bilimsel bilgi ve insan

advertisement
BİLİMSEL BİLGİ VE İNSAN
(Din .Sosyolojisi Açısından Bir Yaklaşım)
Güıay CEZAYİRLİ •
tnsan ve Gerçek İnsan, kendini aşma, kendi dışındaki varlıklarla ve çevresinde olup bitenlerle kendi ara­
sında bag kurma yönünde, insan olmasından kaynaklanan potansiyel yetenege sahiptir; İnsanın bir olanaklar varhgı olması, onun varolma koşuludur. ı İnsan kendini ve çevresini tanımak
isteyen bir varlıktır. Çünkü İnsan yeteneklerini ve olanaklarını kul1anabildigi öl­
çüde mutlu olmaktadır. Onda gerçege karşı engellenemez bir yöneliş vardır. Tarih bo­
yunca insan hep gerçegi aramıştır ve aramaya devam etmektedir. Bu yolda birçok insan --birçok dogrulara ulaşmıştır. Bu dogrular kimi zaman y~lnızca bu dogruya ulaşan kişinin dogrqsu olarak kalmış, kimi zaman bir çok kimse bu dogruyu paylaşmıştır. Birçok kişi­
nin paylaştıgı dogruların genelolarak herkes tarafından anlaşılmasına yönelik çalışmalar da insanlık tarihi boyunca sürmektedir. Ulaşılan dogrunun daha çok kimse' tarafından paylaşılması, bir anlamda daha geniş yer ve zaman dilimleri için geçerli olması; başka bir deyişle daha dogru daha geçerli, gerçege daha yakın bilgiye ulaşma İstegi her zaman var olmuştur. Bu istek insanın temel özelliklerinden biri olan güven arayışı ile de bag­
lantıhdlf. • Dr., Ankara Üniversitesi tıahiyat Fakültesi Ögretim Üyesi.
ı Takiyettin MengOşo~ıu, İnsan Felsefesi, İstanbul, 1988, s. 173-174.
Amme Idaresi Dergisi. Ci/t 32,
Sayı 2,
Haziran J999.
llO
Amme İdaresi Dergisi
Bilimsel Bilgi
Bilimsel bilginin tanımını, "Bilimsel yöntemlerle toplanmış sistematik bilgilerHl olarak
kabul edebiliriz. Bilimsel bilgide güvenilirlik önemlidir. Güvenilir bilgiye ulaşmak, ula­
şılan bilginin, uzmanların eleştirilerine açılmasıyla eksiklerinin giderilerek daha büyük
kitlelerce kabul görür hale gelmesiyle sağlanmaktadır.
Bu aşamada oluşturulan önerınelerin, hipotezlerin, teorilerin başkaları tarafından doğ­
rulanabifmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Bu doğrulamanın şekli, doğrulanacak bilginin
doğasına uygun olmak durumundadır. Pozitif bilimler alanındaki bir bilginin doğrulan­
ması söz konusu ise, pozitif bilimin kurallarına uyulmalıdır, anun yöntemleri kullanıl­
malıdır. Burada varılacak doğru, pozitif bilimlerin çizdiği çerçeveye oturtulabilecek bir
doğru olacaktır. Somut bir maddenin bilgisinden söz edildiği zaman, somut bir doğru la­
ma şekli gereklidir. "Tüm metaller ısıtıldığında genleşir" önerınesi doğrulanacaksa, me­
tallerİn ısıtılmasıyla bu sonuç gözlenebilmelidir. Deneyin kurallarını doğru olarak uy­
gulayabilen herkesin aynı sonucu gözlemlemesi bu bilgiyi doğrulamak için yeterlidir.
Bunun tersi kanıtlanınadıkça bu bilgi bilimsel açıdan pozitif bir bilgidir.
Ancak, dogrulanması istenen bilgi her zaman somut maddenin bilgisi olmamaktadır.
Kimi zaman soyut düşüncelerden kaynaklanan önerınelerin doğruluğu üzerinde birleş­
mek, hem bilimsel gereklilik hem de toplumsal yaşamın sürdürülebilmesi için bir gerek­
sinme olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durumda soyut bir önerınenin doğasına uygun bir
doğrulama biçimi bulunmalıdır. Doğrulanacak bilgi,5 sayışının 3 sayısından. büyük ol­
duğu olabilir. Doğada somut olarak bir 5 bir de 3 bulup bunları karşılaştıramayacağımı­
za göre, mantığın ve matematiğin kurallarına başvurarak soyut doğrulama yolunu seç­
mek zorundayız.J Burada doğrulanması istenen önerıne forınel bir disipline ait olduğu i­
çin, olgusal değil m~tıksal özellikte olan matematiksel doğruluk söz konusu 0lacaktır. 4
Bu durumda 3, 5, büyük, küçük, soyut, mantık gibi kavramların önceden biliniyor olma­
sı; akıl yürütmeyi, sonuca varınayı, yarılan sonucu başkalarına aktarmayı' ve o başka la­
rında, önceden var olan bu kavramlara göre ortak doğrularda birleşmeyi sağlamaktadır.
Başka deyişle bazı düşünce şekillerini kullanarak akıı yürüttiyoruz ve birbirimizle iletişim kuruyoruz. 5
Sosyal bilimler alanına gelince, ortak doğrular oluşturınak başka bir deyişle bilimsel bil­
giler ortaya koyabilmek daha da zorlaşmaktadır. Bu zorluk bir açıdan toplumsal bilimle­
rin konusu olan toplumsal alanın doğasından kaynaklanmaktadır. Toplum, hem bireyler­
den oluşan, hem de bireyleri kuşatan, onları etkileyen; bireyler toplamından, ayrı olarak
bireylerin toplum varlığına yaptıkları katkıların bileşkesini de içeren bir anlam.taşımak­
tadır.
Ayrıca bu özel yapıdaki varlığı inceleyecek olan toplumbilimci hem toplumu oluşturan
elemanlardan biri olan he'm de toplumdan etkilenmekte olan insandır. Ancak toplumu
Birsen Gökçe; Toplumsal Bilimlerde Araştırma, Ankara, 1992, s. 2. Bilim. matematik bilimler ve pozitifbilimler hakkında bkz. Gökçe, a.g.k•• s. 1-7, 4 Cemal Yıldırım, Matematiksel Düşünme, İstanbul, 1988, s. 14.. 5 Emile Durkheim, Dini Hayatm tptidai Şekilleri. (Çev, Hoseyin Cahit Yalçın), İstanbul, 1923, s. 23-24. 1
3
.
Bilimsel Bilgi ve insan
III
i
oluşturan temel taşı konumundaki "İnsan" henüz hiçbir bilim alanı tarafından bir bütün
olarak tanımlanınamıştır. İnsan sUrekli değişen, gelişen, kendini yenileyebilen bir var­
lıktır.
