler bulunuyorsa da bu madenlerden pek azı ihraç edilmektedir. Yenişehir civarında ayrıca mermer yatakları bulunmaktadır. İngiliz konsolosu Longworth raporunda işletilmekte olan demir, bakır, kömür, kurşun ve katrandan bahsetmektedir. Ayrıca İngiltere’nin Golos konsolos yardımcısı Stuart’ın 1859 yılında Zagora’daki kurşun ve gümüş ocaklarını ziyaret ettiği hakkında raporu bulunmaktadır159. e-) Avcılık Bölge avcılık bakımından da müsait bir konumdadır. Gerek Köstem nehrinde ve gerekse mevcut diğer küçük göllerde ve özellikle Karla gölünde çok miktarda balık avlanmakta ve dağlarda çeşitli türlerde av hayvanları bol miktarda bulunmaktadır160. f-) Ticaret XIX. yüzyılda tarımın gelişmesi dış ticaretin de gelişmesini sağlamıştır. Golos, Tesalya’nın iskelesi konumundadır. Bütün bölgenin fazla olan ürünleri buraya getirilir ve bu limandan çok büyük miktarda buğday, arpa, ipek kozası, ipek, pamuk, yapağı, deri, zeytin ve zeytin yağı, kereste gibi bölge ürünleri ihraç olunmuştur. 1840 yılında Golos’ta önemli miktarlarda tahıl ve ipek ticareti gözlemlenmiştir. Burada 1837 yılında yerleşmiş Fransız tüccar temsilcileri bulunmuştur. 1852 yılında Golos limanında yapılan iç ve dış ticaretin maddî değeri 1.800.000 Frank’a ulaşmıştı. Aynı yıl bu şehirde Avusturya buharlı gemi şirketi “Lloyd”un bir temsilciği açılmıştır. Bu sebeple Golos’taki ticaret Avusturya ile daha yoğun yapılmıştır. 1856 yılında İngiliz ve Fransız ticarî temsilcilikleri kurulmuştur. Fransız “Fraissinet” kumpanyasının temsilcilik açmasından sonra Fransız gemileri Golos limanına daha sık demirlemişlerdir161. 159 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 400; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1653; Tevfik Süleyman, a. g. e., s. 165; Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, s. 41. 160 Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1653. 161 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 400; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1653. Selânik Konsolosu Ed. Guys’ın verdiği bilgilere göre, Tesalya’dan Yunanistan’a hububat ve hayvan, Avrupa’ya ipek, deri, mum, Mısır’a tütün ve yağ ihraç edilir, Osmanlı ülkesi dahiline ise hububat, kereste ve tütün sevk edilirdi. Koza, meyve, dokuma ürünleri de ihraç ürünleri arasındaydı. Bölgeye yapılan ithalat ise özellikle Avusturya’dan baharat, kahve, şeker, pirinç, demir, Fransa’dan işlenmiş deri, İngiltere’den cam ve farklı kumaş çeşitleri idi162. Golos’ta kurulan ilk ticarî kuruluşlar özellikle ipek ticareti ile ilgilenmişlerdir. Şehre yerleşen Yunan vatandaşı tüccarların sayısında önemli bir artış olmuştu. 1876 yılında İngiliz konsolos Longworth raporunda ithalâtın 101.360 Sterlin, ihracatın 340.080 Sterlin değerinde olduğunu belirtmiştir. İç ticaret Yenişehir, Tırhala, Ermiye, Çatalca ve Kardiçe’de yoğunlaşmıştı. Özellikle 1856’da Islâhat Fermanı ile gayr-ı müslim tebaanın mülkiyetinin devlet garantisi altına alınmasından sonra Tesalya iç ticareti daha bir canlanmıştır. Haftalık pazarlar yanında aynı zamanda dinî mahiyet taşıyan yıllık pazarlar da kurulmuştur. 23 Nisan’da Tırnova pazarı, 2 Mayıs’ta Moskoluri pazarı, 15 Ağustos’ta Çatalca’da kurulan hububat pazarı, 23 Ağustos’ta Klokotos’ta kurulan pamuk pazarı, 1 Eylül’de Aziz Antonyus yortusunda Aya’da kurulan pazarlar bölgenin önemli bazı yıllık pazarlarıdır. Türk idaresinin son döneminde ise haftalık pazarlardan önde gelenleri Yenişehir, Velestin, Tırhala, Çatalca, Portaria, Dömeke, Kardiçe ve Zarkos pazarlarıdır. Tesalya’da iç ticareti etkileyen iki temel olumsuz etken mevcut olmuştur. Bunlardan birincisi ulaşım ve ulaşım araçlarının yetersizliğidir. Tepedelenli Ali Paşa zamanında yapılmış yollar kaderine terkedilmiş ve sefil bir vaziyetteydi. Mallar neredeyse sadece katırlar tarafından taşınmıştır. Nadiren, dar, yetersiz ve çamur yollarda arabalara rastlanmıştır. Bir atlı Yenişehir’den Golos’a 13,5 saatte, Tırhala’ya 12 saatte, Yanya’ya ise 39 saatte ulaşabilmiştir. 1878’de Konsolos Longworth Tesalya yollarının yetersizliğinden bahsetmekle birlikte bazı yeni yol ve köprülerin onarımda bulunduğunu belirtmiştir163. 162 163 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 400. Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 400. Tesalya’da ticaretin gelişmesine olumsuz tesir eden ikinci etken ise eşkıyalıktır. Bölgede yaşanmış önceki isyânların kaçakları, gırtlağına kadar borçlu çiftçiler, Yunanlılar, Arnavutlar, Ulahlar ve bazı Türkler çeteler oluşturarak dağlık yerlerde tam anlamıyla eşkıyalık ve hırsızlık yapmakta, düzenli olarak haraca bağladıkları çevrelerindeki köylerin nüfusunun göç etmelerine sebep olmuşlardır. En önemli hedefleri, mallarını Tesalya pazarlarına götüren tüccarlar, zengin beyler ve Rum “kocabaşı”lar teşkil etmiştir164. Arnavutlar bölgede güvenlik amaçlı kullanılmışlardır. 1862 yılında yerlerine devletin jandarma güçlerinin ikamesi memnuniyetsizliklerine sebep olmuş ve onlar da çeteler oluşturarak dağlara çıkmışlardır. Bununla birlikte Yunanistan’dan ayaklama için gönderilen paralarını alamamış yedek askerler de eşkıyalıktan geri kalmamıştır165. Tesalya ekonomisini baltalayan bu etkenler yanında salgınlar, seller, kuraklık, çöl rüzgarları ve özellikle Yunanistan’ın desteklediği isyânlar da büyük olumsuz etkilerde bulunmuştur. 1854 İsyânı 200 köyün yok olmasına sebep olmuştur. Şüphesiz ki Türk beyleri ve Rum kocabaşılar sermayelerini tefecilik yerine yatırımlara aktarmış olsalardı bölgenin ekonomik durumunun çok daha farklı olma ihtimali yüksektir. 1878 yılında Longworth, Tesalya’nın, ya da Tırhala Sancağı’nın, Yanya vilâyetine, toplamda 629.000 lira gelir getiren vilâyet sancakları arasında 296.000 lira ile en fazla geliri sağladığını ifade etmiştir. Aynı zamanda Tesalya’nın, toplam olarak 140.000 lira olan Yanya vilâyeti gideri içinde 42.000 lira ile en az gidere sahip olduğunu belirtmiştir. Bu durumda Tesalya’nın hazineye 254.000 lira net gelir getirdiği ortaya çıkmaktadır166. 164 Rumeli Hıristiyan köylerinin muhtarı konumundaki kişi. Devletin halkla ilişkilerinde aracılık etmişlerdir. Tahsildarların tayinine kadar vergi toplama işine de bakmışlardır. Pakalın, a. g. e., C. II, s. 285. 165 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, ss. 400-401. 166 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 402. İKİNCİ BÖLÜM TESALYA MESELESİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞI A-) 1875-1878 YILLARINDA BALKANLAR 1-) Balkanların Genel Durumu Balkan uluslarının bağımsızlıklarına ulaşmaları yolunda ilk hareketler, Sırplar ve Yunanlılar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bunların elde ettikleri başarılar, Osmanlı idaresi altındaki diğer Hıristiyan tebaayı da kendi bağımsızlıkları için mücadeleye sevk etmiş ve XIX. yüzyılın Balkanlarda birbirini takip eden yılları, Balkan Hıristiyanları’nın isyanları ile dolu olmuştur167. Bulgar millî uyanışı, diğer tüm Balkan halklarından daha sonra yaşanmıştır. Bulgaristan’ın İstanbul’a yakınlığı ve Bulgar halkının Batı ile ilişkilerinin diğer Hıristiyan toplumlara oranla daha az olması sebebiyle bu dönemde Avrupa halklarını kasıp kavuran ihtilâlci, milliyetçi ve liberal fikirlerden daha az etkilenmişlerdir. Millî edebiyatlarının canlandırma çabalarının sonucunda ortaya çıkan eğitim faaliyetleri, Bulgarlarda millî bilinci uyandırmıştır. İlk olarak Rum ruhanî üstünlüğüne karşı tepki ve mücadele verilerek, neticede bağımsız Bulgar millî kilisesi kurulmuştur. Bu arada yetişen genç Bulgar nesilleri, büyük ölçüde Rusların maddî ve manevî desteği ile, millî arzularının heyecanıyla Bulgaristan’ın tam bağımsızlığını amaç edinen komiteler kurmuş ve isyanlar çıkarmışlardır168. 1829 Edirne Antlaşması ile Eflâk ve Boğdan eyaletleri Rus himayesi altında idarî özerklik elde etmişlerdi. 1856 Paris Antlaşması bu eyaletleri Avrupa garantisi altına 167 Mihailo D. Stojanovic, The Great Powers and The Balkans, 1875-1878, Cambridge Unv. Press, London 1939, s. 2; Karpat, a. g. m., ss. 351-352. 168 Bulgarların millî bilincinin oluşma süreçleri ve Bulgar isyanları için ayrıntılı olarak bkz. Mahir Aydın, Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına, Kitabevi, İstanbul 1996, ss. 17-124; Ayrıca bkz. Bilâl N. Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, Belgeler, C. II, TTK. Yay., Ankara 1989, ss. XXXI-XXXIV, ss. XXXVIII-XLIII ve ss. LXI-LXXXVI; Castellan, a. g. e., ss. 323-328; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 83-98; Stojanovic, a. g. e., s. 4; C-B Jelavich, a. g. e., ss. 128-140. almıştır. 1868 yılında bu iki eyaletin aynı kişiyi prens seçmeleri sonucunda Fransa’nın da büyük desteğiyle, Romanya adı altında birleştirilmişlerdir. Romanya’nın millî menfaatleri, diğer Balkanlı devletlerle benzerlik taşımamış, fakat coğrafî konumu onlarla işbirliği yapmasını zorunlu kılmıştır169. Karadağ ismen Osmanlı idaresi altında olmasına karşın dahilî bir özerkliğe sahip olmuştur. Sırbistan ile çok yakın hatta ayrılmaz ilişkilere sahip bu devlet, XIX. yüzyılda defalarca isyan etmiş ve gerektiğinde Osmanlı Devleti ile bir savaşa girişmekten kaçınmamıştır170. Balkan ulusları arasında Osmanlı idaresine karşı ilk ayaklanan Sırplar, soydaşlarının bağımsızlığa kavuşmasını ve bunun için de mücadele etmeyi tarihî bir görev olarak algılamışlardır. Sırbistan, Balkan halklarının bağımsızlıklarını ancak birlikte hareket ettikleri takdirde kazanabileceklerini düşünmüş ve çabalarını, birbirinden ayrı gelişen millî hareketleri birleştirerek Osmanlı Devleti’ne karşı genel bir savaş organize etmek üzerine yoğunlaştırmıştır. Bu amaçla 1860’ların sonunda Sırbistan, Yunanistan, Karadağ, Romanya ve Bulgar İhtilâl komitesi arasında bir Balkan ittifakı kurmuştur171. Bununla birlikte Balkanlı uluslar, gerek bağımsızlıkları için mücadelelerinde gerekse bağımsızlıklarını elde ettikten sonra sahip oldukları bölgesel genişleme arzularında yalnız Türkiye’yi değil, Osmanlı Devleti’nin bekasında ya da taksiminde bir çıkarı bulunan Avrupalı Büyük Güçleri de hesaba katmak zorunda kalmışlardır172. 2-) Rusya ve Panslavizm Tatarlar ve Lehler ile olan uzun mücadelelerinden sonra Büyük Petro idaresindeki Rusya, İslâm’a karşı Habsburgların liderliğinde Avrupa’nın güvenliği için oluşturulmuş “Kutsal İttifak”a katılmıştır. XVIII. yüzyılda Avusturya ile ittifak halinde Osmanlılara 169 Stojanovic, a. g. e., s. 4; Shaw, a. g. e., ss. 181-182; Glenny, a. g. e., ss. 73-75; Castellan, a. g. e., ss. 294-295; A. H. Ongunsu, “Abdülaziz”, İA, C. 1, İstanbul 1965, s. 58; Karpat, a. g. m., s. 361; Karal, a. g. e., C. VI, ss. 42-63; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 7-13. 170 Stojanovic, a. g. e., ss. 4-5; Karal, a. g. e., C. VI, ss. 70-75; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 3-6. 171 Stojanovic, a. g. e., ss. 5-6; Stavrianos, a. g. e., ss. 394-396. karşı savaşlara giren Rusya, Büyük Petro ile başlayan Batılılaşma faaliyetleri neticesinde giderek güç kazanmış ve Avrupa’nın doğusunda önemli bir “güç” haline gelmiştir. 1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile neticelenmiştir173. Bu antlaşma Osmanlı ve Rusya tarihleri için olduğu kadar aynı zamanda dünya tarihinde de bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Zira Rusya, takip eden yüzyılda Osmanlı Devleti’nin en tehlikeli ve en ciddî rakibi olacaktır. Bu rakibin tek düşüncesi, Osmanlı Devleti’ni tasfiye etmek suretiyle onun yerini almak şeklinde özetlenebilir. Rusya’nın tüm çabalarına rağmen Avrupa güç dengeleri, Osmanlı Devleti’nin bir yüzyıldan biraz daha fazla bir süre ayakta kalmasına müsaade etmiştir. 1875 yılında başlayan Balkan karışıklıklarının arkasındaki önemli bir faktör “Panslavizm” hareketidir. Bu hareket, Rusya tarafından kışkırtılmış ve Rus yayılmacılığının bir aleti haline getirilmiştir. “Panslavizm” terimi ile Rusya’nın liderliğinde bütün Slav kavimlerinin siyasî dayanışması ve ittifakını temine yönelik bir hareket kastedilmiştir. “Panslavizm”, Rus millî hedeflerinin önüne çıkan ülkelere yöneltilmiş, sistematik olmayan çeşitli ve çelişkili görüşler bütününe Avrupa’nın verdiği bir addır. Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti, bünyelerindeki Slav unsurlar sebebiyle bu hareketten en çok etkilenen ülkeler olmuşlardır. Panslavizm, başlangıçta bir kültür hareketi olarak belirmiş, fakat 1789 Fransız İhtilâli’nin ürünü olan milliyetçilik akımının Slavlar üzerinde tesirini göstermesiyle bu hareket, siyasî anlamlar da ifade etmeye başlamıştır. “Panslavizm”, 1856 Kırım Savaşı ile gücü budanan Rusya’nın işine bu tarihten sonra çok yaramış ve siyasî anlamda yoğun olarak kullanılmıştır. 1856 sonrasında Osmanlı Devleti’nin Avrupa bloku koruması altında olması, zaten askerî ve siyasî kudreti zedelenmiş Rusya’ya herhangi bir şekilde doğrudan harekete geçme imkânı tanımadığından, dolaylı bir müdahale aracı olarak “Panslavizm” Balkan ulusları üzerinde çok iyi bir hamle aracı olmuştur174. 172 Stojanovic, a. g. e., s. 6. Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi: Başlangıçtan 1917 Yılına Kadar, TTK Yay., Ankara 1993, ss. 252255 ve s. 290. 174 Panslavizm hakkında geniş bilgi için bkz. Akdes Nimet Kurat, “Panslavizm”, AÜDTCFD, 11/2-3-4, Ankara 1953, ss. 241-276; Ayrıca bkz. B. H. Sumner, Russia and The Balkans, 1870-1880, Clarendon Press, Oxford 1937, ss. 56-80; Kurat, a. g. e., ss. 332-334 ve ss. 343-344; A. J. Grant – Harold Temperley, Europe in the Nineteenth and Twentieth Centuries (1789-1950), Longmans, London 1959, ss. 173 3-) XIX. Yüzyılda “Büyük Güçler”in Balkanlara Yönelik Siyasetleri Osmanlı Devleti’nin bir gün ortadan kalkması durumunda, Balkanların akıbetinin ne olacağı Avrupa başkentlerinde sürekli olarak zihinleri kurcalamıştır. Büyük Güçler, bölgede patlak veren her krize, kendileri için olabildiğince fazla menfaat elde etme düşüncesiyle yaklaşmışlardır. Bu güçlerden bazen biri ya da diğeri bölgede çıkan isyanı desteklemiş, bazen ise çıkarları, statükonun devamından yana olmalarını gerektirmiştir. “Şark Meselesi”nin diplomasisi, Balkan halklarının isteklerine genelde aldırış edilmeden uygulanmıştır. XIX. yüzyılda “Büyük Güçler” altı devletten ibaret olmuştur: Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan, Almanya ve İtalya. Bu güçlerden bazıları Balkanlara olan ilgilerini açık bir şekilde belli etmişlerdir. Fakat bölgede bir kriz ortaya çıktığında, istisnasız bu devletlerden her biri, kendi millî güvenlikleri ve savunma ihtiyaçlarına göre hareket etmişlerdir. Büyük Güçlerin uzlaşmaya varabilmeleri, “denge”nin taktik değerine olan inançlarından ziyade önceden tahmini zor olan bir savaşın çıkma riski ve olasılığı karşısında gerçekleşmiştir. Aynı zamanda bu güçler, kendilerine tanıdıkları savaş ve barış meselelerini halletme hakkı olarak tanımlanan “Avrupa Uyumu” (Concert of Europe)175 dahilindeki konumlarını yitirme korkusuyla da uzlaşabilmişlerdir. Bu yıllarda Avrupa’nın fazlasıyla dikkatini çeken ve mahallî sebeplerden ötürü tekrar tekrar ortaya çıkan Balkan krizlerinde söz konusu güçlerin ürettikleri politikalar, genellikle gerçek adresini bulamamıştır. a-) Rusya Rusya’nın Balkan politikasının hedeflerinden biri bölgedeki Slav devletlerinin kontrol edilmesi olmuştur. Balkanlardaki Ortodoks Hıristiyanlara karşı Rus politikası 296-297; Kurat, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990, s. 75; Yuluğ Tekin Kurat, “XIX. Yüzyılda Rusya’nın Balkanlardaki Panslavizm ve Panortodoks Politikası Karşısında Osmanlı Diplomasisi”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999, s. 173 ve s. 175; Yuluğ Tekin Kurat, “1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nin Sebepleri”, Belleten, XXVI/103, Ankara 1962, ss. 570-572; İ. Halil Sedes, “18771878 Osmanlı Rus Savaşı”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 34, Aralık 1987, ss. 6566; Şimşir, a. g. e., ss. XXXIV-XXXVIII, ve ss. XLIII-XLVIII; Ülman, a. g. m., ss. 278-279; Karpat, a. g. m., s. 361; Tuncer, 19. Yüzyılda, s. 50; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 55-58; Armaoğlu, a. g. e., ss. 489-494. 175 Hüner Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, Ümit Yay., Ankara 1995, ss. 41-42. etnik, dinsel ve kültürel bağların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Diğer yandan St. Petersburg, diğer Avrupalı güçler karşısında daha etkili politikalar üretemeyip aciz kaldığında, Balkanlı dostlarını kaderlerine terk etmiştir. Balkan coğrafyasında otonom veya bağımsız Hıristiyan bir devlet ortaya çıktığında, Sırbistan’ın Avusturya nüfuzuna girmesi örneğinde olduğu gibi, Ruslar desteklerini Bulgaristan gibi Sırbistan’ın mahallî bir rakibine çevirmişlerdir. Bu yüzden Rus siyaseti, bölgede güvenilir ve alternatif bir tâbi devlet bulma ihtiyacı sebebiyle zorluklar yaşamıştır. Rusya, Romanya gibi Panslav bağları olmayan devletlere, üzerlerinde hakimiyet kurmak düşüncesiyle yaklaşmıştır176. Rusya’nın Balkan politikasının ikinci hedefi, Akdeniz’e açılma niyetlerini gündemde tutmak ve fırsat bulduğunda gerçekleştirmektir. Rusya, diğer devletlerin donanmalarının Karadeniz’e açılmalarına karşı çıkarken, yalnız savaş gemileri için değil ticarî deniz filoları için de Boğazlardan geçiş konusunda tam kontrole sahip olmak istemiştir. Ancak Rusya, ticarî gemilerin Karadeniz’de serbest dolaşımı konusunda diğer Avrupalı güçler karşısında, uzlaşmayı kabul etmek durumunda kalmıştır177. Balkanlara yönelik Rus politikasının üçüncü hedefi, ilk iki amacının bir birleşimidir. Bu da İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın tamamen fiziksel hakimi olmaktır. Buraların olası bir işgali, boğazlardan geçişi garantileyecek ve Balkanlı tâbi devletleri gereksiz kılacaktı. Öte yandan Osmanlı idaresindeki Balkan topraklarının bütünüyle paylaşımı, diğer güçler tarafından hiçbir zaman kabul edilemez bir fikir olmuştur. Bu fikir, 1807 yılında Rus Çarının Napolyon ile Tilsit görüşmesinde gündeme gelmiş, I. Dünya Savaşı esnasında tekrar canlanmıştır. Osmanlı hakimiyetindeki Balkan topraklarının sınırlı bir paylaşımı, özellikle Avusturya ile, Balkan görüşmelerinin esasını oluşturmuş, fakat bu görüşmeler hiçbir vakit somut bir sonuca ulaşamamıştır. Avrupalı hiçbir güç olası bir paylaşımda Ruslara arslan payını kaptırmaya niyetli değildi178. 176 Alan Bodger, “Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999, s. 88. 177 Mim Kemal Öke, “‘Şark Meselesi’ ve II. Abdülhamid’in Garp Politikaları (1876-1909)”, Osmanlı Araştırmaları, III, İstanbul 1982, s. 250; Ülman, a. g. m., s. 272; Bodger, a. g. m., s. 88 ve s. 90; Tuncer, 19. Yüzyılda, s. 98. 178 Bodger, a. g. m., s. 88; Öke, a. g. m., s. 250; Tuncer, a. g. e., s. 97. Rus yayılmacı siyasetine en büyük darbe, 1853-1856 Kırım Savaşı ile vurulmuştur. 1856 Paris Antlaşması, Rusya’nın o zamana dek Balkanlarda elde ettiklerinin çoğunu kaybettirmiştir. Rus savaş gemileri Karadeniz’de bulunmaktan men edilmiş ve bu deniz, bütün devletlerin ticarî gemilerine açılmıştır. Rusya, Balkanlardaki özel statüsünü kaybetmiş, diğer bütün Avrupalı Güçler, Balkan Hıristiyan devletlerinin garantörü haline gelmişlerdir. Kırım Savaşı’nı kaybetmek, Rusya’nın Avrupa’da dışlanmasına sebep olmuştur. 1856 yılından sonra Rusya, Paris Antlaşması’nın bu güç şartlarını değiştirmeye ve tam üye olarak “Avrupa Uyumu”ndaki statüsünü restore etmeye yönelik faaliyetler üzerinde yoğunlaşmıştır179. b-) İngiltere 1815-1878 döneminde ve hatta 1907’ye kadar İngiltere, Balkanlarda nüfuz tesisinde Rusya’nın en tutarlı rakibi olmuştur. İngiliz çıkarları, Osmanlı Devleti’ne değişken bir destek sağlamıştır. 1820’lerde Yunan İsyanı sırasında, “Yunanseverlik” ve Rus nüfuzunu engelleme düşüncesiyle Türklere karşı müdahalede bulunmuş, fakat 1853’de Rus gücünü engellemek üzere Osmanlı Devleti’nin yanında Rusya’ya karşı savaşa girmiştir. İngiltere’nin Balkanlara ilgisi, Doğu Akdeniz çıkarlarından türemiştir. İngiltere, Hindistan deniz yollarını güven altına almaya ihtiyaç duymuştur. Bu deniz yolları, bir zamanlar sadece ismen Osmanlı hakimiyetinde olan yerlerden geçmişti. Osmanlılar, aynı zamanda bu deniz rotası için bir tehdit oluşturamayacak kadar güçsüz bir durumdaydı. Fransa, Rusya veya Almanya zayıf Osmanlı Devleti üzerinde nüfuz kurar göründüğünde İngiliz siyaseti karşılarına çıkmakta gecikmemiştir180. Bununla birlikte İngiltere, Avrupa’daki en gelişmiş temsilî hükûmet sistemine sahip olup İngiliz kamuoyu da Balkanlar üzerinde hümanist bir ilgi göstermiştir. Londra kabineleri, Osmanlı idaresi, kötü yönetimi yüzünden Balkanlar’da isyana sebep oldukça kamuoyunun baskısına maruz kalmışlardır. İngiltere’nin stratejik ve hümanist ilgisi, 179 Teyfur Erdoğdu, “1856 Paris Kongresi-1878 Berlin Kongresi Arasında Osmanlı Dış Politikası”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999, s. 151; Ülman, a. g. m., s. 278; Ongunsu, a. g. m., s. 58; Karpat, a. g. m., s. 362; Tuncer, a. g. e., s. 51; Grant – Temperley, a. g. e., ss. 293-294, Kurat, a. g. e., ss. 74-75; Sedes, a. g. m., s. 64. 180 Öke, a. g. m., s. 250; Ülman, a. g. m., s. 273; Tuncer, a. g. e., s. 49 ve s. 100. Osmanlı Balkanları’nda Bâb-ı Âlî ile çatışmaya eğilimli olmuştur. 1876 yılında Türk düşmanlığıyla ünlü İngiliz Liberal Partisi’nin lideri William Gladstone, Balkan isyanını bastırırken Türklerin yaptığı sözde katliamı kınamak üzere “Bulgar Mezalimi ve Doğu Sorunu” adlı risaleyi yazdıktan sonra hiçbir İngiliz kabinesi Osmanlı Devleti’ne tam bir destek vermemiştir. 1853 yılında Balkanlarda büyüyen Rus nüfuzunu görmektense savaşa girmiş olan İngiltere, 1877-1878‘de Ruslar, Osmanlıları bozguna uğratıp İstanbul önlerine gelene kadar öylece hareketsiz ve duyarsız kalmıştır. Çünkü İngiliz liderler, Hindistan deniz yolları konusunda artık yeni bir politika belirlemişlerdi. Bunun bir sonucu olarak 1878’de İngiltere, Kıbrıs’ın kontrolünü eline almış, 1882’de Mısır ve Süveyş’i işgal etmiştir. Bundan sonra İngiltere’nin, Boğazlar üzerindeki Rus niyetlerine dikkat etme ve Yunanistan’ı kollama siyaseti dışında Balkan anakarasına müdahale etme düşüncesi söz konusu olmamıştır181. c-) Fransa Fransa, XVIII. yüzyılda İngiltere ile yaptığı savaşlar sonucunda dünyanın çeşitli köşelerinde bulunan sömürgelerini bu devlete kaptırmıştır. Bu kayıplardan sonra Fransa, gücünün dünyanın uzak köşelerine değil, ancak kendisine yakın olan bölgelere yettiğini kavramış ve bu sebeple Akdeniz havzasını kendisine nüfuz alanı olarak seçmişti182. İngiltere gibi Fransa’nın da Balkanlarda siyasî ve ekonomik çıkarları mevcut olmuştur. 1815 yılına gelindiğinde Fransa, Avrupa’daki siyasî ve askerî etkisini kaybetmiştir. Bu tarihten sonra, 1856 yılı akabindeki Rusya örneğinde olduğu gibi “Avrupa Uyumu”nda Fransız nüfuzunu tekrar kurmayı amaç edinmiş ve bu amaç Fransız politikasını diğer devletlerle işbirliği yapmaya sevk etmiştir183. 1800’lerde Fransız ekonomik çıkarları siyasî olanlardan daha ağır basmıştır. Fransa, Osmanlı ülkesinde 1600’lerdeki kapitülasyon antlaşmalarından başlayan ticarî 181 Ülman, a. g. m., s. 280; Şimşir, a. g. e., ss. LXXIX-CXXXIII; Tuncer, a. g. e., s. 70 ve s. 100; Kurat, a. g. m., s. 579. 182 Ülman, a. g. m., s. 272. 183 Armaoğlu, a. g. e., s. 285. imtiyazlara sahiptir. Fransa’nın en işlek limanı olan Marsilya yoğun bir şekilde Osmanlı hakimiyetindeki Doğu Akdeniz ile ticaret yapmaktadır184. 1820’lerde Fransa, kısmen ticarî çıkarlarını korumak, kısmen “Yunansever” sempati, kısmen bölgede muhtemel İngiliz-Rus ortak nüfuzunu önlemek ve kısmen de 1815 bozgunundan sonra dünya sahnesindeki yerini tekrar elde etme düşüncesiyle Yunan asileri namına İngiltere ve Rusya ile birlikte Osmanlı Devleti’ne karşı müdahaleye katılmıştır185. III. Napolyon idaresinde Fransa, milliyetçiliği destekleme politikası izlemiş ve bu da Balkanlardaki Osmanlı karşıtı ayaklanmaları desteklemek anlamını taşımıştır. Fransa, Romanya’ya karşı özel bir ilgi duymuştur. Pek çok Romen lider, Fransız eğitimi almıştır. Romen dilinin Latin kökenli oluşu, Romanya’yı Slav denizinde Latin kültürünün ileri bir karakolu yapmıştır. Bu kültürel bağlar, Romenlerin ülkesini Fransa’nın doğal ilgi alanı haline getirmiştir186. Fransız yatırımcılar, Balkan politikasında da rol oynamışlardır. 1875-1878 kriz ve savaş döneminde Osmanlı Devleti iflâs etmiştir. Fransız tahvil sahipleri böyle bir durumda potansiyel olarak en büyük kaybeden kitleyi oluşturmuştur. Bu sebeple Fransa, Türkiye’de muhafazakâr malî politikaların takipçisi olmuştur. Osmanlı devlet finansmanını denetleyen Duyun-ı Umumiye kurulduğu vakit burada Fransız yöneticiler önemli roller üstlenmişlerdir187. d-) Avusturya-Macaristan Bir zamanlar Avusturya, Osmanlı hakimiyeti için ana tehdit unsuru idi. Daha sonra Rusya, Avusturya’nın yerini almıştır. XIX. yüzyılda, önceki yüzyıllara göre Avusturya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı ilgisi farklı olmuştur. Balkanlar, Macaristan’a 184 Tuncer, a. g. e., s. 99. Armaoğlu, a. g. e., ss. 179-180. 186 Marriot, a. g. e., ss. 294-295; Erdoğdu, a. g. m., s. 165. 187 L. Bruce Fulton, “Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999, s. 165; Donald C. Blaisdell, Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa Malî Denetimi, çev. Ali İhsan Dalgıç, İstanbul 1979, ss. 12-13, s. 87, ss. 97-98 ve ss. 100-101. 185 komşu olduğundan Viyana, bölgede zayıf Osmanlılar yerine güçlü bir Rusya ya da Rus tesirindeki Sırbistan ve Bulgaristan gibi devletleri görmek istememiştir188. Osmanlı Devleti’ni yıkmaya ya da paylaşmaya yönelik plânlar, Osmanlı ülkesindeki etnik azınlıkların bağımsızlığı etrafında dönüp durmuştur. Avusturya da bir “milletler imparatorluğu” olduğundan, Osmanlı Devleti’ne uygulanacak plânlar, Habsburglar için de bir tehdit oluşturmaktaydı. Bu yüzden Avusturya’nın Balkanlara ilgisi Rusya’ya benzemiş olsa da Habsburg diplomatları Balkan arazisinin paylaşımı ve ilhakı konularında çok değişik sonuçlara varmışlardır. Avusturya, Batı Balkanları ekonomik kaynak ve potansiyel pazar olarak görmüştür. Adriyatik Denizi boyunca kıyıların kontrolü, Avusturya’nın dış ticareti için bir anahtar teşkil etmiştir. İmparatorluk, bölgenin düşman bir Büyük Gücün ya da büyüyen bir Balkan milletinin kontrolüne girmesine izin veremezdi189. Batı Balkanların paylaşımı ve ilhakı Rus ve Alman diplomatlarca sık sık Avusturya’ya teklif edilmiş bile olsa, ciddi bir seçenek olarak göz önüne alınmamıştır. Avusturya Almanları’nın ve 1867’den sonra Macarların, bölgenin Slavları ile hiçbir etnik ve din bağı yoktur. Avusturya’nın ekonomik zenginliği, Kuzey İtalya ve Bohemya gibi bölgelerde toplanmıştır. 1866’da Bismarck Prusyası’na yenilinceye kadar Viyana, Alman federasyonu dahilinde ekonomik ve siyasî liderliğini geliştirmeyi ummuştu. Balkanlardaki Slavlarla meskûn sahaları ilhak etmekte Avusturya için çok daha az oranda menfaat bulunmaktaydı190. 1866 yenilgisinden sonra Almanya, Orta Avrupa’nın lideri olmuştur. Bu durumda sadece Güneydoğu Avrupa, Viyana’nın güç denemeleri için bir harekât alanı olma seçeneği sunmuştur. Aynı zamanda 1867 yılında Macarlarla birleşme, Slav bölgeleriyle birleşmeyi daha az çekici kılmıştır. Macarlar, güçbela Macaristan nüfusunun %50’sini oluşturmuşlar ve daha fazla Slav veya Romen’i bir azınlık unsur olarak ülkeye katmaya 188 F. R. Bridge, “Habsburg Monarşisi ve Osmanlı İmparatorluğu, 1900-1918”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999, s. 36; Ülman, a. g. m., s. 272; Tuncer, a. g. e., s. 96. 189 Tuncer, a. g. e., s. 96; Kurat, a. g. m., s. 576. 190 Ülman, a. g. m., s. 281; Karal, a. g. e., C. VII, s. 77. ilgi duymamışlardır. Avusturya Almanları, zaten Slav kökenli Çeklerden yeterince şikâyet dinlemektedir. Hakim etnik grupların hiçbiri, Balkan arazisi ilhak etmek istememiştir. Stratejik nedenlerden ötürü Avusturya-Macaristan, 1878’den sonra BosnaHersek’i işgal etmiş ve yönetmiştir. Fakat üzerinden ancak 30 yıl geçtikten sonra kesin olarak burayı ilhak etmiştir191. Çok uluslu imparatorluğun hakimi olan Habsburg hanedanı, diğer bir çok uluslu imparatorluğu parçalayarak talihsiz bir örnek yaratmak istememiştir. Çünkü Avusturya, Balkanları zaptedemeyecek kadar güçsüzdür. Bu koşullar altında Osmanlı Devleti’nin siyasî varlığının devamından yana olmuştur. Ancak siyaseten Osmanlılar hakkındaki niyetleri ne kadar olumlu olursa olsun askerî zayıflıkları ve ülkedeki büyük Slav unsur sebebiyle Bâb-ı Âlî’yi destekleyebilecek herhangi bir harekete de girişemeyecek haldedir. Bu durum, Rus karşıtlığını ve Avusturya’nın 1853-1856 Kırım Savaşı’ndaki ve sonrasındaki Almanlarla olan ittifaklarını açıklamaktadır192. Avusturya, hakimiyetindeki Slav ve Romen azınlıklar için ciddi sorunlar doğuran Sırbistan ve Romanya gibi yeni türeyen devletlerin yaratılmasını önleyemeyecek kadar güçsüz bir haldedir. Viyana, irredentizm193 meselelerini boğmak için, siyasî ittifaklar ve ekonomik antlaşmalar yoluyla bu iki Balkan devletini kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Rus işgalinden korkan Bükreş, doğal olarak Avusturya ittifaklarını kabul etmiştir. Daha az düşmanı bulunan Sırbistan ise, Avusturya isteklerine karşı daha az boyun eğme dürtüsü göstermiştir. Sırpların Obrenoviç hanedanı, Avusturya karşıtlığının sembolü haline gelmiş dahilî rakibi Karayorgo hanedanına karşı Avusturya’nın desteğini kabul etmiştir194. 191 Shaw, a. g. e., s. 201; Tuncer, a. g. e., s. 69; Tuncer, a. g. e., s. 97; Karal, a. g. e., C. VII, s. 77. Ülman, a. g. m., s. 281; Bridge, a. g. m., ss. 36-37. 193 Kendi ulusundan olup yabancı hakimiyetinde yaşayanların kurtuluşunu amaçlayan siyasî akım. Kelime, XIX. yüzyılın son çeyreğinde İtalyan topraklarının yabancı idaresinden kurtarmayı hedefleyen İtalyan yurtseverlerine verilen “irredentista” adından türemiştir. İtalia irredenta, kurtarılmamış İtalya demektir. Aynı şekilde Graecia irredenta, kurtarılmamış Yunanistan’ı ifade etmektedir. Başlangıçta irredentizm, İtalyan’ın siyasî birliği hedefini ifade etmişken daha sonra Balkanlı milletler başta olmak üzere benzer siyasî amaçları güden devletlerin politikaları için de kullanılmaktadır. Bkz. Feridun Ergin, Uluslararası Politika Stratejileri, İÜ İktisat Fakültesi Yay., İstanbul ?. 194 Bridge, a. g. m., s. 37. 192 e-) İtalya 1859 yılına kadar birleşik bir İtalya ortada yoktur. Avusturya’ya karşı başarılı 1859 ve 1866 yıllarındaki savaşlardan sonra Piyemonte Krallığı, İtalyan yarımadasını birleştirerek yeni bir Büyük Gücü ortaya çıkarmıştır. Böylece İtalya, “Avrupa Uyumu”nun bir üyesi olurken, ekonomik ve askerî kudret bakımından diğer güçlerin en arkasında yer almıştır195. İtalya, kendi doğal nüfuz alanı olarak gördüğü Batı Balkanlarla, özellikle de Arnavutluk ile ilgilenmiş ve İtalyan liderler, bölgeyi Osmanlı hakimiyetinden koparma fırsatlarını gözlemişlerdir. Bu bölgede İtalya, Avusturya ile rekabet etmiştir. İtalyan azınlığın yaşadığı gerekçesiyle tüm Dalmaçya kıyılarını Avusturya’dan çekip alma hayali, söz konusu rekabeti keskinleştirmiştir. İtalya’nın Balkan ihtirasları yalnız Osmanlı Devleti için değil Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan için de bir tehdit oluşturmuştur. Bu devletler de, İtalyan ihtirasının hedefi olan bölgeleri ele geçirmeyi arzulamışlardır196. Genel olarak İtalya, hedefleri konusunda fırsatçı bir siyaset izlemiştir. 1878 yılına dek İtalya, Balkanların herhangi bir yerini ele geçiremeyecek kadar güçsüz bir haldedir. Ancak 1911-1912 yıllarına gelindiğinde 12 Ada’yı işgal edebilecek bir güce ulaşabilmiştir197. f-) Almanya Almanya, İtalya gibi “Büyük Güç” statüsüne sonradan ulaşmıştır. Prusya Krallığı, Avrupa’da mühim bir mevkiiye sahipti ancak gerçek anlamda bir güç olarak ortaya çıkışı, 1871 yılında Bismarck’ın Alman Birliği’ni kurmasından sonra mümkün olmuştur198. 195 196 Armaoğlu, a. g. e., ss. 296-297 ve s. 299. R. J. Bosworth, “İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999, ss. 65-66 ve s. 74. 197 Bosworth, a. g. m., s. 61. 198 Armaoğlu, a. g. e., s. 326. Askerî ve ekonomik kudreti İtalya’dan çok daha fazla olmasına rağmen Almanya’nın Balkanlarla doğrudan bir ilgisi bulunmamıştır. Bismarck, bölge hakkındaki düşüncesini “Hiçbir Pomeranya askerinin kemiklerine değmez” sözleriyle açıklamıştır. Yeni Alman İmparatorluğu için Balkanlar, yalnız ekonomik bir çıkış noktası olarak ilgi görmüştür. Dahası Almanya’nın güçlü ittifakların başına geçerek Avrupa kıtasına uzun vadede hakim olma çabalarında bir sorun kaynağı olarak algılanmıştır. 1866’da Avusturya’yı yendikten sonra Bismarck, bu devletle aralarında anlaşmazlık konusu kalmadığından Avusturya-Macaristan’ı ittifak sisteminin köşe taşı yapmıştır. Almanya, Habsburg sadakatinin sürmesini temin için Balkan mevzularında Avusturya’yı desteklemiştir. 1890’lardan sonra Berlin’in Balkan politikası Avusturya’yı desteklemekle, Osmanlı ülkesindeki ekonomik ve askerî yatırımlarının bir karışımı olmuştur 199. 4-) 1875 Balkan Krizi 1875 Balkan krizi, Hersek’te çıkan ayaklanma ile başlamıştır. Bosna’ya bağlı bir sancak olan Hersek, Sırbistan ve Karadağ gibi iki Slav devletine komşu bulunmaktaydı. Ahalisinin çoğunluğu Hıristiyanlardan oluşmakta fakat Müslümanlar ekonomik ve sosyal bakımdan üstün konumdaydılar. Tarım arazilerini oluşturan çiftlikler, Müslümanların mülkiyetindeydi ve Hıristiyanlar, buraları icar usûlü ile işlemekteydiler. Toprak sahibi Müslüman ağalar ile toprağı işleyen Hıristiyan ahali arasındaki münasebetler, Osmanlı vergi sisteminin bozulması ve bu durumun vergi toplayan mültezimlerce suistimal edilmesiyle gerginleşmiştir200. 