LAO-TZU VE İLKÇAĞ YUNAN FİLOZOFLARININ KARŞILAŞTIRILMASI 1 Prof. Dr. Süleyman Dönmez 2 Özet Lao-Tzu’nun Dao De Jing adlı eseri Çinlilerin binlerce yıl öncesinde felsefe ile uğraştığına dair görüşleri destekler mahiyettedir. Batıda Lao-Tzu’nun fikirleri bir din olarak görünmektedir. Ancak gerçekte bu fikirler Plâtonculuk ya da Aristoculuktan daha fazla bir din değildir. Dao De Jing temel alınıp Çin felsefesi Yunan felsefesiyle karşılaştırıldığında, Çin felsefesinin kavramsal ve düşünsel olarak çok zengin ve köklü bir geleneğe sahip olduğu görülmektedir. Anahtar sözcükler: Lao-Tzu, Dao De Jing, Çin felsefesi, Antik felsefe Summary The work entitled Dao De Jing of Lao-Tzu is such as to bear out the opinions that the Chinese engaged in philosophy before thousand years. The ideas of Lao-Tzu are seen as a religion in the West. But those ideas are not more religious than Platonism and Aristotelianism. When the Chinese philosophy is compared with the Hellenic philosophy on the basis of Dao De Jing, it is seen that the Chinese philosophy is very rich and well-established tradition conceptually and intellectually. Keywords: Lao-Tzu, Dao De Jing , Chinese philosophy, ancient philosophy Giriş İnsan kendini bildi bileli evrene, hayata ve bilhassa kendine dair pek çok soru kafasını kurcalamıştır. Bu soruların bir kısmına tatmin edici bir cevap bulabilmişse de bir kısmı karanlıkta kalmıştır. İnsan, bilinmezliği gidermek ya da bilinmezlik üzerinde söz sahibi olmak suretiyle kontrol edebilme hazzını yaşamak için binlerce yıldır süren sistemli bir zihin faaliyetinde bulunmuştur. İnsanın “Niçin?” diye sorduğu gün başlayan felsefe yolculuğu işte böyle sistemli bir zihin faaliyetinin ürünüdür. Pek çok farklı tanımının yanında felsefe için; herhangi bir durum karşısında insanı muallâkta bırakan, bir muammanın peşinde, bildiğini sandığını tekrar gözden geçirten, böylelikle yeni başlangıçlara vesile olan bir zihin yolculuğudur da denebilir. Felsefenin ne olduğu konusu tam olarak netleşmemişken nerede başladığı konusunda da felsefe tarihçilerinin üzerinde anlaştıkları kesin bir görüş bulunmamaktadır. Felsefenin doğuşunu M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış olan Thales ile başlatmak ve felsefeyi bir Yunan mucizesi olarak sunmak sık karşılaşılan bir iddiadır. Sadece felsefenin değil tüm bilimlerin kaynağını Eski Yunan’a dayandırmak dünyanın pek çok yerinde taraftar bulan bir düşüncedir. Batı düşüncesinin iki bin beş yüz yıllık serüveni bugün felsefe etkinliği içinde çok önemli bir yer tutmaktadır ancak felsefi düşünceyi çok daha önceki devirlere götürmek mümkündür. Mübahat Türker eskiden felsefeye, hikmet dendiğini, hikmetin de ilk önce Sümerliler tarafından bulunduğunu, onlardan Mısırlılara sonra Yunanlılara, onlardan da Süryanilere ve İslam âlemine geçtiğini ileri sürer (Türker,1992, 17). Karl Jaspers de felsefenin kökeninin daha eskilere gittiğini belirterek şunları söyler: “Felsefe Batıda, Çin ve Hint’te iki bin beş yüz yıldan beri büyük biçem ve dizgesel bir bütünlük içinde vardır. Bize büyük bir geleneği anlatır.” (Jaspers,1990,50). Yunan felsefesinin orijinalliği yüzyıllardır tartışılan bir meseleyken felsefeye Doğu kültürlerinin önemli katkısı artık reddedilemeyecek bir gerçeklik olarak kabul edilmektedir. Özellikle Uzak doğuÇin felsefesi Yunan felsefesine kaynaklık edecek kadar sistemli ve eskiye dayanmaktadır. Çin filozofu ve Taoizm’in kurucusu olan Lao-Tzu’nun (doğ. M.Ö. 604 veya 570) kurduğu Dao Düşünce Okulu ve bu Bu çalışma Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü Bilimsel Araştırma Birimi tarafından SED-2016-7196 Kodlu Proje ile desteklenmiştir. 2 Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. 