Bunlara ek olarak toplumun kendine özgü tek tek bireylerden bağımsız olan değişmesi toplum bilim incelemelerinde ayrı bir değişkeni oluştunnaktadır. Ayrıca, toplumu oluş­
turan bireylerden biri olan toplum' bilimcinin bireysel değişmesi her zaman toplumsal değişme ile paralelolmayabilir. Toplum bilimci kimi zaman toplumun kendisinden daha hızlı değişebileceği gibi kimi zaman da toplumsal değişmenin gerisinde kalabilir. Bir başka zorluk toplum bilimcinin dünya görüşünün,li topluma bakış açısının ve algıla- , ma gücünün diğer toplum bilimcilerden ve toplumu oluşturan diğer bireylerden farklı o­
larak kişisel özellikler taşımasıdır. Toplum bilim alanında henüz ortak terimlerin ve tanımların yeterince
da bu alanda aşılması gereken başka güçlükleri getinnektedir. yerleşmemiş
ol­
ması
Bu yüzden sosyolojinin bir !bilim olarak ortaya çıkışı diğer bir çok bilimden sonra ola­
bilmiştir. Aynı şekilde konusunun karmaşıklığı, onun, kavramlarını ve teorilerini oluş;. tunnasını zorlaştınnaktadır. Sosyolojide doğabilimlerinde olamadığı kadar çok, para­
digma anlayışları, sosyoloji okulları, farklı yaklaşımlar gelişmiştir. Bütün bunlar onun konusunun karmaşıklığını, bu nedenle de sosyolojik verİlerin farklı bir çok şekilde in­
celenebileceğini ve işlenebileceğini, kısaca sosyolojik alanın zenginliğini ifade etmekte­
dir.
"
\
Sosyoloji ve Din Sosyolojisinin Alanı
Toplum bilimin henüz doyurucu sonuçlara ulaşamamasının nedenlerinden biri, onun he­
nüz çok genç bir bilim da~ı olmasıdır. Konusunun kannaşıklığına ve konu edindiği toplumsal alanın değişkenliğine uygun yöntemleri geliştirebildiği zamanbilim dünyasına; bilimsel, yöntemde incelme, esnek­
leşme, göreceli i\lgılama ve yorumlara dayanan daha farklı ve daha çok değişkenin farklı açılardan çeşitli çözümlemelerini ve bileşimlerini yapabilme yeteneğini kazandırabilece­
ği söylenebiHr. Bu çok yönlü kullanılabilen işlevselliği yüksek yöntem, aynı anda birbirinden çok farklı özellikleri olan bir çok bileşeni sinerjik olarak örgütleyebilme, dolayısıyla bugünekadar bilimsel alanın dışında kalan bilgi alanlarına daha kolay girebilme olanağını sağlayabile­
cektir. Toplum bilimin gelişme sürecinde varılacak aşamaların bilime getireceği katkı düşünüldüğünde, henüz yapılanma durumunda olan bu genç bilim dalındaki gelişmelerin heyecanla karşılanmasının ve toplumsal bilimlere karşı artan eğilimin nedeni kolayca anlaşılabilecektir.'
­
Din sosyolojisi söz konusu olduğunda toplum bilim alanındaki güçlüklerin ikiye katlan­
dığını söylemek abartı olmayacaktır. Din sosyolojisinde kavram oluştunnak daha fazla Dunya görUşUnU geliştiren ilkeler konusunda bkz. Alfred Adl~r, İnsanı Tanıma Sanah, 4. Baskı, tstanbul,
1985, s. 43-59.
'Maurice Duverger, Sosyal Bilimlere Giriş, (Çev. Ünsal Oskay), Ankara, 1986, s.7-8.
ii
Amme İdaresi Dergisi
112
güçlük taşımaktadır. Yalnız toplumla değil din ile ilgili olgular, kavramlar, dinin kendi­
ne has yapısından kaynaklanan kavramlaştınna güçlük1eri de işin içine ginnektedir. Din
sosyolojisi, din ve toplum gibi çok kannaşık iki alanın ortak sınırında yer almaktadır.
olan insan'ın, kimliğini oluşturan bileşenlerden biri de onun dine
tutumdur. Birey bir dine bağlı olabilir ya da olmayabilir. Şu ya da bu dine
inanab il ir. Bu tamamen kişisel bir seçimdir. Ancak toplumsal yaşamda birey bir dine
bağlı olmasa da çeşitli dinlerin inanırlarıyla aynı toplumsal alanı paylaştığı için din ko­
nusunda şöyle.ya da böyle bir görüşe sahiptir. Bu durumda bir: dine bağlı olduğu için din
kavramına dinin içinden bakan birey ve bir dine bağlı olmamakla din kavramına dışar­
dan bakan bireyolmak üzere iki tip insanla karşılaşıyoruz.
Toplumun
yapı taşı
karşı takındığı
"İnsan" ve ''toplum'' kavramlarında olduğu gibi "din" kavramının da tam tanımı yapıla­
mamaktadır. Bir dine bağlı olarak dinin içinde olan birey bu tanımı yapamadığı gibi bir
dine bağlı olmamakla dinin dışında olan birey de yapamamaktadır. Din kavramı toplum
kavramından daha çok bileşene sahiptir. Genelolarak dinlerde bir aşkın varlık kavramı
vardır. Dinler gelişmişlik derecelerine göre, ,bilimin ve felsefenin açıklık getiremediği
sorularfı cevaplar verebilmektedirler. En önemlisi, insanın varoluş sorusuna dinin cevap
vennesidir. Ahiret inançını içeren dinlerde; bilinmeyen, bugünün bilimsel yöntemleriyle
varlığı veya yokluğu dahi kanıtlanamayan bir başka yaşam alanına ait açıklamalar yer
. almaktadır. Bu alanlarla ilgili olarak insanın iki seçeneği kalmaktadır: İnanmak ya da i~
nanmamak.
ulaştığı
-
evrede, ya da insan düşüncesinin bu evresinde din ile ilgili kav­
ramların çoğu açık uçlu kalmak durumundadır. H Kutsal kavramı ele alınırsa, kutsallık a- ,
çıklanabilir ama tam bir tanımı henüz yapılamamıştır. Dinlerin tamamına yakın bir ço­
ğunluğunda en önemli yeri tutan "Yaratıcı" kavramı bugünkü insan düşüncesi için açık
uçlu kalmak zorundadır. Yaratıcı ya da Tanrı kavramı kutsallık özelliğini içennektedir,
ancak "Tanrı" ve "Kutsal" ne demektir? Tanrı için kullanılan varlık kavramı herhangi
bir varlık için kullanılan varlık kavramıyla aynı mıdır? Bunlar tam olarak bilinmemekte­
dir. Bu yüzden Tanrı kavramı da açık uçlu bir kavramdır.
Bilimin bugün
Bu durumda günümüzde bir pozitif bilim dalı olan din sosyolojisi dinin ancak bir yönü­
nü, kendi yöntemleriyle inceleyebileceği bir bölümünü incelemekle yetinmek zorunda­
dır. Bunun anlamı dinin hüküm koyucu yanını kendi alanının dışında tutacağıdır. Başka bir deyişle yalnızca, dinden kaynaklanan toplumsal davranışları ve din kaynaklı davra­
nışları etkileyen toplumsalolguları bugünkü pozitif bilimin yöntemlerinin izin verdiği ölçüde inceleyebilecektir. Ulaştığı bilgileri diğer din bilimleri (din psikolojisi, din fenomenolojisi, dinler tarihi)nin ulaştığı bilgilerle destekleyebildiği oranda daha doğru sonuçlara varabilecektir. Geleceğin din sosyotojisi ise gelişen yöntemlerinin sağladığı olanaklarla daha fazlasına ulaşabilmeye adaydır. ii
Açık uçlu tanım kavramı burada, tam olarak tanımlanmamış ama genelolarak insanlarda birbirine yakın
ça~rışımlar oluşturan kavramlar anlamında kullanılmaktadır.
Bilimsel Bilgi ve İnsan
Kavram Oluşturma
113
.