199 Yavuz Özgüldür, Türk-Alman İlişkileri (1923-1945), ATASE Yay., Ankara 1993, ss. 7-9; F.A.K. Yasamee, “Ottoman Diplomacy in the Era of Abdülhamid II (1878-1908)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999, s. 228; İlber Ortaylı, “Ottoman Diplomacy in the Era of Abdülhamid II (1878-1908)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999, s. 216; İ. Halil Sedes, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (III)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 35, Ocak 1988, s. 66; Ülman, a. g. m., s. 281; Kurat, a. g. m., s. 577. 200 F. A. K. Yasamee, Ottoman Diplomacy: Abdülhamid II and the Great Powers, 1878-1888, The Isis Press, İstanbul 1996, s. 13; Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü: Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir Deneme, AÜSBF Yay., Ankara 1987, s. 156; Sumner, a. g. e., ss. 137-142; Stojanovic, a. g. 1875 yılı Haziranında Hersek’e bağlı Nevesin kazası Hıristiyanlarının bir kısmı “ağnam” vergisini vermemek için komşu Karadağ’a sığınmışlar ve Karadağ prensi de meseleye Rusya’yı karıştırınca bu basit Hersek ayaklanması, bir Avrupa meselesi haline gelmiştir. Kısa sürede genişleyen bu ayaklanma, Panslavizm tesirindeki Slavlarda büyük heyecan uyandırmıştır. Osmanlı kuvvetleri, dağlık arazide gerilla savaşı yapan asilerle baş edemeyerek bir türlü ayaklanmayı bastıramamıştır. Bunun üzerine Avrupa devletlerinin isteği üzerine Bâb-ı Âlî, Server Paşa’yı asilerin dileklerini öğrenmek üzere Hersek’e göndermiştir. Avusturya, Rusya ve Almanya konsolosları da asilerle görüşmüşler, fakat bir sonuç alamamışlardır. Asiler, Bosna-Hersek’in bir Hıristiyan vali yönetiminde Osmanlı Devleti’ne bağlı bir şekilde özerk olmasını ve bu istekleri gerçekleşinceye kadar da büyük devletlerin garantisini talep etmişlerdir. Talepleri kabul edilmeyince meseleyi bir Slav ihtilâli haline dönüştürmek için ayaklanmayı genişletmişlerdir201. Bütün bunlar yaşanırken Bulgarlar da hareketlenmeye başlamışlardı. Osmanlı Devleti, 2 Ekim 1875 tarihinde “Adalet Fermanı” adını alan bir irade yayınlayarak Hıristiyanlara yeni hak ve imtiyazlar tanımayı öngörmüştür. Rusya ve Almanya bu fermana itibar etmemişlerdir. Balkanlardaki bu karışıklıklardan en az Osmanlı Devleti kadar rahatsız olan Avusturya, Almanya ve Rusya nezdinde harekete geçmiştir. Avusturya Başbakanı Andrassy, bir reform programı hazırlamıştır. “Andrassy Notası” adını alan bu program, 30 Aralık 1875 tarihinde Osmanlı Devleti’ne tebliğ edilmiştir. İngiltere bu programa itiraz etmemiş, sadece Bâb-ı Âlî’ye bir az süre tanınmasını, eğer İstanbul tarafından bu nota reddedilirse de, ilgili devletlerin Osmanlı Devleti’ne yapacakları baskıları onaylamayacağını ima etmiştir. Fransa ve İtalya ise bu notayı e., ss. 12-27; Stavrianos, a. g. e., ss. 397-399; Marriot, a. g. e., ss. 318-321; Shaw, a. g. e., s. 200; Anderson, a. g. e., ss. 178-179; Mantran, a. g. e., s. 129; Ongunsu, a. g. m., s. 58; Karpat, a. g. m., s. 363; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 72-74; C-B Jelavich, a. g. e., s. 144. 201 Mahmud Celâleddin Paşa, Mir‘at-ı Hakîkat, haz. İsmet Miroğlu, Berekât Yay., İstanbul 1983, ss. 5162; İsmail Hakkı Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 4, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1972, ss. 246-249; Baltalı, Kemal, “1875 Hersek Ayaklanmasının Uluslararası Bir Nitelik Kazanması”, Belleten, LI/199, Ankara 1988, s. 205; Sumner, a. g. e., ss. 142-143; Marriot, a. g. e., s. 322; Shaw, a. g. e., s. 201; Karpat, a. g. m., s. 362; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 74-76 ve s. 79; Armaoğlu, a. g. e., ss. 495496; Kurat, a. g. m., s. 569; Kurat, a. g. e., s. 79; Sedes, a. g. m., S. 34, s. 66; Kurat, Rusya Tarihi, s. 354. kabul etmişlerdir. “Andrassy Notası”202, bir özerkliği değil, bir takım mahallî yetkilerin genişletilmesini ve ilâve tedbirleri öngörmüştü. Bâb-ı Âlî, 11 Şubat 1876 tarihinde verdiği cevapta vergilerin yerinde harcanması maddesi haricinde notayı kabul ettiğini açıklamış ve 13 Şubat 1876 Fermanı’nı yayınlamıştır203. Asiler, gerek “Andrassy Notası”na gerekse 13 Şubat Fermanı’na itibar etmeyerek ayaklanmaya devam etmişlerdir. Bu sırada Sırbistan silahlanmaya başlamış ve Karadağ ile ittifak yapmıştır. “Andrassy Notası”nın başarısız olması insiyatifi Rusya’ya geçirmiştir. Bunun bir sonucu olarak statükonun korunması taraftarı olan Avusturya, politikasını değiştirerek ayaklanan bölgeleri kendi kontrolüne almaya karar vermiştir. Bu politika Avusturya’yı Rusya ile beraber hareket etmeye sevk etmiştir204. Osmanlı Devleti’nin Hersek ayaklanması ile başa çıkamamış olması Balkanların diğer halklarını da derinden etkilemiştir. 1876 yılı Mayıs ayında Bulgar isyanı başlamıştır. Gerçek bir savaş halini alan bu isyan, Osmanlı Devleti tarafından bastırılmıştır. Ancak hemen arkasından “Selânik Olayı” yaşanmış, Fransız ve Alman diplomatların öldürülmesi, Avrupa kamuoyunu heyecanlandırmıştır. Rus Şansölyesi ve Dışişleri Bakanı Prens Gorçakof, Berlin’e giderek Osmanlı Devleti’ne baskı yapılması konusunda Bismarck’ı ikna etmiştir. Yapılan görüşmelere Avusturya da katılmıştır. Bu görüşmelerin sonunda “Berlin Memorandumu”205 adını alan ve 13 Mayıs 1876 tarihinde Osmanlı Devleti’ne tebliğ edilen belge ortaya çıkmıştır. Ültimatom niteliğindeki bu belgede, alınması istenen tedbirler yerine getirilmezse başka hareketlere de başvurulacağı yolunda Bâb-ı Âlî’ye bir tehdit savrulmuştur. Bu belgeye, Fransa ve İtalya da önce iştirak etmişler, fakat İngiltere, belgeyi onaylamayınca desteklerini çekmişlerdir. İngiltere, Rusya liderliğinde “Üç İmparatorlar Ligi”nin Osmanlı Devleti’ni 202 Andrassy Notası hakkında geniş bilgi için bkz. David Harris, A Diplomatic History of the Balkan Crisis of 1875-1878: The First Year, Archon Books, California 1969, ss. 132-287. 203 Stojanovic, a. g. e., ss. 28-56; Sumner, a. g. e., ss. 151-153; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 7176; Yasamee, a. g. e., s. 14; Stavrianos, a. g. e., s. 400; Baltalı, a. g. m., ss.206-207; Kurat, a. g. m., ss. 577-578; Danişmend, a. g. e., ss. 250-251; Shaw, a. g. e., ss. 201-202; Marriot, a. g. e., ss. 322-324; Anderson, a. g. e., s. 182; Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyasî Tarih Metinleri, C. 1 (Osmanlı İmparatorluğu Antlaşmaları), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yay., Ankara 1953, s. 374; Mantran, a. g. e., s. 130; Ongunsu, a. g. m., s. 58; Tuncer, a. g. e., s. 69; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 80-82; Armaoğlu, a. g. e., ss. 497-499; C-B Jelavich, a. g. e., s. 147; Sedes, a. g. m., s. 66. 204 Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 77-80; Tuncer, a. g. e., s. 70; Armaoğlu, a. g. e., s. 500. tasfiye edeceğinden endişe etmiştir. İngiltere’nin “Berlin Memorandumu”na karşı çıkışı İstanbul çevrelerinde İngilizlerin Osmanlı tarafında olduğu izlenimine kapılmalarına sebep olmuştur206. Yaşanan tüm bu sıkıntılar Osmanlı ülkesinde büyük heyecan uyandırmıştır. Bu sırada 31 Mayıs 1876 tarihinde Abdülaziz tahtından indirilmiş, V. Murad tahta geçirilmiştir. Bu durum Sırbistan ve Karadağ’ı cesaretlendirmiş, silahlanmalarını arttırmışlardır. Bâb-ı Âli, 9 Haziran 1876 tarihinde bu devletlere bir nota vererek silahlanmanın sebebini sormuş, Rus desteğine güvenen Sırbistan ise verdiği cevapta Hersek’te ahalinin Slav olması sebebiyle Osmanlı askeri yerine Sırp askerî kontrolünün kurulmasını teklif etmiştir. Teklifinin reddedilmesi üzerine Sırbistan 1 Temmuz’da, arkasından da Karadağ 2 Temmuz’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmiştir207. Rusya’da heyecan uyandıran bu olay Avusturya’yı endişeye sevk etmiştir. Çünkü hem Balkanların statükosu bozulacak hem de sınırlarının yanı başında Slav tehlikesi büyüyecekti. Rusya da Avusturya’nın endişelerini bildiği ve Osmanlı Devleti yanında hareket etmesinden çekindiği için çareyi Avusturya ile uzlaşmakta bulmuştur. 8 Temmuz 1876 tarihinde her iki devletin imparatoru, Reichstadt kentinde bir araya gelerek sözlü olarak Balkanları paylaşmışlardır208. Sırplar ve Karadağlılar, Osmanlı orduları karşısında hezimete uğrayınca başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletleri Osmanlı Devleti’ni mütarekeye zorlamıştır. Osmanlıların, Sırbistan ve Karadağ için belirlediği mütareke şartları Büyük Güçler 205 Berlin Memorandumu hakkında ayrıntılı olarak bkz. Harris, a. g. e., ss. 288-376. Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 81-91; Stavrianos, a. g. e., s. 400; Sumner, a. g. e., ss. 163-164; Marriot, a. g. e., s. 325; Shaw, a. g. e., ss. 203-205; Stojanovic, a. g. e., ss. 58-74; Anderson, a. g. e., s. 183; Baltalı, a. g. m., ss. 212-214; Kurat, a. g. m., s. 578; Danişmend, a. g. e., ss. 251-253 ve ss. 255-256; Mantran, a. g. e., s. 130; Ongunsu, a. g. m., s. 58; Erim, a. g. e., ss. 374-375; Karpat, a. g. m., s. 362; Tuncer, a. g. e., s. 70; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 98-101; Armaoğlu, a. g. e., ss. 501-502; Sedes, a. g. m., S. 35, s. 64; Şimşir, a. g. e., ss. LXXXVI-CXVII. 207 Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 101-116 ve 137-154; Marriot, a. g. e., s. 325; Shaw, a. g. e., s. 209; Stojanovic, a. g. e., ss. 183-208; Anderson, a. g. e., ss. 184-185; Danişmend, a. g. e., ss. 256-283; Mantran, a. g. e., s. 133; Karpat, a. g. m., s. 362; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 108-109; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 14-16; Armaoğlu, a. g. e., ss. 503-505; Sedes, a. g. m., ss. 66-67; İ. Halil Sedes, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (IV)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 36, Şubat 1988, s. 69. 208 Sumner, a. g. e., ss. 174-176; Stavrianos, a. g. e., s. 404; Shaw, a. g. e., s. 209; Stojanovic, a. g. e., ss. 74-77; Anderson, a. g. e., s. 185; Kurat, a. g. m., ss. 580-581; Karpat, a. g. m., s. 362; Tuncer, a. g. e., s. 71; Karal, a. g. e., C. VIII, s. 18; Armaoğlu, a. g. e., ss. 505-506; C-B Jelavich, a. g. e., s. 147. 206 tarafından ağır bulunmuş ve hafifletilmesi istenmiştir. Sırp hezimeti, Rusya’da paniğe sebep olmuş, Mayıs ayındaki Bulgar isyanının, sözde şiddetle bastırılması ise İngiliz kamuoyunu Türkler aleyhine döndürmüştür. İngiltere, 21 Eylül tarihinde diğer güçlerin de onayını alarak Bâb-ı Âlî’ye yeni bir program ve mütareke şartları sunmuştur. Bu şartları Sırplar ve Karadağlılar kabul etmemişler, bu işe Avrupa’yı karıştırmak istemişlerdir. Bu sebeple 25 Eylül 1876 tarihinde Sırplar, tekrar savaşa başlamış fakat yine yenilgiye uğramışlardır. Bu sıralarda Ruslar da askerî hazırlıklara başlamışlardır. Rus elçisi İgnatyef, Bâb-ı Âlî’ye bir nota vererek savaşı durdurmasını istemiştir209. Bu arada İngiltere, Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda ıslahat yapması konusunda 4 Kasım tarihinde İstanbul’da bir konferans toplanmasına diğer devletleri ikna etmiştir. Bu konferansa 1856 Paris Antlaşması’nı imza eden devletler katılacaktı. Rusya, Osmanlı Devleti’nin İstanbul’daki bu konferansa katılmasına karşı çıkmıştır. İngiltere’nin önerisiyle önce Avrupalı güçler toplanarak alacakları kararları Osmanlı temsilcilerine bildirecekler ve sonra onlarla müzakere edeceklerdi. İngiltere, zorlayıcı kararlar alınması halinde, bu kararlara katılmayacağı konusunda Bâb-ı Âlî’ye teminat vermiştir210. Bu sırada V. Murad’ın aklî dengesinin bozuk olduğunun anlaşılması üzerine 31 Ağustos 1876 günü II. Abdülhamid, Osmanlı tahtına geçmiştir. 23 Aralık günü Tersane Konferansı başlarken Meşrutiyet ilân edilmiştir. Lâkin konferansa katılan delegeler tarafından meşrutiyet ilânı, diplomatik bir manevra olarak algılanmış ve soğuk karşılanmıştır. Tersane Konferansı’nda şaşırtıcı bir şekilde İngiltere verdiği teminata 209 Stojanovic, a. g. e., ss. 78-94; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 171-191; Mantran, a. g. e., s. 134; Erim, a. g. e., s. 376; Karpat, a. g. m., s. 363; Tuncer, a. g. e., s. 71; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 18-24; Armaoğlu, a. g. e., ss. 509-510; Danişmend, a. g. e., s. 291; Kurat, a. g. m., s. 582; Sedes, a. g. m., s. 70; Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 81. 210 İ. Halil Sedes, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (V)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 37, Mart 1988, s. 59; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 192-201; Palmer, a. g. e., s. 162; Shaw, a. g. e., s. 218; Stojanovic, a. g. e., ss. 95-131; Anderson, a. g. e., s. 190; Tuncer, a. g. e., s. 71; Armaoğlu, a. g. e., s. 511; Kurat, a. g. e., s. 81. rağmen Ruslarla benzer fikirleri ileri sürmüştür. 20 Ocak 1877 tarihinde Osmanlı Devleti, konferans tekliflerini reddetmiştir211. Savaş ihtimali kaçınılmaz olarak ortaya çıktığında Rusya ve Avusturya, Peşte Antlaşması ile Balkanlardaki niyetlerini yazılı olarak belirlemişlerdir. Buna göre Avusturya-Macaristan Bosna-Hersek’i almış, karşılığında ise Rusları Balkanlarda serbest bırakmıştır. Böylece Rusya, Almanya ve Avusturya’nın tarafsızlığını sağlamıştır212. 31 Mart 1877 tarihinde Londra’da altı devletin onayı ile “Londra Protokolü” kabul edilmiştir. İngiltere, Bâb-ı Âlî tarafından bu protokolün reddi halinde kendisini bu protokole bağlı saymayacağını bildirmiştir. Bundan cesaret alan Osmanlı Devleti 3 Nisan 1877 günü bu protokolü reddetmiştir. Bunun üzerine Rus Çarı, 12 Nisan’da ordularının sınırı geçme emrini vermiştir213. 5-) 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi İstanbul’daki Rus maslahatgüzarı, 23 Nisan tarihinde Bâb-ı Âlî’ye verdiği notayla Rusya’nın Osmanlı Devleti ile mevcut tüm diplomatik ilişkilerini kestiğini bildirmiştir. Aynı gün Gorçakof, St. Petersburg’daki Osmanlı sefirine savaş halinde olduklarını 211 Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 159-163 ve ss. 206-220; A. H. Ongunsu, “ Abdülhamid II”, İA, C. 1, İstanbul 1965, s. 76; Sumner, a. g. e., ss. 229-254; Stojanovic, a. g. e., ss. 132-144; Kemal Beydilli, “Balkanlar’da Dönüm Noktası: 93 Bozgunu ve Sonrası”, Berlin Antlaşması’ndan Günümüze Balkanlar, 10 Mayıs 1997, derl. Mustafa Bereketli, Rumeli Vakfı Kültür Yay., İstanbul 1999, s. 28; Yasamee, a. g. e., s. 16; Ülman, a. g. m., s. 282; Stavrianos, a. g. e., ss. 405-406; Marriot, a. g. e., ss. 332-333; Anderson, a. g. e., s. 191; Armaoğlu, a. g. e., ss. 514-513; Danişmend, a. g. e., ss. 291-296; Mantran, a. g. e., s. 135; Palmer, a. g. e., s. 164; Erim, a. g. e., s. 376; Karpat, a. g. m., ss. 363-364; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 2834; C-B Jelavich, a. g. e., s. 148; Kurat, a. g. e., ss. 81-82; Sedes, a. g. m., ss. 59-61; Kurat, Rusya Tarihi, s. 354; İ. Halil Sedes, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (VI)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 41, Temmuz 1988, s. 61; Şimşir, a. g. e., ss. CXXXVIII-CLXI. 212 Sander, a. g. e., s. 158; Anderson, a. g. e., ss. 193-194; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 37-38; Armaoğlu, a. g. e., s. 515; Kurat, a. g. m., s. 590. 213 Sumner, a. g. e., ss. 255-271; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 258-272; Marriot, a. g. e., ss. 333334; Stavrianos, a. g. e., s. 406; Yasamee, a. g. e., s. 17; Palmer, a. g. e., s. 166; Erim, a. g. e., s. 377; Karpat, a. g. m., s. 364; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 39-40; Armaoğlu, a. g. e., s. 516; Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 82; İ. Halil Sedes, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (VII)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 42, Ağustos 1988, ss. 55-58; Şimşir, a. g. e., s. CLXI. bildirmiştir. Böylece resmen başlayan 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi214 üzerine Osmanlı Devleti, 1856 Paris Antlaşması gereğince bu antlaşmada imzası bulunan devletlerin aracılığını talep etmişse de bir netice alamamıştır. İngiltere, savaş karşısında Rusya’ya bir nota vererek tarafsızlığını ilân etmiştir. Avusturya-Macaristan da benzer tutumu takınmıştır215. Rus askerî plânına göre Tuna nehri aşılarak Edirne üzerine bir harekât öngörülmüştür. Bu plâna uygun bir şekilde Rusya, 16 Nisan tarihinde Osmanlı Devleti’ne bağlı Romanya prensliği ile anlaşarak Tuna’yı aşmıştır. 22 Mayıs tarihinde Romanya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilân ederek Rusya’nın yanında yer almıştır. Savaşın başlamasıyla birlikte Sırbistan ve Karadağ da Osmanlı topraklarına saldırmışlardır216. Bundan önceki Türk-Rus savaşlarında da âdet olduğu üzere savaş, Rumeli217 ve Kafkaslar olmak üzere iki cephede cereyan etmiştir. Rus ilerlemesi Plevne’de Gazi Osman Paşa tarafından durdurulmuştur218. Lâkin birkaç aylık kuşatmadan sonra 10 Aralık tarihinde Plevne’deki Osmanlı askeri teslim olmak zorunda kalmıştır. Kafkas cephesinde ise saldırıya geçen Ruslar Kağızman, Ardahan ve Beyazıt’ı ele geçirmişler, Kars’ı kuşatmışlardı. Kafkas cephesi komutanı Ahmet Muhtar Paşa, Kars şehrini 214 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nin eleştirisi için bkz. Kaçırılan Fırsatlar: 1877 Osmanlı-Rus Savaşı Hakkında Eleştiriler ve Askerî Düşünceler, ATASE Yay., Ankara 1997. 215 Stojanovic, a. g. e., s. 151; Yasamee, a. g. e., s. 17; Marriot, a. g. e., s. 334; Mantran, a. g. e., s. 138; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 40-41; Danişmend, a. g. e., ss. 299-300; Armaoğlu, a. g. e., s. 516; C-B Jelavich, a. g. e., s. 148 ve s. 150. 216 Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 322-326; Yasamee, a. g. e., s. 17; Shaw, a. g. e., s. 229; Marriot, a. g. e., ss. 334-335; Anderson, a. g. e., s. 194; Danişmend, a. g. e., ss. 300-308; Palmer, a. g. e., s. 166; Erim, a. g. e., s. 378; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 46-47; Armaoğlu, a. g. e., ss. 517-518; C-B Jelavich, a. g. e., s. 151; Kurat, a. g. e., s. 83. 217 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nin Rumeli’de cereyan eden safhaları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Hikmet H. Süer, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi Rumeli Cephesi, ATASE Yay., Ankara 1993. 218 Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 446-494; Ayrıca Plevne muharebeleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Albay Talat, Plevne Savunması, çev. Talat Yalazan, ATASE Yay., Ankara 1997; Ayrıca bkz. Ayşenur İslam– Ali Atalay, “Plevne Müdafaası”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 22, Aralık 1986, ss. 31-40; F. W. von Herbert, Plevne Müdafaası (Bir İngiliz Subayının Hatıraları), çev. Nurettin Artam, Yüksel Yay., İstanbul 1944; Enver Behnan Şapolyo, Gazi Osman Paşa ve Plevne Müdafaası, Türkiye Yay., Ankara 1959; Turhan Şahin, Öncesiyle ve Sonrasıyla 93 Harbi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1988; Nail Uçar, Gazi Osman Paşa ve Plevne, Orkun Yay., İstanbul 1978. kurtarmışsa da Kasım ayında Ruslar bu kenti ele geçirerek Erzurum üzerine yürümeye başlamışlardı219. Plevne’nin düşmesinden sonra Ruslar, Balkan dağlarını aşarak Edirne üzerine hareket etmişlerdir. Ruslar, 4 Ocak 1878 tarihinde Sofya’ya, 20 Ocak tarihinde de Edirne’ye girmişlerdir. Bu sırada Sırplar, Niş’i zaptetmişler ve Sofya’yı almış olan Ruslarla doğrudan temasa geçmişlerdi. Osmanlı Devleti, Rusların Edirne üzerine yürüdüğü sırada, 22 Ocak tarihinde, mütareke teklif etmek durumunda kalmıştır. Ruslar, mütareke için oldukça ağır şartlar ileri sürmüşlerdir. 31 Ocak tarihinde Edirne’de iki belge imzalanmıştır220. Birinci belge sulh tutanağı olup Ayastefanos Barışı’nın esasını oluşturmuştur. Diğer belge ise askerî anlamda bir mütareke sözleşmesidir221. Rusların Edirne’ye girmeleri ve İstanbul kapılarına dayanmaları İngiltere’yi heyecana sevk etmiştir. İngilizler, İstanbul’a bir donanma göndermeye karar vermiş bunun üzerine Ruslar da İstanbul’a asker sevkine kalkmışlardır. Bu kriz, Osmanlı Devleti’nin girişimleriyle giderilmiştir. Sonuçta Rusya, kuvvetlerini Çekmece önlerinde, İngilizler de donanmalarını Mudanya önlerinde bulunduracaklardı222. 219 Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 335-371, ss. 382-411 ve ss. 415-433; Yasamee, a. g. e., s. 17; Marriot, a. g. e., s. 335; Palmer, a. g. e., s. 166; Shaw, a. g. e., ss. 230-231; Anderson, a. g. e., ss. 196197; Mantran, a. g. e., s. 138; Erim, a. g. e., s. 378; Sander, a. g. e., s. 158; Karpat, a. g. m., s. 364; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 49-51 ve ss. 52-56; Armaoğlu, a. g. e., ss. 518-519; Kurat, a. g. e., ss. 83-84; Kurat, Rusya Tarihi, ss. 354-355. 220 Edirne Mütarekenamesi’nin şartları için bkz. Erim, a. g. e., ss. 381-385. 221 Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 500-553 ve ss. 563-568; Sumner, a. g. e., ss. 340-364; Türkgeldi, Ali Fuat, Mesâil-i Mühimme-i Siyasiyye, C. II, haz. Bekir Sıtkı Baykal, TTK Yay., Ankara 1957, ss. 42-45; Shaw, a. g. e., s. 231; Yasamee, a. g. e., s. 18; Marriot, a. g. e., ss. 335; Anderson, a. g. e., s. 198; Erim, a. g. e., s. 378; Danişmend, a. g. e., s. 309; Mantran, a. g. e., ss. 138-139; Palmer, a. g. e., s. 169; Tuncer, a. g. e., s. 73; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 51-52; Armaoğlu, a. g. e., ss. 519-520; Beydilli, a. g. m., s. 28; Kurat, a. g. e., s. 355; Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 84. 6-) Ayastefanos Antlaşması Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, temel ilkeleri daha Edirne’de kabul edilmiş olan barış antlaşması, 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos’ta imzalanmıştır223. 29 maddelik bu antlaşmaya göre Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlıklarını kazanmış ve toprakları genişletilmiştir. Bununla beraber, büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulması antlaşmada yer almıştır224. Ayastefanos Antlaşması, ön barış antlaşması olmaktan öteye gidememiştir. Başta İngiltere ve Avusturya’nın Rusya’nın “Şark Meselesi”ni tek taraflı olarak kendi açısından halletmesinden kaynaklanan rahatsızlıkları ve barışın ancak bir Avrupa kongresinde düzenlenebileceği yolundaki itirazları karşısında Rusya’nın da bu duruma razı olması Ayastefanos’u geçici bir barış antlaşması hüviyetine sokmuştur225. B-) 1875-1878 YILLARINDA BALKANLAR VE YUNANİSTAN 1-) XIX. Yüzyılda Yunanistan Yunanistan devleti kurulduktan sonra birtakım meselelerle uğraşmak zorunda kalmıştır. En başta ele alınması gereken sorun Yunan kamuoyuna hakim bulunan irredentizmdir. Yunanistan’ın kuzey sınırı, Golos-Narda körfezleri hattını izleyen 222 Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 554-561; Palmer, a. g. e., ss. 170-171; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 61-63; Armaoğlu, a. g. e., ss. 520-521; Kurat, a. g. e., s. 85. 223 Ayastefanos Antlaşması’nın şartları için bkz. Erim, a. g. e., ss. 387-400; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 575-581; Türkgeldi, a. g. e., ss. 45-56. 224 Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 569-574; J. H. Kramers, “Ayastefanos”, İA, C. 2, İstanbul 1961, s. 55; Stojanovic, a. g. e., ss. 209-233; Sumner, a. g. e., ss. 399-424; Marriot, a. g. e., ss. 335; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, C. 1 ksm. 1, TTK Yay., Ankara 1983, ss. 1-2; Shaw, a. g. e., ss. 235236; Ülman, a. g. m., s. 282; Armaoğlu, a. g. e., ss. 520-522; Anderson, a. g. e., ss. 201-204; Danişmend, a. g. e., ss. 311-312; Mantran, a. g. e., s. 140; Palmer, a. g. e., s. 172; Ongunsu, a. g. m., s. 77; Sander, a. g. e., s. 158; Karpat, a. g. m., s. 364; Tuncer, a. g. e., s. 73; Kurat, a. g. e., ss. 85-86; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 64-67; Yasamee, a. g. e., s. 18 ve ss. 55-56; Beydilli, a. g. m., ss. 28-29. Ayrıca İngiltere’nin İstanbul’daki meşhur “Büyük Elçi”si Lord Stratford Canning’in görüşleri için bkz. Stratford de Redcliffe, The Eastern Question, John Murray, Albarmarle Street, London 1881, ss. 38-44; Kurat, Rusya Tarihi, s. 355. 225 Armaoğlu, a. g. e., s. 523; Mantran, a. g. e., s. 141; Palmer, a. g. e., ss. 172-172; Sander, a. g. e., s. 158; Tuncer, a. g. e., s. 74; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 67-69; Grant – Temperley, a. g. e., ss. 302-303; Beydilli, a. g. m., ss. 29-30; Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 88. Osmanlı sınırıydı. Bu hudut ile yaklaşık 800.000 Yunanlı, krallık nüfusunu oluşturmuş, bunun üç katı bir Rum nüfus ise Osmanlı ülkesinde ve İngiltere idaresindeki Yedi Ada’da bulunmuş oluyordu. 1923 Lozan Antlaşmasına kadar olan yaklaşık bir asırlık süreçte yabancı hakimiyetindeki Rumların, yaşadıkları bölgeler ile birlikte yeni Yunan devletinin sınırları içine alınması, Yunanistan’ın enerjisini harcadığı en önemli sorunu teşkil etmiştir. Yunanistan’ın diğer ciddi bir problemi Büyük Güçlerin ülkedeki bölücü nüfuzlarıdır. Bu güçlerin birbiriyle çatışan menfaatleri ve politikaları Atina’yı üç müttefik gücün diplomatik merkezi haline getirmiştir. Bu şartlar altında diğer küçük devletler gibi Yunanistan’ın bağımsızlığı aslında sözde kalan bir durumdu. Yunanistan’da yaşanan bir başka sorun siyasî idi. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın monarşi tesisi yolundaki kararları ülkenin siyasî geleneğine ters düşmekteydi226. Genç Kral Otto’nun Bavyeralı naiplerinin ülkedeki icraatları halk arasında hoşnutsuzluklara sebep olmuştur. Başlangıçta kral naiplerine yönelen memnuniyetsizlik zamanla kralın şahsına yönelmiştir. Bu genel hoşnutsuzluk 1843 darbesini yaratmış, darbe sonucunda Bavyeralı hâmiler işbaşından uzaklaştırılmış ve 1844 yılında anayasa ilân edilerek ülke meşrutî monarşi haline gelmiştir227. İngiltere’nin, Kırım Savaşı’nda, Yunanistan’ın tarafsız kalması şartıyla 1815 yılından beri idaresinde bulunan İyon adalarını Yunanlılara devretme teklifi, Kral Otto tarafından reddedilmiştir. Bu durum zaten kraldan öteden beri memnun olmayan Yunan halkını kral aleyhine döndürmüştür. Artan muhalefet yüzünden 1862 yılında Nauplio’da bir isyan çıkmış, isyanların yayılmasıyla Kral Otto, Yunanistan’ı süresiz terk etmiştir. İki yıl kralsız kalan Yunanistan’a, büyük devletler sonunda, Danimarka krallık hanedanından Prens George’u, “Yorgo” adıyla ve “Elenlerin Kralı” sıfatıyla Yunan tahtına oturtmuşlardır228. 226 Stavrianos, a. g. e., ss. 292-293. Svoronos, a. g. e., ss. 54-55; Stavrianos, a. g. e., s. 293; Castellan, a. g. e., s. 348; Clogg, a. g. e., s. 71; La Gorce, a. g. e., ss. 322-325; Karal, a. g. e., C. VI, ss. 79-80; Jelavich, a. g. e., s. 263; Dakin, a. g. e., ss. 75-79; C-B Jelavich, a. g. e., ss. 75-76. 228 Svoronos, a. g. e., ss. 66-67; Dakin, a. g. e., ss. 87-96; Stavrianos, a. g. e., s. 295; Marriot, a. g. e., s. 370; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 33-34; Castellan, a. g. e., ss. 307-308; Clogg, a. g. e., ss. 78-79; La Gorce, a. g. e., ss. 335-343; Jelavich, a. g. e., s. 263; Kuran, a. g. m., s. 221; C-B Jelavich, a. g. e., ss. 81-82; Grant – Temperley, a. g. e., s. 220. 227 İngiltere, görünüşte yeni kralın şerefine, gerçekte ise Yunanistan’ı kendisine müteşekkir ve bağımlı kılmak için “Yedi Adalar Cumhuriyeti” diye adlandırılan İyon adalarını devretmiştir. Bu suretle Yunanistan’ın yüzölçümü 2.236 km2 daha genişlemiştir. 1867 yılında Kral, Rus Çarı’nın yeğeni ile evlenerek doğan çocuklarını Ortodoks olarak vaftiz ettirmiştir. Dış siyasî arenada iyi bir görüntü çizen Yunanistan, içeride ise 1863-1871 yılları arasında sık kabine değişiklikleri ile istikrarsız bir tablo sergilemiştir. Buna rağmen Kral Yorgo dönemi Yunanistan’ın en istikrarlı dönemidir. 1864 yılında yeni bir anayasa kabul edilerek seçim, basın, eğitim alanlarında halka geniş hak ve özgürlükler sağlanmış, bir dereceye kadar ülkenin temel sorunlarından biri olan rüşvete engel olunabilmiştir229. 2-) XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti ve Yunanistan İlişkileri Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkileri başlatmak yolundaki ilk hamle Yunanistan’dan gelmiştir. 1834 yılında Yunanlı diplomat Zografos İstanbul’a gönderilmiştir. Yunanistan ile bir ticaret sözleşmesinin imzalanmasından sonra 1840 yılında Kostaki Musurus Efendi, Atina’ya Orta Elçi olarak atanmıştır. Bu suretle başlayan diplomatik ilişkiler takip eden yüzyıl boyunca inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir230. Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne karşı izlediği irredentist siyasetin, Tanzimat Dönemi’nde Ege adaları, Girit, İşkodra, Yanya ve Selânik bölgelerine yönelik olduğu görülmektedir. Bu bölgelerde propaganda ve siyasî örgütlenmeler vasıtasıyla faaliyetlerde bulunmaya başlamış, Balkanlardaki diğer etnik unsurlarla da çatışmakta 229 İlber Ortaylı, “Tanzimat Döneminde Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986; s. 164; Cengiz Orhonlu, “Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne Karşı Takip Ettiği Siyaset (1866-1885)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, I/6, Haziran 1980, s. 5; Beria Remzi Özoran, “Tesalya Savaşı”, Türk Kültürü, TKAE Yay., S. 110, Aralık 1971, s. 101; Svoronos, a. g. e., ss. 67-68; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 35-36; Dakin, a. g. e., ss. 100-103; Marriot, a. g. e., ss. 372; Castellan, a. g. e., ss. 345-346; Clogg, a. g. e., ss. 80-82; Gürel, a. g. e., s. 31; Binark, a. g. e., s. 18; Şahin, a. g. e., ss. 206-207; Kuran, a. g. m., s. 221; C-B Jelavich, a. g. e., s. 82; La Gorce, a. g. e., ss.341-344; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 18; Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 18; TürkYunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 41; Sonyel, a. g. e., s. 186; Kocabaş, a. g. e., s. 91. 230 Ortaylı, a. g. m., s. 166; Kuran, a. g. m., s. 219. gecikmemiştir. Yunanistan’ın sürekli olarak Osmanlı vatandaşı Rumları ayaklanmaya kışkırtması, Osmanlı sınırını geçen Yunan çeteleriyle yaşanan muharebe ve çatışmalar dönemin karakteristik özellikleridir231. Yunanistan’da görülen eşkıyalık, yüzyıllardan beri süregelen bir geleneğin ürünüdür. Ülkede Osmanlı idaresi zamanında da etkili olan eşkıyalık faaliyetleri, Osmanlılar tarafından “martolos” teşkilâtının kurulmasıyla giderilmek istenmiş, fakat bu teşkilâtın üyeleri de fırsat buldukça haydutluk yapmaktan geri kalmamışlardı. 1821 Yunan isyanında aktif olarak yer almaları onlara millî bir hava vermiş, başkanları bağımsızlık sonrasında da ülke yönetiminde etkili olmuşlardır. Bu eşkıyalar, aynı zamanda Yunan devletini de rahatsız eden bir iç sorun kaynağı oluşturmuştur. Yunan hükûmetlerinin eşkıyalıkla mücadelelerine rağmen pek başarılı oldukları söylenemez. Eşkıyalar yeri geldikçe Yunanistan’ın millî hedefleri doğrultusunda kullanılmışlardır. Bu çeteler, Yunanistan için Girit isyanlarında ya da Tesalya, Epir ve Makedonya’da dolaylı olarak kullanılan bir gerilla gücünü teşkil etmişlerdir. Yunanistan’ın dış meselelerinde aktif olarak kullandığı bu eşkıyalar, ne var ki barış zamanlarında Yunan iç güvenliğini tehdit etmişlerdir. İki ucu ateşten bir değnek misali Yunan eşkıyalığı, hem kendisini yakmış hem de başta Osmanlı Devleti olmak üzere diğer Balkanlı unsurları yakmıştır232. Yunanlılar, “Büyük Güçler” arasındaki çekişmelerden, kendi menfaatleri için yararlanma yolundan geri kalmamışlardır. Yunanistan, 1853 yılında başlayan Kırım Savaşı’nda Rusya ile Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya gelmesini Tesalya ve Epir üzerindeki emelleri bakımından bir fırsat olarak görmüştür. Yunanlılar, Rusya’yı desteklediklerini açıklamış, hatta bazı Yunanlı gönüllüler Kırım’da bizzat savaşa dahi katılmışlardır. Tesalya ve Epir’deki Rumlara silah, mühimmat ve ajanlar gönderilmiş, Yunan çetecileri sınırı geçerek buralarda faaliyetlerde bulunmuşlardır. Kısa zamanda 231 Ortaylı, a. g. m., s. 168. Yunanistan’da eşkıyalığın sebepleri, gelişimi ve irredentizm yolunda kullanılmaları hakkında ayrıntılı olarak bkz. John S. Koliopoulos., Brigands with a Cause: Brigands and Irredentism in Modern Greece, 1821-1912, Clarendon Press, Oxford 1987, ve yine aynı yazarın şu makalesine müracaat edilebilir: “Brigandage and Irredentism in Nineteenth Century Greece”, Modern Greece: Nationalism and Nationality, Atina 1990, ss. 67-102; Yunan eşkıyalığının farklı bir değerlendirmesi için bkz. La Gorce, a. g. e., ss. 362-376; Clogg, a. g. e., s. 86. 232 Yanya vilâyetini oluşturan Tesalya ve Epir’de isyanlar ve kargaşa hakim olmuştur. Ancak Yunanistan, bu savaşta İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldığını hesaplayamamış ve onların müdahalesiyle karşılaşmıştır. İngiliz ve Fransız donanmaları tarafından Pire ve Atina denizden ablukaya alınmış ve diplomatik kanallardan Yunanistan mağlup edilmiştir. Sınırdaş olduğu Yanya vilâyetindeki kışkırtıcı faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştır233. Bu dönem Osmanlı-Yunan ilişkilerinde Girit önemli bir yer işgal etmiştir. Yunanistan’da iç ve dış siyasî ortam karışık bir haldeyken Girit Rumları 1866 yılında Osmanlı yönetimine karşı isyân ederek Yunanistan ile birleşme düşüncesiyle adadaki Türkleri katletmişlerdir. Yunanistan’ın tam destek veremediği bu isyan, Osmanlı kuvvetlerince bastırılmıştır. Ancak 1868 yılında Rusya’nın kışkırtmasıyla çıkan ikinci isyan bu sefer büyük devletlerin araya girmesiyle büyümeden bastırılmış, ancak Osmanlı Devleti, Girit’e göreceli bir özerklik tanımak zorunda kalmıştır234. Girit meselesinde istediği neticeyi alamayan Yunan siyasî düşüncesi yeni bir şekil almıştır. 