1 483 okulun temel metni olarak bilinen ve Lao-Tzu’nun eseri olduğu kabul edilen “Dao 3 De Jing” bize o dönemde Çin’de sistemli bir felsefi geleneğin varolduğunu göstermektedir. Özellikle İlkçağ Yunan filozofları ile karşılaştırıldığında Lao-Tzu’nun eserinde bir bütünlük ve ileri bir düşünce boyutunun olduğu göze çarpmaktadır. Lao-Tzu ve Dao De Jing Lao-Tzu’nun hayatı hakkında fazla bir şey bilinmemekle birlikte, bugünkü Honan eyaletinin güney doğu kısmındaki Chu devletinin bir yerlisi ve Konfüçyüs’ün yaşlı bir çağdaşı olduğu kabul edilmektedir (Yu- Lan, 2009,127). Asıl adı Li-Tan’dır. Lao-Tzu (Lao-Tse) “ihtiyar bilgin” anlamında, ona lakap olarak verilmiştir. Lao-Tzu’nun uzun bir hayatı olduğu ve Chu sarayı’nda arşiv memurluğu yaptığı belirtilmiştir. Lao-Tzu felsefesinin ortaya çıktığı Zhou Hanedanlığı’na ait olan Savaşan Beylikler Dönemi Çin tarihinin siyasal, toplumsal ve ekonomik sıkıntıların en yoğun olarak yaşandığı dönemdir. Bu dönemde beyliklerin hepsi imparatora olan bağlılıklarını kaybetmiş ve ayrı ayrı hareket etmeye başlamışlardır. Hiçbiri hepsine hâkim olacak kadar kuvvetli olmadığından, sürekli olarak kendi topraklarını genişletmek için birbirleriyle savaşmaktaydılar. Bu durumun sonucu olarak insanların geleneksel inanç ve kişisel değerlerinde köklü bir değişim yaşanmış ve topluma bir kargaşa ve kaos hakim olmuştu. Durumu düzeltmek, bu karışıklığı gidermek için çok sayıda düşünür ortaya çıktı. Bu düşünürlerin hepsinin amacı aynıydı; ülkeyi huzura kavuşturmak ve insanların tekrar geleceğe güvenle bakabilmesini sağlamak, ancak izledikleri yollar farklıydı. Lao-Tzu’nun kurduğu Dao Düşünce Okulu (Dao Jia) da bu dönemde ortaya çıkan önemli okullardan biridir. Bu okul doğaya dönük ve doğanın içinde bir yaşamla insanların huzura kavuşacağını savunan bir öğreti geliştirmiştir. Dao De Jing, Dao Düşünce Okulu’nun temel eseri sayılmaktadır. “Yol ve Erdem Kitabı” olarak Türkçe’ye çevrilmiştir.81 bölümde beş bin Çin yazı karakterinden oluşan Dao De Jing; “Dao Jing” ve “De Jing” olmak üzere iki ana başlıktan oluşmaktadır. Bu eserde temel olarak üç konu tartışılmıştır. Bunlar: “Evrenin Oluşumu”, “İnsan Doğası” ve “Siyaset”tir. Lao-Tzu’nun felsefesinin temelini oluşturan fikir ise “Evrenin Oluşumu” fikridir. İlkçağ Yunan Filozofları ve Lao-Tzu’nun Dao Kavramı Etrafında Karşılaştırılması “Dao” kavramı Lao-Tzu’nun ortaya koyduğu felsefi düşüncenin ana kaynağını/temelini oluşturmaktadır. Kelimelerle ifadesi mümkün görünmeyen bu kavram hakkında bütün Daocu düşünürler fikir beyan etmişler, ancak bütün tanımlamaların sonunda Dao’nun hakkıyla anlaşılamaz ve ulaşılamaz bir kavram olduğunu belirtmişlerdir (Izutsu,2001,131). “Dao” Çince’de “yol”, ”yüce ilke”, “söz”, “us”, “değişmeyen”, “yöntem”, “tarz” manalarına gelir. Çin felsefesinde “doğru yol”u ya da “cennetin yolu”nu belirten kavramdır. Adını bu kavramdan alan Dao Düşünce Okulu’nda ise Dao kavramı tam anlamıyla insanı aşan metafizik bir içerik kazanır. Dao De Jing “üzerinde konuşulabilen Dao mutlak Dao değildir.”sözcükleriyle başlar. Dolayısıyla mutlak Dao sözcüklerle anlatılamaz, ama dil, bu temel gerçekliğin sezgiyle ya da mistik yolla kavranmasına yardımcı olabilir. Dao’nun bütünsel olarak ifade ettiği felsefi anlamları İlkçağ Yunan filozoflarının tek tek ortaya attıkları kavram ve düşünce ürünlerinde görmek mümkündür. Dao De Jing’de toplam yetmiş üç kez geçen Dao kelimesi, metinde pek çok anlam ifade etmektedir. Burada bu anlamların açıklamalarını İlkçağ Yunan filozoflarının fikirleriyle karşılaştıracağız. A-Töz/Cevher/Arkhe fikri “Töz” ya da “arkhe” sözcük olarak “başlangıç”, “ilk olan”, “ilk ilke”, “köken”, “ilk neden”, “yönetici ilke” türünden birçok anlamı olan; İlkçağ Yunan felsefesinde ise daha çok “tüm şeylerin varlık kaynağı; her şeyin kendisinden çıktığı, değişmeyi yaratıp da kendisi değişmeyen ilke” anlamında kullanılan terimdir. Felsefe’nin doğuşunu, “Doğa filozofları” olarak adlandırılan düşünürlere bağlamanın genel kabul görmüş bir prensip olduğundan bahsetmiştik. Doğa filozofları, Güneybatı Anadolu kıyılarında, İyonya’da, Yunanistan’da ya da güney İtalya’da M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda yaşamış Yunan düşünürleridir. Sistematik bir düşünce ekolüne sahip olmayan bu düşünürler hakkında bildiklerimiz, Platon, Pinyin kurallarına uygunluğu açısından Tao/ Tao Te Ching/ Tao Chia yerine Dao/ Dao De Jing/ Dao Jia terimleri kullanılmıştır. 