Ekonomi, hukuk, vb. insanın, kişiliginin bir yönüyle katıldıgı alanlarda insan davranışını önceden kestirebilmek görece kolayolabilmektedir. Burada insanın yalnız ekonomik, hukuksal, vb. davranışı göz önüne aIınacagl için ekonominin konusu olan insan, sosYQ- . lojinin konusu olan insandan daha yalın bir alanı oluşturmaktadır. Toplumsal davranışa, insan daha karmaşık bir varlık olarak katılmaktadır. İnsan toplum içinde herhangi bir davranış gösterirken bu davranışını, belirleyici özellikler arasında insanın, ekonomik gö­
rüşü, hukuk anlayışı, dinsel inancı, dünyayı algılayış biçimi, psikolojik yapısı, bilişsel düzeyi, sosyalleşme evresi, sanatsal egilimi gibi her biri başka bilimlere konu olan bir çok özelliği işin içine girmektedir. Kavram oluştururken ve tanım \}taparken bir takım soyutlamaların yapılmasına gereksi­
nim duyulmaktadır. Üçgen kavramını oluştururken üçgen şekilli şeylerin ortak yönlerin­
den yola çıkarak üç köşesi ve üç kenarı olan geometrik şekle üçgen denir, şeklinde bir tanım getirdiğimiz zaman yaptığımız şey bir soyutlamadır. Sosyoloji ve din sosyolojisi­
nin kavramlarını oluştururken de aynı şekilde soyutlamalar yapılabilmektedir, Max Weber'in ideal tipleri9 gibi ... Peygamber. kahin, büyücü, veli,1O ·vb. kavramların, içer­
dikleri bireylerden soyutlanarak,. bu bireylerin ortak özelliklerinden oluşturulmuş ideal tipler vardır. Doğal dinsel gruplar, dinden doğan gruplar, kabile dinleri, evrensel dinler, topıuıuk, toplum, vb. kavramlar artık genelolarak yerleşmiş durumdadır. Bu kavram­
larla din sosyolojisi önermeler ve varsayımlar Uretebilecek duruma gelmiştir. Tanımlar, kavramlar ve bilinen ilişkiler çoğaldıkça daha geniş çaplı hipotezler ve teoriler oluştu­
rulabilecek, açıklamalar yapılabilecektir. bilimlerinde olduğu gibi doğadaki genellikleri ve ilişkileri gösteren olan evrensel kuramlar yoktur. Toplum bilirnde evrensel kuramların olmayışı, alanının doğa bilimlerinden farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Doğa bi­
limlerine konu olan elementler, olgular, madde, vb. malzeme, toplum bili.minin alanını oluşturan toplum ve dolayısıyla insandan daha yalın bir malzemedir. Sosyoloj ide
doğa
kuramların karşılığı
Doğa bilimlerinde, toplum bilimlerine göre daha fazla yerleşikkavramlar vardır. Her ne kadar atom altı yapılar gereği gibi bilinmese de ya da uzayın sınırları henüz belirlenme­
mişse de yine de atom, proton, nötron, elektron, hareket, moment, kütle, ağırlık, vb. de­
diğimiz zaman bu alanlarda çalışan bilim insanları aşağı yukarı aynı şeyleri anlamakta­
dır. Bilinenin sınırları içinde ortak kavramlar oluşturulmuş, kimi ilişkiler belidenmiş, bazı genellemelere ulaşılabilmiş durumdadır. Bu yüzden bu bilimlerde ulaşılmış kanun­
lar vardır. Bu kanunlara dayanarak genelden özele doğru yani tümdengelim yoluyla a­
çıklamalar yapılabilmektedir. Örneğin, yer çekimi kanunu bilindiği için belirli bir yük­
seklikten boşluğa bırakılan cismin kütlesine göre yere ne kadar süre sonra hangi hızla dÜşeceği önceden bilinmektedir. .
'
ideal tipler hakkında bkz. Hans Freyer, içtimai Nazariyeler Tarihi, (Çev. Tahir çagatay), 3. Baskı, Ankara
1971, s .. 180; Raymond Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, (Çev. Korkmaz Alemdar), Ankara, 1986,
s.500-503.
III Joachim Wach, Din Sosyolojisi, (Çev. Ünver Günay), Kayseri, 1990, s. 402-440.
9
Amme idaresi Dergisi
114
Bir alanda tümdengelim yönteminin kullanılabilmesi için o alanda kabul edilmiş (kabul
olmak kanıtlanmış olmanın tam karşılığı değildir, ancak belirli ön koşullara da­
yanarak belirli koşullarda kanıtlanabilmeyi ya da bir ön kabulolarak benimsenmiş ol­
mayı ifade etmektedir.) kanunlarm bulunması gerekir. Sosyolojide henüz geniş kapsamlı
kanunlara ulaşılamamış olmasmdan dolayı tümdengelim yöntemi, daha çok varsayımla­
rm oluşturulmasında' kullanılabilmektedir. Sosyoloji bugün için daha çok tümevanmı
kullanmaktadır. Tümdengelim yöntemini kullanmak daha fazla deneyim ve birikim ge­
rektirmektedir. Oysa sosyoloji henüz bu birikime olanak tanımayan bir gençlik dönemini
edilmiş
yaşamaktadır.
Mantık ve matematik gibi formel alanlarda önceden kabul edilmiş kavramlar ve ilişkiler
vardır. Matematik soyut kavramlar ve bu kavramlar arası ilişkileri ifade ettiği için, en
kesin bilgi alanmıoluşturduğu kabul edilmektedir. Matematik kesinlik denildiği zaman
matematiğin sınırlan içinde bir değişmezlik anlaşılıyor. Matematik kesinliğe sahip olan,
bir ifadenin kesinliğini yitirmesi ancak matematiğin kavramlannm ve/veya kabul ettiği
ilişkilerin değişmesi ile olanaklı olabilir. Sayıların sırası önceden belirlenmiştir ve her­
kes tarafmdan aynı şekilde kabul edilmektedir. Klasik matematikte herkes beşin üçten
büyük olduğu konusunda anlaşmıştır. Üçün beşten büyük olduğunu iddia eden normal
insana rastlanmamıştır, bu dünyanın her yerinde ve her zaman böyle olmuştur. Modern
matematikte ise mod olarak seçilen değere göre bir işlemin sonucu değişmektedir. An­
cak modun anlamı ve değeri herkes için açıktır ve modun işlem içindeki diğer birimlerle
ilişkisi de herkes için açıktır. Sonuçta en soyut olduğu için en kesin sonuçları verdiği
kabul edilen matematiksel alanm kesinliği bu alanda kullanılan kavramlar ve kavramlar
arası ilişkilerin kesin olduğu ön kabulüne dayanmaktadır. burada soyut kavramlar üze­
rinde önceden smırlan belirlenmiş ilişkilere göre işlem yapılmaktadır. Zaten modern
matematiğin çıkıŞ1 da buradan kaynaklanmaktadır. İşin içine görelilik girince matema­
tikte devrim sayılan durağan klasik matematikten, göreceli modern matematiğe geçiş
olmuştur.
Doğa
bilimlerinde ise atom, proton, nötron, elektron ve kuantın bulunması, atomun par­
birlikte bu bilimlerde göreceli paradigma değişimleri
çalanabileceğinin öğrenilmesiile
oıinuştur.
