GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR 1

advertisement
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
İktisadi Sistem Nedir?
Sistem kısaca bir sonuç elde etmeye yarayan yöntemler düzenidir. İktisadi sistem ise,
bir ulusal ekonomi içinde tüketim ve üretim veya mallar ve ihtiyaçlar arasındaki dengeyi en
etkili biçimde gerçekleştireceği düşünülen yöntemlerdir. Bu yöntemlerin oluşturulmasında o
toplumun yasaları temel olarak belirleyici olmakla birlikte, gelenekleri ve alışkanlıkları da
kaynakların kullanım biçimini belirlemede etkili olur. Ekonomi toplumdan ya da politikadan
bağımsız bir alan olmadığına göre, iktisadi sistem de çok boyutlu bir olgudur. Burada hemen
belirtmek gerekir ki iktisadi rejim, iktisadi sistemden farklı bir kavramdır. Rejim, belirli bir
iktisadi sistem çerçevesinde insanların ekonomik faaliyetlerini yöneten hukuk kurallar
bütünüdür.
Kapitalist Sistem Bir ulusal ekonomide her türlü iktisadi faaliyete, devletin herhangi
bir müdahalesi olmadan, serbestçe, özel kesimi oluşturan bireyler ve girişimciler tarafından
karar verilen sistemdir. Kapitalist sistem ayrıca, liberalist sistem veya piyasa ekonomisi
olarak ta bilinir. Sistemin bir başka temel özelliği de özel mülkiyet esaslı olmasıdır. Özel
mülkiyet, birey ya da grupların iktisadi varlıklara kendi çıkarları doğrultusunda sahip olabilme
ve onları elden çıkarma hakkıdır. Hemen belirtmek gerekir ki yalnızca maddi varlıklar değil,
maddi olmayan haklar, sözleşmeler de özel mülkiyet konu dilebilir. Söz konusu serbestlik ve
özel mülkiyet kapsamında her birey kendi çıkarına göre davranır ve iktisadi faaliyetleri de
fiyat mekanizması düzenler (piyasadaki arz ve talebe göre fiyat oluşur). Özel mülkiyetin bir
diğer işlevi de, tasarrufları özendirme ve sermaye birikimi sağlamaktır. Üretim araçları ve
tüketim malları kişilerin mülkiyetinde olduğundan bunların değişimi, birey ve girişimciler
tarafından serbestçe yapılır. Bu sebeple karar alma yapısı merkeziyetçi değildir. Fakat
mülkiyet hakkının düzenlenmesi ve korunması devletin görevidir.
Sosyalist Sistem: Kapitalist sistemi uygulayan toplumlarda yaşanan sorunlar sistemin
eleştirilmesine neden olmuş ve birinci dünya savaşından sonra Rusya’da sosyalist sistem
uygulamaları başlamıştır. Bir diğer adıyla kolektivist sistem ya da merkezi yönetim tipi olarak
ta adlandırılan sosyalist sistemin en temel özelliği iktisadi faaliyetlere, kapitalist sistemde
olduğu gibi bireyler ve girişimciler değil, devlet (merkezi otorite) karar verir. Böyle bir yapıda
da kendi çıkarları doğrultusunda hareket edemeyecek olan bireyler ve girişimciler ancak
alınan kararları uygulayıcı konumundadırlar. Bir diğer temel özellikte sosyalist sistemde özel
mülkiyet hakkı bulunmamasıdır. Sosyalist sistemde kamu mülkiyeti esası vardır. Devletin
üretim araçlarının mülkiyetine sahip olduğu bu sistemde fiyat ta devlet tarafından belirlenir.
Statik ve Dinamik Analiz
İktisadi analizlerde modeller ve teorilerden yararlanılırken, yapılan analizin biçimi de
önem teşkil etmektedir. Genele olarak statik ve dinamik olmak üzere iki çeşit analiz
biçiminden bahsedebiliriz. Statik analiz; iktisatta sadece denge durumlarını incelemeye
yönelik analiz yöntemi. Statik analizde denge durumuna ulaşıncaya kadar geçecek olan
zaman ve bu zaman içinde değişkenlerin hareketleri dikkate alınmaz. Bu nedenle statik analiz
yönteminde zaman boyutu yoktur. Sadece belirli bir andaki denge durumu incelenir.
1
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
Dinamik analiz; belirli anlardaki iktisadi durumu gösteren rakamlara nasıl ulaşıldığının
ve bunlardaki değişmelerin nedenlerinin anlaşılabilmesi için iktisadi faaliyetlerin zaman
içinde nasıl değiştiği üzerinde durur.
Mikro ve Makro İktisat
En yaygın ayrım mikro ve makro iktisat ayrımıdır. Mikro iktisat; iktisat biliminin,
toplumu oluşturan birey, aile ve firmaların ekonomik davranışlarını inceleyen bölümüdür. Bir
tüketicinin faydasının maksimum olması için gelirini nasıl harcaması gerektiği, bir firmanın
kar maksimizasyonu için kaynaklar ya da üretim faktörlerin nasıl bir araya getirdiği, mal ve
faktör fiyatlarının nasıl oluştuğunu, değişik piyasalarda firmaların nasıl davrandıklarını
inceleyen iktisat bölümüdür.
Makro iktisat; iktisadın bütünü ile ilgilenerek, bunun işeyişini açıklamayı amaçlayan
bölümü. Toplum düzeyindeki ekonomik büyüklüklerin incelenmesi makro iktisadın alanı
içindedir. Milli gelir, istihdam, yatırım, büyüme, kalkınma, enflasyon, üretim gibi kavramlar
makro iktisadın konularıdır. İşsizliğin, enflasyonun, ödemeler dengesi açıklarının nedenleri ve
çözümleri yine makro iktisadın içinde araştırılan sorunlarıdır.
İhtiyaç
Bir diğer adı gereksinim olan ihtiyaç, karşılandığı zaman insanlara haz ve mutluluk
veren, karşılanmadığı zaman ise üzüntü ve keder veren duygudur. İnsan ihtiyaçlarının ise
sonsuz olduğu hatırlanırsa, ihtiyaçların nasıl karşılanacağı sorusu en önemli ve de temel
iktisadi problem olarak ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz Cennet gibi her şeyin sonsuz olduğu
ihtiyaçların karşılandığı bir yerde iktisada ihtiyaç olmayacaktır. Fakat içinde bulunduğumuz
dünyada kaynaklar kıt ihtiyaçlar sonsuzdur.
Üretim ve Üretim faktörleri
Üretim, insan ihtiyaçlarının karşılanabilmesi amacıyla yapılan her türlü faaliyettir. Bu
faaliyetler sonucunda ortaya kitap, giyecek, yiyecek vb. somut ürünler yani iktisadi mallarda
ortaya çıkabilir ya da eğitim, danışmanlık, avukatlık gibi soyut ama ihtiyaçları karşılayan
hizmetlerde ortaya çıkabilir. O zaman ister mal ister hizmet olsun bunların hepsi birer
üretimdir.
Bir üretimin meydana gelebilmesi içinde bazı faktörlerin bir araya gelmesi
gerekmektedir. Üretim faktörleri olarak adlandırdığımız bu faktörleri aşağıdaki şekilde
sıralayabiliriz;
Temel üretim faktörleri; mal veya hizmet üretimi için gerekli olan faktörler;

Doğal kaynak (Hammadde).

İş gücü (Emek).

Sermaye.

Girişimci.
2
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
Yardımcı üretim faktörü; diğer üretim faktörleri ile kullanıldığında onların verimlilikleri
arttıran faktördür.

Teknoloji.
Gelir, Birikim, Gömüleme Ve Yatırım
Üretime katılma karşılığında elde edilen parasal değere gelir denilir. Gelirin
tüketilmeyen kısmı ise birikim (tasarruftur). Eğer bu birikim atıl olarak elde tutuluyorsa yani,
bir bankada değil de evde yastık altı bir şekilde elde tutuluyorsa mevcut iktisadi sisteme dahil
olmayacağından gömüleme olarak adlandırılır.
Belirli bir zaman içerisinde sermaye mallarına (makine, araç vb.) yapılan net ilave ise
yatırımdır. Burada iktisadi olarak yatırımın bankaya yatırılan bir para veya gayrimenkul alımı
olmadığına dikkat edilmesi gerekmektedir.
Enflasyon, Deflasyon ve Stagflasyon
Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak yükselmesidir. Bu tanımdan da
anlaşılacağı gibi bazı malların fiyatlarının yükselmesi ya da fiyatlarda sürekli olmayan
yükselmeler enflasyon değildir. Yani enflasyon sayılacak bir fiyat artışının genel ve sürekli
olması gerekir. Enflasyon en önemli iktisadi değişkenlerden birisidir. Fiyatlar genel
seviyesindeki yükselişler üretime olumlu katkı yapabileceği gibi harcamaları olumsuz
etkileyerek te olumsuz sonuçlar yaratabilir. Burada karar verilmesi gereken durum enflasyon
oranının hangi seviyede olması gerektiğidir. Tabi ki bu oran belirlense dahi tutturulması
apayrı ve zor bir süreçtir. Peki bir mal veya hizmetin fiyatı niçin artar? Veya genel olarak
fiyatlar genel düzeyi niçin yükselir? Bunu anlayabilmek için enflasyonun türlerini incelememiz
gerekir;

Talep Enflasyonu: talep artışları sebebiyle fiyatların artmasıdır. Örneğin nüfus hızla
artarken üretim buna göre artmıyorsa, talep artması mal ve hizmetleri daha değeli
hale getirecek ve fiyatlar yükselecektir.

Maliyet Enflasyonu: üretim faktörlerinde meydana gelen fiyat artışları sonucu
maliyetlerin artması ve karın en azından aynı oranda korunmasını sağlamak amacıyla
fiyatların yükselmesi durumudur.

Yapısal Enflasyon: fiyat artışlarının talep artışı veya maliyet artışı ile değil firmalarca
belirlenmesi durumudur.
Deflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak azalmasıdır. Bu tanımdan da
anlaşılacağı gibi bazı malların fiyatlarının azalması ya da fiyatlarda sürekli olmayan azalmalar
deflasyon değildir. Yani deflasyon sayılacak bir fiyat azalışının genel ve sürekli olması gerekir.
Bu haliyle deflasyon, enflasyonun terse dönmüş durumudur.
Stagflasyon ise, az önce yukarıda açıklanan gibi iyi bir enflasyon oranı mevcutken
iktisadi büyümenin görülmemesi ve iktisadi durgunluğun gözlemlenmesi, kısaca enflasyon ve
3
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
iktisadi durgunluğun aynı anda var olması durumudur. Bu bakımdan stagflasyon beklenmedik
bir durumdur ve stagflasyon varlığı yaklaşan bir iktisadi krizin habercisi olabilir.
Ödemeler Bilançosu, Cari Denge ve Bütçe Dengesi
Bir ekonominin yurt dışı piyasalarla olan iktisadi ilişkileri ödemeler dengesi olarak
bilinen bir bilanço içine kaydedilmektedir. Ödemeler dengesi, bir ülkenin döviz kazandırıcı ve
döviz harcayıcı faaliyetlerini yıllık bazda sergilemektedir. Geleneksel olarak ödemeler dengesi
bilançosu 5 ana bölümden oluşmaktadır:
1. Cari işlemler
2. Sermaye hareketleri
3. Finans Hesabı
4. Net hata ve noksan
5. Rezerv hareketleri
Bu beş hesabın net bakiyesinin toplamı tanım gereği sıfırdır. Cari işlemler dengesi
içinde dış ticaret dengesi (ihracat – ithalat), turizm gelir gider dengesi, yurt dışı müteahhitlik
hizmetleri, yurt dışından işçi dövizleri ve faiz ödemeleri ile kar transferleri kalemleri bulunur.
Dolayısıyla cari işlemler dengesi esasen ekonominin reel kesiminin mal ticareti ve üretici
faktörlerinin döviz gelir ve giderlerinin dengesini vermektedir. Kamuoyunda daha çok
kullanılmakta olan dış ticaret açığı kavramından daha geniş bir tanımlama içermekte
olduğundan, bir ülkenin döviz açığının belirlenmesinde de önemli bir gösterge olarak
değerlendirilmektedir. Cari işlemler dengesi eğer açık veriyorsa bu açığın borçlanma
karşılanması beklenir. Dolayısıyla, eğer cari işlemler açık veriyor ise, sermaye hareketleri
dengesinde bir fazla olmalıdır. Sermaye hareketleri ise finansal sermaye akımlarına dayalı
döviz giriş ve çıkışlarını takip eder ve doğrudan yabancı sermaye yatırımları, portföy akımları,
kısa ve uzun vadeli dış krediler rakamlarını ifade eder. Söz konusu akımlar içerisinde
doğrudan yabancı sermaye yatırımları dışındaki finansal sermaye girişleri doğası gereği borç
arttırıcı özelliktedir. Bu yüzden, cari işlemlerdeki açığın mutlak anlamda büyük ya da küçük
olmasından ziyade, nasıl finanse edildiği önemlidir. Cari açığın, doğrudan yatırımlar türünden
ya da uzun vadeye yayılmış döviz girişleri ile finanse edilmesi görece olarak daha az sorunlu
olduğu söylenebilir. Öte yandan cari açığın kısa vadeli ve dış borçları arttırıcı biçimde sıcak
para akımları ile finanse edilmesi tehlike arz etmektedir.
Eğer cari işlemler ve sermaye hesapları ile net hata noksan kalemlerinin toplamı
sıfırdan farklı bir rakam veriyorsa, bu rakam döviz rezervlerine aktarılır. Söz konusu pozitif
bakiye ödemeler dengesi istatistiklerine eksi olarak girer ve rezerv artışlarına kaydedilir.