3 484 Aristoteles ve sonraları bu konuya eğilmiş birkaç yazardan yapılmış, alıntılarla sınırlıdır. Aristoteles’in anlattığına göre, “Doğa filozofları” felsefi düşünceye ilk adımı bir ilk neden (ilk temel töz, Yunanca arkhe) aramak amacıyla atmışlardır. Onları bu düşünceye iten söylem, “Hiçten, hiçbir şey çıkmaz.” (Ex nihilo, nihil fit) prensibidir. Kendisi meydana gelmemiş, yok olmayacak bir varlığın mevcudiyetini kabul etmek, sistematik düşünce açısından bir zorunluluk olarak belirmiş ve ilk düşünürlerin tüm zihinsel çabalarını odakladıkları ana merkez haline dönüşmüştür. Doğa filozofları, İyonya’nın Ege Denizine açılan, Yakın doğu’nun eski, köklü ve uygar ülkeleri ile yapılan ticaretin merkezi, hareketli bir liman kentinden, Milet’ten çıkmıştır. Miletlilerin kadim Mısır ve Babil öğretilerine nüfuz edebilme imkânları, Yunan felsefesinin bu kentte doğmuş olmasını kolayca izah edebilmektedir. Milet Okulu olarak da isimlendirilen, Thales (M.Ö. 624- 545), Anaksimandros (M.Ö. 620- 547) ve Anaksimenes (M.Ö.588- 524), varoluşun sistematiği ile değişim üzerinde düşünerek, çeşitli ama benzer teoriler geliştirmişlerdir. Prensip olarak, doğada mevcut her şeyin bir tek öz maddeden oluştuğu görüşündedirler. Bu inanca dayanarak, önce “doğa”nın (physis) varlık bulduğunu öne sürmüşlerdir. Gözle görülebilir ya da algılanabilir varlıkların ve bunların geçirdiği değişimlerin oluşturduğu kaotik düzenin gerisinde, akılla anlaşılabilir, kalıcı ve sürekli bir gerçekliğin var olduğuna inanan Doğa filozoflarından Thales bu gerçekliğin,“su”; Anaksimandros ,“apeiron” (sınırsız/belirsiz); Anaksimenes ise “hava” olduğunu öne sürmüştür. Dao De Jing’de Dao kavramının pek çok farklı anlam ifade ettiğini belirtmiştik. Arkhe ya da töz kavramı Dao’nun özünü ifade eden kavramlardan bir tanesidir. Dao Düşünce Okulu üzerine çalışmalar yapan Çinli tarihçi ve düşünür Xü Fuguan, “Çin İnsan Doğası Tarihi Ön Qin Dönemi” adlı kitabında LaoTzu’nun Dao kavramını ortaya atmadaki amacını şöyle açıklar: “Lao-Tzu; her yönden karmaşa içerisinde olan ve köklü bir değişim döneminden geçen toplumda, sonsuz olan, asla değişim göstermeyen ve tüm varlıkların temelini oluşturan bir düzenden bahseder. O, insanın kendisine karşı olan beklentilerinden yola çıkarak, metafiziksel bir evren oluşum fikrini ortaya atmıştır. İnsanların güven, istikrar ve düzen kavramlarına hasret olduğu bu dönemde, onlara örnek olabilecek istikrarlı ve güvenli bir “yaratıcı düzen”e işaret etmiştir.” Lao- Tzu’ nun arkhe / ilk sebep prensibini Çin’in inanç sisteminin temelinde olan “Shang Di” kavramına yüklediği anlamda da görmekteyiz “Shang Di”; irade sahibi, insanlar üzerinde yaptırımı olan ve emir veren bir tanrı idi. “Shang Di” kavramı, Zhou Hanedanlığına geçildiğinde “Tian” yani “Gök” kavramına dönüşmüştür. Tian kavramı da Shang Di gibi irade sahibi tanrı vasfını taşımaya devam etti. Çin’in siyasal, ekonomik ve toplumsal karmaşası içinde Tian kavramına “ahlakın kaynağı” anlamı da yüklenmiştir.(Wang, 1980, 63).Zhou Hanedanlığı’nın klasik kitaplarından biri olan “Shi Jing” yani “Şarkılar Klasiği”nde “Tian” ın fiziki olarak “Zı ran” yani “tabiat” anlamında kullanıldığı görülmektedir. Dao Düşünce Okulu “Zı Ran” kavramına yeni ve farklı bir açıklama getirmiştir. Buna göre: “Zı Ran” bir bakıma “Tian” ın yerini almış ve irade sahibi, yaptırımı olan tanrı karakterinden uzaklaşarak, her şeyin değişime uğradığı bir karmaşa ortamında, asla değişim göstermeyen ve sonsuz olan “düzen” anlamını kazanmıştır. İşte bu anlam Lao-Tzu Düşüncesi’nin temelini oluşturan ve evrenin yegâne düzeni olarak kabul edilen “Dao”a işaret etmektedir (Chiang, 2011, 156). B-Logos Fikri “Logos” kelimesinin Yunancadaki ilk anlamı “söz”dür; sonradan “düşünce”, “kavram”, “us”, “anlam”, “evren yasası” anlamlarını da almış ve Herakleitos’tan(M.