Azınlık Haklarından Hareketle Ulusal Azınlıklar ve Ulus-Devlet İkilemi * Nur Uluşahin ** Bu çalışmada, ulusal azınlıklara tanınan haklar Ronald Dworkin 'in haklar tezin­ den hareketle insan onuru ve eşitlik düşüncesi üzerine temellendirilmektedir. Buna gö­ re, kişiye diğerlerine nazaran daha az insanmış ya da ilgi ve alakaya daha az layıkmış gibi davranma sonucunu doğuran bir yaklaşım hukuk idesi ile bağdaşmamaktadır. De­ mokrasiyi vatandaşlar için "süper toplum yaratan ulus-devlet düşüncesi üzerine inşa eden klasik liberal demokrasi anlayışı ise, vatandaşların ulus-devletin bir parçası ol­ manın yanı sıra aidiyet, kimlik, anlam ve amaç duygusu sağlayan kültürel, dilsel ya da etnik bir gruba ait olduğunu ihmal etmiş ve nihayetinde çok kültürlülük argümanlarıyla hesaplaşmak durumunda kalmıştır. Çalışmada, ulusal azınlıklar ve ulus-devlet ikilemi­ nin hak-temelli bir anlayışla liberal demokrasinin azınlık-çoğunluk ilişkisi temelinde yeniden organize olması ve özellikle derin biçimde bölünmüş toplumlarda ortaklıkçı dü­ zenlemelerle güç paylaşımına yer vermesi ile çözülebileceği ortaya konmaktadır. Anahtar Sözcükler: Azınlık hakları, ulus-devlet, hak-temelli yaklaşım, güç paylaşımı, rı .. t.fJV!ı,Vf>1 demokrasi. 11 Tarihsel Süreç ve Kavramsal Yolculuk Günümüzde demokrasilerin karşılaştığı en büyük problemlerden biri çoğulcu toplumlarda çoğunluklar ve azınlıklar arasındaki çatışmaların ne şekilde çözüle­ ceğidir. Azınlık haklarını uluslararası alanda koruma ihtiyacı 1950'lerden bu yana artarak varlığını hissettirmişse de, bu ihtiyacın giderilmesi Doğu Avru­ pa'daki komünist rejimIerin yıkılmasıyla birlikte farklı bir önem ve ivedilik ka­ zanmıştır. Bunun sonucu olarak da, 1945 sonrasında ilk olarak 1990'larda azın­ lık hakları sorunları tekrar küresel politik gündemin üst sıralarına yerleşmiştir (Kymlicka, 1995: 1, Kymlicka, 2001a). ı. Dünya Savaşı 'ndan sonra etnik, dinsel ve dilsel cemaatlere verilen haklar bu topluluklann sorun çıkarmalannın önüne geçmeye yönelik bir tür sus payı niteliği taşırken, II. Dünya Savaşı sonrasında BM koruması altında gelişen insan hakları rejimi, bundan farklı olarak insanlar arasındaki eşitlikten hareket eden hak-temelli bir yaklaşımı yansıtmaktadır (Dworkin, 1977:. ı 71- ı 77) . ı. Dünya Savaşı sonrasında yapılan azınlık antlaşmaları, yenik devletler ve yeni kurulan devletlere birtakım yükümlülükler getirmekle sınırlı kaldığı için bu dönemde • Bu makale, TODAİE İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi'nin 14- ı 5 Aralık 2006 tarihleri arasın­ da duzenlediği "İnsan Haklan ve Yurttaşlık" konulu konferansta sunulan bildirler arasından seçilip, hakem­ ler tarafından incelendikten sonra yayınlanmıştır . •• Yrd. Doç. Dr., Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi. İnsan Hakları Yıllığı, Cilt 25, 2007, s. 35-54. 36 İnsan Hak/arı ytlbğı evrensel bir azınlıklar rej iminden söz etmek mümkün değildir. Bütün üye ülke­ lerin gönüllü imzasına açık ve bireylere dil, din, ırk ve etnisite ayrımı yapmak­ sızın eşit haklar tanımayı hedefleyen yeni rejim ise, kendinden evvelki gibi ye­ rel ve cemaat esaslı olmayıp evrensel nitelikte ve bireyesaslıdır (Kurban, 2003: 153-158; Kurban, 2004: 36-37).1 Dolayısıyla, II. Dünya Savaşı sonrasında kuru­ lan insan hakları rejiminin azınlık haklarını evrensel ve bireyesaslı bir yakla­ şımla olması gereken yere koymak suretiyle bu dönemi insan hakları hukuku a­ çısından önemli bir tarihsel dönemeç haline getirdiğini söylemek yanlış olma­ yacaktır. Ne var ki, insanların ırk, renk, cins, dil, din, siyasal veya diğer bir İ­ nanç, ulusal ya da toplumsal köken, servet, doğuş ya da herhangi başka bir du­ rumdan dolayı ayrıma uğramadan ilan olunan hak ve özgürlüklerden yararlana­ cağını kabul eden İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 'nin, sözünü ettiği eşitliğin hayata geçirilmesini garantilemediğini anlamak için yirminci yüzyılın sonuna dek beklemek gerekmiştir. 2 Ortaya çıkan tablo ise, sadece en basit şekliyle ço­ ğunluğun yönetimini öngören demokrasi anlayışında değil, devletin hukukla bağlı olması şeklinde ifade edebileceğimiz 19. yüzyılın liberal hukuk devleti an­ layışında da çatırdamalara yol açmıştır. Temel sorunsal, hukukla bağlı olan bu devlette hukuku yapacak olanın kim olduğudur. İşte, bu soru demokratik liberal hukuk devleti anlayışının çok kültürlülükJ argümanları ile hesaplaşmasına ve kültür farklılıklarına dayanarak hak talep eden grupların hukukun öznesi olarak tanınıp tanınmayacağı sorusu ile yüzleşmemize neden olmuştur (Kymlicka, 2001a: 17-39). Kurban, ii. Dünya Savaşı sonrasında kurulan insan hakları rejimini bu açıdan sadece yenik devletlere için zorunlu ve bu devletlerdeki etnik, dinsel ve/veya dilsel toplulukları korumayı amaçladı~ı için cemaat esaslı olan ı. Dünya Savaşı sonrasında kurulan insan hakları rejimi ile karşılaştırmakta ve bu açıdan her iki rejimin dayandı~ı farklı felsefelerin altını çizmektedir. Kurban, 2004: 36-37; Kurban, 2003: 153-158. Aslında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun LO Aralık i 948'de, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile bir­ likte kabul etti~i 217 C (ııı) sayılı kararıyla İnsan Hakları Komisyonu ve bu Komisyon 'a ba~lı olarak i 947'de kurulan Ayrımcılı~ın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu'nu azınlık sorunlarının araştırılması ve çözümü ile görevlendirdi~i görülmektedir. Ne var ki, bu çalışmaların ürünü yaklaşık yirmi yıl sonra, 1966 yılında alınabilecektir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından bu tarihte kabul edilen Kişisel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 2Tnci maddesinde şu şekilde bir düzenleme öngörülmektedir: "Et­ nik, dinsel ya da dilsel azınlıkların bulundu~u devletlerde, bu azınlıklara mensup kişiler, kendi gruplarının di~er üyeleriyle birlikte toplu olarak, kendi kültürlerinden yararlanmak, kendi dinlerini açıklamak ve uygu­ lamak ya da kendi dillerini kullanmak hakkından mahrum edilemezler." Her ne kadar, 27'nci madde, ulusla­ rarası insan hakları hukuku açısından azınlık haklarına ilişkin olarak evrensel nitelikte ve hukuki baglayıcı­ Iıga sahip ilk düzenleme olması nedeniyle önem taşısa da, devletlere herhangi bir pozitifyükümlülük getir­ meyip, sadece negatif olarak "yapılmaması" gerekeni belirlemekle yetindiginden eşitlik ve ayrımcılıgın ön­ lenmesi ilkelerine gerçek anlamda bir katkı sa~layamamıştır. Alt Komisyonun, özellikle 1978'den itibaren yogunlaştırdıgı çalışmaları sonucunda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 471135 sayılı kararıyla 18 Ara­ lık 1992'de Ulusal ya da Etnik, Dinsel ya da Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Haklarına İlişkin Bildirge kabul edilir. Hukuki baglayıcılıgı bulunmayan bu düzenlemenin önemi ise, sadece azınlık haklarını konu a­ lan ilk uluslararası insan hakları belgesi olması ve azınlık haklarına ilişkin yeni standartları ortaya koyma­ sından kaynaklanır (Çavuşogıu, 2001: 21-30). Yine de, bu süreçte anılan gelişmelerin ortaya koydugumuz yargıyı geçersiz kılacagı kanaatinde degiliz. ÇokkültürlOlOk hakkında genelolarak bkz., Kymlicka (2002): 327-377 1 Dilek dayatıldı~ı 2 3 Azınlık Haklarından Hareketle Ulusa! Azınlıklar ve Ulus-Devlet ikilemi 37 Yaşadığımız dönemin bir diğer açıdan önemi ise, 1990'larda azınlıklar için elde edilen önemli kazanımların pekiştiği ve hükümetlerin ulus­ lararası insan hakları rejiminin gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirmelerini sağlamaya yönelik mekanizmaların devreye sokulduğu bir dönem olmasındadır. Önemli bir tarihsel dönemeç olarak nitelediğimiz II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan insan hakları rejiminin önemli bir zaafı, negatifhak olarak ayrımcı­ lıktan korunma hakkını güvence altına alırken, devletlere bu hakkın korunması için gerekli olan