Kan Kimyası Ve İlaç Tedavisi word

advertisement
KİMYADA ÖZEL KONULAR
KAN KİMYASI VE İLAÇ
TEDAVİSİ
HAZIRLAYANLAR;
MEDİNE ÇELİK
HABİBE YİĞİN
AYŞENUR BATAŞ
FATMA KAYA
TUĞÇE ŞAHİN
KADİR DEMİRCİ
KAN KİMYASI VE İLAÇ TEDAVİSİ
Medine ÇELİK, Ayşenur BATAŞ, Fatma KAYA, Habibe YİĞİN, Tuğçe ŞAHİN, KADİR DEMİRCİ
medineccelik@hotmail.com , aysenur95_384@hotmail.com , tugcesahin616@gmail.com ,
habibeyigin5824@gmail.com , fatmakaya3735@gmail.com
ÖZET
Kanımız vücudumuzda O2 , CO2, besin maddeleri, hormonlar, vitaminler, antikorlar ve atık
maddeleri taşıyan hayati bir sıvıdır. Ortalama bir insan vücudunda 5-6 lt. kan bulunmaktadır.
kanı inceleyen bilim dalına ise Hematoloji denir.
İlaçtan bahsedecek olursak; ilaç geçmişten günümüze kadar gelen ve tedavi amaçlı kullanılan
bir şifa kaynağıdır. İlaç bugünkü konumunu alana kadar birçok kez şekil değiştirmiştir, form
farklılıklarına uğramıştır. İnsanlığın varoluşundan bu yanı hep hastalıklarla mücadele amaçlı
çözüm yolları aranmıştır. Bu çözüm yolları zaman zaman bitkisel kaynaklar zaman zaman ise
büyücülerin yaptığı belirsiz iksirlerdi. Bilindiği gibi simyacılar ölümsüzlük iksirini ve felsefe
taşını ararken kimya biliminin temellerini atmıştı. Bu arayışlar ilaç bilimine de oldukça katkı
sağlamıştır. Deneme yanılma metoduyla birçok bitkinin ne işe yaradığı hangi hastalıklara
deva olduğu tespit edilmiştir. Hatta buna sadece bitkiler değil hayvanlardan elde edilmiş
kaynaklar ve farklı karışımlarda ilk dönemlerde şifa amacıyla kullanılırdı. Tabiki bu keşif
döneminde birçok zaiyat verilmiş olması kaçınılmazdır ama "FARMAKOLOJİ" yani İlaç Bilimin
var olmasını sağlamıştır ve tedavinin kaçınılmazı olan ilacın bugünki halini almasına yol
açmıştır. Geçmişten günümüze kadar gelen uzun süreçte İlaç Bilimi oldukça gelişmiş bir hal
almıştır ve şuan için ilaç formülleri ve ilaçların terimsel isimlerinin bulunduğu; ulusal ve
uluslar arası kuralları ve yöntemleri içeren resmi kitaptır.
İlaçlar farklı biçimlerde olabilir; bunları katı formda ilaçlar, sıvı formda ilaçlar ve yarı katı
formda ilaçlar şeklinde adlandırılabilir.
İlaçlarlar herkes için aynı etkilerde bulunmayabilir bu nedenle ilaç kullanımı asla kişisel
yorumlar doğrultusunda olmamalıdır. Bir doktora ya da eczacıya danışılmalıdır ilaç
tüketileceği zaman. Ayrıca ilaçların kullanımı da bireysel özelliklere göre farklılık
göstermektedir. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz; yaş farklılığı ve buna bağlı metabolizmanın
işleyişi gibi.. Yahut tek bir hastalık taşıyan bir kişi ile farklı hastalıkları bünyesinde barındıran
bir kişi için aynı ilaçlar kullanılamayabilir, vücutta doğuracağı etkiden dolayı.
İlaç Tedavisi akılcı bir şekilde olmazsa eğer şifadan ziyade sağlık üzerine ciddi tehditler
sunmaktadır. Bu nedenle akılcı ilaç kullanımı adımlarına dikkat etmek gerekmektedir.
Doktorun tavsiye ettiği kullanımın dışına kişisel yorumlar neticesinde çıkmamak
gerekmektedir.
KAN KİMYASI
KALP
KALP FONKSİYONLARI:
Kan damarları yoluyla oksijeni ve bağırsaklarda emilen besin maddelerini dokulara iletir.
Metabolizma sonucu oluşan artık maddeler ve co2’nin dokulardan uzaklaştırılmasında rol
oynar. Vücut temperatürünün düzenlenmesine katılır. Hormonların salgılandıktan sonra etki
yerlerine ulaştırılmasında yer alır. Tüm bu işlevleri yaparken kalp, kan damarlarından oluşan
sistemik dolaşımı ve pulmoner dolaşımı kullanır. Kan basıncını oluşturur. Kan sirkülâsyonunu
yönlendirir. Kalp, sistemik ve pulmoner dolaşımı birbirinden ayırır. Kanın tek yönlü akışını
sağlar. Bunda kalp kapakları büyük rol oynar. Kan gereksinimini düzenler. Metabolik ihtiyaçta
değişikliğe paralel olarak kontraksiyon gücünü ve kasılma hızını ayarlar
BÜYÜK DOLAŞIM:
Vena pulmonalislerle sol atriuma gelen arterial kan buradan sol ventriküle ulaşır. Aorta yolu
ile dokulara pompalanır. Daha sonra venöz kan olarak Vena Cavalar ile sağ atriuma gelir.
KÜÇÜK DOLAŞIM:
Sağ atriuma gelen venöz kan triküspid kapak yoluyla sağ ventriküle geçer. Arteri apulmonalis
ile akciğerlere ulaşır. Akciğerlerde gaz değişimine uğradıktan sonra vena pulmonalisler ile
arteri alkan olarak sol atriuma döner.
KALP DUVARI:
Üç tabakadan oluşur:
Epicardium:
Kalbin yüzeyini kaplayan seröz membrandır.
Myocardium:
Kalp kasılmasından sorumlu kaslardan oluşan orta tabakadır.
Endocardium:
Kalbin iç boşluğunu kaplayan en içteki tabakadır
Kalp kası sadece kalpte bulunur. Çizgilidir. Her hücre sadece tek nükleos içerir. İnterkalatdisk
ve gap-junction bulundurur. Kendiliğinden uyarılma (otomasite) özelliğine sahiptir. Aksiyon
potansiyeli uzun sürelidir ve aynı zamanda uzun refraktör periyoda sahiptir. Kontraksiyonu
Ca+2 regüle eder
KALBİN ÇALIŞMASI:
Kalp kası uyarı olmadan kendiliğinden çalışan bir kastır. Ancak kalbin çalışması otonom sinir
sistemi denen bir sistemin denetimi altındadır. Otonom sinir sisteminden sempatik sinirler
kalbin ritmik kasılma ve gevşeme hareketlerini hızlandırırken parasempatik sinirler
yavaşlatılmasını sağlar. Kalp, sürekli kasılıp gevşeyerek çalışır. Kalbin kasılmasına “sistol”,
gevşemesine “diyastol” denir. Kalpte her iki atrium ve her iki ventrikül birlikte kasılır ve
gevşer. Atriumlar ve ventriküllerin kasılıp gevşemesi kanın hareketi için itici bir güç oluşturur.
Ventriküllerin sistolünde artan basıncın etkisiyle triküspit ve mitral kapaklar kapanır. Böylece
kanın atriumlara geri dönüşü engellenir. Kalbin bir sistol ve diyastol hareketine bir kalp atışı
denir. Kalp, her kasılışında basınç yaparak atardamarlara kan pompalar. Kalp atışı yetişkin bir
insanda dakikada 60–80 ortalama 70’dir, çocuklarda bu sayı dakikada 90–140 arasındadır.
Kan, damarlarda ritmik olarak ileriye doğru gider. Kanın damarlardaki bu hareketi, nabız
dalgalarına sebep olur. Nabız, kalbin atış hızıyla aynı hızdadır. Kanın damar duvarlarına yaptığı
basınca tansiyon denir. Kalbin kasılması sırasında oluşan basınca büyük tansiyon, kalbin
dinlenmesi sırasında oluşan basınca küçük tansiyon denir. Kan basıncı, cıva basıncına göre
belirlenen standart birim ile tespit edilir. Normal bir erişkin insanda sistolik basınç (büyük
tansiyon) ortalama 120 mmhg, diyastolik basınç (küçük tansiyon) 80 mmhg olarak bilinir.