Yeni
Arayışlar
Doğa
bilimlerinde olduğu gibi toplum biliminde de bu bilimsel alanm alt yapılarmm öğ­
alana yeni bakış açılan kazandıracaktır. Toplumun alt yapısmı oluşturan insan
ve onun davranışını oluşturan alt yapılar belirlendikçe toplum bilimin kavramları ve bu
kavramlar arasmdaki ilişkiler de daha fazlaaçıklığa kavuşacaktır, bu da toplumbitime
yeni ufuklar açacaktır. İnsanm tutum ve davranışlarının nelerden kaynaklandığı anıaşılır­
sa toplumsal İlişkiler daha iyi anlaşılabilecektir.
renilrtıesi
Din sosyolojisi açısından bakıldığında da aynı şey geçerlidir. İnsan ne kadar iyi anIaşıla­
bilirse din de o kadar iyi anlaşılabilecektir. Din insan içindir. İnsanın olmadığı yerde din
de yoktur. İnsanm gösterebileceği dinsel davranış, (lnun dini nasıl anladığı ile smırJıdır.
Farklı dinlerin farklı toplumlar tarafmdan benimsenmiş olması ya da aynı dinin değişik
zaman ve değişik toplumlarda farkh algılanması, yorumlanması ve yaşanması~ dini
Bilimsel Bilgi ve İnsan
/'
115
deneyimleyen toplumun y~pısı ile yakından ilişkilidir. İnsanın ve onun ihtiyaçlarının
anlaşılması, dinin insanın hangi ihtiyacına cevap verdigi sorusuna bir açıklama getirebi­
lecektir. Bir toplumun varlığını sürdUrebilmesi için o toplumu oluşturan elemanlar ara­
sında belirli ölçülerde uyum olması gereklidir. Örneğin yazı öncesi bir toplumda evren­
sel bir dine rastlanması olasılığı çok zayıftır. Dinsel yaşayış toplumun killtürUyle ve in­
sanın davranışlarını belirleyen kişisel alt yapılarla belirlenmektedir.
İnsanın davranışını kestirebilme yönünde bazı gelişmeler vardır. Psikolojinin tutum ve
davranış kavramlarım geliştirmiş olması
sosyoloji için önemli bir veri sağlamıştır. Aynı
psikolojinin ortaya koyduğU bilişsel gelişim basamaklarılı ve sosyal zekakavra­
mı, sosyoloji, dolayısıyla din sosyolojisi için yeni kavramlar ve toplumsal ilişkiler için
sınırları daha belirgin tanimlar sunma potansiyelini taşımaktadır.
şekilde
Ahlak ve zihin gelişimi alanında Piaget ve Kohlberg'in önemli çalışmaları vardır. Piaget
farklı yapısal özeIHkler gösteren dört temel zihin gelişim dönemi belirtmiştir. Piaeget'ye
göre duygu, zekaya paralelolarak gelişir ve toplumsalolayları yorumlama yeteneğinin
gelişmesiyle değişikliğe uğrar. O'na göre ahlak yargısı ve bu yargının: düzeyi; ne tür bir
duygu yaşamımız olması gerektiği; başkalarına nasıl davranmamız ve onların bize nasıl
davranmaları gerektiği konusunda ortaya konulan zihinsel bir işlevdir. Piaget sistematik
bir araştırma sonucu, ahlak gelişiminin de evreler halinde zihinsel gelişime paralel bir
oluşum gösterdiğini ort8.ya koymuştur.
Ahlak konusunda Durkheim'dan etkilenen Piaget'nin bu doğrultuda çıkış noktasını,
toplumun birey Uzerindeki disiplini ve bu yapı içerisinde bireyin ulaştığı bağımsızlık
kavramı oluşturmuştur.
Kohlberg'in açık uçlu veri toplama tekniği, Piaget'nin geliştirdiği ahlak gelişimi evrele­
rinin (Evre bireyin gerçeğin bir boyutuna ilişkin tutarlı bir biçimde akıl yürütme şekli o­
larak tanımlanabilmektedir.) genişletilmesini sijğlamışt~r.
Kohlberg, ahlak yargısı incelemesine Piaget'nin zihin gelişimi boyutunda geliştirdiği
"evre gelişimi" kavramı açısından yaklaşmış, Piaget'nin bu alandaki çalışmalarını sonu­
ca ulaştırmış ve onun bulgularını genişleterek düzenlemiştir.
Kohlberg'e göre zihinsel evrelerin gelişimi, paralel sosyo-ahlak evrelerinin kazanılması
için gerekli ön koşuldur. Ancak yeterli tek koşul değildir. Çünkü fiziksel dünyaya ilişkin
perspektifi kavramak, sosyal ilişkilerdeki perspektifi kavramaktan daha kolaydır.'
Zihinsel gelişim psikolojisine göre, zihinsel evreler, dış dünyaya uygulanmaları ve dış
dünyadan.gelen uyarıcılarla yeniden düzenlenmeleri sonucu ortaya çıkarlar. Evreler dü­
şünce yapılarında niteliksel değişikliklerdir. Bu evreler bireyin gelişiminde değişmez bir
sıra oluştururlar. Her evre yapısal bir bütündür. Evreler hiyerarşik bir bütündür.
Kohlberg üç düzeyde altı ahlak gelişim evresi belirlemiştir. Evrenselliğini vurguladığı
altıncı evre özelliklerine doğru gelişen ahlak yargısının farklı toplumlarda farklı evre ö­
zellikleri göstermesini, farklı toplumların farklı gelişim evrelerinde olma özelli~i ile a­
çıklamaktadır.
ii
Meral Çileli, Ahlak Psikolojisi ve Elitimi, Ankara, 1986, s. 49-55-95.
Amme İdaresi Dergisi '
116
Türkiye'de Eliot Turiel, Carolyn Pope Edwars ve Lawrence KQhlberg
tarafından
1978
yılında ahlak gelişimi alanında bir araştırma, üç sosyal gruba mensup denekler üzerinde
gerçekleştirilmiştir. Bulguları doğrultusunda araştırmacılar
beklenen
doğrultuda,
ahlak
gelişimi
evrelerinin
ahlak
yargısı gelişimlerinin
değişmez sın~sını
takip
ettiğini
belirt­
mişlerdirP
İnsan davranışlarının anlaşılmasında dikkate alınması gereken bir başka yaklaşım da son
günlerde popüler olan "sosyal zeka" kavramı ve duygu~al zeka (Emotional Intelligence­
EQ) kuramı olmalıdır. 1920 ve 1930'lu yıllarda, IQ (Zeka Katsayısı) kavramının popü­
lerleşmesinde etkili olan tanınmış psikolog E. L. Thorndike, Harper's Magazine'deki bir
makalesinde duygusal zekanın bir yönü olan sosyal zekanın (başkasını anlayabilme ve
"insan ilişkilerinde akıllıca cİavranabiJme"nin), IQ'nun başlı başına bir parçası olduğunu
öne sürmüştü. 13
Daha sonraki yıllarda Howard Gardner, Spektrum Projesi'nin temelindeki vizyonu ge­
liştirmiştir. Bu proje değişik tUrlerde zekayı bilinçli olarak geliştirmek amacıyla hazır­
lanmış bir programı kapsamaktadır. Spektrum Projesi, insanın yetenek repertuarının o­
kulların gelenekselolarak üstünde durduğu. belirli birtakım sözel-sayısal becerilerin
(lQ'nun) çok ötesinde .olduğunu kabul etmektedir. Gardner'ın 1983 tarihli önemli kitabı
Frames of Mind (Zihin çerçeveleri), yaşamda başarılı olmak için tek tip bir zekanın ge­
rekli koşulolmadığı, yedi temel çeşitlernesi olangeniş bir yetenekler yelpazesi bulundu­
ğunu öne sürüyordu. Zeka konusundaki bu görüşte anahtar deyim "çoğul"dur.
