Irak Kürt Hareketi / Ali Çınar Açıklama: Kürtlerin trajedisi: Ayaklanma, baskı ve zulümle kardeşlik...(biraz uzun ama faydalı bir yazı).. Kategori: Köşe Yazıları Eklenme Tarihi: 11.Nisan.2011 Geçerli Tarih: 19.Temmuz.2017, 02:47 Site: Adır Köyü URL: http://www.adirli.com/default.asp/yazar.asp?yaziID=193 Irak Kürt Hareketi Geçtiğimiz yıllarda yapılan değerlendirmelerde, 2000’li yıllardan sonra dünyada en fazla konuşulacaklar arasında Iraklı Kürtlerin olacağı söyleniyordu. Ancak bu gündemin Kürt boyutuna yönelik sosyalistlerin, özellikle de Türkiyeli sosyalist ve komünistlerin bakış açıları, ne yazık ki daha uzağımızdaki halkların özgürlük mücadelesine tanıdıkları tolerans kadar değil. Kürtlerin son iki yüz yıldır süren özgürlük mücadelesini görmezden gelenler, çok kolayca Irak Kürt hareketini ihanetçi ya da emperyalizmin kuyrukçusu ilan edebiliyorlar. Bu anlamıyla, Irak Kürdistanı’ndaki özgürlük mücadelesini son 10-15 yıldan mütevelli sayarak değerlendirmede bulunanlara, özellikle Irak Kürdistanı’nda yürütülen özgürlük mücadelesinin bir özetini sunmakta yarar var. Kürtlerin trajedisi: Ayaklanma, baskı ve zulümle kardeşlik Kürt coğrafyası ilk olarak 1639 Kasr-ı Şirin anlaşması ile ikiye bölündü. 1923’teki Lozan anlaşmasından sonra da, Kürt coğrafyası bu kez dört parçalı oldu. Kürt coğrafyasının dörde bölünmesinden sonra, İngiltere ve Fransa’nın Kürtler üzerinden yürüttüğü politika ağırlıklı olarak Irak ve Suriye’de yankısını buldu. Fransa, Suriye üzerindeki hakimiyetini uzun yıllar sürdürdü. Aynı durum İngiltere egemenliğindeki Irak’ta da yaşandı. Osmanlı’nın parçalanmasından sonra bölgedeki yeni monarşi yönetimlerini destekleyen emperyalistler, çıkarlarına engel gördükleri Kürtlerin tüm çıkışlarını bastırmakla da kendilerini yükümlü gördüler. Kürtlere yönelik geliştirilen bu politikalara karşı Kürtler sessiz kalmadı. Daha 1. Dünya Savaşı’nın resmi olarak bitirildiği ilk yıllarda, Kürtler kendi kaderlerini tayin için bölgedeki hakim güçlere karşı ayaklanmaya başladılar. 1919 yılında Irak Kürdistanı’nda ayaklanan Şeyh Mahmut Berzenci’nin direnişi, kesintisiz 1931 yılına kadar sürdü. Şeyh Mahmut Berzenci 1931 yılında tutuklandı. Berzenci sorununu çözdüğünü varsayan İngiltere, bu kez Berzenci’ye önemli bir destek veren Şeyh Ahmet Barzani’ye yöneldi. 1931’in son aylarında Barzan bölgesine yönelik saldırılarını başlatan İngiltere, Kürt kalkışmasının önünü kesmeyi, Kürt ulusal hareketinin köklerini kurutmayı amaçlıyordu. İngiltere’nin bu girişimi, etkisi neredeyse günümüze kadar süren Barzan Ayaklanması’na neden oldu. Şeyh Ahmet Barzani önderliğindeki ayaklanma, 1932 yılının ilk aylarında başladı. Şeyh Ahmet Barzani, ayaklanmanın en önemli kurumlarından birinin komutanlığına, ana karargah komutanlığına genç kardeşi Mele Mustafa Barzani’yi getirdi. Ayaklanmayı bastırmak için Irak Kürdistanı’na yönelik büyük bir hava saldırısına yönelen İngiltere, birçok Kürdün yaşamını yitirmesine, yerinden yurdundan olmasına neden oldu. Berzenci hareketinin bastırılmasından sonra lokal kalan Barzan Ayaklanması, yoğun hava saldırıları karşısında direnemedi. Şeyh Ahmet Barzani, 1932 yılının ortalarında Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldı. Ailesi ile birlikte Türkiye’ye sığınan Şeyh Ahmet Barzani, İngiltere hükümetinin isteği