ALGILAMADAKİ BOZUKLUKLAR VE İLETİŞİME YANSIMALARI İletişim; duygu, düşünce ve isteklerin akla gelebilecek her türlü yolla başkasına aktarılmasıdır. İletişim bireysel anlamda, toplulukta veya bir grupta oldukça önemlidir ve sosyal açıdan da olmazsa olmaz bir gereksinimdir. İletişim sırasında kişinin konuşma biçimi, kullandığı kelimeler, ses tonu, beden dili, jest ve mimikleri oldukça önemlidir. İletişim çift yönlü bir süreç olduğu için sadece mesaj almak veya sadece mesaj vermek iletişimi oluşturmaz. Kaynak tarafından yollanan mesajın alıcıya ne şekilde gittiği ve onda nasıl bir etki yarattığı da önemlidir. Çünkü iletinin yarattığı etkiye göre alıcı da karşı tarafa dönüt verecektir. İşte bu noktada kişilerin karşılıklı olarak birbirlerini etkin dinlemeleri algılamada büyük kolaylık sağlar. İletinin yollandığı şekilde anlaşılması zor bir işlemdir. Çünkü her insan birbirinden farklıdır. İçinde bulunulan çevre, sosyal hayat, eğitim durumu, kazanılan kültür bakış açısını etkilediği için bu farklılıklar kaynağın yolladığı mesajın alıcıda istenen etkiyi bırakmamasına yol açabilir. Bu noktada gerek bireysel ilişkilerde gerekse toplumsal ilişkilerde karşımıza iletişim çatışması olarak ‘algı yanılmaları’ çıkar. Algılama; kişinin çevresine, hayata bakışına bağlı olarak kendisin yollanan iletileri kendi değerler süzgecinden geçirerek yorumlamasıdır. Oldukça yüksek yakalı bir manto ya da kürk giymiş, başı örtülü, saçlarının bir kısmı görülen, büyük burunlu, ağzı hafif açık bir yaşlı hanım mı? Yoksa yüzü biraz öbür tarafa dönük, boynunda kolyesi olan, kirpikleri ve burnunun ucu ile saçlarının altında sol kulağı gözüken genç bir bayan mı? Algılama, algılanan uyarıcının ve algılayan kişinin özelliklerinin etkileşimiyle oluşur Burada iki tarafın da bakış açılarının farklı olduğunun farkına varmaları önemlidir. Eğer bunun bilincinde olmazlarsa algılama farklılığından dolayı iletişim çatışmasının içine girebilirler. Kişilerin kendilerini ve başkalarını nasıl algıladıkları, hangi özelliklere öncelikle dikkat ettikleri kişisel düşüncelerine ve kültürden kültüre farklılık gösterebiliyor. ALGILAMA MODELİ Çevrede bulunan çok sayıda uyarıcı, bireyin duyu organına ulaşır. Bu uyarıcılar şiddetleri, sıklıkları, hareketleri ya da hareketsiz olmaları, büyüklükleri, renkleri ve diğer uyarıcılarla bir örüntü oluşturup oluşturmadıkları bakımından birbirlerinden farklılıklar gösterirler. Çevrede bulunan bu uyarıcı karmaşası, duyu organlarını sürekli etkiler. Algılama işlemini gerçekleştiren organizmayı, dört bölüm içinde incelemek mümkündür: 1.Alıcılar; 2.İlk işlem; 3.Geçmiş yaşantılardan getirimler; 4.Son işlem ve algısal ürün. ALICILAR Alıcılar, duyu organlarından oluşur. Göz, kulak, burun, dil ve cilt, yapıları ve işleyişleri hakkında az çok bilgi sahibi olduğumuz duyu organlarıdır. Duyu organları yapıları, işleyiş biçimleri, içinde bulunulan çevreye uyum (adaptasyon) dereceleri ve kapasiteleri çerçevesinde, çevredeki uyarıcıları alırlar ve sinir sistemiyle ilişkiye sokarlar. Duyu organlarımızın duyarlılık dereceleri, duyum eşiği kavramıyla ifade edilir. Örneğin, göz, bir mum ışığını karanlık bir gecede elli kilometreden görebilecek görme; kulak, bir kol saatinin tik taklarını altı metreden duyabilecek işitme; ve dil, bir çay kaşığı şekerin yedi litre saf suda eritilmiş tadını alabilecek tat alma duyarlılığına sahiptir. Burun, bir damla parfümün üç odalı bir eve dağılmış kokusunu alabilecek; cilt, bir santimetre yükseklikten yanağa düşen bir arının kanadını hissedebilecek duyarlılıktadır. Duyarlılık dereceleri, duyu organlarının ortama yapmış oldukları uyuma göre değişir İLK İŞLEM Duyu organlarından gelen sinirsel akımlar sinir sisteminin değişik yerlerinde son bulur ve bu noktada, sinir sistemi girdiler üzerinde işlem yapmaya başlar. Sinir sistemi bu işlemleri kendi kapasitesi içinde yapar. Yorgunluk, o anda içinde bulunulan