SUNUŞ Selçuklu Belediyesi olarak hemşehrilerimizin sosyal ve kültürel hayatına katkı sağlamak amacıyla şehrimizin yayın hayatına yeni eserler kazandırıyoruz. Okumanın önemini ve okutmanın manevi hazzını her platformda dile getiriyoruz. Yayın hayatına kazandırdığımız eserler arasında sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed‘i (s.a.v.) anlatan yayınların özel bir yeri vardır. Hz. Muhammed (s.a.v.) ve İslam’ın evrensel mesajlarını her yaştan hemşehrimize iletmeyi arzu ediyoruz. Bugünün yetişkinlerinin hakikati anlaması ve yetişen nesillerimize aktarılması, şefkat Peygamberi’nin doğru şekilde anlatılması noktasında hepimizin sorumluluğu vardır. Bu manada “KUTLU PEYGAMBERİM” kitabını okuyucularla buluşturmanın mutluluğunu yaşıyoruz Bu yayınların girdiği her mekanda ve okunduğu her ortamda rahmet Peygamberi'nin günümüze olan mesajları daha iyi anlaşılacaktır. Allah hepimize İslam’ın mesajlarını anlamayı ve gelecek nesillere aktarmayı nasip etsin. Bu vesile ile kitabın hazırlanmasında emeği geçenlere teşekkür ederim. Okunan bu kitapların daha fazla okuyucu ile buluşturulmasında tüm hemşehrilerimizin üzerine düşeni yapacağına olan inancımla, selam ve sevgilerimi sunuyorum. Uğur İbrahim ALTAY Selçuklu Belediye Başkanı UTU PEYGABERİM Çocuklar için Hz. Peygamberin (s.a.s.) Hayatı VURAL KAYA VURAL KAYA 1975 Konya doğumlu. İlahiyat okudu. Yüksek lisansını Cahit Zarifoğlu’nun çocuk kitapları üzerine yaptı. Çocukların ve kuşların ikindi cıvıltısı olmasa dünyanın yaşanabilir bir yer olmadığını düşünüyor. Parklara ve hayvanat bahçelerine sinir oluyor. Ağaçları ve hayvanları kendi dünyasının dışında zorla tutan bu iki yeri bir gün eline yetki geçerse yasaklamayı bile düşünüyor. Ağaçların ve hayvanların evlerinde daha mutlu olabileceğine inanmış. Ağlayan bir çocuk görse sinirleri zıplıyor. Çocukların ağlamasına ve ağlatılmasına karşı büyük bir konsey kurma hayali var. Kutlu Peygamberim kitabını çocuk ve ilk gençlik çağındaki okurların seveceğine inanıyor. Onlarla Efendimizin hayatında buluşabilirse kendini iki dünyada da bahtiyar sayacağını söyleyebiliriz. Hayatların en güzelini en güzel okurlarla buluşturmayı gökkuşağının üstünde bu en güzel okurlarla kaydırak oynamak kadar sevimli bulduğu kesin. İki dünya güzeline aşık; yani çocuklarına… Kızı Necibe Özge ve oğlu Ahmet Meriç’e… Kedileri sevmesine rağmen hiç kedisi olmadı. Her sabah dünyanın bütün çocuklarının el ele tutuşup kendi sokağından geçişini; yahut ellerinde meşalelerle gece yürüyüşü yapan çocukları düşlemektedir. Bu düşler çok uzun sürdüğü ve hiç gerçekleşmediği için evinin sokağa bakan balkon kapısını iptal ettirmiştir. Yayınlanmış Eserleri Renga, Şiir / Ebabil Yayınları, 2007 Kuşların Kalbine Dokunmak, Çocuk Denemeleri / Salıncak Yayınları, 2007 Çocuklar Gibi Güzel Şiirler, Şiir Seçkisi / Yediveren Kitap Yayınları, 2005 Çocuklar Gibi Güzel Masallar, Masal Seçkisi / Yediveren Kitap Yayınları, 2005 Çocuklar Gibi Güzel Öyküler, Öykü Seçkisi / Yediveren Kitap Yayınları, 2005 Kuşlar Attaya Gider, Çocuk Şiirleri / Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 