1856 Paris Antlaşması sonrasında Büyük Devletlerin Osmanlı Devleti’ni kollayan siyasetleri devam ederken Yunanistan “Megali İdea” hedeflerini elde edemeyeceğini anlamış ve 1871 yılından itibaren Bâb-ı Âlî ile çatışmaktan kaçınan bir politika izlemeye başlamıştır. Osmanlı yönetimi de buna olumlu karşılık vermekte gecikmemiştir. Londra’da 1871 yılı Ocak ayında Karadeniz meselesi hakkında bir konferans toplanmış, Yunan Başbakanı Kumunduros, eşkıyalığın önlenebilmesi için Osmanlı-Yunan sınırında bir takım düzenlemeler yapılmasını teklif etmişse de 233 Svoronos, a. g. e., ss. 57-58 ve ss. 69-70; Dakin, a. g. e., ss. 82-84; Stavrianos, a. g. e., ss. 294-295; Marriot, a. g. e., ss. 363-364; Castellan, a. g. e., s. 307; Clogg, a. g. e., ss. 74-75; Sonyel, a. g. e., s. 196; Sun, a. g. e., ss. 10-11; La Gorce, a. g. e., ss. 327-333; Kuran, a. g. m., s. 220; C-B Jelavich, a. g. e., ss. 78-79. 234 Ayşe Nükhet Adıyeke, Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı (1896-1908), TTK Yay. Ankara 2000, ss. 21-27; Erdoğan Yeğen, “XIX. Yüzyılın Son Çeyreğinde Girit Olayları ve Osmanlı-Yunan ve Büyük Devletlerin İlişkileri”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986, s. 278; Cemal Tukin, “Girit”, İA, C. 4, İstanbul 1964, s. 796-798; Dakin, a. g. e., ss. 118-120; Orhonlu, a. g. m., s. 6; Sumner, a. g. e., ss. 107108; Marriot, a. g. e., ss. 375-377; La Gorce, a. g. e., ss. 346-351; Sun, a. g. e., ss. 11-14; Hatipoğlu, a. g. e., s. 36; Svoronos, a. g. e., ss. 68-69; Castellan, a. g. e., s. 348; Anderson, a. g. e., ss. 159-161; Karpat, a. g. m., s. 361; Kuran, a. g. m., s. 221; Binark, a. g. e., ss. 118-119; Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, ss. 24-25; Mantran, a. g. e., s. 116 ve ss. 128-129; Sander, a. g. e., s. 156; Özoran, a. g. m., ss. 101-102; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, ss. 18-20; Salışık, a. g. e., ss. 127128; Kocabaş, a. g. e., ss. 90-96; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 18-38. konferans 1856 Paris Antlaşması’nın Karadeniz’e dair kısıtlayıcı hükümlerini resmen yürürlükten kaldırma amaçlı toplandığından Büyük Güçler bu teklife sıcak bakmamışlardır. Böylece ilişkiler, Yunan demiryollarını Avrupa demiryolu hatlarına Tesalya üzerinden bağlamak ve sınırlardaki eşkıyalığı önlemek gibi pratik sahalara kaymıştır. Bu dönemde Osmanlılar ile ilişkilerin gelişmesi, diğer Balkan devletleriyle olan ilişkileri zayıflatmıştır. Sırbistan ile Yunanistan’ın 1867 ittifakı kâğıt üzerinde kalmış, Slavların Panslavist eğilimleri Yunanlıları Balkan işbirliği konusunda bir kez daha düşünmeye sevk etmiştir235. 3-) 1875 Balkan Krizi ve Yunanistan Kırım Savaşı’ndan sonra Osmanlı toprakları üzerinde hak iddia eden tek millet Yunanlılar değildir. Muhtar Sırbistan ve Karadağ devletleri, Tuna eyaletlerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkarılan Romen devleti, bağımsızlıkları peşinde koşan Bulgarlar, Yunanlıların Balkanlara yönelik hedefleri konusunda diğer rakiplerini oluşturmuştur. Tüm bu devletlerin dış politikaları “Şark Meselesi”nin birer uzantısını teşkil etmiştir236. Yunan politikalarının uygulanıp uygulanamayacağı İngiltere’nin tutumuna göre şekil almıştır. Yunanistan’ın garantörlerinden biri olan, Yunan ekonomisini elinde bulunduran İngiltere aynı zamanda Doğu Akdeniz’e hakimdi. Fransa ve Rusya’nın Yunanistan üzerindeki nüfuzları sürekli olamamıştır. İngiltere’nin Bâb-ı Âlî’ye menfaatleri gereği verdiği destek, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış hadiseler karşısında gücü yetmediğinde, tersine dönmektedir. Balkanlarda Slav ve Yunan faktörü daima önemini korumuştur. Slavların millî çıkarları hiçbir zaman Rus siyasetine ters düşmemiştir. Ancak, Yunan taleplerinin İngiltere’nin Doğu politikası ile ters düştüğü anlar olmuştur237. 235 Orhonlu, a. g. m., s. 7; Dakin, a. g. e., ss. 123-124. Svoronos, a. g. e., s. 68; Sun, a. g. e., s. 15. 237 Svoronos, a. g. e., ss. 76-77. 236 1875 yılında Balkan Slavları, Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandıkları vakit Slav tehlikesini öne süren Yunanistan’a, İngiltere yakın bir gelecekte Balkanlarda Yunanlılara bir üstünlük kazandıracağını vaat etmiştir. Bu vaatler karşısında Yunanistan, zaman kazanmak için İngiliz yanlısı bir siyaset izlemiştir. 1875, hatta 1876 yılında Sırbistan’ın, 1867 tarihli Sırp-Yunan ittifakını yenileme tekliflerini de, bu düşünceyle kabul etmemiştir. İngiltere, Balkanlardaki Slav emellerinin önüne Yunan piyonunu sürmeye karar vermişti238. Balkanlarda meydana gelen kriz, hiçbir Yunan Hükûmeti’nin kaçınabileceği cinsten değildi. Yine de Atina, Slavlarla meskûn bölgelerde meydana geldiği için Hersek isyanına karşı fazla bir ilgi duymamıştı239. Yunanlılar, Hersek meselesine karşı ilgisiz kalmalarının Osmanlı Hükûmeti tarafından takdir edilmesini ve bu münasebetle Bâb-ı Âlî’nin iki ülke arasındaki sorunların çözümüne yönelik olumlu yaklaşımlarda bulunmasını beklemişlerdir240. Sırbistan ve Karadağ, Osmanlı Devleti’ne savaş açtıklarında her iki devlet ve Rus Panslavistler, Yunanistan’ın onları destekleyeceğini beklemişlerdir. Rusya, Rus-Yunan ilişkilerini geliştirmeyi ve mümkünse Yunan-Sırp ittifakını canlandırmayı amaçlamıştır. Temmuz ayında Belgrad’daki Rus temsilcisi Yunan elçisine 1867 Sırp-Yunan ittifakının hâlâ geçerli olup olmadığını sormuştur. Rusya, bu arada Atina nezdinde de girişimlerde bulunmaya başlamıştı. Kısa süre sonra Çar, Grandük Alexis’i Kral Yorgo ile görüşmeye göndermiş, Ekim ayında da Sırp Prensi Milan Yunanistan’a bir heyet göndererek Sırp-Yunan dayanışmasını canlandırmayı arzulamıştı. Rusya, Yunan Hükûmeti’ne ortaya çıkabilecek fırsatları değerlendirebilmeleri için hazırlanmayı ihmal etmemelerini tavsiye etmekten geri kalmamıştır241. Yunanistan Başbakanı Kumunduros, olası bir Balkan ittifakına temelde sıcak bakmakla beraber gerek İngiliz vaatleri karşısında, gerekse Osmanlı Devleti ile o anki mevcut iyi ilişkilerini bozmak istemediğinden, Şubat 1876 tarihinde Yunanistan’ın henüz bir savaşa hazır olmadığı şeklinde Sırplara yanıt vererek bu tür bir ittifaktan kaçınmıştır. Bununla birlikte, muhtemelen Kral ve Dışişleri Bakanı’nın haberi olmadan, 238 Svoronos, a. g. e., s. 77. Malet’ten Derby Kontu’na, 20 Ağustos 1875, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 71. 240 Malet’ten Derby Kontu’na, 12 Eylül 1875, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 91. 241 Elliot’tan Derby Kontu’na, 30 Aralık 1875, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 160. 239 Yunan ve Sırp milliyetçi dernekleri arasında yapılan gizli görüşmelerle bağlantısını sürdürmüştür242. Yunanistan’ın Savaş eski Bakanı Grivas, büyük nüfuzunun bulunduğu Kuzeybatı Yunanistan’da Epir bölgesinde isyan çıkarmaya yönelik birtakım hazırlıklarda bulunmuştur243. Bunun sonucunda da Epir’de huzursuzluklar gözlemlenmiştir. Hatta Epirli Rum işbirlikçiler, Yanya Rus Konsolosundan isyan hareketinin zamanını tayin etmesini istemişlerdir. Rus Konsolos durumu İgnatyef’e bildirmiş, o da sakin kalınması yönünde cevap vermiştir244. Yunan ve Sırp milliyetçi dernekleri arasındaki görüşmeler, Makedonya eşkıya reisleri ve Rusya’nın İstanbul büyükelçisi İgnatyef ve bir Sırp ordusu subayı ile bağlantıda olan Yunanlı politikacı Leonidas Vulgaris aracılığıyla sürdürülmüştür. Vulgaris, Sırp politikacısı Garaşanin ile Mart 1876’da bir araya gelerek Tesalya, Epir ve Makedonya’da ayaklanmalar çıkarılması hakkında plânlar ortaya atılmıştır. Vulgaris’in o anda Kuzeyde elinde bulunan az sayıdaki harekât imkânı ile faaliyete geçmişse de, Yunanistan’ın bu harekâtı uygunsuz ve yersiz bulması üzerine, Selânik konsolosu aracılığıyla Olimpos dağındaki çetelerine harekete geçmemeleri konusunda talimat gönderilmiştir. Mayıs 1876’da Hükûmet tarafından Yunan elçiliklerine gönderilen yazıda Yunanistan’ın tarafsız kalma niyetinde olduğu ve gerekirse arabuluculuk yapabileceği açıklanmıştır. Osmanlılar karşısında Haziran ayında zor duruma düşen Sırplar, 1867 ittifakı gereğince Yunanlılardan yardım istemişlerse de Yunanlılar, yenilenmediği için bu ittifakın geçersiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bununla beraber, Yunanistan hiç olmazsa bu kargaşa ortamdan bir yarar sağlama düşüncesiyle Bâb-ı Âlî’den Tesalya, Epir ve Makedonya’ya Çerkez göçmen iskân etmemesini talep etmiş, Yunan demiryolu ağını Avrupa demiryollarına bağlama için Osmanlı Devleti’nden bir 242 Stojanovic, a. g. e., ss. 81-82; Orhonlu, a. g. m., s. 8; Dakin, a. g. e., s. 126; C-B Jelavich, a. g. e., s. 152. 243 Elliot’tan Derby Kontu’na, 15 Şubat 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 168. 244 Stuart’tan Derby Kontu’na, 19 Şubat 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 168. onay elde etmeye çalışmıştır. Osmanlı Devleti de Tesalya ve Epir dahil olmak üzere Yanya vilâyetine Çerkes göçmen yerleştirmeyeceğini Yunanistan’a vaad etmiştir245. Yunan Kralı, 1876 yılı Mayıs ayında Berlin’de Almanya, Rusya ve Avusturya’nın Balkanlarda yaşanan hadiselelerle ilgili olarak yaptıkları görüşmeler sırasında gündeme gelen Rus tekliflerinden rahatsızlık duyduğunu ifade etmiştir. Kral, bu kargaşa ortamında Yunanistan’ın tarafsız kalması gerçeğinin göz ardı edilerek yalnızca Sırbistan ve Karadağ arazilerinin genişletilmesine yönelik birtakım tekliflerin ortaya atılmasının haksızlık olduğunu ve Yunan isteklerine de dikkat edilmesi gerektiğini belirtmiştir246. Sırpların hezimetlerinden ders almayan bazı Yunan çevreleri, Rusya’nın yakında savaşa girmesiyle Slavların savaşı kazanarak zaferin tüm meyvelerini toplayacakları endişesine kapılmış ve bir an evvel Osmanlı Devleti’ne savaş açılmasından yana olmuşlardır. 1 Ekim’de Akropol yakınında toplanan göstericiler Yunan Hükûmeti’ni yeterli savaş hazırlıkları yapmamış olmakla suçlamışlardır. Bu ve bu türden baskılara Kumunduros boyun eğme düşüncesindeyken, Trikupis, Zaimis ve Deliyorgis gibi diğer Yunanlı siyasetçiler, bir maceraya atılmaktansa tarafsız kalınması halinde, 1868 Girit meselesinde Sırbistan, Karadağ ve Romanya gibi ilgisiz kalmalarının neticede onlara siyasî getiri sağladığını hatırlatarak, İngiltere’nin Yunanistan’ı ödüllendireceği fikrini ileri sürmüşlerdir. Fakat İngiltere’de Gladstone’un, “Bulgar mezalimi” risalesi ile başlayan, Balkanlarda Slavlar için otonom devletler kurulması yolundaki açıklamalar, Yunanistan’da savaşa pek hevesli olmayan grupları da şüphelere sevk ederek ateşlemiştir247. Yunan Dışişleri Bakanı Kontostavlos, bir konuşmasında Yunanistan’da yaşayan Yunanlıları “hür Yunanlılar”, Osmanlı idaresinde bulunan Rumları da “esir Yunanlılar” sözleriyle ifade etmiştir. Bu ifadeler Türk diplomatlarca protesto edilmiştir. Yunanlı Bakan, bu sözleriyle Batılı güçlerin dikkatini Yunan isteklerine çekerek Yunanistan’ın dış politikasının icabını yerine getirmek istemiştir. Bu dönemde Slavların durumu 245 Dakin, a. g. e., ss. 126-127; C-B Jelavich, a. g. e., s. 152; Şimşir, a. g. e., C. I, ss. 211-212. Buchanan’dan Derby Kontu’na, 8 Mayıs 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 193. 247 Orhonlu, a. g. m., s. 9; Dakin, a. g. e., s. 127; C-B Jelavich, a. g. e., s. 152. 246 Atina’ya büyük sıkıntı vermiştir. Rus ya da Slavların Balkanların güneyindeki bölgelerle ilgilenmeleri Yunan Hükûmeti’ni alarma geçirmiştir248. Bu sıralarda Rus ordusunun eski subaylarından olup Sırp ordusu erkânı arasında bulunan Albay Becker, Yunanistan’a gelerek bazı inceleme ve gözlemlerde bulunmuştur. Becker, Yunanistan’ın Sırbistan’a yardım etme ihtimalinin mevcudiyetine yönelik bu ziyaretinin sonucunda askerî hazırlıkların yetersizliğine ve Sırp davasına karşı pek sempati beslenmediğine şahit olarak Atina’dan ayrılmıştır249. Yunan Dışişleri Bakanı, İstanbul Konferansı sırasında İgnatyef’in, Selânik dahil olmak üzere Rumların yoğun olarak yaşadıkları bölgeleri de Bulgarların yaşadıkları bölgeler arasına katarak Bulgar sahalarını geniş tutmaya çabaladığından şüphe ettiğini belirtmiştir. Buna ilâveten konferansta bulunan İngiliz murahhasların bu türden niyetlere karşı çıkmaları ve Rumların Slavlarla eşit konumda tutulmaları için gayret göstermeleri durumunda Yunanistan adına minnettar kalacağını ifade etmiştir250. Sırbistan ve Karadağ, İstanbul’da toplanan konferansa temsilci göndermek istemişlerse de reddedilmişlerdir. Buna rağmen Belgrad Hükûmeti, konferansa iki muhtıra göndererek ayaklanan eyaletlerde radikal reformlar yapılmasını istemiştir. Bu örneğe bakarak Yunanistan da Osmanlı ülkesindeki soydaşları için Slavlara uygulanacak benzer haklar talep etmiştir. İngiltere ve Avusturya, Slavlara karşı bir denge unsuru olarak bu istekleri desteklemişlerse de konferans yalnız ayaklanan bölgeler için toplanmış olduğundan bu istekler kabul edilmemiştir251. Temmuz ayında Rusya’nın Balkan krizine el koyarak savaşa hazırlanması, Yunanistan’da askerî hazırlıkların başlamasına sebep olmuştur. Yunan Başbakanı Trikupis, bir İngiliz orta elçisinin Yunanistan’ın barışçı niyetleri hakkındaki sorularına, bağımsız bir devletin her şart altında tarafsız kalamayacağı yanıtını vermiştir. Bu arada 248 Stuart’tan Derby Kontu’na, 4 Aralık 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 3, ss. 172-173. Stuart’tan Derby Kontu’na, 6 Aralık 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 3, s. 173. 250 Stuart’tan Derby Kontu’na, 17 Aralık 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 3, s. 174. 251 Stojanovic, a. g. e., s. 144; Orhonlu, a. g. m., ss. 9-10. 249 Yunanlılar, Osmanlı sınırı yakınındaki Lamia kentinde 35.000 asker toplamışlardı. Bu sırada Yunan eşkıya çeteleri de Tesalya ve Epir’e akınlar düzenlemekteydiler252. İstanbul’daki Yunan Büyükelçisi Kunduriyotis, İngiliz Büyükelçisi Layard’ı ziyaretinde Rusya’nın Slavlar lehine olduğu sürece Türkiye politikasına karşı olduğunu, Tesalya ve Makedonya’da Slavlara karşı kararlı bir politika izleyeceklerini, Balkanlardaki Rum nüfusun Slavlar tarafından adeta yutulmasını engellemenin hayatî bir mesele oluşturduğunu belirtmiştir. Osmanlı Devleti’nin Yunanistan’a dair hiçbir kaygı taşımaması yolunda güvence vermiştir. Bununla birlikte yine de Bâb-ı Âlî’nin Yunanistan’ın kendi politikalarına ve isteklerine sahip olduğunu hatırlamasını isteyerek eğer Türk orduları Ruslar karşısında yenilecek olur ve Osmanlı idaresi altındaki Rum unsur da ayaklanacak olursa hiçbir Yunan Hükûmeti’nin Yunanlıları kardeşlerine yardıma koşmaktan alıkoyamayacağını söylemiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin savaşta yenilmesi durumunda, Tesalya, Epir ve Makedonya’nın Yunanistan’a ilhakı konusunda ısrarcı olacaklarını belirtmiştir. Ayrıca Girit meselesinde Bâb-ı Âlî’nin yerli halka birtakım ayrıcalıklar tanımamaya devam etmesi halinde adada isyan çıkmasının kaçınılmaz olduğunu ve çıkacak bir isyanda da Yunanlıların ada halkına yardım edeceklerini ifade etmiştir253. 4-) 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ve Yunanistan Yunanistan Rusya’ya ittifak önerisinde bulunmuş fakat Rusya gelecekteki Yunan kazanımları için resmî antlaşmaya yanaşmadığından bu teşebbüs bir netice vermemiştir. Rusya’nın Balkanlı devletlerin ittifak tekliflerini reddetmesinin ardında savaşın kısa süreceği inancını taşıması yatmaktadır254. Atina’daki Rus maslahatgüzarı Saburov, Tesalya ve Epir’de isyanlar çıkartılmasını desteklemiştir. Rus dışişleri, bu faaliyeti desteklemekle beraber, 252 Dakin, a. g. e., ss. 128-129. Layard’dan Derby Kontu’na, 28 Nisan 1877, British Docs. on For. Aff., vol. 4, ss. 6-7. 254 Stojanovic, a. g. e., s. 152. 253 Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne savaş açması halinde, herhangi bir vaat vermekten kaçınmıştır. 1877 yılı Nisan ayında Yunanistan’ın da savaşa girmesi Rus cephesinin yükünü hafifleteceğinden faydalı görülmüştür. Fakat Rus Çarı’nın 12 Nisan tarihli savaş beyanatı üzerine Gorçakof, Yunanistan’ın kendi tutumunu tayin etmesinde serbest olduğunu, ilhak politikasına bir itirazının olmadığını belirterek Saburov’un çalışmalarını durdurmuştur255. Selânik Yunan konsolosu Vatikiotis, hükûmetinin talimatlarına uygun olarak, ihtilâl komitelerini dizginlemeye çalışmakla birlikte onları silahlandırmayı ihmal etmemiştir. Bu arada Yunanistan’dan, aralarında ünlü Panayotis Kalogeros ve Karapatakis gibi eşkıyaların Tesalya ve Olimpos’a gelişleri devam etmiştir. Bu gelişler Atina’daki “Millî Güvenlik”, “Fereos”, “Kardeşlik” gibi yurtsever cemiyetlerin ve Rusya’dan malî destek gören, Kumunduros ile yakın teması bulunan Vulgaris’in çalışmalarının bir sonucudur. Haziran 1877 tarihinde Kanaris kabinesi, üzerlerinde bir kontrol kurmak ve yeterince hazırlanmadan erkenden kendi başlarına harekete geçmemeleri için bu komiteleri Kalligas başkanlığında merkezî bir çatı altında toplamıştır. Öte yandan Vulgaris, Salamis’te bir kamp kurarak gönüllüleri askerî eğitime tabi tutmaktaydı. Tesalya, Epir ve Makedonya bu komitelere bağlı eşkıya akınlarından nasibini fazlasıyla almıştır256. Savaşın ilk üç ayı Ruslar açısından başarılı geçtiğinden Yunanlıları unutur gibi olmuşlardı. Bu tavır Atina’da üzüntü yaratmıştır. Osmanlı topraklarındaki Yunan isteklerinin İngiltere tarafından desteklenmesi teklifi reddedilmiş, Bâb-ı Âlî’nin yapacağı ıslâhatlarla yetinilmesi belirtilmiştir. Bu durum Yunan rotasını tekrar Rusya’ya çevirmiş, iki devlet arasında bir ittifak imzalanması konusu görüşülmüştür257. Rusların Plevne önünde duraksamaları, Yunan Hükûmeti’nin Vulgaris’in çabalarına karşı bir nebze ilgisinin azalmasına sebep olmuştur. Bu arada Rusya, Yunanistan’a savaşa girmesi yolunda çağrıda bulunmuş, Yunanlılar savaş sonrası 255 Yuluğ Tekin Kurat, Henry Layard’ın İstanbul Elçiliği, 1877-1880, AÜDTCF Yay., Ankara 1968, s. 35. 256 Orhonlu, a. g. m., s. 10; Dakin, a. g. e., s. 129. 257 Kurat, a. g. e., s. 36. kazanımlarının yazılı olarak belgelenmesi taleplerinde ısrarlı olmaları, Gorçakof’un Tesalya ve Epir’in Yunanistan’a ilhakına yönelik ifadelerinin sözden öteye gidememesi üzerine bu girişim sonuçsuz kalmıştır. Rusların nihayet Plevne’yi düşürmeleri, Sırbistan’ın tekrar savaşa girmesi, Girit’te bir isyana ortam hazırlamıştır. Bu sırada, birliklerini denetleme gezisine çıkmış olan Yunan Kralı, bir Fransız orta elçisine eğer ülkesi bu krizden bir kazanç elde edemeden çıkarsa tahtını bırakacağını ifade etmiştir. 7 Ocak 1878 tarihinde Yunanistan’da 10.000 yedek silah altına çağırılmıştır. Kanaris Hükûmeti’nin istifasının ardından 26-28 Ocak tarihlerine gelindiğinde Atina’da savaş yanlısı büyük gösteriler yapılmış, politikacılar korkaklıkla suçlanarak evleri taşlanmış ve göstericiler Kral’dan Batı Yunanistan’daki başıbozukların lideri Grivas’ı başbakanlığa atamasını istemişlerdir. Bu gösteriler sebebiyle mi yoksa Ruslarla Osmanlıların mütarekeye gitmelerinden midir bilinmez, Kumunduros yeni hükûmeti kurduğunda meclisten Tesalya’yı işgal etme yetkisini almıştır (31 Ocak 1878)258. 2 Şubat 1878 tarihinde soydaşlarını koruma bahanesiyle 24 top, 400 süvari ve 25.000 askerden oluşan Yunan ordusu sınırı geçerek Tesalya’ya girmiştir. Aynı zamanda Girit ihtilâl komitesi Yunanistan ile “enosis”i ilân etmiştir. Büyük Güçler, bu hareketleri protesto etmişler, Yunan ordusunun Tesalya’yı boşaltmasını istemişlerdir. 3 Şubat tarihindeki Türk-Rus ateşkesinin imzalandığı ve Türk donanmasının Yunan kıyılarına saldırı için serbest kaldığı haberinin Atina’da duyulması üzerine 6 Şubat tarihinde Tesalya’daki Yunan ordusu geri çağırılmıştır. Buradaki askerlerden bazıları geri dönmeyi reddederek çetelere katılmışlardır. Yunanlılar, bu şekilde Büyük Güçler tarafından ödüllendirileceklerini ummuşlardır. Bununla beraber Makedonya’daki ihtilâl teşviklerine el altından devam etmişlerdir259. 258 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 330; ATASE, ORH, 54/54; Sumner, a. g. e., ss. 369-370; Svoronos, a. g. e., s. 77; Dakin, a. g. e., ss. 129-130; Stojanovic, a. g. e., s. 153; Marriot, a. g. e., s. 364; C-B Jelavich, a. g. e., s. 152; Kurat, a. g. e., ss. 36-37; Orhonlu, a. g. m., s. 11; Özoran, a. g. m., s. 104; Kocabaş, a. g. e., s. 97; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Şahin, a. g. e., s. 207. 259 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 330-332; Dakin, a. g. e., s. 130; Marriot, a. g. e., s. 364; C-B Jelavich, a. g. e., s. 153. 5-) 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi Sırasında Yunanistan’ın Osmanlı Devleti Sınırları İçindeki Faaliyetleri Tesalya, Yunanlıların teşvik ettiği her isyan eyleminin temel çıkış noktasını oluşturmuştur. Yunan sınırında bulunması silah ve birlik sızdırılmasını ve isyan için gerekli diğer tüm hazırlıkları kolaylaştırmıştır. Tesalya’nın dağlık bölgeleri ihtilâlci grupların harekât alanını teşkil etmiştir260. 1876 Osmanlı-Sırp Harbi yaşanırken iki küçük ihtilâlci grup, Tesalya dağlarında faaliyetlere başlamışlardı. 1877 yılı ortalarında Yunan Hükûmeti’nin asilere verdiği gayr-ı resmî destek sonucu Atina’dan Tesalya’ya giden komite temsilcileri isyan için bölgeyi hazır bulmuşlardır. Arnavutların başına buyruklukları, Rum nüfusu zaten paniğe sevk etmişti. Tesalya’ya varan ilk silahlı güç, denizdeki fırtına sebebiyle Makedonya yerine Pelion dağı eteklerine çıkmak zorunda kalan Vulgaris’in adamlarıdır. Pelion dağlarında yerli asilerle birleşen komiteciler, geçici bir hükûmet ilân etmişlerdir261. Osmanlı kuvvetleriyle ilk çatışmalar çetecilerin lehine sonuçlanmıştır. Kumunduros’un evinde Trikupis ve merkez komite üyelerinin de katıldığı toplantıda Tesalya isyanlarını üstlenmek üzere Yüzbaşı İshomahos’un Lamia’ya yola çıkması kararlaştırılmıştı. Yüzbaşı, Ermiye ve Tesalya’daki isyanları düzenledikten sonra Makedonya’ya, Grebene ve Kastorya’ya ilerleyecekti. Fakat hadiselerin gelişimi onun Tesalya dağlarında kalarak buradaki kumandayı üstlenmesini gerektirmiştir262. Ocak ayının ortalarında Ermiye bölgesindeki hazırlıklar tamamlanmış, silahlı gruplar, bölgenin politik lideri İkonomidis komutasında sınırı geçerek yerli asilerle birleşmişlerdir. Pelion ve Ermiye’deki isyan hazırlıklarının temel amacı düzenli Yunan ordusunun harekâtlarına katkıda bulunmaktı263. Tesalya’da dört güçlü isyan bölgesinin ortaya çıkmasına, bol techizata ve ekonomik desteğe rağmen tecrübeli ve yetenekli liderlerin eksikliği sebebiyle elde 260 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339. Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339. 262 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339. 261 edilen sonuçlar tatmin edici olmamıştır. İlk önemli başarısızlık Aya kıyısındaki Ossa’da yaşanmıştır. Bunun üzerine Vulgaris, yeni grupları bu bölgeye sevk etmiştir. Aya’yı işgal girişimlerinde ciddi kayıplar vererek geri püskürtülmüşlerdir. Bu arada Osmanlı donanmasından bazı gemiler Pelion kıyılarına ve Golos’a gelmişlerdi. Pelion’daki isyan sonuçta Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırılmıştır264. Tırhala bölgesindeki asiler, o zamana kadar önemli başarılar kaydetmişler, Türklere ağır kayıplar verdirmişler, bölgedeki Türk çiftliklerini yakmışlardır. Osmanlı birliklerinin sayısının artması sonucunda Pindos dağlarına çekilmek zorunda kalmışlardır. Fakat Avrupa kongresi toplanana kadar Tesalya isyanı devam etmiştir265. Epir’de Yunan millî cemiyetlerinin temsilcileri, bazı Arnavut haydut grupları ve askerlerle Yunan Hükûmeti’nden bağımsız olarak Arnavutluk’un siyasî geleceği adına temas kurmuşlardır266. Korfu’da bazı Arnavut şahıslarla anlaşmalara varmışlardı ancak karşılıklı şüpheler isyanın başlangıç anında bir işbirliğine izin vermemiştir. Edirne mütarekesi, Yunan-Arnavut yakınlaşma plânlarını tersine çevirmiştir. Arnavutlar, Osmanlı Devleti’ne sadık kalarak Yunan asilerin Epir’den kovulmalarına çaba harcamışlardır267. Atina’daki hükûmetin kararsızlıkları, Tesalya’da olduğu gibi Epir’de de başarıyı engellemiştir. İhtilâlci merkez komite, Epir’in Yunan sınırına yakın olan şehirlerinde başarılı bir komite ağı kurabilmiştir. Yanya isyan komitesiyle iletişimde bulunulmaktadır. Merkez komite, Korfu ve Yanya komiteleriyle anlaşarak isyanı Kuzeye, Delvine, Grebene ve Meçova’ya kaydırmayı plânlamıştır. Merkezdeki tereddütler, bunu da engellemiştir. Yunan sınırında Epir’e sızan gruplar, Osmanlı 263 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339. Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339. 265 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339. 266 Yunanlılar, Arnavutları Osmanlı Devleti aleyhine isyana sevk edebilmek için hususî komiteler kurmuşlardır. Gerek basın yoluyla gerekse de para temini sayesinde Arnavutları kendi yanlarına çekmeye çalışmışlardır. Arnavutların aslen Yunan ırkından oldukları ve sonradan İslâm dinine girdikleri şeklinde propagandalar yapmışlardır. Bkz. ATASE, ORH, 89/48. 267 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, ss. 337-338. 264 kuvvetleriyle çatışmışlardır. Ayastefanos Antlaşması imzalandığı sırada tekrar burada harekete geçen gruplar, sonuçta Yunanistan’a sığınmak zorunda kalmışlardır268. Korfu adası üzerinden Aya Saranda’da Epir kıyılarına çıkan komiteciler iç bölgelere ilerlemişlerdi. İbrahim Paşa kuvvetleri, bu grubu bozguna uğratmıştır. Denizdeki Osmanlı savaş gemileri, kaçış ihtimalini ortadan kaldırdığından kayıpları korkunç olmuştur. Bu felâket, Atina’yı ve ihtilâlci Epirlileri sarsmıştır269. Aralık 1877 tarihinde Plevne’nin düşmesinin ardından Selânik Yunan Konsolosu Vatikiotis, Manastır logoteti, Selânik metropoliti ile Kitros ve Ierrisos piskoposları, Atina’da ortaya atılan plâna uygun olarak mahallî çabaları koordine etmeye başlamışlardır. Bu plâna göre Olimpos-Katerini havalisine denizden eşkıya çeteleri çıkarılacak ve yerel savaşçıların da katılımıyla Aliakmon nehri geçildikten sonra Veria, Naousa ve Edessa yakınlarında isyan çıkarılacaktı. Diğer bir grup Halkidikya’ya, bir başkası Struma nehrinin denize döküldüğü yerde karaya çıkarak mahallî çeteler ile birleşecekti. Başka gruplar da Tesalya üzerinden Makedonya’ya sızacaktı. Bu amaçlara uygun olarak tüm lojistik ve istihbaratî teşkilâtlar, Selânik merkezli olmak üzere tesis edilmiş bulunmaktadır. Bu plâna göre harekete geçilmiş, 3 Mart 1878 tarihinde asiler, Litohoro’da Makedonya Geçici Hükûmeti’ni ilân etmişlerdir. Ancak Asaf Paşa komutasında harekete geçen Osmanlı kuvvetleri, tüm bu girişimleri bertaraf etmiştir. Ayrıca Kosova üzerinden Osmanlı birlikleri Olimpos ve Tesalya’ya üzerine yürümeye başlamışlardır270. Yunanlıların Osmanlı topraklarına yönelik bu girişimleri yaşanırken Osmanlı idaresinin söz konusu Yunan ihtilâl komitelerinin tertiplediği ve kışkırttığı isyan faaliyetlerine karşı almaya çalıştığı tedbirlere kısaca değinmek gerekmektedir. Osmanlı yetkilileri Yunanistan tarafından yerli Rumlara silâh ve cephane sevk edildiği gerçeğinin farkında olmuştur271. Yunan eşkıyasının sürekli olarak sınırı tecavüz 268 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 338. Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 338. 270 Dakin, a. g. e., ss. 130-131. 271 ATASE, ORH, 1-7/138. 269 ederek geçmesini önlemeye çalışmış, bu hareketleri Yunan Hükûmeti’nin hiçbir şekilde engelleyemediğini Yunan konsoloslarının ifade etmelerine karşın buna pek inandırıcı gözle bakmamıştır272. Yunan eşkıyasının baskınlarından ve talanlarından korunmaları için ahaliye silâh dağıtılması düşünülmüştür273. Stratejik öneme haiz bazı kaza ve nahiyelerde asker bulundurulması gerekmesine rağmen eldeki birlikler sayıca yetersiz olduğundan bu gerçekleştirilememiştir274. Eşkıyanın Müslüman köylerini basarak katliam yapmaları üzerine seyyar askerî kollar teşkil edilmiştir275. Tesalya ve Epir’de mevcut askerî birliklerin talimsiz oluşu ve neferatın köylerindeki ailelerinin akıbeti hakkında endişeye düşmeleri moral bakımından askeri olumsuz etkilemiştir276. Taburlarda bulunan birliklerin cephanelerinin çok az oluşu da ayrı bir sorun teşkil etmiştir. Eşkıyanın tenkili için yeter sayıda askerî birliğin bölgede bulunmamış olması, cephane azlığının yanı sıra, silâhların yetersiz ve eski oluşu, sürekli olarak İstanbul’dan acele silah, malzeme ve asker gönderilmesi isteklerine sebep olmuştur277. Yaşanan silah, cephane, ve malzeme sıkıntısı, eşkıyaya karşı koyma imkânlarını oldukça kısıtlamıştır278. Ayrıca bölgedeki asker azlığı halkı korkuya, heyecana ve tedirginliğe sevk etmiştir279. Asker yetersizliğine bir çare olarak Arnavut yedekler silah altına çağırılmıştır280. Bununla birlikte Müslüman halkın, emniyeti açısından Yenişehir, Tırhala gibi müstahkem mevkiilere toplanmalarına çalışılmıştır281. Atina sefaretinden Hariciye Nezareti’ne, Yunanistan dahilindeki Osmanlı şehbenderlerinden282 gelen, Yunanistan’ın ve ihtilâl komitelerinin savaş hazırlıklarına 272 ATASE, ORH, 1-7/529. ATASE, ORH, 1-7/775-778, 8/1, 5/155. 274 ATASE, ORH, 5/115, 5/185. 275 ATASE, ORH, 25/3, 1-6/445. 276 ATASE, ORH, 18/28. 277 ATASE, ORH, 5/145, 5/148, 5/169, 14/76, 6/70, 63/56, 63/103. 278 ATASE, ORH, 63/69. 279 ATASE, ORH, 6/66, 6/68. 280 ATASE, ORH, 16/67, 1-6/420. 281 ATASE, ORH, 13758, 16/81, 22/54. 282 Konsolos. Bkz. Pakalın, a. g. e., C. III, s. 316. 273 dair uyarılar iletilmiştir283. Yaşanan savaş ortamı, bu uyarıların gereğinin tam olarak yerine getirilmesini güçleştirmiştir. Bölgeye Preveze üzerinden gönderilen Osmanlı malzemelerine Korfu adasındaki Yunanlıların el koyması, hiç olmazsa engellemesi sebebiyle nakliyatın Golos üzerinden yapılması istenmiştir284. Sahillerin muhafazası için İstanbul’dan donanma gönderilmesi istenmiştir285. Bahriye Nezareti Yanya vilâyeti sahillerinin muhafazası için 6 gemiyi bölgeye sevk etmiştir286. Preveze Boğazı’nda ve Narda Körfezi’nde seyrüsefer yasaklanmış ve doğal olarak Yunan hükûmeti bu uygulamaya karşı çıkmıştır287. Golos Limanı’nın önemli noktalarında tabyalar inşa edilmesine girişilmiştir288. Bu arada Preveze ve Golos limanlarında gemiler için gerekli olan kömürün bile sıkıntısı yaşanmıştır289. Yunanistan’ın Rumları isyan ve ihtilâle teşviklerini önlemek, mevcut eşkıyaların da bir an önce tenkil edilmelerini sağlamak üzere 1877 yılı Ağustos ayının sonlarında Yanya ve Tırhala sancaklarında örfî idare ilân ve icra edilmiştir290. Yunan eşkıyalarının meydana gelen çatışmalarda yenilerek Yunanistan’a kaçmaları üzerine, onlara katılmış bir kısım yerli Rumlar pişman olarak af dilemişlerdir. Padişahın genel af çıkarması üzerine köylerine geri dönmüşlerdir291. Diğer kısım Rumlar sınır boyunda eşkıyalık faaliyetlerine devam etmişlerdir292. 283 ATASE, ORH, 18/33, 32/42, 1-7/1157, 1-7/1158, 1-6/109, 108/222, 22/47, 56/109, 63/49. ATASE, ORH, 4/75, 4/76, 6/65. 285 ATASE, ORH, 14/105, 14/132, 1-6/324, 12/42, 12/10, 22/54, 39/89, 63/59. 286 ATASE, ORH, 1-6/324, 14/112, 25/27, 62/148. 287 ATASE, ORH, 106/197, 1-6/361, 13/102, 16/60. 288 ATASE, ORH, 1-6/397, 16/71. 289 ATASE, ORH, 41/98, 63/100. 290 ATASE, ORH, 32/79, 1-6/372, 12/57, 22/38, 39/45, 41/76. 291 ATASE, ORH, 69/183, 90/117, 82/204, 70/37. 292 ATASE, ORH, 70/15. 284 6-) Ayastefanos Antlaşması ve Yunanistan Ayastefanos Antlaşmasının şartlarını Yunanlılar öğrendikleri zaman İngiltere’nin desteğinin onlar için hayatî önem taşıdığı kanaatine varmışlardır. Çünkü bu antlaşmadan Yunanistan için hiçbir kazanım çıkmamıştır. Ayrıca kurulan Büyük Bulgaristan, Yunanistan’ı fazlasıyla rahatsız etmiş, adeta bir şoka sürüklemiştir. Yunanlıların da yayılmacı hedefleri arasında bulunan Edirne, Trakya hatta Makedonya’nın büyük bir kısmı bu yeni oluşturulan Bulgaristan’a verilmişti. Bu, Yunanistan için asla kabul edilemez bir durumdur. Antlaşmada yer alan Tesalya ile ilgili hüküm ise mahallî ihtiyaçlara göre 1868 yılında Girit için kabul edilen idarî nizamnamenin Tesalya ve Epir’de de uygulanacağı şeklinde yer almıştır. Kuşkusuz bu hüküm, Yunan hırsını tatmin edemeyecek kadar yetersizdir293. Yunanlılar için Ayastefanos, Rus vefasızlığının ve dönekliğinin bir kanıtı olmuştur. Neyse ki bu antlaşma sadece Yunanistan’ı değil Sırbistan’ı ve özellikle diğer Büyük Güçleri de rahatsız etmişti. Yeniden tespit edilecek barış şartları için toplanacak Avrupa konferansı sebebiyle Yunanistan, Girit, Epir ve Tesalya meselelerinde umutlanmaktan geri kalmamıştır294. 293 Türkgeldi, a. g. e., ss. 51-52; Stojanovic, a. g. e., s. 232; Ortaylı, a. g. m., s. 170; Özoran, a. g. m., s. 104; Orhonlu, a. g. m., s. 12; Armaoğlu, a. g. e., s. 523; Grant – Temperley, a. g. e., s. 302. 294 Dakin, a. g. e., s. 133; C-B Jelavich, a. g. e., s. 153. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TESALYA MESELESİ’NİN GELİŞİMİ A-) 1878 BERLİN ANTLAŞMASI 1-) Berlin Kongresi Öncesinde Genel Siyasî Durum 1878 yılı Mart ayında Balkanlar üzerinde Rusya’nın elde ettiği kazanımlar, İngiltere ve Avusturya’yı son derece rahatsız etmiştir. Savaş ihtimali Londra ve Viyana’yı da tehdit eder hale gelmiştir. Edirne Mütarekenamesi’nin şartlarının öğrenilmesi, Rusya’nın 8 Temmuz 1876 tarihli gizli Reichstadt Antlaşmasını ihlâl ettiğini ortaya çıkarmıştır. Sırbistan ve Karadağ için istenen topraklar, Avusturya’nın güneyinde yer alan bu Slav devletlerini güçlendirmekteydi ki bu durum Avusturya’yı son derece rahatsız etmiştir. Sonuçta Rusya’nın Balkanlardaki askerî ve siyasî başarısı, Avusturya ve İngiltere’yi birbirine yakınlaştırmıştır295. Rusya, Avusturya’nın karşısında yer almasından çekinerek İgnatiyev’i Viyana’ya göndermiştir. 