Ö. 540- 480) beri felsefenin temel kavramlarından biri olmuştur. (Akarsu, 1998, 124). Herakleitos’un da başlıca ilgi alanı Miletliler gibi varlık sorunuydu. O da öz varlığın, bütün değişiklikler içinde birliğini yitirmeyen o gerçek varlığın, o ana maddenin (arkhe) ne olduğunu araştırmıştı. Ama Miletli Doğa filozofları maddeyi kendiliğinden hareket edecek, değişecek, başka şeylere dönüşecek, diğer şeyleri meydana getirecek bir şey olarak düşündüklerinden bu role yakışan bir şeyi ilke olarak kabul etmek ihtiyacındaydılar. Herakleitos’un görüşüne göre bu rolü oynayabilecek şey, su veya havadan çok ateş olabilirdi. Çünkü yanma olayı dikkatli bir şekilde gözlenirse, ateşin bu rol için ne kadar uygun düştüğü kolayca görülebilir: Yanan bir şeyde alev son derece hareketli, canlı görünür. Sonra alevin kendisinden meydana geldiği şey, yani yanan şey sürekli olarak yandığı ve değiştiği halde alevin kendisi değişmez. Onun niteliği değişmediği gibi yanma süreci boyunca niceliği de değişmez. O hep aynı alevdir (Arslan, 2006, 188). 485 Herakleitos’un bu savını kanıtlayışı yakından incelendiğinde, onun düşüncesiyle Miletli filozoflarınki arasında temelli bir ayrılık olduğu görülür. Miletli filozoflar ana maddeyi kalıcı, doğanın değişmeyen tözü sayıyorlardı. Buna karşılık Herakleitos bakışını görünür dünyadaki fenomenlerin sürekli değişimine çevirmişti. Sonradan “Panta rei.” (Her şey akar.) sözüyle formüle edeceği bu düşüncesine göre; evren boyuna akan bir süreçtir, başı sonu olmayan bir değişmedir, hiç durmayan bu değişme içinde değişmeden kalan, sürüp giden hiçbir şey yoktur. İşte ateşin ilk madde olduğu düşüncesine Herakleitos buradan varmıştır. Gerçekten de ateş bir bakıma bir şey, bir madde, bir varlık olmaktan çok bir süreç, bir oluş ve yokoluştur. Böylelikle Herakleitos bu sürecin altında bir varlık bulunmadığını, varlığın kendisinin yalnızca oluş olduğunu veya yalnızca oluşun varolduğunu söylemek istemiştir. Daha açık bir deyişle o, varlığı oluşa indirgemiştir. Bu sürekli oluş içinde durucu, kalıcı bir şey bulduğumuzu sanırsak, Herakleitos’a göre, bu, bir yanılmadır, bir aldanmadır. Kalıcı şeyler varmış sanısına kapılmamız, değişmenin kuralsız değil de belli bir düzene, belli bir ölçü ve yasaya göre olması yüzündendir. Evrende egemen olan bu yasa, düzen ya da akılı Herakleitos “logos” olarak adlandırmıştır (Gökberk, 1961, 24). Sonsuzdan gelen ve sonsuza giden logos, kendini karşıtlıklar ve çelişmelerle vermektedir. Logos bu karşıtlıklar ve çelişmelerle sürekli olarak gelişir ve serpilir. Ama bütün bu çelişmelerin ve karşıtlıkların içinde bir ve değişmeden kalır. “Varlık yokluğu, yokluk varlığı doğurur. Varlık ve yokluk, olmak ve olmamak, yaşamak ve ölmek bir ve aynı şeylerdir. Bunlar aynı şey olmasaydılar değişerek birbirleri olamazlardı, yokluk varlığa, varlık yokluğa, ölüm hayata ve hayat ölüme geçemezdi. Daire çemberi içinde başlangıç ve son aynı yerde birleşirler. Canlı ve ölü, uyanık ve uyuyan, genç ve yaşlı olarak şeylerde tek ve aynıdır kendini ifşa eden. Çünkü biri değiştikten sonra öteki, öteki tekrar dönüşerek diğeri olur.”(Doğa adlı yapıtından, B 103, 59, 60, 58, 42,88 ) Logos kelimesinin ifade ettiği anlam, Dao De Jing’ de “Dao” kavramına da yüklenmiştir. Buna göre. “Dao”, kendi bünyesinde sahip olduğu ve varlıkları yaratırken ortaya çıkardığı “çift yönlü hareket gücü”nü temsil etmektedir. Lao-Tzu’ nun evren anlayışına göre iki farklı dünyadan söz edilir: Fiziksel dünya ve metafiziksel dünya. Tüm yaratıklar asıl varlıklarını, beş duyu organımızla fark edebildiğimiz “fiziksel dünya”da kazanırlar. Metafiziksel dünya ise yaratıkların yaratıcı “Dao” nun bünyesinden henüz ayrıldıkları, varlığa bürünmeden hemen önce hazır bulundukları dünyadır. Bu fizik ötesi dünyayı beş duyu organımız aracılığı ile algılamamız mümkün değildir. Varlıkların yaratıcı “Dao” nun bünyesinden ayrılarak, aşama aşama varlığa dönüştükleri bu eylem “Dao” nun varlıkları yaratırken ortaya çıkardığı hareket gücünün ilk yönünü oluşturur. Bu, metafiziksel dünyadan fiziksel dünyaya doğru akış gösteren bir harekettir. “Dao” nun varlıkları yaratırken ortaya çıkardığı hareket gücünün diğer bir yönü ise, fiziksel dünyada varlık kazanmış olan yaratıkları tam ters yönde hareket ettirerek, yeniden metafiziksel dünyaya, yani geldikleri yere geri dönmelerini sağlamaktır. “Dao” nun varlıkları yaratırken ortaya çıkardığı bu