mekanizmaları sağlama yükümlülüğünü getirmemesiydi. Ço­ ğunluk ile azınlık arasındaki uçurumun telafisine yönelik olarak azınlıklar lehi­ ne devletlere yüklenebilecek pozitif görevler öngörülmemişti. Haliyle böyle bir mekanizma gerçek eşitliği sağlamaktan oldukça uzaktı (Kurban, 2004: 37).4 Bu açıdan bakıldığında ise, azınlık hakları açısından ikinci tarihsel dönemeç ya da "köşe taşı"nın kısa adı AGİK olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı ta­ rafından -Soğuk Savaş ardından bölgede etnik ve dini savaşların ortaya çıkma­ sından duyulan endişe ile- Kopenhag Belgesi 'nin kabul edilmesi olduğunu söy­ leyebiliriz.s Eşitlik ve ayrımcılığın önlenmesi yanı sıra azınlıkların çoğunluk karşısında gerçek anlamda eşitliğinin sağlanması amacıyla devletlere pozitif yükümlülükler getiren 1990 tarihli Kopenhag ilkelerinin öngördüğü devlet poli­ tikaları arasında azınlıklara mensup bireylerin anadillerini öğrenmeleri veya a­ nadilde eğitim görmeleri, kamu görevlileri ile iletişimde anadillerini kullanma­ ları için gerekli koşulların sağlanması yer almaktaydı. Sözünü ettiğimiz ikinci tarihsel dönemeci taçlandıran ise, 1992 tarihinde BM 'nin kabul ettiği Etnik, Di­ ni ve Dilsel Azınlıklara Mensup Bireylerin Hakları Bildirgesi arkasından gelen 1995 tarihli Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme oldu. n 1998 yılında yürürlüğe giren Çerçeve Sözleşme'nin önemi taraf devletlere azın­ lık kültürlerinin korunması konusunda yüklediği pozitif yükümlülüklerin öte­ sinde azınlıklar ile çoğunluk arasında gerçek eşitliğin sağlanması için gerekirse pozitif ayrımcıhğı' da öngörmüş olmasıdır (m. 412).8 Böylece pozitif ayrımcılık dünya çapında "Bu benzersiz kurumsal ve yasal yapılanmanın önemli bir zayıflığı, insan haklarına bireylerin korunması çerçevesinden yaptığı dar yaklaşırndI. Azınlıkların devletler arasında anlaşmazlıklara yol açmasından korkan BM'de hakim olan yeni anlayış, bireysel insan haklarının gerektiği gibi güvence altına alındığı bir hukuk re­ jiminde azınlıklara özel haklar verilmesine gerek olmadığı yönündeydi" (Kurban, 2004: 37). s AGİK sürecinde anılan dönemecin hazırlayıcısı olarak i 989 Viyana Belgesi 'ne değinmek gerekir. Viyana Belgesi'ne göre, katılımcı devletler, ulusal azınlıkların kültürel, dilsel ve dinsel kimliğini korumak ve bu kimliklerin geliştirilmesi için uygun koşuııarı yaratmakla yükümlüdürler (ilkeler, par. 19). Ô Kopenhag Belgesi'nin ulusal azınlıkların korunmasına ilişkin siyasi taahhütlerinin Avrupa Konseyi tarafın­ dan benimsenmesi üzerine, Konsey 1993 Viyana Zirvesi'nde hazırlanan "Ulusal Azınlıklar" başlıklı İkinci Eki'nde bu taahhütlerin hukuki yükümlülüklere dönüştürülmesi gereğini vurgulamış; Bakanlar Komitesi'nin en kısa sürede ulusal azınlıkların korunması konusunda Avrupa Konseyi üyesi olmayan devletlerin de imza­ sına açılacak bir çerçeve sözleşme hazırlamasını kararlaştırmıştır. 10 Kasım i 994'te kabul edilen "Ulusal Azınlıkların Korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşme" 1 Şubat i 995'te imzaya açılmıştır (Çavuşoğlu, 2001: 24-25). 7 Pozitif ayrımcılık, kimi dezavantajlı gruplara bir takım "artı" hakların tanınması ile bu grupları gerçek an­ lamda eşitliğe kavuşturmayı amaçlar. Bu anlayışa göre, azınlıkların kimliklerini korumak açısından karşılaş­ tığı güçlükleri aşabilmek için diğer vatandaşlardan farklı olarak bazı haklara sahip olmaları gerekir. Bu tür 4 38 İnsan Hak/arı Yıllığı düşüncesinin kabulüyle birlikte geçmişi 16. yüzyıla uzanan ve fakat gerçek an­ lamda bir ivme kazanabilmesi ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında mümkün olan azınlık hakları kavramı, Çerçeve Antlaşma ile yolculuğunun üçüncü tarihsel dönemecini de aşmış olmaktaydı (Çavuşoğlu, 2001: 26-27).9 Bir ülkenin tüm vatandaşlarına tanınan bireysel haklar anlamında "negatif hak" anlayışından tüm vatandaşlara değil de, belli gruba tanınan haklar olarak "pozitif hak" anla­ yışına geçişle birlikte azınlık hakları da kavramsal yolculuğunu tamamlamış bu­ lunmaktaydı. JO Artık devletler için "karışmama" anlamında pasif kalma yerine, olumlu bir edimde bulunma ve eşitliği sağlamak için kolları sıvama zamanı gelmişti. ll Azınlık Kavramı göze çarpan önemli bir eksiklik "azınlık" kavramının sorununun uluslararası alanda kaydet­ tiği onca gelişme karşısında, genel kabul görecek bir azınlık tanımının haliha­ zırda yapılmamış olması gerçekten de şaşırtıcı bir durum oluşturmaktadır. Bu ihmalİn anlaşılabilir bir gerekçesi olarak, bazı grupların tanım dışında oldukları gerekçesiyle azınlık haklarından çok daha kolaylıkla mahrum bırakılabileceği; dolayısıyla sınırları çizilmiş bir "azınlık" tanımının devletlerin eline hiç de uy­ gun olmayan bir koz vermek anlamına geleceği gösterilmektedir (Geldenhuys ve Rossouw, 2001: 5). Oysa, meseleye tersinden bakılırsa, genel kabul gören bir azınlık tanımı olmamasından ötürü yine aynı devletlerin bu sayede toprakları üzerinde yaşayan azınlıkların varlığını reddetme ya da pek çok gruba azınlık haklarını tanımama şeklinde oldukça sağlam bir mazeret ileri sürme imkanına kavuştuğu söylenebilir. u Öyleyse, böyle bir tanıma hiç kuşkusuz ihtiyacımız Çerçeve Sözleşme'de tanımının yapılmamış olmasıydı. Azınlık "pozitifhaklar" sadece dar anlamda azınlıklara uygulanmayıp, eşitligin sağlanabilmesi için ülkede dezavan­ tajlı bulunan tüm gruplara uygulanabilir (Oran, 2004: 34). 8 Madde metni şu şekildedir: "Taraflar, bir ulusal azınlığa mensup fertler ile çoğunluğa mensup olanlar ara­ sında, ekonomik, sosyal, politik ve kültürel yaşamın tüm alanlarında, tam ve etkin bir eşitlik sağlamak ama­ cıyla, gerektigi yerde, uygun tedbirleri almayı taahhüt ederler. Bu bakımdan, taraflar ulusal azınhga mensup fertlerin özel koşullarını dikkate alacaklardır." Metnin türkçesi için (avrupakonseyi.org.tr, 2006). 9 Ulusal azınlıkların korunmasını konu alan ve hukuki bağlayıcılığa sahip olan çok taraflı ilk hukuki belge olan Çerçeve Sözleşme'ye ilişkin önemli bir nokta, adından anlaşılacağı gibi sözleşmenin hazırlanmasında "çerçeve sözleşme" tekniğinin uygulanmış olması nedeniyle, hükümlerinden pek çoğunun taraf devletlerin uygulamayı taahhüt ettikleri ilkeleri belirleyen program hüküm niteliğinden olmasıdır. Bundan dolayı, Çer­ çeve Sözleşme hükümleri doğrudan uygulanabilir nitelik taşımazlar ve Sözleşme hükümlerinin uygulanma­ sında özel koşulların göz önünde tutulabilmesi açısından devletlere geniş takdir yetkisi tanınmıştır (Çavuşoğlu, 2001: 26-27). 10 Bu anlamda negatif-pozitif hak ayrımı için bkz., (Oran, 2004: 32). 11 Oran, insan ve azınlık haklarında devletin yapıcı tutumunu üç evrede incelemektedir. Buna göre, birinci ev­ re aynmcılığın önlenmesi ve azınlıkların korunması şeklindeki devletin pasiftutum yüklendiği evre, ikinci evre ise pozitif aynmcı lı k anlayışının benimsendiği, devletin olumlu edirnde bulunma yükümlülüğünü üst­ lendiği evredir. Oran, önemi yadsınamayacak bir gelişmeye tekabül eden üçüncü bir evre olarak da azınlık haklarının korunması ve gerçekleşmesi için yaptırım uyguladığı evreye yer vermektedir (Oran, 2004: 35). İncelenen çerçeveye uygun düştüğü ölçüde bu çözümleme de hiç şüphesiz geçerli olabilecektir. 