heyecan durumu, organizmanın o andaki gereksinim ve güdüleri, sinir sisteminin işleyişini etkiler. Ayrıca belirli fizyolojik dönemler de sinir sisteminin işleyişini etkiler. Kadınların gebelikleri sırasında daha gergin daha duyarlı olmalarını ve genellikle aldırış etmedikleri olay ve durumlara, bu dönemlerde daha şiddetle tepkilerde bulunmalarını, fizyolojik dönemlere örnek olarak gösterebiliriz. YAŞANTI VE ÖĞRENMENİN GETİRDİKLERİ Duyu organları kanalıyla sinir sistemine ulaşan duyusal veriler ilk işlemden sonra, organizmanın yaşamı boyunca geliştirmiş olduğu psikolojik süreçlerle etkileşim haline geçer. Mesela büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmak bir kültüre göre saygısızlık olarak nitelendirilirken başka bir kültüre göre üzerinde düşünülmeyecek bir davranış olabilir ya da bir gencin omuz silkmesi veya el sallaması arkadaşları tarafından isteksizlik olarak algılanırken; aynı davranış öğretmenleri ve ya ebeveynleri tarafından saygısızlık olarak algılanabilir. Bu yanlış anlamanın nedeni de bireylerin sahip oldukları rol ve statü farkıdır SON İŞLEM: ALGISAL ÜRÜN Sinir sisteminin işleminden geçen duyusal veriler, yaşantı ve öğrenme getirimleriyle bir etkileşimde bulunarak bir seçilmeye uğrarlar. Kişi, duyu organlarına ulaşan bütün uyarıcılara tepkide bulunamaz. Gelen uyarıcılardan birkaçı üzerinde odaklaşır. Bu algısal odaklaşmaya dikkat adı verilir. Mesela eve çocuklu misafir geldiğinde ev sahibinin de küçük çocuğu varsa; kendi çocuğu ağladığında onun sesini diğerlerinden ayırt edebilir. ÖRNEK Okuldan üzgün bir şekilde eve gelen çocuk salonda babasının oturduğunu görünce yanına gider ve babasıyla dertleşmeye çalışır. Bugün oldukları matematik sınavından zayıf not alan çocuk bu durumu babasına ifade ederken öğretmeninin kendisi ile ilgili söylediği cümleyi de aynen babasına aktarmış bulunmaktadır. Çocuk: “Baba, bugün Matematik sınavı olduk ve sınavım çok kötü geçti. Öğretmen sorularını biraz daha dikkatli okumamı ve matematik sorularını yapabileceğime dair kendime güvenmem gerektiğini söyledi.” Baba: “ Öğretmen resmen sana geri zekâlı demiş. Bir de bana bunu utanmadan anlatabiliyorsun. Bence zekânda bir problem olmalı. Yoksa bir insan önünde yazılı duran bir soruyu neden doğru bir şekilde okuyamasın ki? Bu kısa diyalog içerisinde baba durumun neden kaynaklı olduğunu tam olarak anlamadan olayları anladığı şekilde yorumlamakta ve çocuğun durumu ile ilgili tanı koymaktadır. Böyle bir iletişim tarzı çocuğun baba ile sorunlarını paylaşmasını engellerken aynı zamanda kendine olan güvenini de oldukça derinden sarsmaktadır. ÖRNEK Bayan: Bugün kardeşimle görüştük. İşleri yolunda gitmiyormuş. Bu aralar kazancı da iyi değilmiş. Morali çok bozuktu. Eşi: Ne yani senin kardeşine biz mi yardım edeceğiz? Sen bana bunu bu yüzden mi anlatıyorsun? Zaten geçen gün ticarete atılıp çok para kazanmaktan bahsediyordu. O kim para kazanmak kim? Hayal görüyor olmalı. Zaten senin kardeşin bence şizofren de olabilir. Bayan: Bence sen şizofrensin. Daha cümlemi bitirmeden hemen konuşmaya başladın………… Böyle bir diyalog eşler arasında güven problemini doğurabildiği gibi eşlerin olayları yorumlama ve tanılamaya gitme tutumlarıyla birlikte ön yargıları ve öfkeyi de arttırmaktadır. Kişiler arası iletişimde algılama bozukluklarının kişinin algılama sürecine, duygularına, edindiği kültüre, sosyal çevresine, aldığı eğitime bağlı olarak değişiklik gösterdiğini söylemiştim. Organizma aldığı mesajları bunlara göre şekillendirir, algılar ve geri bildirim verir. Algılama bozukluğundan kaynaklanan iletişim çatışmalarını en aza indirmek için herkesin önem verdiği şeylerin birbirinden farklı olduğunun, kendi bakış açımızdan baktığımızda gördüklerimiz üzerinde aşırı ısrarcı olmadan farklı fikirlere de açık olmamız gerektiğinin, en önemlisi de kendimizi karşımızdakinin yerine koyarak ‘empati’ yapabilmemiz çok önemlidir