Gardner'ın modeli IQ'nun tek ve değişmez belirleyici olduğu standart kavramı çok aşar.
Okullarda uygulanan testlerin, yaşamda IQ'nun çok üstUnde ve ötesinde önem taşıyan a­
sıl beceri ve yeteneklerden kopuk, sınırlı bir zeka kavramına dayandığını kabul eder. 14
Gardner kişisel zekalar için şu tanımı yapmıştır:' Kişiler arası .ilişkilerd~ zeka, diğer in­
sanları anlamaktır. Onları ne harekete geçirir, nasıl çalışırlar, onlarla nasıl işbirliği yapı­
labilir? Başarılı satıcılar, politikacılar, öğretmenler, klinik doktorlar ve dinsel Jiderler
büyük olasılıkla yüksek düzeyde kişiler arası zekaya sahiptir. Birey içindeki zeka içe
dönük, karşılıklı bii' yetenektir. Kişinin kendisi hakkında dikkatli, doğru bir model oluş­
turup bunu etkili bir yaşam sürebilmek için kullanma becerisidir. 15 Kişisel zeka,
özbilincin anahtarı olan "kendi duygularına ulaşabilrne", bunları ayırt edip davranışını
buna göre yönlendirmeyi de içermektedir. Iii Kişiler arası zeka ise dört ana yetenek altın­
da toplanabilir: Liderlik, ilişkileri geliştirip arkadaşlıkları koruyabilme, sorunları çöze­
bilme ve sosyal ilişkilerin çözümlemesini yapabilme.
Son yıllarda sayıları gittikçe artan bir grup psikolog da benzer sonuçlara varmıştır.
Gardner gibi onlar da, eski IQ tanımının kısıtlı dil ve matematik becerileri alanında kal­
dığını kabul etmişlerdir. n
ız Çileli, a.g.k... s. 24, 30, 31, 44, 46, 47, 48, 81, 82, 84, 91 , Aktaran, Daniel Goleman, Duygusal Zeb, (Çev. Banu Seçkin Yüksel), İstanbul, 1998, s. 60. a.k., s. 54-55. 15 a.k., s. 56-57. Iii Howard Gardner and Thomas Hatch, "Multiple lntelligences Go to Scholl ", Educational Research, N. J
.
18, 1989, p. 8.
17 Aktaran, Goleman, a.g.k., s. 60,
13
14
Bilimsel Bilgi ve İnsan
117
Peter Salovey ve John Mayer, duygusal zeka kuramım geliştirmişlerdir. 18 Neredeyse yüz
yıldır, yüz binlerce kişi üzerinde yapılmış araştırmalara dayanan IQ'nun tersine, duygu­
sal zeka yeni bir kavramdır!1I Duygusal zeka IQ'dan·farklı olarak ögrenme yoluyla ge­
liştirilebilmektedir. Duygusal yetenek bir meta-yetenektir. Yani ham zeka dahil, var olan
diger yeteneklerimizi ne kadar iyi kullanabilecegimizin belirleyicisidir. Duygusal zeka
denilen temel yaşam becerisi, özbilinç, özdenetim, kararlılık, kendini harekete geçire­
bilme, tersliklere karşın yoluna devam edebilme, dürtüleri kontrol ederek doyumu erte­
leyebilme, sıkıntıların düşünmeyi engellemesine İzin vermeme, kendini başkasının yeri­
ne koyabilme, empatiyle dinleme, sorun çözme, işbirligi ve umut beslemeyi kapsamak­
tadır. ııı
İnsanlar birlikte çalışmak üzere bir araya geldiklerinde işe katılanların yetenek ve bece­
rilerinin toplamından oluşan bir grup zekası işin yapılmasında roloynamaktadır. İşin ne
kadar iyi yapılabildigini, toplam IQ'nun yüksekligi belirler. Grup zekasının en önemli
bölümünün ise akademik anlamdaki ortalama IQ degil, duygusal zeka baglamınd*i ze­
ka ölçüsü oldugu anlaşılmıştır. Yüksek grup zek~ımn anahtarı ise sosyal uyumdur.
ıı
Goleman'a göre IQ'nun yaşamdaki başarıya katkısı en fazla yüzde yirmidir, geri kalan
yüzde sekseni belirleyen başka etkenler vardır. Bu başka etkenlerin önemli bir kQm~sini _
duygusal zeka oluşturmaktadır. u Duygusal zekanın önemini savunan tez; duyarlılık, ki­
şilik, ahlaksal güdüler arasındaki baglantıya dayanır. Gitgide artan sayıdaki bulgular, ya­
şamdaki etik tavrın; temelindeki duygusal yetilerin bir ürünü oldugunu gösteriyor. Bir
şeyin dogru oldugunu "kalpten" bilmek, akılcı zihinle düşünmekten farkİt bir inanç şek­
lidir; bir biçimde daha derinden emin olmaktır.1.1
degil, birbirlerinden ayrı yetilerdir. Hepimizde akıl ve du­
IQ ve EQ'nun bazı yönleri arasında az da olsa bir baglantı
vardır. Hepimizde IQ ve EQ'nun farklı bir karışımı vardır. Ancak İnsanı insan yapan ö­
zelliklerin çogu, duygusal zekadan gelmektedir. 24 Bildik IQ testlerinin tersine "duygusal
zeka puanı"nı belirleyen tek bir kalem kagıt testi yoktur ve hiçbir zaman da olmayabilir.
Duygusal zekanın, her bölümü hakkında çok fazla araştırma bulunmasına karşın empati
gibi bazı yetileri belirlemenin en iyi yolu, kişinin o işte gösterdigi aktif,y~tenegi ömek~
lemektir. (sözgelimi deneklere bir kişinin duygularını, o kişinin videoya çekilmiş yüz i­
fadelerinden okutturma gibi).25
IQ ve EQ birbirlerine
karşı
yarlılık karışıktır; aslında
Toplum bilirnde belirli sınırlar içinde kanunlutukların oluşabilmesi onun olabildigince
soyut kavramlar ve ilişkilere ulaşabilmesiyle olanaklı olabilir: Fiziksel kesinlige sahip i­
ıs Bkz. Peter Salovey and John D. Mayer. "Emotionallntelligence ". Imagination, Cognition, and.
Personality, N. 9 (1990), p. ı 85-21 J; Peter Salovey and David J. Sluyter, (Ed.), Enıotional Development
and Emotional Intelligence: Educational Implications, i sı ed. Publisher, New York, B~ic Books, J 997.
iii a.k., s. 5-1.
211 a.k., s. JO, ll, 13,50,53.
ıı a.k., s. 206.
22 a.k., s. 50.
1.1 a.k., s. JO, 23.
24 a.k., s. 62-64.
25 a.k., s. 62-63.
ı
18
Amme İdaresi Dergisi
fadeler de aynı şekilde sınırları belirli bir alan için kesinlik ifade ederler. Su ancak deniz
seviyesinde bir atmosfer basınç altında i OO°C da k~ar. Basınç değişirse suyun kayna­
ma noktası da degişir.