12 Öte yandan böyle bir tanım eksikliği, aşağıda ortaya koyduğumuz ulusal azınlıklar dışındaki azınlık grupla­ rının uluslararası azınlık hakları rejiminin sağladığı haklardan yararlanıp yararlanamayacağı sorusunu da ce­ Azınlık Haklarından Hareketle Ulusal AZlIllıklar ve Ulus-Devlet İkilemi 39 vardır. Buna karşılık gerek Birleşmiş Milletler gerekse Avrupa Birliği olsun, ancak yakın zamanlarda bir azınlık tanımı yapmanın can alıcı önemini fark ede­ bilmiş bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu Raportorü Francesco Capotorti 'nin 1979' da önerdiği azınlık tanımı bu eksikliği gidermeye adaydır. Capotorti 'nİn tanımına (Capotorti, 1979: par. 568) göre azınlık, "bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayısalolarak az olan, baskın konumda bulunmayan, -o devletin vatandaşı olan- üyeleri nüfusun geri kalanından farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip olan ve kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini ko­ rumaya yönelik üstü örtülü de olsa bir dayanışma duygusu gösteren bir grup"tur. IJ Bu tanımın önemi, 1993 yılında hem Hukuk Aracılığıyla Demokrasi için Avrupa Komisyonu'nun l4 hem de Avrupa Konseyi Parlamenterler Mecli­ si 'nin bu tanımı kuUanmasıyla tanımın genel kabul gören bir tanım olarak nite­ lendirilmesinin mümkün olmasıdır. Ancak çok daha derli toplu bir tanım Akermark'a ait bulunan "korumak istediği farklı bir kültürel kimliği paylaşan baskın olmayan kurumsallaşmış grup" şeklindeki azınlık tanımıdır (Akermark, 1997). Anlaşılacağı üzere Akermark'ın tanımı, Capotorti 'nin tanımına göre ol­ dukça geniş bir alana işaret etmektedir. Her iki tanımda da, farklılıkların, baskın olmamanın ve azınlık bilincinin altı çizilmiştir. Capotorti 'nin tanımında ise bun­ lara ek olarak azınlıkta olmak, vatandaş olmak ve farklılıkların etnik, dinsel ya da dilsel nitelikte olması gereği vurgulanmıştır. Dolayısıyla her iki tanım karşı­ laştırıldığında Akermark'ın tanımının geniş anlamda yapılmış sosyolojik bir ta­ nım olduğunu, Capotorti 'nin tanımının ise dar anlamda yapılmış hukuki bir ta­ nım olduğunu söylemek mümkündür. Daha önemlisi, Capotorti sayısalolarak azınlıkta olmak ve vatandaş olmayı tanımın zorunlu bir unsuru haline getirme­ nin yanı sıra farklılıkları etnik, dinsel ya da dilsel ögelerle sınırlandırmak sure­ tiyle de aslında yaptığı tanımı "ulusal azınlık" tanımı haline getirmiştir. Öyleyse, "azınlık" kavramının birden fazla anlamı olduğunu ve farklı bağlam­ larda farklı anlamlar taşıyabileceğini saptamakta yarar bulunmaktadır. "Azınlık" kavramı ğer bir deyişle, genelolarak üç farklı anlamı içinde barındırmaktadır. Di­ üç farklı tipte azınlığa uygulanabilir (Geldenhuys azınlık hakları vapsız bırakmaktadır. Bu açıdan önemli bir not, Türkiye'nin Kopenhag Belgesi'nin kabulünden sonra tıpkı Yunanistan ve Bulgaristan gibi Belge'nin ilgili bölümüne ilişkin bir yorum bildiriminde bulunarak, "ulusal azınlık" kavramının ancak ikili ve çok taraflı uluslararası belgeler1e statüleri belirlenen grupları kapsadığını ve Kopenhag Belgesi düzenlemelerinin de Anayasa ve iç mevzuata göre uygulanacağını açıklamış olması­ dır. Türkiye, aynı bildirimi 1990 Moskova Belgesi ve 1992 Helsinki-I1 Belgesi için de tekrarlamıştır. (CSCE Helsinki Follow up Meeting 1992: 3). 13 Capotorti'nin tanımının çevirisi için Naz çavuşoğlu'ndan yararlanılmıştır. (Çavuşoğlu, 2001: 35-36). 14 Hukuk Aracılığıyla Demokrasi için Avrupa Komisyonu (Venedik Komisyonu) i 991 tarihli "Azınlıkların Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi ÖnerisiHnde, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi de 1993 ta­ rihli "Ulusal Azınlıklara Mensup Kişiler Hakkında İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ne Ek Protokol Öneri­ si"nde bu tanıma yer vermektedir (HRLJ, 1991: 270-273; HRLJ, 1993: 145-146). 40 İnsan Hakları Yıllığı ve Rossouw, 2001: 5-6). Bunlardan birincisi ve en önemlisi ulusal azınlıklardır. Bu tür bir azınlık sayısalolarak ülke nüfusunun kalan kısmından daha küçük bir gruba işaret eder. Öyle ki, bu grubun üyeleri nüfusun geri kalanından farklı et­ nik, dinsel ya da dilsel özellikler taşımaktadır ve kültürlerini, geleneklerini, dil­ lerini ya da dinlerini korumayı üstlenmişlerdir. Bu kategorideki azınlıkların ayı­ rıcı özellikleri sıklıkla dil ve kültür olduğundan, bunlar için "etnik azınlıklar" tabiri de kullanılabilmektedir. Bu tür "ulusal" ya da "etnik" azınlıklara örnek olarak Türkiye'deki Kürtler, Finlandiya'daki İsveçliler, Belçika ve İtalya'daki Almanlar, Bosna-Hersek'teki Sırplar, Kanada'daki Fransızlar, Sri Lanka'daki Tamiller ve Güney Afrika'da Afrikanlar (Afrikaners) gösterilebilir (Geldenhuys ve Rossouw, 2001: 5-6). Bir diğer azınlık grubu ise, anavatanlarından ayrılarak geçici olmayacak şekilde bir başka ülkede yaşayan, pek çok zaman göçmenler, mülteciler ve onların ardıllarından oluşan etno-kültürel azınlıklardır. Bunlara da Almanya'daki Türkler, İngiltere'deki Hintli ve Pakistanlılar ile ABD'deki Mek­ sikalılar örnek gösterilebilir. Üçüncü grup olarak ele alınabilecek yerel halklar aslında ulusal azınlıkların tüm ayırıcı özelliklerini taşırlar. Ancak bunları farklı kılan çoğunluk nüfusundan önce o ülkeye yerleşen ülkenin ilk sahipleri olmala­ rıdır. Bunlara da, Güney Afrika'daki Sanıarı, Avustralya'daki Aboıjinleri, Yeni Zelanda' daki Maori azınlığı ile Kanada' daki Inuit azınlığını örnek göstermek mümkündür (Geldenhuys ve Rossouw, 2001: 6). Ulus-devlet karşısında Ulusal Azınlıklar: Hak mı, Ayrıcalık mı? Yukarıda ele aldığımız üç ayrı azınlık tanımı ya da üç farklı tipteki azınlık içerisinden birinin hemen her zaman sivrildiğini ve "azınlık" kavramı ile birlik­ te öne çıktığını görmek mümkün. "Ulusal azınlıklar" olarak adlandırılan bu ke­ sim birden fazla nedenle önem kazanmaktadır. Her şeyden önce, azınlıklara yö­ nelik uluslararası koruma mekanizmalarının tartışmasız konusu olan azınlık ka­ tegorisi olarak öne çıkmaktadır. Azınlık haklarının öznesi olarak etno-kültürel grupların ya da yerel halkların konumu ve bu haklardan yararlanıp yararlanma­ yacakları tartışılırken ulusal azınlıklar uluslararası belgelerle statüleri saptanmış gruplar olarak ortaya çıkmaktadırlar. İkinci olarak, ulusal azınlıklar Oran'ın be­ lirttiği gibi "sesi güçlü çıkan azınlık"lardır (Oran, 2004: 40). Ulusal azınlık, a­ zınlık olabilmek için birtakım nesnel koşullar yanında öznel koşulolarak "azın­ lık bilinci taşımak"la tanımlandığından farklı nedenlerle azınlık bilinci güçlü olmayan azınlığı "ulusal" azınlık değil de, "kültürel azınlık" saymak daha doğru olabilir (Kurban, 2003: 160). Dolayısıyla "azınlık bilinci" ne sahip olmaları ulu­ sal azınlıkları diğer azınlıklardan ayırarak, farklı ve önemli kılar. Bu özellik ise bizİ bağlantılı üçüncü bir nedene götürür. Azınlık bilincinin olduğu yerde hiç şüphesiz çoğunluğa yönelen siyasal talepler de varolacaktır. Şu halde, ulusal a­ zınlıkları diğer kategorilerden önemlİ kılan bir başka nokta da, azınlık talepleri­ nin ulus devletler tarafından kendi egemenlik ve toprak bütünlüklerine tehdit Azınlık Haklarından Hareketle Ulusal Azmlıklar ve Ulus-Devlet İkilemi 4ı Bu nokta aynı zamanda ulusal azınlıklar sorununun ulus­ lararası boyutta incelenmesinin de en büyük sebebini oluşturmaktadır. Kendi etnik temelli ulus devletlerini kurma arzusunu gerçekleştirmiş azınlıklar diğer ulus devletlerdeki azınlıklara esin kaynağı olmakta; bu da ulus devletleri tedir­ gin ederek, onları bu konuda önlemler almaya itmektedir. olarak algılanmasıdır. Azınlık haklarının resmen tanınmasına karşı ileri sürülen temel iddialardan biri, bu hakların demokrasi için gereksiz ve abartılı olduğuydu. Bu iddiaya göre, demokrasinin bir gereği olarak bireylere tanınan insan hakları azınlık ya da grup haklarını içerisinde barındırmaktadır. ikinci olarak, azınlık haklarının bireysel haklarla bağdaşmaz nitelikte olduğu ileri sürülmekteydi. Örneğin, özellikle Gü­ ney Afrika' da azınlık haklarına karşı koyanlar bu hakları kolaylıkla ırk ayrımı ile ilişkilendirerek azınlık haklarını beyaz grup ayrıcalıklarını yerleştirmeye yö­ nelik demokratik olmayan haklar olarak kurabilmektedir. Üçüncü eleştiri ise, azınlık haklarının nüfus içerisindeki bölünmeleri teşvik etmek, ulusal birliğin ve ulusa bağlılığın gelişimini tehdit etmek suretiyle ayrılıkçı eğilimleri harekete geçirdiği yolundaydı (Geldenhuys ve Rossouw, 2001: 6). Bu eleştirilerin tamamının ortak olarak buluştuğu bir nokta var: Her üç ar­ güman da hak-temelli bir yaklaşımı değil de, amaç-temelli bir yaklaşımı