DAMARLAR;
Vücutta kanı taşıyan kanallardır ve dolaşım sistemi organlarıdır. Görevleri kanı vücudun farklı
bölümlerine taşımaktır. üç tip damar vardır;
1. Atardamarlar
2. Toplardamarlar
3. Kılcal damarlar
Atardamarlar kanı kalpten alıp vücudun farklı bölümlerine taşırken, toplardamarlar vücudun
farklı bölümlerinden kanı kalbe taşırlar. Atardamarlarda kanın akış yönü kalpten çevreye
doğrudur. Atardamarların çapları merkezden uzaklaştıkça incelir. Atardamarlar her zaman
temiz kan, toplardamarlar da kirli kan taşır. Vücuttaki en büyük damar, kanın kendisi
aracılığıyla tüm vücuda doğru pompalandığı aort atardamarıdır. Vücutta bulunan her organın
en az bir tane temiz kanı kalpten getiren ve birden fazla kirli kanı kalbe götüren damarı vardır.
KALBİN KAPAKLARI
Triküspid Kapak: Sağ atrium ve sağ ventrikül arasında bulunan üç yapraklı kapaktır.
Mitral Kapak: Sol atrium ve sol ventrikül arasında bulunan iki yapraklı kapaktır.
Aort Kapak: Sol ventrikül ve aort arasındadır.
Pulmoner kapak: Sağ ventrikül ile pulmoner arter arasındadır.
KAN:
Atardamar, toplardamar ve kılcal damarlardan oluşan damar ağının içinde dolaşan akısı
plazma ve hücrelerden meydana gelmiştir
KAN BİLİMİ = HEMATOLOJİ
KANIN GÖREVLERİ
1.SOLUNUM
Oksijenin akciğerlerden dokulara ve karbondioksitin de dokulardan akciğere taşınmasını
sağlar
2.BESLENME
Bağırsaklardan emilmiş olan gıda maddelerini hücrelere taşır
3.BOŞALTIM
Hücrelerin faaliyetleri sonucu oluşan zararlı ve artık maddeleri böbreklere akciğerlere cilde ve
bağırsaklara taşıyarak vücuttan atılmasını sağlar
4.SU DENGESİ
Doku sıvıları ile dolaşım sıvıları arasında kanın oluşturduğu etkiler üzerinden su değiş-tokuşu
ile su dengesini düzenler
Vücut ısısının dağılımı ve kontrolünü sağlar
5.VÜCUT ISISI
Vücut ısısının dağılımı ve kontrolünü sağlar
6.ONARIM
Yaralanan ve hasar gören damarlardan ortaya çıkan kan kaybını pıhtılaşma mekanizmasıyla
önler.
KAN HÜCRESİ
1) ALYUVARLAR (ERİTROSİTLER)
Alyuvar, kırmızı kan hücresi veya eritrosit, kanda en çok sayıda bulunan hücre türüdür.
Omurgalı hayvanlarda akciğer veya solungaçlardan vücut dokularına oksijen taşınmasında
başlıca araçtır. Oksijen taşıyacak hücre için en ideal şekil hücrenin yassı olmasıdır. Çünkü bu
yassı şekil hücrenin yüzey alanını artıracak ve oksijenle temasını kolaylaştıracaktır. Nitekim
alyuvar hücresinin biçimi yuvarlak ve yassı bir yastığı andırır. Bu sayede alyuvarlar mümkün
olduğunca çok oksijen atomuyla temas edebilecek bir yapıya sahiptirler. Normal koşullarda
vücutta saniyede yaklaşık 2,5 milyon alyuvar üretilir. Alyuvar sayısının dengede tutulması
vücut için hayati önem taşımaktadır. Herhangi bir nedenle örneğin vücut ısısının azalmasıyla
birlikte alyuvar sayısında artma görülmesi önemli rahatsızlıklara yol açar.
Vücut ısısı aşırı düştüğünde kan sıvısının azalmasına karşılık, alyuvar sayısı aynı kalır. Birim
hacme düşen alyuvar sayısının artması ile birlikte kanın akıcılığı azalır. Bu da damarlarda
tıkanmaya neden olur ve kalbin çalışmasını zorlar. Bu nedenle alyuvar sayısının belirli bir
dengede olması insan yaşamı için hayati bir önem taşır. Mikroskopla incelendiğinde, kanın
içinde birçok farklı hücre türü olduğu görülecektir. Kanda sayıca daha çok olan kırmızı kan
hücreleri kana rengini verir. Bu hücreler oksijenle yüklü olduğunda kanın rengi kırmızı olur.
Aksi takdirde kan pembemsi bir kahverengiye bürünür. Oksijenin taşınması ve gereken
yerlerde kullanılabilmesi için kendine has bir tasarıma sahip çok özel bir moleküle ihtiyaç
vardır. İşte bu molekül alyuvarlara dolayısıyla kana kırmızı rengini veren hemoglobin
molekülüdür. Hemoglobin birbirinden farklı iki işlev yapabilir. Hemoglobin akciğerdeki
oksijeni(O2) alırken, karbondioksiti (CO2) bırakır ve oradan kaslara geçer. bu sırada kaslar da
besinleri yakıp karbondioksit oluşturur. Hemoglobin molekülü kaslara ulaştığında öncekinin
tam tersi bir işlev görerek oksijeni bırakıp karbondioksit’i alır. Bilim adamları, 1996 yılında,
alyuvarların yapısındaki hemoglobin moleküllerinin oksijeni taşımaktan başka, yaşamsal
önem taşıyan bir diğer molekülü daha taşıdıklarını keşfettiler. Bu molekül, hemoglobin,
azot monoksit gazının yardımıyla dokuya ne kadar oksijen verileceğini denetler. Dolayısıyla,
bu gazın hemoglobin tarafından taşınması insan hayatı ve sağlığı açısından son derece
önemlidir.
100 ml kanda kadınlarda 12-16 gr, erkeklerde 14-18 gr. Hemoglobin bulunur. Bu değerler 5 gr.
düzeyine inerse, kişi sık ama yüzeysel olarak soluk alır. Böyle bir durum için “kansızlık” deyimi
kullanılır. Eğer hemoglobin 100 ml’de 3 gr. düzeyine inerse ölüm kaçınılmaz olur. Buradaki
ölümün nedeni vücudun, dolayısıyla hücrelerin oksijensiz kalmasıdır. Vücudun ya da belirli bir
dokunun oksijensiz kalması olayına “anoksi” normalden az oksijenin, dokulara ulaşması
olayına “hipoksi” denir. Yüksek yerlerde olduğu gibi, solunan havadaki oksijen azlığı nedeniyle
veya kalp yetmezliğinde olduğu gibi dokulara oksijen bırakılmasında yetersizlik nedeniyle,
doku hipoksik olmaya başladığında, kan yapıcı organlar otomatik olarak daha fazla miktarda
alyuvar üretirler. Eritrositler için demir, Folik Asit (B9), B12 vitamini çok önemlidir. Demir
eksikliğinde demir eksiliği anemisi oluşabilir. Bu durumda eritrositler normalden daha küçük
olurlar ve görevini tam başarıyla yerine getiremezler. Folik asit ve B12 vitamini eksikliğinde ise
eritrositler normalden daha büyük olur ve görevlerini yerine getiremezler bu durum
megaloblastik anemi olarak adlandırılır.
AKYUVARLAR (LÖKOSİTLER)
Kanın beyaz ve renksiz hücreleridir. Akyuvarlar mikroplara karşı vücudumuzun başlıca
koruyucusudur. Alyuvarlarda çekirdek bulunmaz. Ancak akyuvarlar çekirdeklidir ve büyün
organelleri bulunur. Çekirdekli yapısına göre akyuvarlar granüllü ve granülsüz olmak üzere
2’ye ayrılır. Lösemi vücuttaki kan üretim sistemini etkileyen kan hücrelerinin özelliklede
akyuvarların normalin üstünde çoğalması ile kendini gösteren bir kanserdir. Genetik faktörler
çevresel faktörler, mutasyonlar, tümör baskılayıcı genler, radyasyon ve bazı virüslerin sebep
olduğu düşünülmektedir.