Buradaki mantık, fazla veren döviz hesabının ödemeler dengesi istatistiklerinden çıkartılarak,
rezervlere eklenmesine dayanır. Dolayısıyla ödemeler dengesi istatistiklerinde rezerv
hareketlerinde eksi ifadesi rezervlerin artmakta olduğunu (ödemeler dengesindeki hesabın
eksildiğini) ifade eder.
Bütçe dengesi ise, kamu bütçesini alakadar etmektedir. Bütçe dengesinden kasıt
kamu gelirleri ve giderleri arasındaki ilişkidir. Eğer kamu gelirleri, giderlerinden fazla ise,
bütçe fazlası vardır. Eğer kamu gelirleri ile giderleri denk ise, bütçe denkliği mevcuttur. Fakat
kamu gelirleri, giderlerinden az ise bütçe açığı vardır. Dolayısıyla kamunun gelirlerinin
4
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
yetmediği ve borçlandığı durumu ortaya çıkar bu ise, ileri zamanda kamu harcamalarının
kısılmasına sebep olur.
Son olarak bu iki durumda da açık olmasını inceleyim. Yani bir ülkede hem cari hem
de bütçe açığının mevcut olması. Tahmin edileceği gibi bu durum en kötü senaryodur. İktisat
literatüründe karşılığı ise, ikiz açıktır. İkiz açık, bir ülkede hem cari açığın hem de bütçe
açığının var olması durumudur.
Devalüasyon Ve Revalüasyon
Devalüasyon, kısaca ülke parasının yabancı para karşısında, hükümet tarafından değer
kaybettirilmesidir. Örneğin Türkiye’ni 1 dolar 2 tl iken hükümetin karar alıp 1 doları 4 tl
yapması devalüasyona bir örnek olarak verilebilir. Devalüasyon yapılmasının sebebi
ödemeler bilançosu açıklarının kapatılmak istenmesidir. Devalüasyon sayesinde ithalat
giderleri azalırken (ithal mallarının fiyatları uluslararası para cinsinden artmış olacağından
ithalat azalacak) ihracat gelirleri artacaktır (ülke içinde üretilen mallar ise diğer ülkeler için
ucuzlayacağından ihracat artacak).
Revalüasyon, bir ülke parasının değerini altına ve dövize göre yükselterek yeniden
ayarlamaktır revalüasyon az rastlanan bir durumdur.
Deregülasyon
Piyasa üzerinden devlet düzenini kaldırma ve serbest ticareti yaygınlaştırma işlemidir.
Ardındaki düşünce, devlet müdahalesi ne kadar az olursa, piyasa o öcüde güçlü olacaktır.
PİYASA ve FİYAT
Piyasa kısaca “alıcı (talep eden) ve satıcının (arz eden) buluştuğu yerdir” olarak
tanımlanabilir. Piyasanın herhangi bir sokakta, bir alanda vb. yerlerde yer alması zorunlu
değildir. Her hangi bir mal hizmetin alıcısı ve satıcı internet, borsa vb. yerlerde de olabilir.
Alıcı ve satıcıların, anlaştıkları (alıcının almaya razı olduğu ve satıcının satmaya razı olduğu
parasal değer) parasal değer ise fiyat olmaktadır. Fiyat bazen sadece alıcı ve satıcıların değil
bazı dış etkenlerden de (devlet vb.) etkilenmektedir. Piyasalar alıcılar ve satıcıların durumuna
göre farklı şekillerde gruplandırılabilirler.
Tüketici
FAZLA
AZ
İKİ
BİR
FAZLA
Tam rekabet
Oligopson
Düopson
Monopson
AZ
Oligopol
İki Yanlı Oligopson
Sınırlı Düopson
Sınırlı Monopson
İKİ
Düopol
Sınırlı Düopol
İki Yanlı Düopol
Sınırlı Monopson
BİR
Monopol
Sınırlı Monopol
Sınırlı Monopol
İki Yanlı Monopol
Satıcı
5
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
Talep
Talep, diğer değişkenler sabitken, belirli bir zamanda, belirli bir fiyattan tüketicilerin
satın almaya hazır oldukları mal veya hizmet miktarıdır. Hemen belirtmek gerekir ki ihtiyacı
olmak ve talep etmek arasında fark vardır. Bir kişinin bir mal veya hizmeti talep edebilmesi
için o anda satın almaya istekli ve satın alabilecek maddi olanağı olması gerekir. Örneğin,
herkesin ev ihtiyacı vardır ve ev almak ister. Fakat ev talep edebilmesi için o an ev alabilecek
maddi olanaklarının olması gerekmektedir.
Talep Eğrisi
Talep tablosu belli olan bir malın talep eğrisi koordinat sistemi 1. bölgede kolaylıkla
çizilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus fiyat Y ekseni ve talep X eksenine
yazılmalıdır. O zaman X malı için talep grafiği aşağıdaki gibi çizilir;
X MALI
FİYATI
(PX)
X MALI
TALEBİ
(DX)
A
2 tl
100 adet
B
4tl
80 adet
C
6 tl
60 adet
D
8 tl
40 adet
E
10 tl
20 adet
Arz
Talep tüketici boyutunu ele alırken, arz üretici boyutunu ele almaktadır. Arz, diğer
değişkenler sabitken, belirli bir zamanda, belirli bir fiyattan üreticilerin satmaya hazır
oldukları mal veya hizmet miktarıdır. Bu durunda tüketicilerin talep etmesi satın almak için
yeterli olmuyor aynı zamanda, o fiyattan (tüketicilerin satın almaya razı oldukları), üreticilerin
satış yapma isteğinde olması gerekmektedir.
Arz Eğrisi
Arz tablosu belli olan bir malın arz eğrisi koordinat sistemi 1. bölgede kolaylıkla
çizilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus fiyat Y ekseni ve arz X eksenine yazılmalıdır.
O zaman X malı için talep grafiği aşağıdaki gibi çizilir;
6
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
X MALI
FİYATI (PX)
X MALI ARZI
(SX)
A
2 tl
20 adet
B
4tl
40 adet
C
6 tl
60 adet
D
8 tl
80 adet
E
10 tl
100 adet
Piyasa Dengesi
Piyasayı kısaca, alıcı (talep eden) ve satıcının (arz eden) buluştuğu yer olarak
tanımlamıştık. Bu bölümde, arz ve talebi de artık bildiğimiz için, denge kavramı ile
ilgileneceğiz. Denge, birbirlerini karşılıklı olarak ters yönde etkileyebilen güçler arasında
eşitlik olması durumu; ancak bu eşitliğin değişmesi yönünde hiçbir eğilimin bulunmaması
şeklinde tanımlanır. Piyasa dengesinde de arz ve talep gibi, birisi fiyat ile doğru birisi fiyat ile
ters yönlü ilişki içerisinde olan iki kavramı ele alacağız. Bu kapsamda, arz ve talebin
eşitlendiği ya da grafiksel olarak arz ve talebin kesiştiği nokta piyasa dengesi olarak
tanımlanır.