24-26 Mart tarihlerindeki görüşmelerde Avusturya Şansölyesi Andrassy, şartlarını ortaya koymuştur. Buna göre, mevcut ihtilâf bir İngiliz-Rus savaşına sebep olması halinde, Avusturya tarafsız kalabilmesi için Bosna-Hersek’i işgalinin kabulünü talep etmiştir. Fakat Viyana görüşmeleri bir neticeye varamamıştır296. Rusya, İgnatyev ödünsüz ve katı politikasına devam ettiği müddetçe İngiltere ve Avusturya’yı birbirine yakınlaştıracağının farkına varmıştır. Bu yüzden 2 Nisan’da Rusya, Avusturya’nın Bosna-Hersek’in işgalini kabul edeceğini bildirmiştir. Fakat Avusturya’nın istediği Yeni Pazar konusuna değinilmemiştir. Ancak Rusya’nın 295 Kurat, a. g. e., ss. 107-108; Armaoğlu, a. g. e., s. 523; Karal, a. g. e., s. 68; Karpat, a. g. m., s. 364; Grant- Temperley, a. g. e., s. 303; Gül Tokay, “Ayastefanos’tan Berlin Antlaşması’na Doğu Sorunu (Mart-Temmuz 1878)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999, ss. 190-191. 296 Kurat, a. g. e., ss. 108-109; Tokay, a. g. m., s. 194. Avusturya’yı İngiltere’den ayırıp kendi saflarına katma politikası yine de sonuç vermemiştir297. Ayastefanos Antlaşması’nın Londra’da uyandırdığı tepkiler sonucunda İngilizRus ilişkileri son derece gerginleşmiştir. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, Slav baskısının Rumları, Rusya’nın boğazları, Süveyş Kanalını ve Basra Körfezi’ni tehdit ettiğini belirterek antlaşmanın gözden geçirilmesini talep etmiştir. İngiltere’nin Ayastefanos Antlaşmasına itirazı şu maddelerden ibaretti: Bulgaristan’ın Ege Denizi’ne açılması, Balkanlarda Slav olmayan toplulukların hayat şartlarının tehlikeye girmesi ve Bâb-ı Âlî’nin hakimiyetinin Rusya’nın arzusuna bağlı kalmış olması298. Rusların Doğu Anadolu’daki kazanımları İngiltere için stratejik açıdan rahatsız edici olmuştur. Bu sayede Anadolu kapıları Ruslara açılmış, Mısır ve Basra Körfezi Rus tehdidi altına girmişti. 23 Mayıs tarihinde İngiltere, Osmanlı Devleti’ne 48 saat süreli bir ültimatom vermiştir. Ültimatomda İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne olan dostluğunun sürmesi adına Kıbrıs adasının işgal ve idaresinin İngiltere’ye bırakılması istenmiştir. 25 Mayıs’ta Osmanlı Devleti bu ültimatomu içinde bulunduğu ağır şartlar gereği kabul etmek zorunda kalmıştır299. Kıbrıs’a dair antlaşma da 4 Haziran 1878’de İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında imzalanmıştır300. Rusya, İngiltere ile ilişkilerini yumuşatmaya çalışmıştır. Yapılan görüşmeler sonucunda İngiltere, Kıbrıs ile stratejik güvenliğini garanti altına aldıktan sonra Rusya ile 30 Mayıs tarihinde iki memorandum ve 31 Mayıs’ta da bir memorandum 297 Kurat, a. g. e., s. 109. Kurat, a. g. e., ss. 109-111; Armaoğlu, a. g. e., s. 524; Sumner, a. g. e., ss. 638-640; Karal, a. g. e., ss. 68-69. 299 Armaoğlu, a. g. e., s. 534; Karal, a. g. e., ss. 71-73; Sander, a. g. e., ss. 160-161; Shaw, a. g. e., s. 238; Selim Deringil, “II. Abdülhamid’in Dış Politikası”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 2, İletişim Yay., s. 305; Mantran, a. g. e., s. 141; Ongunsu, a. g. m., s. 77; Kurat, Türkiye ve Rusya, ss. 8889. 300 Erim, a. g. e., 401-402; Armaoğlu, a. g. e., s. 535; Karal, a. g. e., s. 71; Danişmend, a. g. e., ss. 313314; Ülman, a. g. m., s. 283; Sander, a. g. e., s. 161; Grant- Temperley, a. g. e., s. 304; Shaw, a. g. e., s. 238; Kurat, a. g. e., s. 89; Tokay, a. g. m., s. 195. 298 imzalamıştır301. Rus İmparatorluk Konseyi, Rusya’nın içinde bulunduğu şartları da göz önüne alarak, Ayastefanos Antlaşması’nın Avusturya ve İngiltere’ye karşı savaş tehlikesi yarattığını ve izlenecek en iyi yolun Ayastefanos’ta elde edilen kazançların bir kısmından Rus millî haysiyetini sarsmayacak şekilde vazgeçmeyi kararlaştırmıştır. Bu sebeple Rusya, Ayatefanos’un en önemli hükmü olan büyük Bulgaristan fikrinden vazgeçmiştir302. Londra’nın yürüttüğü gizli diplomasi kongre arefesinde İngiltere’ye büyük faydalar sağlamıştır. Bununla beraber 30 Mayıs protokolündeki maddelerin konferans masasında kesinleşmesi ve bunun için de İngiltere’nin bir destekçi bulması gerekmiş ve bu destekçi de doğal olarak Avusturya olmuştur. Yeni Pazar ve Hersek’in Avusturya’ya ilhakını engellemeyi öngören Rus politikası, Viyana’nın ayağını Balkanlar’dan kesmeyi amaçlamıştır. Bu yüzden Andrassy, Bosna-Hersek ve Karadağ konularında İngiltere tarafından desteklenecek olursa, Londra’ya destek vermeyi taahhüt etmiştir303. 2-) Berlin Kongresi Öncesinde Osmanlı Devleti-Yunanistan İlişkileri 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinin, Osmanlı Devleti aleyhine gelişme göstermesi üzerine Yunanistan, bu fırsattan yararlanmak için harekete geçmiştir. Yunanistan, Edirne Mütarekesi’nden az önce Osmanlı Devleti’ne savaş açarak Tesalya’ya askerini sokmuştur. Fakat Edirne Mütarekesi’nin 31 Ocak 1878 tarihinde yapılması ve Rus ileri harekâtının durması üzerine, yalnız başına Osmanlı Devleti ile savaşmaya cesaret edememiştir. Yunanistan, Ayastefanos Antlaşması’nı değiştirmek üzere toplanacak olan barış konferansına katılarak tezleri konusunda söz sahibi olmak istemiştir. Bu arada da Tesalya ve Epir’de çıkartmış olduğu isyanları sürdürmeye ve Yanya’yı işgal etmek üzere askerî hazırlıklarına devam etmiştir. Osmanlı Devleti de, Yunanistan’ın bu durumunu Büyük Güçlere şikâyet etmiş ve gerekirse donanmasını harekete geçireceği 301 Armaoğlu, a. g. e., s. 534; Karal, a. g. e., s. 70; Kurat, a. g. e., s. 88; Tokay, a. g. m., s. 194; Bu memorandumların metinleri için bkz. Sumner, a. g. e., ss. 646-649; 1 ve 2 numaralı memorandumlar için bkz. Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 618-620; Türkgeldi, a. g. e., ss. 334-336. 302 Kurat, Henry Layard, ss. 111-112; Armaoğlu, a. g. e., s. 524-525; Karal, a. g. e., s. 69. 303 Kurat, a. g. e., s. 112; Armaoğlu, a. g. e., s. 523; Karal, a. g. e., s. 68; Tokay, a. g. m., s. 195. uyarısında bulunmuştur. Olası bir Türk-Yunan savaşı halinde kamuoyunun Atina’yı tutacağı gerçeğinden hareketle İngiltere, Bâb-ı Âlî’yi yumuşatmaya çalışmıştır304. Yunanistan’ın sergilediği tavır ve davranışlar 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sonrasında bir Osmanlı-Yunan mücadelesini doğurmuştur. Osmanlı-Yunan uyuşmazlığının, sonuçta Osmanlı-Rus ittifakını gündeme getirme ihtimali sebebiyle, Rusya’nın işine yarayacağından çekinen Avrupa devletleri, Yunanistan’a savaş girme konusunda engel olmaya çalışmışlardır. Bu sebeple, devletler arasındaki görüşmelerde Rumeli’nin genel durumu söz konusu olduğu zaman Yunanistan’ın da menfaatlerinin dikkate alınacağı yolunda Yunanlılara güvence verilmiştir. Londra, Bâb-ı Âlî’ye taviz verdirmeye çalışmıştır. İngiltere’nin baskısıyla donanmasını kullanamayan Osmanlı Devleti, Epir ve Tesalya’da düzenli ordusunu da harekete geçiremediğinden başıbozuk çeteler kurmuştu. Bu durum ise, Yunanlıların eline davalarını haklı kılmak için bir fırsat vermişti305. İngiliz elçisi Henry Layard, Sadrazam Sadık Paşa’nın ağzından ileride Yunanistan için uygun bir sınır düzenlemesinin yapılabileceğine dair resmî olmayan sözlü vaat almıştır. İngiltere, Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında bir ittifak kurulmasını dahi düşünmüştü. Sadık Paşa, aynı zamanda Türk-Yunan ittifakı fikrini uygun karşılamıştı. Yerine geçen Mehmed Rüşdü Paşa, hem bu fikre ve hem de toprak tavizi verilmesine karşı çıkmıştır. Yunanlılar amaçlarına ulaşmak için ittifak arayışlarından geri kalmamışlardır. Yunanistan’ın İstanbul elçisi Kunduriyotis, 3 Haziran tarihinde Hariciye Nazırı Saffet Paşa’yı sadrazam olmadan iki gün önce makamında ziyaret etmiştir. Görüşmede Kunduriyotis, ittifaktan bahsederek bunun Panslavizme karşı çok iyi bir engel teşkil edeceğini ifade etmiştir. Herhangi bir Rus saldırısında Yunanistan’ın Osmanlı safına 50.000’den fazla asker verebileceğini söylemiş, İngiltere’den gelecek malzeme ve para ile bu sayının daha da artacağını eklemiştir. Yunanistan’ın işbirliğine 304 Kurat, a. g. e., s. 115; Rıfat Uçarol, “1878 Berlin Antlaşması’na Göre Yunanistan Sınırının Düzenlenmesi Sorunu ve Yunanistan’a Toprak Verilmesi (1878-1881)”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986, s. 211; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; M. Murat Hatipoğlu, “1897 Osmanlı-Yunan Harbi ve Yunanistan’ın Makedonya Politikası (1897-1913)”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 306; Rıfat Uçarol, Gazi Ahmet Muhtar Paşa: Bir Osmanlı Paşası ve Dönemi, Milliyet Yay., İstanbul 1976, s. 139. 305 Uçarol, a. g. m., s. 212; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22. karşılık Osmanlı tarafının Tesalya ve Epir’i bu ülkeye terk etmesi istenmiştir. Saffet Paşa, bazı toprakların Yunanistan’a verilmesini uygun görmekle birlikte, bunun Berlin Kongresi’nde alınacak kararlara bağlı olduğunu söylemiştir. Ona göre, Ayastefanos Antlaşması ile Sırbistan ve Karadağ’a verilemesi düşünülen yerlerin ancak Berlin’de azaltılması halinde, buralarda kazanılacak yerlere mukabil Yunan taleplerini inceleyeceğini belirtmiştir. Bu suretle hem Balkanlar’da denge sağlamak istemiş, hem de Ruslara karşı Yunanlılarla müttefik olmayı tasarlamıştır. Bu durum aynı zamanda Berlin’de olumsuz bir sonuç alınırsa Yunan taleplerinin karşılanamayacağı anlamını taşımıştır. Böylece Osmanlı-Yunan ittifak girişimlerinden bir netice alınamamış ve konu hassasiyetini korur bir şekilde Berlin’e intikal etmiştir306. 3-) Osmanlı-Yunan Sınırı Meselesinin Kongre Gündemine Alınması Berlin Kongresi 13 Haziran-13 Temmuz 1878 tarihleri arasında toplanmıştır. Kongre toplanıp, görüşmeler başladığında İngiltere, Osmanlı sadrazamının sözlü vaadini, resmî bir vaat sayarak Yunanistan’ın Kongre’ye katılması yolunda çalışmalara başlamıştır307. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, Kongre’de resmî bir konuşma yaparak, Slavların Rusya himayesi altında kendilerini geliştirecek yeni bir konuma kavuşacaklarını, bu bakımdan Yunanlıların da onlarla dengeyi sağlayabilmeleri için Kongre’ye katılmalarını, hiç olmazsa Rum menfaatlerinin görüşüleceği toplantılarda Yunan temsilcilerinin hazır bulunması gerektiğini belirtmiştir. İngiltere’nin bu isteği Fransa tarafından desteklenmiş ve İtalya ve Avusturya da bu teklifi kabul etmişlerdir. Yalnız Gorçakof, Yunanlıların kongreye katılmalarına karşı çıkmıştır. Bunun üzerine Bismarck araya girmiş ve Yunanlıların tezinin göz önüne alınmasını fakat mutlaka uygulanması gibi bir yola gidilmemesi şeklindeki açıklamasıyla meseleyi halletmiştir. 306 Türkgeldi, a. g. e., s. 168; Kurat, a. g. e., ss. 115-116; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Uçarol, a. g. e., s. 140; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., s. 628. 307 Uçarol, a. g. m., s. 212; Karal, a. g. e., s. 112; Uçarol, a. g. e., s. 140; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., s. 628. Böylece Yunanistan’ın sınırdaş olduğu bölgelerin durumu görüşülürken, Kongrede hazır bulunması kararlaştırılmıştır308. Bunun üzerine Yunanistan’ın temsilci olarak atadığı Yunan Dışişleri Bakanı Deliyannis, Berlin Kongresi’nin 29 Haziran 1878 tarihinde yaptığı dokuzuncu toplantısına katılmıştır. Deliyannis, bu toplantıda Yunan hükûmetinin Rum unsurun bulunduğu bütün Osmanlı topraklarının Yunanistan’a verilmesini arzu ettiğini, ancak şimdiki halde Tesalya, Epir ve Girit’i istediğini bildirmiştir. Gerçekte Deliyannis, bu konudaki isteklerinin hepsini elde edemeyeceğini bilmekteydi ve Tesalya ile Epir’de yapılacak bir sınır düzenlemesine razıydı309. Girit’in Yunanistan’a terki isteğine İngiliz delegeler şiddetle karşı çıkmıştır. Bunun üzerine Fransa ve İtalya temsilcileri, Girit hariç olmak üzere, ayrıntıların Kongre’den sonra Osmanlı-Devleti ile Yunanistan arasında kararlaştırılmak üzere bir sınır hattı tayin ederek bunu Kongre’ye teklif olarak sunmuşlardır310: “Kongre, Bâb-ı Âlî’ye Tesalya ve Epir bölgelerinde sınır çizmek için Yunan hükûmeti ile uzlaşmaya davet eder. Bu çizilecek sınırın Salamiryas ve Kalamas vadilerini takip etmesini uygun bulur. Kongre, ilgili devletlerin aralarında uyuşacakları düşüncesinde olup, bununla birlikte devletler, görüşmelerde başarı sağlanması için taraflar nezdinde doğrudan arabuluculuk teklifine de hazırdırlar” Bu suretle Yunanistan temsilcisinin kabulü, dinlenmesi ve ardından yapılan bu teklif ile Yunan istekleri Berlin Kongresi’nin gündemine girmiştir. Kongre’de bundan 308 Türkgeldi, a. g. e., ss. 73-74 ve ss. 168-169; Kurat, a. g. e., s. 120; Uçarol, a. g. m., s. 212; Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Karal, a. g. e., s. 112; Glenny, a. g. e., s. 133; Clogg, a. g. e., s. 90; Hatipoğlu, a. g. m., s. 306; Uçarol, a. g. e., s. 140; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., s. 628; Tokay, a. g. m., s. 198. 309 BOA, Y.EE, 43/211; Türkgeldi, a. g. e., s. 169; Kurat, a. g. e., s. 120; Uçarol, a. g. m., ss. 212-213; Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Karal, a. g. e., s. 112; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Hatipoğlu, a. g. m., s. 306; Uçarol, a. g. e., s. 140. 310 Roderic H. Davison, “The Ottoman-Greek Frontier Question, 1876-1882, From Ottoman Records”, Symposium Historique International, La Derniere Phase de la Crise Orientale et L’Hellenisme (18781881), Volos 27-30 Semptembre 1981, Actes, AIESEE, Athenes 1983, s. 188; Türkgeldi, a. g. e., s. 169; Uçarol, a. g. m., s. 213; Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Karal, a. g. e., s. 112. sonra yapılan görüşmelerde, Fransız temsilcisinin ısrarları sonucunda söz konusu teklifin Kongre’nin 13 numaralı protokolüne aynen yazılması kararlaştırılmıştır311. 4-) Berlin Kongresi Sırasında Tesalya’nın Durumu Bu sıralarda ise Tesalya ve Epir’de ortam gerginliğini muhafaza etmiştir. 1878 yılı Şubat ayında isyana katılmış olan Çatalca şehrinin Rum ahalisi Yunanistan’daki Surbi şehrine sığınmışlardı. Osmanlı Devleti, çıkan isyanlar üzerine genel af ilân etmiştir. Topraklarına geri dönecek Rum mültecilerin can ve mal güvenliklerinin sağlanacağını bildirmiştir. Rumlar geri dönmek istemişlerdir fakat bu istekleri Çatalca’daki ekinlerini kaldırıp Surbi’ye getirmek üzere olmuştur. Bu iş sırasında da şehir civarındaki Osmanlı askerlerinin de garnizonlarından ayrılmamalarını şart koşmuşlardır. Bu talep genel af sınırları dışında bulunduğundan Osmanlı tarafınca kabul edilmemiştir. Bu arada bazı Rumlar geri dönmüşlerse de Yunanistan’daki ihtilâl komiteleri Berlin Kongresi’nde Tesalya ve Epir’in Yunan idaresine bırakıldığına dair sahte haberler yayarak, mültecilerin Osmanlı ülkesine dönmelerine engel olmaya çalışmışlardır312. Yunanistan’da bulunan 13.500 kadar olan Tesalya ve Epirli göçmenlerin sayılarını 3035.000 kadar göstermişlerdir313. Ayrıca geri dönüşlerde Yunan makamları güçlük çıkarmışlardır314. Osmanlı yönetiminin Tesalya’da Rumları yatıştırmak için gösterdiği bütün çabalar sonuç vermemiştir. Yunanistan’daki ihtilâl komiteleri sınır üzerindeki ve Osmanlı toprakları içerisindeki asilere silâh ve cephane yardımında bulunmaya devam etmişlerdir. Asilerin faaliyetleri ve Osmanlı kuvvetleriyle çatışmalar devam etmiştir. Olimpos dağı ise asiler ve eşkıyalar ile kaynar bir halde idi315. 311 Türkgeldi, a. g. e., s. 74 ve s. 169; Uçarol, a. g. m., s. 213; Karal, a. g. e., ss. 112-113. Kurat, a. g. e., s. 120. 313 Şimşir, a. g. e., s. 477. 314 Şimşir, a. g. e., s. 472. 315 Kurat, a. g. e., s. 121. 312 Yunanistan Tesalya, Epir ve hatta Makedonya’yı ele geçirebilmek için mevcut isyan faaliyetlerini sürdürmüş ve isyanı daha büyük bir hale getirmek için faaliyetlerinin şiddetini arttırmıştır. Atina, Berlin’de diplomasi vasıtasıyla amacına ulaşamadığı takdirde silâh gücüne başvurmayı tasarlamıştır. Bu sıralarda Yunan ajanları, İstanbul’un sözünü tutmadığı, reformları yapmadığı şeklinde bir propagandayı Rumlara aşılamış ve Osmanlı idaresini küçük düşürmeye çalışmıştır316. 5-) Berlin Kongresi’nin Yunan Meselesine Dair 13 Numaralı Protokolü Berlin Kongresi’nin Yunanistan ile olan sınırın düzenlenmesi meselesine dair toplantısı 5 Temmuz 1878 tarihinde yapılmıştır. Bu toplantıya Almanya tarafından Prens Bismarck, Bülow ve Prens Hohenlohe Schilingstfurst, Avusturya-Macaristan tarafından Kont Andrassy, Kont Karolyi ve Baron Haymerle, Fransa tarafından Waddington, Kont St. Vallier ve Deprez, İngiltere tarafından Kont Beaconsfield, Marki Salisbury ve Lord Russel, İtalya tarafından Kont Corti ve Kont De Lannay, Rusya tarafından Kont Shuvalov ve Dubril, Osmanlı Devleti tarafından ise Aleksander Karateodori Paşa, Mehmed Ali Paşa ve Sadullah Bey katılmışlardır. Toplantı saat 15:30’da başlamış ve hemen daha önce görüşülmüş bulunan 11 numaralı mazbata kabul olunmuştur317. Meclis başkanı, meclise sunulmuş arzuhallerin fihristini okuduktan sonra Ayastefanos Muahedesi’nin Girit’te uygulanan idarî nizamnamenin Tırhala ve Rumeli’nin diğer yerlerinde de uygulanmasına yönelik olan 15. Maddesinin görüşüleceğini bildirmiştir. Bu sırada Fransa birinci delegesi Waddington, müzakereden önce söz alarak, Bâb-ı Âlî’nin, Yunanlıların isteklerini tatmin edecek bir tedbir almazsa sınır boyundaki isyan hareketlerinin eksik olmayacağını ve bir miktar arazinin Yunanistan’a terkinin hayırlı olacağını söylemiştir. Bu konuyla ilgili olarak Bâb-ı Âlî’nin Yunanlılarla sınır düzenlemesi görüşmelerinden kaçınmayacağı zannında olduğunu eklemiştir. İsyan hareketlerinin devam etmesinin Osmanlı Devleti’nin servet 316 317 Kurat, a. g. e., s. 122. Berlin Kongresi Protokolleri, fi 5 Recep 98 ve fi 21 Mayıs 97, Matbaa-yı Amire, İstanbul, s. 164. kaynaklarını tüketerek zarara uğrattığını da ifade etmiştir. Yunanistan ile ilgili olarak Kongre’nin Yunan taraftarlarının ifrata varan eğilimlerini desteklemek istemediği bilinse de Osmanlı idaresinde bulunan Rum halkın Yunanistan’a katılması gerektiği kanaatinde olduğunu beyan etmiştir318. Waddington, 1830 yılında Yunan tahtına oturtulmak üzere seçilmiş fakat sonradan başka bir devletin kralı olan prensin Yunanistan ile ilgili düşüncelerini nakletmek suretiyle Yunan krallığının o zaman için belirlenen sınırlar dahilinde kalması halinde ve Arta-Volos körfezlerine bitişik arazilere sahip olmazsa bu devletin bekasının mümkün olamayacağı şeklindeki sözlerini kongrede tekrarlamıştır. Bahsedilen prensin bu sözlerinin tecrübeyle ispatlanmış olduğunu söylemiştir. Bu sözlere ilaveten Yunan sınırları dahilinde artık refah ve kalkınmanın mümkün olmadığını, bu sebeple sınır boylarında her zaman meydana gelebilecek olan çatışmaları Yunanistan’ın önlemeye gücünün yetmediğini belirtmiştir. Waddington Kongre’nin, Osmanlı Devleti’nin hükümranlık haklarına bir halel getirmeksizin Yunanistan’a terk olunacak yerleri genel bir surette belirlemesini teklif etmiştir. Bu teklifiyle her iki tarafın da menfaatlerine hizmet ettiği kanaatinde olduğunu söylemiştir319. Waddington, Kongre’nin her iki devlet üzerinde manevî nüfuzunu kullanmak suretiyle Osmanlı Devleti’nin sınır düzenlemesi için bazı uygun fedakârlıklara razı olmasını ve Yunanistan’ın da ifrata varan bir takım taleplerinden kaçınması gerektiğini ifade etmiştir. Sınır düzenlemesi konusunda amaca ulaşabilmek için kabul edilmesi imkânsız birtakım fedakârlıkların istenmemesinin ve Yunanistan’ın ölçülü isteklerinin göz önüne alınmasının lâzım geldiğini ilâve etmiştir. Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında sınır düzenlemesine yönelik görüşmelere esas olmak üzere Osmanlı tarafına Avrupa devletlerinin niyet ve düşüncelerini, Yunan tarafına da daha ileri gidilmesi hoş karşılanmayacak genel bir sınır hattının belirlenmesinin çok uygun olacağını 318 319 Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 164-165. Berlin Kongresi Protokolleri, s. 165. söylemiştir. Kendisinin İtalya birinci delegesi Corti ile fikir birliği içinde olduğunu belirterek kongreye şu yazıyı okumuştur320: “Kongre, Osmanlı Devleti’ne Yanya ve Tırhala’da sınır düzenlemesi için Yunanistan ile uzlaşmasını teklif eder. Bu sınır düzenlemesinin ‘Salamirya’ vadisinden Adalar Denizi’nin eteğine ve Venedik Denizi’nden ‘Kalamas’ vadisine kadar olabileceği düşüncesinde bulunur. Her iki tarafın bu konuda uzlaşmalarına güveni var ise de devletler, müzakerelerin sonuçlarını kolaylaştırmak için her iki taraf nezdinde arabuluculuğa hazırdırlar.” İtalya birinci delegesi Corti, Waddington tarafından açıklanan görüşleri ve okunan bu teklifi Avrupa barışı adına gerekli saydığını belirterek birkaç cümle eklemek istemiştir. Kongre’nin kabul edeceği esasların devamlı olabilmesi için gelecekte ortaya çıkması mümkün olan çekişmeleri mümkün mertebe önlemek gerektiğini söyleyerek son zamanlarda Osmanlı Devleti ve Yunanistan arasında yaşanan hadiselerin sebeplerini bahsetmenin gereksiz olduğunu belirtmiştir. Önemli olanın gelecekte bu türden çekişmelerin başlangıç sebeplerini önlemek gerektiğini ve bunun da diğer devletlerden ziyade Osmanlı Devleti’nin yararına olduğunu söylemiştir. Balkanlarda meydana gelen üzüntü verici olaylar üzerine Osmanlı Devleti’nin samimi bir biçimde barışı arzulaması gerektiğinden hareketle Yunanistan’ın istediği kadar araziyi terk etmeden Osmanlı ve Yunan tarafları arasında gerçek anlamda bir ittifakın meydana gelmesinden şüphe olunamayacağını ifade ettikten sonra İtalya kralıyla İtalyan milletinin bu meselede özel menfaatleri bulunduğundan, Osmanlı delegelerine Kongre’ye sunulan bu teklifi bir dost uyarısı şeklinde algılamalarını söylemiştir321. Meclis başkanı bu teklifin Ayastefanos Antlaşması’nın 15. Maddesiyle birlikte görüşüleceğinden dokuzuncu toplantıda müzakere edilen bend oylandıktan sonra bu teklifin de oylanacağını ifade etmiştir322. 320 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 166. Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 166-167. 322 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 167. 321 Osmanlı birinci delegesi Karateodori Paşa, önceki toplantıların birinde Yunan delegeleri tarafından okunan lâyiha hakkında aşağıdaki görüşleri okumuştur: “Kongre, Yunan delegelerini dinledikten sonra yalnız Deliyani’nin açıklamasını kabule karar vermişti. O zamandan beri Osmanlı delegeleri, adı geçen lâyihanın içerdiği maddeleri müzakere ve tedkik ettiklerinden, Yunanistan’ın Kongre nezdinde Osmanlı Devleti aleyhinde şikâyette bulunmadığı gibi Avrupa devletleri nezdindeki girişimlerinde de iki bağımsız devlet arasındaki ilişkilerin dayandığı hukuk meselelerinden hiçbir mesele öne sürerek bir esas kabul edilmemiştir. Yunan delegesi, Yunanistan’a komşu Osmanlı vilâyetlerinde doğmuş kimselerden pek çoğu bugün Yunanistan’da ikamet ettiğinden, hem Avrupa’nın ve hem de Osmanlı Devleti’nin menfaatlerine uygun bulunan arzu ve talepleri yerine getirildiği takdirde, bu vilâyetlerde Yunan devletinin fazlasıyla tesiri bulunarak çıkan her iki memleket arasında mübayeneti gereken hareketlerin bertaraf edileceği beyan edilmiştir.” Osmanlı delegeleri, iki devletin ilişkilerine göre cereyan etmesi gereken durum hakkında Deliyani’nin düşüncelerine katılmakla beraber görünüşte bu amaçla kabul edilen düşüncelerden feragat edilmedikçe istenen sonucu veremeyeceği kanaatinde bulunmuşlardır. Meydana gelen isyan hareketlerine Osmanlı Devleti’nin siyaseti sebebiyet vermemiş olup, 1854 yılı ihtilâli Kırım Savaşı sırasında ortaya çıkmış olduğu gibi bu seferki isyan hareketi de yaşanan Rus Harbi sırasında zuhur etmiştir. 1861 yılındaki Girit isyanının da iki devlet arasındaki diplomatik ve ticarî ilişkilerin kesilmesinden sonra hangi şartlar altında bastırıldığı bilinmektedir. Bu isyanlar Osmanlı Devleti’nin arzusu dışında ortaya çıktıkları halde yine Yunan devletiyle olan resmî ilişkilerini, bu devletin isteklerine direnmenin doğurabileceği heyecanlardan korumaya çalışmıştır.” Osmanlı heyeti, Yunan delegelerinin taleplerinin Kongre’nin amacına uygun olmadığını isbata çalışmanın lüzumsuzluğundan söz ederek Yunanistan’ın etrafını çeviren denizler sayesinde ekonomik açıdan fazlasıyla gelir sağlayabileceğinin aşikâr olduğu halde kendisinin nüfusu oranında araziye sahip olmadığını iddia etmenin ve sınırdaş bir ülkenin topraklarından Yunanistan’a arazi verilmesinin kabul edilemeyeceğini ifade etmişlerdir. Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin de, halkı kendisine bağlı olup, 15, 19 ve 23 numaralı arzuhallerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere Yunanistan’a katılması düşüncesiyle dehşete kapılan memleketleri muhafaza etmek düşüncesinde sabit olduğunu belirtmişlerdir323. Osmanlı delegeleri, meclis başkanının, toplantının genel asayişi bakımından diğer bir hükûmet delegesinin dinlenme hakkı münasebetiyle Yunan isteklerinin önemli olduğunu açıklamasına karşın Yunan delegesinin dinlenmesine izin verilmesi maddesinin zihinlerde edebileceği etkiyi hatırdan çıkarılmaması gerektiğini belirterek bu düşünceye gerçekten önem verdirecek pek çok işaretler bulunduğunu ifade etmişlerdir. Yunanistan’ın, askerî hazırlıklara ve borçlanmaya girişmesiyle, Osmanlı delegeleri, Büyük Güçlerin Yunan devletine Osmanlı Devleti ile olan iyi ilişkilerine devam etmesini icab ettirecek şekilde gerekenleri yapacakları ümidini taşıdıklarını söylemişlerdir324. Meclis başkanı, Ayastefanos Antlaşması’nın 15. Maddesini okumaya başlayarak bu maddenin her fıkrası hakkındaki görüşlerin açıklanmasını istemiştir. 1 ve 2 numaralı fıkralar itirazsız kabul edilmiştir325. Lord Salisbury, özel komisyonların yerli halk tarafından pek çok sevileceğini beyan ederek 3 numaralı fıkradaki “özel komisyonlar” ibaresine “Bâb-ı Âlî tarafından teşkil olunacak” cümlesinin eklenmesi hakkındaki teklifi kabul edilmiştir326. Meclis başkanı, önceki toplantıların birinde Kongre’nin söz konusu fıkrada “Rusya Devleti” cümlesinin “Avrupa Komisyonu” ibaresiyle düzeltilmesine karar vermiş olduğunu ihtar etmiştir. 15. Madde bu suretle düzeltildikten sonra kabul edilmiştir327. 323 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 168. Berlin Kongresi Protokolleri, s. 168. 325 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 168. 326 Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 168-169. 327 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 169. 324 Daha sonra Fransa ve İtalya delegelerinin teklifleri gündeme alınarak Kont Andrassy bu teklifi desteklediğini söylemiştir328. Lord Beaconsfield, Kongre’nin bu önemli mesele hakkında karar vermeden önce Yunan delegelerine ait beyannamenin ortaya çıkarması muhtemel bir hatayı önlemek için bazı düşüncelerini açıklamak arzusunda bulunduğunu belirterek söz almıştır. İngiltere’nin asayişi ihlâl ile Kongre’nin toplanmasına sebep olan bir kavmin nüfuzuna karşı koymak için iyi ilişkilerini korumak üzere Yunanistan ve Osmanlı Devleti nezdinde aralıksız yaptığı girişimleri her iki taraftan da olumlu karşılanmışsa da 1831 yılında belirlenen sınır hattının noksan ve kusurlu bulunmasının iki devlet için de büyük güçlüklere sebep olan bu sınır, komşu vilâyette sürekli isyan çıkmasına neden olduğundan mevcut sınırın gerek Osmanlı Devleti ve gerekse de Yunanistan için sorun teşkil ettiğini ifade etmiştir. Bu durumun diplomatlar nezdinde gayet iyi bilindiğini ve son savaşın başlangıcında sınır boyundaki nahiyeler halkının heyecana kapıldıkları sırada Bâb-ı Âlî’nin İngiltere tarafından yapılan tebligatı kabul etmişken Atina’da muhalefetin bu tebligatın kabul edilmemesi bazı büyük sıkıntılara sebep olduğunu söylemiştir329. Yanya ve Tırhala’da ortaya çıkan isyanın Yunanistan tarafından çıkartılmasından başka İngiltere’nin tebligatını müteakıben isyanın teskinine gayret ettiğini ve hatta Yunanistan’ın arazi genişletmesi fikrinden vazgeçmesi yolunda Yunan hükûmeti nezdinde nasihatlerde bulunduğunu açıklamıştır. Beaconsfield ayrıca Yunan hükûmetinin bu hareketinin Ayastefanos Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Kongre’nin kabul edeceği gidişat hakkında ortaya çıkan yanlış düşüncelerden doğmuş olması gerektiğini eklemiştir. Bu yanlış düşüncenin de Kongre’nin barışın devamı için elzem saydığı eski bir devletin esasını teyid ve tahkim değil belki bölüşülmesine başlanacağı düşüncesinden kaynaklandığını söylemiştir. Büyük bir savaştan sonra arazi kaybetmenin yalnız Osmanlı Devleti’ne özgü bir durum olmadığını, İngiltere’nin de değerli saydığı bazı topraklarını kaybettiğini belirtmiştir. Ancak Yunanistan’a arazi terkine bir bölüşme adının verilemeyeceğinden bu durumda Yunanlıların Avrupa 328 329 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 169. Berlin Kongresi Protokolleri, s. 169. nazarında aldandıklarını eklemiştir. Bu vesile ile Bosna ve Hersek hakkında Kongre’nin kararlarına da bölüşme anlamı veren bazı gazetelerin yazılarını da kabul etmemiştir330. Yunanistan’ın istikbalinden kimsenin bir şüphesinin olmadığını söyleyerek sınır düzenlemesine girişmekle Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasındaki nefretin savuşturulacağından sürekli bir barışın temin edileceğini ifade etmiştir. Bu amaca ulaşabilmek için hiçbir surette tehdit icrasını tavsiye etmediğini ve Padişah’ın, sınır düzenlemesinin her iki devletin refah ve saadetine büyük katkılarda bulunacak bir politika gereği açık surette beyanı için fırsatı kaçırmaması gerektiğini belirtmiştir. Bu cümleden olarak Fransa birinci delegesi Waddington’un teklif ettiği sınır hattını incelemesi gerektiğini söylemiş, fikirbirliği her şeyden önce geldiğinden diğer devletlerin bu konuda ittifak halinde verecekleri karara itiraz etmeyeceğini açıklamıştır. Dolayısıyla bu sınır meselesinin kesin bir şekilde Padişah’ın bir hal yoluna koyacağı inancında bulunduğunu beyan ederek sözlerini bitirmiştir331. Prens Gorçakof, Lord Beaconsfield ve Waddington tarafından Yunan Krallığı’nın sınırının ıslahı maddesi hakkında bir ittifaka varmanın kaçınılmaz menfaatler gereği olduğunun kabul ve itiraf edilmesinden sonra Fransa delegesinin teklifi ile Lord’un ortaya koyduğu deliller arasında esasen bir zıtlık görmediğini belirterek, sınırın ayrıntısı haricinde, aralarında ihtilâftan ziyade amacın bir olduğunu gördüğünü ve kendisinin de bu teklifi kabul ettiğini söylemiştir332. Kont Şuvalof, İngiltere birinci delegesi Lord Beaconsfield’in konuşması üzerine bazı görüşlerini açıklamak isteyerek söz almıştır. Rusya’nın Yunanistan hakkında olan muhabbetinin daha önce Prens Gorçakof tarafından açıklandığını söyleyerek Rusya’nın Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin iyi bir şekilde gerçekleşmesini arzu etse de Lord Beaconsfield tarafından Avrupa’nın güvenliği ihlâl ederek Kongre’nin toplanmasına sebep olan bir milleti yani Slavları engellemek için Yunanlılar ile Türkler arasında ittifak sağlanmasının gerekli olduğuna dair hakkında beyan olunan görüşlere katılamayacağını ifade etmiştir. Avrupa’nın Slavların can, mal ve saadetlerini temin 330 331 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 170. Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 170-171. edecek şekilde düzenlemeler etmesi halinde söz konusu halkın asayişi ihlâl etmeyeceği hakkında güvence vereceğini açıklamıştır. Avrupa güvenliğinin Türkler ile Yunanlılar arasında Slavlar aleyhinde bir ittifak kurmakla değil ancak bu surette gerçekleşebileceğine dair olan kanaatini belirtmiştir333. Fransa ve İtalya delegelerinin tekliflerinin oylamaya sunulmasıyla Karateodori Paşa, teklif edilen sınır düzenlemesi meselesine Osmanlı matbuası tarafından muvafakat edildiğine dair kendisinin herhangi bir bilgisi olmadığından bahsederek Bâb-ı Âlî’nin bu mesele hakkında düşünme ve karara varma hakkını muhafaza edeceğini ifade etmiştir334. Meclis başkanı, Osmanlı delegelerinin bu mesele hakkında oy vermekten kaçınarak yeniden İstanbul’dan talimat almaya hakları olduğunu söyleyerek bu konuda oylama ve düşünme haklarını muhafaza etmiştir. Ancak diğer tüm devlet temsilcilerinin bu teklifi oybirliğiyle kabul ettiklerini de sözlerine eklemiştir335. Fransız delegesi Kont St. Vallier, Avusturya ve Fransa delegeleri adına şu teklifi sunmuştur. “Mirdita336 ahalisi öteden beri sahip oldukları muafiyet ve imtiyazlardan eskiden olduğu gibi yararlanacaklardır”337. Lord Salisbury, zaten yolsuz bir şekilde konmuş olan imtiyazları onaylamak ve bir takım teamülleri devletlerin garantisi altına almanın daha sonra gündeme gelmesini söylemiştir338. Kont St. Vallier, öteden beri Osmanlı Devleti ile Mirditalılar arasındaki ilişkilerin bazı muafiyet ve imtiyazlar esasına dayandığını söyleyerek kendisinin bunların 332 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 171. Berlin Kongresi Protokolleri, s. 171. 334 Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 171-172. 335 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172. 336 Kuzey Arnavutluk’ta bir şehir. 337 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172. 338 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172. 