KAN PULCUKLARI(TROMBOSİTLER)
Kan pıhtılaşmasının oluşumunda görev alan hücre parçalarına verilen isimdir. Damar
dışarısına çıktıklarında bir araya gelerek kanamanın durdurulmasında rol oynar. Başlıca
karaciğer tarafından üretilen Tromboprotein hormonu Trombosit yapımını uyarır.
PIHTILAŞMA NASIL OLUR?
Kan ve dokularda kan pıhtılaşmasını etkileyen 50’den fazla önemli madde bulunmuştur.
Bunların bazıları pıhtılaşmayı sağlar; prokoogulanlar. Diğerleri pıhtılaşmayı hibe ederler
bunlar ise; Antikogulan, kanın pıhtılaşıp pıhtılaşmaması. Bu iki grup madde arasındaki
dengeye bağlıdır. Normalde antikorlar baskındır ve kan pıhtılaşmaz; ama bir damar
zedelendiğinde hasarlaşan alandaki prokoagulanlar uyarılarak antikoagulanlar baskın hale
geçip pıhtı oluşturur. Kanda Ca+ iyon konsantrasyonunu düşüren çeşitli maddeler kanın vücut
dışında pıhtılaşasını önler. Kanda Cadeiyonize eden maddeler pıhtılaşmayı etkileyecektir.
Negatif yüklü Sitrat iyonu bu amaç için özellikle çok değerlidir. Sitrat iyonları ile kanda
kalsiyum iyonları ile birleşerek iyonize olmayan Ca azlığı da pıhtılaşmayı engeller.
PIHTILAŞMA AŞAMALARI
Vücudumuzda meydana gelen küçük bir çizik veya kesik sonucunda, derinin hemen altında
damarlarımızdan akan kan dışarı sızar. Bir süre sonra deliğin etrafındaki kan pıhtılaşmaya
başlar, yumuşak bir yapıya sahip olan fibrin ilk başta yarayı kapattıktan sonra kurumaya başlar
ve yarayı iyileşene kadar korumak için büzülerek sert bir kabuk halini alır.
İLAÇ NEDİR?
İnsanlara ya da hayvanlara bir hastalığın tedavisi, önlenmesi ya da teşhisi amacıyla verilen
maddeleri belirten genel terimdir. İlaçlar, ağrıları ya da başka rahatsız edici durumları
dindirmek, zihin ve bedenin normal dışı durumlarını düzeltmek ve denetim altında tutmak
için kullanılırlar. Bir başka deyişle ilaç; canlılarda hastalıkların tanısı, önlenmesi ve tedavisi
amacıyla kullanılan, vücut işlevlerini koruyan, değiştiren ya da düzelten kimyasal maddedir.
Doğal kaynaklardan ya da Yapay Birleşimleme (sentez) yoluyla elde edilebilir. İlaç ve
Farmakolojinin kökenleri hakkında elimizde kesin bilgi bulunmamaktadır.Tarihten önceki
dönemlerde yaşamış olan topluluklardan kalan bazı kalıntılar ve bilhassa zamanımızda
yaşayan bazı ilkel toplulukların yaşayış ve davranışlarından yararlanarak bazı sonuçlara
varmakta isek de, bunların ne ölçüde doğru olduğunu saptamak olanağına sahip değiliz..
Sanılanın aksine ilk insanlar bizim tahminlerimizden çok başka bir yaşayış şekline sahip olma
ihtimalleri yüksektir. Bununla beraber hastalığın en az insanlık kadar eski olduğunu kabul
etmekte hiç bir sakınca bulunmamaktadır. Bazı hayvan kemik fosillerinden görülen belirtilere
göre, hastalıklar ve hastalık amilleri insandan önce dünyada bulunuyordu. Bu nedenle çok
eski çağlarda da, insanların hastalıklar ile savaşta bazı yöntemlerinin bulunduğunu kabul
etmek gerekir. Bu dönemlerde de bazı şahısların diğerlerini iyi etmek için gayret sarf ettikleri
düşünülebilir. Bu ilk iyileştiricilerin Büyücü ( Afsuncu ) ler olduğu sanılmaktadır. Bunlar, hasta
kişiyi iyileştirmek için yalnız Büyü ( sihir ) den yararlanıyorlardı ve hiçbir İlaç kullanmıyorlardı.
Bu nedenle bu ilkel dönemlerde, ilaç kavramından söz edilemez. İlaçlar ile ilgili en eski bilgiler
milattan 3000 yıl kadar önce yazıldığı saptanmış olan Sümer tabletlerinde bulunur. Daha
sonraları, Mısır Papirüslerinde, Çin, Hint, Arap ve Acem yazmalarında bu konuda geniş bilgi
vardır. Diğer alanlarda olduğu gibi eczacılık sanatının da uygar insanlığın beşiği olan, Yakın
Doğu, ( Mezopotamya, Anadolu ve Mısır ) da doğduğu kabul edilmektedir. Eski çağda ilaçların
genellikle bitkisel kökenli karışımlar hazırlanması nedeniyle, bu dönemde eczacılık ilaçları
tanıma ve bunlardan basit yöntemlerle, ilaç hazırlama düzeyinde bulunuyordu.
Orta Çağda İse;
Avrupa’nın tam bir cehalet dönemi yaşadığı bu çağda, İslam ülkeleri Eskiçağ uygarlığı dönemi
bilginlerinin eserlerini koruma, kendi dillerine çevirme ve bunları anlama işlemlerini büyük
bir başarı ile yapmışlar ve bilhassa anatomi, botanik, kimya ve eczacılık alanlarında önemli
ilerlemeleri gerçekleştirmişlerdir.
Orta Çağ Avrupa’sında İlaç Tedavisi;
Bu dönemde her şey gibi hekimlik ve eczacılıkta bir kargaşa ve gerileme içinde idi. Ortaçağda
kiliselerde meydana gelen ( Manastır Tababeti ) eczacılığın yapıldığı ve ilerletildiği yegâne
kurum olmuştur. Manastırların bahçelerinde tıbbi bitkiler yetiştirilmiş, ilaçlar elde edilmiş ve
hekim rahipler ilaçlar hazırlamışlardır. Bu dönemlerde hekimler hastanın kullanacağı ilaçları
da hazırlamakla beraber, ilaçlarında hazırlandığı kök ve otları toplama işini çok önceleri terk
etmişlerdir. Bu gibi bitkisel kökleri toplayıp, kurutup, tam veya toz edilmiş halde satan bir
esnaf gurubunun daha Romalılar döneminde ortaya çıktığını görüyoruz. Rhizotome veya
Herbarii denilen bu esnaf bitkileri toplar, kurutur, drogları (kök ve otları) hazırlar ve satışa arz
ederdi. Bu esnaf Osmanlı döneminde “Kökçü” olarak tanınan esnaf karşılığıdır. Bunların
yanında “ Pigmentarii “ veya “ Seplasiari “ denilen diğer bir esnaf gurubu daha bulunuyordu.
Bunlar kendi ülkelerinde elde edilen drogların (bitkisel kök ve otlar) yanında, dış ülkelerden
gelen drog ve baharatları da dükkânlarında satıyorlardı. Bu gurup Osmanlı İmparatorluğunda
Aktarlara karşılık olan esnaftır. Roma İmparatorluğu döneminde bahsi geçen drog satıcısı
esnaf yanında bir de “pharmacopoles” denilen esnaf gurubu meydana gelmiştir. Bunlar ilkel
maddelerden ilaç hazırlayıp hastalara verirlerdi. Bu esnaf, dükkân sahipleri ( Sellularii ) veya
geziciler ( circulatores ) olmak üzere ikiye ayrılıyordu. İkinci gurubun dükkânı yoktu, sokak
sokak gezerek, bu günkü seyyar satıcılar gibi hazırladıkları ilaçları gezerek satarlardı. Altıncı
yüzyıldan itibaren hekimler ilaç hazırlama görevlerini hemen hemen terk etmişlerdir. Bu
dönemde hekimler reçete yazmaya ve pigmentariuslar da reçeteye göre ilaç hazırlamaya
başlamışlardır. Yani artık hekimler ilaç hazırlama sorumluluğunu bırakmışlar ve o zamana
kadar yalnız ilaç ilkel maddesi drogları satan kişiler reçete doğrultusunda ilaç hazırlama işini
de almışlardır. Bununla beraber bu ayrılık çok yavaş gerçekleşmiş, hekimlik ve eczacılığın
birbirinden tam olarak ayrılması için yüzyıllar geçmesi gerekmiştir. İlk hastalık iyileştiricilerin
ilaç kullanmaya başlamaları ile eczacılık mesleği doğmuş olmakla beraber, aynı şahsın hem
hekimlik ve hem de ilaç hazırlama işlemlerini yapması nedeniyle bu iki mesleğin ayrılması çok
uzun zaman almıştır. Hekimlerin ilaç yapımını terk etmelerinden bir süre sonra, birçok esnaf
gurubu ilaç hazırlama işini üstlenmiş ise de bu işi de zamanla bilhassa ( Apothicaire ) denilen
esnaf gurubu üzerine almıştır. Bunlar ilaçları hekimin reçetesine uygun olarak hazırlar ve
hastalara verirlerdi. Bu nedenle bu zümre basit bir tacir değil bir sanat erbabı olarak kabul
edilirdi. Alman imparatoru Friedrich II. ( 1211- 1250 ) nin 1230- 1240 yıllarında yayınladığı
emirnamelerin eczacılık mesleği yönünden büyük bir önemi vardır. Bu emirnameler ile
eczacılık mesleği, tıp mesleğinden belirgin bir şekilde ayrılmıştır. Paris Belediye reislerinden
Etienne Boileau'nun 1268 yılında yayınladığı ( Livre des Metiers) meslekler kitabında
Apothicaire'ler bağımsız bir meslek olarak gösterilmektedir.
