Oy Vermek Şirktir Diyen Mezhepsizlerin İç Yüzü! Açıklama: Oy Vermek Şirktir Diyen Mezhepsizlerin İç Yüzü! (Vehhabi - Selefi - Darül Harpçi) Kategori: SELEFİLİK-VEHABİLİK Eklenme Tarihi: 09 Kasım 2015 Geçerli Tarih: 19 Temmuz 2017, 03:46 Site: Reddiyeler.com - Ehli sünnet itikadı üzerine site URL: http://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=286 İslam'ın dışındaki bütün beşeri sistemler eksiktir! İnsanlar, daha iyi ve adil bir yaşam için koydukları bir yönetim sisteminin arıza çıkaran herhangi bir yerini onarsalar bile, sistem muhakkak başka bir yerden hata verir. Çünkü insan hata yapar. Doğru bilgiyi, deneme - yanılma yöntemiyle elde eder. O Allah ise, yanılmayan ezelî ve ebedî ilmiyle, İslam denilen bu kusursuz ve adil sistemi bize beğenmiştir. Tam bu noktada çokça sorulan, 'Neden bizim için en iyisini Allah bilir?' sorusunu başka bir soruyla cevapliyim; Elimdeki bu Iphonu ben mi daha iyi bilirim, yoksa bunu yapan Steve Jobs mu? Bu telefon nasıl yapıldı? Kaç gizli özelliği vardır? Şarjı hangi durumlarda daha hızlı tükenir? Bu telefon için en zararlı olan şeyler nelerdir? Kaç parçadan müteşekkildir? Bu gibi yüzlerce sorunun en güzel cevabını, bu makinayı yüzlerce parçadan toplayıp birleştiren kişi verebilir. Çünkü bu makinayı o yapmıştır. İnsan denilen bu kompleks makinayı en iyi bilen zât ise, onu yapan Allah Teâla'dır. İhtiyaçlarını, gerekliliklerini, sakınması gereken ve yapması gereken şeyleri en iyi O yaratıcı bilir. Hal böyleyken, bizi bizden daha iyi bilen O yaratıcı, nasıl yaşamamız gerektiğini bize beyan ettiyse öyle yaşamak, aklını derinlemesine kullananların tercih edeceği bir seçimdir. Peki, O'nun hükümlerinin tam manasıyla yaşanmadığı bir yerde müslümanın tavrı ne olmalıdır? O Allah, bize ahirette, 'Neden bu laikliği kaldırmadınız?' diye sormaz. Ama, 'Neden İslamı yaşamadınız?' diye sorar. "Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ..." diyor Kur'an. "Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez..." (Bakara 286) Burda yapacağımız tek şey, halkı bilinçlendirmek ve bize tevâtüren, nakil yoluyla gelen bu kusursuz dini onlara öğretmektir. Kalpleri çevirmek ise, ancak Allah'ın kudretindedir. Durum böyleyken, ülkemizde bazı adamlar türemiş, 'Burası dâr-ül harptir(!)' diyor ve bankadan faiz yiyor. Devletin yaptığı sınava girip ehliyet alanlara dahi müşrik damgası basıyorlar! İlmi yetersizliklerinden dolayı Kurân'a bir bütün olarak bakamadıkları için, şu iki ayeti slogan haline getirerek önlerine gelene kafir damgası basıyorlar ve aşağıda zikrettiğim diğer ayetlerin hükmünü inkar etmiş oluyorlar; “...Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanlardır.” (Mâide 44) “...Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalim olanlardır.” (Mâide 45) İyi bilin ki, şu cennet vatanımızda, 'Bu ülke dâr-ül harptir, cuma kılınmaz!', 'Maaşlı imamın arkasında namaz kılarsan kabul olmaz!', 'Oy vermek şirktir!' hezeyanları buyuran ne kadar adam varsa İngiliz ajanıdır. Ülkeyi bölmek, kargaşa çıkarmak, kardeşi kardeşe kırdırmak istiyor ve buranın bir Suriye ya da Mısır gibi kan gölüne dönmesi için fitne tohumları ekiyor. 'Bu ülke müşriktir!' diyor, ama bu devletin ambulansını çağırıyor, bu devletin aciline koşuyor ve bu devletten emekli maaşı alıyor! Bu ne tenakuz? Allah Teala hazretleri, kitabımız Kur'an da, kıssaların en güzeli olan Yusuf suresinde, güzel Peygamberinin şöyle dediğini bildiriyor; “Yûsuf, 'Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve bilgili bir kişiyim' dedi.” (Yusuf 55) Dikkat edin, Yusuf aleyhisselamın görev almak istediği yer, resmi ilahı 'Amon Ra' olan ve putlara tapınan bir şirk devleti. Şimdi, bu hainlere göre, şirk devletinde görev almak isteyen Yusuf Peygamber de müşrik mi oldu? Halbuki bu Vehhabilerin şirkle itham ettiği ülkemizde beş vakit ezanlar okunuyor, cuma namazları kılınıyor, Hacc kuraları çekiliyor ve devletin maaşını verdiği imamlar, ölen her müslüman için cenaze namazı kıldırıyor. Bu ibadetlerin resmi elden yapıldığı bir devlete şirk devleti demek, cahillerin değil, olsa olsa hainlerin yaftasıdır. Bakın Rabbimiz sonraki ayette ne buyuruyor: “Böylece Yûsuf’a, dilediği yerde oturmak üzere ülkede imkan ve iktidar verdik. Biz rahmetimizi istediğimize veririz ve iyi davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.”