üzerine 1933 yılında Türk hükümeti tarafından yakalanarak Irak’a teslim edildi ve İngiltere tarafından Musul’da mecburi ikamete tabi tutuldu. Ağabeyinin teslim edilmesi üzerine Kuzey’deki aşiretlerin yanına geçerek Irak’a teslim edilme riskinden kurtulmak isteyen Mele Mustafa Barzani, bir müddet sonra ağabeyi Şeyh Ahmet’in talebi üzerine kendiliğinden Musul’a gelerek teslim oldu. 10 yılı aşan bir süre sürgün’de kalmak ve ağır şartlar altında yaşamak zorunda kalan Barzanilerin bu durumunu, Mele Mustafa Barzani daha fazla kaldıramadı. Süleymaniye’de Hêvi örgütü ile ilişki kuran Mele Mustafa, 1943 yılında sürgünde bulunduğu Süleymaniye’den firar ederek İran Kürdistanı’na geçti. Barzani’nin İran’a geçtiği dönemin bir diğer özelliği de, Kadı Muhammed önderliğindeki İran Kürt hareketinin yakaladığı gelişmedir. Mustafa Barzani, Kadı Muhammed’in kendisini koruyacağından emindir. Bölgede bulunan Sovyet subayları ile de ilişkiye giren Mustafa Barzani’nin, Sovyetler’in isteği üzerine 1945 yılına kadar yaklaşık 2 yıl boyunca, İngiliz güçlerinin eline geçmemek için İran Kürdistanı’nın Mirava köyünde saklandığı da, bilinen diğer bir bilgidir. Sovyet desteğini alan İran Kürtleri, 22 Ocak 1946’da, Mahabad kentinin Çarçıra Meydanı’nda Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan ettiler. Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin başına geçen Kadı Muhammed, önemli bir kısmı Barzanilerden oluşan ordunun başına general rütbesiyle taltif ettiği Mustafa Barzani’yi getirdi. Mele Mustafa aynı zamanda, birçok aşiretin yeni Cumhuriyet’e desteğini sağlamada da önemli bir başarı elde etti. Mustafa Barzani’nin bu dönemden çıkardığı en önemli dersin, Kürt hareketinin başarıya ulaşmasının yolunun partileşmeden geçtiğini görmesidir. 1945 yılında kurulan İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin (İ-KDP) yapılanmasını örnek alan Mele Mustafa, 16 Ağustos 1946’da, Irak Kürdistan Demokrat Partisi’ni kurdu. Mahabad’ın Yıkılışı ve Sovyetler Birliği Yılları Mahabad Kürt Cumhuriyeti, uzun ömürlü olamadı.Sovyetler’in İran hükümeti ile Azeri politikası doğrultusunda anlaşarak desteğini İran Kürt hareketinden çekmesiyle birlikte, Mahabad Kürt Cumhuriyeti, 1946 yılının sonlarına doğru daha 11 aylık iken yıkıldı. Barzani ile diğer ileri gelenlerin tüm ısrarlarına rağmen halkına yönelik bir katliama neden olacağı gerekçesiyle Mahabad’ı terk etmeyen Kadı Muhammed, yakalandıktan yaklaşık 3 ay sonra, 31 Aralık 1947’de Cumhuriyet’i ilan ettiği meydanda asılarak idam edildi. Mahabad’ın yıkılışı döneminde Mustafa Barzani teslim olmayı reddetti. O, aynı şekilde Kadı Muhammed’in de Mahabad’da kalmasını istemiyordu. Sovyetler’in geri çekilmesinden sonra onlarla anlaşma yolu kapandığı için, Barzaniler, Sovyetler’e sığınabilecek durumda da değildiler. Bu nedenle Barzanilerin büyük çoğunluğu İran’da kalmayarak Irak Kürdistanı’na dönme kararı aldılar. Kürtlerin önemli bir kısmı, Irak’a geçerek hükümete teslim olmayı kabul etmişlerdi. Mustafa Barzani Irak sınırına vardıklarında, kardeşi Şeyh Ahmet’e veda etti. Irak Kürdistanı’na geçerek bir kez daha hükümete teslim olmayacağını ve Irak zindanlarında ölmektense Sovyetler’e geçmeyi ve gerekirse yollarda çatışarak ölmeyi deneyeceği kararını bildirdi. Mustafa Barzani, bu kararıyla 12 yıl sürecek yeni bir ayrılığa doğru ilk adımı atmanın kararını da vermişti. 