yan­ sıtmaktadır. Oysa özgürlükler hukuku, hatta salt hukuk için doğru yaklaşım hak-temelli yaklaşımdır (Dworkin, 1977: 171 -177).15 Hak-temelli bir yaklaşım kurmak için ise, "sonuç" yerine "süreç" ten hareket etmek gereklidir. Normatif bir "bilim" olan hukukta, süreçte "olması gereken" sorgulanmalıdır. Şayet sü­ reçte "olması gereken" yerine, sonuçta "olması gereken" sorgulanır ve siyasal tercih böylesi bir "doğru"dan hareketle yapılırsa, bu siyasetin doğrusu olabilirse de, hukukun doğrusu değildir. Diğer bir deyişle, böyle bir tercih ancak yarar­ temelli yaklaşımı esas alan doğru siyaset olabilir. Liberal siyasal süreç, maksimal seçenekler arasında radikal seçimlerde bulunmak olarak tanımlanabi­ lir (Riley, 2001: 290) Gerçekten de, belli zamanda ve belli yerdeki kamusal a­ maçların çokluğu siyasal süreç açısından böyle bir seçimin yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak liberal değerlerle uyumlu bu seçenekler arasında tercih yapı­ labilmesi için, başta temel haklar olmak üzere liberal kurumsal araçlara ihtiyaç bulunmaktadır. İşte bu noktada, siyaset de hukukla kesişir. Zira, bu açıdan ba­ kıldığında hak-temelli bir yaklaşımı esas almayan siyaset en azından liberal sİ­ yasal sistem için doğru tercih, doğru siyaset de olamaz. Öyleyse, geldiğimiz noktada şunu söylemek gerekir: Liberal demokrasilerde hukuk gibi siyaset de temel haklardan hareket etmek zorundadır. LS Hukuk ve ahlak kuramlarında ilk olarak Dworkin'in ortaya koydugu hak-temelli, ödev-teme/li ve amaç­ temelli üçlü ayrımın hukuk felsefesinde önemli bir yeri vardır. Dworkin'e göre etik, siyaset ve hukuk kuramı amaç veya ödev temeııi degil, hak-temelli olmalıdır; yani haklar ödevlerden ve kolektif amaçlardan üstün tu­ tulma1ı ve bu yolla herkesin eşit ilgi ve saygı görme hakkına saygı gösterilmelidir. Profesör Dworkin'in 'haklar tezi' haklann genel yarar düşüncelerinden önce geldigi anlamına gelmektedir (Wacks, 2005: 273). 42 İnsan Hakları Yıllıği Hareket noktamız temel haklar olacağına göre, bu noktada sorulması gere­ ken soru azınlık haklarının temel haklardan ayrı bir yere düşüp düşmediği ya da azınlık hakları kavramının temel haklar ya da birey hakları kavramının neresin­ de durduğudur. Yukarıda yer verdiğimiz azınlık haklarına yönelen eleştirilerin ikincisinde bireysel hakların azınlık hakları ile uyumlaştırılma sorununa dikkat çekilmekteydi. Yarar-temelli bir yaklaşımı yansıttığı için yanlış bir çıkış noktası oluşturduğunu düşünsek de, kulak vermemiz gereken bazı iddialar bulunmakta­ dır: Bunlardan başlıcası, azınlık haklarının azınlığı çoğunluktan bir bakıma tec­ rit ettiğini öne sürmekte ve bunun iki önemli sonucunu ortaya koymaktadır. Bu görüşe göre, azınlık haklarının yol açtığı kabul edilen böyle bir "tecrit", ilk ola­ rak çoğunluğun azınlığa tepki duymasına yol açabilir. Zaten "öteki" sayılmakla yeterince zarar gören azınlığa özel bazı hakların tanınması, bu azınlığı çoğunluk önünde hedef haline getirerek, arzu edilenin tersine azınlığa zarar verebilir. İ­ kincisi ve daha önemlisi, azınlığı "tecrit" ettiği öne sürülen bu hakların onun ge­ lişmesine de zarar verebilmesidir. Yunanistan'daki Batı Trakya Müslüman-Türk azınlığı için olduğu gibi, azınlığa mensup çocukların genel okullara değil de, öğretimi azınlık dilinde yürütülen oku IIara gönderilmesi halinde bu çocukların çoğunluğun dilini öğrenmeleri güçleşeceği için, ileride o ülkede yaşamlarını sürdürmekte de zorluklarla karşılaşmaları bu duruma örnek gösterilebilir (Oran, 2004: 38). Will Kymlicka, bireysel haklar ve grup hakları arasında varolduğu kabul edi­ len karşıtlığı ya da uyumsuzluğu reddetmektedir. Kymlicka, liberal demokrasi­ ler açısından Soğuk Savaş sonrasındaki gelişme çerçevesinde azınlık haklarını ya da özellikle korunan grupların haklarını tartışmış ve gruplar içerisindeki "iç­ sel sınırlamalar"ı, gruplar içerisindeki "dışsal korumalar" adını verdiklerinden ayırmıştır. Dışsal korumalar, savunmasız azınlıkları devlete ya da diğer çoğun­ luklara karşı korumaya yönelik ölçütlerken, içsel sınırlamalar özellikle gelenek­ sel çevrede bazı grupların üyelerine grubun iyiliği adına dayatmak istediği uy­ gulamalardır. Kyrnlicka, dışsal korumaların grup üyelerinin bireysel haklarını gerçek anlamda geliştirebileceğinin ve onların bireysel özgürlüğüne katkıda bu­ lunabileceğinin altını çizerken; içsel korumaların bireyi gruba tabi kılacağı ko­ nusunda liberal eleştirilerle yaklaşık olarak aynı görüşü paylaşmaktadır. Ger­ çekten de, çoğunluğu oluşturan toplum ile azınlık grubu ve onun üyeleri arasın­ da korunması gereken hassas ve zor bir denge bulunmaktadır (Kymlicka, 1995: 34-49 ). Tüm bunlar bir yana, özellikle soğuk savaş sonrası dönemde ortaya çıkan et­ nik çatışmalar, anayasalarda düzenlenen bireysel hakların azınlık menfaatlerini korumaya yetmediğinin açık ve deneyimlenen bir göstergesi olarak kabul edil­ melidir. Kymlicka'nın da belirttiği gibi, geleneksel insan hakları standartları kültürel azınlıklara ilişkin en önemli ve tartışmalı sorunları çözebilme gücünden yoksundur. Yasama organlarında, kamu hizmetinde ve mahkemelerde hangi dil­ Azınlık Haklarından Hareketle Ulusal AZlIllıklar ve Vlus-Devlet İkilemi 43 lerin kullanılmasına izin verilmelidir? Kamusal makamlar orantılılık ilkesine göre mi tahsis edilmelidir? Yoksa azınlıklar çoğunluk ile bütünleşmeli midir? Kymlicka 'ya göre, bu tür sorunların çoğunluk kararı ile çözüldüğü durumlarda, azınlıkların çoğunlukların elinde açık bir haksızlığa uğrayabildiği görülmekte­ dir. İnsanlara sadece çok uluslu (örn; iki ya da daha fazla kültürel ya da etnik grubu içeren) toplumlardaki bireyler olarak davranmak etnik adaletsizliğin ba­ hanesi halini almıştır (Kymlicka, 1995: 4 -5). Geleneksel insan haklarını azınlık hakları ile desteklemek meşru ve bir o kadar da kaçınılmazdır (Kymhcka, 1995: 6) Dolayısıyla, bize göre azınlıklar için çoğunluğa tanınmayan bazı ayrıcalıklar­ la donatılmaktan daha önemlisi, -dil konusundaki tercihlerde olduğu gibi- ço­ ğunluğun sıradan ve doğal bir biçimde öne sürdüğü hakların azınlığa da tanın­ masıdır. Unutulmamalıdır ki, pozitif ayrımcılık örneğinde olduğu gibi, ilk ba­ kışta ayrıcalık gibi görünen bazı olanaklar, yarışa geriden başlayan azınlıkların "start" çizgisine gelebilmek için kaybettikleri zamanı telafi etmek, oldukça ge­ riden başladıkları ve konumları itibariyle de geride kalmaya da sürekli bir bi­ çimde mahkum oldukları yolu almaları için tek seçenektir. Eşit haklar tanımanın yegane yolunun çoğunluklar karşısında azınlıklara hız kazandırmak olduğu an­ laşılacaktır. İşte bu nedenle birey hakları ile grup haklarının çatışma içerisinde olması da düşünülemez. Azınlık konumundaki bazı bireyler mensubu oldukları gruplar dolayısıyla özellikle korunmaksızın çoğunluğa mensup bireylerle eşit haklara sahip olamıyorlarsa, bireysel haklarına sahip olabilmeleri için tanınacak "ayrıcalıklar"dan elbette faydalanacaklardır. Liberal Demokratik Ulus-Devlet Modelinde Batı 'da Tıkanma klasik liberal demokratik ulus-devlet modelinin gerilemekte olduğu bir gerçek. Batı 'nın klasik demokratik, homojen ulus-devleti IL Dünya Savaşı'ndan bu yana hem "üstten" gelen baskılar altında ezilmekte; hem de "dipten" gelen zayıflatıcı etkilere karşı koymakta güçlük çekmektedir. "Üstten" gelen baskılar içerisinde, bölgeselleşme ve küreselleşme gibi devletin gücünü azaltan; ulusalüstü varlık ve kimlikler yaratan olgular karşımıza çıkmaktadır. Bunların başında ise, dünyanın önde gelen bölgesel gücü olarak Avrupa Birliği gelmektedir. Avrupa pazarının, parlamentosunun, sosyal güvenlik sisteminin ve nihayetinde ortak bir kimliğin kurulması ulus-devletler arasındaki sınırları behr­ sizleştirmiş; ulusalüstü ve bölgesel yaklaşımları güçlendirmiştir. Ekonomideki, kitle iletişimindeki, turizm ve kültürdeki küreselleşme, sınırları behrli olan ulus­ devleti zayıflatmış; küresel anlayışları ve menfaatleri kuvvetlendirmiştir. Özel­ likle Kymlicka'nın "evrensel azınlık hakları" adını verdiği (Kymhcka, 2001b: 21-23), yukarıda sözünü ettiğimiz uluslararası standartlar, sadece evrensel bir etik yasa olmaktan öte azınlık haklarına yapılan devasa ihlaller karşısında ulus­ lararası müdahalelere de imkan veren kurallar bütünü olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla tüm bunlar devletin egemenliğini ve onun tek-elden yönetme gücü­ aşikar 44 İnsan Hakları Yıllığı nü yok etmeye yönelen güçler olarak belirmektedir. 