2009 Kumbarama Dolan Şiirler, Şiir / Çimke Yayınları, 2011 Kuşlar Benekli Gökyüzü, Deneme, 2012 Cezbede Bir Narsist, Şiir, 2012 Necibcik, Çocuklar İçin Biyografi, 2013 Mesnevi’den Seçmeler (Çocuklara Şiirli Hikâyeler) / Nar Yayınları, 2014 Bir Şiir Sana Bir Şiir Bana (Çocuk Şiirleri) / Nar Yayınları, 2016 İçindekiler Hz. Muhammed’in (s.a.s.) Çocukluk ve Gençlik Dönemi Bir Kurtarıcı Bekleniyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11 Kutlu Doğum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 17 Yetim Muhammed’in Anneden İlk Ayrılışı . . . . . . . . . . 23 Hem Öksüz Hem Yetim Kalmak . . . . . . . . . . . . . . . . 29 Muhteşem Dede Abdulmuttalip . . . . . . . . . . . . . . . . 31 Yeni Yuvası: Amcası Ebu Talip’in Evi . . . . . . . . . . . . . 33 Nur Muhammed’in Gençlik Dönemi . . . . . . . . . . . . . 35 Genç Muhammed’in Evliliği . . . . . . . . . . . . . . . . . . 37 Ona Güvenmeyen Yoktu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 41 Hz. Muhammed’in (s.a.s.) Peygamberlik Dönemi Hz. Cebrail İle Buluşma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 47 Davet Büyüdükçe Büyüyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 55 Muhteşem Ev: Erkam’ın Evi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 59 İşkence Günleri ve Müslümanlar . . . . . . . . . . . . . . . 63 Habeşistan’a Hicret . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 68 Hüzün Yılı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 71 Taif’e Yolculuk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 73 Akabe Günleri: Medine’ye Doğru . . . . . . . . . . . . . . . 75 Hz. Muhammed’in (s.a.s.) Hicreti ve Medine Dönemi Mekke’den Hüzünlü Ayrılış: Hicret . . . . . . . . . . . . . . 81 Medine Kutlu İnsanı Bekliyor . . . . . . . . . . . . . . . . . 85 Medine Devleti Kuruluyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 89 Medine Şehir Devleti Oluyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . 91 Mekkeli Müşriklerin Bitmeyen Düşmanlığı . . . . . . . . . 94 Bedir Savaşı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 96 Uhud Savaşı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99 Hendek Savaşı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 103 Hudeybiye Antlaşması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 107 Hayber’in Fethi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 112 Mute Savaşı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 115 Mekke’nin Fethi: Gurbet Sona Eriyor . . . . . . . . . . . . . 117 Efendimizin Ayrılışı ve Veda Hutbesi . . . . . . . . . . . . 120 Veda . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 123 Kısa Siyer Kronolojisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 127 HZ. MUHAMMED’İN (s.a.s.) ÇOCUKLUK VE GENÇLİK DÖNEMİ 9 BİR KURTARICI BEKLENİYOR H z. Peygamber doğmadan önce dünya âdeta karanlık içindeydi. İyilikler ve güzellikler azalmıştı. Kimse kimseyi sevmiyordu. Çocuklar gökyüzünde özgürce uçan kuşlara bile sevinemiyorlardı. İnsanlar Allah’ın emirlerine karşı geliyor, yeryüzünde kötülükler