iki yönlü hareket gücü, başı sonu olmayan ve durmaksızın tekrar eden bir deveran eylemidir. İşte “Dao”, bu deveran eylemi içerisinde, tüm varlıkların hem çıkış noktasını, hem son duraklarını, hem de bu deveran hareketinin kendisini temsil etmektedir (Chiang, 2011, 161). Bununla birlikte evrensel düzen anlamına gelen “logos” kavramıyla örtüşecek şekilde “Dao”, “düzen”, “kural” veya “standart” anlamlarına da gelmektedir. Şöyle ki; varlıkların metafiziksel ve fiziksel dünya arasındaki deveran eylemleri esnasında, izlemeleri gereken yol, kural ve standartlar konusundaki tek belirleyici de yine “Dao” nun kendisidir. Yani kısaca, “logos” ya da “Dao” aracılığıyla varolanlar belirli bir düzen içinde bir karşıttan başka bir karşıta sürekli hareket eder ki bu varoluştur. Herakleitos’un kendini karşıtlıklar ve çelişmelerle var eden “logos”unun izine Lao-Tzu’nun “Yin” ve “Yang” ında da rastlarız.”Yin” ve “Yang” Uzakdoğu felsefesinde evrendeki diyalektik kutupluluğu gösteren karşıt çifttir. Yin ve Yang birlikte Dao’yu meydana getirirler. Evrendeki her şey Yin ve Yang enerjilerinden türemiştir. Her zaman birbirleriyle etkileşim halindedirler. Yin ve Yang’ ın kutuplaşmasından hareket ve süreklilik doğar. Her kutup zıddını potansiyel olarak içinde barındırır. Gece olmadığı sürece gündüz de yoktur. Kutuplar birbirinden bağımsız ele alınamazlar. (Palmer, 2000, 42) Bir kavram zıddıyla var olur ve her oluşum, her organizma kendi içinde, kendi varlığını ve zıddını taşır. Kısacası Herakleitos’un diyalektiğinde temel olan karşıtlığın geliştirici gücü, Dao De Jing’ de Yin ve Yang enerjilerinin zıt ama tamamlayıcı dinamik dengesi ile örtüşmektedir. 486 C-Yaratılış Fikri Felsefe tarihi içerisinde evrenin yaratılışına ilişkin yapılagelmiş tartışmalara bakıldığında, bu tartışmaların en çetin geçtiği ve o ölçüde de çözümsüz göründüğü nokta evrenin ilk başlangıcına ilişkin olan soruların tartışılmasına aittir. Dao De Jing’de Dao kavramı açıklanırken, hiçbir şeyin yoktan varlığa gelmediği fikrini temel ilke edinmiş olan Yunan felsefesi geleneğinde önemli yer tutan Plotinus’un sudur teorisi ile tanımlanabilecek ifadeler yer almaktadır. “Sudur/Türüm”; aşağı olanın daha yukarı olandan, çok olanın “bir olan”dan çıkması anlamlarına gelmektedir. Bir olan yetkin olandır ve kendi varlığı içinde azalmadan ve değişmeden kalır, ondan türeyen ise çıkış kaynağından olan uzaklığının ölçüsüne göre gitgide yetkinliğini yitirir (Akarsu, 1998, 182). “Sudur”, Yeni Plâtonculuğun ana ilkesidir ve Plotinus (M.S. 203-270) tarafından geliştirildiği söylenmektedir. Plotinus Doğu ve Hint felsefesine büyük ilgi duymuş, bunları yerlerinde öğrenmek için yolculuklara da çıkmıştır. Plotinus’un sudur teorisi, her şeyin “Bir” den taşması (meydana gelmesi) hiyerarşisidir. Plotinus bunu, ışık ve taşma analojisiyle açıklar. Plotinus, bütün varlıkların ilk kaynağının, bir kaynaktan bir şeyin çıkıp taşması ve tekrar ona geri dönmesi veya bir ışık kaynağından bütün ışıkların çıkmasına benzetilebileceğini ileri sürer. Bir olan varlık, ışığını kendi kaynağından yaymaktadır ve diğer varlıklar bu kaynaktan uzaklaştıkça aldıkları ışık azalır. Bu yayılma Plotinus’un “epistrophe” veya “bir noktadan başlayıp kaynağına geri dönme” diye isimlendirdiği bir hareket tarzına yükselir (Plotinus, 1996, 39 ). Plotinus’a göre “Bir”, yaratılmamış, yok olmayacak, değişmeyen, hareketsiz, bölünmeyen bu yüzden de dağılmayacak olan, çeşitlilik, çokluk ve değişme ile bozulmaksızın nitelik ve mahiyet bakımından basit olan varlıktır. “Bir” aynı zamanda, her sonlu şeyin kendisinden çıkıp ve tekrar ona geri döneceği iyi bir varlıktır. O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Hatta “Bir” için varolmak bile düşünülmemelidir. O, varoluşun ve iyiliğin ötesindedir ve aynı zamanda herhangi bir şeye ihtiyaç duymayan güçtür (Fuller, 1912, 311- 312). Plotinus “Bir” hakkında ifade edilecek her şeyin O’nun doğasının saf birliğini bozacağını düşünür. O sık sık “Bir”in dil ve düşünceye aşkınlığını vurgular. “Bir”e bir ad yüklemenin, ona ikilik katmak demek olacağını öne