41 gün süren zorlu ve bir o kadar riskli bir yolculuktan sonra 60’ı aşkın şehit bahasına Sovyetler’e varan Mustafa Barzani ve peşmergeleri, ilk etapta umduklarını bulamamışlardı. Mele Mustafa, daha Azerbaycan’a varır varmaz gruptan ayrı tutuldu. Sığınma isteklerine uzun zaman yanıt verilmedi. Barzani’nin Stalin ve Bakırov’a yazdığı onlarca mektup ve rapor, yanıtsız kaldı. Barzani, Azerbaycan’a vardıktan ancak 6 ay sonra, 1947’nin sonlarına doğru Bakırov’la görüşme olanağı yakalayabildi. Bu ilk görüşmeden sonra Barzanilerin durumu eskiye nazaran nispeten iyileşti. Kamplarda Kürtçe okuma-yazma kursları açıldı. Bazı peşmergeler, Sovyet subaylarının denetiminde modern anlamda silahlı gerilla eğitimine tabi tutuldular. Ancak bir müddet sonra Bakırov, Stalin üzerindeki nüfuzunu da kullanarak, Kürtleri Mustafa Barzani aracılığıyla kendilerine bağlamayı, olmazsa Barzani ile peşmergelerini izole etmeyi; deyim yerindeyse onları siyaseten öndersiz bırakmayı tasarladı. Mele Mustafa, Bakırov’un bu yönlü taleplerini sezmişti ve kendisine yönelik tüm girişimleri reddetti. Kürtlerin ayrı bir halk olduğunu ve kendi ülkelerinin özgürlüğü için mücadele ettiğini, bu durumun sosyalizmle çelişmediğini, Sovyet sosyalistlerinin de bu anlamda kendilerine destek vermeleri gerekirken onları siyaseten bitirip yok etmeyi tasarladıklarını rapor eden Mele Mustafa, bu nedenle Stalin’le görüşmek istediğini, Bakırov’a bildirdi. Barzani, Stalin’le görüştürüleceği yalanına kanarak, Kremlin’in de isteği üzerine, peşmergelerinden koparıldı ve Aral gölü yakınlarındaki bir yerleşim biriminde birkaç komutanı ile birlikte zorunlu ikamete tabi tutuldu. Barzani’nin peşmergelerden hile ile koparılmasından sonra sığınmacı Kürtler için yeni ve zorlu bir süreç başladı. Birçok peşmerge farklı yerlere sürgün edildi. Gruplar dağıtıldı. Aralarındaki iletişim koparıldı, haberleşmeleri engellendi. Bazı peşmerge komutanları Barzani ile görüştürülecekleri vaadiyle kandırılarak, ta Semerkant’a kadar sürgüne gönderildiler. İlk açlık grevi ve Sovyetler’deki “altın” yıllar Uygulamalara tepki gösteren Kürtler, siyasal mücadele tarihlerinin ilk açlık grevini o dönem başlattılar. Birçok yere dağıtılan Kürtler, birbirlerinden tamamen habersiz açlık grevi ve benzeri protesto eylemleri yaptılar. Mustafa Barzani’nin bizzat kendisi de, mevcut durumu kabullenmeyerek benzeri protesto eylemlerine yöneldi. Kürtlere yönelik bu izolasyon 1951 yılına kadar sürdü. Sonraki yıllarda Mustafa Barzani, Kürtlerin bu dönemde yaşadığı baskı ve zulmü, İranlıların, Iraklıların, hatta İngilizlerin zulmünden bile ağır olduğunu söyleyecekti, çocuklarına. Mustafa Barzani, 1951 yılında mektupla da olsa, Moskova’ya, Kremlin’e ulaşabilmişti. Barzani’nin mektubu üzerine bir araştırma heyeti oluşturularak, sığınmacı Kürtlere yaşatılanlar incelendi. Azeri ve Özbek yetkililerin Kürtlere yönelik kötü muamele ve işkenceleri, tespit edildi. Araştırma heyetinin raporu sonrasında, Kürt sığınmacılar yeniden bir araya toplandı. Kürt sığınmacıların durumu giderek düzeliyordu. Barzani’nin Kremlin ile görüşmesi ancak Stalin’in ölümünden sonra gerçekleşti. Barzani’nin Kruşçev ile görüşmesinden sonra Sovyetler’deki Barzaniler altın dönemlerini yaşamaya