yayıyorlardı. Acımasız insanlarla dolup taşmıştı şehirler, kasabalar, köyler… İnsanlar bilgisizdi. Bilgileri olsa bile bu bilgilerini iyilikler ve güzellikler için kullanmıyorlardı. Bu yüzden Peygamber Efendimizden önceki döneme "cahiliye dönemi" denilmektedir. Cahiliye döneminde insanlar haksızlık ve zulüm batağı içerisinde boğulmaktaydı. Güçlü 11 olan, haklı demekti. Oysa bu yanlış tutumdu. Güçsüz, kimsesiz ve yoksul olanlar, güçlü insanların ve kabilelerin kölesi oluyorlardı. Özgürlükleri ellerinden alınıyor, bir mal gibi alınıp satılıyorlardı. Kimse kimsenin hakkına saygı duymuyor, yeryüzünde büyük bir haksızlık hüküm sürüyordu. Çocuklar arasında erkek kız ayrımı yapılıyordu. Ah ne yazıktı; kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyorlar, acımadan onların can çekişmesini izliyorlardı. Kadına insan gözüyle bakılmıyordu bile. Oysa anneleri de bir kadındı. Eşleri de kadındı. Bunu bile düşünemez olmuşlardı. Gözlerini cahillik, kötülük bürümüştü. “Kimin iki kızı olur da bunları öldürmez, alçaltmaz, oğlan çocuklarını bunlara tercih etmezse Allah onu cennete koyar.” (Hadis-i Şerif / Ebu Davud) İnsanlar Allah’ın yolundan sapmakta ve kendi elleriyle yaptıkları putlara tapmaktaydılar. Kölelik ticareti yaygınlaştıkça yaygınlaşmıştı. Haksızlığa uğrayanların baş vurabileceği ne bir mahkeme ne de bir kişi vardı. Toplum sınıflara ayrılmış durumdaydı. Yani kimi insanlar kendilerini seçkin ilan etmişlerdi. Bilgisizlik, cahillik ve isyan ile putlara tapmayı ibadet sanıyorlardı. Allah’ı unuttukları gibi Allah’ın evi olan Kâbe’yi de putlarla doldurmuşlar ve putları baş tacı etmişlerdi. Oysa ki Allah’ın 12 evi olan Kâbe sayesinde hac ve umre için bir çok insan Mekke şehrine ziyarete gelmekte, yolu buradan geçen kervanlar burada konaklamaktaydı. Böylece Kâbe onların zenginlik ve geçim kaynaklarından biri olmuştu. Buna karşılık Allah’ın evini Allah’ı inkâr etmek için kullanıyorlardı. Yazık! İnsanlar haset, ahlaksızlık, içki, kumar, zina, faiz, zulüm, riyakârlık, sihir gibi ne kadar kötü huy varsa peşinden koşuyorlardı. Böyle yaşamayı en güzel yaşamak olarak bilip buna inanıyorlardı. Şeytan kötülüğü, bütün kötü işleri onlara iyi gösteriyordu. Ve hayatları şeytanın yolundan başka yola çıkmaz olmuştu. Şeytan, insanlara apaçık düşmanlık ediyordu. Bu kötü gidişata üzülen ve iyiliğin yeryüzünde yayılmasını isteyen iyi kalpli insanlar da vardı elbette. Sayıları çok az olan bu insanlar Allah’a karşı gelmekten korkan ve Allah’a gerçek manada teslim olan insanlardı. Mekke şehrinde yaşanan bu sapkınlıkları üzülerek seyrediyorlardı. Dilleri döndüğünce bu gerçekleri anlatsalar da onları dinleyen pek kimse yoktu. İyi kalpli insanlar ve bazı ezilenler bu durumdan hoşnut olmadıkları gibi artık karanlıklardan aydınlığa erişmek istiyorlardı. İçlerinden birinin çıkıp da doğru yolu göstereceği gün çok mu uzaktı? Allah’a inanan ve karanlıklardan aydınlığa çıkaracak bir kutlu kurtarıcının geleceğini bilmeyen insanların umudu solacak mıydı acaba? 