sürer. “Bir” yalnızca dil ve düşünceye aşkın değildir, O aynı zamanda varlığın da ötesindedir. O halde, “Bir”in birliğini bozmadan dünyadaki şeylerin çokluğunu nasıl açıklanır? Plotinus’un düşüncesinde sudur da üç temel ilke bulunmaktadır. Varlıkların bir bakıma zorunlu bir şekilde çıkışını ifade eden sudurun zirvesinde her şeyin İlk’i veya Kaynağı olan “Bir” yer alır. Hiçbir bileşik içermeyen “Bir”den varlığın bütün formlarını içeren “Akıl” sudur eder. Akıl’dan da Akıl ile madde arasında etkin bir şekilde aracılık yapan ve deyim yerindeyse, maddenin akli formlara göre düzenlenmesine imkân tanıyan “Ruh” sudur eder. Plotinusçu bu sudur anlayışına göre gerçekliğin katmanlarını oluşturan her üç ilke de varlıkları farklı biçimlerde içerir (Bréhier, 1958, 43- 46). Bununla birlikte sudur bütünüyle kendiliğindendir. Yani “Bir”in taşmasında herhangi bir içsel ya da dışsal zorlama söz konusu değildir. Çünkü “Bir”in ne herhangi bir şeye ihtiyacı vardır ne de kendisi dışında herhangi bir şeyi arzular. Lao-Tzu, Dao De Jing’de evrenin varoluşunu “Dao” kavramıyla açıklamaktadır. Bu açıklamada “Dao”kavramı, Plotinus’un sudur kavramına yakın bir anlam kazanmıştır. Buna göre; “Dao” biri yaratmış, bir ikiyi yaratmış, iki üçü yaratmış, üç de sayısız varlıkları yaratmıştır. Başka bir ifadeyle, “Dao” ilk birliği yaratmıştır ki bu birlik iki zıt kuvvete bölünmüştür. Bu iki zıt kuvvet var olan her şeye nüfuz etmiştir. Bu güçler Lao-Tzu tarafından “iki” olarak ifade edilmiştir ve “Yin” ve “Yang” kuvvetleri olarak kabul edilir. “Dao” birden başlamaktadır ancak bir doğuramayacağı için iki zıt kuvvete bölünmüştür. İki zıtlığın birleşmesiyle artık yaratılış için potansiyel elde edilmiştir. Ve bu süreç ikiden üçün oluşması, üçten on bin şeyin oluşması şeklinde sonsuza kadar uzamaktadır. D-Eylemsizlik fikri (Wu wei/Ataraksia/Apatheia) “Ataraksia” kavramı, insanın davranışlarıyla ruhsal eğitiminin ereği, ülküsü olarak beliren ve en yüksek iyi olarak nitelenen ruh dinginliği, tutkulardan arınmış olma durumu olarak açıklanır (Akarsu, 1998, 156). Kavram, haz ve yarar ilkesine ve arzuların sınırlandırılmasına dayalı etik kuramıyla tanınan Epikuros (M.Ö. 341- 270) tarafından ortaya atılmıştır. Etik, Epikuros’un felsefesinin temelini oluşturur. Öteki alanlara duyduğu ilgi gene etik kaygılara dayanır; örneğin fizikle bile bütünüyle etik amaçlı olarak ilgilenir. Bu amaç zihnin dinginliğini ve imanın sarsılmazlığını güvenceye alacak bir yaşam anlayışına varmaktır. 487 Bir ahlak felsefesi (etik) olan Epikurosçuluğun temel düşüncesi mutluluğa ulaşmaktır. Epikuros’a göre felsefenin görevi, bireyin mutluluğunu sağlayacak imkânları, araçları araştırmaktır. Değer ve inanç bunalımının yaşandığı dönemde, Epikuros, insanları bu manevi kaostan kurtarmak ve mutluluğa ulaştırmak için en iyi ve mutlak değerin haz olduğunu önerir. Epikuros hazları maddi ve manevi hazlar olarak ayırmakta ve manevi hazların önemine dikkat çekmektedir. O, bedensel hazlar yerine, erdemli ve bilgili olmanın kazandıracağı manevi hazları, en yüksek hazlar olarak kabul eder. O’na göre bedensel hazlar anlıktır, manevi hazlar ise uzun süreli ve kalıcıdır Epikuros iyi ve kötünün tek ölçütünün duyum, mutlu bir yaşamın başlangıcının ve sonunun haz olduğunu savunur. Ama her haz kendi içinde iyi olsa da, bazısından uzak durulmalıdır; çünkü bunları elde etmek için çekilen sıkıntı, sonunda alınan hazdan çok fazladır. Epikuros’a göre, her haz iyi, her acı da kötü olmayabilir. Önemli ola hazzın yoğunluğu değil, sürekliliğidir. Buna göre mutluluğun kalıcılığı hazzın bu sürekli oluşuna ya da başka bir ifadeyle, manevi hazları yaşamaya bağlıdır ki, ruh dinginliğine yani “ataraksia”ya ancak böyle ulaşılır (Weber, 1998, 46- 47). İlkçağ Yunan felsefesinde ruh dinginliği anlamına gelen “Ataraksia” kavramı, Stoa felsefesinde “Apatheia” olarak karşımıza çıkmaktadır. “Apatheia”; duygusuzluk, az ve yavaş tepki gösteren ve bunun sonucu duygulandırıcı nedenlere karşı kayıtsız kalan insan niteliği olarak tanımlanır. Stoa felsefesinde ise bilge kişinin kendini eğitme ülküsü olarak, duygulanımlarından bağımsızlık, usa uygun olmayan duygular karşısında özgür olma ve böylelikle sarsılmaz ereğine ulaşma durumu olarak adlandırılır (Akarsu, 1998, 62). Stoacılık, Kıbrıslı Zenon (M.