333 korunmasından başka bir düşüncesinin olmadığını söyleyerek Avusturya ve Fransa’nın teklifinin eski durumunu hiçbir şekilde tadil etmediğini belirtmiştir339. Mehmed Ali Paşa, Padişah’ın icrasını düşündüğü ıslahatın bu türden istisnaî imtiyaz ve muafiyetlerin devamına yer bırakmayacağından bu değişikliklerin de doğal olarak yerine getirileceğinden statükonun bir süre daha devam edeceğini fakat ıslahat yapıldıktan sonra da imtiyazların süresiz uzatılmasının sözkonusu olamayacağını söylemiştir340. Avusturya-Macaristan delegesi Baron Haymerle, Kongre’nin özerk idarelere açık olduğunu ve Mirditalıların da kongre heyetinin ilgisine sahip olduklarını söyleyerek eskiden beri var olan özerkliğin sürmesinden başka bir amaca dayanmayan teklifin kabulünde ısrar etmiştir341. Mehmed Ali Paşa, Arnavut kabilelerinin sahip oldukları imtiyazlardan doğan sakıncaların ortadan kaldırılması gerektiğinde ısrar etmekle Kont St. Vallier’in Balkan yarımadasında büyük değişimlerin yaşandığı sıralarda Avusturya ve Fransa delegelerinin Mirdita halkının durumuna yönelik teklifine karşı statükonun sürmesinin gerekli olduğunu tekrar etmiştir342. Sadullah Bey, Kongre’nin bu teklifi kabul etmesinin ıslahatı yapmayı içeren 15. Madde hükümlerine karşı bir hareket demek olacağını ileri sürerek statükonun sürdürülmeyerek kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiğini söylemiştir343. Bu teklif hakkında Osmanlı delegeleri ile Kont St. Vallier arasında bir hayli konuşmadan sonra Osmanlı delegeleri, Bâb-ı Âlî’nin Mirdita dağı hakkında şimdilik bir değişiklik yapmayacağını söylemişlerdir. Meclis başkanı ve diğer delegelerin de Osmanlı ifadelerini onaylamalarından sonra Avusturya ve Fransa delegeleri tekliflerinin mazbataya eklenmesini amaçları için yeterli addettiklerini söylemişlerdir. 339 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172. Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172. 341 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172. 342 Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 172-173. 343 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 173. 340 Toplantı, 6 Temmuz ertesi günü Anadolu arazi meseleleri ve Boğazlar hakkında görüşmek üzere saat 5’de son bulmuştur344. 6-) Berlin Antlaşması’nın İmzalanması ve Yunan Sınırı Düzenlemesinin Antlaşmada Yer Alması Yunanistan’ın sınır değişikliği ile ilgili istekleri, Kongre’nin kararıyla protokole geçirilmiş, ancak antlaşmada yer alması düşünülmemiştir. Yunan delegeleri bunun antlaşma maddeleri arasına alınmasını istemişlerdir. Bu isteğe de Osmanlı temsilcileri şiddetle karşı çıkmışlardır. Kongre Başkanı Bismarck şu sözlerle Osmanlı heyetini yatıştırmıştır345: “Böyle bir maddenin antlaşmaya yazılması ortaya çıkan bir isteği bildirmekten ibaret olup, mutlaka yerine getirilmesi zorunluluğu yoktur.” Bunun üzerine Berlin Antlaşması’nın 24. Maddesi şu şekilde kabul edilmiştir346: “Osmanlı Devleti ile Yunanistan Berlin Kongresi’nin 13 numaralı protokolünde bildirilen sınır çizilmesi konusunda, anlaşmaya varamadıkları takdirde Almanya, Fransa, Avusturya, İngiltere, İtalya ve Rusya devletleri görüşmeleri kolaylaştırmak için kendilerinde arabuluculuk teklif etme hakkını korurlar.” 13 Haziran 1878 tarihinde toplanan Berlin Kongresi, bir aylık çalışmadan sonra 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması ile sona ermiştir347. 344 Berlin Kongresi Protokolleri, s. 173. Türkgeldi, a. g. e., s. 169; Kurat, a. g. e., s. 125; Davison, a. g. m., s. 189; Uçarol, a. g. m., s. 213; Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Karal, a. g. e., s. 113; Hatipoğlu, a. g. m., s. 306; Uçarol, a. g. e., s. 140. 346 Türkgeldi, a. g. e., s. 170; Uçarol, a. g. m., ss. 213-214; Davison, a. g. m., s. 189; Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Salışık, a. g. e., s. 128; Kocabaş, a. g. e., s. 98; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Hatipoğlu, a. g. m., s. 307; Uçarol, a. g. e., s. 141. 347 Karal, a. g. e., ss. 76-77; Karpat, a. g. m., s. 364; Shaw, a. g. e., ss. 238-239; Mantran, a. g. e., s. 141;Beydilli, a. g. m., ss. 30-31; Tuncer, a. g. e., ss. 75-76; Ongunsu, a. g. m., s. 77; Deringil; a. g. m., s. 304; Berlin Antlaşmasının metni için bkz. Erim, a. g. e., ss. 403-424; Sumner, a. g. e., ss. 658-669; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 684-698; Danişmend, a. g. e., ss. 315-316; Kurat, Türkiye ve Rusya, ss. 89-91. 345 Bu şekilde Berlin Antlaşması’nın 24. Maddesi gereğince Yanya, Tırhala, Preveze ve Golos taraflarında Yunanistan’a sınır düzenlemesi adı ile bir miktar arazi terki, Osmanlı Devleti’nin de rızası alınarak kararlaştırılmıştır348. Yunanistan’ın “Megali İdea” çerçevesi içinde yayılmacı arzularının bir parçası olarak ortaya atmış olduğu Tesalya, Epir ve Girit’i elde etme düşüncesi, İngiltere’nin uluslararası rekabet ve çıkarları sebebiyle bu düşünceye sahip çıkması ve başta Fransa olmak üzere diğer devletlerin de bu düşünceye destek vermeleri sonucunda Berlin Konferansı gündemine girerek, uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Bundan sonra bu Yunan ihtirası Berlin Antlaşması’nın maddeleri arasına konularak, Osmanlı Devleti’nin uygulaması gerektiği siyasî bir yükümlülük haline sokulmuştur349. B-) OSMANLI-YUNAN SINIRININ DÜZENLENMESİ MESELESİ 1-) Meselenin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi Yunan Hükûmeti, Büyük Güçlerin Berlin Kongresi’ndeki tutumlarından, Yunanistan’ı destekleyecekleri konusunda emin bir halde, Berlin Antlaşması’nın 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanmasından hemen sonra, 16 ve 19 Temmuz 1878 tarihlerinde Bâb-ı Âlî’ye gönderdiği notalarla, antlaşmanın 24. Maddesi gereğince yeni Osmanlı-Yunan sınırının düzenlenmesine yönelik faaliyetlere girişmek üzere müzakerelere başlanmasını ve bu amaçla Osmanlı Devleti’nin görüşmeler için kendi komiserlerini belirlemesini istemiştir350. Bu sıralarda İstanbul’da bu mesele konusunda tam bir fikirbirliği bulunmamaktadır. Sadrazam Saffet Paşa’nın Yunanistan ile antlaşmaya taraftar 348 Kurat, Henry Layard, s. 125; Uçarol, a. g. m., s. 214; Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Karpat, a. g. m., s. 366; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Uçarol, a. g. e., s. 141. 349 Uçarol, a. g. m., s. 214. 350 BOA, Y.EE, 43/210; Uçarol, a. g. m., s. 214; Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Karal, a. g. e., s. 113; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Hatipoğlu, a. g. m., s. 307; Uçarol, a. g. e., s. 141. olmasına karşın, Padişah sık sık fikir değiştirmekte ve hükûmet üyelerinin çoğu da Yunanistan’a arazi bırakılmasına taraftar olmamışlardır. Osmanlı Hükûmeti, 20 Temmuz 1878 tarihinde yaptığı bir toplantıda Yunanistan’a bir karış bile toprak verilmemesi kararını almıştır351. Sadrazam ve Hariciye Nazırı Saffet Paşa, alınan bu karar üzerine Avrupalı Büyük Güçlere genel bir bildiri göndermiştir. Bu bildiride, Yunanistan’ın Kongre’de açıklamış olduğu taleplerini reddederek bu durumda doğabilecek sakıncaları izah etmiş, Yunan sınırının genişletilmesi hakkında Kongre’nin gösterdiği eğilimden ötürü, Bâb-ı Âlî’nin Büyük Güçlere başvurmak zorunda olmadığını, ayrıca Avrupalı devletlerin Yunan Hükûmeti’ne itidal ve ihtiyat tavsiyesiyle kanaatlerini değiştirebilecekleri ümidinde bulunduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte Yunanistan’a verilmesi gereken cevabı da Büyük Güçlerden bu konuda gelecek cevaba kadar geri bırakmıştır352. Bu suretle Saffet Paşa, Yunanistan’ın teklifini reddetmiş ve Büyük Güçlerin de arabuluculuk yaparak meseleye dahil olmalarını önlemeye çalışmıştır. Fakat Avrupalı devletlerden gelen cevapta Kongre kararı gereğince Saffet Paşa’nın bu bildirisini kabul etmedikleri yanıtını vermişlerdir353. Yunan Hükûmeti bu sıralarda Berlin Kongresi’nin tavsiyesine gerektiği gibi uyarak Osmanlı Devleti ile pek de samimi bir antlaşma yapmak niyetinde değildi. Bu durumu Atina’daki Osmanlı Elçisi Fotiyadis Bey, İstanbul’a bildirmiş, Saffet Paşa’da konuyu İngiliz Elçisi Henry Layard’a aktarmıştır. Buna göre, Yunanistan, Osmanlı Devleti’ni tahrik ederek savaşa sürüklemek niyetindeydi. Böyle bir savaşta Yunanistan Avrupa’nın sempatisini kazanacağını tasarlayarak savaşın sonunda Tesalya ve Epir’den başka Makedonya’yı da elde edebilmenin hesapları içerisinde olmuştur. Bunun içinde askerî hazırlıklarına devam etmekte ve bir fırsatını bularak savaşı başlatmanın suçunu Osmanlı Devleti’ne yüklemenin peşinde olmuştur. Yunanlılar Krupp toplarıyla 351 Kurat, a. g. e., ss. 125-126; Uçarol, a. g. m., ss. 214-215; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Uçarol, a. g. e., s. 141. 352 Türkgeldi, a. g. e., s. 170; Uçarol, a. g. m., s. 215; Uçarol, a. g. e., s. 141; Davison, a. g. m., s. 190. 353 Uçarol, a. g. m., s. 215; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Uçarol, a. g. e., s. 142. donatılmış 10 batarya ve 30.000 kişilik bir öncü kuvveti hazırlamışlardır. Bu kuvvetin sınırı geçmesi düşünülmüş, ancak görevinin Osmanlı-Yunan sınırını düzenleme komisyonunun bir organı sıfatıyla alınan kararları uygulamak şeklinde olacağı şeklinde bir kılıf hazırlanmıştır. Buna göre Yunanlıların sınırı düşman kuvveti olarak geçmedikleri fikrini dünyaya yaymak suretiyle olası tepkiler hafifletilecekti. Doğal olarak yabancı bir ordunun Osmanlı topraklarında faaliyet göstermesine izin verilmeyecek ve bu durumda savaş kendiliğinden başlayacaktı354. Bütün bunlar yaşanırken, yeni Osmanlı-Yunan sınırını çizecek komisyon sözü edilmesine rağmen hâlâ kurulmamıştı. Sadrazam, bu durum karşısında vatan topraklarını savunmak zorunda olduklarını ve Tesalya’daki zayıf Osmanlı ordusuna 16 tabur takviye gönderileceğini açıklamıştır. Ancak Osmanlı Hükûmeti, Yunanistan’a saldırmayı aklından bile geçirmemiştir355. Bu sıralarda İngiltere’nin İstanbul’daki elçisi Layard, iki devlet arasında savaş çıkmasını önleyecek bir zemin hazırlama talimatı almıştır. Layard, yetkilerinin dışına çıkarak mevcut Yunan sınırında bir değişiklik yapılmaksızın Girit adasının Yunanistan’a terkine ne diyeceğini sadrazama sormuştur. Fakat Bâb-ı Âlî’nin bir karış toprak vermemek yolundaki kararı elçiye tekrar edilmiştir. Layard, Yunanistan’ın Girit adası karşılığında Tesalya ve Epir’deki iddialarından vazgeçeceğini beklemekte ve Salisbury’nin de bu seçeneği Atina’ya kabul ettirmesi halinde mevcut sınır krizinin son bulacağını sanmıştır. Oysa ki Yunanistan adalardan önce kendi yarımadasını ön plânda tutmuştur. Girit adasını zaten Tesalya ve Epir’e ilâve olarak istemişlerdi356. Öte yandan Osmanlı Devleti’nin Büyük Güçlere sunduğu teklifin kabul edilmemesi üzerine, Fransa’nın teklifiyle, Bâb-ı Âlî’ye Avrupalı devletlerin ortak baskı yapmaları kararlaştırılmıştır. İngiltere, bu konuda Osmanlı ve Yunan taraflarının doğrudan görüşmeleri yolunda ısrar etmiştir. Osmanlı Devleti, İngiltere’nin artan baskısı karşısında sınır düzenlemesi konusunu görüşmeye yanaşmak zorunda kalmıştır. 354 Davison, a. g. m., s. 189; Kurat, a. g. e., s. 126; Uçarol, a. g. m., s. 215; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22. 355 Kurat, a. g. e., s.126; Uçarol, a. g. m., s. 215; Davison, a. g. m., s. 189. 356 Kurat, a. g. e., ss. 126-127. Bu amaçla toprak ve nüfus bakımından en az kayıpla sınırın düzenlenmesi için Erkân-ı Harbiye Başkanlığı’na direktif verilmiştir357. Osmanlı komuta heyeti, Kongre tarafından öngörülen Kalamas ve Köstem sınırlarının askerî açıdan stratejik önemini göz önüne alarak sınır değişikliğine karşı çıkmışlardır. Erkân-ı Harbiye Reisi Gazi Ahmed Muhtar Paşa da sınır değişikliğine şiddetle karşı çıkanlar arasında yer almıştır. Paşa’nın düşüncesine göre olabilecek en iyi sınır zaten 1830’da çizilmiş olan Narda-Golos hattıdır. Bu sınırın değişmesi durumunda Osmanlı Devleti, doğal sınırlar bulmak bakımından Tesalya ve Epir’de daha fazla arazi bırakmak zorunda kalacaktı. Bu bakımdan Berlin Kongresi’nin aldığı karara uyulmaması gerekmektedir. Paşa, bu düşüncelerini hükûmete ve İngiliz elçisine bildirmiştir358. Osmanlı Devleti, sınır düzenlemesinden bir süre daha kaçınmıştır. Bu arada Yunanistan’da fırsatları değerlendirmek için uğraş göstermekten geri kalmamıştır. Bu suretle sınır değişikliği meselesi 1878 yılının yaz ayları boyunca hem Osmanlı-Yunan hem de uluslararası bir mesele olarak kalmıştır. Ekim ayına gelindiğinde savaş tehlikesi her zamankinden fazla belirmiştir. Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan tarafından işgali, Yunanistan’da sınır meselesinin kendi lehlerine çözümlenmesi fikrini daha da geliştirmiş ve güçlendirmiş olduğu kadar, Osmanlı tarafının da toprak vermeme azmini kamçılamıştır359. Avrupalı arabulucu devletler, Yunanistan’ın savaş ilân ederek “Şark Meselesi”ni yeniden canlandırmasına taraftar olmamışlardır. Bu sebeple, Atina’ya harbe girecek olursa hiçbir destek beklememesi ve bu tür bir hareketin kendisine faydadan çok zarar getireceği uyarısında bulunmuşlardır. Fakat Yunan Hükûmeti hâlâ Avrupa’nın sempatisini kazanmak için Osmanlıların Tesalya ve Epir’de başıbozuk çeteleri ve düzenli ordusu ile Rumlara baskı uyguladığı iddialarında bulunmayı sürdürmüştür360. 357 Türkgeldi, a. g. e., s. 170; Uçarol, a. g. m., s. 216. Kurat, a. g. e., s. 127; Uçarol, a. g. m., s. 216; Uçarol, a. g. e., s. 142. 359 Kurat, a. g. e., s. 127; Uçarol, a. g. m., s. 216; Uçarol, a. g. e., s. 142. 360 Kurat, a. g. e., s. 127. 358 Sınır değişikliği meselesi Türkler ve Yunanlılar arasında sorun olmaya devam ederken 1878 yılının Sonbahar aylarında Arnavutlar, Kalamas-Köstem hattının kuzeyinde kalan Yanya’nın Yunanistan’a ilhakına karşı olduklarından, bu durumun gerçekleşmemesi için çalışmalara başlamışlardır. Yunanlılar da bu şehri elde edebilmek için mücadeleye girişmişlerdir361. Osmanlı Hükûmeti, Yanya ve civarının bu karışık durumundan ötürü önem kazanması üzerine, bölgede meydana gelebilecek hadiseleri önlemek üzere birtakım önlemler almayı gerekli görerek buralara “muktedir” komutan göndermeye karar vermiştir. Bölgedeki olayları önlemek üzere, 26 Kasım 1878 tarihinde, özel bir görevle Girit’te bulunan Erkân-ı Harbiye Reisi Gazi Ahmed Muhtar Paşa’yı Yanya, Ahmed Hamdi Paşa’yı da Selânik komutanlığına atamıştır362. Osmanlı Devleti bölgede etkili önlemler alırken, diğer yandan da Büyük Güçlerin ve özellikle de İngiltere’nin bir an önce doğrudan Türk-Yunan görüşmelerine başlanması için sürekli olarak yaptıkları baskı ile karşılaşmıştır. Bu baskılar neticesinde Bâb-ı Âlî, Yunanistan ile görüşmelerde bulunma fikrine yanaşmaya başlamıştır363. Kasım ayına gelindiğinde artık Padişah II. Abdülhamid ve Hükûmet’te Yunan sınırının düzenlenmesi meselesi, Berlin Kongresi’nin 24. Maddesinde yer almış bulunduğundan, esasen bunun reddedilmesinin imkânsız olduğu kanaâti oluşmuştur. Bu sorunun daha fazla sürüncemede bırakılması, diğer devletlerin itirazlarına sebep olabilir, büyük ihtimalle de bu devletlerin fiilî müdahalesi sonucunu doğurabilirdi. Bu sebeple meselenin bir an önce sonuçlandırılması gerekmektedir. Sonuçta Osmanlı Devleti, Yunanistan ile iki tarafın tayin edeceği komiserler arasında, Preveze şehrinde bir görüşmenin yapılmasına, Büyük Güçlerin girişimleri ve uyarıları üzerine karar vermek durumunda kalmıştır364. 361 Uçarol, a. g. m., s. 216; Uçarol, a. g. e., s. 142. Uçarol, a. g. m., ss. 216-217; Uçarol, a. g. e., s. 143. 363 Kurat, a. g. e., s. 128; Uçarol, a. g. m., s. 217. 364 Davison, a. g. m., s. 192; Uçarol, a. g. m., s. 217; Uçarol, a. g. e., s. 143. 362 2-) Meselenin Çözümlenmesi Çalışmaları a-) Preveze Görüşmeleri Osmanlı Hükûmeti, Yunanistan ile görüşmeye karar verdikten sonra, 18 Aralık 1878 tarihinde yaptığı bir toplantıda gerçekleştirilecek görüşmelerde Osmanlı Devleti’ni temsil etmek üzere Gazi Ahmed Muhtar Paşa’yı birinci komiserliğe, Adliye müsteşarı Vahan Efendi’yi ikinci komiserliğe atamıştır. Bunlara ilâveten Miralay Cevdet Bey ve lisan bildiğinde ötürü de Abidin Bey görevlendirilmiştir. 19 Ocak 1879 tarihinde Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın emrine Türkçe ve Fransızca bilen iki kâtip ile kendisi ve Abidin Bey’in masrafları için 35.000 kuruşluk bir ödeneğin verilmesi kararlaştırılmıştır. Bu suretle Yunan temsilcileriyle görüşmelerde bulunacak Osmanlı müzakere heyeti kurulmuştur365. Osmanlı Hükûmeti’nin 18 Aralık 1878 tarihinde aldığı karar uyarınca Komiserler, Yunan komiserleriyle müzakerelere başladıkları zaman, daha önceden Erkân-ı Harbiye Dairesi tarafından hazırlanmış haritalar üzerinde tespit edilmiş üç sınır hattından, toprak ve nüfus bakımlarından en azı olan birinci sınır hattını Yunanlılara teklif ederek bu hattın kabul ettirilmesine çalışacaklardı. Yunan tarafı eğer bu hattı kabul etmez ise, İstanbul’dan talimat alarak yeni hareket tarzını tespit edeceklerdi366. Osmanlı heyeti ile Doğu ordusu komutanı General Soutso, Yunan Harbiye Bakanlığı Genel Kâtibi Zinopulos ve kral yaverlerinden Binbaşı Kolokotronis’in oluşturduğu Yunanlı üç komiserden teşekkül eden Yunan heyeti arasında görüşmeler, 6 Şubat 1879 günü Preveze şehrinde başlamıştır. Bu arada Osmanlı heyetinde yer alan Vahan Efendi’nin yerine Bosna vilâyeti müsteşarı Kostan Paşa tayin edilmiştir367. Bu sıralarda Osmanlı ülkesine göç etmiş Bulgaristan muhacirlerinin iskânı meselesinde Yunanlılar faaliyette bulunmaktan geri kalmamışlardır. Bulgaristan 365 BOA, Y.EE, 111/1; Davison, a. g. m., s. 192; Kurat, a. g. e., s. 128; Uçarol, a. g. m., ss. 217-218; Uçarol, a. g. e., ss. 143-144. 366 Uçarol, a. g. m., s. 218; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23. 367 Türkgeldi, a. g. e., ss. 171-172; Davison, a. g. m., s. 192; Kurat, a. g. e., s. 128; Uçarol, a. g. m., s. 218; Armaoğlu, a. g. e., s. 544; Karal, a. g. e., s. 113; Uçarol, a. g. e., s. 144. göçmenlerinin Makedonya’ya yerleştirilmemeleri için İngiltere nezdinde teşebbüs yapmışlardır368. Preveze taraflarına bu göçmenlerden iskân edilmesine ise Fransa itiraz da bulunmuş ve Yunanistan ayrıca durumu protesto etmiştir369. Osmanlı ve Yunan heyetleri arasında yapılan Preveze görüşmelerinde daha açılış toplantısından hemen sonra her iki taraf komiserleri arasında anlaşmazlık çıkmıştır. Gazi Ahmed Muhtar Paşa, sınır değişikliği talebinin Yunan tarafından gelmesi sebebiyle önce Yunanlıların bir sınır hattı göstermelerini istemiştir. Yunanlılar ise bu isteğe şiddetle karşı çıkarak Berlin Kongresi’nde çizilen hattan başka bir esas üzerinde görüşmeye girişmeyeceklerini bildirmişlerdir. Bunun üzerine Osmanlı heyeti, Berlin Kongresi’nde çizilmiş sınır hattının Osmanlı Devleti tarafından uygulanmasının bir zorunluluk olmadığını belirtmiştir. Kongre’de belirlenen hattın bir dilekten ibaret bulunduğunu söylemiş, Yunan heyeti ise bu durumun aksini iddia etmiştir. Meseleye bu şekilde iki tarafın farklı yaklaşımı, daha müzakerelerin başında uzun tartışmalara sebebiyet vermiştir. Neticede iki taraf da hükûmetlerinden yeni talimatlar almak üzere görüşmelere ara vermişlerdir370. Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Osmanlı Hükûmeti’nden yeni aldığı talimat üzerine, Osmanlı Devleti’nin sınır meselesinde başlıca üç noktayı esas aldığını Yunan heyetine bildirmiştir. Bu noktalardan birincisi, gerek Osmanlı Devleti gerekse Yunanistan açısından büyük öneme sahip bulunan Arnavutluk meselesidir. İkinci nokta, Tesalya’nın Osmanlı idaresinde kalacak kısmı için denize bir çıkışın sağlanması gerektiği olmuştur. Üçüncü nokta ise, stratejik nedenlerden dolayı, belirlenecek sınırın Golos Körfezi’nde Çatalca ve Golos şehirleri arasında bir yerden başlayarak Stroponamos vadisinin uygun bir noktasında sona ermesidir. Bu esaslar kabul edildiği takdirde her iki devletten arazinin durumuna vâkıf subaylar sevk edilerek sınır hattının geçeceği noktaların yerinde belirlenmesi teklif edilmiştir371. 368 Şimşir, a. g. e., s. 128. Şimşir, a. g. e., s. 131 ve s. 133. 370 Türkgeldi, a. g. e., ss. 172-173; Davison, a. g. m., s. 193; Uçarol, a. g. m., s. 218; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., ss. 144-145. 371 Türkgeldi, a. g. e., s. 173; Uçarol, a. g. m., s. 219. 369 Osmanlı heyetinin ileri sürdüğü bu sınır hattı, Berlin Kongresi’nin 13 numaralı protokolünde yer alan sınıra uygunluk göstermemiştir. Buna göre, Yunanistan ile olan sınır, önemsiz derecede düzeltilerek Narda ve Golos körfezlerindeki limanlar Osmanlı Devleti dahilinde kalmaktadır. Bir başka deyişle yeni sınır, Golos ile Halimiros arasında geçecek surette çizilmiştir. Fakat Yunan tarafı, Berlin Antlaşması’na dayanarak Kalamas ve Salamiryas vadileri üzerinde ısrar etmişlerdir372. Bunun üzerine Osmanlı Hükûmeti, Gazi Ahmed Muhtar Paşa’ya gönderdiği talimatta sınır düzenlemesi meselesinin bir an önce sonuçlandırılmasının zorunluluk arz ettiğini, eğer birinci sınır hattı kesin olarak kabul ettirilemezse, ikinci sınır hattının Yunanlılara teklif edilmesini istemiştir. Ancak bu ikinci sınır hattından fazla fedakârlık yapılmaması ve mutlaka önemli noktaların elde tutulmasına çalışılması gerektiği bildirilmiştir373. Osmanlı heyetinin başkanı olan Gazi Ahmed Muhtar Paşa, hükûmetten gelen bu yeni talimata binaen müzakereleri sürdürmek istemiştir. Fakat Yunan komiserleri, Berlin Kongresi’nin gösterdiği hattın dışında bir sınır için görüşmeye Yunanistan’ın kendilerine izin ve yetki vermediğini belirterek, bu müzakerelere artık son vermek zorunda bulunduklarını ve bu konuda bir protokol düzenlenmesini istemişlerdir. Buna karşılık olarak, Osmanlı heyeti de görüşmelerin kesilmesi konusunda karar vermeye yetkili olmadıklarını ve hükûmetlerinden yeni talimat almaya mecbur olduklarını belirterek bu teklifi reddetmişlerdir374. Preveze toplantıları sırasında Türk delegeleri Yunanistan’a bırakılacak topraklardan göç edecek kimselerin mal ve emlâk meselesinin halledilmesini istemişler, Yunan bağımsızlığının ilânı sırasında göç etmiş olan halkın emlâk işlerinin hâlâ halledilememiş olduğunu belirtmişlerdir. Halka sınır düzenlemesini kabul ettirebilmek için önceden emlâk meselesinin çözülmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Ancak Yunanlılar bu konuda yetkili olmadıklarını, ayrıca Yunan kanunlarının herkesin hakkını 372 Uçarol, a. g. m., s. 219; Uçarol, a. g. e., s. 145. Uçarol, a. g. m., s. 219; Uçarol, a. g. e., s. 145. 374 Türkgeldi, a. g. e., s. 173; Uçarol, a. g. m., s. 219; Uçarol, a. g. e., s. 145. 373 koruyacak kadar liberal olduğu iddiasında bulunmuşlardır375. Bu vesile ile Avrupa nezdinde Türklerin mülkiyet haklarına Yunanistan’da her zaman saygı gösterildiği iddialarında bulunmuşlardır376. Bu şekilde, Osmanlı ve Yunan komiserleri arasında yapılan görüşmeler bir çıkmaza girmiştir. Bunun üzerine, müzakerelerden istedikleri sonucu elde edemeyeceklerini anlayan Yunan heyeti, 18 Mart 1879 tarihinde Preveze şehrinden ayrılmışlardır. Bu suretle Preveze görüşmeleri sona ermiştir377. Osmanlı komiseri Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Berlin Kongresi’nde Yunanistan’a verilmesi öngörülen toprakları tamamen kaybetmemek için, Preveze görüşmelerini asıl hedeflerinden saptırmak suretiyle, müzakereleri bir usûl mücadelesi haline sokmuştur. Paşa, uyguladığı bu taktik ile, Yunan komiser heyetinin görüşmelerden çekilmesine sebep olmuştur. Bu şekilde müzakerelerden bir netice alınamadan komisyon dağılmak durumunda kalmıştır378. Preveze görüşmelerinin bu surette neticesiz olarak sona ermesi üzerine Yunanistan Dışişleri Bakanı Deliyanis, 29 Mart 1879 tarihinde Büyük Güçlerden Berlin Antlaşması’nın 24. Maddesi gereğince arabuluculuk yaparak meseleye müdahale etmelerini istemiştir. Bu istek, Osmanlı-Yunan sınırının düzenlenmesi meselesini diplomatik bir mesele haline getirmiştir379. Bu olaylar yaşanırken Osmanlı Hükûmeti, 3 Nisan 1879 tarihinde aldığı bir kararla, Yunan komiserlerinin Preveze görüşmelerinden çekilmeleri sonucunda meselenin çözümünün Büyük Güçlerin arabuluculuğuna kaldığını gördüğü için, bu dış müdahaleyi önlemek adına Yunanistan’a bir miktar daha toprak verilmesini uygun bulmuştur. Padişah da bu karara katılmış, fakat Yunanlıların bu durumdan daha da 375 Şimşir, a. g. e., ss. 137-141. Şimşir, a. g. e., s. 186-188. 377 BOA, Y.A. HUS, 160/74; Türkgeldi, a. g. e., s. 173; Davison, a. g. m., s. 193; Kurat, a. g. e., s. 128; Uçarol, a. g. m., s. 220; Armaoğlu, a. g. e., s. 544; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., s. 146. 378 Uçarol, a. g. m., s. 220. 379 Uçarol, a. g. m., s. 220; Uçarol, a. g. e., s. 146. 376 cesaret alarak daha fazla toprak talep etmemeleri için hükûmetten gerekli tedbirleri almasını istemiştir. Yine de bu sıralarda Yunan sınırı meselesi, Osmanlı Devleti’ni bir kez daha Büyük Güçlerin müdahalesi ile karşı karşıya bırakmıştır380. Bu kez Yunan taleplerini en çok destekleyen ülke Fransa olmuştur. Fransız Dışişleri Bakanı Waddington’un Berlin’den Fransa’ya hiçbir şey kazandıramadan eli boş olarak dönmekle itham edilmesi, onu Yunan meselesini benimseyerek Fransa’yı Şark Meselesi’nde lider yapmak suretiyle prestij sağlama düşüncesine sevk etmiştir. Fransa’nın hürriyet ve milliyet ilkelerinin hamisi sıfatıyla Waddington bu konuda Yunan isteklerini benimsemiştir. İngiltere Dışişleri Bakanı Salisbury ise mevcut Yunan sınırının çok kötü bir şekilde çizildiği ve bölge coğrafyasının da eşkıyalık hareketlerine çok müsait olduğunu, bu sınırın Padişah için bir kuvvet kaynağı değil ancak bir zaafiyet kaynağı olduğu şeklinde bir propagandaya başlamıştır381. Preveze görüşmelerinin sonuç vermemesi üzerine Waddington, İstanbul’da bir konferans toplanmasını istemiştir. Ayrıca Kalamas ve Köstem vadilerinin kuzey yamaçlarının da Yunanistan’a bırakılması fikrini savunmaya başlamıştır. Bu suretle Tırhala ve Yanya dahil Güney Arnavutluk Yunanistan’a verilecekti. Bâb-ı Âlî’nin bu teklifi kabul etmesi beklenemezdi. Çünkü Berlin Kongresi’nde Yanya ve Güney Arnavutluk’un adı bile geçmemiştir382. Sultan Abdülhamid bu düşünceyi eleştirmiştir. Ona göre Yanya sancağı hiçbir işgale uğramamıştı ve sırf Rus harbinde zor durumdaki Osmanlı Devleti’ne savaş açmadığı için Yanya’yı Yunanistan’a vermeyi hukuk ve adalet kurallarına ve iki ülke arasındaki dostluk ilişkilerine aykırı bulmuştur.383 Gerçekte Sultan Abdülhamid’i endişelendiren husus, Arnavutların böyle bir sınır değişikliği karşısında başkaldıracakları ve bu durumda bölgedeki otoritesinin sarsılarak devletin tekrar bir yıkılma tehlikesi karşısında kalacağı gerçeği olmuştur. Nitekim, 380 Uçarol, a. g. m., s. 220; Uçarol, a. g. e., s. 146. Kurat, a. g. e., s. 129. 382 Kurat, a. g. e., s. 129. 383 Kurat, a. g. e., s. 129. 381 Kuzey Epirli Arnavutlar siyasî faaliyetlere girişmişlerdir. Arnavutlar, Yanya’nın Yunanistan idaresine geçtiğini görmektense savaşıp ölmeye hazır oldukları yolundaki bildirileri İngiltere’ye göndermişlerdir384. Padişah, ayrıca zengin Müslüman toprak sahiplerinin yaşadığı Yenişehir’e büyük önem vermiştir. Diğer yandan doğal liman ihtiyacını karşılayan Narda Körfezi’nin hiç olmazsa kuzey kısmı Osmanlı tarafında kalması gerekmekteydi. Preveze, Bâb-ı Âlî için çok mühimdi. Arnavutluk’ta herhangi bir karışıklık olursa, duruma Osmanlı kuvvetleri deniz yoluyla bu limana gelerek ve buradan hareket ederek müdahale edebilirlerdi385. İstanbul, Yanya konusunda İngiltere’nin desteğini beklemiştir. Diğer taraftan Waddington ve İstanbul’daki Fransız elçisi Fournier Yunan tezine o kadar kendilerini kaptırmışlardı ki, Fournier Atina’nın Epir konusundaki taleplerine destek vermek için Fransa’nın açıklamıştır Güney 386 Arnavutluk kıyılarına donanma göndereceğini pervasızca . b-) Birinci İstanbul Konferansı Büyük Güçler, Avrupa’nın barış ve güvenliği açısından Yunan sınırı meselesinin halledilememesinden dolayı bölgede ortaya çıkan huzursuzlukları kesin olarak bir sonuca bağlamak istemişlerdir. Yunanistan’ın 29 Mart 1879 tarihli başvurusu üzerine, Fransa’nın teklifiyle İstanbul’da Avrupalı devletlerin elçilerinin arabuluculuk yapabileceği yeni bir Osmanlı-Yunan konferansının toplanması kararlaştırılmıştır. Daha sonra bu karar, Bâb-ı Âlî’ye bildirilerek bu konferans için temsilciler seçmesi istenmiştir387. Büyük Güçlerin baskısı karşısında, Osmanlı Devleti görüşmelerin tekrar başlamasını kabul etmiştir. Konferansa katılmak üzere Hariciye Nazırı Saffet Paşa, 384 Kurat, a. g. e., ss. 129-130. Kurat, a. g. e., s. 130. 386 Kurat, a. g. e., s. 130. 387 Türkgeldi, a. g. e., ss. 173-174; Uçarol, a. g. m., ss. 220-221; Armaoğlu, a. g. e., s. 544. 385 Tophane Müşiri Ali Saib ve Hariciye müsteşarı Sava Paşalar temsilci olarak atanmıştır. Yunanistan da İstanbul ve St. Petersburg’daki elçilerini temsilci olarak görevlendirmiştir388. Layard, bu konferanstan bir sonuç alınacağını sanmadığını belirtmiştir. Waddington da, elçiler aralarında bir fikirbirliğine varamazlarsa görüşmelerin neticesiz kalacağını ifade etmiştir. Bu durum da Fransa ve Almanya birlikte hareket edecekler, İtalya da İngiltere tarafına kayacaktı. Kont Zichy Yanya’nın Yunanistan’a bırakılmasını şahsen istemekle beraber, henüz Viyana’dan herhangi bir talimat almamıştı. Buna rağmen Salisbury, Avusturya’nın Fransa tarafına kayacağını hesaplamıştır389. Osmanlı-Yunan temsilcileri arasında ilk toplantı, 22 Ağustos 1879 tarihinde Kanlıca’daki Saffet Paşa’nın yalısında yapılmıştır. Yunan temsilcileri bu görüşmelerde de Berlin Kongresi’nin 13 numaralı protokolünün temel alınmasını istemişlerdir. Osmanlı temsilcileri de bu protokolde yer alan sınır hattının bir dilekten ibaret olduğunu tekrarlamışlardır. İstanbul Konferansı’nda da görüşmeler yine uzun müddet Preveze’de olduğu gibi protokolün niteliğinin tartışılması ile geçmiştir. Asıl mesele olan sınır hakkındaki görüşmelere ancak 17 Kasım 1879 tarihinde geçilebilmiştir. Atina, Berlin hattını esas alarak Yanya, Meçova ve Yenişehir’i de talepleri arasında zikretmiştir. Ayrıca sınırı Köstem ve Kalamas vadilerinin kuzey sırtlarından geçirerek asıl Berlin hattına göre sahayı 9000 km2 daha büyütmüşlerdir. Osmanlı temsilcileri buna derhal itiraz etmişlerdir. Osmanlı tarafı sınırı, adı geçen üç şehir dışarıda kalmak üzere vadilerin güneyinden geçirilmesi, aynı zamanda Golos ve Narda limanlarının da karadan güvenliğini sağlayacak şekilde teklif etmişlerdir390. 1880 yılı Ocak ayına kadar devam eden İstanbul Konferansı da meseleye bir çözüm getiremeden sona ermiştir. Bu durum Büyük Güçleri arabuluculuk yapmak üzere 388 BOA, Y.A. HUS., 161/66; Davison, a. g. m., s. 195; Uçarol, a. g. m., s. 221. Kurat, a. g. e., s. 131. 390 Kurat, a. g. e., ss. 131-132.; Davison, a. g. m., s. 195; Uçarol, a. g. m., s. 221; Armaoğlu, a. g. e., s. 544; Karal, a. g. e., s. 113. 389 harekete geçirmiş ve sorun artık daha geniş boyutlu uluslararası mesele haline gelmiştir391. c-) Berlin Konferansı ve Sınır Çizme Komisyonu İstanbul Konferansı’nın da bir sonuç alamadan dağılması üzerine Fransa tekrar bir teklif getirerek Büyük Güçleri arabuluculuk yapmaya davet etmiştir. Fransa’nın arabuluculuk esnasında temel alınmasını istediği teklife göre Yanya ile Kalamas’ın güneyinde Müslümanların oturduğu mahallerin Osmanlı Devleti’ne bırakılmasına karşılık Tesalya tarafında, Salamiryas’ın kuzeyinde kalan yerler Yunanistan’a bırakılacaktı. Bu teklif, İngiltere dışında, diğer devletler tarafından kabul edilmiştir. Buna karşılık, İngiltere, Bulgaristan’da olduğu gibi, tekrar bir sınır çizme komisyonunun kurulmasıyla, uygun bir şekilde sınırın belirlenmesi fikrini ileri sürmüştür392. İngiltere ve Fransa aralarında gerçekleştirdikleri görüşmelerde, sınır çizme komisyonunun Osmanlı Devleti’nde toplanmasına, buna Osmanlı Devleti’nin karşı koyması durumunda, Bâb-ı âlî’nin muvafakatini beklemeden Büyük Güçlerin elçilerinin Paris ya da Berlin’de bir konferans için bir araya gelmelerine karar vermişlerdir. Bu konferansın alacağı kararları uygulamak ve sınırı yeniden belirlemek üzere bir komisyonun gönderilmesini ileri sürmüşlerdir. Neticede konferansın Berlin’de toplanması diğer büyük devletler tarafından da uygun bulunmuştur393. Bismarck, Berlin’de konferans akdi üzerine Yunanistan’ın 1830’larda Bavyera’dan almış olduğu borçları gündeme getirmiştir. Bu kritik ortamda böyle bir sorunun ortaya atılması Yunanistan’ı oldukça rahatsız etmiştir. Büyük Güçlerin, özellikle Almanya’nın, sempatisini yitirme olasılığı Yunan Hükûmeti’ni endişelendirmiştir. Çünkü Yunanistan için bu sırada önemli olan sınır meselesidir. Bu 391 Türkgeldi, a. g. e., ss. 174-175; Kurat, a. g. e., s. 132; Uçarol, a. g. m., s. 221. Türkgeldi, a. g. e., s. 176; Uçarol, a. g. m., s. 221; Armaoğlu, a. g. e., s. 544. 393 Uçarol, a. g. m., ss. 221-222; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23. 392 yüzden Yunanistan, Bavyera ile borçların ödenmesi konusunda derhal bir anlaşmaya varmıştır394. 16 Haziran 1880 tarihinde Berlin’de İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya temsilcileri, Berlin Antlaşması’nın 24. Maddesinde yer alan arabuluculuk görevini yerine getirmek için toplanmışlardır. Bu toplantı sonucunda aldıkları karara göre, Yanya ve Çamlık taraflarıyla birlikte, askerî bakımdan öneme haiz Meçova ile halkının çoğunluğu Müslüman olan Yenişehir’i Yunanistan’a bırakacak şekilde yeni bir Osmanlı-Yunan sınırı belirlemişlerdir. Doğal olarak Osmanlı Devleti’nin aleyhinde olan bu kararlarını ortak bir nota ile Bâb-ı Âlî’ye bildirmişlerdir395. Osmanlı Hükûmeti, verilen bu ortak nota üzerine 23 Temmuz 1880 tarihli toplantısında Büyük Güçlerin bu ortak isteklerinin dikkate alınması gerektiğini, aksi durumda gelecekte yapılacak hareketleri tehlikeye düşüreceği sonucuna varmıştır. Bununla birlikte, Büyük Güçlerin aldıkları karara göre, söz konusu yerlerin Yunanistan’a terk edilmesinden doğacak sorunların, bu devletlere iletilerek konferansın aldığı bu kararların değiştirilmesine bir çare bulmayı düşünmüştür396. Kesin sınır hattının tayini ve meselenin ayrıntıları için Bâb-ı Âlî ile ortaklaşa bir karar verebilmek için İstanbul’daki elçilerine yetki verilmesinin istenmesi kararlaştırılmıştır397. Osmanlı Hükûmeti, bu kararını 27 Temmuz 1880 tarihinde arabulucu devletlere bildirerek Berlin Konferansı kararlarının değiştirilmesini istemiştir. Fakat Büyük Güçlerin İstanbul’daki elçileri, 25 Ağustos 1880 tarihinde Bâb-ı Âlî’ye verdikleri ortak bildiride, Berlin Konferansı kararlarının değiştirilmesine ve tekrar görüşmelere 394 Georgia Ioannidou-Bitsiadou, “The Bavarian Loans and Chancellor Bismarck’s Intervention in the Greek-Turkish Dispute Over Greece’s Borders (1878-81)”, Balkan Studies, 34/1, Thessaloniki 1993, ss. 74-82. 