13 Bu kötü gidişe dur diyecek o ses ne zaman Mekke’de duyulacaktı? Haksızlık, zulüm, adaletsizlik, ahlaksızlık, şımarıklık ne zaman sona erecekti? Bu umudun bir gün güneş gibi doğacağına inanan insanlar sabırla bekliyorlardı. Sabır onları buğday başağı gibi olgunlaştırıyordu. Çünkü sabır ve umut yarınların biricik hayat kaynağıydı. Büyük bir ışık, bir umut, bir kurtarıcı beklemekle birlikte geçmişte kurtarıcı ve rehber olarak gönderilmiş, seçilmiş insanların olduğunu da bilmekteydiler. Bu seçilmiş insanlar Allah tarafından insanlara doğru yolu göstermek için gönderilmekteydi. Karanlıktaki insan topluluklarının kimisi bu kurtarıcıları kabul etmiş, kimisi de inkâr etmişti. Allah daha önce de sapıklığa ve karanlığa düşmüş toplumlara Nuh, Salih, Hud, İbrahim, İsa ve Musa gibi binlerce peygamber göndermişti. Peygamberler iyilik, güzellik getirmekle görevli insanlardı. Allah’ın özellikle seçip gönderdiği özel kullardı. Geçmiş insanlar da aynı Mekke halkının içinde bulunduğu zamandaki gibi bazen Allah’ın çağrısını unutup Allah’ın yolundan sapmışlardı. İşte geçmiş toplumlara gönderilen peygamberler, yoldan çıkıp sapıtmış bu kavimlere uyarıcı ve Allah’a davet edici olarak 14 gönderilmekteydi. İsa Peygamber, Allah’ın dinini insanlara ulaştırmış, insanları azgınlıktan, fenalıktan uzak durmaya çağırmıştı. Ve her peygamber gibi davet görevini yerine getirip Allah’a kavuşmuştu. İsa Peygamberden Mekke günlerine kadar altıyüz yıl geçmişti ve insanlar tekrar Allah’ın çizdiği yoldan çok fazla uzaklaşmaya başlamışlardı. Bütün peygamberlerin bir tek amacı vardı: İnsanları iyiliğe, güzelliğe ve adalete çağırmak. İyilik ve güzelliğin biricik tanımı ise din idi. Allah’ın Peygamberler aracılığıyla insanlara nimet olarak verdiği dinlere uyan toplumlar daima kazançlı çıktı. Fakat Mekke, karanlık günlerin en koyusunu yaşamaktaydı. İyilik ve güzelliğe çağrı yapacak insan acaba ne zaman gelecekti? Hz. Muhammed ve ailesi putlara tapmadı. Haniflik: Allah’ın birliğine inanan, putları ve puta tapıcılığı reddeden ve Mekke’deki âdet ve gelenekleri yaşamaya karşı çıkan bir anlayış var idi. Bu inanca sahip olanlar, Hz. İbrahim’in dinini yaşatmaya çalışırlar ve yalnızca Allah’a inanırlardı. 15 Bilginiz Olsu Peygamberler Allah'ın insanlığa rahmeti • Allah, rahmetini insanlardan asla kesmez. • İnsanlar kendileri gibi insanların örnekliğine muhtaçtır. • Çocuk olarak dünyaya gelen her insandan sadece Allah'ın seçtikleri peygamber olur. • Her Peygamber, bir anneden dünyaya gelir. • Mekke, aydınlık bir geleceğe ilk adımını atmaya hazırlanıyordu. • Dünyanın en tatlı, en kutlu çocuğu dünyayı selamlamaya, “Allah’ın rahmetinden asla ümit kesmeyin.” mesajını vermeye geliyordu. 16 KUTLU DOĞUM Y ıl 571. Nisan ayının son günleriydi ve Mekke’nin reislerinden Abdulmuttalip bir torun beklemekteydi. Abdulmuttalip’in kulağı gelecek bir doğum haberindeydi. Abdulmuttalip, oğlu Abdullah’ı yakın bir zamanda kaybetmişti. Şimdi ise onun çocuğu dünyaya gelmek üzereydi. İşte bunu düşününce Abdulmuttalip içi acıyarak oğlunu hatırladı. Ah Abdullah kıymetli oğulcuğum, diye mırıldandı. Demek torunum sensiz yürüyecek dünya yolunda öyle mi, diyerek sızlayan kalbini dindirmeye çalıştı. 