'Öte yandan, diğer bazı ge­ lişmeler ise ulus-devleti "dipten" zayıflatmaktadır. Devam eden demokratik­ leşme dalgası ve yerel azınlıkların kültürel ve ekonomik açıdan süregelen yok­ sunlukları, onların milliyetçilik duygularını kabartmakta ve kültürel haklarla si­ yasal temsile ilişkin taleplerini güçlendirmektedir. İspanya örneğinde, asimile olmamış göçmen akışının ve azınlık milliyetçiliğinin ortaya çıkışının ulus­ devletin türdeş yapısıyla etnik ve kültürel farklılıklara tahammülsüzlüğüne nasıl da meydan okuduğuna tanık olundu. Batı'da bu şekilde gelişen değişim dalgası günden güne ulus ve devleti birbirinden ayırırken etnik çoğulculuğun hoşgörü­ sünü kuvvetlendirmekte ve çok kültürlülüğü bir ideoloji olarak yaymaktadır (Smooha, 2001: 15). Hal böyleyken, etnisite, milliyet, din, dil ya da ırk bakımından bölünmüş devletlerden oluşan bir dünyada ve büyüyen demokratikleşme alanında varolan siyasal sistemlerin karmaşık gerçeklerini tanımlama ve çözümleme açısından en verimli sistemin liberal-demokratik sistem olduğunu bir çırpıda söylemek o ka­ dar kolay değiL. Nesiller önce kuralları belirlenmiş bir modelin, modernite ve küreselleşmeden kaynaklanan yeni problemlerle başa çıkmasını beklemek an­ lamlı bile olmayabilir. Öyleyse, demokrasilerin yepyeni biçemlerde ortaya çık­ ması; yeni çözümler üretebilmek için kendini yenileme si ve kendini yeniden or­ ganize etmesi kaçınılmazdır (Riggs, 2002: 35-47). İkilemin çözümü: Hangi Demokrasi? a- Klasik Liberal Demokrasiye Yönelen Eleştiriler Demokrasiyi vatandaşlar için "süper toplum" yaratan ulus-devlet düşüncesi üzerine inşa eden klasik liberal demokrasi anlayışı, bireylere eşit haklar tanırken kolektifhakları reddeder. Vatandaşlar ulus-devletin bir parçası olmanın yanı sı­ ra aidiyet, kimlik, anlam ve amaç duygusu sağlayan kültürel, dilsel ya da etnik bir gruba da aittirler. Devlet her vatandaşın benimsemesi gereken belli bir dil ve kültürle tanımlanmıştır. Hukuksal anlamda vatandaşlık ile devletin dilinin ve kültürünün kazanılması ulus-devletin üyesi olmak için yeterli görülmektedir. Kapsayıcılığı ve açıklığı ile de liberalolan bu anlayışta, resmi ve göstermelik dili ve kültürü kazanan her vatandaş ulus-devlete bütünüyle dahil edilir ve hiç kimse ulus-devletten ırk, etnisite, cinsiyet ya da din nedeniyle dışlanmaz. Dola­ yısıyla vatandaşlığın kriteri etnik, dini ya da aidiyet temelli değildir. Liberal demokrasi anlayışı, isteğe bağlılık özelliği nedeniyle de liberaldir: Kapsayıcılık ve dışlayıcılık ilkeleri toplumdaki bireyler ya da gruplar tarafından iradi biçim­ de kabul edilir ve meşrulaştırılır. Son olarak, klasik liberal demokrasi açık-uç lu bir sistem olması nedeniyle de liberaldir. Öyle ki, tüm vatandaşlarıyla, değişime açık olan bu sistemde bireylerle gruplar, toplumsal hedefleri ve iyi bir vatandaş olmanın tanımını değiştirmek ve şekillendirmek işlevine katılabilirler (Smooha, 2001: 13). Azınltk Haklarından Hareketle Ulusal Azınlıklar ve Ulus-Devlet ikilemi 45 Pek çok Batı ülkesinde süregelen sistem olarak kabul edilen liberal demok­ rasi anlayışı bugün çok kültürlülük argümanlarıyla hesaplaşmaktadır (Ackerman, 1992). Bu argümanlar ise, klasik liberal demokrasiyi baskın olma­ yan etno-kültürel gruplara yanlış muamele etmekle suçlamaktadır (Gutmann, 1992; Parekh, 2000). Buna göre, baştaki grup tüm topluma kendi dilini, kültü­ rünü ve kimliğini dayatmış ve diğer gruplan kendi ayrıksı miraslarını terk et­ meye zorlamıştır. Sonuç olarak, pek çok grup sindirilmeye (asimile edilmeye) ve büyük ayrımcılıklara maruz bırakılmış; cumhuriyetçi liberal demokrasiler üstlendikleri liberal görevleri de yerine getirememişlerdir. Resmen ve etnik ola­ rak kapsayıcı olurken, sindirilmemiş (asimile olmamış) gruplara yabancılaşmış; onlar üzerinde zorlayıcı olurken onlan sistemin yeniden yapılandırılmasına kat­ kıda bulunmaktan alıkoymuşlardır. Batı'da cumhuriyetçi liberal demokrasiler yüzyıllardır etnik grupların ortadan kaldırılması, isteğe bağlı olmayan sindirilme (asimilasyon), yerli halkların soykınmı ve bir ulusu oluşturma yolunda zorlayıcı olabilecek diğer araçlan kullanarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Liberal demok­ rasi göreli olarak kültürel türdeşliği ve temel oydaşmayı sağladıktan sonra biraz daha yumuşamış; genelolarak bireylerin ve etnik gruplann farklı kolektif kim­ lik ve varlıklannı korumaktan çok fırsat eşitliğine yönelen taleplerine adil yanıt­ lar verebilmeyi başarabilmiştir (Smooha, 2001: 14). b- Azınlık-Çoğunluk İlişkisine Açılan Farklı Pencere: Ortaklıkçı Demokrasi aa- Azınlık-Çoğunluk İlişkisi Çerçevesinde Demokrasinin Yeniden ve Çoğulcu Toplumlarda Çoğunluk Yönetimi Sorgulanması Çoğunlukçu yoruma göre, demokrasinin en yalın tanımı halkın çoğunluk ta­ yönetilmesidir. Bu tanımın iddiası, çoğunlukların yönetmesi, azınlıkla­ rın ise muhalefet etmesidir. Oysa, çoğunluk tarafından yönetim ve bununla ifa­ de edilen hükümet-muhalefet rekabetinin demokratik olduğu tartışma götürür. Nobel ödüllü iktisatçı Sir Arthur Lewis'in belirttiği gibi, bunlar dışlayıcı pren­ siplerdir. Lewis'e göre "bir karardan etkilenenlerin, o kararın oluşmasına doğ­ rudan doğruya ya da seçilmiş temsilcileri aracılığıyla katkıda bulunması demok­ rasinin birincil manasıdır". Eğer bu, kazanan partilerin bütün yönetim kararlan­ nı vermesi, kaybedenlerin de eleştirme hakkına sahip olup yönetme haklarına sahip olmaması demek ise, Lewis'e göre bu iki anlam uyumsuzluk içindedir. "Kaybeden grubu karar verme sürecinin dışında tutmak açıkça demokrasinin temel anlamının ihlalidir" (Lewis, 1965: 64-65). İşte, çoğunlukçu demokrasiye inananlar için şu çözümleme son derece ö­ nemli: 16 rafından 16 Bu noktada ço~unlukçulu~u temel alan bir düşünür olarak Robert Dahl'ı anımsamak gerek. DahI ço~unluk­ çu yönetim lehine dört temel iddia ileri sürmektedir. ilk olarak, ço~unıukçu yönetim kendi kendini be1irle­ 46 İnsan Hakları Ydlığı Gerçekten de, yüzeysel bir bakış demokrasi ile "çoğunluk yönetimi"nin u­ yumlu bir ikili olduğunu sanabilir. Oysa, kuralolarak birbiriyle uyumsuz olan bu iki ilke, Lijphart'ın belirttiği gibi sadece iki durumda birbiriyle tamamen u­ yumsuz değildir. Birincisi, eğer azınlıkta ve çoğunlukta olanlar birbiri ardından hükümet olabiliyorsa, bir "çoğunluk yönetimi" demokratik olabilir. Zira, azınlık bir sonraki seçimde çoğunluğu kazanma şansına sahip olacağı için sonsuza dek muhalefet rolü ile yetinmek durumunda kalmayacaktır. Çoğunlukçu demokrasi örnekleri olan İngiltere ve Yeni Zelanda' daki iki parti sistemi böyle işlemekte­ dir. Ancak bu ülkelerde de, iki partiden birinin uzun zaman iktidarın dışında kaldığı olmuştur. İngiliz İşçi Partisi 195 ı -1964 arasında on üç yıl; Yeni Zelanda Ulusal Partisi 1935 ile 1949 arasında on dört yıl ve Yeni Zelanda İşçi Partisi de 1960 ile 1972 arasında on iki yıl iktidardan uzak kalmıştır (Lijphart, 1999: 31­ 32).17 Pekiyi sonsuza dek değilse de, bu kadar uzun süreler muhalefet rolüne mah­ kum kalan azınhk için "çoğunluğun yönetimi" demokrasi midir? Lijphart'a gö­ re, azınlığın iktidardan bu denli uzun süreli ayrılığına rağmen demokrasi ile ço­ ğunluk yönetiminin çatışma içinde olmadıkları iddia edilebilir: Çünkü her iki ülkede de toplumların türdeşliği gibi ikinci bir şartın varlığı söz