İslam'da Tevessül / isti'âze Mevzuu Açıklama: İslam'da Tevessül / isti'aze var mıdır ? İnkar etmek küfre düşürür mü ? Kategori: REDDİYELER Eklenme Tarihi: 05 Kasım 2015 Geçerli Tarih: 19 Temmuz 2017, 02:03 Site: Reddiyeler.com - Ehli sünnet itikadı üzerine site URL: http://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=278 Sual : İslam’da Tevessül / isti‘āẕe var mıdır ? İnkar etmek küfre düşürür mü ? Cevab; Tevessülü kabul etmeyen kimse, küfre düşmez. Ancak selefin ittifak ettiği bir şeyi kabul etmediği için bid’at sahibi olur. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Tevessül duanın edeplerindendir. Peygamber efendimiz: «Ey Allahım senden isteyip de verdiğin kullarının hakkıyla (hürmetine) senden istiyorum.» derdi. Peygamber ile Peygamberin Rabbine tevessül etmek güzeldir. Seleften ve haleften İbni Teymiyye hâriç hiç kimse bunu mekruh görmemiştir, inkâr etmemiştir. İbni Teymiyye ise, kendisinden önce hiç bir âlimin söylemediğini söylemiştir. Nablüsî, Hadîka’da der ki (2. cilt, 126. Sahife): Resulullah ile ve Eshab-ı kirâm ile ve Tâbi’în ile, bunlar öldükten sonra da, Allahü teâlâya tevessül etmek, yani bunların hürmeti için dilekte bulunmak câizdir ve meşrudur. Tevessül etmek, şefaatini istemek demektir. Ehl-i sünnet âlimleri, bunun câiz olduğunu bildirdi. Mu’tezile fırkası ise inanmadı. Tevessül edenin duasının kabul olması, tevessül olunanın kerameti olur. Yani öldükten sonra keramet göstermesi olur. Bid’at sahibi olanlar buna inanmadı. İmam Münâvî, Câmi’ü’s-Sagîr şerhinde, bu cahillere cevap vermektedir. İmam Sübkî buyuruyor ki, “Resulullah ile tevessül etmek, yani istigâse etmek, ondan şefaat istemektir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslâm âlimlerinden hiçbiri buna karşı bir şey dememiştir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkâr etti. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen âlimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı. Bu bid’ati ile müslümanların diline düştü. İbni Hacer, Cevherü’l-Munzam kitabında buyurur ki: İbni Teymiyye’nin hurâfelerinden biri, Resulullah aleyhisselâm ile istigâse, tevessül olunmasını inkârıdır. Ondan önce hiçbir İslâm âlimi böyle söylemedi. Ehl-i sünnet âlimleri bildiriyorlar ki, Resulullah aleyhisselâm ile her zaman tevessül etmek çok iyidir. Yaratılmadan önce ve yaratıldıktan sonra, dünyada da, âhirette de Onunla tevessül olunur. Yaratılmadan önce Onunla tevessül olunacağını gösteren şeylerden biri, Peygamberlerin ve ümmetlerindeki velîlerin Onunla tevessül etmiş olduklarıdır. İbni Teymiyye’nin iftira olan sözü ise hiçbir asla ve esasa dayanmamaktadır. Hâkim Nişâpûrî’nin bildirdiği hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Âdem aleyhisselâm hata edince, yâ Rabbî! Muhammed aleyhisselâm hakkı için beni afv ve mağfiret et dedi. Allahü teâlâ da, Muhammed aleyhisselâmı daha yaratmış değilim. Sen Onu nasıl tanıdın buyurdu. O da, ya Rabbî! Beni yaratıp ruh verdiğin zaman başımı kaldırdım. Arşın kenarlarında, lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah yazılmış gördüm. Kullarının içinde en çok sevdiğinin ismini, kendi isminin yanına koymuş olduğundan anladım dedi. Allahü teâlâ da, ya Âdem! Doğru söyledin. Kullarım arasında en çok sevdiğim Odur. Onun hakkı için benden afv dileyince, seni hemen afv ettim. Muhammed aleyhisselâm olmasaydı seni yaratmazdım buyurdu). Muhammed aleyhisselâmın hakkı demek, Allahü teâlânın Onu çok sevmesi, Ona çok kıymet vermesi demektir. Yahud, Onun başka kullar üzerinde olan hakkı demektir. Yahud da, Allahü teâlânın Ona ihsan ederek, Onun için kendi üzerinde tanıdığı hak demektir. Bunun gibi, bir hadîs-i şerîfte, (Kulların Allahü teâlâ üzerindeki hakkı nedir?) buyurulmuştur. Burada hak demek, lâzım, vâcib olan şey demek değildir. Çünki, Allahü teâlânın hiçbirşeyi yapması lâzım, vâcib değildir. Dilerse yapar. Dilemezse, yapmaz. Allahü teâlâdan Resûlullah hakkı için bir dilekte bulunmak, Resûlullah için istemek değildir ki, buna şirk denilsin. Allahü teâlâ Resûlünü çok sevdiğini, Ona yüksek mertebe verdiğini bildiriyor. İşte bu sevginin, bu yüksek derecenin hakkı, yani hürmeti, kıymeti için, Allahü teâlâdan istenilmektedir. Allahü teâlânın, Resûlüne olan ikramlarından, ihsanlarından biri de şudur ki, Onun hakkı için, Onun yüksek derecesi için yapılan düâları kabûl buyurur. Buna inanmayanın bu nimetten mahrum kalması, kendisi için en büyük zarardır. Resûlullah aleyhisselâm ile, hayatta olduğu zaman da tevessül edilmiştir. Nesâî ve Tirmüzî bildiriyorlar ki, Resûlullahın yanına bir âmâ geldi. Gözlerinin açılması için dua etmesini diledi. Resûlullah aleyhisselâm (İyi bir abdest al! Sonra bu duayı oku!) buyurdu. Duanın tercemesi şudur: (Yâ Rabbî! İnsanlara rahmet olarak gönderdiğin sevgili Peygamberin ile sana teveccüh ediyorum. Senden istiyorum! Yâ Muhammed aleyhisselâm! Dileğimin hâsıl olması için Rabbime senin ile teveccüh ediyorum. Allahım! Onu bana şefaatçı eyle!) Bunu İmam Beyhekî de haber veriyor. Ayrıca (Kalktı. Görerek gitti) de diyor. Bu duayı okumağı ona Resulullah öğretti. Kendisi dua buyurmadı. Onun teveccüh eylemesini, yalvarmasını, Resulullah aleyhisselâm ile istigâse etmesini, dilediğinin böyle hâsıl olmasını arzu buyurdu. Resulullah hayatta iken de, vefatından sonra da kendisi ile istigâse olunurdu. Selef-i sâlihîn, Resulullahın vefatından sonra bu duayı çok okumuş, bununla muradlarına kavuşmuşlardır. Taberânînin haber verdiği bir hadîs-i şerîfde, Resulullah aleyhisselâm dua ederken, (Peygamberinin ve Ondan önce gelen Peygamberlerin hakkı için) buyururdu. Resulullah ile veya başka peygamberler veya velîler ile teveccüh etmek, tevessül etmek, istigâse etmek ve teşeffu’ etmek, hep aynı şey demektir. Hazreti Ömer radıyallahü anh, Hazreti Abbas’ı vesile ederek yağmur duası yaptı.Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri buna karşı birşey demedi. Buhârînin haber verdiği hadîs-i şerîfte, (Kıyâmet günü, önce Âdem ile, sonra Mûsâ ile ve sonra Muhammed aleyhimüsselâm ile istigâse ederler) buyuruldu. Ömer “radıyallahü anh” zamanında kaht [kıtlık] oldu. Eshâb-ı kirâmdan birisi, Resûlullahın kabri yanına gelip, yâ Resûlallah! Ümmetine yağmur yağması için dua eyle! Ümmetin helâk olmak üzeredir, dedi. Resulullah aleyhisselâm buna rüyada görünüp yağmur yağacağını haber verdi. Öyle de oldu. Rüyayı gören, Eshâbdan Bilâl bin Hâris Müzenî idi. Alıntı