(Yusuf 56) Dikkat buyrun! Bu ayette Allah Teâla, Yusuf aleyhisselamın şirk yönetiminde iktidar sahibi olmasını, bir'rahmet' olarak nitelendiriyor. Bir Peygamber ile misal verilen bu ayetlerle sabittir ki, bir kişi şirk düzeninde bile yönetimde olsa, o kişi müşrik olarak vasıflanamaz. Burda sorulması gereken sorular şunlardır: 1) Putlara tapınılan bir şirk düzeninde yönetici olmak isteyen Yusuf Nebî müşrik mi oldu? (Evet dersen yumruğu yersin!) 2) Yusuf aleyhisselam’ın şirk düzeninde yönetici olması O’nu bir müşrik yapmıyorsa, bu zamanda, halkı Müslüman olan bir ülkede yönetici olmak kişiyi neden müşrik yapsın? 3) Bu Peygamberin, o düzende yönetimde olması şirk değil ise, tekrar yönetime gelmek istediğinde ona oy vermek ve desteklemek neden şirk olsun? Hiçkimse, Yusuf aleyhisselam’ın, bir şirk düzeninde görev aldığı halde o düzeni benimsediğini iddia edemez. O Peygamber de, içinin kabul etmediği bu düzende, Allah’ın hükümlerini ve kanunlarını uygulamaya çalışmış, Allah’ın dinini bu vasıta ile yaymaya gayret etmiş ve sonuçta Mısır, putları terkederek, Yusuf'un Allah'ına yönelip müslüman olmuştur. Olaya yine Kur'andan bir başka delil getirelim; Kitabımızda, Mü'min suresinin 26. ayetinde, Firavun’un Hazreti Musa peygamberi öldürme teşebbüsünden söz ediliyor. Elinde hiç bir maddi güç ve kuvvet bulunmayan Musa Nebi,“Ben, âhirete, hesap gününe inanmayan her kibirli ve zorbadan, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a sığınırım” (Mümin 27) diyerek, Firavun ve taraftarlarını mutlak gelecek bir hesap gününde zalimlerin sorgulanacağına ve şiddetli ceza göreceklerine dikkat çekiyor. Bundan sonraki ayetlerde, bu manzara karşısında daha fazla dayanamayan Firavun'un yönetici kadrosundaki gizli bir mü'min sahneye çıkıyor ve Firavun ile taraftarlarının Hazreti Musa’yı öldürmemeleri için çaba gösteriyor ve mantikî gerekçeler sunarak şöyle diyor: “Ne o, siz bir insan “Rabbim Allah’tır!” dedi diye kalkıp onu öldürecek misiniz? Halbuki o Rabbiniz tarafından açık belgeler ve mûcizeler de getirdi. Eğer yalan söylüyorsa, yalanı zaten kendi aleyhinedir. Ama şayet doğru söylemişse, en azından onun sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şu bir gerçektir ki Allah haddi aşan, yalancı kimseleri iflah etmez.” (Mü'min 28) Şimdi Kur'anı bilmeyen inkarcılara bir iki soru soralım; 1) Ben ilahım diyen Firavunun atadığı yöneticilerden biri olan ve Musa aleyhisselamı savunan bu gizli mü'min, şirk devletinde yönetici olduğu için ve 'ben Allah'ım' diyen Firavun'dan emir aldığı için müşrik mi olmuştur? 2) Kanla ve imanla yoğrulmuş olan vatanımızda, hangi yönetici ben Allah'ım demişte bizim haberimiz yok? 3) Allah düşmanı Firavun'un ilahlık iddiasına ses çıkarmayıp imanını gizleyen ve devlet vazifelerini yerine getiren adam müşrik olmamışta, oy kullanan bizler mi müşrik oluyoruz?(!) Bir delil de, Kur'ânın kendisine indiği Peygamberden, Muhammed Mustafa'dan verelim; (Övgüler ve selam üstüne olsun!) Allah Resulüne peygamberlik gelmeden önce, Efendimiz'in de içinde yer aldığı, adaletin icrası için kurulan 'Bahadırlık teşkilatı' diye adlandırılan 'Hılful fudul' denilen bir teşkilat kuruldu. Bu teşkilat mensupları, haksızlığa uğrayanların yardımına koşmaya yemin etmişlerdi. Mekke’de ister yerli, ister yabancı olsun bir şahıs haksızlığa mı uğruyor, onun yardımına koşulacaktı. Bu teşkilata mensup olan kıymetli Peygamberimize, daha sonraki tarihlerde 'Hılful Fudul' teşkilatından bahsettiklerinde, “Eğer bir kimse tarafından bugün bile öyle bir cemiyetin kuruluşu için davet edilsem, davete hemen icabet ederim.” buyurmuştur. (İbn-i Hişam) Sorular geliyor; 1) Puta tapan müşriklerin liderlik ettiği bir yönetimde vazife alan son Peygamber, ömrünün bir döneminde bunu yaparak Allah'a şirk mi koşmuştur?