konusudur. "Bir partinin iktidardan dışlanması «halk tarafından yönetim» prensibine aykırı görü­ lebilir. Fakat eğer onun seçmenlerinin menfaat ve tercihleri diğer parti tarafın­ dan da nispeten iyi cevaplandırılabiliyorsa, o vakit «halk tarafından yönetim» biçimindeki demokrasi tanımı geçerlilik kazanmış olacaktır" (Lijphart, 1999: 32). İngiltere ve Yeni Zelanda da, durum böyledir. Yani, toplumların türdeş ol­ ması gibi ikinci bir şartın varlığı söz konusu olduğu için, belli başlı partiler merkeze yakın kaldıklarından, temel politikalar konusunda birbirlerinden çok da farklı görüşlere sahip olmazlar. Daha az türdeş toplumlarda ise, bu şartlardan hiçbiri mevcut olmaz. Böyle toplumlarda hem partiler tarafından savunulan po­ litikalar birbirlerine zıtlır hem de seçmenlerin tercihleri daha kesin ve katıdır. Dolayısıyla belli başlı partilerin birbirlerini izleyeceği varsayımı da daha zor gerçekleşir (Lijphart, 1999: 32). Çoğulcu toplumlarda ise durum çok daha karışıktır: meyi (self-determination) maksimize etmektedir. İkinci olarak, pratik gerekliliklerin zorunlu sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Üçüncüsü, çoğunluk yönetimi doğru kararlar almaya çok daha yatkındır ve son olarak, çoğunlukçuluk faydayı maksimize eder (DahI, 1989). Aslında meseleye bu iddiaların çözümlenmesi açısın­ dan bakıldığında da durum pek farklı görülmemektedir. Öncelikle çoğunlukçu yönetimin kendi kendini be­ lirlemeyi (self-determination) maksimize ettiği iddiası tek yönlü bir bakış açısını yansıtmaktadır. Kendi ken­ dini belirleyen olsa olsa "çoğunluk"tur. Çoğunluk yönetiminde azınlığın kendini belirlemesinden söz etmek mümkün değildir. Aynı şekilde faydanın maksimizasyonu için de durum farklı değildir. Her iki durumda da aynı mantık geçerlidir. Ayrıca "doğru karar"ın da kimin için doğru olduğu önemlidir. Yani, çoğunluğun ba­ kış açısından geçerli sayılabilecek bu iddialar azınlığın bakış açısından aynı oranda geçerlilik taşımayabilir. Son olarak, çoğunluk yönetiminin pratik zorunluluklar sonucu kabul edildiği görüşünü de benimsemiyoruz. Çözüm üretmek istendiğinde alternatif çözümler her zaman vardır. 17 Lijphart'ın Türkçe çevirisinden ayrıca yararlanılmıştır (Lıjphart, 1989:13). Azınlık Haklarından Hareketle Ulusal Azınlıklar ve U/us-Devlet ikilemi 47 "Özellikle çoğulcu toplumlarda, yani din, ideoloji, dil, kültür, etnik köken ve kesin olarak bölünmüş ve her grubun kendi partisi, menfaat grubu ve iletişim araçlarının bulunduğu ve neredeyse alt kültürler meydana ge­ tirdikleri yerlerde çoğunlukçu demokrasi için gerekli esneklik yoktur. Bu şartlar altında çoğunluk yönetimi yalnız gayri demokratik olmakla kalmaz, aynı za­ manda tehlikelidir de. Çünkü devamlı olarak ayrıma tabi tutulan ve iktidara u­ laşmaktan men edilen azınlıklar rejime olan bağlılıklarını kaybedeceklerdir (Lijphart, 1999: 32). Öyleyse, altı çizilmesi gereken nokta çoğulcu toplumlarda çoğunluk yöneti­ minin, demokrasi yerine çoğunluk diktatoryası ve iç çatışma anlamına gelebil­ mesidir. Dolayısıyla "bu toplumlara gerekli olan şey, çatışmadan çok oydaşmayı vurgulayan, dışlayıcı değil kapsayıcı olan ve dar bir çoğunluk yerine yönetici çoğunluğun kapsamını genişletmeye çalışan bir demokrasi rejimidir" (Lijphart, 1999: 33). ırk bakımından bb- Ortaklıkçı Demokrasi ve Gerekleri (Güç Paylaşımı Düzenlemeleri) "Ortaklıkçı demokrasi", liberal demokrasinin özellikle Afrika ve Asya'da sömürgecilik sonrası dönemde yapılanan devletlerde uğradığı başarısızlık karşı­ sında önerilen yeni bir demokrasi modelini ifade etmektedir. Bağımsızlıklarını elde etmelerinden çok geçmeden sömürgeci güçler tarafından bu devletlere da­ yatılan Anglo-Sakson tipi çoğunlukçu demokrasi çökmüştür. Ortaklıkçı demok­ rasi modelini geliştiren LijphartlS ise bu başarısızlığı -yukarıda belirlediğimiz şekilde- liberal demokrasinin derin çizgilerle bölünmüş toplumlarla uyumlu ol­ maması ile açıklamaktadır (Lijphart, 1977). Lijphart'a göre, ideal-tip olarak "or­ taklıkçı" anayasaların taşıdığı dört ayırıcı özellik bulunmaktadır. Bunlar; toplu­ mun tüm önemli kesimlerinden gelen siyasal liderlerin oluşturduğu geniş bir koalisyonu içeren yürütmede güç-paylaşımı, hükümetin karar-yapımında yü­ rütme organında temsil edilen tüm partilerin karşılıklı anlaşmalarını gerektiren azınlık vetosu; seçilmiş ya da atanmışların yer aldığı kamusal makamlarda tüm grupların orantılı temsili ve gruplar için yüksek derecede kültürel özerkliktir (Lijphart, 1977: 25; Lijphart, 1968). Ortakhkçı demokrasi çerçevesinde benim­ senen bu tür düzenlemelerin, daha kapsayıcı karar verme süreçleri, daha eşitlik­ çi siyasa çıktıları ve daha iyi ekonomik başarımla çoğunluk ilkesini yumuşatma yönünde kazançlar sağlayacağı umulmaktadır. Lijphart'a göre, güç-paylaşımını öngören bu kurumların potansiyel avantajları hiçbir yerde çakışan çizgilerle bö­ lünmüş (cross-cutting cleveages) toplumlarda olduğundan daha fazla önem ta­ şımamaktadır (Lijphart, 1999). LS Bu konuda bkz., Lıjphart. 1969: 207-225; Lıjphart, 1975; Lıjphart, 1977; Lıjphart ve Grofman, 1984; 986; Lıjphart, 1991 a: 72-84; Lıjphart, 1991 b: 42-48; Lıjphart, 1994; Lıjphart, 1995; Lıjphart, 1999; Lıjphart, 2004: 96-109. Lıjphart, ı 48 İnsan Hak/arı Yıllığı Ortaklıkçılık teorisi ilk olarak 1960'ların sonunda ve 1970'lerin başında de­ rin çizgilerle bölünmüş -Avusturya, Belçika ve Hollanda'nın da dahil olduğu­ bazı Avrupa demokrasilerindeki istikrarı açıklamak için ortaya konmuş olması­ na rağmen, Lübnan, Güney Afrika ve Malezya 'nın da dahilolduğu bazı geçiş dönemi demokrasileri ve pekişmiş demokratik sistemlere ilişkin incelemelerle kapsam daha da genişlemiştir (Norris, 2005: 3).19 Lijphart İsviçre, Belçika, Ka­ nada ve Finlandiya gibi belli bazı Batı ülkelerini liberalolmayan ve ortaklıkçı (ya da yarı-ortakhkçı) demokrasiler olarak belirlemiştir. 1970'ler ve 1980'lerde geniş bir literatür çerçevesinde şekillenen ortaklıkçı1ık anlayışı, pek çok tarihsel ve çağdaş duruma uygulanarak eleştiriImiştir (Smooha, 2001: 15). Buna göre, ortaklıkçı demokrasiler etnik grupların devlet tarafından tanındığı ve ayrı top­ lumlar olarak varlıklarını ve kimliklerini koruyabilmeleri için bu grupların dil haklarına, kendi okullarına ve medyasına sahip olabilmeleri için gerekli tüm şartların hazırlandığı demokrasilerdir. Ortaklıkçı demokrasi, grup özerkliği, nisbi temsil, uzlaşma ve oydaşma siyaseti, koalisyon hükümeti ve grup menfaat­ leri açısından hayati önem taşıyan kararlarda veto gücü mekanizmaları aracılı­ ğıyla işlemektedir. Bu demokrasi tipinde, devlet gruplar arasındaki çatışmalarda tarafsız bir rol üstlenir ve elit grupları tarafından varılan uzlaşmaları tam olarak uygular (Smooha, 2001: 15).1o Lijphart ortaklıkçı demokrasinin ılımh etnik farklılıklar ve çatışmalar içeri­ sindeki toplumlara uygun olduğunu ortaya koymaktadır. Bu tür bir demokrasi, derin çizgilerle bölünmüş toplumlarda siyasal istikrarı sağlayamazsa da, liberal demokrasilere nazaran sınırlı da olsa daha iyi bir seçenek oluşturabilmektedif. Ayrıca ortaklıkçı demokrasi, birey haklarına ek olarak kolektif hakları da be­ nimsediği için liberal demokrasiye oranla daha adildir (Smooha, 2001: 15). Ortaklıkçı model "yukarıdan aşağıya" iki aşamalı bir süreç içerisinde işleyen yönetsel saiklerin önemini vurgulamaktadır. ilk planda, güç paylaşımı düzenle­ melerinin seçkinler arasındaki çatışmaları hafifletmesi beklenir. Bu düzenleme­ ler oyunun kuralları çerçevesinde oynamakta çıkarı olan paydaş (stakeholders) sayısını maksimize etmeye yönelik olarak tasarlanmıştır. Bu işlev genellikle çok partili parlamentolar yaratan seçim barajının düşük tutulduğu orantılı temsil sis­ temiyle, her biri bölünmüş toplumun ayrı bir kesimini temsil eden küçük parti­ ler aracılığıyla gerçekleşir. Bu çerçeve içerisinde parti !iderleri yöneten koalis­ yonlarda yer alabilmek için parlamentodaki diğer hiziplerle pazarlıklar içerisine 19 Kavramı geliştiren yazarlar arasında Gerhard Lembruch, Jorg Steiner ve Hans Daaider de bulunmaktadır. Kavramın gelişimi için bkz., Gerhard Lembruch (1967) Proporzdemokratie. Politisches System und po/itische Kultur in der Schweiz und Osterreich. Mohr, Tubingen; Jurg Steıner (1974) Amicable Agreement versus Majority Rule: Conjlict Resolution in Swilzerland, University of North Ca1ifomia Press, Chapel Hill; Hans DaaIder (I 974) "The consociational democracy therne," World Politics. Vol. 26, s. 604-621; Kenneth McRae (ed.) (1974) Consociational Democraey: Conflict Accomodation in Segmented Societies, McClelland and Stewart, Toronto. 