17 Kendi neslinden olacak evladının babasını hiç göremeyeceğini düşünürken bir taraftan da kısa bir süre önce Mekke halkının başına gelen olayı düşündü. Yüzünü Kâbe’ye doğru döndü. Uzaktan buğulu gözlerle Kâbe’ye baktı. Bir süre önce Yemen Valisi Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak için Mekke’ye gelmişti. Çünkü Kâbe bölgenin kutsal mabediydi. Ve bu tartışmasız biricik kutsal mabedi yerle bir ederse huzura ereceğini ve kendi topraklarının kutsallaşacağını zannediyordu. Ne yapıp etmeli ve Kâbe’yi ortadan kaldırmalı, diye düşünen Ebrehe âdeta delirmişçesine Mekke üzerine ordusuyla yürüdü. İşte bu olaya Fil Olayı denilmektedir. Abdulmuttalip, Fil Olayı’nda Ebrehe’nin kendi develerini nasıl rehin aldığını düşündü. Ebrehe, Mekke’ye saldırınca, Abdulmuttalip Mekke’nin reisi olarak şehir halkını savaşa çağırmadı; tam aksine tepelere gizlenmelerini emretti. Bunu korktuğu için yapmadı elbette. Abdulmuttalip biliyordu ki bu belde kutsaldır, Allah’ın koruması altındadır. Ebrehe’nin askerlerinin, Abdulmuttalip’in develerini rehin alması üzerine Ebrehe ile görüşmeye gittiğinde aralarında geçen şu konuşma aklına geldi: — Ben develerin sahibiyim, onları korumakla yükümlüyüm. Kâbe’yi yıkmana müdahale etmiyorum çünkü onu Allah korur. Halbuki Yemen Valisi Ebrehe, Abdulmuttalip’in Mekke’nin reisi olarak Kâbe hususunda kendisine karşı koyacağını hatta yalvaracağını zannetmişti. Abdulmuttalip her şeyden çok Allah’a güveniyordu ve Kâbe’nin de gerçek sahibinin Allah olduğunun farkındaydı. Ve Allah Kâbe’yi korudu. Yemen 18 Valisi Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak için geldiği Mekke’de büyük bir felaketle karşılaştı. Mekke, Ebrehe’nin sonu oldu. Allah Celle Celaluhu bu konuda şöyle buyurur: “(Kâbe’yi yıkmaya gelen) Fil ordusuna Rabbinin ne yaptığını görmedin mi? Onları bozguna uğratmadı mı? Onların üzerine kızgın taşlar atan kuş sürüsü gönderdi. Sonunda onları darmadağın olmuş ekin tarlasına çevirdi.” (Fil Suresi) Abdulmuttalip bu olayları düşününce içini büyük bir hüzün sardı. Tekrar oğlu Abdullah’ı düşündü. Hüznü arttıkça artıyordu. Abdullah’ı, Amine ile evlendirip ona bir yuva 19 kurduktan kısa bir süre sonra kaybetmişti. Kulağı hâlâ gelecek olan doğum haberindeydi. Dünyalar güzeli torununun doğum müjdesini acaba ilk kim ona verecekti? Abdullah’ın emanetinin haberini beklemek ayrıca kendisine heyecan veriyordu. Tam o sırada uzaktan biri koşarak geldi ve Abdulmuttalip’e yaklaştı. “Müjde ey Abdulmuttalip! Bir torunun oldu.” dedi. Abdulmuttalip, ihtiyar kalbinin hızla çarptığını hissetti. İçi kıpır kıpır olmuştu. Gözlerinden sevinç gözyaşları süzüldü. Mekke reisi Abdulmuttalip’in de farkında olmadığı ve dünyayı değiştirecek olan kutlu doğum gerçekleşmişti. Öyle mutluydu ki, hızlı adımlarla evine gitti. Eve vardığında bir bebeğin ağlama sesleri her yanı sarmıştı. Nurdan bir bebekti sanki. Abdulmuttalip, onu kucağına aldı. Öptükçe öptü. Sevdi, okşadı. Bu muhteşem bebeğin cennet kokusunu hissettikçe 20 hem seviniyor hem de oğlu Abdullah’ı yeniden