Orta Çağ İslam Dünyasında İlaç Tedavisi; Bu devirde Bağdat'taki ilk halifelerin himayesi
altında, Hippocrate, Galen, Dioscorides ve diğer önemli tıp üstatlarının eserleri, yunanca
asıllarından veya Süryaniceden Arapçaya çevrilmiştir. Bu çeviriler sayesinde asılları
kaybolmuş olan birçok Grek ve Roma eseri zamanımıza kadar gelebilmiştir. Müslümanlar
tarafından ilk hastane El- Velid Bin Abdülmelik tarafından 706 yılında Dimaşk ( Şam) da
kurulmuştur. Sonradan Mısır, Suriye, Irak ve Anadolu’da birçok hastane yapılıp çalışmaya
açılmıştır. Bütün bu hastanelerin kurulma ve işletilmelerinin başlıca nedeni, fakir ve
kimsesizleri, tıbbi imkânlara kavuşturmaktır. Bunlar aynı zamanda iç hastalıkları ve göz
hastalıkları hekimleri, cerrah ve eczacıların çalıştığı birer tıp merkezleridir. Zamanla bu
konuda öğretim de yapan müesseseler haline gelmişlerdir. Lokman Hekim, İslam âleminde,
eczacıların piri sayılmaktadır. İslam tababetinin ilerlemesinde Türk kökenli hekimlerin ( İbn-i
sina, Razi gibi ) de büyük katkıları olmuştur.
Bu Dönemde İlaç Tedavisi Üzerine Çalışmış Bazı Âlimler;




Dinaveri ( Dinavari )- Abu Hanife Ahmed bin Davud ( 820 - 895 ) Dinaver İran’da
doğmuş, Basra, Küfe ve İsfahan şehirlerinde yaşanmış ansiklopedik bir âlimdir. Din,
dil, astronomi, matematik ve botanik ile ilgili 20 den fazla eseri vardır.
Abu Reyhan Biruni ( 973- 1051 ) Hive Türkmenistan’da doğup Gazne’de ölmüş olan
bir tabii ilimler bilginidir. 100 den fazla eseri bulunmaktadır.
İbn-i Sina, Abu Ali (980- 1037 ) Buhara’lı büyük âlim, filozof ve hekimdir. Batı âlemin
de “Avicenna” olarak tanınmaktadır.
Al- Gafiki, Abu Cafer Ahmed bin Muhammed ( Ölümü - 1165 ) Devrinin en büyük
eczacı ve nebatatçısıdır.
OSMANLI DÖNEMİNDE İLAÇ BİLİMİNİN GELİŞMESİNE KATKI SAĞLAYAN AKTARLAR VE
MISIR ÇARŞISI
AKTAR (ATTAR) VE MISIR ÇARŞISI
İlaçların yapılmasında kullanılan bitkisel, hayvansal ve madensel ilkel maddeleri satanlar için
kullanılan bir kelimedir.
Eski aktarlar bugün genellikle baharatçı tohumcu şekline dönüşmüştür. Dükkânlarında
bilhassa baharat, sebze ve çiçek tohumları bulunmaktadır. Bununla beraber bazıları tedavide
kullanılan drogları bulundurmaktadır. Bunlara “İnce Aktar” ismi verilmektedir.
Mısır Çarşıları ise İstanbul'un en eski kapalı çarşılarından biridir. Aktarlarıyla meşhur bu
çarşıda halen tabii ilaçlar, baharat, çiçek tohumları, nadir bitki kök ve kabukları gibi eski
geleneğine uygun ürünlerin yanı sıra; kuruyemiş, şarküteri ürünleri, değişik gıda maddeleri
satılmaktadır.
GENEL OLARAK FARMAKOLOJİ BİLİMİNİN GELİŞMESİ
Tedavi kavramı insanlığın varoluşundan bu yana gelen bir kavramdır. Şifa bulabilmek adına
bitkisel otlardan iksirlere kadar çokça yöntemlere başvurulmuştur. Daha sonra simyacıların
çalışmaları ile ilaç tedavisine katkılarda bulunmuşlardır. Zamanın ilerlemesiyle birlikte ilaç
bilimi de gelişmiştir ve daha profesyonel çalışmalar başlamıştır. Bu yoğun çalışmalar ve tıp
biliminin gelişmesiyle “FARMKOLOJİ” bilimi de gelişmiştir ve hastalıklarda tedavi yöntemi
olarak en sık başvurulan metod olmuştur.
İLAÇ İKİ KISIMDAN MEYDANA GELİR:
1) Etkin Madde (drog): Canlıda fizyolojik etki gösteren bir veya birkaç kimyasal madde
karışımıdır.
2) Taşıyıcı Madde (sıvağ): Etkin maddenin hasta tarafından kolay alınabilmesi veya iyi
doze edilebilmesi için katılan fizyolojik etkisi olmayan kimyasal maddelerdir (glukoz,
parafin, gliserin gibi).
İLAÇLAR TESİRLERİNİ VERİLİŞ YOLUNA GÖRE İKİ ŞEKİLDE GÖSTERİR
1. Lokal Tesir: İlacın tatbik edildiği bölgede meydana getirdiği tesirdir.
2. Sistemik Tesir: İlacın kana karışıp dokulara yayıldıktan sonra organizmada meydana
getirdiği etkidir.
İLAÇ KULLANIRKEN HANGİ KONULAR ÖNEMSENMELİDİR?
Kalp hastalıklarının önlenmesi veya tedavisi, kan basıncının düşürülmesi gibi hayati öneme
sahip durumlar, hekimin önerdiği ilaçların doğru ve düzenli kullanımı ile mümkündür. İlaçlar
yanlış kullanıldığında ise etkinlikleri azalır veya yan etkileri ortaya çıkar ve neticede
hastalıklar ilerler.
SIK YAPILAN HATALAR NELERDİR?
Kalp ve damar hastalıkları ve yüksek tansiyona yönelik ilaçları kullanmak, hasta
penceresinden bakıldığında hiç de kolay değildir çünkü her ilacın kullanma talimatı farklıdır
ve genellikle çok sayıdaki hapı gün içerisinde almayı unutmamak gerekir. Nitekim Türkiye’nin
de içinde bulunduğu 17 ülkede yapılan bir araştırma, kalp krizi ve inme geçiren hastaların
yarısına yakınının mutlaka alması gereken 4 ilaçtan hiçbirini almadığını, dörtte üçünün aspirin
dahi kullanmadığını göstermiştir.
NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?
1- İlaçlar kesinlikle aksatılmamalı, düzenli bir şekilde alınmalıdır. İlacın önerilen dozu ve
kullanım saatine uyulmalıdır
2- İlaç kullanırken beraberinde sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri de uygulanmalıdır. Egzersiz ve
diyetler aksatılmamalı, alkol, sigara ve dumanından uzak durulmalıdır.
3- Kalp ve damar hastalıklarına yönelik ilaçlar, birçok başka ilaçla etkileşime girebileceğinden
yeni bir ilaç kullanmadan önce hekime danışılmalıdır.
4- İlaçların besinlerle, alkol, kahve, greyfurt suyu gibi içeceklerle etkileşebileceği akılda
tutulmalıdır.