Ö.334- 262) tarafından kurulan, M.S. III. yüzyıla değin varlığını sürdüren Helenistik dönemin ve Roma döneminin en gözde felsefe akımıdır. Stoacılık, aklın egemenliğini, doğaya uygun yaşamayı, ruhun duygular karşısında sarsılmazlığını (Ataraksia) ve duyumsamazlığı (Apatheia), bir yandan da dünya yurttaşlığı ülküsünü savunan felsefe akımıdır. Stoacılar doğaya uygun yaşamayı felsefi olarak benimsemişlerdir. Onlara göre mutluluk dışsal olaylara karşı doğru zihinsel yaklaşımda bulunmakla ilişkilidir. Eğer bir kişi kendi doğasına, hayattaki konumuna ve görevlerine uygun bir biçimde hareket eder ve seçimler yaparsa, mutluluğu başarabilir. “Apatheia” Stoacı ahlakın ulaşmak istediği nihai hedeftir. Çünkü kişi ancak duygusuzluk durumunda gerçek mutluluğu tadar. “Apatheia” ancak bilge kişinin ulaşabileceği ruhsal bir durumdur. Ancak bilgeler duygusuzluğa ulaşan yolları bilirler. Akılcı her davranış bilgece bir davranıştır ve doğanın önceden belirlenmiş genel düzenine uygundur. Akılcı davranışlar kişiyi “Apatheia” durumuna getirir ve mutlu kılar. Erdemli kişinin biricik yükümlülüğü doğanın akılcı düzeni ile uyumlu eylemleri seçmektir. Lao-Tzu’nun etik anlayışı ise Dao De Jing’de Dao’nun çift yönlü hareketi temel alınarak açıklanmıştır. Yaratma aşamasında, varlıkların yaratıcının bünyesinden, yani metafiziksel dünyadan ayrılarak aşama aşama fiziksel dünyaya doğru hareket ederler ve sonunda varlığa dönüşürler ve sonra fiziksel dünyada varlık kazanmış olan yaratıklar tam ters yönde hareket ederek, yeniden metafiziksel dünyaya geri dönerler. Bu çift yönlü hareket başı sonu olmayan ve durmaksızın tekrar eden doğal bir deveran eylemidir. İnsanda bu doğal döngünün içerisinde istemsiz olarak yer almaktadır. Lao-Tzu’nun düşüncesinde yaratıcı olan “Dao”ya dönüş iki şekilde olmaktadır. Bunlardan ilki yukarda bahsettiğimiz doğal deverandır; ikincisi ise sadece insanın yapabileceği ve fiziksel dünyada aslından uzaklaşmaya başlayan kişiyi kendi tabiatına ulaştıracak olan dönüştür. Bu dönüşü gerektiği gibi yerine getirebilen kişi, fiziksel dünyada varlığını sürdürdüğü süre içerisinde son derece rahat, huzurlu ve mutlu bir yaşama sahip olacaktır. Ancak; “Dao”ya yapılması gereken bu dönüşü her insan gerektiği gibi yerine getirememektedir. Çünkü insan da bir varlık olmasına rağmen, diğer tüm varlıklar arasında özel bir yere sahiptir. İnsanın düşünme, karar verme, seçim yapma yeteneklerinin olması, onun hep daha fazlasını aramasına ve aşırı istek ve arzulara yönelerek, kendi tabiatından yani “Dao”dan uzaklaşmasına sebep olmaktadır. LaoTzu, bu yönelimlerin, insanların hem kendileri hem de toplum için sorun yarattığını belirtmiş ve insanın kendi tabiatına geri dönmesinin “Wu wei” (edimsiz eylem) düşüncesini içselleştirmesiyle mümkün olacağını savunmuştur. “Wu Wei”, Dao De Jing’de “Dao” kavramına yüklenen bir sıfat olarak kabul edilebilir. Buna göre LaoTzu “Dao”yu yaratıcı bir güç olarak isimlendirirken, onu irade sahibi, emirler veren, varlıklar için ödül ve ceza hazırlığı yapan bir tanrı konumuna getirmemiştir. Onun varlıkları meydana getirmede her hangi bir amacı yoktur. Yaratılış eylemi tüm varlıkların son derece doğal bir şekilde içinde bulunduğu 488 ve kendiliğinden olan bir oluştur. “Dao” tüm varlıkların yegâne yaratıcısıdır ancak, sahip olduğu gücü asla varlıkları ezmek, onlara hükmetmek için kullanmaz. Onun eylemi edimsiz, yani kasıtsızdır. Varlığı en doğal şekilde yaratır ve huzurla varlığını sürdürmesine katkıda bulunur (Chiang, 2011, 166- 167). …Dao eylemsizlik yöntemiyle tüm eylemleri gerçekleştirir,….tüm varlıklar kendiliklerinden değişir.