hatırlıyordu. Ağlamaklı oldu. Gözyaşını herkeslerden saklıyordu. Annesine, yani gelini Amine’ye döndü. “Torunumun adını ne koyalım?” diye sordu. Amine “Muhammed” dedi. Abdulmuttalip durup düşündü. Bu isim daha önce pek rastlamadığı bir isimdi. Kabilesinde kullanılmayan bu ismi tereddütle karşılayınca, Amine açıklamada bulundu. Rüyasında kendisine, “Senin bir oğlun olacak, adını Muhammed koyacaksın.” denildiğini kayınbabasına büyük bir huzurla anlattı. Abdulmuttalip itiraz etmedi, gelinini oğlunun emaneti gibi görüyordu ve onu üzmek istemiyordu. "Muhammed" ismini uygun buldu ve adının Muhammed olmasını istedi. Bu konuşmalardan sonra Abdulmuttalip minik torununu kucağına alıp Kâbe’ye gitti. Kendisine böylesi cennet kokulu torun verdiği için Allah’a şükretti. Kâbe etrafında rastladığı kişilerden kendisine niçin Muhammed ismini koyduğunu soranlara, “İnsanlar ve Allah onu övsünler.” diye cevap verdi. “Ben İbrahim'in duası, kardeşim İsa'nın müjdesi, annemin de rüyasıyım.” 21 Bilginiz Olsu İslamiyet öncesi Arabistan’da kurulmuş devletler: Kuzeyde; Gassaniler, Nabatlılar, Tedmürlüler. Güneyde; Himyeri, Main, Seba devletleri. Hicaz bölgesinde ise siyasi birlik yoktu. Daha çok kabileler mevcuttu. Ayrıca, Hicaz bölgesinde şu dinî inanışlar vardı: • Hanifler (Hz. İbrahim’in getirdiği hakikatleri kabul eden ve tek ilah inancına sahip olanlar) • Yahudiler • Hristiyanlar • Müşrikler (Hak ile batılı birbirine karıştırarak yeni bir inanışa sahip olmuş, Allah’a ortak koşanlar) 22 YETİM MUHAMMED’İN ANNEDEN İLK AYRILIŞI M ekke halkı eskiden beri yeni doğmuş bebeklerini daha sağlıklı şartlarda büyümeleri için köylerdeki sütannelere verirlerdi. Anneleri biraz üzülseler de sütannelerin kendi çocuklarını daha sağlıklı emzirmeleri gerektiğini bilirlerdi. Sütanneler de bu işten bir gelir elde ederlerdi. Amine de bu geleneğe uyarak çocuğunu büyütecek bir sütanne aramaya başladı. Epeyce bir zaman Amine kendi çocuğu için bir sütanne aradıysa da bulamadı. Hiç kimse dul bir kadının yetim çocuğuna bakmak istemiyordu. Oysa ki dünyayı karanlıklardan aydınlığa kavuşturacak bu muhteşem bebeğin geleceğinden haberdar değillerdi. Bilmiyorlardı ki nasıl büyük bir nasip kendilerini bulmuşken onu reddediyorlardı. Bilmiyorlardı ki o ilerde 23 büyük bir peygamber olacaktı. Bilmiyorlardı ki nurdan bir bebekti o! Bilmiyorlardı ki gelmiş geçmiş bebeklerin en kutlusuydu Muhammed bebek! Sütanneler kaçıyorlardı çünkü Amine’den umdukları bakıcılık ücretini alamayacaklarını düşünüyorlardı. Uzun süre bakıcı arandı. Sonunda Abdulmuttalip, adı Halime olan bir kadınla karşılaştı ve ona, “Yetim torunuma sütannelik yapar mısın?” diye sordu. Hevazin Kabilesinin Sa’d bin Bekir koluna mensup kadınlardan biri olan Halime, ilkin buna karar vermek konusunda tereddütlü davrandı. Kocasına danıştıktan sonra Halime, Abdulmuttalip’in yetim torununu almaya karar verdi. 