Psikodilbilim, kavram olarak literatüre 1951’lerde geçmiş olsa da, psikodilbilimin tarihi, 1969'da İtalya'da konuşulan farklı dillerin yoğun olduğu Bressanone bölgesinde düzenlenmiş bir konferansla başlar. Bir grup dilbilimcinin bir araya geldiği bu toplantıda ağırlıklı olarak tartışılan şey, o zamana değin kabul görmüş yapısalcı yaklaşımı kökünden sarsan yeni bir kavram, üretici-dönüşümsel dilbilgisi (transformationalgenerative grammar) kavramıdır. Bu çıkışın sahibi, 1957’de B. F Skinner'in, dilin davranışçı modeliyle ilgili tavrına (Verbal Behaviour) tepki olarak yazdığı "Sözdizimsel Yapılar" (Syntactic Structures)’la dikkatleri üzerine çeken, psikolojide davranışçılığın büyük oranda kan kaybına neden olan ve yerine bilişsel psikoloji (cognitive psychology) dönemini açan, ve dilbilimini bilişsel psikolojinin bir yan dalı olarak gören Naom Chomsky’dir. ROTA KARİYER PSİKODİLBİLİMİ TARİHİ ROTA KARİYER 60'lı yılların sonu psikodilbiliminin rönesansı sayılır. Chomsky, çocuklardaki dil gelişiminden yola çıkarak, dilin genetik bir donanıma sahip olduğunu (çocuklar 12 aylıkken ilk kelimelerini söylemeye başlar, 18 aylıkken aniden çocuklarda gramer oluşumu (!) gözlenir) ve dil öğrenmedeki süreçlerin bisiklete binme ya da satranç öğrenmedeki süreçlerden tamamıyla farklı olduğunu vurgular. Chomsky bu süreçleri zekâdan bağımsız ve insana özgü görür ve en önemlisi bu süreçler evrenseldir. Eskiden sözün her şeyden önce düşünceyi ifade etmeye yaradığı düşünülmekteydi. 19. yüzyıla dek içebakış ve doğrudan deneysel düşünce ile zihinsel yetenekler incelenmekteydi. Özellikle düşüncenin yasalarıyla mantığınkiler özdeşleştiriliyordu. J. G. Herder'i izleyen N. Chomsky, aklı, uyarıların denetimi karşısında "bağımsız" olarak tanımlar. Dilde de, özellikle bu yetinin gerçekleşmesini görür ve dilbilimini ruhbilimin bir dalı olarak tanımlar. Sessel açıdan çok farklı bir sesbirimin değişkelerinin yine de benzer olduğu düşüncesi ileri sürülebilir. Buna karşılık, hemen hemen benzer sesli/sessel uyarılar doğru bir biçimde farklılaşırlar. Her şey sanki, alıcı telaffuza gönderme yapıyormuş, sanki onu tanıyabilmek için duyduğu şeyi yeniden oluşturmak zorundaymış gibi olur. ROTA KARİYER Nihayet, sözün algılanması çok önemli değişimler gerektirir. Ses değişimleri, eklemlemenin bozulması vb... Böylece iletişim yalnız sessel uyarıların yalın bir biçimde algılanması değil, anlamaya ilişkin dilsel kuralları da uygulamaya koyar. Dilin öğrenilmesi konusunda, J. Piaget güçlendirme ve koşullandırma kuramlarının dayandığı taklit içgüdüsünün olmadığını göstermiştir. Çocuk taklit etmeyi de öğrenmek zorundadır. Bunun için, çocuk aşama aşama bir ilerlemeye göre kendi algılama ulamlarını geliştirir. Örneğin, başlangıçta hacim düşüncesi sadece nesnelerin biçimine bağlıdır. Çocuk esnek plastik bir küpün ezildiği yassılaştırıldığı zaman "daha küçük" olduğunu söyleyecektir. Ruhbilim bireye ilişkin dilsel üretim, anlama, belleme, tanıma olgularını bireysel davranış biçimleri olan söz edimlerini, dilin kazanılmasını, öğrenilmesini inceleyen ruhbilimle dilbilimin arakesit bölgesinde oluşmuş bir alandır. 1954 yıllarından başlayarak C.E.Osgood, T.E.Sebeok, A.Miller, J.B. Caroll gibi dilbilimcilerin çalışmalarıyla bağımsız bir bilim dalı olarak kendini kabul ettirmiştir. Bu aşamada, davranışçı ruhbilimin, iletişim kuramlarını ve dağılımsal dilbilimin bir birleşimi olan ruhbilimin, 1957 yıllarından sonra, ROTA KARİYER N.Chomsky'nin üretici-dönüşümsel dilbilgisi kuramının etkisinde kalarak, bireyin dili kullanımına ilişkin bir edim örneği oluşturmuştur. Bu yöntem 21. YY başlarında hem F. de Saussaure hem de davranışçılık akımıyla eleştirilmiştir. F. de Saussaure ruhbilimciliğe tepki göstererek dilin bağımsız bir dizge olarak incelenmesini istemiştir. Öte yandan, C.Watson ile başlayan davranışçılık akımı, ruhsal işleyiş biçimlerini sadece bireyin gözlemlenebilir tepkilerinden yola çıkılarak incelenmesi gerektiğini savunmuştur. Bu durumda dilin bir davranış olarak ele alınması için tüm koşullar bir araya gelmiştir. Birinci kuşak ruhbilimciler, 2. Dünya Savaşı ertesinde sözü bir bilgi iletme aracı gibi düşünmüşlerdir. Konuşan kişiler, bir alıcı ve vericiye dilsel işleyiş biçimleri ise kodlama ve kodun çözülmesi süreçlerine benzetilmiştir. C.Shannon ve B. Skinner'in çalışmalarında dil bir uyarı-yanıtlar bütünü olarak ortaya çıkarak, öğrenilmesi aşama aşama ilerleyen bir koşullanmayla gerçekleşir. Bu çerçevede, salt iletişim kodu olarak düşünülen dil, insanlardan çok hayvanlarda geliştirilebilir. ROTA KARİYER Amerikalı dilbilimci N.Chomsky bu varsayımı şiddetle yadsıyarak, anlamların yoğunluğunun hayvanlarda, deneyimin sınırlı oluşuna bağlı olduğunun altını çizer. Daha geniş ve daha çok çeşitlilik içeren bir eylem alanıyla karşı karşıya olan insan, durmadan yeni davranışlar oluşturmak zorundadır. Sonuç olarak, insanın mantıksal düşünce yetisini açıklayan, içgüdünün yetersizliğidir.