PRATİK ÖNERİLER NELER OLABİLİR?
1- Kullandığınız ilaçların isim, doz ve alınma saatlerini liste yapın.
Bu listenin, her doktor başvurusunda yanınızda olması, yeni bir ilaç başlanırken, benzer veya
etkileşime girebilecek bir ilacın reçete edilmesini önleyecektir.
2- İlaçlarınızı almayı unutmamak için bir yöntem geliştirin.
İlacı günlük bir aktivite (yemek, diş fırçalama gibi) sırasında almak, ilacın kullanım saatine
alarm kurmak veya yakınlarınızdan size hatırlatmalarını istemek, başarılı yöntemlerdendir.
3- İlaçlarınızın yedeklerini yanınızda bulundurun.
4- İlaçlarınızın olası yan etkilerini öğrenin.
İlaçlarınızın prospektüs bilgilerini okuyarak, eczacı ve hekiminizle konuşarak ilaçlarınızı
kullanırken görülebilecek yan etkileri öğrenmek çok önemlidir. Yan etkilerin birçoğu önemsiz
olmakla birlikte, hayatı tehdit edecek kadar ciddi advers olaylar da görülebilir. Konu hakkında
bilgi sahibi olursak, doktorumuza danışmamız da kolaylaşacaktır.
İlaçların hekimin önerdiği şekilde kullanılması, olası yan etkileri azaltmak için iyi bir
yöntemdir. Örneğin gastrointestinal irritasyon etkisi olan ilaçların, yemeklerle birlikte veya
sonra kullanılması; ilaç etkileşimi olan durumlarda etkileşecek ilaçları kullanmamak veya
ilaçların saatlerini ayarlamak, besin etkileşimi varsa bu besinleri dikkatli tüketmek
alınabilecek önlemlerdendir.
AYNI ANDA İKİ İLAÇ KULLANILIRSA
İlaç kullananlar pek önemsemez ama bazen aynı anda alınan başka bir ilaç, diğer ilacın
etkilerinde ciddi değişikliklere neden olabilir.
Bu duruma ilaç etkileşimi denir. Bir ilaç diğer ilacın etkisini çok artırabilir veya onun emilim,
metabolizma ve atım hızını değiştirebilir, etkisini çok azaltabilir.
Herhangi bir ilaç alırken bu ilaca başka bir ilaç ilave edilecekse, bunu mutlaka doktorunuz
yapmalı veya eczacınıza danışmalısınız. Bazen aynı anda alınan iki ilaç, benzer etkiler
oluşturur ve tedavi edici etki iki katına çıkar. Bir kişi aynı etkin maddeye sahip iki ilacı
bilmeden aynı anda kullanabilir. Daha da sıklıkla, benzer, ancak tamamen aynı olmayan iki
ilaç beraber alınır. Bazen doktorlar buna etkiyi artırmak için başvururlar. Örneğin doktorlar
kontrolü güç kan basıncı yüksekliğinde, iki yüksek tansiyonu düşüren ilacı beraber yazarlar.
Kanseri tedavi ederken doktorlar bazen daha güçlü etki elde etmek için birden fazla ilaç
uygularlar. Bu arada en büyük tehlike, farklı doktorların benzer ilaçları bilmeden
reçetelediklerinde görülür, hastalar sıklıkla ayıp olmasın diye başka bir doktora gittiklerini
gizlerler ve iki doktorun yazdığı aynı etkili ilacı, nasıl olsa farklıdır diye birlikte kullanırlar.
Bazen de bilmeden karşıt etki gösteren iki ilaç aynı anda kullanılır, bu durumda ilaçların
etkileri çarpışır. Örneğin ağrı kesici olarak alınan bazı antienflamatuar ilaçlar vücudun tuz ve
sıvı tutmasına neden olur, idrar söktürücüler ise vücuttaki tuz ve sıvının atılmasını sağlar. Bu
ilaçlar beraber alındığında etkileri çarpışır. Ağızdan alınan ilaçlar mide veya ince bağırsağın
cidarından emilir. Bazen besinler veya diğer bir ilaç, öbür ilacın emilimini azaltabilir. Örneğin
bir antibiyotik olan tetrasiklin kalsiyum veya kalsiyum içeren besinler alındıktan sonraki bir
saat içinde alınırsa, yeterli derecede emilemez ve etkisi azalır.
Belli talimatlara uyulması örneğin ilacın aç veya tok karnına alınması veya ilaç alındıktan
sonra bir süre besin alınmaması gibi önerilere uymak ilaçların etkilerinden tam yararlanmak
veya istenmeyen etkileri önlemek bakımından önemlidir.
Bir ilaç diğer bir ilacın böbrekler tarafından atılma hızını etkileyebilir. Örneğin bazı ilaçlar,
idrarın asitliğini değiştirerek diğer ilaçların atılımını etkiler. Büyük dozlarda C Vitamini de, bu
şekilde bazı ilaçların atılımında değişikliğe yol açabilir. Çoğu ilaç vücutta dolaşır; bu etkilerini
çoğunlukla belli bir organ veya sistemde gösterse de, diğer organ ve sistemleri de etkiler.
Akciğerdeki hastalık nedeniyle alınan bir ilaç, kalbi etkileyebilir. Şeker hastalığı, yüksek veya
düşük tansiyon, göz tansiyonu, prostat büyümesi, mesane rahatsızlıkları, kalp hastalıkları ve
aritmi, kan pıhtılaşmasıyla ilgili durumlar ve astım gibi hastalıklar, ilaçların etkileşimlerinden
kolay etkilenirler.
İLAÇ ETKİLEŞİMLERİ RİSKİNİ NASIL AZALTABİLİRSİNİZ?
•
•
•
•
•
•
•
Yeni bir ilaç kullanmaya başlamadan önce, doktorunuza danışın.
Aldığınız tüm ilaçların bir listesini hazırlayın ve bu listeyi doktorla düzenli olarak
görüşün.
Geçirdiğiniz tüm hastalıkların bir listesini hazırlayın ve bu listeyi doktorunuzla düzenli
olarak görüşün. Bu listeyi sık aralıklarla güncelleyin.
Bütün reçetelerinizi eczacıya götürün ve ilaçlarınız hakkında bilgi alın.
Yazılan tüm ilaçların verilme amacını ve etkilerini öğrenin.
İlaçların olası yan etkileri hakkında bilgi edinin.
İlaçların nasıl alınacağını, günün hangi saatinde alacağınızı ve diğer ilaçlarla aynı anda
alınıp alınamayacaklarını öğrenin
•
•
•
•
Aç karnına, tok karnına, yemek arası gibi ilaçların yemeklerle alınma durumunu
öğrenin ve uygulayın.
İlaçların kullanımı hakkında doktorunuza veya eczacınıza danışın, bunların başka ilaç
ve besinlerle etkileşimlerini öğrenin.
İlaç kullanırken önerilen talimatlara uyun.
İlaç kullanımıyla ilgili olabilecek herhangi bir semptom hakkında eczacı veya
doktorunuzla görüşün.
İlaçların; ilaç olduğunu hiçbir zaman unutmayın ve bunları doktorunuz veya eczacınızın
önerileri doğrultusunda kullanın ki, beklemediğiniz etkilerle karşılaşmayın.
Size büyük yararlar sağlayabilecek ilaçlarınızı, kullanma hatası nedeniyle faydasız hale, hatta
size zararlı hale getirmeyin.
AKILCI İLAÇ KULLANIMI
Akılcı İlaç Kullanımı (AİK) Nedir?
Akılcı İlaç Kullanımı, DSÖ’nün 1985 yılında Nairobi’de tanımlamış olduğu şekliyle “Kişilerin
klinik bulgularına ve bireysel özelliklerine göre uygun ilacı, uygun süre ve dozajda, en uygun
maliyetle ve kolayca sağlayabilmeleridir.”
Bir endikasyon için uygun ilaç, etkinlik, güvenlik ve maliyet kriterleri dikkate alınmışsa, akılcı
olarak seçilebilir.
Akılcı İlaç Kullanımı Neden Gereklidir?
Akılcı İlaç Kullanımı, öncelikli olarak halkın sağlığını ve toplumun çıkarını gözetir.