(!) 2) Başka sorum yok! Dilerseniz konuya, Kur'ânı en iyi bilen kişinin, yani Peygamberimiz Muhammed aleyhisselatü vesselam'ın sözleriyle devam edelim; Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Üç kişi yolculuğa çıkarlarsa, aralarından birini başkan seçsinler!” (Ebû Dâvûd, Cihâd 80) Güzel dinimiz, gönül yurdunda şirki, küfrü ve nifakı istemediği gibi, toplum hayatında da başıbozukluğu, disiplinsizliği, kargaşayı, fitne ve anarşiyi asla arzu etmez. Dinimize göre düzen ve intizam, en küçük toplum birimine kadar her yerde önemlidir. Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz, yolculuk yapmakta olan üç kişilik, küçük ve geçici bir toplulukta bile, mutlaka sorumlu birinin, bir yöneticinin belirlenmesini tavsiye etmiştir. Kendisi de mübarek hayatlarında bu hususa büyük bir itina göstermiştir. Yine bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuştur: “Dünyanın ücra bir köşesinde de olsa, üç kişinin, içlerinden birini kendilerine emir tayin etmeden yaşamaları doğru olmaz.” (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 177) Kimin başkan ve reis olması gerektiği konusunda, bu iki hadiste herhangi bir işaret bulunmamaktadır. Üç kişi, kendi aralarından birini başkan yapmakla görevlendirilmiştir. Ancak başka rivayetlerde (bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III,24; V,53; Müslim, Mesâcid 289) bu konuda yol gösterici tavsiyeler bulunmaktadır: “Üç kişi oldular mı, içlerinden biri onlara imam olsun. İmamlığa en lâyık olanları Kur’an’ı en iyi okuyandır.” “Yolculuğa çıktığınızda, yaşça en küçüğünüz de olsa, en iyi okuyan (en bilgili olan)ınız size imam olsun. İmamınız emirinizdir.” (bk. Ali el-Kârî, Mirkât, VII, 456) Hadislerde de görüldüğü üzere, sadece üç kişinin çıktığı en basit yolculuklarda bile başıbozluğa müsade etmeyen ve bir imam seçilmesini mecbur kılan dinimiz, milyonlarca müslümanı ilgilendiren bir liderlik seçiminde, 'oy vermeyin, emir seçmeyin' mi diyecektir? Elbetteki uyumak yerine düşünmeye alıştırılmış akıllar, bu serkeşliği asla kabul etmeyecektir! İyi bilinmelidir ki, müslüman için Demokrasi bir amaç değil, araçtır! Hatasız ve ilahi bir sistem olan İslâm'a geçiş köprüsüdür. Bir müslüman, demokrasiye inandığını söyleyen bir siyasiye oy verirse, bu o sistemi tamamen kabul ettiği anlamına gelmez. Oy vermesinin sebebi, 'İslama uyan hükümlerini kabul ediyorum, uymayanları reddediyorum' demek içindir. Buna göre müslüman, dinine en saygılı olan (en az zararı verecek olan) kimse, ona oy verir. Bunu bir örnekle yakınlaştırayım; Fıkıh ilminde 'ehveni şerrayn' denilen bir kâide vardır. Müslüman, zorunlu bir durumda iki günahla karşılaşırsa, bu iki günahtan daha az zararlı olanı tercih etmek durumundadır. Mesela, zalim bir adam sizi yakaladı ve şöyle dedi; 'Şu iki günahtan birini yaparsan seni öldürmem: Ya domuz eti yiyeceksin, ya da zina edeceksin!' Siz, bu iki büyük günahtan hangisini tercih edeceksiniz? 'Hocam, hayatımda hiç domuz eti yemedim. Ben zinayı tercih edicem, benden gitsin!' Seni sahtekar, şehvet düşkünü! Domuz eti yemek, zinadan daha hafif bir günahtır, onu tercih edeceksin! Tüm bu delillerin ışığında konuyu özetlersek; Müslüman, oy vermekle, İslam’ın şu 3 kaidesini hayata geçirmiş olur: 1. Adalet: "Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır..." (Mâide 8) 2. İşi ehline verme: "Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor..." (Nisâ 58) 3. İstişâre ile iş yapma: "...Onların işleri de, kendi aralarında bir istişâre(danışma) iledir..." (Şûrâ 38) Unutma kardeşim! Siyaseti önemsemeyen müslümanları, müslümanları önemsemeyen siyasetçiler yönetir... Kerem Önder