7
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
Ölçek Ekonomileri
Uzun dönemde firmaların üretim kapasitelerini arttırabildiklerinden bahsettik. Bu
durumda, firma yeni makine, teçhizat satın alabilir, ek binalarla yatırımlar yapabilir. İşte bu
şekilde üretim kapasitelerinin gelişmesi ölçeklerinin büyüdüğü anlamına gelir. Bu durumun
incelenmesine ölçek ekonomisi denir. Firmaların ölçeklerinin büyümesi sonucunda
maliyetlerinin ne olacağı (sabit mi kalacak, artacak mı yoksa azalacak mı) ölçek ekonomisinin
firma açısından sonucunu verecektir. Örneğin ölçeğin büyümesi maliyetleri düşürüyorsa
firma ölçek ekonomisinden olumlu etkileniyor demektir.
İçsel Ölçek Ekonomisi
Firma ölçeği büyüdükçe maliyetler konusunda değişmelerin, yine firmanın kendi
yapısından kaynaklanması durumudur. Burada dikkat edilmesi gereken firmanın sadece
kendi içerisindeki gelişmelerden etkilenmesidir. Yani firmanın dış çevresinin (rakipler,
tedarikçiler, devlet vb.) oluşan ölçek ekonomisinde etkisinin olmaması ya da
değerlendirilmemesidir. İçsel ölçek ekonomileri iki başlık altında incelenir;
Pozitif İçsel Ölçek Ekonomileri: Firmanın ölçeğinin büyüdükçe ortamla maliyetlerin
azalmasıdır. Etkisini uzun dönem ortalama maliyet eğrisi üzerinde gösterir ve eğrinin azalan
olduğu üretim aralığında görülür. Pozitif içsel ölçek ekonomilerinin ortaya çıkış nedenleri;


Firma büyüdükçe çalışan işçi sayısının da artması ile işte uzmanlaşmaların artması
yani her işçinin kendi işini yapar başka işlerle uğraşmaması anlamına gelir. Aynı
zamanda firma daha kalifiye işçileri de istihdam etmiş olabilir.
Dönem içerisinde firmalar üretim teknolojilerini geliştirmiş ve daha verimli bir yapıya
geçmiş olabilirler.
Negatif İçsel Ölçek Ekonomileri: Firmanın ölçeğinin büyüdükçe ortamla maliyetlerin
artmasıdır. Etkisini uzun dönem ortalama maliyet eğrisi üzerinde gösterir ve eğrinin artan
olduğu üretim aralığında görülür. Negatif içsel ölçek ekonomilerinin ortaya çıkış nedeni
olarak, büyüme sonucunda, stratejik hatalar sonucu, yönetim etkinliğinin bozulması ve
işçilerin kontrolünün zorlaşması gösterilebilir.
Dışsal Ölçek Ekonomileri
Firma ölçeği büyüdükçe maliyetler konusunda değişmelerin, firmaları etkileyen dış
çevrelerinden kaynaklanması durumudur. Burada dikkat edilmesi gereken firmanın sadece
8
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
kendi dışında gelişen olay ve çevreden etkilenmesidir. Yani firmanın faaliyet gösterdiği
endüstri ölçeğinden kaynaklanan olumlu ve olumsuz etkilerdir. Dışsal ölçek ekonomileri iki
başlık altında incelenir;
Pozitif Dışsal Ölçek Ekonomileri: Firmanın ölçeğinin büyüdükçe ortamla maliyetlerin
azalmasıdır. Etkisini uzun dönem ortalama maliyet eğrisi üzerinde gösterir ve eğrinin aşağı
doğru paralel kaymasına, yani maliyetlerin azalmasına sebep olur. Pozitif dışsal ölçek
ekonomilerinin ortaya çıkış nedenleri;



Üretimde kullanılacak ara malların tedarikçilerinin fiyat indirimleri sonucu ara
malların daha ucuza elde edilmesi. Ya da ara malların kalitesinin artması.
Kalifiye ş gücünün artması ile iş gücünün hem kalitesinin artması hem de ucuzlaması.
Firmanın içinde bulunduğu endüstrinin bulunduğu bölgede gelişmesi sonucu teşvik,
altyapı vb. devlet desteklerinin artması.
Negatif Dışsal Ölçek Ekonomileri: Firmanın ölçeğinin büyüdükçe ortamla maliyetlerin
artmasıdır. Etkisini uzun dönem ortalama maliyet eğrisi üzerinde gösterir ve eğrinin aşağı
doğru paralel bir şekilde yukarı kaymasına yani maliyetlerin artmasına neden olur. Negatif
dışsal ölçek ekonomilerinin ortaya çıkış nedeni olarak, firmaların çoğalması ile altyapının
yetersiz kalması, çevre kirliliğinin artması, işçi verimlerinin azalması vb. durumlar
gösterilebilir.
Ülke iktisadi yapısını inceleyebilmek için öncelikle bu yapıyı anlamak gerekmektedir. İşe
makro oyuncuları tanımakla başlayacağız. Makro oyunculardan kastımız, iktisadi hayattaki
etkili faktörleri, iktisadi davranışlarını genelleştirerek belli kategoriler altında toplayacağız.
Dışa açık, yani ithalat ve ihracatın serbest olduğu bir ülkedeki makro oyuncuları 4
başlık altında toplayabiliriz;




Firmalar (üreticiler, arz edenler)
Hanehalkı (tüketiciler, talep edenler)
Devlet
Dış ülkeler
Aşağıdaki şemada da söz konusu 4 makro oyuncunun birbirleri ile etkileşimleri
gösterilmiştir.
9
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
Şema makro iktisadi açıdan dışa açık bir ülke için en basit manada iktisadi döngüyü
göstermektedir. Buna göre firmalar ve Hanehalkı devlete vergi öderler, devlet ise aldığı
vergiler karşılığında kamu hizmetleri yapar. Örneğin firmalara yönelik kamu hizmetlerinde,
firmalardan mal ve hizmet satın alımı, çeşitli sübvansiyonlar, altyapı destekleri vb. sayılabilir.
Hanehalkına yönelik kamu hizmetleri ise, sağlık, eğitim, güvenlik vb. sayılabilir. Firmalar ise,
Hanehalkından üretim faktörü alır. Örneğin Hanehalkı girişimci olarak firma kurar ve işletir,
işgücü olarak firmada çalışır. Aynı zamanda firmalar ürettikleri ve sattıkları mal ve hizmet
bedellerini alır, buna karşı firmalar Hanehalkına mal ve hizmetin yanı sıra işgücüne katılım
karşılığında ücret öder. Dış ülkeler ile ilişkiler ise, dış ticaret temel işlemleri olan ithalat ve
ihracat işlemleri sonucu oluşan mal, hizmet ve para akışında meydana gelir. Dikkat edilirse
bütün mekanizma bir şekilde birbirine bağlıdır. Yani herhangi bir akım etkilenirse bütün
mekanizma bundan etkilenecektir. Örneğin vergiler artarsa, firmalar üretimi, hanehalkı
tüketimi kısar ve bütün ekonomi bundan etkilenir.