Tüm dünyada yanlış şekilde, gereksiz yere, etkisiz ve yüksek maliyetli ilaç kullanımı gibi
nedenlerle ilişkili olarak çok çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Tespit edilen bu sorunlar
arasında, temel ilaç listelerine veya güncel rehberlere uygun olmayan ilaçların reçetelere
yazılması; özel hasta gruplarına uygunsuz ilaç yazılması/kullanılması; gereksiz yere pahalı
ilaçların yazılması/kullanılması, gereksiz yere antibiyotik yazılması/kullanılması ya da gereksiz
yere enjeksiyon preparatı yazılması/kullanılması; hekimlerin tedavileri konusunda
hastalarına yeterli bilgileri vermemesi; yazılan reçetelerin gereken tüm doğru bilgileri
içermesine özen gösterilmemesi; eczacıların reçete karşılama, ilaç verme ve hastayı
bilgilendirme konusunda yeterli davranış sergilemesi; sağlık personelinin ilaç uygulama hatası
yapması; yanlış ilaç kullanımını kolaylaştıran ilaç üretimi ve dağıtımı kaynaklı çeşitli altyapı
sorunlarının bulunması AİK gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
AKILCI İLAÇ KULLANIMINDA NELERE DİKKAT EDİLMELİ?
Öncelikle hastanın probleminin tanımlanması, yani hekim tarafından doğru teşhisin
konulması gerekir. Buna paralel olarak, ilaçlı veya ilaçsız, etkili tedavinin tanımlanması, eğer
ilaçlı tedavi uygulanacaksa, uygun ilacın seçimi, her bir ilaç için uygun dozun ve uygulama
süresinin belirlenmesi ve uygun reçete yazılması basamakları izlenmelidir. Bu aşamada
onaylanmış, güncel tanı ve tedavi kılavuzları esas alınmalıdır.
Hekim; hastanın en son kullandığı veya kullanmakta olduğu ilaçları sorgulamalıdır.
Hasta/hasta yakını; ilacın olası yan etkileri, besin ve ilaç etkileşimleri konusunda
bilgilendirilmelidir.
Hamilelik ve emzirme dönemindeki kadınlar, çocuklar, yaşlılar, böbrek ve karaciğer
yetmezliği olanlar, ilaç alerji öyküsü olan hastalar, ilaç kullanımı konusunda daha dikkatli
davranmalıdır.
İlaçlar çocukların göremeyeceği, ulaşamayacağı yerlerde ve ambalajında saklanmalıdır.
Kesilmiş ve açılmış ambalajlar satın alınmamalıdır, son kullanma tarihi geçmiş olan ilaçlar
kesinlikle kullanılmamalıdır.
REÇETE
Doktor, diş hekimi veya veteriner tarafından yazılan, tedavi amaçlı; üzerinde ilaç isimleri
yazılı belgedir. El yazısı, bilgisayar çıktısı ve günümüzde elektronik olarak
düzenlenebilir. Eczacı tarafından işleme alınır.
REÇETE DÜZENLENMESİ
Hastanın adı, yaşı, cinsiyeti, bağlı bulunduğu sosyal güvenlik kurumu, Tc Kimlik Numarası,
düzenlenen hastane tarafından verilmiş protokol, tarih içerir.
Reçetenin gövdesi genellikle alınız manasına gelen Rx, Rp kısaltmaları ile başlar. Esas
kısmında ilaç adı veya Majistral İlaç formülü bulunur. İlaçların kullanma sıklığı belirtilir.
Çocuk hastalarda yaş ve/veya kilosu reçeteye yazılmalıdır. Yetişkin hastalarda cinsiyet
belirtilmelidir.
Reçetede mutlaka düzenleyen doktorun adı, soyadı, branşı, diploma nosu veya sicil numarası
ve ıslak imzası bulunmalıdır.
İLAÇLARIN REÇETELENME ŞEKİLLERİ







Reçetesiz satılabilen ilaçlar
Reçeteli satılan ilaçlar
Kontrole tabi ilaçlar
Kırmızı reçeteye tabi ilaçlar
Yeşil reçeteye tabi ilaçlar
Mor reçeteye Tabi ilaçlar
Turuncu reçeteye tabi ilaçlar
Kırmızı Reçete; narkotik özellikteki ilaçların kullanılması ve eczanelerden temin edilmesi için
gerekli olan reçetelerdir. Bu reçeteye tabi ilaçların reçetelenmesi,eczane tarafından verilmesi
ve kullanılması belli kurallara bağlıdır. Hangi ilaçların kırmızı reçete ile alınabileceğine Sağlık
Bakanlığı karar verir.
Yeşil Reçete ; içerisinde bağımlılık yapabilecek maddeleri bulunduran ve kullanımları,
eczaneden alınmaları belli kurallara bağlı olan ilaçlardır. Bu ilaçlar sadece ve sadece yeşil
reçete ile alınabilir ve tüm prosedürleri belli kurallara bağlıdır. Normal reçete ile alınabilmesi
mümkün olmayan ve Sağlık Bakanlığının Takip Ettiği ilaçlardır. Hangi ilaçların yeşil reçete ile
alınabileceğine yine Sağlık Bakanlığı Karar verir.
Mor Reçete; faktörler dışındaki kan ürünlerini temin edebilmek için gerekli olan reçete
türüdür. Bu gruptaki ilaçlar mutlak suretle belli bir kuralla mor reçete ile alınıp kullanılırlar.
Mor reçeteye tabi ilaçları Sağlık Bakanlığı belirlemektedir.
Mor reçete, turuncu reçete ile aynıdır sadece farkı faktör 6 dan faktör 10'a kadar olanlar
mor reçeteye yazılır. yani mor reçetenin turuncu reçeteden farkı dozu fazla olmasıdır.
Turuncu Reçete; Bazı Kan ürünlerinin temin edilmesi için gerekli olan reçete türüdür.
Hemofili hastalarının kullandıkları faktörler olarak tabir edilen ilaçlar bu reçete ile alınır ve
kullanılır.
İLAÇLARIN SAKLANMA KOŞULLARI

Günümüzde pek çok ilaç oda sıcaklığında saklanabilir.

Soğuk zincirde saklanması gereken ilaçlar. (2-8 derece)
Işık almayan ortamda saklanması gereken ilaçlar.
Kuru yerde saklanacak ilaçlar.


İLAÇLARIN SON KULLANMA TARİHİ
İlacın kalitesini belli bir tarihe kadar güvence altına alınması. Ülke koşullarına göre üretici
firma bazen hızlandırılmış deneylerle (yüksek ısı ve nem) bazen de uzun süreli denemelerle
bu tarihi belirler. Bazı ilaçların bu uzun süreli deney ler sonunda son kullanma tarihlerinde
uzaklaşma söz konusu olabilir.
İLAÇ ÇEŞİTLERİ
İlaçlar, değişik birçok formdan oluşurlar, her biri özel içeriğe sahip olan katı ve sıvı
formların her ikisi. Aşağıdaki liste ilaçların spektrumları ile tanışık olmanız için hazırlanmıştır.
Bu alanda tarif edilen ilaçların alt guruplarını çok sınırlı kullanabileceksiniz.
KATI İLAÇLAR
1. TOZ :
Doğal ve sentetik kaynaklardan elde edilen ilaçların, ezilerek toz haline getirilmiş
halleridir. Ağızdan alınanları olduğu gibi ciltteki yaralara serpme şeklinde de kullanılabilir.
2. DRAJE :
Tadı acı olan tabletlerin alınmasını kolaylaştırmak amacıyla, üzerleri koruyucu bir şeker
ya da çikolata tabakasıyla kaplanarak elde edilen ilaç şeklidir.
3. KAPSÜL :
Katı ve sıvı ilaçların silindir, yassı veya zeytin benzeri şekillerde olan jelatin koruyucular
içinde sunulduğu şekildir. Midede ya da barsakta eriyen çeşitleri vardır.
4. TABLET :
Toz halindeki ilaçların, sıkıştırılarak kesik silindir ya da yuvarlak şekillerde sunulmasıdır;
Ör: Aspirin. Tabletlerin köpüren şekillerine “efervesan”, emilen şekillerine ”pastil” ve
dilaltında eriyen şekillerine “sublingual” denilmektedir.
5. PİLÜL :
Toz şeklindeki ilaçların bal ya da koyu şurup gibi maddelerle karıştırılarak yassı veya
küçük küreler şeklinde sunulmasıdır. Çok hafif olanlara “granül”, ağır (0.05 gramdan
daha büyük) olanlara “bol” denilmektedir.