24 Halime, minik Muhammed’i alıp yola koyuldu. Dönüş yolunda eşeğinin daha hızlı hareket ettiğini fark etti. Diğer sütanneler buna çok şaşırmıştı. Köye vardıktan sonra da çeşitli mucizeler hasıl oldu. Mesela fakir Halime’nin hayvanları nereye gitse karınları doymuş olarak geri dönüyor ve fazlasıyla süt veriyordu. Evlerine bereket üstüne bereket yağıyordu. Öyle ki Halime’nin komşularından biri bir gün hiddetlenerek kendi çobanını yanına çağırdı. “Bir Halime’nin koyunlarına bak bir de bizim koyunlara. Bizim hayvanlar neredeyse zayıflıktan ölecek ama Halime’nin hayvanları nereye gitse karnı doymuş olarak geliyor. Hayvanları neden iyi otlatmıyorsun?” diye çıkıştı. Oysa ki Halime’nin çobanı ile komşusunun çobanı aynı yerlerde hayvanlarını otlatıyorlardı. Halime’nin komşusu bu işe bir kere daha şaşıp kalmıştı. Tabii Halime de… Olup bitenleri anlayabilmek onlar için çok zordu. • Yetim Muhammed ayrıca çok hızlı gelişiyordu. Havası temiz yerde olmak ona iyi gelmişti. Sekiz aylıkken konuşmaya başlamıştı. Dokuz aylıkken ise yetiştin bir çocuk kadar pürüzsüz ve güzel bir dille konuşabiliyordu. Muhammed bebeğin Şeyma, Abdullah ve Üneyse adında üç sütkardeşi vardı. Zaman geçip biraz büyüdükten sonra bu 25 dünya güzeli sütkardeşleriyle de oyun oynamaya başlamıştı. Kardeşleriyle geçirdiği bu mutlu günlerde nur Muhammed’in yüzü hep güldü. Şeyma, Üneyse ve Abdullah onun vazgeçilmez oyun arkadaşları oldular. Onlarla birlikte hayvanları güttüler. Birlikte uyudular. Geceleri yıldızları birlikte seyrettiler. Ay dedeyi birlikte sevdiler. Birlikte sevindiler, birlikte güldüler. Aradan iki yıl geçtikten sonra Mekke’ye dönüş hazırlıkları başladı. Artık sütannelik görevi bitiyordu. Halime büyük bir üzüntüyle sarsıldı. Önceleri sütanneliğini kabul etmekte tereddüt ettiği bu güzeller güzeli çocuktan şimdi hiç ama hiç ayrılmak istemiyordu. Derken yolculuk başladı. Uzun, yorucu bir yolculuktan sonra Mekke’ye vardılar. Halime, emanetini teslim etti. Muhammed’den ayrılmanın büyük hüznünü yaşayarak Mekke'den ayrıldı. Kendi öz oğlundan ayrılmıştı âdeta. 26 Muhammed, günlerini annesiyle birlikte geçirmeye başladı. O artık Abdulmuttalip’in, Amine’nin ve bütün akrabalarının tek neşesi idi. Altı yaşına geldiğinde bir gün annesi ve dadısı Ümmü Eymen ile birlikte babasının mezarını ve dayılarını ziyaret etmek üzere Medine’ye gittiler. Medine’de bir ay kadar kaldılar. Bu süre içerisinde bu güzel misafirleri dayısı ağırladı. Amine, Abdullah’ın kabri başında uzun uzun ağladı. Bu durumdan nur Muhammed çok etkilendi. Yetimliğini bir kez daha hissetti. Babası Abdullah’ın yokluğu güzeller güzeli Muhammed'in bir an kalbini sızlattı. Bir ay çabucak geçmişti. Dayısı bu güzel misafirlerini uğurladı. 27 Annesi Amine, dadısı Ümmü Eymen ve Muhammed Mekke’ye dönmek üzere yola koyuldular. Dönüşte Ebva köyüne geldiklerinde Amine birden hastalandı. Muhammed’in üzüntüsü bir kat daha arttı. İçi titredi. Henüz doğmadan önce babasını kaybetmişti; şimdi de annesini… Amine ölmeden önce hastalığının ilerlediğinin farkına vararak nur Muhammed ile kocaman bir adammış gibi konuştu. Onu son kez öptü, kokladı… Oğlu nur Muhammed’i Allah’a emanet ederken kendi ruhunu da Allah’a teslim etti. Minik Muhammed uzun çöl ufkuna baktı; dünyanın en değerli varlığını da yitirmiş miydi? Zordu