FELSEFECİLER DERNEĞİ YÖNETİM KURULU KAMUOYUNA AÇIKLAMA Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı, Felsefe Grubu ders programlarını yeniledi. Felsefeciler Derneği olarak bu programları değerlendirmek ve bir rapor oluşturmak üzere çalışmalara başladık. Programların alan uzmanları, eğitim bilimciler ve alan öğretmenleri tarafından titizlikle ele alınması gerekiyor ancak kamuoyunda özellikle felsefe programının tartışılmaya başlanması üzerine felsefe programına yönelik yönetim kurulu olarak genel bir ön değerlendirmeyi zorunlu gördük. Ayrıntılı hazırlanacak değerlendirme raporumuz ise daha sonra TTKB’ye, üniversitelerin ilgili bölümlerine, eğitim fakültelerine, eğitimle ilgili kurum ve kuruluşlara, felsefe öğretmenlerine ve kamuoyuna iletilecektir. YENİ FELSEFE PROGRAMINA GENEL BİR BAKIŞ Her program, önemli ölçüde onu hazırlayanların, programın ilgili olduğu alana bakış tarzının ürünüdür. Bu anlamda her program belirli bir perspektif taşır. Dolayısıyla perspektiflerin sorunları bir şekilde programa da yansır. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan Felsefe Ders Programı, daha ilk bakışta, belirli bir perspektiften kaynaklanan vahim sorunlar içeriyor . Bu sorunların başında -üstelik çok önemli ve temel olduğundan- bütün programa bir şekilde sirayet etmiş olan, felsefeye sorun odaklı değil, yaklaşım ya da tarih odaklı bakılmış olması geliyor. Böyle bir sorunun ortaya çıkacağı daha programın Giriş yazısında dile getirilmiş olan “felsefe merakla başlar” şeklindeki çocuksu tespitte görülüyor. Oysa durupdururken merak etmez insan. Merak duyması için bir “soru”sunun olması lazım. Ve her soru, bir sorun karşısında sorulur. Zira “sorun” beklenmeyen, istenmeyen, giderilmesi gereken bir durum, olay ya da olgudur. “Merak” ise, tespit edilen bir sorunu çözmeye yönelik araştırmaları başlatan bilişsel bir yaşantıdır. Tam da bu nedenle belirli bir sorundan sonra, merak uyanır. Öyleyse felsefe, baştan-başa sorun odaklıdır, sorunlara dayanır: Yani felsefe sorunla başlar. ... Felsefeye yaklaşımdaki bu sıkıntı nedeniyle, program, rasgele seçilmiş konular barındıran üniteler kümesinden oluşuyor. Bu nedenle ünitelerin ilgili olduğu konular oldukça muğlak ve hatalıdır. “Neden ve niçin” soruları felsefenin ayırıcı ya da asli soruları değildir. Felsefe özsel olarak “…nedir?” (ti estin ….) sorusunu sorar. Özellikle “niçin” sorusu varlıksal planda teleolojik ve tabii ki teolojik bir ilk neden arayışının sonucu olarak ortaya çıkar. Bu nedenle, örneğin, felsefenin ne tür sorunlarla ilgilendiği, bu soruların asli özelliklerinin neler olduğu, bilimin ya da sanatın sorularından farkının ne olduğu, sorunlarını nasıl bir yaklaşımla çözmeye çalıştığı gibi ilk ünitede ele alınması gereken asıl konulara ne değinilmiş ne de göndermede bulunulmuştur. . Sorun odaklı olmadığından aynı yaklaşım, her bir ünitede karşımıza çıkıyor. Zira hiçbir ünitede söz konusu ünitenin temel sorunlarına dair bir belirleme ya da tespit yapılmamaktadır. Dolayısıyla felsefi disiplinlerin gerekliliği ve amacı ya neredeyse tamamen belirsiz kalmakta ya da satır aralarında belli-belirsiz bir biçimde görülmektedir. Sözgelimi, bilgi felsefesinin temel sorunları, filozofların neden bilgi üzerinde felsefe yapma gereği duydukları gibi konular ele alınmamaktadır. Aynı durum, ahlak felsefesi, sanat felsefesi, varlık felsefesi gibi diğer üniteler için de geçerlidir. Varlık felsefesi, din felsefesi kısımlarında konuların içeriği yazılırken, sürekli tekrarlar, felsefeye dair kavrayış eksikliği, yanlışlıklar ve yer yer ideolojik göndermeler göze çarpıyor. Bu tutum en açık biçimde din felsefesi ünitesindeki şu paragrafta karşımıza çıkıyor: “İnanan bir varlık olarak insan, akıl emanetinin taşınması ve kullanımı, Tanrının varlığı, evrenin yaratılışı, vahyin imkânı, ruhun ölümsüzlüğü gibi konuların felsefi temalar olarak nasıl tartışılabileceği