10 Özellikle demokratik teorinin azınlık haklarına ilişkin bir de~erıendirmesi için bkz., Brian Disarro, 2005. Azııılık Haklarından Hareketle Ulusal Azınlıklar ve Ulus-Devlet ikilemi 49 girmek ve birlikte çalışmak için gerekli saiklere sahip olabileceklerdir. Yürüt­ mede güç paylaşımı elitler arasında etnik hoşgörüsüzlüğü zayıftatmak ve uçtaki talepleri yumuşatmak için teorize edilmiştir. Bölünmüş toplumlarda, tüm temel hiziplerin liderleri temel antlaşma anında ulusal ya da bölgesel düzeyde yöneti­ me ortak olmayı garanti eder. Bu, siyasetçilerin oyunun kurallarının meşruluğu­ nu kabul etmeleri için önemli ölçüde özendiricilik yaratacak, taleplerin yumuşa­ tılmasını ve rakiplerin bir arada iş görebilmesini temin edecektir. Böylelikle tüm temeloyuncuların paydaş haline getirilmesi suretiyle onların anayasal çerçeve dışına çıkmalarının engellenmesi hedef1enmiştir. Bu sağlandıktan sonra ise, ik­ tidardaki konumunu korumak isteyen grup liderlerinin ikinci aşamada takipçile­ ri arasında uzlaşmayı teşvik etmeleri ve temel antlaşmanın kabulünü cesaret­ lendirmeleri umulmaktadır. Bu tür düzenlemeler sonucunda dinsel, dilsel ya da etnik gruplar yasama organında ve hükümette kendi meselelerini açıklayacak temsilcilerinin yer aldığını; seslerini duyurmalarının artık olanaklı olduğunu ve kendi menfaatlerini koruyabilecek durumda olduklarını hissedecekler ve böyle­ ce oyunun kurallarının adil ve meşru olduğu duygusuyla bu grupların oyunun içinde kalmayı tercih etmeleri de çok daha kolaylıkla beklenebilir olacaktır (Norris, 2005: 4). Güç paylaşımı modeli aslında "Westminister" tipi çoğunlukçu ya da gücün belli bir yerde toplanmasını esas alan siyasal sistemlere bir alternatif olarak ge­ liştirilmiştir. Çoğunlukçu demokrasilerİ karakterize eden temel özellikler tekçi devlet modeli ve basit çoğunluğu esas alan (çizgiyi ilk geçen sistemi olarak da adlandırılan) seçim sistemleridir. Ortaklıkçılık, kazananın her şeyi kazandığı (winner-take-all) rejimIerin çok daha fazla sıfır toplamh güç oyunu (zero-sum power game) ile varlık gösteren çatışma siyasetine eğilim gösterdikleri iddia­ sındadır. Elbette çoğunlukçu demokrasiler de belli şartlar altında iyi işleyebil­ mektedirler. Ancak bu tür istikrarlı demokrasilerin ortaya çıkabilmesi daha çok iktidar ve muhalefetin düzenli olarak el değiştirebildiği ve kaybeden görüşün seçim sonuçlarını adil ve kabul edilebilir bulduğu nispeten türdeş toplumlarda olasılık dahilindedir. Ne var ki, Irak gibi sert ve kanlı iç savaşların mirasçısı o­ lan, iç çatışmaların ya da grup- içi şiddetin varolduğu post-otoriter geçiş dönemİ devletleri için benzer olasılıktan söz etmek mümkün değildir (Norris, 2005: 5). Ayrım noktası şudur: Azınlık gruplarının yasama organından ya da hükümetten sürekli bir biçimde dışlandığı toplumlarda, çoğunlukçu sistemler grup liderlerini ileri sürdükleri taleplerle uzlaşma çabası içerisine girmek, karşı tarafı kazanmak için taktikler geliştirmek ve sonucun meşruluğunu kabullenmek için çok daha sınırlı bir biçimde yönetsel saiklerle donatabilmektedir. Diğer bir deyişle, ço­ ğunlukçu sistemlere hakim azınlığı dışlayıcı siyaset grup liderlerine oyunun i­ çinde kalmak için yeterli saik sunmamaktadır. Çoğunlukçu rejimler hükümet i­ çerisinde azınlıklarla uzlaşma içerisine girebilme noktasında başarısız olduğun­ dan, dışlanan grupları şiddet içeren protestolardan başkaldırıya uzanacak şekilde 50 İnsan Hakları Yıllığı taleplerini ifade edebilecek alternatif kanallar aramaktan alıkoymak bir yana, bu yöntemlere itmektedirler. Ortaklıkçılığın ve oydaşmacı demokrasilerin ise, pek çok avantaj sağladığı gözlenmektedir. Lijphart'a göre farklı etnik grupları temsil eden partilerin ve politikacıların yönetsel sürece dahil edilmeleri ile bu toplulukların tek bir ulus­ devlet içerisinde barış içerisinde bir arada yaşamaları çok daha kolaylıkla müm­ kün olacaktır. Lijphart, herhangi bir ön kontrol mekanizmasının öngörülmeyen oydaşmacı demokrasilerde çoğunlukçu demokrasilere nazaran açık bir şekilde daha az sayıda şiddet içeren ayaklanma ve siyasal nedenlerle meydana gelen ö­ lüm kaydedilmiş olmasını bu saptamayı sistematik biçimde destekleyen bir ka­ nıt olarak göstermektedir (Lijphart, 1999). Lijphart'a göre, oydaşmacı demok­ rasi -kadınların parlamentoda temsilini ve parti yarışmasını çok daha olanaklı kılarak katılımı artırmak suretiyle demokrasiden elde edilen tatmini fazlalaştıra­ rak- demokrasinin kalitesini artırdığı gibi gibi, enflasyon oranlarını düşürmek, işsizliği ve ekonomik eşitsizlikleri azaltmak suretiyle bu toplumları makro­ ekonomik göstergeler açısından da başarılı kılmaktadır (Lijphart, 1999). Güç paylaşımı çözümleri sadece kültürel farklılıklar için uzun dönemli bir destek yaratmamakta; çatışma sonrası kurulacak temel antlaşmanın şartlarını belirlemede de bu koşullar geniş ölçekte kabul edilebilir olmaktadır. Oyunun kurallarının çoğunlukçu olması halinde birileri kazanırken, diğerleri kaybettiği için; tarafların üstlendiği riskler artmaktadır. Eğer bir görüş iktidarı bütünüyle ele geçirirse, onları karşıtlarını iktidardan dışlayabilmek için kuralları kendi çı­ karları doğrultusunda kullanmaktan alıkoyabilecek pek fazla bir şey yoktur. Pa­ zarlığı, uzlaşmayı ve normal parti politikalarının ödün verebilme karakteristiği­ nin işleyebilmesini kolaylaştıran kurumsallaşmış demokrasiler ise sosyal güven ve hoşgörüye ilişkin derin vahalar geliştirdiğinden, onlar için bu sakıncalar aynı ölçüde geçerli olmamaktadır (Norris, 2005: 5). Oysa, çoğunlukçu bir yapıda ik­ tidar ve muhalefet partilerinin konumlarının seçim döngüsü içerisinde düzenli bir biçimde yer değiştireceğinin bir garantisi bulunmamaktadır. Bunun sonu­ cunda da, seçimi kaybeden gruplar güçlerinin sınırlandığını, güvenliklerine yö­ nelen potansiyel tehditler olduğunu ve -daha da kötüsü- varlıklarının tehlikeye girdiğini hissederler. Dolayısıyla, kurumsallaşmamış demokrasiler için durum oldukça farklı olabilmektedir. Bu nedenlerle, Lijphart çatışma sonrası toplum­ larda tüm görüşler arasında uzlaşmay1a sonuçlanabilecek tek gerçekçi temel ant­ laşma türünün, kazananın her şeyi kazanmasının yarattığı tehlikeleri uzak tuta­ bilecek güç paylaşımı rejimIeri olduğunu ortaya koymaktadır (Norris, 2005: 5). Bogaards'ın belirttiği gibi Lijphart'ın çalışmalarında ifade bulan ortakhkçı kurumların tanımı ve sınıflandırılması aslında bölünmüş toplumlar için en iyİ rejimin ne olduğuna dair normatİf standartları da ortaya koymuş olmaktadır (Bogaards, 2000). Azmlık Haklarından Hareketle Ulusal Azmlıklar ve Ulus-Devlet ikilemi 51 Sonuç Dworkin "Hakları Ciddiye Almak" (Taking Rights Seriously) adlı ünlü ma­ kalesinde, devlete karşı haklar kurumunun Tanrı 'nın bir armağanı olmadığı gibi, antik bir ritüel ya da milli bir spor da olmadığını söyler. Ünlü düşünüre göre, hakları ciddiye alan bir yaklaşım iki önemli düşüncenin -ama hiç değilse, bun­ lardan birinin- ayırdına varmalıdır: Bu düşüncelerden ilki, öncelikle Kant'la i­ lişkilendirilen ancak farklı okuHara mensup filozoflar tarafından da savunulan insan onuru düşüncesidir (Dworkin, 1977: 198).21 Buna göre, kişiyi İnsan toplu­ luğunun