Makro İktisadın İlgi Alanları
Makro iktisat toplulaştırılmış verilerle genel iktisadi olaylar hakkında bilgi ve çözüm
önerileri geliştiren iktisat dalıdır. Bölüm boyunca makro iktisat anlatımın özellikle bir ülke ve
ülkeler arası ilişkiler genelinde yani bir ülkenin genel iktisadi durumu hakkında makro analiz
yaparmışçasına anlatılacağına dikkat etmek gerekir. Bu bağlamda makro açıdan üç önemli
değişken sayılabilir. Bunlar işsizlik, enflasyon ve üretim.
Enflasyon: bir ülkede birçok mal ve hizmet mevcuttur, enflasyon var olması tüm mal ve
hizmetlerin fiyatlarının artması değil, genel olarak fiyatı artan mal ve hizmetlerin oranının
fazla olmasıdır.
Ve bir diğer önemli noktada söz konusu fiyatlardaki genel düzeyinin
yükselişinin, zaman içerisinde, süreklilik göstermesi gereğidir. Enflasyonun kaynağını ise,
talep, maliyet ve yapısal olmak üzere üçe ayırmıştık.
Fiyatların yükselmesi ilk bakışta, özellikle tüketiciler açısından, olumsuz bir durum gibi
gözükse de enflasyon bir ülkenin iktisadi geleceği açısından gerekli bir durumdur. Fakat
buradaki tartışma enflasyon oranının ne olması gerektiğidir. Örneğin çift haneli enflasyon
rakamından örnek verelim; %20 enflasyon olan bir ülke olsun. Böyle bir ülkede fiyatların %20
oranında artması yüksek bir oran olacağından tüketicilerin alım gücünü etkiler. Tüketicilerin
gelirleri genelde belirli dönemlerde (6 ayda yada 12 ayda bir) arttığından alım gücü düşer.
Alım gücü düşen tüketiciler talebi ve tüketimi azaltır. Tüketimin azalması üreticinin üretimi
azaltmasına buda işçi çıkarılmasına sebep olacak. İşsiz kalan kişiler sadece zorunlu
harcamalarını yapacaklarından tüketim daha da azalacak, üretim yine azalacak ve bu döngü
devam ederek iktisadi daralma yani küçülmeye yol açacaktır. Fakat öyle bir enflasyon rakamı
olsa ki hem tüketicinin alım gücünü, tüketimlerini azaltacak kadar, etkilemese hem de
üreticinin karını, ufak ufak ta, arttırsa, üretici üretimi arttırır, artan üretim yeni istihdamlar
yaratır, yeni istihdamlar tüketimi arttırır ve bu döngüde iktisadi gelişmeye sebep olur. İşte bu
sonuçlara ulaştıracak enflasyon düzeyi genel olarak %1-%3 arası enflasyon kabul edilir.
Özellikle %5 üzeri çıkan enflasyon riskin yükseldiğini gösteren bir durum olarak
değerlendirilebilir.
10
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
Peki enflasyon oranı nasıl hesaplanır? Enflasyon hesabı için endekslerden yararlanılır.
Endeks; belirli bir yıl temel alınarak (baz yılı) bu yıla göre değişkenin değişiminin
incelenmesidir. Temel olarak enflasyon hesabında 3 endeks kullanılır.
TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi):Belirli bir dönemde tüketicilerin satın aldığı belirli mal
ve hizmet fiyatlarının değişiminin incelenmesinden oluşan endekstir. Mevcut hesaplama
yönteminde yaklaşık 440 mal ve hizmet yer almaktadır. Örnek vermek gerekirse; otomobil,
domates, ayran, ayakkabı, ceket, telefon görüşme ücretleri vb. gibi günlük hayatımızda
kullandığımız ürünler yer almaktadır. Aylık, üç aylık ve yıllık olarak hesaplanan TÜFE
tüketiciler açısından temel bir göstergedir.
ÜFE (Üretici Fiyatları Endeksi):Ülkede üretimi yapılan ve yurtiçi satışa konulan
ürünlerin genel fiyat düzeyindeki değişimi ölçmektedir. Türkiye’de bu endekste yaklaşık 700
ürün yer almaktadır. Bu ürünler, imalat, tarım ve enerji sektörleri ağırlıklıdır. Aylık, üç aylık ve
yıllık olarak hesaplanan ÜFE yükselmesi genelde TÜFE’nin yükseleceğinin habercisidir.
Deflatör:Deflatör, TÜFE ve ÜFE’ye göre çok daha geniş kapsamlıdır. Çünkü deflatörde
ülkedeki belli mal ve hizmetler değil tüm mal ve hizmetler dikkate alınır. Deflatör bir diğer adı
ile gayri safi yurtiçi hasıla deflatörü olarak ta bilinir.
Son olarak enflasyon konusunda, ülkedeki politika yapıcıların hedefi ne olabilir? Bu
soruya değinelim. Hiç kuşkusuz beklentinin, iktisadi büyümeye katkı sağlayacak seviyede bir
enflasyon rakamını yakalamak olduğunu söyleyebiliriz. Tabi sadece bu seviyeyi yakalamak
yetmeyecek, bu seviyede süreklilik kazanması da gerekecektir. O zaman hedef; “fiyat
istikrarını sağlamak ve korumak” olarak belirlenebilir.
Üretim ve Üretimde Değişmeler: Nasıl bir firma için belirli bir dönemde ürettiği toplam ürün
miktarı önemli ise, bir ülke içinde belirli bir dönemde üretilen toplam mal ve hizmet miktarı
önemlidir. Toplam üretim miktarından kasıt, belirli bir dönemde ülke içindeki tüm firma ve
kurumların ürettiği tüm mal ve hizmetlerin, belirli para cinsi ile, toplam parasal değerini ifade
eder. Bu değer ile ülkeler mevcut üretim kapasiteleri yani iktisadi büyüklüklerini
değerlendirebilirler. Genel adıyla “milli gelir” olarak ifade edilen bu toplam üretim değerinin
ölçülmesinde “Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH)” tekniği kullanılır.
GSYİH: belirli bir dönemde (genellikle yıllık değerlendirmeler incelenir) ülke sınırları
içerisinde faaliyet gösteren, yerli ve yabancı firmaların, ürettiği toplam mal ve hizmet
miktarının, belirli para cinsi ile, toplam parasal değeridir. GSYİH ülkelerin makro
değerlendirilmesinde kullanılan en önemli makro değişkenlerden birisidir. Ülkeler birbirleri
ile karşılaştırılırken GSYİH rakamları değerlendirilir. GSYİH’sı büyük olan ülke, küçük olan
ülkeye nazaran daha gelişmiş ülke kabul edilir.