gösterilmelidir.” Bu cümlede “felsefenin tanrı tarafından bize verilmiş olan ve hiçbir zaman tam olarak sahip olmadığımız/olamayacağımız, ancak bir emaneti taşır gibi sahip olabileceğimiz bir aklı ömür boyu taşıma faaliyeti olduğu” görüşü, bir önkabul olarak görülüyor; yani biz insanlar olarak, mülkiyeti tanrıya ait olan bir aklın “hamalları”ndan başka bir şey değiliz. Böylece bütün programa sinmiş olan belirli bir akıl ve insan anlayışı en net biçimde burada kendini gösteriyor. Bu ünitede sorunları felsefi bir bakışla tartışmaya açmaktan çok, bizzat bir tutumu benimsetmek sözkonusudur. Program sorun odaklı olmayınca, hangi ünitede, hangi konuların ağırlıklı olarak ele alınacağı rasgele seçildiğinden, metin seçimine de bir rasgelelik yansıyor. Sözgelimi, ahlak felsefesinde, Platon, Aristoteles, Kant gibi olmazsa olmaz önemli etikçilerin metinleri değil de, daha çok insan ve varoluş felsefesi yapan Sartre’ın metninin; sanat felsefesinde Aristoteles, Kant, Schopenhauer, Croce gibi sanat felsefesi alanında önemli eserler yazmış olan filozofların değil de, Descartes ve Plotinus gibi sanat alanından neredeyse hiç adı anılmayan filozofların metinlerinin seçilmiş olması, konuların daha çok onların metinleri bağlamında tartışmaya açılmış olması anlaşılır gibi değil. Varlık felsefesi ünitesinde, metin olarak, örneğin Aristoteles’in “varolanı varolan olarak ele alan bilim” diye nitelendirilen ilk felsefeyle (ontoloji) ilgili yerler ile çeşitli varlık tarzlarını birbirinden ayırdığı yerleri seçmek yerine, Farabi’nin ilk neden’e dair söylediklerinin seçilmesi felsefeye ilişkin (hatalı) kavrayışın sonucudur. Daha da vahim olanı, Felsefeyle Tanışma ünitesinde seçilen İmajoloji başlıklı metindir. Her şeyden önce bu konu felsefede hiç tartışılmadığı gibi yazarı hakkında da felsefe çevrelerinde de hiçbir bilgi yoktur. Kısacası ne metnin içeriği felsefede tartışılmıştır, ne de yazarın kimliği bilinmektedir. Buna rağmen sanki söz konusu metin felsefede önemli sorunları işleyen kayde değer metinmiş gibi, hiçbir araştırmaya tabi tutulmadan programa konulması programın oldukça özensiz hazırlandığını göstermektedir. İçeriğe ilişkin bu sıkıntıların yanı sıra kullanılan dil hem oldukça sorunlu, yerleşik felsefi dile oldukça uzak, hem de ideoloji yüklüdür. Bu durum programın geneline yayılmıştır. Örneğin programdaki şu ifadeler yukarıdaki tüm sorunları net bir biçimde göstermektedir. “felsefe, insanın aktif akıl yükünü düşünce küfesinde bilgi ve bilgelik yolunda hayat boyu taşıma faaliyetidir. Bu anlamda her insan, kendi çapında akıl yükünü taşımasına koşut potansiyel bir bilgi ve bilgelik yolcusudur. Öyleyse ilk olarak bilgiyi ve bilgeliği sevmek gerekir. Bu nedenle felsefe, bilgi severliktir.” Bu paragraf dil bakımından tamamen sorunludur. Sözgelimi, “aktif akıl yükü”, “düşünce küfesinde taşımak”, “... köpük bilincin hikmetli sözü yutması”, “imajoloji” gibi ifadelerden hiçbir şey anlaşılmadığı gibi içinde geçtikleri cümlenin genel anlamını da belirsiz kılıyor. Üstelik burada geçen “bilgelik”kavramı göründüğü kadarıyla ilk ünitede sık sık kullanılan “hikmet” kavramıyla aynı anlamı taşıyor ve programda dil bütünlüğünün olmadığını gösteriyor. Bu tarz bir dil, felsefi kavrayışı bozan ve öğrenciyi felsefeden uzaklaştıran bir dildir. Ayrıca bu dildeki ikirciklik, belirli bir geleneğin benimsediği dili, yerleşik felsefi dile egemen kılma arzusundan doğuyor. Sonuç olarak, Talim Terbiye Kurulu Başkanlığınca yürürlükte bulunan programı yenilemek amacıyla oluşturulan ve felsefe dersini, din kültürü ve ahlak bilgisi dersi haline ilk taslak programının, yoğun tepkiler sonucunda geri çekilmesinden sonra, bu kez de felsefi içeriğin boşaltıldığı ve belirli bir ideolojik tutumun biraz daha örtük tarzda felsefe eğitimi alanında hakim kılınmaya çalışıldığı bir programla karşı karşıyayız. Bu programla felsefe eğitimi yapmak neredeyse olanaksızdır.