başladılar. Siyasi sığınmacılıkları tescil edildi. Siyasal hiçbir çalışmalarına engel olunmadı. Barzanilerin bu konumu, 1958 yılında yeniden Irak’a geri dönünceye kadar devam etti. 1958 Darbesi ve Abdülkerim Kasım Barzani’nin Sovyetler’de bulunduğu dönemde, İngilizlerin Irak’taki hakimiyeti sürüyordu. İngilizlerin, hem Mahabad hem de Sovyet süreci nedeniyle, Barzanilere ve özellikle Mustafa Barzani’ye yönelik kini daha bir artmıştı. Bu nedenle olsa gerek, Başta Şeyh Ahmet ve kardeşleri ile çocukları olmak üzere, neredeyse Irak’taki Barzanilerin tümü hapse atılmışlardı. Barzanilerin Irak içindeki ve dışındaki sürgünü 1958 yılındaki Abdülkerim Kasım darbesine kadar sürdü. Irak’ta yönetimin değiştiği haberi, kısa zamanda Barzani’ye ulaştırıldı. Barzani için 12 yıla yakın süren mültecilik döneminin sonu da yaklaşmıştı. Sovyetler’den ayrılan Mustafa Barzani, birkaç ay Romanya, Çekoslovakya ve Mısır’da devlet ve hükümet başkanlarıyla görüşmeler yaptı. 1958 yılının Ekim ayında ise Bağdat’a geri döndü. Mustafa Barzani’nin Bağdat’a dönüşü büyük bir gösteriyle kutlandı. Araplar ve Kürtlerden oluşan on binlerce kişi, Barzani’yi karşıladılar. Barzani’yi karşılayanlar arasındaki en büyük kitleyi, Irak Komünist Partisi (IKP) üye ve taraftarları oluşturuyordu. Ancak Kürtlerin Irak’taki bu baharı da uzun sürmedi. Birçok olanak yakalanmasına rağmen, Kürtler ayrılık yanlısı tutum takınmadılar. Arapların ve Kürtlerin ortak vatanını Irak’ta birlikte oluşturmak için çabaladılar. Tüm iyi niyetlerine rağmen, Abdülkerim Kasım’ın Mısır lideri Cemal Abdülnasır’ın etkisiyle Arap milliyetçiliğine soyunması ve Kürtleri toplumdan ve yönetimden izole etmeye çalışması, Kürtler ile Bağdat’ın ilişkisinin bozulmasına neden oldu. Mısır kaynaklı Nasır milliyetçiliği, Irak’ın her tarafını sarmıştı. Bu uygulamalar sonrasında Irak’ta içinde Kürtlerinde yer aldığı Ulusal Birlik Cephesi fiilen çöktü. Kürtlerin aleyhine başlayan gelişmeler üzerine, Barzaniler bir kez daha ayaklanma kararı aldı. Bu yeni ve uzun ayaklanma kararı, 30 yıl sürecek yeni bir savaşın da başlangıcı oldu. 1961 ayaklanması ya da 30 yıl savaşı Kürtler, 1961 yılında bir kez daha Irak Kürdistanı dağlarına çekildiler. On binlerce peşmerge, Mele Mustafa Barzani’nin komutasında büyük bir partizan savaşını başlattı. Savaşın ilk yıllarında Irak Kürdistanı’nın büyük bir bölümü kurtarılmış, özellikle Irak Kürdistanı’nın dağlık Kuzey bölümü başta olmak üzere yerleşim yerlerinin önemli bir bölümü Kürtlerin denetimine geçmişti. Irak hükümetinin genel saldırılar dışında Irak Kürdistanı’nda hiç bir hakimiyeti yoktu. 1961 ayaklanmasının cephe boyutu 1971 yılının ilk aylarına kadar sürdü. Irak’ta direk devlet başkanı olmasa bile bir darbe ile yönetime gelen ve yönetimde büyük bir ağırlık oluşturan Saddam Hüseyin, 11 Mart 1971’de Kürtler adına Mustafa Barzani’nin, Araplar adına da kendisinin imzaladığı bir otonomi anlaşmasına imza attı. Kürtler ile imzalanan anlaşma sonrasında savaş bir kez daha durdu. Kürtler dağlardan inerek, kendi meclislerini kurdular ve içte tamamen bağımsız bir tutum takınarak, kendi ülkelerini kendi yasaları ile yönettiler. 