Fakat ülkelerin GSYİH’nın büyük olması her zaman o ülke vatandaşlarının rahat yani
refah içinde yaşadıklarını göstermez. Dolayısıyla vatandaşların refah düzeylerinin
karşılaştırılmasında başka bir değişkene ihtiyaç vardır. Bu değişkende GSYİH’dan türetilen,
kişi başına GSYİH (KbGSYİH)’dır. KbGSYİH hesaplanması için, GSYİH değeri toplam nüfusa
bölünür. KbGSYİH’sı yüksek olan ülkenin vatandaşlarının diğer ülkelere göre daha fazla refah
düzeyine sahip olduğu kabul edilir.
11
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
Şimdi kafamızda bir şeyler oluşması açısından örnek verelim. Türkiye GSYİH
bakımından dünyanın ilk 20 ülkesi arasındadır. 2013 yılı GSYİH’mız yaklaşık 860 milyar $
civarındadır. Lüksemburg ise, GSYİH bakımından dünyada 92. Sırda yer almaktadır. İşe
vatandaşların refah seviyeleri bakımından bakarsak, Lüksemburg, KbGSYİH yaklaşık 114.000
$ ile Dünyada 1. sırada yer alırken, ülkemiz, yaklaşık 10.000 $ ile Dünyada 62. sırada yer
almaktadır.
Genel bir değerlendirme ile ülkeler her sene bir önceki seneye göre daha fazla üretim
yani daha yüksek GSYİH’yı hedeflerler.GSYİH’da meydana gelen bu artışlar “büyüme” olarak
tanımlanır. O zaman ülkelerin iktisadi olarak büyümesinden kasıt GSYİH’larının artmasıdır.
Artış yerine azalış meydana gelmesi “küçülme” olarak tanımlanır.
Son olarak üretim açısından politika yapıcıların hedefi nedir bunu belirleyelim. Hiç
kuşkusuz hedef; sürekli GSYİH büyümesidir. Fakat Konjonktürel daralma durumlarından da
en az hasarla çıkmak hedeflenir.
İstihdam ve İşsizlik: İstihdam geniş anlamı ile üretim faktörlerinin, üretim sürecine
katılmasıdır. Fakat bir de dar anlamı vardır ki genel kullanımı bu dar anlamıdır. Dar anlamda
istihdam, üretim faktörlerinden sadece işgücünün belirli bir ücret karşılığında üretim
sürecine katılmasıdır. Bizde istihdamdan bu dar anlamı anlayacağız. Bu durumda tam
istihdam, bir ülkedeki tüm işgücünün, istihdam edilmesi olur. Tüm işgücünün istihdam
edilmediği her durum ise eksik istihdamı gösterir. Şüphesiz tam istihdam ulaşılması zor fakat
arzu edilen bir durum olacaktır.
İşsizlik ise, insanların çalışma isteğinde olduğu halde bir ücret karşılığında
çalışamamalarıdır. Genel bir değerlendirme ile insanların istihdam edilmesi işsiz kalmasından
iyidir. Çünkü istihdam edilen insan, öncelikle üretime katkı sağlayacak ve kazandığı ücret ile
de harcama yapacaktır. Yapılan harcamalar neticesinde firmaların satış gelirleri artacak,
gelirleri artan firmalar daha çok üretmek isteyecek, yeni yatırımlar ile yeni kişiler istihdam
edilecek ve bu döngü sürekli olarak devam ederek ekonominin gelişmesini sağlayacaktır.
İşsizlik ise tam tersi olarak harcamaların azalması ile üretimin kısılmasına ve ekonominin
daralmasına sebep olacaktır. Bu durumda bir ülke için istihdam ve işsizlik rakamlarının takip
edilmesi önemlidir.
Önce istihdamı incelersek, istihdamı belirleyen ilk faktör bir ülkedeki firma ve
kurumların işgücü ihtiyacıdır. Firma ve kurumlar işgücü talep etmektedirler. Ne kadar talep
ettikleri ise toplam istihdam sayısını oluşturacaktır. Toplam istihdamın toplam işgücü
(çalışabilecek insan nüfusu) sayısına bölünmesi ile de istihdam oranına ulaşılır. Örneğin bir
ülkede 20 milyon işgücü var buna karşın 10 milyon kişi çalışıyorsa istihdam oranı %50’dir.
İşsizlik kavramı ise, “çalışmayan herkes işsizdir” gibi basit bir tanımın yetmeyeceği bir
kavramdır. İşsizlik, çalışma gücü ve arzusu olduğu halde iş arayıp ta bulamayanların
toplamıdır. Fakat bu tanıma da birkaç nokta eklemek gerekir. Toplumda bazı gruplar işsiz
kategorisinde değerlendirilmezler. Örneğin, 0-18 yaş arası ve 65 yaş üstü kişiler, ev hanımları,
öğrenciler, askerler, mahkumlar, çalışamayacak durumdaki hasta ve engelliler bu gruptaki
kişilerdir. Bu kişiler çıkınca mevcut işsiz kişilerin sayısı, toplam işgücüne bölündüğünde ise,
işsizlik oranı elde edilir.
12
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
Son olarak işsizliğin türlerine bakalım;
İradi İşsizlik: Kişinin, çalışabilecek durumda olduğu halde kendi isteği ile çalışmaması
durumudur. Bu durumun sebebi daha çok aileden gelen gelir sebebi ve tembellik olarak
gösterilebilir. İradi işsizlik makro açıdan çok dikkat edilen bir işsizlik türü değildir çünkü genel
işsizlerin arasında küçük bir orana sahiptir.
Gayri İradi İşsizlik: Şartlar ne olursa olsun çalışmak isteyen insanların, kendi iradesi dışında iş
bulamamalarıdır. Bu işsizlik türü makro açıdan temel işsizlik türüdür. Çünkü insanların
çalışmak isteyip te iş bulamamaları istihdam alanlarının yetersizliğini gösterir. Aynı zamanda
gayri iradi işsizliğin yüksek olması işgücünün ücret düzeyini de düşürecektir. Durumu şöyle
açıklayabiliriz. Firmalar üretimlerinde çalıştırmak üzere işgücü talep ederler. Bireyler ise
üretimde çalışmak üzere kendi işgüçlerini arz ederler. Yani normalde arz tarafı olan firmalar
konu işgücü olunca talep, normalde talep tarafı olan bireyler konu işgücü olunca arz tarafı
olmaktadırlar. Eğer işgücü arzı, işgücü talebinden yüksek olursa firmaların seçim alternatifleri
çok olacağından ücret düzeyleri düşer. Tersi durum olsa idi o zaman ücretler yükselirdi. Gayri
iradi işsizliğin yüksek olması ücretleri düşüreceğinden hem tüketim azalır hem de toplumda
gelir dağılımı bozulur. Gayri iradi işsizliğin yüksek olması aynı zamanda ülkenin yeterli
büyümediğinin de göstergesidir.