6. SUPOZİTUAR (FİTİL) :
Vucüt ısısında eriyen ve rektum yada vaginaya uygun şekillendirilmiş ilaçlardır.
7. KAŞE :
Hoşa gitmeyen tad ve kokuları nedeniyle toz şeklindeki ilaçların pirinç unu ya da
nişastadan yapılmış oval veya silindir şekilli içiçe geçen koruyucular içinde sunulan
şekilleridir; örnek: Gripin.
SIVI İLAÇLAR
1. SOLÜSYON :
İlacın etken maddesinin su, bitkisel yağ ya da başka bir eriticide eritilmesiyle
hazırlanmış şeklidir. Göz, kulak, burun damlaları bu solüsyonlara örnek verilebilir.
2. SUSPANSIYON :
Katı haldeki ilaçların bir sıvı içinde tam çözünmeden (minik parçacıklar halinde)
bulunduğu sıvı ilaçlardır. Çöküntü yaptığından, kullanılmadan önce mutlaka
çalkalanmalıdırlar.
3. TENTÜR :
Bitkisel ve hayvansal kaynaklı ilaçların, alkol ya da eterdeki çözeltisidir.
4. EXTRACT (EKSTRE) :
Bitkisel maddelerin su, alkol ve eter gibi sonradan uçurulabilen bir ya da birkaç eritici
ile karıştırılıp sonra eriticinin uçurulmasıyla elde edilen ilaç şekilleridir.
5. ŞURUP :
Yüksek miktarda (% 60 dan fazla) şeker içeren sıvı ilaç şekilleridir. Fazla şekerli
olduklarından içerisinde bakteri ve mantarlar üreyemez.
6. POSYON :
Şeker oranı düşük ve kaşıkla içmeye elverişli sıvı ilaç şeklidir. İçerisinde bakteri ve
mantar üreyebileceğinden 4-5 dozluk hazırlanmaktadırlar.
7. LOSYON :
Deriyi korumak ya da ağrı gidermek için cilde uygulanan solüsyon, süspansiyon ya da
emülsiyon şeklindeki ilaçlardır. (Emülsiyon: Bir sıvı (genellikle yağ) diğer bir
sıvı(genellikle su) içinde ufak moleküller şeklinde dağılıp, kolloidal bir karışım
oluşturuyorsa bu sıvıya denir.
8. ELİKSİR / İKSİR :
Etkin madde ile birlikte su, alkol, şeker vekoku veren maddeler içeren sıvı ilaç
şeklidir.
9. MİLK (SÜT) :
Erimeyen ilacın sulu süspansiyonudur. Örneğin; Magnesia Milk.
10. AEROSOL :
Özel eriticiler içinde hazırlanan ve solunum yoluyla kullanılan ilaç şekilleridir.
YARI KATI İLAÇLAR
1. OINTMENT(MERHEM / POMAT) :
Vücuda dışarıdan (cilde ve mukozaya) uygulanan; tereyağ kıvamında vazelin, lanolin,
domuz yağıvb katkı maddeleriyle hazırlanan yarı katı ilaçlardır.
1. TRANSDERMAL TERAPÖTİK SİSTEM (TTS) :
Etken maddenin yapışkan bir yüzeye emdirildikten sonra tedavi amacıyla deriye
(göğüs veya kulak arkasına) yapıştırılarak uzun sürede emiliminin sağlandığı ilaç
şeklidir.
2. YAKILAR : Cilde yapıştırılan katı veya yarı katı ilaç şekilleridir
İLACIN ETKİSİNİ ETKİLEYEN HASTA İLE İLGİLİ FAKTÖRLER
1) YAŞ :
Değişik yaştaki hastaların aynı ilaca değişik tepkiler verebilirler. Örneğin yaşlılar, ilacın
etkisine daha duyarlıdırlar; bu nedenle genç hastalara göre daha düşük dozlarda ilaç
vermek gerekir. Bazı ilaçlar değişik yaş gruplarında değişik etkilere sahiptirler.
Örneğin Barbituratlar, yetişkinlerin çoğunda yatıştırıcı etkiye neden olurken,
yaşlılarda tamamen ters etkiye yol açarak heyecan ya da sıkıntı yaratabilirler.
2) AĞIRLIK :
İlaçların çoğu erişkin ortalamalarına göre hazırlanır; bu da genellikle 70 kg ağırlığında
olan bir kişidir. Bununla birlikte bu ilaç dozu vucudun herkese uymayabilir.
Şöyle ki kişi 48 kg ya da 136 kg ise doz çok veya az gelecektir. Bu sebepten dolayı,
bazı ilaç dozları hastanın ağırlığına göre verilir (mg/kg gibi).
3) HASTALARIN SAĞLIK DURUMU :
Hastaların sağlık durumları da ilaca karşı olan tepkilerini etkileyecektir. Eğer
böbrekleri çalışmıyorsa; böbrekten atılan bir ilaç söz konusu olduğunda ilaç vücutta
birikerek, toksik (zehir) etkisi yapacaktır.
4) BİREYSEL FARKLILIK (INDIVIDUAL VARIATION) :
Bir kişi için tedavi edici olan doz diğerleri için aynı etkiye sahip olamayabilir. Bunun
nedeni kişisel farklılıktır.
EMİLİM HIZI
•
İlaçların emilim hızı ilacın veriliş yöntemiyle ilgilidir.
•
Damar içine ilaç uygulandığında ilacın kana karışması çok hızlıdır.
•
Endotrakeal tüpten verildiğinde solunum mukozasından emilim damar yoluna yakın
bir hızdadır.
•
Rektum gibi mukoza yüzeylerinden de emilim çok hızlıdır.
•
Kas içine ilaç verildiğinde emilim daha yavaştır.
•
Aynı şekilde deri altına ilaç uygulandığında da ilacın kana karışması zaman aldığından
emilim de yavaştır.
•
Oral ilaç alımında ise ilacın kana karışması diğer yöntemlere göre daha yavaştır.
•
İlacın kana karışımının en yavaş olduğu yol deri yoludur.
<<<< EMİLİM HIZLARI >>>>
DERİDEN
DEĞİŞKEN
AĞIZDAN
30 - 90 DAKIKA
REKTAL
5 - 30 DAKIKA
CİLT ALTI
15 - 30 DAKİKA
KASİÇİ
10 - 20 DAKİKA
DİLALTI –TABLET
3 – 5 DAKİKA
DİLALTI – ENJEKSİYON
3 DAKİKA
İNHALASYON – SOLUNUM
3 DAKİKA
ENDOTRAKEAL
3 DAKİKA
DAMAR YOLU
30-60 SANIYE
KALP İÇİNE
15 SANIYE
İLAÇ VERME YOLLARI
 İlacın istenen etkilerini gösterebilmesi için öncelikle canlıya uygulanması, uygulandığı
yerden emilmesi ve etkileyeceği yerde yeterli yoğunlukta bulunması gerekir.
 İlaç uygulama yolu; ilacın özellikleri, kullanım amacı ve hastanın durumuna göre
değişir. İlaç uygulamalarında en çok enteral ve parenteral yollar tercih edilir.
 İlaçların uygulanması, elde edilecek etkiye göre lokal ve sistemik uygulama yolları
olarak gruplandırılır.
A. LOKAL UYGULAMA
BAZI LOKAL YOLLAR
FARMASÖTİK ŞEKİL
Epidermal (cilt üzeri)
Merhem, pomad, krem, losyon, pudra,
sabun, solüsyon vb.
Kolir (oftalmik damla) ve oftalmik damla
Nazal (burun) damla ve nazal sprey
Vajinal ovül (süpozituvar), vajinal tablet,
merhem, jel, köpük
Pastil, solüsyon, gargara vb.
Merhem, süpozituvar, enema
Lavman
Otik (kulak) damlası (solüsyon,
süspansiyon)
Konjonktiva kesesi
İntranazal
İntravajinal
Bukal (agız içine)
Rektal
Kolon
Dış kulak yolu
 Lokal uygulama ilacın belli bir bölgeye etki etmesi amacıyla kullanılır.
 Doğrudan doğruya ağız mukozasına, deriye, mukozaya ya da enjektörle eklem,
periton gibi bölgelere uygulanır. Örneğin antialerjik losyonlar kaşıntıyı gidermek
üzere deriye uygulanır.