1971 yılında imzalanan Otonomi Anlaşmasının sonuçları, ne yazık ki uzun sürmedi. Irak ile İran devletleri arasında 1975 yılında imzalanan “Şat-ul Arap-Cezayir Anlaşması”ndan sonra anlaşma, Saddam tarafından hukuken olmasa bile fiilen tek taraflı olarak yok sayıldı. Irak’ta Otonomi Anlaşmasının imzalandığı yıllarda ABD’nin desteğini alan Barzani’nin, hem bu desteğin geri çekilmesi hem de İran ile Fao adaları karşılığında Kürt hareketinden desteğini geri çekme konusunda anlaşan Irak hükümetine direnemeyerek geri çekildi ve İran’a sığındı. Bu durum KDP içindeki ayrışmayı hızlandırdı. 1975 yılında yaşanan bu büyük yenilgi ve geri çekilme döneminde, Mustafa Barzani, peşmergelerini bir daha dağa sürmeyeceğini söylüyordu. Yeni filizlenmeye başlayan sol hareketler bu durumu kabullenmedi. KDP dışındaki yapılar arasında bir arayış başladı. Küçük partizan grupları halinde örgütlenen sol ve sosyalist kimlikli üç Kürt örgütünün Celal Talabani’nin liderliğinde birleşerek KYB’yi (Kürdistan Yurtseverler Birliği) kurması ve 1975 yılında Irak Kürdistanı’nda silahlı mücadeleyi yeniden başlatması, bu büyük yenilgiden sonra ortaya çıkan yeni durumdur. 1975 yılındaki bu ayrışma, aynı zamanda 2000’li yılların başına kadar sürecek olan kanlı kardeş kavgalarının başlangıç tarihidir de. Aynı zeminde mücadele yürüten silahlı Kürt hareketleri, zaman zaman durgunlaşsalar bile, 2000’li yılların başlarına kadar birbirlerine de silah sıkmaktan çekinmediler. Mustafa Barzani, 1979 yılına doğru hastalanarak ABD’ye giderek orda tedavi görmeye başladı. Mustafa Barzani, 1 Mart 1979 tarihinde ABD’de tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. KDP lideri Mustafa Barzani’nin ölümünden sonra yerine büyük oğlu İdris Barzani getirildi. Bir müddet sonra İdris Barzani’nin de yaşamını yitirmesiyle, KDP’nin başına bu kez Mesut Barzani getirildi. Irak’taki Kürt hareketi giderek güç kaybediyordu. 1979 yılında başlayan İran-Irak savaşı nedeniyle, Irak Kürdistanı tam bir cehenneme dönmüştü. Peşmergelerin önemli bir bölümü İran’a sığınmışlardı; yani cephe gerisindeydiler; Avrupa’ya, mücadelesizliğe doğru büyük bir kaçış başlamıştı. Düze inen peşmerge, bir daha mücadeleye çekilemiyordu. İran’da evini barkını kuran, evlenen bir çok Kürt peşmergesi, hâlâ bile ailesiyle birlikte orada yaşamayı sürdürüyor. Dağlarda daha çok küçük gruplar halinde gezinen ve çok nadir partizan eylemlerine yönelen peşmerge birlikleri kalmıştı. Kürtler arasındaki ayrılık da, bir türlü ortadan kaldırılamıyordu. Irak Kürdistanı’ndaki dağınıklığı ortadan kaldıran en önemli etken 1988 yılında kurulan ‘Berey Kürdistan’dır. (Kürdistan Cephesi) Halepçe Katliamı’ndan sonra kurulan Cephe, daha öncekilerden farklı olarak irili ufaklı tüm Iraklı Kürt örgütlerini kapsıyordu. Az sayıda silahlı peşmergeleri olmakla birlikte ağırlıkla siyasal mücadele yöntemlerini benimseyen Cephe’nin, dolayısıyla Cephe içindeki etkin iki Kürt örgütünün önüne, 1991 yılında tarihi bir fırsat çıktı. Körfez savaşlarının getirileri Irak savaşı sonrası Saddam’ın Ortadoğu’da giderek artan etkinliğinin kendisi için ciddi bir risk olduğunu gören ABD, müttefikleriyle birlikte 1. Körfez Savaşı’nı başlattı. Arada yaşanan gelişmeleri uzun uzadıya yazmak gerekmiyor. Ancak şu kadarını hatırlatmakta yarar var: Önce Saddam’ı Kürtlerin üzerine salan daha sonra Kürt bölgesini BM (Birleşmiş Milletler) kararı ile uçuşa yasak bölge ilan ederek Kürtlerin kendi yönetimlerini kurmasına