Konjonktürel İşsizlik: daha öncede belirtildiği gibi konjonktürel daralma dönemlerinde üretim
ve tüketim azalacağından işsizlikte artacaktır. Söz konusu daralma dönemi geçici olacağından
bu tip işsizliğe maruz kalanların konjonktürel genişleme dönemlerinde iş bulması beklenir.
Yapısal İşsizlik:Ülkenin ve dünyanın üretim yapısındaki gelişmeler sonucunda doğan işsizlik
türüdür. Daha çok da eskiden yoğun olarak kullanılan bir üretim tekniğinin teknolojinin
gelişmesi ile artık kullanılmayan bir duruma gelmesi sonucu ortaya çıkan işsizliktir. Örneğin
eskiden hemen hemen her mahallede var olan yorgancılara günümüzde pek
rastlanmamaktadır. Kitlesel üretimlerle başa çıkamayan bu meslek grubu çalışanları ya
işlerini değiştirmişler ya işsiz kalmışlardır.
Mevsimsel İşsizlik:Çeşitli dönemlerde çalışan onun dışında çalışmayan işgücü grubunu
gösterir. Örneğin tarımsal ürünlerin hasat zamanında çalışan fakat diğer zamanlarda
çalışmayan kişiler bu gruptadır.
Geçici İşsizlik: Bir diğer adı friksiyonel işsizlik olan geçici işsizlik insanların iş değiştirme
sırasında belirli bir dönem işsiz kaldıkları durumu ifade eder.
Gizli İşsizlik: İnsanların bir işyerinde ücret karşılığında çalıştığı fakat gerek kendi yetenekleri
gerekse yanlış istihdam sonucu üretime katkılarının olmadığı durumdaki işsizliktir. Yani
işçinin üretime marjinal katkısı sıfırdır.
Nominal ve Reel Değer Ayrımı
Nominal ve reel ayrımı makro açıdan önemli bir analiz basamağıdır. Çünkü nominal
değerler kullanılarak verilecek kararlar ve tespitler yanıltıcı olabilecektir. Bu sebeple reel
verileri kullanmak gerekmektedir. Bu durumun önemini belirttikten sonra kavramların
tanımlarını yapabiliriz. Önce nominal değer üzerinde duralım. Nominal değer aynı zamanda
13
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
cari değer ile eş anlamlıdır. Nominal değer; enflasyonun etkisinden arındırılmamış değerdir.
Yani enflasyon fiyatların artışı ise, içinde fiyat etkisi olan her değişken bundan etkilenecektir.
Söz gelimi bir işçinin sene başında maaşına %10 zam alması bu haliyle nominal artışı ifade
eder. Çünkü enflasyon rakamı ile değerlendirmediğimiz sürece fiyat etkisi ile değerlendirme
yaparız ve yanıltıcı sonuçlar ediniriz. Örneğin işçinin maaşının %10 arttığını görüyoruz fakat
gerçekte alım gücü ne kadar değişmiş bilmiyoruz.
İşte tam bu noktada reel değere ihtiyacımız vardır. Reel değer; enflasyon etkisinden
arındırılmış değerdir. Örneğin ülkede %15 enflasyon varsa, işçiye %10’da zam yapılsa;
%10 - %15= -5%
İşçinin kaybı vardır ve reel geliri, yapılan zamma rağmen, %5 azalmıştır. Çünkü geçen
seneye göre mal ve hizmet fiyatları %15 arttığından, işçinin geçen seneki alım gücünde
kalabilmesi için en az %15 zam alması gerekirdi. Geçen seneden daha yüksek bir alım gücü
yani refah seviyesine ulaşabilmesi içinde %15’den daha fazla zam alması gerekirdi.
Nominal, reel ayrımı sadece maaş hesaplamada değil, GSYİH, faiz vb. değişkenlerde
de kullanılır. Daha öncede belirttiğimiz gibi nominal değerler yanıltıcı sonuçlara sevk
edebilmektedir.
Döviz ve Döviz Kurları
Döviz en kısa tanımı ile yabancı paradır. Bu durumda yerli para cinsinden olmayan her
para döviz olarak kabul edilir. Söz gelimi, Amerikan Doları, Avrupa para birimi Euro, İngiliz
Sterlini, Japon Yeni vb. para birimleri dövizdir. Döviz ile yerli paranın birbiri cinslerinden
ifadesi ise döviz kurunu oluşturur.
Döviz kurları, düz kur ve çapraz kur olmak üzere iki başlık altında toplanabilir;


Düz Kur: Düz kur hesabı da direkt kotasyon ve dolaylı kotasyon olmak üzere iki şekilde
hesaplanabilir. Direkt kotasyon bir birim yabancı paranın, yerli para cinsinden
ifadesidir. Örneğin; 1$ = 2 TL veya 1€ = 4 TL direkt kotasyona örnek gösterimlerdir.
Genelde de günlük hayatta direkt kotasyon uygulaması yaygın olandır. Dolaylı
kotasyon ise, bir birim yerli paranın yabancı para cinsinden ifade edilmesidir. Örneğin;
direkt kotasyonlarını verdiğimiz örnekleri dolaylı kotasyona çevirirsek, 1TL = 0.5$ ve
1TL = 0.25€ olur.
Çapraz Kur; iki yabancı paranın, yerli para cinsinden ifadesidir. Genellikle, daha kolay
olacağından, direkt kotasyonlar ile hesaplanır. Yukarıdaki örneğimizde dolar ve
euro’nun direkt kotasyonlarından çapraz kurları hesaplayalım;
1$ = ?€ hesabı;
1$ = 2 TL ise, $/TL = 2’dir. Aynı şekilde 1€ = 4 TL ise, €/TL = 4’dür. Buradan;
$/€ = 2/4 = 0.5 elde edilir. O zaman, 1$ = 0.5 €’dur.
1€ = ?$ hesabı;
14
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
1$ = 2 TL ise, $/TL = 2’dir. Aynı şekilde 1€ = 4 TL ise, €/TL = 4’dür. Buradan;
€/$ = 4/2 = 2 elde edilir. O zaman, 1€ = 2$’dır.
Yatırım ve Faiz
Faiz dar bir tanımla, bir borç anlaşması sonucu elde edilen gelir oranı yada borçlanma
maliyetidir. Bir başka tanım daha verirsek faiz, herhangi bir nedenle ertelenen nakdi
ödemenin bedeli olup, gelecekte yapılacak ödeme ile şimdiki arasındaki oransal farktır. Basit
bir örnekle 1.000 tl kredi çeken birisi 12 ay vade sonunda 1.100 tl ödüyorsa yıllık %10 faiz
oranı var demektir.
Yatırım ise, sermaye malları stokuna yapılan net ilavedir. Bir adı da sermaye
birikimidir. Dolayısıyla iktisaden yatırım bankaya yatırılan para değil üretime yapılan
harcamaları ifade eder. Bu bakımdan yatırımların artması, üretimin ve dolayısıyla istihdamın
artması, işsizliğin azalması anlamındadır.