395 Davison, a. g. m., s. 197; Uçarol, a. g. m., s. 222; Armaoğlu, a. g. e., s. 545; Karal, a. g. e., s. 113. 396 BOA, Y.EE, 111/15. 397 Türkgeldi, a. g. e., ss. 177-180; Uçarol, a. g. m., s. 222. başlanmasına razı olmayacaklarını uygulanması tavsiyesinde bulunmuşlardır belirterek 398 Berlin Kongresi protokolünün . Osmanlı Hükûmeti, bu durum üzerine, Yanya, Çamlık, Yenişehir ve Meçova’nın Yunanistan’a bırakılmasının doğuracağı sakıncaları bir askerî heyete inceleterek, hazırlattığı yeni haritaları ve sakıncaların gerekçelerini 3 Ekim 1880 tarihinde Büyük Güçlere bildirmişse de devletlerden bu konuda bir yanıt alamamıştır399. Diğer yandan bu sıralarda Yunanistan, savaş hazırlıklarına başlamış, Yunan haydut çeteleri de sınır boylarında hadiseler çıkartmaya ve Osmanlı topraklarına tecavüz etmeye başlamıştır400. Yaşanan bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti, 14 Kasım 1880 tarihinde Büyük Güçlere başvurarak Yunanistan’ın giriştiği savaş hazırlıklarından vazgeçmesini ve sınır meselesinin bir an önce çözüme kavuşturulması için yeni verilen haritada belirtilen sınır hattı esas olmak üzere Yunanlıların Osmanlı Devleti ile tekrar görüşmelere başlamasını talep etmiştir. Fakat Osmanlı Hükûmeti’nin bu ve bundan sonraki diplomatik girişimleri bir sonuç vermemiştir. Büyük Güçler, kararlarını değiştirmemişler ve tersine baskılarını arttırmışlardır.401. 1881 yılı başlarından itibaren Büyük Güçlerin baskısı ile Yunan sınırı meselesi yine ön plâna çıkmıştır. 8 Şubat 1881 tarihinde toplanan Osmanlı Hükûmeti, Yunanistan’a toprak verilmesini prensip olarak kabul etmiştir. Bu maksatla, devletin menfaatleri sebebiyle Epir ve Tesalya’dan bir karış toprak verilmemesi şartıyla Girit adasının Yunanistan’a terk edilmesine eğer bu sayede de amaca ulaşılamaz ise Girit adası civarında bulunan Gavdos, Kaşot ve Kerpe adalarının da verilerek meselenin hal yoluna koyulmasına fakat şimdilik bu teklifin gizli tutulmasına karar vermiştir402. 398 Türkgeldi, a. g. e., s. 180 ve ss. 398-402; Davison, a. g. m., s. 199; Uçarol, a. g. m., s. 222. Davison, a. g. m., s. 199; Uçarol, a. g. m., s. 222. 400 Uçarol, a. g. m., s. 223. 401 Türkgeldi, a. g. e., s. 181 ve ss. 402-404; Uçarol, a. g. m., s. 223. 402 Türkgeldi, a. g. e., ss. 181-185; Uçarol, a. g. m., s. 223; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., s. 154. 399 Osmanlı Devleti’nin bu yeni aldığı kararla birlikte Yunan sınırı meselesi konusunda üç seçeneği bulunmuştur. Bunlardan birincisi, Yunanistan’a hiçbir surette toprak vermeyerek savaş açmak, ikincisi Tesalya ve Epir’de Yunanistan’ın istediği sınır değişikliğini yapmak ve üçüncüsü Girit adasını, olmazsa Girit ile beraber civar birkaç adayı da Yunanistan’a vermek olmuştur403. Bu kararlardan da anlaşılacağı üzere, Osmanlı devlet adamları, bu sıralarda Yunanistan’a savaş ilânını bir kenara bırakarak, toprak terkini temel almışlardır. Fakat toprak terki söz konusu olduğunda Tesalya ve Epir’den toprak vermektense, bir sorun kaynağı olan Girit’i Yunanistan’a vermeyi uygun bulmuşlardır. Girit’in terki görüşünün savunucusu Evkaf Nazırı Subhi Paşa olmuş, 24 Şubat 1881 tarihinde Padişah’a sunduğu raporunda bu görüşünün sebeplerini İngiltere, Fransa, Rusya ve Yunanistan açısından değerlendirerek açıklamıştır404. Elçiler ile yapılacak olan konferansa 1881 yılı Ocak ayında komiser olarak atanmış olan Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Girit’in Yunanistan’a terk edilmesi fikrini paylaşmamıştır. Paşa’nın Girit’in önemine dair bir konuşmasından sonra diğer bazı nedenlerle birlikte Girit’in terkinden vazgeçilmiştir. Bu sıralarda İngiltere, Girit’e dair gizli kalması gereken Osmanlı kararını öğrenir öğrenmez Girit’in başka bir devlete bırakılmasını asla kabul edemeyeceğini açıklamıştır. Ayrıca Yunanistan’ın da Tesalya yerine Girit’i kabule yanaşmayacağı işitilmiştir. Bu durum üzerine Tesalya ve Epir yeniden gündeme gelmiştir405. Bu son gelişmeler üzerine, 16 Haziran 1880 tarihli Berlin Konferansı’nda altı büyük devletin elçisi ile Osmanlı Devleti arasında yapılmasına karar verilen İstanbul görüşmelerine başlanmıştır406. 403 Uçarol, a. g. m., s. 223. BOA, Y.EE, 111/36, 111/39, 111/40; Türkgeldi, a. g. e., s. 411; Uçarol, a. g. m., s. 223; Uçarol, a. g. e., s. 155. 405 Uçarol, a. g. m., s. 224; Karal, a. g. e., s. 114; Uçarol, a. g. e., s. 155. 406 Uçarol, a. g. m., s. 224. 404 d-) İkinci İstanbul Konferansı Yunan sınırının düzenlenmesi meselesinde, Büyük Güçlerin artan baskıları neticesinde II. Abdülhamid, Avrupa devletlerinin önerdiği görüşmelere katılmayı kabul etmiş ve bu konuda hükûmete gerekli talimatı vermiştir. Bu suretle harekete geçen Bâbı Âlî, 4 Mart 1881 tarihinde görüşmelere katılacak temsilcileri görevlendirmiştir. Bu temsilciler Islahat-ı Askeriye Teftiş Komisyonu Reisi Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Şurayı Devlet Reisi Server Paşa ile Müşir Ali Nizami Paşa’lardır. Sonradan Hariciye Nezareti müsteşarı Artin Efendi de bu heyete katılmıştır. Müzakere heyetine Bâb-ı Âlî görevleriyle ilgili geniş bir talimat ve Sadrazam Said Paşa da konferansta okunmak üzere bir beyanname vermiştir407. Konferansa katılacak Osmanlı heyetine verilen talimatta, görüşmelerde öncelikle Köstem nehrinin kesin sınır olarak ileri sürülmesi, eğer kabul edilirse Padişah’ın onayına sunulması; bunun kabul edilmemesi durumunda ise bu nehrin ilerisinde Tırhala ovasına bakan dağlar üzerinden sınır hattının geçirilmesine razı olunması; eğer bu da mümkün olmaz ise, Preveze limanının Osmanlı tarafında kalması şartıyla Meçova’nın da terkinin kabulü istenmiştir. Bunlara ilâveten eğer gerekirse daha önce alınmış karar gereğince Girit ile civarındaki adı geçen adaların Yunanistan’a verilmesi de konu edilebilecekti. Bu kıstaslara göre Osmanlı heyeti, uygun bulduğu şekilde görüşmeleri yapabilecekti. Ancak heyetin kesin bir yükümlülük altına girmeyerek öncelikle Bâb-ı Âlî’nin onayını aldıktan sonra hareket etmesi kararlaştırılmıştı408. Osmanlı-Yunan sınırı meselesini kesin olarak sonuçlandırmak üzere Osmanlı temsilcileri ile İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın İstanbul elçileri arasında görüşmeler, 8 Mart 1881 günü Alman elçilik binasında başlamıştır409. 407 BOA, Y.EE, 111/41; Türkgeldi, a. g. e., s. 185 ve ss. 411-418; Uçarol, a. g. m., s. 224. Uçarol, a. g. m., ss. 224-225. 409 Türkgeldi, a. g. e., s. 185; Uçarol, a. g. m., s. 225; Armaoğlu, a. g. e., s. 546; Karal, a. g. e., s. 114; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., s. 156. 408 Görüşmelerde Osmanlı temsilcileri, aldıkları talimata uygun olarak ve hatta Girit’in Yunanistan’a bırakılması yolundaki teklifi dahi yapmışlardır. Fakat İngiltere elçisi Girit’in bırakılması teklifine hemen itirazda bulunmuştur. 23 Mart 1881 tarihinde yapılan altıncı oturumda Girit tekrar gündeme gelmişse de elçilerin bu teklifi kabul etmedikleri kesin olarak anlaşılmıştır. Bunun üzerine Osmanlı heyeti daha önce ileri sürmüş oldukları birinci sınır hattının da reddedilmesi üzerine, ikinci sınır hattının kabul edilmesini istemişlerdir. Ne var ki bu teklif de elçiler tarafından reddedilmiştir410. Görüşmeler, bu şekilde birtakım tekliflerin ileri sürülmesi sonucunda tartışmalı bir ortamda devam ederken, altı devlet elçisi, 19 Nisan 1881 tarihinde Bâb-ı Âlî’ye ortak bir nota vermişlerdir. Bu notalarında Osmanlı Devleti’nin fazlasıyla aleyhine olan bir sınır hattı teklif etmişlerdir. Bu notaya göre, Punta Yunanistan’a bırakılacak, Punta ve Preveze yönünden Narda Körfezi’nin girişine hakim olan istihkâmlar silahlardan arındırılacak ve Narda Körfezi’nde deniz ulaşımı serbest olacaktı. Bu sayede yeni Yunan sınırı Salamiryas ve Platamona arasındaki bir yerden başlamakta ve Narda nehrine kadar uzanmaktadır411. Bu nota üzerine, 21 Nisan 1881 tarihinde toplanan Osmanlı Askerî Heyeti, bu teklifi ayrıntılarıyla inceleyerek, bir rapor hazırlamış ve bunu Padişah’a takdim etmiştir. Bu raporda teklifin reddedilmesi halinde bir savaşa sebep olursa, buna Osmanlı Devleti’nin neden olduğu şeklinde bir durumun ortaya çıkacağı yer almıştır. Bu durumda da, Büyük Güçlerin Osmanlı Devleti’nin karşısında, Yunanistan’ın yanında yer alacakları kanaatine varılmıştır. Meydana gelecek savaşın şiddeti ve sonucu önceden tahmin edilemeyeceğinden askerî hazırlıkların buna göre yapılması gerektiği sonucu çıkarılmıştır.412 II. Abdülhamid ve Osmanlı Hükûmeti, bu ihtimalleri göz önüne alarak ortaya çıkması muhtemel sonuçları önlemek için mecburen Büyük Güçlerin teklifinin kabul 410 BOA, Y.EE, 111/43; Uçarol, a. g. m., s. 225. BOA, Y.EE,, 111/34; Türkgeldi, a. g. e., ss. 186-187; Uçarol, a. g. m., s. 225; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., s. 156. 412 Uçarol, a. g. m., s. 226; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., s. 156. 411 edilmesine karar vermiştir. Padişah, 30 Nisan 1881 tarihli iradesinde Bâb-ı Âlî’den gerekli çalışmaları başlatmasını istemiştir413. Osmanlı Hükûmeti, 8 Mayıs 1881 tarihinde yaptığı toplantıda, Padişah’ın iradesine uygun olarak, Berlin Konferansı kararlarının yerine ikame edilen ilgili devletlerin yeni kararı temel olmak üzere bir sözleşmenin düzenlenmesini uygun bulmuştur. Bu amaçla, Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Server Paşa, Ali Nizami Paşa ve Artin Efendi’ye tekrar Büyük Güçlerin elçileriyle görüşme yetkisini vermiştir414. Osmanlı Devleti, altı büyük devletin baskılarına daha fazla direnememiş, Yunanistan ile de bir savaşı göze alamadığından verilen notadaki teklif üzerine Yunanistan sınırının düzenlenmesini kesin olarak kabul etmiştir415. 3-) Osmanlı-Yunan Sınır Düzenlemesi Çalışmalarına Tepkiler Önce Ayastefanos Antlaşması daha sonra ise Berlin Antlaşması ile Arnavutların yaşadıkları coğrafyada Karadağ ve Yunanistan tarafından sınır düzenlemesi yoluyla arazi kazanımına gidilmesine Arnavut unsur çok büyük tepki göstermiştir. Ayastefanos Antlaşması sırasında Osmanlı Devleti, Karadağ’ın Arnavutluk’tan herhangi bir toprak almasını engellemek için, Arnavutları tahrik ve teşvik etmiş ve bunlar da Karadağ’ın herhangi bir hareketine karşı 1878 yılı Temmuz ayında Arnavut Ligi ya da Prizren Birliği adlı bir teşkilât kurmuşlardır416. Yanya Vilâyetine gönderilen komiser, Sadaret’e yazdığı 18 Ağustos 1878 tarihli raporda Hıristiyan Arnavutların bile herhangi bir toprak terkine muhalif olduklarını, 413 Türkgeldi, a. g. e., s. 188; Uçarol, a. g. m., s. 226; Uçarol, a. g. e., s. 157. BOA, Y.EE, 111/51; BOA, Y.A. RES., 11/19; Uçarol, a. g. m., s. 226; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., s. 157. 415 Uçarol, a. g. m., s. 226; Armaoğlu, a. g. e., s. 546; Karal, a. g. e., s. 114. 416 Armaoğlu, a. g. e., s. 540; Karal, a. g. e., s. 68; Anderson, a. g. e., s. 221; Glenny, a. g. e., s. 141. 414 Osmanlı idaresinde kalmak istediklerini ve gerekirse silâhla karşı koyacaklarını belirtmiştir417. Arnavut mebuslar, 18 Temmuz 1879’da Arnavut halkının haklarının korunması gerektiği aksi halde Arnavutların silâhla karşı koyacakları yolunda bir muhtıra vermişlerdir418. 27 Ağustos 1879’da ise Arnavutların karşı koyacaklarına dair Zeynelabidin Bey tarafından bir lâyiha sunulmuştur419. İngiliz Yarbay James Baker hazırladığı muhtırada, Müslüman ve Hıristiyan Arnavutlar arasında Yunanistan’a karşı güçlü bir antipati gözlemlemiştir. Preveze’de nöbetçiliğini Arnavutların yaptığı cephanelikte 20.000 Martini-Henry tüfeği bulunduğunu ve Yunanlıların ilk hareketinde bu silahları kullanacaklarını bildirmiştir. Arnavutların yaklaşık 200.000 savaşçı çıkarabileceğini tahmin eden Baker, bu gücü sindirebilmenin zorluğuna dikkat çekmiştir. Arnavut kabileleri arasında birlik sağlandığını belirtmiştir. Arnavut halkının arzusunun otonomi ya da bir Büyük Gücün vasiliğinde himaye olduğunu ifade etmiştir. Arnavutların esasen önceleri Osmanlı idaresinde yarı bağımsız yaşamak istediklerini ancak 1878 Rus yenilgisi ile Osmanlı hakimiyetinin sarsılmasından sonra anarşi ortamında yaşadıkları düşüncesinde bulunduklarını kaydetmiştir420. 27 Mayıs 1880’de Arnavutlar, Karadağ ve Yunanistan’a sınır düzenlemesi yoluyla arazi verilmesine razı olmadıklarını ve Osmanlı idaresinde kalmak istediklerini resmen İstanbul’a bildirmişlerdir421. Yunan sınır meselesinin halli için Berlin’de konferans toplanması üzerine “Yanya Cemiyet-i İttihadiyesi” adı altında bir takım kimseler 22 Haziran 1880’de Büyük Güçlerin elçiliklerine telgraflar çekmişlerdir422. 417 BOA, Y.EE, 42/103. BOA, Y.EE, 43/212. 419 BOA, Y.EE, 43/215. 420 Yarbay James Baker’ın Türk İlişkilerine Dair Muhtırası, British Docs. on For. Aff., vol 5, ss. 18-20. 421 BOA, Y.EE, 9/25. 422 BOA, Y.A. HUS., 164/131. 418 Görüşmeler sırasında Yanya, Yenişehir ve Çamlık’ın Yunanistan’a bırakılacağı şayiaları halkı heyecana sevk etmiş, bunun üzerine Osmanlı Devleti bir beyanname yayınlayarak devletin söz konusu yerlerde arazisi olanlara başka yerlerde arazi göstereceği ya da arazilerin bedelini ödeyeceğini ve Arnavut ahaliye, devleti zor duruma düşürmemeleri için sakin olmaları çağrısında bulunmuştur423. Berlin Antlaşması’nın Gosine ve Plava’yı Karadağ’a vermesi Arnavutlar arasında büyük bir memnuniyetsizlik yaratmıştır. Büyük Güçler arasından bir sponsor bulamayan Arnavutların komplo ve gerilla savaşından başka bir çareleri kalmamıştı. Arnavutlar Karadağ’a karşı hazırlıklara girişmişler ve Karadağ birliklerine silahlı direniş göstermişlerdir. Berlin Antlaşması ile Arnavutların yaşadıkları sahalara Karadağ ve Yunanistan tarafından göz konması Müslüman ve Hıristiyan Arnavutları birleştirmiş ve Arnavut milliyetçiliği duygusunu uyandırmıştır424. Tesalya’da ise, Tesalya Müslümanları ileri gelenleri, Tesalya’nın Yunanistan’a terk edilmesine karşı Bâb-ı Âlî’ye bir dilekçe sunmak üzere Bedreddin Bey başkanlığında İstanbul’a heyet göndermişlerdir. Tesalya Müslümanları Sadrazama hitaben yazdıkları dilekçelerinde Tırhala Sancağı ahalisi olarak Türk idaresinden memnun bulunduklarını, yaşadıkları yerlerin Yunanistan’a verileceği haberinin yarattığı endişeyi ve Yunan idaresine girmek istemediklerini belirtmişlerdir. Vatanlarının yabancılara teslim edilmemesi ve kendilerinin vatanlarından uzaklaştırılmamaları için Padişah’a ve Hükûmet’e yalvarmışlardır. Tesalya’nın terki kaçınılmaz ise, göç edecek Müslümanların emlâkinin bir sözleşme imzalanarak güvence altına alınmasını istemişlerdir425. 423 BOA, Y.EE, 4/9. Glenny; a. g. e., s. 143; Armaoğlu, a. g. e., ss. 540-542. 425 Şimşir, a. g. e., ss. 263-265. 424 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TESALYA MESELESİ’NİN ÇÖZÜMÜ A-) TESALYA MESELESİNİN ÇÖZÜMÜ 1-) Osmanlı Delegeleriyle Arabulucu Devletler Elçilerinin Görüşmeleri Görüşmelerin birinci toplantısı 10 Mayıs 1881’de Server Paşa başkanlığında gerçekleştirilmiştir. Toplantıda öncelikle konferansın usûl ve hareket tarzıyla ilgili meseleler halledilmiştir. Buna göre arkası arkasına verilecek kararları senet kabul etmek suretiyle yetinileceği ve başkanlığın nöbetleşe olarak Osmanlı birinci delegesinden başlayarak elçilerin en kıdemlisine geçmesine karar verilmiştir426. Osmanlı delegeleri Yunanistan’a bırakılacak arazide bulunan emlâkin güvenliği, ibadet ve mezheb serbestliği ve şer‘-i şerifle olan rabıtalarla ilgili olup, mukavelenamenin yerine getirilmesinden sayılacak birtakım bendleri konferansa teklif etmişlerdir. Elçiler yazılı olduğu gibi ibraz edilen varakayı inceleyerek bir sonraki toplantıda bu konudaki görüşmelere girişmeye hazır olacaklarını belirtmişlerdir. Osmanlı delegeleri de gelecek toplantıda diğer maddelerle ilgili bazı yeni bendler teklif edeceklerini açıklamışlardır427. Ertesi günü, 11 Mayıs tarihinde, İngiliz elçiliğinde ikinci toplantı yapılmıştır. Osmanlı delegeleri konferansa dört madde daha teklif etmişlerdir. Elçiler aralarında yaptıkları istişareden sonra bu bendlerden üçü ve önceki toplantıda sunulmuş bendlerin ikisini, görüşmelerin dışında olduğu gerekçesiyle kabul etmeyeceklerini söylemişlerdir. 426 Devlet-i Aliyye Murahhaslarıyla Düvel-i Mutavassıta Süferası Tarafından Tanzim ve İmza Kılınan Mazbata-yı Umumiye’nin Tercümesidir, fi 5 Receb 1298 ve fi 21 Mayıs 1297, Matbaa-yı Amire, İstanbul, s. 297. 427 Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 297. Bunun üzerine tekrar görüşmelere başlanmış ve Osmanlı delegeleri söz konusu bendleri savunmuşlardır428. Yunan anayasasının Yunanistan’ın devlet görevlerinin icrasına engel olması sebebiyle bu görevlerin ortaya konamamasıyla ilgili olan şarta gelince; Osmanlı delegeleri, Yunanlıların öteden beri devlet görevlerini defalarca ihlâl etmelerinden dolayı bu şarta lüzum görüldüğünü göz önüne aldıklarını, ancak Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olduğu için zaten devlet kanunlarına daima hareketlerini uydurmak zorunda bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu yüzden Osmanlı heyeti, antlaşmada bu mecburiyetten bahsetmenin yersiz ve usûle tamamen aykırı olduğu cevabını vermiştir429. Osmanlı delegeleri, Golos şehrinin silahtan arındırılması maddesini desteklemişlerdir. Ancak elçiler, bu şartın mümkün olmadığı cevabını vermişler ve diğer üç bend de görevlerinin büsbütün dışında kaldığından bu konuda görüşmekten kaçınmışlardır. Bunun üzerine Osmanlı heyeti, gelecek toplantıda cevap vereceğini belirtmiştir430. Üçüncü toplantı, 15 Mayıs’ta gerçekleştirilmiştir. Osmanlı delegeleri, elçilerin reddettiği beş bendle ilgili henüz kesin kararlarını bildirecek durumda olmadıklarını fakat diğer maddelerle ilgili görüşebileceklerini açıklamışlardır. Elçiler, söz konusu beş bendin kabul edilmemesine dair kesin kararlarını yinelemişler ve bu beş bend geri alınmadıkça diğer maddelerle ilgili görüşmeyeceklerini bildirmişlerdir431. Dördüncü toplantı, 16 Mayıs’ta yapılmıştır. Osmanlı delegeleri, elçilerin itiraz ettiği beş bendi konferansta görüşmekten vazgeçtiklerini açıklamışlardır. Bunun üzerine antlaşmanın diğer maddeleri üzerine görüşmelere geçilmiştir. Mukaddime, elçilerin lâyihasında yazılı olduğu şekilde kabul olunmuştur. Daha önceden kararlaştırılmış bulunan sınır hattına dair bir ve ikinci maddeler her iki tarafça kabul edilmiştir432. 428 Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 297. Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, ss. 297-298. 430 Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 298. 431 Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 298. 432 Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 298. 429 Emlâk, ibadet ve mezhep serbestliği hakkındaki maddelerle ilgili olarak uzun görüşmelerden sonra bu konularda çoğunluğun destek verdiği maddeler kabul edilmiş, haklarında fikir birliği oluşmayanlar bir sonraki toplantıda görüşülmeye bırakılmıştır433. Terk olunacak arazinin tahliyesi maddesinin antlaşmaya eklenerek aynı hükmün başka bir yazı ile halledilmesi kararlaştırılmıştır434. Osmanlı Duyûn-ı Umûmiyesi’nden Yunanistan’a ait olacak payla ilgili meselede Osmanlı delegeleri kendi tekliflerini sunmuşlardır. Elçiler bu payın ne kadar olacağına dair henüz herhangi bir bilgileri olmadığını belirterek Yunanistan’a düşecek payın ileride Bâb-ı Âlî ile elçiler arasında tayin edilmesine karar verilmiştir435. Beşinci toplantı, 17 Mayıs’ta gerçekleştirilmiştir. Bu toplantıda, bir önceki toplantıda muallâkta kalmış olan maddelerin üzerinde tam olarak anlaşmak mümkün olabilmiştir. Ertesi günkü toplantıda antlaşma hükümlerinin icrasıyla ilgili ayrıntıları içeren mazbatanın incelenmesi ve görüşülmesi kararlaştırılmıştır436. Altıncı toplantı, 19 Mayıs’ta yapılmıştır. Bu toplantıda gerek Osmanlı delegeleri ve gerekse elçiler tarafından sunulmuş iki yazı okunmuştur. Bölgelerin tahliye edilmesi için belirlenecek süre hakkında uzun görüşmelerden sonra uzlaşmaya varılmıştır. Daha sonra Osmanlı heyeti, yeni sınır hattının Kritiri ile Zarkos’un kuzeyinde kalan tepeler arasında kalan kısmını gereği gibi tayin etmek için bazı hususları netleştirmek istemişlerdir. Elçiler bu istek karşısında, sınır hattının her iki tarafın da kabul ettiği şekilde çizileceğini belirtmişlerdir. Ancak sınırın bu kesimini daha iyi bir şekilde tayin etmek lüzumunu takdir ettiklerini ifade ederek sınır düzenleme komiserlerine, Osmanlı delegelerinin bu kesime yönelik teklifinin bir nüshasını vermeyi ve Ekserakis nehrinden başlayarak Zarkos’un kuzeyinde yer alan tepelere kadar mümkün olduğunca dağ 433 Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 298. Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, ss. 298-299. 435 Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 299. 436 Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 299. 434 yığınlarını belirlemelerini tavsiye etmeyi üzerlerine almışlardır. Görüşmede daha sonra diğer konularda da ittifak sağlanmıştır437. Yedinci ve son toplantı, 24 Mayıs tarihinde gerçekleştirilmiştir. Antlaşmaya eklenecek askerî yazı ile ilgili bazı maddelerle bu yazının kesin terkibi belirlenerek bu konuda da ittifak sağlanmıştır. Antlaşma ile ona ekli yazı okunduktan sonra, aralarında Server, Ahmed Muhtar, Ali Paşalar ile Artin Efendi, elçiler Hatzfeldt, Kalis, Tisyo, Goschen, Corti ve Nevikof’un bulunduğu bütün delegeler tarafından imzalanmıştır. Daha sonra ilk harfleri okunarak tasdik edilmiştir438. 2-) 1881 İstanbul Antlaşması Bir yandan Padişah II. Abdülhamid, diğer yandan 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması’nın 24. Maddesinde yazılı olan arabuluculuğu yerine getirmek üzere Almanya İmparatoru, Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı, Fransa Cumhurbaşkanı, İngiltere Kraliçesi, İtalya Kralı ile Rus Çarı, Osmanlı Devleti ve Yunanistan sınırının düzenlenmesiyle ilgili meseleyi, Avrupa’nın asayiş ve düzenine sahip çıkmak için halletmek arzusu içinde bir antlaşmanın hazırlanması ve imzalanmasına karar vermişlerdir. Bu amaçla, Osmanlı Padişahı’nı temsilen Server, Gazi Ahmed Muhtar ve Ali Nizami Paşalar ile Artin Efendi, Almanya İmparatoru’nu temsilen Büyükelçi Kont Hatzfeldt, Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı’nı temsilen Büyükelçi Baron Kalis, Fransa Cumhurbaşkanı’nı temsilen Büyükelçi Tisyo, İngiltere Kraliçesi’ni temsilen Büyükelçi Goschen, İtalya Kralı’nı temsilen Kont Corti, Rus Çarı’nı temsilen Büyükelçi Nevikof olağanüstü delege tayin edilmişler ve tam yetkili olarak İstanbul Antlaşması’nın aşağıdaki maddelerini kararlaştırmışlardır439: 1. Madde: Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasındaki yeni sınır hattı aşağıdaki gibi belirlenmiştir: 437 438 Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, ss. 299-300. Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 300. Yeni sınır hattı “Salamirya” ve “Platamona” nehirlerinin denize döküldükleri yer arasında “Karalık Derbend” geçidi yakınından ve Platamona’nın güneyinde yaklaşık 4 kilometre mesafede bulunan bir noktadan başlayarak dağların zirvesinden geçerek batıya doğru gider. İlk önce “Kranya” ve “Ovarniçe” ve daha sonra “Nezeros” ve “Aganepsis” arasından geçerek “Kodaman Dağı” tepesine ulaşır. Oradan “Olimp” tepesinden geçerek güneye doğru iner ve “Kokkino Petra”nın zirvesine kavuşur. Bu noktadan itibaren bu zirveyi terk etmeksizin batıya doğru uzanarak “Ligara” ile “Deruni Meluna” arasından geçer ve “Kritiri Dağı” tepesine ulaşır. Sınır hattı, batıya doğru giderek “Ekserakis” nehrinin sahiline ulaşır. Güneybatıya doğru hat, nehirden ayrılan suları takip ederek “Zarko” köyünün kuzeyinde bulunan tepelere ulaşır ve daha sonra kuzeybatıya ve “Deminiçe” yönüne doğru dönerek nehirden ayrılmış suları takibe devam ederek “Alefterehoryon” köyünü Osmanlı Devleti’ne bırakır. Sınır hattı “Deminiçe”ye ulaşmazdan önce bu yerden yaklaşık 18 mil mesafede yine adı geçen nehirden ayrılmış sulardan batıya doğru dönerek “Filamuresti”, “Gavranon” ve “Corciçe” köylerinde geçerek “Karaçova Dağı”nın tepesine çıkar. Daha sonra Körtepe’den güneye doğru giderek “Zigos”, “Dokimi” ve “Pristeri” dağları tepelerinden geçer ve yağmur sularını en kısa yolla “Pristeri” zirvesinden Narda nehrine götüren ırmağı takip ederek “Kalarites” ve “Mihaliçi” köyleri yakınından geçmesiyle Narda nehrine ulaşır. Bu son noktaların ötesinde Narda nehrinin denize döküldüğü yere kadar izler. Bu sınır, altı büyük devlet ve ilgili iki devlet memurlarından oluşturulacak komisyon tarafından yerinde belirlenecektir. Sınır düzenleme komisyonu kararlarını, çoğunluk usûlü ile alacak ve her devlet yalnız bir oya sahip olacaktır. Komisyon, çalışmalara başlamak için işbu antlaşmanın onaylandığı tarihten itibaren sekiz gün zarfında ve mümkünse daha önce toplanacaktır. 2. Madde: Punta, 1 Temmuz 1832 tarihinde İstanbul’da imzalanan antlaşmanın birinci maddesinde belirlenen arazisi ile birlikte Yunanistan’a terk olunacaktır. Gerek 439 Yunan Meselesine Dair Mukavelename-yi Aslî, fi 5 Receb 1298 ve fi 21 Mayıs 1297, Matbaa-yı Amire, İstanbul, ss. 301-307; Armaoğlu, a. g. e., s. 546. Preveze ve gerek Punta taraflarında Narda Körfezi girişine hakim bulunan bütün istihkâmlar işbu antlaşmanın imzalandığı tarihten itibaren üç ay zarfında silahtan arındırılarak iki taraf barış içinde bulundukça bu halde kalacaktır. 3. Madde: Yunanistan’a bırakılan yerlerde oturan ve Yunan idaresinde kalacak halkın can, mal, namus, din ve adetlerine bütünüyle riayet edilecek ve halk diğer Yunan tebaası gibi medenî hukuk ve politikadan aynı şekilde yararlanacaktır. 4. Madde: Yunanistan’a bırakılacak yerlerde ferman, hüccet, tapu, diğer senetlerle ya da Osmanlı kanunları gereğince fertlerin tasarrufunda bulunan çiftlik, mera, çayır, kışlak ve ormanlarla, her tür arazi ve diğer emlâk temlik hakkı Yunan Hükûmeti tarafından onaylanacaktır. Camiiler, medreseler, mektepler ve hayratların idaresine ait emlâkin hüccetleri de onaylanacaktır. 5. Madde: Padişah varidatı, kendileri veya hanedan hesabına tahsil edilen emlâk-ı humayûn eskiden olduğu gibi, kullanılabilecektir. Bu emlâkin mahiyeti ve tahsis olunmuş yerleri hakkında ihtilâf çıkması durumunda işbu antlaşmanın dokuzuncu maddesinde kurulması belirtilmiş olan komisyonun incelemesine ve gerekmesi halinde yine ilgili madde gereğince arabulucu devletlerin kararına başvurulacaktır. 6. Madde: Kanunen belirlenmiş, icabında lâyıkıyla ortaya çıkacak menfaatler için tazmin edilmedikçe hiç kimsenin emlâki elinden alınmayacaktır. Emlâk sahiplerinin hiçbiri emlâkini satmaya veya emlâkini terk etmeye zorlanamayacağı gibi Yunanistan’ın her tarafında geçerli olacak genel bir kanun çıkarılmadıkça emlâk sahibi ile alıcı ilişkilerinde değişiklik yapılmayacaktır. Yunanistan dışında ikamet edip terk olunan arazide emlâki bulunanların emlâkini iltizama vermeye veya diğer kimselere idare ettirmeye yetkileri olacaktır. 7. Madde: Yunanistan’a terk edilen araziye yakın olan eyâletler halkından olup, öteden beri sürülerini buralardaki çayır, mera ve çiftliklere göndermeyi alışkanlık edinmiş kişiler bu duruma eskiden olduğu gibi devam edeceklerdir. 8. Madde: Yunanistan’a bırakılan yerlerde yaşayan Müslüman halka ibadet ve mezhep serbestliği ile icrası temin olunmuştur. Bugün var olan ve ileride ortaya çıkabilecek olan İslâm cemaatinin muhtariyetine, hiyerarşiye göre düzenine ve onlara ait gelir getiren emlâkin idaresine devam edeceklerdir. Ayrıca İslâm cemaati, mezhep işleri bakımından ruhanî reisleriyle olan ilişkilerine asla engel olunmayacaktır. Mahallî şer‘î mahkemeler din konularında hüküm vermeyi sürdüreceklerdir. 9. Madde: Mirî emlâkle ilgili bütün konuları ve bu konularda ilgisi olacak fertlerin menfaatlerine dair meseleler iki yıl zarfında halledilmek üzere Osmanlı ve Yunanlı üyelerden kurulu bir komisyon oluşturulacaktır. Bu komisyon, Osmanlı Hükûmeti’nin malı olan ve senelik gelir sağladığı anlaşılacak emlâk için Yunan tarafından Osmanlı Devleti’ne ödenmesi gerekecek tazminatı kararlaştıracaktır. Hakkında ittifak gerçekleşmeyen meseleler arabulucu devletlerin kararına bırakılacaktır. 10. Madde: Yunan Hükûmeti kendisine bırakılan arazinin gelirlerine uygun olmak üzere Osmanlı Duyûn-ı Umûmiyesi’nden bir pay alması gerekeceği için bu pay ileride Bâb-ı Âlî ile İstanbul’daki arabulucu devletler elçileri arasında kararlaştırılacaktır. 11. Madde: Müslüman halkın silahlarının toplanması hakkında özel ve istisnaî olarak hiçbir tedbir alınamayacaktır. 12. Madde: Yunan Hükûmeti, eşkıyanın takibine ait 1856 yılında imzalanan antlaşmanın yenilenmesi için Mebusan Meclisi’ne bir kanun lâyihası sunacaktır. 13. Madde: Aslen Yunanistan’a terk olunan arazi halkından olup veya bugün bu arazide ikamet edip, Osmanlı uyruğunda kalmak isteyenlerin ilgili daireye önceden bir beyanname vermek üzere işbu antlaşma onaylarının karşılıklı değiştirilmesi tarihinden itibaren üç yıl zarfında ikametgâhlarını Osmanlı ülkesine nakletmek yetkisine sahip olacak ve bu şekilde Osmanlı tebaası sıfatını koruyacaklardır. Üç yıl mühlet zarfında göç edecekler işbu antlaşmanın 6. Maddesinin 3. Fıkrasında Yunanistan dışında ikamet eden emlâk sahipleri lehine şart koşulmuş faydalardan eskiden olduğu gibi yararlanacaklardır. İşbu üç yıl mühlet zarfında Müslüman halk askerlik hizmetiyle yükümlü kılınmayacaktır. 14. Madde: Hazırlanmış antlaşmanın 9. Maddesi gereğince kurulacak komisyon, Yunanistan’a bırakılan arazide Osmanlı Hükûmeti’nin talebi olan vergi bakayasına ait konularla yıllık vergilerin tahsil edilmesinden meydana gelebilecek meseleler en az müddet zarfında halletmeye memur olacaktır. 15. Madde: Tahliye emrine ve terk olunan arazinin teslimine ait maddeler bu antlaşmaya eklenecek ve ayrıca bir varaka ile kararlaştırılacaktır. Bu varaka antlaşmanın bir maddesi gibi hüküm ve kuvvete sahip olacaktır. Osmanlı askeri Yunanistan’a terk olunan araziyi bu varakada belirlenen süre zarfında boşaltmaya mecbur olacaktır. Osmanlı Devleti bu süreyi mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacaktır. 16. Madde: Arabulucu devletler, arazi terkine ait işlemlere nezaret etmek için komiserler atamak yetkisini muhafaza ederler. 17. Madde: Bu antlaşmadan önce ortaya çıkan siyasî hadiselere karışmış kimselerin veya zanlıların hepsine Osmanlı Devleti ve Yunanistan tarafından genel af çıkarılacaktır. 18. Madde: Osmanlı Padişahı ile Almanya, Avusturya-Macaristan, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya kral, kraliçe ve cumhurbaşkanları arasında imzalanan antlaşmayı takiben yine bu antlaşmanın hükümlerini içeren bir antlaşma Padişah ile Yunan Kralı arasında imzalanacaktır. 19. Madde: İşbu antlaşma onaylanacak ve onayları üç hafta zarfında ve mümkünse daha erken İstanbul’da karşılıklı olarak değiştirilecektir. 24 Mayıs 1881’de imzalanan bu antlaşma, daha sonra 2 Temmuz 1881 tarihinde Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında Yunanlı Bakan Kunduriyotis ve bir Osmanlı yetkilisi tarafından ikili bir antlaşma olarak imzalanmıştır440. 24 Mayıs antlaşması ile verilen arazi, ne Yunanistan’ın talep ettiği kadar, ne de Büyük Güçlerin tekliflerinde yer aldığı kadardır fakat Osmanlı Devleti’nin kaybetmeyi arzuladığından daha fazladır. Bu arazi yaklaşık 12.400 km2dir. Sınır düzenlemesi Yunanistan’ın toplam arazisini %35 kadar arttırmıştır. Osmanlı Devleti Yanya ve Meçova’yı elinde tutmayı başarmıştır. Ancak yoğun Müslüman nüfusa sahip Yenişehir kaybedilmiştir441. İngiltere’nin İstanbul elçiliği görevinde bulunmuş olan meşhur Lord Stratford de Redcliffe, 1880 yılı yazında Yunanistan’ın sınır düzenlemesi vasıtasıyla arazisini genişletme iddiaları hakkında bir muhtıra kaleme almıştır. Yunanlıların, Osmanlı Devleti’nin Rusya ile olan savaşında tarafsız kalmaları esasına dayandırdıkları iddialarını temelsiz ve değersiz bulmuştur. İngiltere’nin ve diğer Büyük Güçlerin Yunanistan adına sınır düzenlemesi için Bâb-ı Âlî’ye dayatma ve baskılarını haksız olarak nitelemiştir. Mevcut Türk-Yunan sınırının ise en uygun sınır olduğu kanaâtini taşımıştır. Ayrıca Avrupa’nın Osmanlı Devleti’ni güçten düşürmemesi gerektiği fikrindedir442. Ne var ki, Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu maddî ve manevî zaafiyet ortamında sınır düzenlemesine karşı çıkacak gücü kendisinde bulamamıştır. 440 Danişmend, a. g. e., s. 318; Davison, a. g. m., s. 200; Armaoğlu, a. g. e., s. 546; Anderson, a. g. e., s. 222; Svoronos, a. g. e., s. 78; Orhonlu, a. g. m., s. 12; Sonyel; a. g. e., s. 238; Hatipoğlu, a. g. e., s. 37; Tuncer, a. g. e., s. 76; Sun, a. g. e., s. 16; Kocabaş, a. g. e., s. 100; Öke, a. g. m., s. 259; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 24; Hatipoğlu, a. g. m., s. 307; Uçarol, a. g. e., s. 157. 