fırsat veren, ABD’nin bizzat kendisidir. Kürtlerin, Irak’taki tek örgütlü güç olmasının Saddam’a yönelik uzun vadeli bir politika izleyeceği açık olan ABD’yi böyle bir karar almaya ittiği yadsınamaz. Uzun yıllar baskı altında kalan, katliamlarla yok edilmek istenen, Kürtleri baskı altında tutan bölge devletleri başta olmak üzere ABD ile diğer emperyalist devletler arasında bir top gibi oradan buraya savrulan ve çaresizliği ayyuka çıkan Kürtlerin, ABD’nin biraz da geçmişten ders alarak ortaya çıkan ‘güven verici’ bu desteğini reddetmesi beklenemezdi. ABD’nin etkisiyle BM şemsiyesi altında korumaya alınan Iraklı Kürtler, bölge devletlerinin provokatif girişimlerine ve iki önemli Kürt örgütünün 1994 yılında yeniden başlayan ve birkaç yılı alan çatışmalarına rağmen, uzun ve zorlu bir süreçten sonra kendi kendilerini yönetebilme becerisini gösterdiler. Irak Kürdistanı’nda yadsınamaz bir alt ve üst yapının inşasına başladılar. Saddam’ı ilk Körfez Savaşı sonrasındaki 12 yıl boyunca iktidardan uzaklaştırmayan ya da uzaklaştıramayan ABD, 2003 yılında yeni bir operasyonla Saddam iktidarına son verdi. Özellikle 2. Körfez Savaşı’nda ABD’nin en önemli müttefikinin, Irak Kürdistanı’nın büyük bölümünü kendi denetimlerinde tutan Kürtler olduğu biliniyor. ABD’nin etkisiyle gelişen Körfez Savaşları sonrasında Kürt halkı açısından ortaya çıkan yeni durum ve özellikle Irak Kürtlerinin kazanımları, elbet ABD gibi katliamcı ve kanlı tarihiyle bilinen bir devletin suçlarını görmezden gelmemizi gerektirmez. Ancak şurası da bir gerçek ki, neredeyse 200 yıla yakındır süren Kürt halkının silahlı direnişinin en ciddi kazanımı Körfez Savaşları sonrasında elde edilmiştir. Irak Kürdistanı’nda ise başlangıçta Mustafa Barzani ve partisi KDP, 1970’li yıllardan sonra ise diğer Kürt partilerinin katılımıyla sancılı ve aralıklarla da olsa 1932 yılından 1991 yılına kadar süren tüm bu süreç boyunca elde edilen kazanımların ABD ile Saddam karşıtlığı temelinde buluşma sonrasında ortaya çıktığı açıktır. Irak Kürt hareketi, ABD karşıtlığı yerine tercihini ABD ile birlikte yürümekten yana koymuş ve Kürt halkının tarihi boyunca elde ettiği en ciddi kazanımlara imza atmıştır. Hiç kuşkusuz bu ilişkinin eleştirilebilir yanları vardır/olmalıdır. Ancak şu da bir gerçek ki, Emperyalizm Irak’ı kendi çıkarları paralelinde işgal etmiştir ve onları Irak’a davet edenler de, Kürtler ya da Şii Araplar ile Sünniler değil. Kürtler açısından belirgin olan bir gerçek de, yürütülen özgürlük mücadelesidir. Irak Kürdistanı’ndaki silahlı-silahsız, diplomatik-yasal mücadele, kesintilere rağmen 1. Dünya Savaşı’ndan bu yana aralıksız sürüyor. Bunca uzun ve bedeli ağır bir mücadele birikimine sahip bir halka, “özgürlük ve demokrasiyi” ABD’nin getirmesini bekleyeceğini iddia etmek, büyük bir haksızlık olsa gerek. Iraklı Kürtler, neredeyse 1. Dünya Savaşı’nın bitiminden 1991 yılına kadar aralıksız sürdürdükleri uzun erimli mücadelede 200 bine yakın şehit vermişlerdir. Hâlâ bile Irak’ın birçok bölgesinde enfallerde katledilen Iraklı Kürtlerin kemikleri vardır. Bunca uzun erimli ve bedeli ağır bir mücadeleden sonra Irak Kürdistanı güçleri, ABD işgalinin yol açtığı sonuçları Kürt hareketi lehine değerlendirebilmiş ve federal bir Kürt devleti kurma yönünde ileri adımlar atmayı başarabilmiştir.