tam bir üyesi olarak tanımayı olanaksız kılan tutumlar aynı zamanda derin bir adaletsizliği de içinde barındırmaktadır. İkincisi ise, epeyce tanıdık ol­ duğumuz siyasal eşitlik düşüncesidir. Dworkin'e göre, siyasal toplumun zayıf üyeleri de, hükümet tarafından toplumun güçlü üyelerine gösterilen ilgi ve say­ gıyı görme hakkına sahiptir. Bu sayede -ortak iyiye ne gibi bir etkisi olacağı bilinemezse de- bazılarının sahip olduğu karar verme özgürlüğüne, herkesin sa­ hip olması mümkün olur (Dworkin, 1977: 198-199). İşte Dworkin'e göre vatan­ daşların bazı haklara sahip olduğunu söyleyen kişilerin bu ve benzeri düşünce­ leri de kabul etmesi gereklidir. Yani; kişinin öne sürdüğü hak onun onurunu ko­ ruması veya onun ilgi ve saygıya veya benzer bir kişisel değere diğerleriyle eşit biçimde sahip olması için zorunluysa, bu kişinin devlete karşı öne sürebileceği ­ ifade hürriyeti gibi- bir temel hakka sahip olduğunu söylemek anlamlıdır (Dworkin, 1977: 199). Dolayısıyla, hakların bir anlamı varsa göreli olarak ö­ nemli bir hakkın ihlalinin ciddi bir mesele olarak ele alınması gerekir. Zira böy­ le bir ihlal, kişiye diğerlerine oranla daha az insanmış ya da diğerlerine nazaran ilgiye daha az layıkmış gibi davranmak anlamını taşır. Haklar kurumu ise, bu tür bir tutumun büyük bir adaletsizlik olacağı varsayımı üzerine kuruludur. Do­ layısıyla sosyal politika ve verimliliği etkilese de, bu durumu önlemek için ö­ denmesi gereken bedeller hiç şüphesiz ödenmeye değer bedellerdir (Dworkin, 1977: 199). Kaynakça Ackerman, Bruce (1992) The Future ofLiberal Revolution, Yale University Press, New Haven, CT. Akermark, Athanasia S. (1997) Justijications ofMinority Protection in International Law, Kluwer Law International, The Hague. Bogaards, Matthjjs (2000) "The Uneasy Relationship between Empirical and Normative Types in Consociational Theory," Journal of Theoretical Politics, Vol. 12, No. 4, s. 395-423. 21 Athanasia Akermark da, uluslararası hukuk açısından azınlıkların korunmasını degerlendirirken azınlık hak­ larına ilişkin üç meşrulaştırıcı temelortaya koyar. Bunlar barış, insan onuru ve kültürdür. (Akermark 1997). insan Hakları Yıllığı 52 Capotorti, Francesco (1979) Study on the Rights ofPersons Belonging to Ethnic, Religious and Linguistic Minorities, United Nations, New York. He1sinki Follow up Meeting 1992, Journal No. 50. çavuşoğlu, Naz (2001) Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, Su Yayınları, İstanbuL. DaaIder, Hans (1974) "The consociational democracy therne," World Politics, VoL. 26, s.604-621. DahI, Robert (1989) Democracy and Its Critics, Yale University Press, New Haven, CT. Disarro, Brian (2005) "The Theory of Democracy and Permanent Minorities in Southeastem Europe," http://www .politicsandgovernment. ilstu.edu/ downloads/icsps papers12005/Desaıi02 005.pdf~ 18.10.2006. Dworkın, Ronald (1977) Taking Rights Seriously, Harvard University Press, Cambridge. Dworkın, Ronald (2006) Is Democracy Possible Here? Princeton University Press, UK. Geldenlıuys Deon - Johann Rossouw (2001) "The International Protection of Minority Rights," A Special Report compliedfor the FW de Klerk Foundation, Augusİ. http://www.fwdk1erk.org.za/download docs/Ol 08 Minoritv Rights Protection Pu bl PDF.pdf, 12.11.2006. Gutmann, Amy (1992) ed., Multiculturalism and the Politics ofRecognition, University Press, Princeton, NJ. Prİnceton Kurban, Dilek (2003) "Confronting Equality: The Need for Constitutional Protection of Minorities on Turkey's Path to the European Union," Columbia Human Rights Law Review, Vol. 35, s. 151-214. Kurban, Dilek (2004) 'Türkiye'de Azınlık Sorununun Anayasal çözümü: Eşitlik ile Yüzleş(me)mek," Birikim, Aralık, s. 36-44. Kymlıcka, W ill (1995) Multicultural Citizenship: A Liberal Theory ofMinority Rights Oxford University Press, Oxford. Kymlıcka, Will (1998) Liberalism, Community, and Culture, Clarendon Press, Oxford. Kymlıcka, Will (2001a) Politics in the Vernacular: Nationalism, Mu lticultu ralism , and Citizenship Oxford University Press, Oxford. Kymlıcka, Will (2001b)"Universal Minority Rights?" Ethnicities, Vol. 1, No. 1, s. 21­ 23. Kymlıcka, Will (2002) Contemporary Political Philosophy: An Introduction Oxford University Press, Oxford. Lıjphart, Arend (1969) "Consociational democracy," World Politics, Vol. 21, 1969, s. 207-225. Lıjphart, Arend (1975) The Politics ofAccomodation: Pluralism and Democracy in the Neth erlan ds, University of California Press, Berkeley. Lıjphart, Arend (1977) Democracy in Plural Societies: A Comparative Exploration, Yale University Press, New Haven. Azınlık Haklarından Hareketle Ulusal Azınlıklar ve Ulus-Devlet ikilemi 53 Lıjphart, Arend - Grofman, Bemard (1984) (eds.) Choosing an Electoral System: /ssues and Alternatives, Praeger, New York. L1jphart, Arend (1986) "Degrees of Propotionality of Proportional Representation Formulas," ed., Bemard Grofinan and Arend Lijphart, Electoral Laws and Their Political Consequences, Agathon Press, New York. Lıjphart, Arend (1989) Çağdaş Demokrasi/er: Yirmibir Ülkede Çoğunlukçu ve Oydaşmacı Yönetim Örüntüleri (çev: Ergun Özbudun - Ersin Onulduran), Türk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Derneği Ortak Yayını, Ankara. Lıjphart, Arend (1991a) "Constitutiona! Choices for New Democracies," Journal of Democracy, Vol. 2, s. 72-84. Lıjphart, Arend (1991b) 'Proportional Representation: Double Checking the Evidence.' Journal ofDemocracy, Vol. 2, s. 42-48. Lıjphart, Arend (1994) Electoral Systems and Party Systems: A Study of Twenty-Seven Democracies, /945-1990, Oxford University Press, New York. Lıjphart, Arend (1995) "Electoral Systems," ed. Seymour Martin Lipset, The Encyclopedia ofDemocracy, Congressional Quarterly Press, Washington D.C. Lıjphart, Arend (1999) Patterns ofDemocracy: Government Forms and Performance in 36 Countries, Yale University Press, New Haven. Lıjphart, Arend (2000) "Definitions, Evidence and Policy: A Response to Matthijs Bogaards," Journal of Theoretical Politics, Vol. 12, No. 4, s. 425-431. Lıjphart, Arend (2004) "Constitutional design for divided societies," Journal of Democracy, VoLI5, No. 2, April, s. 96-109. Mc Rae, Kenneth (1974) (ed.) Consociational Democracy: Conjlict Accomodation in Segmented Societies, McClelland and Stewart, Toronto. Norrıs, Pippa (2005) "Stable Democracy and Good govemance in Divided Societies: Do Power-sharing Institutions Work?" Draft, 2///2005. http://papers.ssrn.comlso13/papers.cfm?abstract id=722626, 15.10.2006. Oran, Baskın (2004) Türkiye 'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçti­ hat, Uygulama, iletişim Yayınlan, Genişletilmiş Baskı, İstanbuL. Parekh, Bhikhu (2000) Rethinking Multiculturalism: Cultural Diversity and Political Theory , Macmillan, London. _ _ _"Proposal for a European Convention for the Protection of Minorities," 12 HRU(1991). _ _ _"Proposal for an Additional Protocol to the ECHR concerning persons belonging to National Minorities," 14 HRU (1993). Rıggs, Fred W. (2002) "Globalization, Ethnic Diversity, and Nationalism: The Challenge for Democracies," The Annuals of The American Academy, Vol. 581, May, s. 35- 47. Rıley, Jonathan (2001) "Interpreting Berlin's Liberalism", American Political Science Review, Vol.95, June, s. 283-295. 54 İnsan Hakları Yıllığı Smooha, Sammy (2001 )"The Model of Ethnic Democracy," ECMI Working Paper no. 13, European Centre for Minority Issues, October. http://www.ecmi.de/download/working paper 13.pdf, 12.11.2006. Steıner, Jurg (1974) Amicable Agreement versus Majority Rule: Conjlict Resolution in Switzerland, University ofNorth Califomia Press, Chapel Hill. Wacks, Raymond (2005) Understanding Jurisprudence: An Introduction to Legal Theory, Oxford University Press, Oxford. (http://www.avrupakonseyi.org.tr/tur/antlasma/aasI57.htm.27.1 0.2006.