alışmak fakat annesi de şimdi artık babasının yanına göç etmişti. Hayat, onu çocuk yaşta olgunlaştırmak istiyordu galiba… “Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır.” (Hadis-i Şerif / Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 250) 28 HEM ÖKSÜZ HEM YETİM KALMAK Ü mmü Eymen ve annesi Amine ile birlikte çıktığı yolculuktan şimdi hem yetim hem öksüz olarak geri döndü çocuk Muhammed. Giderken yanında olan biricik annesi Amine şimdi artık yoktu. Mekke’ye hüzünlü bir ruhla giriyordu Muhammed. Beş günlük yorucu yolculuktan sonra Ümmü Eymen Mekke’ye girer girmez bu acı haberi Abdulmuttalip’e ulaştırmak istedi. Abdulmuttalip’i bulduğunda yolda Amine’nin vefat ettiğini gözyaşları içinde söyledi. Abdulmuttalip, oğlu Abdullah’ın 29 emaneti olan gelini Amine’nin hasta olduğunu biliyordu. Nur Muhammed ve Ümmü Eymen ile çıktıkları bu yolculuktan en başından beri endişe duymaktaydı. Zaten onlardan uzun süre haber alamamanın endişesiyle yüklüydü. Abdulmuttalip yaşadığı acıların üstüne bir acı daha yaşadı. Büyük ve tarifi imkânsız bir acı… Torununa baktı. Şefkatle, merhametle baktı… Nur Muhammed’i kucağına aldı. Onu bağrına bastı… Hem öksüz hem yetim kalan nur Muhammed’in biricik yuvası bundan böyle dedesi Abdulmuttalip’in evi olacaktı… “Bir kimse, Müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teala onu mutlaka cennete koyar.” (Hadis-i Şerif / Tirmizi, Birr, 14) 30 MUHTEŞEM DEDE ABDULMUTTALİP K üçük Muhammed artık dedesiyle yaşamaya başladı. İki yıl hep birlikte oldular. Dedesi onu bir an bile olsun yanından ayırmadı. Abdulmuttalip’in göz bebeği, onun inci tanesi idi. O dünyanın en sevilesi torunu idi. Nur Muhammed de dedesi için aynı güzel duyguları besliyordu. Dedesi onun dünyadaki her şeyiydi. Her zaman her yerde birlikteydiler. Dedesi Abdulmuttalip Nur Muhammed olmadan yemeğe bile oturmuyordu. Onu kabilenin önde gelen insanları bile gelse daima baş mindere 31 oturtur, Muhammed’e ayrı bir değer verirdi. Muhammed’in ayrı bir çocuk olduğunu, torundan da öte bir yavrucak olduğunu Abdulmuttalip hissediyordu adeta. Onda bir farklılık, bir ayrıcalık vardı. Fakat anne ve babasının dünyadan ayrılıp gidişinin acısı henüz geçmemişken şimdi de sevgili dedesinin dünyadan ayrılıp ahirete göç etme vakti gelmişti. Bir süre sonra Abdulmuttalip de vefat etti. Muhammed dedesinin vefatına sessiz ve derinden ağlıyordu. Bir köşeye çekilip öyle nazlı ve içten ağlayışı vardı ki… Görenlerin içini parçalıyordu adeta onun bu hali… Çünkü daha doğmadan babasını, ardından annesini ve şimdi de dünyadaki en çok sevdiği yakını olan dedesini kaybetmenin derin acısını yaşıyordu. Dedesi ona anne ve babasının yokluğunu hiç hissettirmemişti. Onun bu durumu ailenin büyüklerinden birinin çok dikkatini çekti. Bir köşede içli bir şekilde ağlayan Nur Muhammed’in omzuna bir el dokundu. Muhammed yaşlı gözleriyle geriye dönüp baktı. Bu şefkat dolu eller, amcası Ebu Talip’in elleriydi. Ebu Talip, Nur Muhammed’i teselli etti. Kucaklayıp öptü. — Üzülme, deden seni bana emanet etti, dedi. Muhammed, Ebu Talip’in boynuna sarıldı. 32