Sosyoloji için de, sınırları belirli bir alan içinde kesin ifadelere ulaşmak mümkündür.
Bilişsel düzey, ahlak gelişimi basamakları ve toplumsal zeka katsayısına göre İNSAN' ın
evrim basamakları belirginleştikçe bu basamaklarda yer alan insanların davranışları ~­
lirli ölçülerde kestirilebilirlik kazanacaktır. Böyle bir kavramlaştırma statik sosyolojiden
yeni dinamik bir sosyolojiye yönelen ufuklar açacaktır. Freud'un ortaya attıgı.düzıük
psikolojisi-derinlik psikolojisi kavram 'çiftini hatırlatır şekilde sosyolojiye farklı bir de­
rinlik kazandıracaktır. Bugün için bu kavramlaştırma sosyolojide yeni bir gelişim basa­
magı oluştunnakla birlikte, çok da gözde büyütülmemesi gerekir. Diger bilim dallann­
daki ön kabullerde ve kavramlardaki degişme ve gelişmelerle ortaya çıkan yeni anlayış­
lar, sosyoloji için de her zaman mümkün olacaktır. Atomdan sonra kuantın bulunması fi­
zik konusunda insanın ufkunu açarak, yeni yaklaşımları getirmiştir. Sosyolojide de bu­
gün içtn toplumu ya da toplumsal grupları incelerken, onları oluşturan bireyleri, bilişsel
gelişim basamakları ve duygusal zeka katsayıları ile ilgili çizelgelerdeki yerlerine göre
degerlendirmek daha gerçekçi sonuçlara varılmasını kolaylaştıracaktır. Biraz daha aç­
mak gerekirse çogunlugu bilişsel gelişimin alt basamaklarında bulunan ve/veya duygusal
ve toplumsal zeka katsayısı belirli bir sınırın altında oldugu için toplumsal uyum sagla­
yamayan ya da sosyalleşme düzeyi düşük bireylerden oluşan bir toplumsal grubun, ço­
gunlugu üst bilişsel seviyedeki, sosyal uyumu yüksek bireylerden oluşan bir gruptan
farklı özellikler gösterecegi açıktır.
Din sosyolojisi söz konusu olunca çeşitli dinlerin ve dinsel grupların üyelerinin bilişsel,
ahlak yargısı ve toplumsal uyum düzeylerindeki farklılıkların bu grupların dogasını ö­
nemli ölçüde belirleyecegi varsayımına kolayca ulaşılabilecektir. Bu varsayım dogrulan­
dıgı ölçüde aynı dinin degişik gruplar tarafından birbirinden oldukça farklı anlaşılması
da açıklanabilir. Görece basit ve karmaşık dinleri benimseyen toplumların ve grupların
bu seçimlerinde biJişsel düzeylerinin ve sosyal zeka katsayılarının rol oynadıgı düşünü­
lebilir. "Toplumsal yapı" kavramı da, toplumsal yapı elemanları arasında karşılıklı bir u­
yum ve bagdaşırhk özelligi bulunacagını göstermektedir. 16
SONUÇ
Bir sorunun varlıgını kabul etmek ya da fark etmek çözüme giden yolun ilk ve en önemli
basamagıdır. İkinci basamak sorunun tanımlanması, üçüncü basamak. sorunun kayna­
gının belirlenmesi, dördüncü basamak çözüme yönelen yaratıcı imgeleme ve sezgi, be­
şinci basamak bu imgelerin başkalarına aktarılabilecek kadar somutlaştırılması ve soru­
nun çözümüne ışık tutabilecek önerilerin oluşturulması, altmcı basamak oluşturulan çö­
züm yolu ya da yollarının soruna uygulanması, yedinci b;ısamak sonuçların degerlendi­
rilmesi, dogrufanması, genellernelere uygun olup olmadıgının araştırılması olarak düşü­
nülürse, bütUn işlem basamaklarının bir sistemin birbirine bağlı parçaları olduğu görüle­
bilir. Sürekli bir araştırma alanı olan bilirnde ne sorunların ne de çözümlerin bitmeyece­
gi bilinen bir gerçektir. Ulaşılan her yeni sonuç, bilim insanının önüne daha geniş bir bi­
li'
Özer Ozankaya. Toplum Bilim, Genişletilmiş 9. Baskı. İstanbuL. ı 996, s. ı 76.
Bilimsel Bilgi ve İnsan
119
linmeyenler alanı açmaktadır. Bu daha geniş araştırma alanıyla karşılaşan bilim insanı i­
se, bu düzeye ulaşıncaya kadar edinmiş olduğu deneyimlerle yeni alanlar karşısında daha
güçlü, daha incelmiş, daha duyarlı yöntemlere sahip olarak yeni ufuklara açılmaya hazır
durumda bulunmaktadır. Varılan yeni bilgilerle ortaya çıkan yeni sorunlar sinerjik bir
geri besleme görüntüsü vermektedir. paha ince, daha esnek ve çok amaçlı kullanılabilen
yöntemlere ulaşabilen bilim insanı, daha önceki 'aşamalarda kullandığı bilimsel yöntem­
lerin Özelliklerinden kaynaklanan sınırlılıklara bağlı olarak varlığın, henüz aydınlatıla­
mamış olan alanlarının inceliklerine daha derinden ulaşabilecek ve daha çok ayrıntıyı
aydınlatabilecek konuma gelebilecektir. Eski yöntemlerle ancak kabaca ve yüzeysel ola­
rak incelenebilen alanlarda gerçeğin 'bütününe daha çok yaklaşabilen doğrulara ulaşıla­
bilecektir.
Burada gerçeğin bütOn doğruları içine alan, sistematik olarak çeşitli doğrular arasında
kuran, bütUn doğrular tarafından doğrutanabilen doğruların:toplamı ve aynı zaman­
da bütün doğruların ortak: noktalarını birleştiren eksenleri, bileşkeleri çap olarak kabuh
eden bir küreyi ifaçe ettiğini belirtmeliyiz. "Gerçek", kendi merkezinden geçen sonsuz'
sayıdaki "çap"ların (yani her biri gerçeğin bir veya bazı yönlerini açıklayan farklı doğ­
ruların) tOmünü içinde tutan, birleştiren, bir bütOn olarak kucaklayan ve içinde merkezle­
ri aynı olan farklı çaptaki sonsuz 'sayıda küreyi de taşıyan büyük bir "küre~'ye benzeti lir­
se burada anlatılmak istenen daha iyi anlaşılabilir.
.
bağ
Din ve toplum hakkında insanlık var olduğundan beri bir şeyler bilinmektedir. Belki de
içinde yaşadığımız bu olgular insani öylesine sarıp kuşatmıştır ki, insan bu konularda her
şeyi değilse bileçok şeyi zaten bildiğini, bilgisini yaşamında uyguladığını sanınaktadır.
Üstelik uygulamaları sonunda bilgilerinin çoğunun doğrulandığını düşünebilmektedir.