3-) Arabulucu Devletler Elçilerinin Beyannamesi Arabulucu devletlerin elçileri beyannamelerinde, imzalanan antlaşmanın birinci maddesi gereğince teşkil edilecek sınır düzenleme komisyonuna, hattın “Kritiri” ile “Zarkos”un kuzeyinde bulunan tepeler arasındaki kısım için Osmanlı Devleti delegeleri tarafından yapılan teklifin metnini vermeyi ve sınırın “Ekserakis” nehri ile “Zarkos”un kuzeyinde kalan tepeler arasında mümkün olduğunca dağ yığınlarını izlemesi tavsiyesinde bulunmayı taahhüt etmişlerdir443. B-) OSMANLI-YUNAN SINIRININ ÇİZİLMESİYLE GÖREVLİ AVRUPA KOMİSYONUNUN ÇALIŞMALARI 1-) Komisyonun Oluşumu 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması’nın 24. Maddesinde belirtilen Büyük Güçlerin arabuluculuğunu yerine getirmek üzere 24 Mayıs 1881 tarihinde Almanya, Avusturya-Macaristan, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya delegeleri ile Osmanlı delegeleri arasında İstanbul’da bir antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşmanın 1. maddesi gereğince Osmanlı Devleti ile Yunanistan sınırının düzenlenmesi meselesi kesin bir şekilde halledilmiştir444. Sınır hattının antlaşmanın hükmüne uygun olarak tayin edilmesi için Büyük devletler ile ilgili iki taraf memurlarından oluşan bir komisyon oluşturulmuştur. Bu komisyona Almanya tarafından Yüzbaşı Engelbrecht, Avusturya tarafından Yüzbaşı Canic, Fransa tarafından Yarbay Miot, İngiltere tarafından Binbaşı Ardagh, Yüzbaşı de 441 Davison, a. g. m., s. 201. Redcliffe, a. g. e., ss. 60-62; Türkgeldi, a. g. e., 431-433; Poole, a. g. e., s. 21. 443 Düvel-i Mutavassıta Süferası Tarafından İta Olunan Beyannamenin Sureti Tercümesidir, fi 5 Receb 1298 ve fi 21 Mayıs 1297, Matbaa-yı Amire, İstanbul, s. 307. 442 Wolski ile Teğmen Liverson, Yunanistan tarafından Albay Metaksas, Yüzbaşı Likudis ile Yüzbaşı Purnaras, İtalya tarafından Binbaşı Boselli, Rusya tarafından Albay Sollogub, Osmanlı Devleti tarafından Albay Tahir Bey, Yarbay Salih Bey, Binbaşı İshak Bey ve Yüzbaşı Münir Bey komiser olarak atanmışlardır445. 2-) Komisyon Toplantıları Avrupa komisyonu 6 Temmuz 1881 tarihinde çalışmaları sırasında takip edecekleri yöntem ile ilgili olarak görüşmek üzere Narda şehrinde toplanmışlardır. Öncelikle komiserlerin devletleri tarafından kendilerine verilen ruhsatnamelerin kontrolü gündeme gelmiş, ancak bazı komiserler ruhsatnamelerini yanlarında getirmediklerinden vakit kaybetmemek için bir sonraki toplantıda ibraz edilmesi kararlaştırılmıştır446. Toplantının başkanlığı Rusya komiseri Albay Sollogub’a verilmiş olup, başkanlık hakkında uygulanacak kesin yöntemin incelenmesi ve görüşülmesi de bir sonraki toplantıya bırakılmıştır. Komisyon, topografya bakımından yapılacak işlemlerin plânının düzenlenmesi ve gelecek toplantıda komisyona sunulması için İngiltere komiseri Binbaşı Ardagh ile bir Yunanlı ve bir Osmanlı subayından oluşan bir heyetin teşkil edilmesine karar vermiştir. Başkan, bir sonraki toplantının 8 Temmuz günü yapılacağına ve bu toplantıda ruhsatnamelerin kontrol edileceğini, başkan ile yazı heyetinin seçilmesini, hazırlanacak topografya plânının incelenmesini ifade etmiştir447. İkinci toplantı 8 Temmuz 1881’de Narda şehrinde yapılmıştır. Başkanlık konusunda daimi bir başkan seçilmesi ya da her devlet komiserinin sırayla başkan olması seçenekleri görüşülerek oylamaya sunulmuştur. Komisyon, daimi bir başkan seçimini kabul etmesi üzerine yine oylama sonucunda Fransız komiser Yarbay Miot 444 Memalik-i Devlet-i Aliyye ile Yunanistan Beyninde Vaki Hudud-ı Cedidenin Tahdidine Memur Avrupa Komisyonunun Tanzim Eylediği Mazbatalar ile Beyanname ve Reddiyelerin Tercümeleri, Ceride-i Askeriye Matbaası, İstanbul 1883, s. 1. 445 Avrupa Komisyonu, ss. 1-2. 446 Avrupa Komisyonu, s. 2. toplantıların başkanı seçilmiştir. Avusturya komiseri Yüzbaşı Canic kâtip olarak atanmıştır. Bu arada Binbaşı Ardagh hazırlanan topografya plânını komisyona sunmuştur448. Komisyon, sınırın belirlenmesine yarayacak arazi şekillerini anlamak üzere sınırın geçmesi düşünülen hat için tahminen 5 km genişliğindeki bir alana dair bir müsvedde harita düzenlenmesinin yeterli olacağına karar vermiştir. Albay Sollogub, sınır hattının belirlenmesinde en etkili ve en seri işlemlerin nelerden ibaret olacağı hakkında görüşülmesini teklif etmiştir. Bu konuda komisyon, sınırın olabildiğince açık ve ayrıntılı bir tarifini, sınırın her iki tarafı için yeter bir genişlikte harita düzenlenmesini ve tartışmaya meydan verebilecek belirsiz noktaları tayin etmek için sınır boyunda işaretler konmasını kabul etmiştir. Sınır taşı ya da kazık dikmek gibi işaretler konmasının ilgili devletlere ait olmasını kararlaştırmıştır449. Üçüncü toplantı 11 Temmuz 1881 tarihinde yapılmıştır. Bu toplantıdan itibaren Osmanlı heyetine Yüzbaşı Münir Bey’in yerine Binbaşı Rauf Bey komiser atanmıştır. Başkan, halktan gelen Narda nehrinin sağ tarafında emlâki kalanların durumunun göz önüne alınmasını isteyen dilekçeyi komisyona sunmuştur. Komisyon, 24 Mayıs 1881 İstanbul Antlaşması’nın 9. maddesi uyarınca bu konuların, kurulacak Osmanlı-Yunan komisyonunun görevi dahilinde kaldığını belirtmiştir. Daha sonra komisyon, sınırın Narda nehrinin denize döküldüğü yerle Narda şehri köprüsü arasında kalan sahayı inceleyerek sınırın nehrin denize döküldüğü noktadan Narda köprüsüne kadar nehrin yatağını izlemesine karar vermiştir450. Osmanlı komiseri, karardaki “nehrin yatağı” ibaresine “şimdiki” kelimesinin eklenmesini ve dolayısıyla komisyon kararının da bu şekilde değiştirilerek kaleme alınmasını istemiştir. Bu talep oy çokluğu ile reddedilmiştir. Komisyon, Narda 447 Avrupa Komisyonu, ss. 2-3. Avrupa Komisyonu, ss. 4-5. 449 Avrupa Komisyonu, s. 5. 450 Avrupa Komisyonu, s. 7. 448 köprüsünden “Kalarites” deresinin nehirle birleştiği noktaya kadar olan nehir yatağını keşfetmek ve incelemek üzere 13 Temmuz’da Narda’dan ayrılmaya karar vermiştir451. Dördüncü toplantı, 15 Temmuz 1881 tarihinde Yanya’da yapılmıştır. Bu toplantıya Osmanlı heyetine Hariciye Nezareti tarafından bundan sonrası için yardımcı olarak atanan Onnik Mineciyan Efendi de katılmıştır. Komisyon, Narda köprüsüyle Kalarites deresinin nehre kavuştuğu nokta arasındaki sınır hattı konusunda bu bölgedeki nehir yatağının oldukça açık ve belirli olmasından ötürü bir tereddüde mahal bırakmadığından sınırın bu nehir yatağını izlemesini kabul etmiştir. Daha sonra Kalarites deresinin nehirle birleştiği yerden “Peristeri” tepesine kadar olan sınır hattını görüşmüştür452. 24 Mayıs 1881 tarihli İstanbul antlaşması hükmüne göre sınır hattı, bu tepeden yağmur sularını en kısa yolla Narda nehrine ulaştıran ırmağı izlemiştir. Komisyon yaptığı incelemede bölgedeki yağmur sularını taşıyan ırmaklardan bazılarının sularını “Aspro Potamo”ya ve diğerlerinin “Meçova” ırmağına ulaştırdığını, sadece bir tanesinin adı geçen Peristeri tepesinden akan yağmur sularını Narda nehrine boşalttığını keşfetmiştir. 24 Mayıs tarihli antlaşmada belirtilen şartı yalnız bu ırmağın taşıması üzerine başkan, Peristeri tepesinden Narda nehrine uzanan sınırın bu ırmağı izlemesi teklifini oylamaya açmıştır453. Osmanlı komiseri Albay Tahir Bey, bu arada Hidayet Paşa’dan gelen Kalarites’in doğusunda akan “Kalota” ırmağının sınır kabul edilmesi teklifini içeren yazıyı komisyona sunmuştur. Komisyon, bu teklifi bir oya karşı reddetmiştir. Tahir Bey, bu durumda Kalarites’in batısında akan ırmağın sınır kabul edilmesiyle ilgili oylamaya katılmayacağını ifade etmiştir. Daha sonra bu konuda oylamaya geçildiğinde Tahir Bey’in oyu hariç buraya ait sınır hattı ittifakla kabul edilmiştir454. Bu durum Osmanlı tarafı için bir rahatsızlık yaratmış, komisyon çalışmaları durma noktasına gelmiştir. Ancak Hidayet Paşa’dan gelen ve kış mevsiminin yaklaşmasından ötürü sınır 451 Avrupa Komisyonu, s. 8. Avrupa Komisyonu, ss. 9-10. 453 Avrupa Komisyonu, ss. 10-11. 454 Avrupa Komisyonu, s. 12. 452 düzenleme işlerine tekrar başlanmasına dair yazı üzerine çalışmalara yeniden başlanmıştır455. Beşinci toplantı 11 Ağustos 1881 tarihinde Yanya’da yapılmıştır. Toplantıda sınır düzenleme işlerine devam etmek üzere 15 Ağustos günü heyet halinde Meçova’ya gidilmesini ve özel encümenin de sınır haritası işlerine tekrar başlamak için 13 Ağustos’ta Peristeri’ye hareketini kararlaştırmıştır. Osmanlı komiserleri komisyon ve encümenin güvenliği için maiyetlerine yeter sayıda jandarma askerinin verilmesini taahhüt etmişlerdir456. Osmanlı heyeti, komisyon tarafından Narda nehrinin denize döküldüğü yerde her iki tarafa işaretler konmasını ve bu iki işaretin yerlerinin haritada gösterilmesini beyan etmişlerdir. Bunun üzerine komisyon, nehrin bölünmeksizin ve bir delta oluşturmaksızın birden denize döküldüğü için sahilin denizle buluştuğu yerin gayet açık ve belirgin olmasından dolayı işaretler konmasına gerek görmemiştir457. Altıncı toplantı, 17 Ağustos 1881 tarihinde Meçova’da yapılmıştır. Toplantıda “Dokimi” ile “Peristeri” yükseltileri arasında yeni sınır hattını yerinde belirlemek ve sınır işaretleri konmasına başlamak üzere 18 Ağustos günü Dokimi dağına gitmeye karar vermiştir458. Yedinci toplantı, 18 Ağustos 1881’de Dokimi dağında yapılmıştır. Burada, komisyonun yaptığı incelemeler neticesinde “Dervendiçe” vadisinin batısından geçerek belli bir güzergâhı izleyerek Dokimi dağına ulaşan bir ırmak kolunun sınır hattı kabul edilmesini ve sınır işaretleri konmasını kararlaştırmıştır459. Sekizinci toplantı, 19 Ağustos 1881’de Zigos Boğazı yakınında yapılmıştır. Komisyon, Dokimi dağının kuzeyinde bulunan tepelerden biri üzerine giderek bu tepenin Meçova ile Tırhala yoluna geçit veren Zigos Boğazı’na kadar olan sınır hattını 455 Avrupa Komisyonu, s. 13-16. Avrupa Komisyonu, s. 16. 457 Avrupa Komisyonu, s. 17. 458 Avrupa Komisyonu, s. 20. 459 Avrupa Komisyonu, ss. 21-22. 456 kabul etmiştir. Zigos geçidinin Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında ortak kullanılması kararlaştırılmıştır460. Dokuzuncu toplantı, 23 Ağustos 1881’de Baltinon’da gerçekleştirilmiştir. Komisyon, kuzeydeki Zigos Boğazı’na hakim olan tepeden başlayarak Baltinon köyünün güneyindeki dağ silsilesine kadar olan sahayı incelemiştir. Zigos Boğazı’ndan bir tepe üzerindeki Binbaşı Türbesi’ne kadar sınırı belirlemiştir. Binbaşı Türbesi Osmanlı tarafında, diğer bir tepe üzerinde bulunan Kıbti kilisesi de Yunanistan’a bırakılmıştır. Hat boyunca gerekli sınır işaretleri konmuştur461. Onuncu toplantı, 4 Eylül 1881 tarihinde Zarkos’ta yapılmıştır. Komisyon, Binbaşı Türbesi’nin bulunduğu tepeden Zarkos’un kuzeyinde yer alan tepelerin zirvesine kadar sahayı kontrol etmiştir. Daha sonra bu iki nokta arasındaki belirlenen güzergâha binaen sınır hattı tayin edilmiş ve sınır işareti olarak piramitler konulmuştur. 1881 İstanbul Antlaşması gereğince hattın “Flamuristi”, “Gavranon” ve “Corciçe” köylerinden geçmesi lâzım gelirken, bu ilk iki köy belirlenen sınırdan 5 km güneyde bulunduğu için Yunanistan’da kalmış diğer köy ise 5 km kuzeyde bulunduğu için Osmanlı Devleti’nde bırakılmıştır462. On birinci toplantı, 8 Eylül 1881’de Beydeğirmeni’nde gerçekleştirilmiştir. Sınır komisyonu, Zarkos tepesi ile “Ekserakis” nehrinin sağ kıyısı arasında çizilecek sınır hattını yerinde incelemiştir. Bu iki nokta arasındaki sınırın güzergâhı belirlenmiştir. Belirlenen sınır hattı biri Osmanlı komiserinin diğeri Yunan komiserinin olmak üzere iki protestoya sebep olmuştur. Osmanlı protestosunda sınır güzergâhı ile Alasonya nahiyesi arazisine tecavüz edilmesi ve Damassi köyünün, su kaynağından mahrum bırakılmasına itiraz edilmiştir. Ancak gerek Osmanlı ve gerek Yunan komiserlerinin itirazları kabul edilmemiş, yalnız iki tarafa ait protesto yazıları toplantı protokolüne eklenmiştir463. 460 Avrupa Komisyonu, ss. 23-24. Avrupa Komisyonu, ss. 25-26. 462 Avrupa Komisyonu, ss. 27-29. 463 Avrupa Komisyonu, ss. 30-34. 461 On ikinci toplantı, 9 Eylül 1881’de Kaynak (Mati) ordugâhında yapılmıştır. Komisyon, “Kevrede” tepesiyle “Derveni Meluna” Boğazı arasındaki sınır hattının güzergâhını belirlemiştir. 1881 İstanbul antlaşmasında yer alan metinde gösterilen hatta ait belirsizlik sebebiyle Kritiri adı verilen tepeyi bulmayı güçleştirdiğinden heyet, Ekserakis nehri ile Meluna Boğazı arasındaki araziyi iki defa dolaşmaya mecbur etmiştir. Kritiri tepesini bir türlü belirleyememiş olan komisyon, bunun yerine uygun gördüğü benzer bir sınır hattını kabul etmiştir. Belirlenen sınır hattı oy çokluğuyla kabul edilmiştir464. Yunan komiseri, güzergâhın “Papalivado” ile boğaz arasındaki kesimini kabul etmişse de Kevrede tepesi ile Papalivado arasındaki kesimini reddetmiştir. Yunan tarafı, sözkonusu güzergâhta yer alan son tepenin Kritiri tepesi olduğunu iddia etmiştir. Komisyon, Yunan komiserinin sınır hattı güzergâhına yönelik olarak ileri sürdüğü iddiaları asılsız ve dayanaksız bularak komisyonun belirlediği hattın zaten Yunan teklifiyle paralellik gösterdiğini ifade etmiş ve Yunan teklifini ciddiye almamıştır. Bunun üzerine Yunan komiseri bir protestoname vereceğini söylemiştir465. Bu sırada Osmanlı komiseri de, 1881 antlaşması gereğince Osmanlı topraklarında kalması gereken Karaçova (Krizobeli) köyünün kabul edilen sınır güzergâhı sayesinde Yunanistan’a bırakılması karşısında komisyona bir protesto mektubu vermiştir. Osmanlı protestosunda bu köy halkının 20 dakika mesafede bulunan Osmanlı köylerinden su tedarik ettiğine ve ayrıca sınır hattının bu köyün batısında bulunan tepeden değil de köyün doğusundaki tepeden geçmesi gerektiğine yer verilmiştir. Komisyon, bu iddialara verdiği cevapta, kimin nereden su tedarik ettiğinin gayet bilindiğini ve köy halkının daha uzak olan Osmanlı köylerinden değil de Yunanistan’da kalan Kaynak’tan (Mati) su ihtiyacının karşılandığını belirtmiştir. Ayrıca sınır hattına dair Osmanlı iddiasını da hattın köyün doğusunda bulunan tepeden geçmesini 1881 antlaşması ahkâmına aykırı 464 465 Avrupa Komisyonu, ss. 35-36. Avrupa Komisyonu, ss. 37-39. bularak reddetmiştir. Sonuçta Osmanlı tarafının da protestosu yeterli delile sahip bulunmamış ve komisyon belirlediği sınır hattını kabul etmiştir466. On üçüncü toplantı, 14 Eylül 1881 tarihinde Derbina’da gerçekleştirilmiştir. Komisyon Meluna derbendi ile Ege denizi arasındaki yeni sınır hattını oluşturacak yükseltilerin sırtlarını incelemiş ve belirlediği sınırı Osmanlı komiseri haricinde oybirliğiyle kabul etmiştir467. Osmanlı komiseri, belirlenen güzergâhın “İstroti Gulça” ile “Metamorfosis” tepeleri arasındaki hattı protesto etmiştir. Osmanlı komiseri, komisyonun 1881 antlaşmasında da yer alan “Analipsis” tepesi yerine bu tepe zannettiği başka bir tepeden sınırı geçirerek Osmanlı ülkesinde kalması gereken “Nezeros” gölü ve köyünü Yunanistan’a bırakmasını eleştirmiştir. Ayrıca Analipsis tepesi olduğu zannedilen tepenin adının “Paleo Ulaho” olduğunu belirtmiştir. Komisyon, bu iddiaya itiraz ederek kendilerine yardımcı olan bütün kılavuzların Nezeros kuzeyinde bulunan tepeyi haritada göstererek söz konusu tepeyi Analipsis olarak adlandırdıklarını ve Osmanlı komiserinin zikrettiği tepe ismini hiçbirinin duymadığı yanıtını vermiştir. Bunun üzerine Osmanlı komiseri, tepenin adı konusunda yöre halkına başvurulmasını istemiştir. Komisyon bu teklifi uygun bularak Nezeros köyü halkını getirtmek isteyince komiser, buna karşı çıkarak 6 km mesafedeki Karye köyü halkının şahitliğine başvurulmasını talep etmiştir. Komisyon, bu isteği reddederek belirlemiş olduğu sınır güzergâhını kabul etmiştir468. Osmanlı komiseri, ayrıca “Agani” köyünün doğusunda yer alan “İstefani” kayalarından denize kadar uzanan sınır güzergâhına da karşı çıkmıştır. Bu güzergâh Kara Ali derbendinin çok uzağından geçtiğinden başka bir sınır güzergâhı teklif etmiştir. Komisyon, Osmanlı tarafının teklifinin sınırın denize ulaştığı nokta olan Platamona’dan 9 km uzak olduğunu oysa ki teklif edilebilecek hattın 5 km mesafeyi geçemeyeceği gerekçesiyle bu teklifi reddetmiştir469. 466 Avrupa Komisyonu, ss. 39-41. Avrupa Komisyonu, s. 43. 468 Avrupa Komisyonu, ss. 45-47. 469 Avrupa Komisyonu, ss. 47-48. 467 3-) Komisyon Çalışmalarının Sona Ermesi Komisyon, on dördüncü ve son toplantısını 17 Kasım 1881 tarihinde İstanbul’da yapmıştır. Bu toplantıda komisyona iletilen protestoların tekrar incelenmesine gerek görülmemiştir470. Yunan komiseri, komisyona iki ayrı protestoname sunmuştur. Protestolar yeni Osmanlı-Yunan sınırının “Tripmeni” ile “Sidero Paluki” zirveleri arasında kalan kısmı ile ilgilidir. Komisyon, kendisinde bulunan haritaya göre “Ayos İlyas” adıyla gösterilen “Tripmeni”den, yine kendi haritasında “Kevrede” adıyla yer alan “Sidero Paluki” hattının zaten reddedilmiş bulunan Papalivado hattına bir kısım olması hasebiyle komiserin bütün bir hattı reddettikten sonra yine bu hattın bir kısmını görüşmeye açmaya hakkı olmadığı yanıtını vererek protestoyu incelemeye gerek görmemiştir. Ancak protokole eklenmesine karar vermiştir471. Ayrıca komisyon, Selânik’ten hareket etmek üzere iken Osmanlı komiserinin 13 Eylül tarihiyle İsrefani kayalıklarıyla ilgili Çayağzı’nda sunduğu yeni sınır güzergâhı teklifini, zaten komisyonun o sırada şifahen reddetmiş olduğu gerekçesiyle kabul etmemiştir. Daha sonra toplantı sona ermiştir472. Büyük Güçlerin arabuluculuğu neticesinde kurulan Avrupa komisyonun çalışmalarıyla yeni Osmanlı-Yunan sınırı çizilmiştir. Narda’dan Platamona’ya kadar olan yeni sınır hattı, karış karış gezilerek ve incelenerek tesbit edilmiştir. Sınırın tesbit edilmesi işinde komisyon, gerek Osmanlı ve gerek Yunan tekliflerine ya da tepkilerine aldırış etmeden kendi doğru bildiği yolda hareket etmiştir. Yeni sınırın çizilmesi işlemini bir an önce sona erdirmek arzusuyla her iki tarafın isteklerine herhangi bir hassasiyet de gösterilmemiştir. Sonuçta düzenlenen Osmanlı-Yunan sınırı ile Epir bölgesine ait Narda kasabası ile Tesalya bölgesi Yunanistan’a bırakılmıştır. 470 Avrupa Komisyonu, s. 51. Avrupa Komisyonu, s. 51. 472 Avrupa Komisyonu, s. 51. 471 Tesalya’nın Osmanlılar tarafından boşaltılması ve Yunanlılar tarafından işgali işlemleri, üç yıl süren sınır tahdidi görüşmelerinden çok daha çabuk bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Tesalya, altı bölüme ayrılmıştı. 6 Haziran 1881’de Osmanlı birlikleri Narda civarını içeren 1 numaralı bölümü boşaltmış ve Yunanlılar da işgal etmiştir. 14 Kasım 1881 tarihinde Golos civarını içeren 6 numaralı bölüm, Büyük Güçler komiserlerinin gözetiminde Osmanlılardan Yunanlılara geçmiştir. Tartışmalı 4 sınır noktası 1882 yılı Kasım ayında Yunanistan’a verilmiş ve 1883 yılı Ocak ayında bütün sınır düzenlemesi işi tamamlanmıştır473. C-) TESALYA’NIN YUNANİSTAN’A DEVREDİLMESİ VE SONRASI 1-) Tesalya Müslümanlarının Durumu Tesalya’nın ilhakından sonra Yunanistan’ın Müslüman toplumu yaklaşık 45.000 kişi artmıştır. Ancak daha önce başka yerlerde de yaşandığı üzere Tesalya’da da Müslümanların kitlevî göçü yaşanmıştır. Bu göç, çeşitli safhalar halinde gerçekleşmiştir. İlk büyük kitle Tesalya’nın Yunanistan’a bırakılmasıyla birlikte Osmanlı ülkesine göç etmiştir. Aşamalı gerçekleşen bu göç hareketleri sonucunda 1911 yılına gelindiğinde bölgede 3000 kişiden biraz fazla Müslüman nüfus kalmıştır474. 1883 yılı Aralık ayında Yenişehir Türkleri, Osmanlı ülkesine göç etmek üzere kendilerine tanınan üç yıllık sürenin uzatılmasını talep etmişler, Yenişehir ileri gelenleri, Yunan meclisinde Türk milletvekili Şerif Bey aracılığı ile dilekçe sunmuşlar ve İstanbul’a da bir heyet göndermek istemişlerdir475. 1884 yılında Osmanlı vatandaşlığında kalacak Tesalya ahalisine Osmanlı ülkesine göç etmek için tanınan üç yıllık mühletin uzatılması için Osmanlı Devleti tarafından 473 Davison, a. g. m., s. 201. Popovic, a. g. e., s. 305. 475 Şimşir, a. g. e., s. 571. 474 Büyük Güçler nezdinde girişimlerde bulunulmuştur476. Tesalya Müslümanlarının istedikleri zaman Osmanlı memleketine göç edebilecekleri konusundaki Yunan Başbakanının demeci Yunanistan’da gazeteler ve genelgeler ile ilgililere duyurulduğu bildirilmiştir477. 30 Ağustos 1881’de Narda’dan gelen Müslüman muhacirlerin çok fakir olanların iskânı hakkında Yanya vilâyetine gereken talimatlar verilmiştir478. Osmanlı Devleti, 26 Eylül 1883 tarihinde Yunanistan’a terk olunan yerlerden göçerek gelen ahalinin askerlikten 10 yıl muafiyetini kararlaştırmıştır479. Yeni Osmanlı-Yunan sınırı ile birlikte Yunanistan’da kalan çiftliklerin kiracıları “Yimoro” denilen kira bedelini ödemeyi reddetmişlerdir480. 1881 yılından 1913 yılına kadar olan dönem boyunca Yunanistan Müslümanlarının hukukî durumunun temelini 1881 tarihli İstanbul Antlaşması oluşturmuştur. Bu antlaşma, “Müslüman Toplulukların Manevî Liderleri Hakkında” adı altında 22 Haziran 1882 tarihinde 1038 numaralı kanun ile Yunan meclisi tarafından onaylanmıştır. Bu kanun, şeriat mahkemeleri hakkında hiçbir şey öngörmemiştir ve Müslümanların ruhanî lideri olarak müftüyü tanımıştır. Bu suretle Yunanistan, Yenişehir, Çatalca, Tırhala ve Golos’ta oturan 4 müftüyü Müslüman toplulukların ruhanî lideri olarak tanımış ve nüfusu 40.000’den fazla olan bölgelerin ruhanî liderlerini bir kraliyet kararnamesiyle kabul etmiştir481. Kabul edilen yasaya göre, müftüler, mahallî Müslüman cemaatler tarafından önerilmiş, fakat Yunan eğitim-din işleri ve adalet bakanlarının teklifiyle Kraliyet kararnamesi ile atanmış ve azledilmişlerdir. Müftüler diğer kamu idaresi memurları gibi, kendi dinlerinin yöneticisi önünde yemin ederek vazifeye başlamışlardır. Müftüler, 476 Şimşir, a. g. e., ss. 587-589. Şimşir, a. g. e., s. 594. 478 BOA, Y.A. HUS., 168/40. 479 BOA, Y.A. RES., 21/39. 480 BOA, HR. H., 30/21. 481 Popovic, a. g. e., ss. 305-306. 477 Müslümanların aile ve miras hakları konusunda istişarî bir yetkiye sahip olmuşlardır. Dinî vakıfların mallarını yönetmişler ve Müslüman okulların komisyonlarına başkanlık etmişleridir. Kanun, bütün dinî-resmî Müslüman törenlerine izin verme yetkisine sahip Yenişehir müftüsüne bir üstünlük tanımıştır. Bu arada, 1910 yılına doğru Yunanistan’da bir başka deyişle Tesalya’da beşinci bir müftülük olarak Kardiçe müftülüğü mevcut olmuştur. Bu tarihte Yunan dinler servisi aracılığıyla devlet bütçesinden Yenişehir müftüsü ayda 250 drahmi, diğer dört müftü ise ayda 150 drahmi maaş almışlardır. Sonuçta bütün hukukî konularda bir karara varabilmek kraliyet mahkemelerinin yetkisinde olmuş ve müftüler sadece istişarî bir yetkiye sahip olmuşlardır482. 1911 yılında Venizelos tarafından gerçekleştirilen anayasa değişikliği din alanında Müslümanlar açısından hiçbir değişiklik getirmemiş, Ortodoks Hıristiyanlık hakim din olarak kalmıştır. Müslümanlara ve vakıflara ait arazilerin düzenlenmesi konusunda esas alınan yine 1881 İstanbul Antlaşması’dır. Buna göre, Yunan Hükûmeti, çiftlikler, otlaklar, kırlar, araziler ve binalar hususunda sahiplenme hakkını tanımak ve düzenlemeleri mal sahibi topluluklara karşı Osmanlı kanunlarına göre gerçekleştirmek zorunda olmuştur. Antlaşmada, camiilerin, okulların ve diğer dinî vakıfların bakımı için kullanılan mülklerin edinme hakları tanınmıştır. Ayrıca çiftliklerin istimlâki yasaklanmıştır. 1910 yılına doğru Osmanlı Sultanına ait topraklar her zaman Osmanlı hazinesi yararına işletilmiştir. Özel mülkiyete ait Müslüman mülkleri hakkında ise 1881 yılında hemen hemen bölgedeki 264 çiftlikten tamamına, ancak 1907 yılında 54, 1910 yılında ise 43 tanesinin kontrolüne sahip olmuşlardır483. Müslüman vakıf mallarıyla ilgili olarak üç ek kanun 1881 yılından sonra oylanmıştır. 17 Ağustos 1884 tarihli ve 1183 sayılı birinci kanun, bu kurumların idaresinden sorumlu bir komisyonun oluşturulmasını öngörmüştür. Komisyon, beş kişiden, eyaletin merkez şehrinin belediye reisi ki genelde Müslüman değildir, müftü ve her üç yılda bir Müslüman topluluk tarafından seçilen üç Müslüman, meydana gelmiştir. 482 483 Popovic, a. g. e., s. 306. Popovic, a. g. e., s. 306. Bu kanun 12 Şubat 1885 tarihinde bir krallık kararnamesi ile yürürlüğe girmiştir. 12 Şubat 1889 tarihli ve 1806 sayılı ikinci kanun ile belediye başkanının yetkisi alınarak, söz konusu komisyon başkanlığı müftüye bırakılmıştır. Bu kanun ile aile vakıfları da dahil olmak üzere, bütün vakıfların korunması öngörülmüştür. Son olarak, 29 Mart 1891 tarihli ve 1941 sayılı üçüncü kanun bu komisyonun yapısını biraz değiştirmiştir484. Ancak Yunanistan Tesalya’daki emlâk, vakıf ve çiftliklere karşı taahüdlerini yerine getirmediği de olmuştur. Bu konudaki yüzlerce şikâyet XX: yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı Hariciye Nezaretine intikal etmiştir485. 1881-1912 yılları arasında Tesalya Müslüman topluluğu ile ilgili en önemli gelişme, Osmanlı ülkesine yapılan toplu göçtür. İlhaktan itibaren ve hatta ilhaka yönelik iki devlet arasındaki görüşmeler sırasında İslâm toprağına göç edilmesini teşvik etmek üzere İstanbul’dan gelen hoca taifesinin de etkisiyle, Tesalya beyleri ve Müslüman küçük mal sahipleri, topraklarını ve arazilerini satarak bölgeyi terk etmişlerdir. Tesalya’nın 1878 yılında 40.000 olan Müslüman nüfusu, 1907 yılında 3516’ya ve 1911 yılında 2895’e düşmüştür. 1911 yılındaki sayıya göre Müslüman nüfusun dağılımı şöyledir486: Golos 645.....(74’ü şehirde) Ermiye 92 Yenişehir Aya 73 Tırnova 261 Çatalca 118 Kardiçe 375.....(108’i şehirde) Tırhala 263.....(80’i şehirde) Kalabaka 484 Popovic, a. g. e., ss. 306-307. BOA, HR. HMŞ-İŞO, 30/1. 486 Popovic, a. g. e., s. 307. 485 941.....(271’i şehirde) 27 Nüfusu 2895 kişiyi bulan Tesalya Müslümanları yerleşik olanlar ve olmayanlar şeklinde iki kısımdan oluşmuştur. Bu nüfus içerisinde büyük yer tutan Çingenelerin bir kısmı önemli merkezlerde otururken, demircilik, hamallık ve sepetçilik yapmışlar, kalanlar ise göçebe bir hayat sürerek hayvancılıkla uğraşmışlardır. 1907 sayımından sonra Çingenelerin nüfusu 1060 civarında olmuştur. El emeğinin önemini kaybetmesinden itibaren, Müslümanların Osmanlı ülkesine, Hıristiyanların da Amerika’ya göç etmesinin sonucu olarak bazı Hıristiyan toprak sahipleri tekelleşmek maksadıyla arazilerini ortak çalıştırmaktan vazgeçerek Makedonya’dan ve Epir sınırındaki Grebene’den gündelikli Müslüman işçiler getirtmişlerdir. Sadece Rumca konuşan bu işçiler, ailelerini bırakarak gelmişlerdir. Yaklaşık 200 kadar olan ve velâdeler487 adıyla bilinen bu işçilere özellikle Yenişehir, Çatalca ve Kardiçe’de rastlanılmıştır. Yerleşik ve sabit Müslümanların sayısı 2895’den (1060+200) 1635’e düşmüştür. Bu nüfus mal sahiplerini, din adamlarını, konsolosluk personelini, birkaç dükkân ve kahve sahibini içermiştir. Müslüman nüfusun geri kalan kısmı Ossa dağlık bölgesinde yaşayan 228 kişidir. Burada kaliteli bir tütün çeşidi üretmişlerdir. Kır kesimindeki 789 Müslüman nüfus 54 Müslüman çiftliğine giderek burada çalışmıştır. Tesalya’nın Yunanistan’a bırakıldığı zaman bölgede 198 köy mevcut idi. Bunlardan 57’sinde göç eden Müslümanlar yaşamışlardır. Bu köylerin sayısı, büyük mülklerin parçalanması sonucu 322’ye çıkmıştır. Bütün bu köyler Hıristiyanlar tarafından kullanılmıştır. Tesalya Müslümanları, kendileri için yararlı olabilecek antlaşma şartlarını kullanmakta aceleci davranmışlardır. Başlangıçta Yenişehir’in 3 Müslüman milletvekili ve bir belediye başkanı olmuştur. Seçme ve seçilme konularında ve diğer çıkarlarının korunmasında Türk konsolosuna başvurmaktan kaçınmamışlardır. Yunan Hükûmeti, bu çifte milliyetçiliğe müsamaha göstererek Müslümanlarla ihtilâfa düşmekten sakınmıştır. Hükûmet, kraliyet kararnameleri ile 1881 antlaşmasında yer alan askerlikten muafiyeti 487 Rumlaşmış Müslüman. Bkz. Popovic, a. g. e., s. 356, n. 16. ile ilgili süreyi uzatmıştır. 1911 yılı itibarıyla Tesalya Müslümanları özel bir vergiye tâbi tutulmadan bu yükümlülükten muaf olmaya devam etmişlerdir. Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında 1886 ve 1896 yıllarında yaşanan gergin siyasî ortama rağmen Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında bir husûmet yaşanmamıştır. Topraklarında kalmaya devam eden birkaç büyük Müslüman toprak sahibi çok iyi şartlarda yaşayarak komşuları ve Rum görevliler ile iyi ilişkiler içinde bulunmuşlardır. Resmî nikâh Yunanistan’da Müslümanlar için gerekli tutulmamıştır. Doğumların belediyeye bildirilmesi gerekirken genelde bu konuda başvurular müftüye yapılmıştır. Sadece ölümler düzenli olarak bildirilmiştir. Müslümanlar çocuklarını Rum okullarına göndermemişlerdir. Tesalya’da 5 Müslüman okulu faaliyet göstermiştir. Yenişehir’deki okul personelinin maaşını Yunanistan ödemiştir. Golos, Tırhala, Kardiçe ve Çatalca’daki diğer okullarda, müftüler tarafından Kuran ve Türk dili eğitimi verilmiştir. Yunan Hükûmeti, bu okullarda kontrol hakkı olmamasına rağmen bunu hiçbir zaman dikkate almamıştır. Bu okullar yabancı okullarla aynı kefeye konmuştur. Tesalya’daki camiilerin büyük kısmı, Müslümanların Tesalya’dan göç etmelerinden sonra harabe halinde bulunmuşlardır. Yunanistan’ın geri kalanında olduğu gibi camiiler, başka kamu hizmetleri için kullanılmamışlardır. Golos’ta 1, Tırhala’da 1 ve Yenişehir’de 3 camii kullanılmıştır. Birçok Tesalyalı Müslüman Mekke’ye giderek hacı olmuştur. Ancak sayılarının azlığından dolayı bu gidişler sessiz ve gösterişsiz yapılmıştır. Çatalca yakınlarında Skutari bucağında Bektaşi tarikatına mensup Arnavut dervişlere ait İrini tekkesi mevcut olmuş, 68 Müslüman bu tekkenin personelini oluşturmuştur. 1912-1923 yılları arasındaki dönemde küçük Tesalya Müslüman topluluğu hakkında herhangi bir şey bilinmemektedir. Yalnızca bu dönemde Yunanistan’ın bütün Müslümanlarının sorunlarına yönelik çıkarılmış bazı karar ve kanunlar bulunmaktadır. 14 Kasım 1913 İstanbul Antlaşması ile Yunanistan ülkedeki Müslümanların korunmasını üstlenmiştir. 1913 tarihinden sonra ilhak edilen bölgelerin idaresi ile ilgili çok sayıda kanun çıkarılmıştır. 1914 tarihinden sonra terk edilmiş topraklarla bu toprakların satın alınmasına dair kanunlar çıkarılmıştır. 1 Şubat 1914 tarih ve 147 sayılı kanun Müslümanların evlenme ve boşanmalarını düzenlemiştir. 12 Ocak 1915 tarihli ve 568 sayılı kanun Müslüman okullarda Yunan dilinin öğretilmesini içermiştir. 1919 yılında 1242 sayılı kanun Müslüman okullarda Yunan dili öğretimini mecbur kılmıştır. 7 Ocak 1919 tarihli ve 1627 sayılı kanun Müslüman okullar için müfettişler tayinini öngörmüştür. 24 Haziran 1920 tarihli ve 2345 sayılı kanun Atina’da ikamet edecek bir başmüftülük kadrosunun açılmasına yönelik olmuştur. Ancak bu başmüftü hiçbir zaman atanmamıştır. Aynı kanunda Müslüman okul komisyonlarının mahallî Müslüman topluluk tarafından seçilmesi yer almıştır488. 1923 yılında Tesalya’da yaşayan birkaç Müslüman aile Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi gereğince mübadeleye dahil edilmişler ve Türkiye’ye gelmişlerdir489. 2-) Tesalya’nın İlhakından Sonra Yunanistan’ın Durumu Tesalya’nın Yunanistan’a ilhakı ile birlikte yaklaşık 12.400 km2lik bir arazi parçası Yunan idaresine geçmiştir. Sınır düzenlemesi Yunanistan’ın toplam arazisini üçte bir oranında arttırmıştır. Yunanistan’ın yüzölçümü, 1864 yılında İyonya adalarının İngiltere tarafından Yunanistan’a bırakılmasıyla 50.211 km2’ye ulaşmıştı. 1881 yılında ise Tesalya’nın da katılmasıyla Yunanistan, yüzölçümünü 63.606 km2ye çıkarmıştır490. Diğer yandan Tesalya’nın Yunanistan’a katılması, Yunanistan’a yeni Yunanlı vatandaşlar da kazandırmıştır. Tesalya’nın 1881 yılında Yunan nüfusu 254.744 olarak kaydedilmiştir491. 1881-1895 yılları arasındaki dönemde Yunan toplumunun önüne Tesalya ve Narda bölgelerindeki büyük tarım mülkiyeti sorunu çıkmıştır. O zamana kadar Yunanistan, küçük mülkiyet ve aile üretimini uygun görmüştü. 1871 yılında 488 Popovic, a. g. e., ss. 327-328. Popovic, a. g. e., s. 328. 490 Nikos Svoronos, Yunanistan Nüfusu ve Yunanistan Nüfus Sayımları, çev. M. Galib, Başvekâlet İstatistik Umum Müd., Neşriyat No: 67, Tedkikler Serisi No: 38, Aydınlık Basımevi, İstanbul 1935, s. 12. 489 Aleksandros Kumunduros, çiftçilere çiftlik dağıtımını sağlayan tarım reformunu ilân etmiş ve bu suretle daha Yunanistan’ın yeni kurulduğu zamanlardaki Kapodistrias’ın niyet ve çabaları doğrultusunda bir sonuca ulaşılmıştır. 1880 yılından önce Yunan tarımının genel özelliğini, aile üretimine dayalı kâr amaçlı ve yüksek yatırımlara bağlı kuru üzüm, tütün, zeytin yağı, incir, dut, incir gibi tarım ürünleri oluşturmuştur. Ortakçılık düzenindeki tarım, adacıklar gibi Eski Yunanistan’ın bazı yerlerinde devam etmiştir. Çok az sayıda çiftlik 1833 yılına doğru Yunanistan’da kurulmuştu. Çiftlik hakları, bir bölgede mahkemeler tarafından kabul edilirken diğer bölgede devletin ekonomi politikası sebebiyle karşı çıkılmıştı492. Tesalya’nın ilhakından sonra benzer gelişmeler yaşanmıştır. Ortakçının hayvanlarını otlatması geleneksel bir emlâk yasası ve miras hakkı kabul edilmişti. Türk yönetimine göre çiftçi toprağa bağımlıydı. Bu durum Yunan hukuku tarafından bir mülkiyetin derebeylik sınırlaması olarak varsayılmıştır. Yunan devleti sadece tam mülkiyeti emlâk yasası olarak kabul etmiştir. Bunun sonucunda yüzyıllardır toprağa bağlı ortakçı çiftçi, bir anda topraksız ve mülksüz sayılmıştır. Çiftçinin hayvanlarını otlatması emlâk ve miras niteliğini kaybederek basit bir kontratla borç hukukuna dönüşmüştür. Böylece, 300 yıl önce İngiltere’de görülen, bilinen bir yöntem olan temel biriktirme biçimi Yunanistan’da da tekrarlanmıştır493. Devletin çiftlik mülkiyetine karşı hasmâne tutumu 1871 yılında Kumunduros’un reformuyla da sürdürülmüştür. Fakat ilk kez Trikupis Hükûmeti, büyük toprak mülkiyetine göz yummuştur. Bu değişimde istisnaî bir durum söz konusudur: Tesalya’daki çiftlik hak sahipleri artık kocabaşılar değil, diasporada bulunan Yunan bankerleri idi494. Osmanlı Devleti ve Yunanistan arasındaki yeni sınır antlaşmasından sonra bütün Osmanlı mülk sahiplerinin ve küçük mal sahiplerinin emlâki, kelepir fiyata satılmıştır. İstanbul borsasında toptan alım satımlar yaşanmıştır. 