Yatırımlar ve faiz arasında iktisadi bir ilişki mevcuttur. Bir ülkede arzu edilen, üretimin
artması yani yatırımların artmasıdır (ya da sermaye biriminin artması). Bunun içinde ya
mevcut firmaların büyümesi ya da yeni firmaların kurulması gerekmektedir. Bunun için ise,
girişimcilerin paraya ihtiyaçları vardır. Para elde etmek içinse iki yol vardır; ya mevcut
kaynaklar (birikimler) ya da banka kredisi. Genel olarak, banka kredileri girişimcilerin
kullandığı yoldur. İşte tam bu aşamada faiz oranları devreye girer. Eğer ülkede çok yüksek
faiz oranları var ise, borçlanmanın maliyeti artacağından, girişimci yatırım yapmaya çekinir.
Bu sebeple yatırımlar istenilen hızda artmayabilir. Tersi durumda düşük faizler varsa buda
girişimciyi daha çok yatırım yapmaya yönlendirebilir. Bu bağlamda faiz ve yatırımlar arasında
ters bir orantı mevcut olduğu kabul edilir.
Maliye Politikası
Maliye politikası, devletin iktisadi döngüyü etkilemek amacı ile, topladığı vergiler ve
yaptığı harcamalar ile yaptığı politikadır. Devlet adına bu politikayı seçilmiş siyasi partiler
yerine getirir. Devlet, firma ve hanehalkından topladığı vergiler ile emekli maaşlarından,
altyapı harcamaları, çeşitli sübvansiyonlara kadar bir çok harcama yapar ve yaptığı
harcamalar ile topladığı vergi oranı iktisadi yapı üzerinde önemli etkilere sahip olur. Bunu
yaparken de asıl amacı konjonktürel dalgalanmaları yönetebilmek ve yatırımların kontrollü
bir şekilde artmasını sağlamaktır.
Maliye politikası, genişletici ve daraltıcı olmak üzere de ikiye ayrılır;
 Genişletici Maliye Politikası: Devletin vergi oranlarını indirmesi ile yatırımların
maliyetini azaltıp teşvik etmesi aynı zamanda da daha fazla kamu harcaması (daha
çok memur alması, altyapı yatırımları, sübvansiyonlar vb.) yaparak iktisadi hayatı
canlandırması durumudur. Genel olarak konjonktürel daralma dönemlerinde
uygulanan ve daralmanın kötü etkilerini yumuşatmayı amaçlayan bu politika,
genişleme dönemlerinde enflasyona ve cari açığın artmasına neden olabilmektedir.
Ayrıca çok kamu harcaması bütçe açığını da beraberinde getirebilmektedir.
 Daraltıcı Maliye Politikası: Devletin vergi oranları arttırması ve kamu harcamalarını
azaltması durumudur. İlk bakışta yapılmaması gereken bir politika gibi gözükse de cari
açığın tehlikeli, enflasyonun yüksek ve bütçe dengesinin açık yada kritik seviyede
15
GENEL EKONOMİ DERSİ HATIRLATMALAR
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ GEYVE MYO
ÖĞR. GÖR. HAKAN ERYÜZLÜ
olduğu bir ülkede tüketimi kısmak ve bu yolla enflasyon, cari açık ve bütçe dengesini
kontrol edilmek istenmesi durumunda uygulanır. Halk arasında kemer sıkma politikası
olarak ta bilinir.
Para Politikası
Para politikası, ülkedeki para miktarını kontrol edebilmek ve bu yolla enflasyonu
kontrol altına alarak, sürdürülebilir bir iktisadi büyümeyi sağlamayı amaçlayan politikadır.
Devlet adına bu politikayı bağımsız (yani seçilmiş siyasi partiler ile alakası olmayan) merkez
bankası yürütür. Para miktarı ise, “para arzı” denilen kavram ile belirlenir. Para arzının
arttırılması paranın bollaşması, para arzının daraltılması ise, paranın piyasada azalması
anlamındadır.
Para politikası, genişletici ve daraltıcı olmak üzere de ikiye ayrılır;
 Genişletici Para Politikası: İktisadi hayatı canlandırmak için kullanılan bu politika,
merkez bankasının para arzını arttırması anlamına gelmektedir. Eğer para arzı artarsa
para piyasada bollaşacak girişimciler yatırımları arttırabilecek, işsizlik azalacak ve
harcamalar yani tüketim artacaktır. Fakat güzel gibi görülen bu durumun bir sonucu
vardır. Para arzı artar para bollaşırsa çoğalan paranın değeri düşer, yani faizler düşer.
Aynı zamanda da enflasyon artar. Kısacası para arzı artarsa, faizler düşer, enflasyon
artar. Hemen hatırlatmak gerekir ki merkez bankası bu politikayı direkt olarak faiz
oranlarını düşürerek te gerçekleştirebilir.
 Daraltıcı Para Politikası: Enflasyonun yüksek olduğu ve kontrol dışına çıktığı bir ülkede
daraltıcı para politikası uygulamak kaçınılmazdır. Daraltıcı para politikası, merkez
bankasının para arzını azaltması yada faiz oranlarını yükseltmesidir. Sırasıyla merkez
bankası, para arzını azaltırsa, azalan paranın değeri artar yani faiz oranları yükselir.
Faiz oranlarının yükselmesi, yatırımları azaltır, tüketim azalır ve enflasyon düşer.
Konunun daha iyi anlaşılması için para arzının arttırılıp azaltılmasından bahsedelim.
Merkez bankaları ellerinde yüksek oranda yerli para ve döviz tutan devlet bankalarıdır.
Örneğin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), elinde yüksek miktarda TL ve döviz
rezervleri bulundurmaktadır. Söz gelimi TCMB genişletici para politikası uygulamak istesin.
Yani para arzını artırmak istesin. Bu durumda para arzının artması, piyasada TL’nin çoğalması
anlamına gelir. Bunun için iki yolu vardır, birincisi para basmak (merkez bankaları para
basmaya yetkili kurumlardır) ikincisi ise, elindeki TL ile piyasadan döviz satın almak ve
karşılığında TL verdiği için piyasadaki TL miktarını arttırmak. Her ikisinde de TL artacağı için,
iktisat kuralı gereği bollaşan (arzı artan yani arz eğrisi sağa kayan) ürünün değeri düşer. Bu
durumda TL karşılığı borçlanmanın da maliyeti azalır yani faiz düşer. Böylece yatırımlar artar.
Fakat, bu sefer de TL bollaşacağından, tüketim artar ve fiyatlar yükselmeye başlar yani
enflasyon olur. Para arzının azaltılması ise, merkez bankasının piyasadan TL çekmek amacı ile
döviz satmasıdır. Bu durumda da genişletici politikadaki sonuçların tersi gerçekleşecektir.
16
Download