Toplum felsefesi açısından bir çok açıklamalar yapılmıştır. Var olan toplumsal yapılar
eleştiriimiş, toplumun nasıl olması gerektiği hakkında görüşler ortaya konmuştur. Bir çe­
şit halk bilgeliği diyebileceğimiz şekilde toplum hakkındaki kuşaklar boyunca kazanılan
deneyimlerin sonucu olarak, ajasözleri, özlü sözler, adetler, gelenekler, halk masalları,
Türk toplumunda Nasreddin Hoca fıkraları, başka toplumların da kendi özelliklerine gö­
re yaratılmış bilge kişi karakterlerine mal edilmiş bir sözlü edebiyat çağlar ,boyunca ku­
şaktan kuşağa aktarılmıştır. Belki bu yüzden böylesine açık seçik, yaşamın tümünün i­
çinde geçtiği bu evrenin bilimsel araştırmaya konu olabileceği uzun zaman düşünülme­
miştir bile, Böyle bir konunun bilimselolarak incelenip incelenemeyeceği, dolayısıyla
toplum bilimin bağımsız bir bHim aJanı olarak varlığı kolayca anlaşılamamıştır.
Ancak gerçekte durum farklıdır. İnsanın bu aşamadaki bilgisi, balığın içinde yaşadığı su
hakkındaki bilgisi gibidir. Başka bir deyişle bu bilinenler sistematik ve bilims~1 veriler
olmayıp kimi zaman felsefi yaklaşımlar, kimi zaman da pratik yaşamın kazandırdığı de­
neyimIerden ibarettir. Gerçekte ise insan çevresini algılama gücü oranında simgeler o­
luşturmaktadır. Bu simgelere dayanarak kendisi ile çevresi arasında bir uyum sağla­
makta ve çevresini bu uyumdan hareket ederek algllayabilmektedir. 27 Her alandaki hi­
limsel çalışmalar ilerledikçe insan, doğa, tophim've din hakkında tek tek bireylerin el
27
Celal Bali Akal... Dürkheim
yazdıgı giriş, İstanbul, ı 985,
Düşüncesi Üstüne", Toplum Bilimsel YÖntemin Kuralları'nın tercümesine
s.8.
Amme İdaresi Dergisi
120
yordamıyla
elde ettikleri yüzeysel bilgilerde,
lundugu götüşü güçlenmektedir.
aslında
gerçegin
farklı parçacıklarmm
bu­
İnsan evrimleştikçe kendisi, çevresi ve çevresiyle olan iletişimi konusunda bilgisi art­
maktadır.
Burada önemli olan insanm bilgisiyle birlikte olgunlugunun da artmakta oldu­
gtıdur. İnsan yetkinleştikçe sistematik ve yaratıcı düşünceyi daha dengeli kullanabil­
mektedir. Sistematik düşünebilmek için katt düşünce kalıplarma sıkışıp kalmak zorunda
adma gerçeklerden kopmanın yararsızlığmm bilincine
varmaktadır. "Evrimleşmiş insan bilgiye daha kolay ulaşabitmekte; bilgiyi daha kolay,
daha verimli ve daha yararlı olabilecek şekilde kullanabilmektedir. Sistematik ve yaratıcı
düşünebilme yetenegi gelişmektedir. Evrimleştikçe sahip olduğu birikimiyle aklını daha
işlevselolarak kuııanabilmektedir. Soyutlama, yaratıcı imgeleme, sezgi (imgelerne ve
sezebilmenin gücü kapsamı, derinligi ve içerigi), başka baglamda bildiklerini, incele­
mekte oldugu konu ile dogru ve işlevselolarak ilişkilendirebilme yeni çözümleme ve
bileşimler yapabilme olanakları:artmaktadır. Olay, olgu, kavram ve kavramlar arası iliş­
, kilere daha bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşabilmekte, yeni bileşimlere daha kolay ve
güvenli yollardan ulaşabilmektedir. Böylece insan ipuçlarmı daha kolayca yakalayabil­
mekte, bunlardan kapsamlı bilgilere daha çabuk ve daha güvenli bir şekilde varabil­
mektedir.
olmadıgmm; yaratıcı düşünce
Bilimsel yaklaşım konusunda yetkinleşen, bilgiyi kendi içinde özümleyebilen bilim in­
sanının bu özümIemenin yetkinligi oranmda ulaştıgı bilgiyi ifade etme biçimi de berrak­
laşmakta, yalın, akıcı, anlaşılır, sade ve güçlü bir anlatıma kavuşmakta, varılan sonuçlar
kolayca aktarılabilmektedir. Konusunu iyi bilmesi oranmda en karmaşık gerçekleri en
yalın ifadelerden oluşan güçlü bir kurgu ve dinleyeni ya da okuyanı saran kendine çeken
akıeıhkla ifade edebilmekte; dile getirmekte oldugu bilginin taşıyıcısı, aktarıcısı değil ü­
reticisi olmanm sagladıgı esneklikle en kolayanlaşılır şekilde açıklamalar 'yapabilmek­
tedir.
Geçmişte "bilinemez" olarak kabul edilen alanlar insan m evrimleşmesine paralelolarak
hızla "bilinen"ler alanına girmektedir. İnsanm kendisi ve evrimi konusundaki bilgisi art­
tıkça,
buna bagıı olarak bilimsel gelişmeler de
hızlanmaktadır.
Sonuçta bilimsel bilgiyi yaratan insandır. Bilimsel alan olarak üzerine egiJdiği alan ise
kendisi ve bir şekilde iletişimde bulunduğu çevresidir. Yorumlayıcı sosyolojik yaklaşı­
mın sözünü ettigi gibi insandan bagımsız bir dış dünya, dış gerçeklikten sÖz eİI}lek hiç
de kolay olmamaktadır. llI İnsan bilimsel bilgiyi üretirken, dış gerçeklik, somut varlık,
çevre dedigımiz olgudan edindiği izlenirne, aldıgı duyurnlara ve akIm kategorilerine,
mantıgm ilkelerine dayanmaktadır. Bu duyurnlara ve algılamalara uygun olarak kav­
ramları oluşturmakta, kavramları kuııanarak önerıneler ortaya koymaktadır. Bilimsel
yaklaşım için bkz. Kamıran Birand, Diltbey ve Rickert'te Manevi ilimierin
Temellendirilmesi, Ankara, 1954; RP. Rickman, Anlama ve Insan Bilimleri, (Çev. Mehmet Dag), Anka­
ra, 1992; tıkay Sunar, Düşün ve Toplum, Ankara, 1986; Paul Rabinow, William Sullivan (Der.), Toplum
Bilimlerinde Yorumcu Yaklaşım. (Çev. Taha Parla), İstanbul, 1990; Erol Göka, "Hermenötik Üzerine tt,
Türkiye Günlülü, Sayı 22, Bahar 1993, s. 84-94; Aytül Ka'iapoğlu, "Sosyolojidc Henneneutik Uygula­
maları", Felsefe DüiıyaıJl, Ekim 1992, Sayı 5, s. 59-70.
" LS Yorumcu
Bilimsel Bilgi ve insan
bilgilere
ulaşma çabasının
121
her düzeyinde insan göreli olarak kendinden bir
şeyler
kat­
maktadır. İnsanın algısı, insanın duygusu, insanın imgelemesi, insanın sezgisi, insanın
mantığı, İnsanın
deneyimleri, insanın oluşturduğu kavramlar, yöntemler, insanın denedi­
veya onaylamadığı. doğrular, insanın seçimleri, insanın kurduğu sistemler,
insanın kendi ürünlerinin geri beslemesi, vb. En sonunda, elde edilen bilginin doğru­
yanlış, geçerli-geçersiz, verimli-verimsiz, gerekli-gereksiz, yararlı-yararsız, vb. olduğu
konusunda son kararı veren insan.