LOKAL UYGULAMA
1. Topikal (cilt üzerine, epidermal) Yolla:
Cilt hastalıklarında pomad, krem, pudra, solüsyon gibi farmasötik Şekillerdeki ilaçların cilt
yüzeyine sürülerek uygulanmasıdır.
2. Cilt İçine (intrakutan):
Deri testleri için 0,1 ml. den fazla olmayan sıvı ilacın cilt içine enjekte edilmesidir.
3. Ağız içine (bukal) Verilmesi:
Ağız boşluğundaki yangı, iltihaplanma durumlarında ilacın ağız mukozasından
emilmesidir. Gargara, pastil bu yolla kullanılır. İlacın bu yolla emilimi ağızdan yutularak
alınan ilaçlara göre daha hızlıdır.
4. İntranazal (burun boşluğu içine) Yol:
Toz, solüsyon (burun damlası) veya sprey şeklindeki preparatların burun boşluğuna
uygulanmasıdır. Halusinojenler ve vazopressin bu yolla kullanılır.
5. Konjonktiva Üzerine Verilmesi:
Solüsyon, pomad veya süspansiyon şeklindeki preparatlar göz ve göz kapaklarına ait
enfeksiyon tedavisinde veya midriazis ve miyozis yapmak için kullanılır.
6. Dış Kulağa Verilmesi:
Kulak damlası ve pomat şeklindeki preparatlar kulak mukozasının yüzeysel hastalıklarının
tedavisinde uygulanır.
7. İntravajinal (vajina içine) Yol:
Jel, ovul, köpük ve vajinal tablet şeklindeki ilaçların vajina içine uygulanmasıdır.
8. İntrauterin (uterus içine) Yol:
Sezaryenden sonra uterusun büzülerek toplanması ve kanamayı azaltmak için yapılan
uygulamadır. Örneğin oksitosin hormonu enjekte edilebilir.
9. İntraartiküler (eklem içine) Yol:
Eklem hastalıklarında ilacın enjeksiyon yolu ile eklem içine verilmesidir.
10. İntraplevral (plevra zarları içine=torasentez) Yol:
Plevra zarları arasına ilaç verilmesidir.
11. İntraperitoneal (periton içine) Yol:
Periton içine ilacın enjekte edilmesidir.
12. İntratekal (omurilik sıvısı içine) Yol:
Bu uygulama 3.-4. lomber vertebralar arasındaki subaraknoid aralığa kalın ve uzun bir
iğne ile girilerek yapılır. Enjekte edilecek ilaç solüsyonu kadar serebrospinal sıvı dışarıya
alınır sonra enjeksiyon yapılır. Bu yol bazı hastalıkların teşhisinde, tedavisinde ve lokal
anestezi oluşturmak amacıyla kullanılır.
13. İntrakardiyak (kalp içine) Yol:
Acil durumlarda myokard veya kalp ameliyatlarında kalp boşluklarından birisi içine ilacın
enjekte edilmesidir.
14. Rektum Ve Kolon İçine Verilmesi:
Hemoroidde lokal etki; bebeklerin bazı hastalıklarında ağızdan ilaç verilemediğinde
sistemik etki elde etmek için bu yol kullanılır.
B. SİSTEMİK UYGULAMA
 İlaç herhangi bir yolla vücuda alındıktan sonra kana geçerek etki edeceği yere gider.
Sistemik etkide birçok organ etkilenir, üstelik bir organa olan etkisi diğer organa göre
daha fazla olabilir.
 Sistemik etki oluşturmak için ilaçların verildiği başlıca 4 yol vardır. Bu yollar; enteral,
parenteral, inhalasyon ve transdermaldir.
I.
ENTERAL (SİNDİRİM KANALINDAN) YOL
1. Ağız Yoluyla (oral) İlaç Verilmesi: İlacın ağızdan içilerek, yutularak veya emilerek
alınmasıdır. Oral yol ilaç alımının en çok uygulandığı yoldur.
2. Dilaltı (sublingual) Yolla İlaç Verilmesi: İlacın dilaltına konulup yutulmadan ağız
mukozasından emilerek alınmasıdır. Örnek: isoprenalin astmadaki bronkospazmı
kaldırmak için kullanılır.
3. Rektal Yolla İlaç Verilmesi: Sık kullanılan bir yol değildir. Ağızdan ilaç alamayanlarda,
damar yolunun kullanılamadığı durumlarda ve çocuklarda tercih edilen bir yoldur.
II.
PARENTERAL (ENJEKSİYON YOLU) YOL
İlaçların enteral yolla verilmesinin uygun olmadığı veya çabuk etki etmesinin istendiği
durumlarda, ilacın damar ya da doku içine enjeksiyon yolu ile uygulanması tercih edilir.
Parenteral uygulanan ilaçların biyoyararlanımları genellikle tamdır (%100‟dür). Parenteral
ilaç preparatlarının steril, vücut ph‟ine eşit (7.4) veya buna yakın, tercihen izotonik ve
apirojen olmaları gerekir.
PARENTERAL UYGULAMA NEDENLERİ;






Sindirim sisteminden emilimi olmayan ilaçlar,
Sindirim sisteminde parçalanan ilaçlar,
İlacın çabuk tesir etmesi gereken durumlar,
Hastanın bilinçsiz olması,
Hastanın ilaç yutamaması,
Bulantı, kusma, ishal gibi durumlarda tercih edilir.
1. DAMAR İÇİ ENJEKSİYON:
 İntravenöz Enjeksiyon (İ.V.= Ven içi): Bu yolla yalnız suda eriyen veya su ile
karışabilen ilaçlar verilebilir.
 İntraarteriyel Enjeksiyon: İlacın belirli bir organı etkilemesi istenilen
durumlarda kullanılır. Örneğin radyolojik tetkikler için radyoopak maddeler bu
yolla verilir (anjiografi).
2. CİLT ALTINA ENJEKSİYON (S.C.= Subkutan):
 Genellikle humerus veya femur bölgesinin dış yüzüne (<2ml) ilaç uygulanır.
Uygulanan solüsyonlar bu bölgelerde gevşek yağ dokusu içine yayılıp absorbe
olur. Bazı ilaçlar sıkıştırılmış tablet (pelet) şeklinde cilde ufak bir insizyon
yapmak suretiyle cilt altına yerleştirilir, buna pelet implatasyonu denir.
3. KAS İÇİ ENJEKSİYON (İ.M. =İntramusküler enjeksiyon):
 Genellikle gluteal veya deltoid kaslar içine uygulanır. Etki 10–30 dakika içinde
başlar.
4. KEMİK İLİĞİ İÇİNE ENJEKSİYON:
 Bebeklerde venlerin küçük olması; yetişkinlerde venlerin büzülmesi veya kalın
bir yağ dokusu içinde gömülmüş olması durumlarında kullanılır.
5. İNHALASYON YOLU:
 Gaz veya buhar halindeki lipofilik (yağda çözünen) ilaçlar, solunum yoluyla
alveol membranını aşıp genel kan dolaşımına geçer. İnhalasyon yoluyla
aerosoller ve genel anestezik ilaçlar (azot protoksit,haloton vb.) kullanılır.
6. TRANSDERMAL YOL:
 İlacın, özel bir farmasötik şekil içinde ciltten absorbe edilerek dolaşıma
girmesini sağlamak amacıyla cilt üzerine uygulanmasıdır. Örneğin
nitrogliserin, testosteron, estradiol gibi ilaçlar bu yolla kullanılır.
KAYNAKÇA
•
http://slideplayer.biz.tr/slide/3275373/
•
http://www.acilveilkyardim.com/acilbakim/ilacbilgisi.htm
•
http://www.enpratikkadin.com/makale/259/ilaclarin-uygulanmasi-dagilimi-vevucuttan-atilimi.htm
•
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0la%C3%A7
•
Kayalp SO. Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbi Farmakoloji, Ankara
•
Orer, H. S. (2008a). Akılcı farmakoterapi neden gereklidir? In D. Arman & M. O.
Güç (Eds.), Akılcı Farmakoterapi (pp. 20-31). Ankara: Bilimsel Tıp Kitapevi
•
Orer, H. S., & Kayaalp, S. O. (2009). Diüretik İlaçlar. In S. O. Kayaalp (Ed.), Rasyonel
Tedavi Yönünden Tıbbi Farmakoloji (12 ed., pp. 537-561). Ankara: Pelikan
Yayıncılık
•
kisi.deu.edu.tr/bulent.cavas/ders/bok8.ppt
Download