1880, 1881, 1882, 1883 ve 1884 491 Svoronos, a. g. e., s. 18. Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, ss. 69-70. 493 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 70. 494 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 70. 492 yıllarına kadar bütün Tesalya’da küçük emlâkin alım satımında tanımlanamaz bir canlılık gözlemlenmiştir. Bu toprak aktarımının sonucunda Tesalya’da kalan az sayıdaki Osmanlı beylerinin yanı sıra yurt dışından birçok zengin yeni çiftlik sahibi ortaya çıkmıştır. Buna paralel olarak Andreas Singros, bu bölgedeki çiftlik alım satımını ve toprak mülkiyeti oluşumunu kolaylaştırmak için devletin verdiği imtiyaz ve yetkisiyle “Epir-Tesalya Bankası”nı kurmuştur. Yunan Hükûmeti, Tesalya’da büyük tarım mülkiyetine karşı kesin bir politika uygulamada aciz kalmıştır. Trikupis, Tesalya’nın çiftliklendirilmesi için zengin vatandaşlarının bütün girişimlerini hukukî ve adlî yönden olduğu kadar ekonomik politika yönünden de desteklemek zorunda kalmıştır. Bir yandan şehirlerdeki aşırı talepleri olan vatandaşlarını tatmin edip diğer yandan onlara, kır alanlarında savaş açmak Trikupis’e akıllıca gelmemiştir. Nihaî amacı yurtdışındaki Yunanlıların sermayelerinin Yunanistan’da kalması ve onları yatırıma sevk etmek olduğundan, Tesalya konusunda onları küstürmek söz konusu olamazdı. Tesalya’da tam mülkiyetin oluşumu, ortakçıların reddi sonucuna varan yeni bir durum oluşturmuştur495. 1881-1896 yılları arasında bütün Yunan hükûmetleri, bu program üzerinde ortakçı haklarının bastırılması ve çiftliklerin mutlak mülkiyetinin desteklenmesi konusunda çalışmışlardır. 1881 yılından sonra ortakçılar, hükûmetin de yardımıyla zengin vatandaşlar tarafından benimsenmişlerdir. Sanayileşme arzusunun büyük toprak mülkiyetiyle uzlaşması mümkün değildi. Sanayi arazisinin rantı, ziraî kazanç miktarını azaltmıştır. Bu suretle Tesalya konusu, sanayileşme sürecinde ciddî bir engel oluşturmuştur496. Tesalya çiftlikleri, bölgenin toplam yüzölçümünün yarısını ve çiftlik alanlarının da %64’ünü teşkil etmiştir. Bu alanlarda yaklaşık %50 oranında tarım nüfusu var olmuştur. Çiftliklerin temel ürününü %90 oranında buğday ve tahıllar oluşturmuştur. Diğer gelir kaynağı, bazı çiftlik arazilerinin göçebe hayvancılık için, küçük baş hayvanlar, otlak olarak kiralanmasıyla elde edilmiştir. Yurt dışındaki Yunanlı 495 496 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 70. Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 70. bankerlerin ani bir biçimde büyük toprak mülkiyeti tesis etmesi, Trikupis’i çiftlik ekonomisi için tam bir ekonomik düzen kurmaya mecbur etmiştir497. Başlangıç olarak Trikupis, Kumunduros’un politikasına karşıt olarak 1884 yılında ithalat ve ihracat vergisini, ithal edilmiş tahıl fiyatının beş katı yapmıştır. Zaten yüksek olan gümrük vergisini %1600’e çıkarmıştır. Yabancı buğday ithalatını sınırlandırarak yerli buğday fiyatını arttırıp çiftliklerin rantını yükseltmek istemiştir498. Bununla birlikte Trikupis, Tesalya’daki yeni çiftlik sahiplerine iki hediye daha sunmuştur. Birincisi toprak vergisinin toplam gelirinin %70’ini ve devlet bütçesinin toplam gelirinin %12’sini temsil eden tahılla ilgili aşar vergisini kaldırmıştır. Bu verginin yerini, hayvan otlatma vergisi, çift sürme vergisi alarak devlet gelirinin üçte birini sağlamıştır. İkincisi Türk-Yunan sınırında görülen göçebe hayvancılık hareketini kolaylaştırmak için Tesalya gümrük vergisini kaldırmıştır. Bu sayede halk 300.000 drahmi zarar etmiştir. Fakat çiftlik sahiplerine arazilerini otlak olarak vermeleri için imkân vermiş ve kiraların artmasına sebep olmuştur499. Tesalya çiftlik sahipleri, devlet koruması altında daha mütecaviz hale gelmişlerdir. Tahılın suni fiyatını mahallî pazarlarda yükseltmişler ve göçebe hayvancılıktan daha çok kâr edebilmek maksadıyla tarım alanlarını %42’ye düşürmüşlerdir. Oysa ki Yunanistan’da hububat açığı devam etmekteydi. Yerli buğdayın fahiş fiyatı tarım topraklarının sürekli olarak artışına sebep olmuştur. 18801917 yılları arasında tarım topraklarının fiyatı 6 kat arttırılmıştır500. Çiftliklere verilen önem sebebiyle şehirlerde gelişmeler durmuştu. 1896 yılında mecliste Deliyannis’in verdiği yasa tasarısı, Yunanistan’ın kuzeyinde, Tesalya’da, bir toprak mülkiyeti sorunu olduğunun resmen kabul edilmesi anlamına gelmiştir501. 497 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 70. Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 71. 499 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 71. 500 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 71. 501 Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 72. 498 SONUÇ 1821 yılında önce Eflâk’ta daha sonra Mora’da Rumlar tarafından başlatılan isyan hareketleri bağımsız bir Yunanistan devletinin kurulmasıyla neticelenmiştir. Gerek Yunan topraklarının Doğu Akdeniz’de sahip olduğu stratejik konum, gerek Avrupalı önde gelen devletlerin bu stratejik topraklarda kurulacak devlet üzerinde nüfuz sahibi olma hesapları ve gerekse de XVIII. yüzyılda hız kazanarak antik Yunan’a duyulan sempatiden kaynaklanan Yunan hayranlığı, sonuçta Büyük Güçlerin dikkatini bölgeye sevk etmiştir. Bu dikkat ve ilgi neticesinde Rusya, İngiltere ve Fransa, ortaklaşa olarak bağımsız Yunan devletinin siyasî arenaya çıkmasını sağlamışlardır. Yunanistan’ın bağımsızlığı konusu “Şark Meselesi”nin önemli bir dönüm noktasını teşkil etmiştir. Rum isyanının başarılı olması, Osmanlı ülkesi dahilindeki bulunan diğer etnik unsurlar için de bir emsal oluşturmuştur. Bu durum, XIX. yüzyılda dağılma sürecine giren Osmanlı Devleti’nin çözülmesini ve parçalanmasını hızlandırmıştır. Yunanistan Krallığı, hukuken bağımsız bir devlet olarak gözükmekle birlikte fiilen Büyük Güçlerin denetimi ve gözetimi altında kalmıştır. Doğu-Batı çelişkisi yaşayan Yunanistan, iç meselelerini bir türlü çözüme kavuşturamamışken dikkatini dış meselelere yöneltmiş ve “Megali İdea” olarak bilinen yayılmacı siyasetini ortaya çıkarmıştır. Bütünüyle Osmanlı Devleti aleyhinde bir genişleme ve yayılma anlamı içeren bu siyasî ülkü, Yunan halkından da destek görerek Kral da dahil olmak üzere tüm Yunanlı siyasetçilerin bir amacı haline gelmiştir. “Megali İdea”nın ortaya çıkmasında Yunanistan’ın kendi özel şartları da etkili olmuştur. Yunan Krallığı, Narda-Golos körfezleri hattının güneyinde Mora ve Orta Yunanistan’dan oluşmuş, arazi ve nüfus bakımından yetersiz bir durum arz etmiştir. Bu suretle ekonomik ve demografik açılardan genişleme lüzumu hissetmiştir. Bu genişleme ihtiyacının bir sonucu olarak Tesalya, Epir ve Girit ilk hedefler arasında yer almıştır. Sahip olduğu gücün farkında bulunan Yunan dış siyasetine fırsatçı zihniyet hakim olmuştur. 1853-1856 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin Rusya ile savaşa girişmesini, beklenen fırsat olarak algılayan Yunanistan, Tesalya’ya yönelik ilk ciddî girişimini gerçekleştirmiştir. Tesalya’da büyük bir isyana sebep olan küçük Yunanistan, kartlarını yanlış oynamış ve İngiltere ile Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldığını hesaplayamamıştır. Sonuçta bu iki devletin baskısıyla Tesalya’ya yönelik Yunan girişimi başarısız olmuştur. 1875 Hersek isyanı ile Balkanlarda baş gösteren kriz ortamı, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ile neticelenmiştir. Bu kriz ortamı, kuzeye doğru yayılabilmesi için fırsatçı Yunan dış siyasasına yeni bir hamle yapma imkânı sunmuştur. Batılı Büyük Güçler tarafından Slavlar karşısında Elenlerin bir denge unsuru olarak kabul edilmesi, Yunan dış politikasına, amaçları konusunda destek ve güç kazandırmıştır. Bu destek, bir harbe girmeksizin Yunanistan’a, Tesalya’yı ele geçirme imkânını vermiştir. Yunanistan, Kuzey yönünde genişleyerek Tesalya’yı elde etmesi sonucunda 12.400 km2lik bir arazi kazanmış ve nüfusunu da yaklaşık 250.000 kişi arttırmayı başarmıştır. “Megali İdea”nın hedefleri arasında yer alan Tesalya, Yunanistan açısından ekonomik ve siyasî anlamlara sahip bir bölgedir. Dağların ortasındaki geniş ve oldukça verimli ovalarında yoğun bir şekilde tarım ve hayvancılık yapılan Tesalya, adeta bir ekmek sepeti olarak nitelendirilmiştir. Bu sebeple Tesalya’nın küçük Yunanistan için ekonomik değeri gayet açıktır. Siyasî bakımdan Tesalya, “Megali İdea”nın bir hedefidir ve diğer bir hedef olan Makedonya yolu üzerinde yer almaktadır. Tesalya’ya sahip olmak, Makedonya’ya komşu olmak demektir. Bilindiği üzere Makedonya, Yunanistan dahil Sırbistan ve Bulgaristan gibi diğer Balkanlı güçlerin de hedefi konumunda olmuştur. Selânik şehri, bu bölgenin adeta sembolüdür. Nitekim, 1912 Balkan Harbi’nde Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan arasında bu şehri ele geçirmek konusunda bir yarış yaşanmıştır. Sonuçta bu yarış az bir farkla Yunanistan tarafından kazanılmıştır. Bir an için düşünülmelidir ki, tarih biliminde faraziyeye yer olmamasına rağmen, Balkan Harbi’nde Yunanistan, Selânik’e doğru ileri harekâtına Tesalya yerine Narda-Golos hattından başlamış olsaydı muhtemelen bu yarış kazanılamayacaktı. Bu durumda, Balkanların siyasî haritasının günümüzdekinden daha farklı olacağı aşikârdır. Tesalya’nın elde edilmesi Yunanistan’ın yayılmacı plânları bakımından önemli bir basamak teşkil etmiştir. Yunanistan’ın Tesalya’yı ele geçirmesinde en büyük pay, hamisi olan Büyük Güçlere aittir. Bununla beraber Tesalya’nın kaybı, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu maddî ve manevî çöküşün bir sonucudur. 1875 yılında malî bakımdan iflâs eden Osmanlı Devleti, 1877-1878 Rus Harbi ile de ağır bir hezimete uğramıştır. Bâb-ı Âlî, Yunanistan’a arazi terk edilmesine hiçbir zaman sıcak bakmamış, hatta bir vatan toprağı olan Tesalya’nın Yunanistan’a bırakılması yolunda yapılan görüşmeleri sürüncemede bırakmaya çalışmış ve direnmişse de, Osmanlı devlet ricâlinin yeni bir savaşı göze alamaması ve en önemlisi Büyük Güçlerin her an müdahale ederek meseleye dahil olma gerçeğinden doğan korkuları, Tesalya’yı kaybettirmiştir. Tesalya meselesinin diğer bir sonucu Arnavutlar ile ilgilidir. 1878 Berlin Antlaşması ile Arnavutların yaşadıkları sahalara, sınır düzenlemesi vesilesiyle Karadağ ve Yunanistan tarafından göz konması Müslüman ve Hıristiyan Arnavutları birleştirmiş ve Arnavut milliyetçiliği duygusunu uyandırmıştır. Çalışmamızda değinildiği üzere, Osmanlı Devleti, Yunanistan’a hukuken hiçbir şekilde toprak vermek zorunda değildir. Büyük Güçlerin bu konudaki dayatma ve baskıları da haksız ve uluslararası siyasete aykırı olmuştur. Ayrıca Yunanlıların 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde tarafsız kaldıkları için bu tür bir talepte bulunmaya hak iddia etmeleri de hiçbir temele dayanmamaktadır. Ne var ki, Osmanlı Devleti, bahsedildiği üzere bu duruma karşı çıkacak gücü kendisinde bulamamıştır. Tayin edilen yeni Osmanlı-Yunan sınırı, Osmanlı Devleti açısından bir bakıma diplomatik bir zafer sayılabilir. Bir an için göz önüne getirilecek olursa, hem 1878 Berlin Antlaşması’nda yer alan sınır hattının güzergâhı, hem Yunanlıların talep ettikleri sınır hattı ve hem de 1880 Berlin Konferansı’nın kararı olan sınır hattına oranla, 1881 yılında kabul edilen sınır ile daha az toprak feda edilmiştir. Bu sınır hattı Yunanistan’ı tam olarak tatmin etmemişse de Osmanlı Devleti için hem daha az kayıp hem de meselenin kapanması anlamını taşımıştır. Tesalya’nın Yunanistan’a bırakılmasıyla Osmanlı Devleti, geliri giderinden fazla olan bir sancağını kaybetmiştir. Tesalya, bu yönüyle Osmanlı Devleti için ekonomik bir kayıp olmuştur. Tesalya’nın Yunanistan’a ilhakı, aynı zamanda Balkanlar coğrafyasında Türklüğün ve İslâm’ın gerileyişi bakımından da zincirin bir halkasını teşkil etmiştir. Bölge Müslümanları, aşamalı bir şekilde yerlerini yurtlarını bırakarak Osmanlı ülkesine göç etmişlerdir. Tesalya, Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda yaşadığı gerileme sürecinde, yüzölçümü bakımından yarımada da kaybedilen memleketlere kıyasla küçük bir bölgedir ve dolayısıyla nisbeten küçük bir kayıptır. Ancak Tesalya, Yunanistan için arazi bakımından bir kazanım olmakla birlikte demografik, ekonomik ve siyasî açılardan da çok büyük bir kazanç olmuştur. BİBLİYOGRAFYA ARŞİV BELGELERİ 1-) ATASE BAŞKANLIĞI ARŞİVİ OSMANLI-RUS HARBİ (1877-1878) KOLLEKSİYONU (ORH) (Kutu Nu./ Gömlek Nu.) 4/75, 4/76, 5/115, 5/155, 5/145, 5/148, 5/169, 5/185, 6/65, 6/66, 6/68, 6/70, 8/1, 12/10, 12/42, 12/57, 13/58, 13/102, 14/76, 14/105, 14/112, 14/132, 16/60, 16/67, 16/71, 16/81, 18/28, 18/33, 22/38, 22/47, 22/54, 25/3, 25/27, 32/42, 32/79, 39/45, 39/89, 41/76, 41/98, 54/54, 56/109, 62/48, 63/49, 63/56, 63/59, 63/69, 63/100, 63/103, 69/183, 70/15, 70/37, 82/204, 89/48, 90/117, 106/197, 108/222. (Kutu-Defter Nu./Belge Nu.) 1-6/109, 1-6/322, 1-6/324, 1-6/361, 1-6/397, 1-6/420, 1-6/445, 1-7/138, 1-7/1157, 1-7/1158, 1-7/529, 17/775-778. 2-) BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ YILDIZ ESAS EVRAKI (Y.EE) (Dosya Nu/Gömlek Nu) 4/9, 9/25, 42/103, 43/210, 43/211, 43/212, 43/215, 111/1, 111/15, 111/34, 111/36, 111/39, 111/40, 111/41, 111/43; 111/51. YILDIZ TASNİFİ SADARET HUSUSÎ MARUZAT EVRAKI (Y. A. HUS) (Dosya Nu/Sıra Nu) 160/74, 161/66, 164/131, 168/40. YILDIZ TASNİFİ SADARET RESMÎ MARUZAT EVRAKI (Y.A. RES) (Dosya Nu/Sıra Nu) 11/19, 21/39. HARİCİYE NEZARETİ HUKUK KISMI EVRAKI (HR. H) (Dosya Nu/Gömlek Nu) 30/21. HARİCİYE NEZARETİ HUKUK MÜŞAVİRLİĞİ İSTİŞARE ODASI (HR. HMŞ. İŞO) (Dosya Nu/Gömlek Sıra Nu) 30/1. YAYIMLANMIŞ BELGELER VE DİĞER KAYNAKLAR Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, C. I, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yay., Ankara 1995. Berlin Kongresi Protokolleri, fi 5 Recep 98 ve fi 21 Mayıs 97, Matbaa-yı Amire, İstanbul. British Documents On Foreign Affairs: Reports and Papers From The Foreign Office Confidential Print (Part 1, From The Mid-Nineteenth Century to the First World War, Series B, The Near and Middle East, 1856-1914), General Eds. Kenneth Bourne & D. Cameron Watt, Vol. 2, The Ottoman Empire: Revolt in the Balkans, ed. David Gillard, University Publications of America, 1984. British Documents On Foreign Affairs: Reports and Papers From The Foreign Office Confidential Print (Part 1, From The Mid-Nineteenth Century to the First World War, Series B, The Near and Middle East, 1856-1914), General Eds. Kenneth Bourne & D. Cameron Watt, Vol. 3, The Ottoman Empire: Diplomacy of The Powers, 1876-1878, ed. David Gillard, University Publications of America, 1984. British Documents On Foreign Affairs: Reports and Papers From The Foreign Office Confidential Print (Part 1, From The Mid-Nineteenth Century to the First World War, Series B, The Near and Middle East, 1856-1914), General Eds. Kenneth Bourne & D. Cameron Watt, Vol. 4, The Ottoman Empire and War With Russia, 1877-1878, The Powers and the Treaty of San Stefano, 1878, ed. David Gillard, University Publications of America, 1984. British Documents On Foreign Affairs: Reports and Papers From The Foreign Office Confidential Print (Part 1, From The Mid-Nineteenth Century to the First World War, Series B, The Near and Middle East, 1856-1914), General Eds. Kenneth Bourne & D. Cameron Watt, Vol. 5, The Ottoman Empire in the Aftermath of Berlin Settlement, 1878-1883, ed. David Gillard, University Publications of America, 1984. Memalik-i Devlet-i Aliyye ile Yunanistan Beyninde Vaki Hudud-ı Cedidenin Tahdidine Memur Avrupa Komisyonunun Tanzim Eylediği Mazbatalar ile Beyanname ve Reddiyelerin Tercümeleri, Ceride-yi Askeriye Matbaası, İstanbul 1883. Salnâme-yi Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye, Matbaa-yı Amire, İstanbul 1296. Şimşir, Bilâl N., Rumeli’den Türk Göçleri, Belgeler, C. I-III, TTK. Yay., Ankara 1989. ARAŞTIRMALAR – İNCELEMELER Adıyeke, Ayşe Nükhet, Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı (1896-1908), TTK Yay. Ankara 2000. Aktar, Yücel, “Yunanistan’ın Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne Yönelik Geleneksel Politikasında Temel Yaklaşımlar”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986. Albay Talat, Plevne Savunması, çev. Talat Yalazan, ATASE Yay., Ankara 1997. Anderson, M. S., The Eastern Question, 1774-1923, MacMillan, New York 1966. Armaoğlu, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi, 1789-1914, TTK Yay., Ankara 1997. Aydın, Mahir, Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına, Kitabevi, İstanbul 1996. Babinger, Franz, “Tırhala”, İA, C. 12 ksm. 1, İstanbul 1965. Baltalı, Kemal, “1875 Hersek Ayaklanmasının Uluslararası Bir Nitelik Kazanması”, Belleten, LI/199, Ankara 1988. Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, C. 1 ksm. 1, TTK Yay., Ankara 1983. Bayrak, Meral, “Osmanlı Arşivleri Işığında Rum İsyanı Sırasında Avrupa Devletlerinin Tutumu”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999. Beydilli, Kemal, “Balkanlar’da Dönüm Noktası: 93 Bozgunu ve Sonrası”, Berlin Antlaşması’ndan Günümüze Balkanlar, 10 Mayıs 1997, derl. Mustafa Bereketli, Rumeli Vakfı Kültür Yay., İstanbul 1999. Binark, İsmet, Türk-Yunan Münasebetlerinin Dünü ve Bugünü, Türk Yurdu Yay., Ankara 1998. Blaisdell, Donald C., Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa Malî Denetimi, çev. Ali İhsan Dalgıç, İstanbul 1979. Bridge, F. R., “Habsburg Monarşisi ve Osmanlı İmparatorluğu, 1900-1918”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999. Bosworth, R. J., “İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999. Bodger, Alan, “Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999. Castellan, Georges, Balkanların Tarihi, çev. Ayşegül Yaraman-Başbuğu, Milliyet Yay., İstanbul 1995. Clogg, Richard, Modern Yunanistan Tarihi, çev. Dilek Şendil, İletişim Yay., İstanbul 1997. Çam, Nusret, Yunanistan’daki Türk Eserleri, TTK Yay., Ankara 2000. Dakin, Douglas, The Unification of Greece, 1770-1923, Ernest Benn Ltd., London 1972. Danişmend, İsmail Hakkı, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 4, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1972. Davison, Roderic H., Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, 1856-1876, çev. Osman Akınhay, C. 1, Papirüs Yay., İstanbul 1997. _________________, “The Ottoman-Greek Frontier Question, 1876-1882, From Ottoman Records”, Symposium Historique International, La Derniere Phase de la Crise Orientale et L’Hellenisme (1878-1881), Volos 27-30 Semptembre 1981, Actes, AIESEE, Athenes 1983. Demircioğlu, Halil, Roma Tarihi, C. 1, TTK. Yay., Ankara 1998. Deringil, Selim, “II. Abdülhamid’in Dış Politikası”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 2, İletişim Yay. Erdoğdu, Teyfur, “1856 Paris Kongresi-1878 Berlin Kongresi Arasında Osmanlı Dış Politikası”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999. Erim, Nihat, Devletlerarası Hukuk ve Siyasî Tarih Metinleri, C. 1 (Osmanlı İmparatorluğu Antlaşmaları), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yay., Ankara 1953. Eyice, Semavi, “Arta Köprüsü”, TDVİA, C. 3, İstanbul 1991. Fulton, L. Bruce, “Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999. Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, Αγκυρα, Αθηνα 1976. Glenny, Misha, Balkanlar, 1804-1999: Milliyetçilik, Savaş ve Büyük Güçler, Türkçesi Mehmet Harmancı, Sabah Yay., İstanbul 2001. Grant, A. J. – Temperley Harold, Europe in the Nineteenth and Twentieth Centuries (1789-1950), Longmans, London 1959. Gökaçtı, Mehmet Ali, Geographika: Yeniden Keşfedilen Yunanistan, İletişim Yay., İstanbul 2001. __________________, “Tesalya’da İki Önemli Merkez Tırhala ve Meteora”, Tarih ve Toplum, XXXI/182, Şubat 1999. Gökbilgin, M. Tayyib, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fatihân, İÜEF Yay., İstanbul 1957. __________________, “Selânik”, İA, C. 10, İstanbul 1964. __________________, “Kanunî Sultan Süleyman Devri Başlarında Rumeli Eyaleti, Livaları, Şehir ve Kasabaları”, Belleten, XX/78, Ankara 1965. Gürel, Şükrü S., Tarihsel Boyutları İçinde Türk Yunan İlişkileri (1821-1993), Ümit Yay., Ankara 1993. Halaçoğlu, Yusuf, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı, TTK Yay., Ankara 1995. ______________, “Tesalya Yenişehiri ve Türk Eserleri Hakkında Bir Araştırma”, GDAAD, S. 2-3, İstanbul 1973-1974. Harris, David, A Diplomatic History of the Balkan Crisis of 1875-1878: The First Year, Archon Books, California 1969. Hatipoğlu, M. Murat, Yunanistan’daki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin 101 Yılı (1821-1922), TKAE Yay., Ankara 1988. _________________, “Elefterios Venizelos’un 1910 Yılında İktidara Gelmesiyle Megali İdea’nın Kazandığı Yeni Karakter”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986. _________________, “1897 Osmanlı-Yunan Harbi ve Yunanistan’ın Makedonya Politikası (1897-1913)”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999. Herbert, F. W. von, Plevne Müdafaası (Bir İngiliz Subayının Hatıraları), çev. Nurettin Artam, Yüksel Yay., İstanbul 1944. İnalcık, Halil, “Rumeli”, İA, C. 9, İstanbul 1964. İnan, Kâmran, “Türk-Yunan İlişkilerinde Dinamikler”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986. İnciciyan, P. L. – Andreasyan, H. D., “Osmanlı Rumelisi Tarih ve Coğrafyası I”, GDAAD, S. 2-3, İstanbul 1973-1974. Ioannidou-Bitsiadou, Georgia, “The Bavarian Loans and Chancellor Bismarck’s Intervention in the Greek-Turkish Dispute Over Greece’s Borders (1878-81)”, Balkan Studies, 34/1, Thessaloniki 1993. İslam, Ayşenur – Atalay, Ali, “Plevne Müdafaası”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 22, Aralık 1986. Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Βρανειο Ακαδηµιας Αθηνων, Τοµος ΙΓ-Ι∆, Αθηνα 1980. Jelavich, Barbara, History of The Balkans: Eighteenth and Nineteenth Centuries, vol. I, Cambridge Unv. Press, Cambridge 1993. Jelavich, Charles-Barbara, The Establishment of the Balkan National States, 1804-1920, A History of East Central Europe Vol. VIII, Unv. of Washington Press, Seattle & London 1993. Kaçırılan Fırsatlar: 1877 Osmanlı-Rus Savaşı Hakkında Eleştiriler ve Askerî Düşünceler, ATASE Yay., Ankara 1997. Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. V-VIII, TTK Yay., Ankara 1988. Karpat, Kemal H., Ottoman Population, 1830-1914: Demographic and Social Charasteristics, The University of Wisconsin Press, Madison 1985. ________________, “Türkler (Osmanlılar: XIX-XX. Yüzyıllar)”, İA, C. 12/2, İstanbul 1988. Kitsikis, Dimitri, Türk-Yunan İmparatorluğu, çev. Volkan Aytar, İletişim Yay., İstanbul 1996. Kocabaş, Süleyman, Tarihte ve Günümüzde Türk-Yunan Mücadelesi, Bayrak Yay., İstanbul 1984. Kodaman, Bayram, 1897 Türk-Yunan Savaşı (Tesalya Tarihi), TTK Yay., Ankara 1993. _______________, “Şark Meselesi ve Tarihî Gelişimi”, Tarihî Gelişmeler İçinde Türkiye’nin Sorunları Sempozyumu (Dün-Bugün-Yarın), TTK Yay., Ankara 1995. Koliopoulos, John S., Brigands with a Cause: Brigands and Irredentism in Modern Greece, 1821-1912, Clarendon Press, Oxford 1987. _________________, “Brigandage and Irredentism in Nineteenth Century Greece”, Modern Greece: Nationalism and Nationality, Atina 1990. Koloğlu, Orhan, “Osmanlı Döneminde Balkanlar (1391-1918)”, Balkanlar, OBİV, Eren Yay., İstanbul 1993. Kramers, J. H., “Ayastefanos”, İA, C. 2, İstanbul 1961. Kuran, Ercüment, “1830-1917 Arasında Türk-Yunan İlişkileri”, Türkiye’nin Batılılaşması ve Millî Meseleler, derl. Mümtazer Türköne, TDV Yay., Ankara 1994. Kurat, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990. ________________, Rusya Tarihi: Başlangıçtan 1917 Yılına Kadar, TTK Yay., Ankara 1993. ________________, “Panslavizm”, AÜDTCFD, 11/2-3-4, Ankara 1953. Kurat, Yuluğ Tekin, Henry Layard’ın İstanbul Elçiliği, 1877-1880, AÜDTCF Yay., Ankara 1968. _______________, “1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nin Sebepleri”, Belleten, XXVI/103, Ankara 1962. _______________, “XIX. Yüzyılda Rusya’nın Balkanlardaki Panslavizm ve Panortodoks Politikası Karşısında Osmanlı Diplomasisi”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999. Küçük, Mustafa, “Şark Meselesi Çerçevesinde ve İkinci Meşrutiyete Kadar Olan Dönemde Osmanlı Devleti’nin Siyasî Vaziyeti”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999. La Gorce, Çağlar Boyu Yunanlılar, Belge Yay., İstanbul 1986. Madariaga, Isabel de, Çariçe Katerina: Çağının Sınırlarını Zorlayan Kadın, çev. Mehmet Harmancı, Sabah Yay., İstanbul 1997. Mahir Mehdi, Bedraka-yı Zafer yahud Tesalya ve Yenişehir,Yuvanaki Panayotidis Matbaası, Dersaadet 1314. Mahmud Celâleddin Paşa, Mir‘at-ı Hakîkat, haz. İsmet Miroğlu, Berekât Yay., İstanbul 1983. Mansel, Arif Müfid, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Yay., Ankara 1999. Mantran, Robert (ed.), Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. I-II, çev. Server Tanilli, Cem Yay. İstanbul 1995. Marriot, J. A. R., The Eastern Question: An Historical Study in European Diplomacy, Clarendon Press, 4th ed., Oxford 1940. Memişoğlu, Hüseyin, Bulgaristan’da Türk Kültürü, TKAE Yay., Ankara 1995. Millas, Herkül, Yunan Ulusunun Doğuşu, İletişim Yay., İstanbul 1994. Ongunsu, A. H., “Abdülaziz”, İA, C. 1, İstanbul 1965. ____________, “ Abdülhamid II”, İA, C. 1, İstanbul 1965. Orhonlu, Cengiz, “Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne Karşı Takip Ettiği Siyaset (18661885)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, I/6, Haziran 1980. Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim Yay., İstanbul 1999. __________, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahallî İdareleri (1840-1880), TTK Yay., Ankara 2000. ___________, “XIX. Asır Yakın-Uzak Tarihimiz”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999. ___________, “Tanzimat Döneminde Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986. ___________, “Osmanlı İmparatorluğu ve Alman Diplomasisi: ‘Drang nach Osten’”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999. Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, çev. Fikret Işıltan, TTK Yay., Ankara 1995. Öke, Mim Kemal, “‘Şark Meselesi’ ve II. Abdülhamid’in Garp Politikaları (18761909)”, Osmanlı Araştırmaları, III, İstanbul 1982. Özgüldür, Yavuz, Türk-Alman İlişkileri (1923-1945), ATASE Yay., Ankara 1993. Özoran, Beria Remzi, “Tesalya Savaşı”, Türk Kültürü, TKAE Yay., S. 110, Aralık 1971. Özkaya, Yücel, “1821 Yunan (Eflâk-Buğdan) İsyanları ve Avrupalıların İsyan Karşısındaki Tutumları”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986. Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. I-III, MEB Yay., İstanbul 1983. Palmer, Alan, 1853-1856 Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, Türkçesi: Meral Gaspıralı, Sabah Yay., İstanbul 1999. __________, Osmanlı İmparatorluğu, Son Üç Yüz Yıl: Bir Çöküşün Yeni Tarihi, çev. Belkıs Çorakçı Dişbudak, Sabah Yay., İstanbul 1997. Pitcher, Donald Edgar, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası, çev. Bahar Tırnakçı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 1999. Poole, Stanley Lane, Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları, çev. Can Yücel, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999. Popovic, Aleksandre, Balkanlarda İslâm, İnsan Yay., İstanbul 1985. Poulton, Hugh, Balkanlar: Çatışan Azınlıklar, Çatışan Devletler, Sarmal Yayınevi, İstanbul 1983. Redcliffe, Stratford de, The Eastern Question, John Murray, Albarmarle Street, London 1881. Sander, Oral, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü: Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir Deneme, AÜSBF Yay., Ankara 1987. Salışık, Selahattin, Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri Tarihi ve Etniki Eterya, Kitapçılık Ticaret Ltd. Şt. Yay., İstanbul 1968. Saydam, Abdullah, Kırım ve Kafkas Göçleri, 1856-1876, TTK Yay., Ankara 1997. Sedes, İ. Halil, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 34, Aralık 1987. _____________, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (III)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 35, Ocak 1988. _____________, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (IV)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 36, Şubat 1988. _____________, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (V)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 37, Mart 1988. _____________, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (VI)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 41, Temmuz 1988. _____________, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (VII)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 42, Ağustos 1988. Sertoğlu, Midhat, Osmanlı Tarih Lûgatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986. Sezer, Hamiyet, “Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı (1821-1829)”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999. Shaw, Stanford J.- Ezel Kural, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, 1808-1975, çev. Mehmet Harmancı, C. 2, e Yay., İstanbul 1983. Sonyel, Salâhi R., Minorities and The Destruction of The Ottoman Empire, TTK Yay. Ankara 1993. Stavrianos, L. S., The Balkans Since 1453, Holt, Rinehart & Winston, New York 1961. Stojanovic, Mihailo D., The Great Powers and The Balkans, 1875-1878, Cambridge Unv. Press, London 1939. Sumner, B. H., Russia and The Balkans, 1870-1880, Clarendon Press, Oxford 1937. Sun, Selim, 1897 Osmanlı-Yunan Harbi, Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi Resmî Yay., Ankara 1965. Süer, Hikmet H., 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi Rumeli Cephesi, ATASE Yay., Ankara 1993. Süssheim, K., “Arnavutluk”, İA, C. 1, İstanbul 1965. Svoronos, Nikos, Çağdaş Hellen Tarihine Bakış, çev. Panayot Abacı, Belge Yay., İstanbul 1988. _____________, Yunanistan Nüfusu ve Yunanistan Nüfus Sayımları, çev. M. Galib, Başvekâlet İstatistik Umum Müd., Neşriyat No: 67, Tedkikler Serisi No: 38, Aydınlık Basımevi, İstanbul 1935. Şahin, M. Süreyya, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, Ötüken Yay., İstanbul 1996. Şahin, Turhan, Öncesiyle ve Sonrasıyla 93 Harbi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1988. Şapolyo, Enver Behnan, Gazi Osman Paşa ve Plevne Müdafaası, Türkiye Yay., Ankara 1959. Şemsettin Sami, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 1-6, Mihran Matbaası, İstanbul 1306-1316. Tevfik Süleyman, Tesalya’da Bir Cevelân ve Dört Aylık Seyahatim, Mahmud Bey Matbaası, Dersaadet 1315. Todorov, Nikolai, The Balkan City, 1400-1900, University of Washington Press, Seattle-London, 1983. Tokay, Gül, “Ayastefanos’tan Berlin Antlaşması’na Doğu Sorunu (Mart-Temmuz 1878)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999. Tuğlacı, Pars, Osmanlı Şehirleri, Milliyet Yay., İstanbul 1985. Tukin, Cemal, “Girit”, İA, C. 4, İstanbul 1964. Tuncer, Hüner, Metternich’in Osmanlı Politikası (1815-1848), Ümit Yay., Ankara 1996. ____________, 19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri (1814-1914), Ümit Yay., Ankara 2000. ____________, Eski ve Yeni Diplomasi, Ümit Yay., Ankara 1995. ____________, “Viyana Kongresi, ‘Doğu Sorunu’ ve Büyük Güçler (1815-1829)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999. Turan, Ömer, “ The Role of Russia and England in the Rise of Greek Nationalism and in the Greek Independence” OTAM, S. 10, Ankara 1999. Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, Harp Akademileri Komutanlığı Yay., İstanbul 1994. Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, ATASE Yay., Ankara 1985. Türkgeldi, Ali Fuat, Mesâil-i Mühimme-i Siyasiyye, C. II, haz. Bekir Sıtkı Baykal, TTK Yay., Ankara 1957. Türsan, Nurettin, Yunan Sorunu, Ankara 1987. Uçar, Nail, Gazi Osman Paşa ve Plevne, Orkun Yay., İstanbul 1978. Uçarol, Rıfat, Gazi Ahmet Muhtar Paşa: Bir Osmanlı Paşası ve Dönemi, Milliyet Yay., İstanbul 1976. __________, “1878 Berlin Antlaşması’na Göre Yunanistan Sınırının Düzenlenmesi Sorunu ve Yunanistan’a Toprak Verilmesi (1878-1881)”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, C. 1, TTK Yay., Ankara 1988. Ülman, Haluk, “Tanzimattan Cumhuriyete Dış Politika ve Doğu Sorunu”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 1, İletişim Yay. Vasic, Milan, “Osmanlı İmparatorluğunda Martoloslar”, İÜEF Tarih Dergisi, S. 31, Mart 1977, İstanbul 1978. Yasamee, F. A. K., Ottoman Diplomacy: Abdülhamid II and the Great Powers, 18781888, The Isis Press, İstanbul 1996. _______________, “Ottoman Diplomacy in the Era of Abdülhamid II (1878-1908)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999. Yaşar, Raif – Kabasakal, Hüseyin, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Balkan Harbi, Osmanlı Devri (1912-1913), III. Cilt 2. Kısım, Garp Ordusu Yunan Cephesi Harekâtı, Genelkurmay Başkanlığı Yay., Ankara 1993. Yeğen, Erdoğan, “XIX. Yüzyılın Son Çeyreğinde Girit Olayları ve Osmanlı-Yunan ve Büyük Devletlerin İlişkileri”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986. Yeralimpos, Alexandra, “Tanzimat Döneminde Kuzey Yunanistan’da Şehircilik ve Modernleşme (1839’dan 19. yüzyıl sonuna)”, Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri, ed. Paul Dumont – François Georgeon, çev. Ali Berktay, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1996.