ği, onayladığı
Peki ama kimdir bu insan? İnsan la ilgilenen bütün bilim dalları, insan'ı kendisine konu
yönüyle tanımlasa da (örneğin sosyoloji için; insan kültür oluşturan sosyal can­
lıdır. Din için; dinin inanın olan varlıktır, şeklinde basit tanımlar getirilebilir.) bir bütün
olarak insan'ın tam tanımı henüz yapılamıyor. İnsanın kendisi hakkında herkesin birleş­
tiği bir görüşün bulunmaması ve felsefedeki gelişmeler "insan"ı 20. yüzyıl için belki de
en önemli sorun haline getirmektedir.19 Çünkü insan durağan bir varlık değildir. İnsan
gelişen, çevresini geliştirebilen, değişen, çevresini değiştirebilen, toplumsal ve kültürel
çevresini yaratan bir·varIıktır. Bilimsel bilginin yaratıcısı ve sahibi olan varlıktır. Bilimin
her alanının her aşamasında ortak ekseni oluşturan varlıktır. Bütün bunlardan çıkan so­
nuç insanın kendisini çözümleyebildiği oranda gerçeğin bilgisine daha kolay ulaşabile­
edindiği
ceğidir.
İnsan'ı tanırken her insanın algılama çerçevesini oluşturanöğelerin sayısının, derinliği­
nin ve kendi aralarındaki etkileşimlerinin farklı olduğunu görürüz. Bu öğelerin kimileri­
nin dah3; baskın, kimilerinin daha çekingen olduğunun farkına varabiliriz. Örnek vermek
gerekirse, bir insanın algılama çerçevesini oluşturan ve kişide!) kişiye değişen öğeler
şunlar olabilir: Kendisi hakkındaki algısı, kalıtsal özellikleri, sağlık durumu, aldığı eği­
tim ve bu eğitimden etkilenme yoğunluğu, fiziksel ve sosyal çevresi, dünyaya bakış açı­
sı, bilişsel gelişimin 3" hangi evresinde 'olduğu, toplumda üstlendiği roller, bir ideolojiye
bağlı olup olmadığı, bağlı ise bu bağlılığın derecesi, dinsel inancının olup olmadığı, ne
tür bir inanca sahip olduğu, bu inancın dünya görüşünü etkileme yönü ve derecesi vb.
Zaman zaman bu öğelerin birbirinin alanına girmesi söz konusu olabilir. Örnek olarak
kendi bağlı bulunduğu dini en doğru din olarak gördüğü için başka dinlere inanan top­
lulukları incelerken ön yargılı davranmak gibi. Başka birörnek algılama çerçevesini o­
luşturan öğelerin kimi zaman birinin, kimi zaman bir başkasının~ öne çıkmasıyla oluşan
kararsız ve birbirini yanlışlayan tutumların oluşabilmesidir.
Ancak
insanı
çözümlemek ve onun
algılama
çerçevesini belirlemek hiç de kolay olma­
maktadır. Her şeyden önce "insan" doğada yalın ve somut olarak bulunmamaktadır. "İn­
san" bütün insanların bileşkesini ifade eden bir kavram. O halde insan'ı anlayabilmek i­
çin insanları anlamaya çalışmak uygun bir yololmalıdır. Burada tek tek ağaçları görme­
ye çalışırken ormanın bütünlüğünü gözden kaçırmamaya dikkat etmek önemlidir. Orma-,
nın bütünlüğü insanların ortak kabulleri, ortak doğruları, evrensel temel değerler ve ev­
YusufÖrnek, "Felsefede Antropoloji Gelenegi ve Takiyeuin Mengüşogıu ", YUzyıhmızda İnsan Felsefe­
'ı
si, (Haz. İoanna Kuçuradi), Ankara, 1997, s. 67.
311 Ken Wilber, TransaQdantal Sosyoloji, (Çev. Cemi! Polat), istanbuJ, 1995. s. 35, Şekil ~: Ayrıca bkz.
Abraham H. Maslow, Doruk Deneyimler, (Çev. Koray Sönmez). isianbul, 1996.
29
122
Amme İdaresi Dergisi
rensel temel ilkelerdir. 31 Doğruluk, dürüstlük, adalet, hakhdan yana olma, insanlık onuru
gibi her yer ve zamanda insanlar arasında kabul görmüş yüksek değerleri bilmek, bu de­
ğerleri araç değerlerden ve alışılan değerlerden ayırt edebilmek,32 İnsan'ı tanımayı ko­
laylaştırabilecektir. Bu ortak değerler her ne kadar bireyselolarak farklı algılansa da,
farklı tanımlansa da, farklı uygulansa da genel kabul gören değerler ve ilkelerdİr. Ortak
değerlerin içerikleri kişilere göre değişebilmektedir. Birisi için doğru olan davranış bir
başkası tarafından doğru kabul edilmeyebilmektedir. Buna karşın herkes doğru olanın
yapılması gerektiğini kabul etmektedir. Kişi bireysel yaşamında dürüst olmasa bile dü­
rüstlüğün erdemli bir davranış olduğunu kabul etmektedir. O halde doğruluk ve dürust­
lük insanların üzerinde uzlaşmaya vardıkları ortak değerlerdir. Bugünkü aşamaöa "Bir
değer ya da ilke ne kadar çok kişi tarafından kabul ediliyor, uygulaniada ne kadar çok
kişiye yarar sağbyorsa o kadar gerçeğe yakındır" ön kabulünden yola çıkılabilir. Ortak
değer ve ilkelerin çeşitli tanımlarının ortak yönlerinin birleştirilip toplumun değerlen­
dirmesine sunulması, gerçeğin anlaşılmasında yeni bir basamak oluşturacaktır. Bu ortak
değerleri ifade eden kavramların içleri genel kabul görecek şekilde doleurulmaya çalı­
şılabilir, bazı genel geçer tanımlara ulaşılabilirse, bu tanımlardan sapan tutum ve davra­
nışlar bireysel tercihler olarak kabul edilebilecektir. Bireysel tercihlerin bu çeşitlenmele­
ri de kendi aralarından kümeleştirilebilir. Bu kümelerin bir sistem içinde birleştirilmesi
ile insan tutum ve davranışları konusunda genel bir tablo oluşturulabilir. Böyle bİr tablo
örneğini Kohlberg'in ahlak gelişimi evrelerini tanımlamasında bulabilirİz. Kohlberg'e
göre altı evreyi içeren üç düzey şöyle sıralanmaktadır:
i. Gelenek öncesi düzey
1. Devre: Boyun eğme ve ceza eğilimi
2. Devre: Saf çıkarcı eğilim
II. Geleneksel düzey
3. Devre: İyi çocuk eğilimi
4. Devre: Kanun ve düzen eğilimi
III. Gelenek üstü (özerk ya da ilkeli ) düzey
5. Devre: Kontrat ve yasaya uygunluk eğilimi
6. Devre: Evrensel ahlak ilkeleri eğilimLl3
Böylece insan'ı oluşturan insanların evrimleşme tablosuna paralelolarak bilimsel yön­
tem ve bilgideki gelişmeler de daha derin bir anlam kazanacaktır.
31 Dagan Cüceıogıu, İyi Düşün Dogru Karar Ver, 12. Baskı, İstanbuL, 1995, s. 108-127. 32 Hüseyin Atay vd., İslAm Gerçegi, Ankara, 1995, s. 55-56. 33 Çigdem Kagıtçıbaşı, İnsan ve İnsanlar, 7. Baskı, İstanbuL, 1988. s. 254, çizelge 17. 
Download