(Tao Te Ching 37. bölüm) Lao-Tzu doğal olan her şeyi desteklerken, doğal olmayan her şeye karşı çıkmaktadır. Burada insana düşen görev tıpkı Stoa felsefesinde olduğu gibi evrenin bu mükemmel düzenini gözlemleyip, bu düzeni kendi yaşamına uygulamak, aşırıya kaçan istek ve eylemlerden uzak durmak ve doğal döngüden ayrılmamaktır. Bu doğal döngü, insanın istemsiz ve kendiliğinden bu döngü içerisinde yer alması ve doğasına uygun yaşamakla elde edeceği mutluluk, Stoa felsefesindeki kader anlayışına benzemektedir. Stoacılara göre mutluluk akılla yani “logos” ile uyumlu yaşamaktır. “Logos”, Herakleitos’un bahsettiği evreni düzenleyen yasadır. Bu yasayı tanrı ya da kader olarak da isimlendirirler. İnsanlar kendilerini “logos”a bırakırlarsa ruhları evren ile uyumlu bir hale gelir. En önemli idrak, belki de her şeyin bilgece düzenlendiğini ve olayların gidişine müdahale etmenin ne mümkün ne de istenir olduğunu fark etmektir. Her şey “Logos” veya “Dao” tarafından idare edilmektedir ve dolayısıyla kişi, “Logos”un ya da “Dao” nun doğal döngüsü karşısında Stoacı bir huzur veya Taocu bir edimsizlik sergilemelidir. Lao-Tzu’ya göre “Dao”ya ulaşmanın bir diğer yöntemi de “bilgisizlik” ya da “gereksiz bilgiden arınma” yöntemidir. Bu kavram Epikuros’un “Ataraksia” ve Zenon’un “Apatheia” kavramlarıyla özdeşleştirilebilir. Burada Lao-Tzu’nun yasakladığı bilgi ve istekler insanı doğallıktan uzaklaştıran, önyargılı ve rekabetçi yapan, onun ruh dinginliğini bozan ve duyguların egemen olduğu ve akla uygun olmayan davranışlara sevk eden ve böylelikle hem kendisine hem de çevresindeki diğer varlıklara zarar vermesine sebep olan ihtiraslı bilgi ve isteklerdir. Sonuç Felsefe insanın hayatı anlamlandırma çabası olarak sürüp giderken, binlerce yıllık geleneğinde pek çok filozof insanlık tarihine damgasını vurmuştur. Bunlardan birisi de Lao-Tzu’dur. Her ne kadar İyonya, felsefenin başladığı yer olarak kabul edilse de “felsefe” olarak kabul edilen fikirlerin kaynağı hakkındaki tartışma hala devam etmektedir. Lao-Tzu’nun Dao De Jing adlı eseri Çinlilerin binlerce yıl öncesinde felsefe ile uğraştığına dair görüşleri destekler mahiyettedir. Batıda Lao-Tzu’nun fikirleri bir din olarak görünmektedir. Ancak gerçekte bu fikirler Plâtonculuk ya da Aristoculuktan daha fazla bir din değildir. Dao De Jing temel alınıp Çin felsefesi Yunan felsefesiyle karşılaştırıldığında, Çin felsefesinin kavramsal ve düşünsel olarak çok zengin ve köklü bir geleneğe sahip olduğu görülmektedir. Lao-Tzu’nun Dao De Jing’de, hemen hemen Batıda felsefecilerin zihinlerini meşgul eden bütün ana konuları ele aldığı görülmektedir. Bu da felsefeyi bir Yunan mucizesi olarak kabul etmekten vazgeçilmesi ve felsefenin kaynağının Eski Yunan’da değil daha eskilerde aranması gerektiğini göstermektedir. Kaynaklar Akarsu, Bedia. Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul, İnkılâp Kitabevi, 1998. Arslan, Ahmet. İlkçağ Felsefe Tarihi 1- Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006. Bréhier, Emile. The Philosophy of Plotinus, İng. çev. :Joseph Thomas, Chicago, The University of Chicago Pres, 1958. Chiang, Gonca Ünal. Üç Yönüyle “Dao De Jing”: Evren, İnsan ve Siyaset, Ankara, Türk Felsefe Derneği Yayını, 2011. Fuller, B. A. G. The Problem of Evil in Plotinus, New York, Cambridge University Press, 1912. Gökberk, Macit. Felsefe Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1961. Izutsu, Toshihiko. Taoculuktaki Anahtar Kavramlar, çev: Ahmet Yüksel Özemre, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2001. 489 Jaspers, Carl. Felsefe Nedir? çev: İsmet Zeki Eyüboğlu, İstanbul, Say Yayınevi, 1990. Lao-Tzu. Tao Te Ching- Yol ve Erdemin Kitabı, çev: Osman Yener, İstanbul, Anahtar Kitaplar Yayınevi, 1998. Palmer, Martin. Yin Yang, çev: Nafiz Güder, İstanbul, Dharma Yayınları, 2000. Plotinus. Enneadlar- Seçmeler, çev: Zeki Özcan, Bursa, Asa Kitabevi, 1996. Türker, Mübahat. Felsefeye Giriş, İstanbul, M. E. B. Yayınevi, 1992. Wang, Bang Xiong. Lao-Tzu Felsefesi, çev: Gonca Ünal Chiang, Taipei, Dong Da Tu Shu You Xian Gong Sı, 1980. Weber, Alfred. Felsefe Tarihi, çev: H. Vehbi Eralp, İstanbul, Sosyal Yayınları, 1998. Xü, Fu Guan. Çin İnsan Doğası Tarihi-Ön Qin Dönemi, çev: Gonca Ünal Chiang Taipei, Taiwan Shang Wu Shu, 2003. Yu- Lan, Fung. Çin Felsefesi Tarihi, çev: Fuat Aydın, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009. 490